30 Nisan 2007 Pazartesi

AKP'nin GÜL'ümseyen yüzü

28 Kasım 1995 tarihli Posta gazetesinde, önemli bir haber:

"İşte Refah'ın gerçek niyeti" anonsuyla verilmiş...

Kocaman harflerle: "ÜRPERTEN İTİRAF" başlığı uygun görülmüş...

Başlığın hemen altında: "Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül 'Cumhuriyet döneminin artık sonu geldi' dedi" yazısı var...

Yazının altındaki tümce şöyle: "İngiliz The Guardian gazetesinde yayınlanan röportajda Refah'lı yönetici, laik sisteme ve cumhuriyete açıkça meydan okudu"

Haber, daha sonra şöyle devam ediyor: "YEŞİL DEVRİM; RP'nin Dışilişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül, İngiltere'nin en ciddi gazetelerinden The Guardian'a yaptığı açıklamada, Türkiye Cumhuriyeti'ne açıkça meydan okudu. Refah'ın ürperten yüzünü ortaya döken Gül 'Türkiye'de Cumhuriyet'in sonu geldi. Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz' dedi. The Guardian bu sözleri Refah Partisi 'Yeşil Devrim'in yolunu açacak şeklinde yorumladı."

Bir başka paragraf: "NET SÖZLER; The Guardian, RP'nin anketlerde birinci veya ikinci sırada görüldüğünü belirterek, partinin politikasını yabancılara anlatmakla görevli Gül'ün yaptığı açıklamaların çok önemli olduğunu vurguladı. Gazete, Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı'nın Cumhuriyet'e karşı tavır koyan sözlerinin, hiç bir yanlış anlamaya neden olmayacak kadar, net ve doğrudan olduğuna da dikkat çekti."

'İyi ki doğdun Führer!'

Yeni Şafak gazetesinden önemli bir haber:

1939 senesinin 20 Nisan günü 50. doğumgününü kutlayan Hitler'in Türkiye'den çok özel konukları vardı. General Ali Fuad Cebesoy, Yazar Falih Rıfkı Atay ve beraberindeki heyet, onurlarına verilen beş çayında “Führer”in iltifatlarına mazhar oldu.

Daha İkinci Dünya Savaşı başlamadan önce Alman propaganda örgütü Türkiye'de açıktan açığa çalışıyordu. Cumhuriyet gazetesinin sahibi Yunus Nadi bu propagandanın en ateşli gönüllülerindendi. Hatta adı “Yunus Nazi” olarak anılmaya başlanmıştı.

kaynak: yenisafak.com.tr

Öcalan-Evren omuz omuza

Kürt ve Türk gençlerini ölüme yollayarak, düşlerinin gerçekleşmesi için "satranç" oynayan Abdullah Öcalan ile Kenan Evren; "Ortak Vatan", "Demokratik Cumhuriyet" bayrağı altında birleştiler...
Milliyet gazetesinin 03. Mart. 2007 tarihli sayısında, avukatları kanalıyla yaptığı açıklamaya baktığımızda, her iki faşist önderin, halkların kırılması ve sosyalizmin engellenmesi için, düşbirliği yaptıkları ortada...
Önce, haberi olduğu gibi alalım:
"ÖCALAN: EVREN ASKERİ BİR DEHADIR
PKK lideri Öcalan, Evren'in sözlerine destek vererek, 'O sıradan biri değil' diye konuştu
İSTANBUL Milliyet
PKK lideri Abdullah Öcalan, Kenan Evren için "O sıradan biri değil. Türkiye'de yıllarca ordunun en üst düzeyi olmuştur. Askeri bir dehadır, yani onların beyin takımındandır. O bile tehlikeyi görmüş ki, bu kadar dönüş yapabiliyor. 'Kart - kurt' söyleminden 'eyalet'e geldi" dedi.
Gündem gazetesinin Öcalan'ın avukatlarına dayanarak verdiği habere göre Öcalan, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan'ın da bu konuda girişimleri bulunduğunu öne sürdü. "1997'de Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya'nın bir toplantıda benden 'Sayın Öcalan' diye bahsettiği ve barışa yönelik girişimlerde bulunacağına ilişkin ifadeler kullandığı bilgileri bize geldi" iddiasını dile getiren Öcalan'ın şu sözlerine yer verildi:
"ABD ve İsrail, Kürt ulus devletini destekleyeceklerdir. Destekledikleri sürece de bu devletler, Kürt ulus devletini ortadan kaldıramazlar. İsrail bir şeye karar vermişse, kimse direnemiyor.
Türk Genelkurmayı da uzun süre direnemez. Barzani'nin Kürt ulus devletini savunmaktan başka tutunacağı dalı yoktur. Kürt ulus devleti fikrinden vazgeçerse biter. Barzani az değil, gücü de var. 40 - 50 yıllık bir mücadele deneyimleri de var. Başta Irak olmak üzere Türkiye, İran ve Suriye'de de taraftarları ve örgütlenmeleri var.
Buradaki taraftarları da yeri geldiğinde kendisine destek oluyor, olacak. Barzani'nin PKK'ya karşı savaşmayacağını düşünüyorum. Ulus devlet fikrini uzun zaman savundum, ama çözüm getiremeyeceğini gördüm.
İkinci çözüm anlayışı bizim savunduğumuz demokratik çözüm anlayışıdır. Ben, 'demokratik ulus' diyorum. Kürtler demokratik ulus çerçevesinde birliklerini sağlamalıdır."
Bir generalin, özellikle de faşist bir generalin; "Türkiye'de yıllarca ordunun en üst düzeyi ol"ması, nasıl bir "askeri deha" olmayı getiriyor?.. Anlamış değilim!..
" 'Kart-Kurt' söyleminden 'eyalet'e gel"inmesi, sizin Kürt Faşizmi anlayışınızdan başka neye hizmet edecek?.. Hiç bir olgu tek başına bir anlam içermez. Ancak, diğer olgularla birleştiğinde bir anlam içerir...
Milliyet gazetesinin, PKK'nin yayın organı gibi yayın yapan Gündem gazetesine dayanarak verdiği haber, Kürt halkının gerçek temsilcisinin Öcalan olamayacağını, bir kez daha kanıtlıyor. Düşlerinin tutsağı olan Apo, dizgesel olmayan dünya görüşüyle, her zaman yaptığı gibi, pragmatist görüşlerle yaşamını sürdürüyor...
Açık açık "ABD ve İsrail, Kürt ulus devletini destekleyeceklerdir." diye konuşan Apo, İsrail'in "kararlılığını" övme noktasına dek savruluyor. Açıkça ve Kürtçe; emperyalizmin gücünü kutsayan Öcalan, halklara değil, emperyalistlere güvendiğini bir kez daha ortaya koyuyor...
"Ulus devlet fikrini uzun zaman savundum, ama çözüm getiremeyeceğini gördüm." tümcesiyle, kendince, topu orta sahada gezdiren Apo; her nedense Bekaa Vadisi'ndeyken farklı, Kenya'da yakalandıktan sonra çok farklı söylem geliştirmeyi sürdürüyor...
Onbinlerce genç ölünün fotoğrafını çektiren taraflardan biri olan Öcalan, "anlamsız biçimde ölüme giden" insanlar için ne düşünüyor?.. Çok merak ediyorum!..
Solu, özellikle sosyalist solu bir soru bekliyor; PKK'nin "tarihi" ve "talihi" için neler düşünülüyor?.. Bundan sonra, neler düşünülecek?..
tıklayın: hilmibulunmaz.com

Dünyayı Sarsan On Gün'ün otuz üçüncü sayfasından

"Bu taşra kentinde, kendilerine bostan hırsızı dedikleri spekülatörlerden oluşan bir aile tanıdım. Üç erkek çocuk, rüşvet yoluyla askerlikten kaçmışlardı.Biri yiyecek karaborsacılığı yapıyor, öbürü, Lena madenlerindeki altını yasadışı yollardan esrarengiz Finliler'e satıyor, bir başkası ise, yerli kooperatiflere satış yapıyordu. Böylece, halk, karneyle siyah bir ekmeğin dörtte birini zor bulurken, onun evinde francala, şeker, çay, pasta ve tereyağı bulunuyordu. Soğuk ve açlıktan bitkin düşen askerler artık cephede tutunamadıkları zaman, bu ailenin ne büyük bir acıyla 'bu korkaklara' sövüp saydıklarını işitmek gerekirdi. Rus olmaktan ne çok utanç duyuyordu bu aile ve evinde buldukları yiyecek stoklarına el koyan bu Bolşevikler ne yaman haydutlardı!

Dıştaki bu kokuşmuşluğun altında, II, Nikola'nın düşüşünden artakalan eski zamanın gizli güçleri ise esrarengiz ve yoğun çalışmalarını sürdürüyorlar, ünlü Okrana'nın ajanları çar için, çara karşı Kerenski için, ya da Kerenski'ye kim para verirse onun emrinde çalışıyorlardı. 'Kara Yüzler' gibi çeşitli yeraltı örgütleri, hangi biçim altında olursa olsun, karşıdevrimin başarısı için eylemler yapıyorlardı."

Dünyanın her yerinde, her dönemde olabilen bir durumla karşı karşıyayız. Örnekse Türkiye'de ve bu süreçte de aynı yada benzer şeyler yaşanabiliyor...

Bir yanda, elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan burjuvalar ve diğer yanda, eli sürekli olarak sıcak yada soğuk suda bulunan emekçiler!..

Bu duruma karşı savaşım veren sanatçıların varlığını bilmek, yüreğimize su serpiyor...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

tiyatroyun.blogspot.com

Şimdiye dek www.tiyatroyun.com adlı siteden yayın yapan OYUN dergisi, daha hızlı ve estetik olma düşüncesiyle; tiyatroyun.blogspot.com adlı bir site açarak, tiyatral yaşama anında müdahale etmeye karar verdi...

Türkiye tiyatrosunun çürüdüğü, küflendiği ve tiyatro yayıncılığının iflasın eşiğine geldiği günümüzde, hızı ve estetiği ön plana alan OYUN dergisi, tüm sahteliklerin üstüne örtülen kara örtüleri kaldırmaya kararlı...

Perde Önü'nde banal, Perde Arkası'nda sanal yayın yapan tiyatro yayıncılarının korkulu rüyası haline gelen OYUN dergisi, ilerici ve devrimci tavır geliştiren tüm tiyatro ögelerinin yanında olmaya kararlı...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Okura güvenmeyen Hilmi Yavuz

Tam bir aristokrat olan Hilmi Yavuz, neredeyse hakarete varan bir tavırla okura yaklaşıyor...

Sağcıyla sağcı, solcuyla solcu, futbolcuyla futbolcu olabilme "kıvraklığına" sahip Hilmi Yavuz, bakınız, neler saçmalıyor:

Daha başından beri, genel olarak ‘okur’ için yazmanın doğru olmadığını düşünmüşümdür. Okur için yazmak, bana göre elbet, yazar özgürlüğünü sınırlar. Okur, benim için ‘öteki’dir ve ben , ‘kendisi-için-yazar’ım. Okur için yazmayı değil ama, ‘nitelikli okur’ tarafından okunmayı isterim. Dolayısıyla, benim okurdan beklentim, onun ‘nitelikli okur’ olmasıdır. ‘Nitelikli’ olmayan bir okurla, benim yazdıklarımın herhangi bir ilişkisi olsun istemem. Olur da bir ilişki kurulursa, o zaman, benim için Mina Urgan’ın Şakir Eczacıbaşı’na söylediği şu bilgelik dolu söz geçerlidir: ‘Acaba nerede yanlışlık yaptım?’

kaynak: zaman.com.tr

29 Nisan 2007 Pazar

youtube.com yasaklandı!...

Devlet yönetmenin en kestirme yolu; işinize gelmeyen herşeyi yasaklamaktır!.. Kısa erimde kesin çözüm getiren "yasakçılık", uzun erimde kesin çözümsüzlük getirir... Bunun bilincinde olmayan kişi, kuruluş ve kurumlar; her zaman olduğu gibi, yasaklayarak işin içinden çıktıklarını sanıyorlar!..

Tiyatro ve sinema alanında yaptığımız deneysel çalışmalarımızı sunma gereci olarak kullandığımız youtube.com yasaklandığından, bir özgürlüğümüz daha elimizden alınmış oldu...

Mahkeme kararıyla yasaklanan ve çözüm üretildiği sanısı uyandıran bu durum, tarihe kara harflerle geçecek...

"Sanal Darbe" adıyla anılmayı sürdürecek olan bu darbe, tüm dünya tarafından hayretle izleniyor...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Dünyayı Sarsan On Gün'ün otuz altıncı sayfasından

"Süt, ekmek, şeker ya da tütün satın alabilmek için, buz gibi yağmurun altında saatlerce kuyruk beklemek gerekiyordu. Gece toplantılarından dönerken, kimilerinin kollarında çocukları olduğu halde, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bu kuyruklara gün ağarmadan önceleri çok rastladım. Carlyle, Fransız Devrimi adlı yapıtında, Fransız halkını kuyruk beklemek için çok yetenekli bir halk olarak tanımlar. Rusya, bu yönteme 'Kutsal Nikola' zamanında geçerek 1917 yazına dek aralıklarla alışkanlığını sürdürmüş ve o tarihten sonra da kuyruk, yaşantısının olağan uygulamalarından biri olmuştu. Sert Rus kışında, Petrograd sokaklarının don tutmuş kaldırımlarında gün boyu ayakta duran bu üstleri başları yırtık pırtık insanları bir düşünün. Ekmek kuyruklarında, Rus halkının mucizeye varan o yumuşak sabrını taşıran acı ve kesin hoşnutsuzluk sözlerine çok rastladım.

Tiyatrolar, pazarları da olmak üzere her gece oyunlarını sürdürüyorlar. Karsavina, Marie Tiyatrosu'nda, yeni balede dans ediyor ve dansa deli gibi tutkun tüm Rusya onu görmeye geliyordu. Şalyapin aryasını geçiyor, Meyerhold'un sahneye koyduğu Korkunç İvan'ın Ölümü yeniden oynanıyordu. Bu temsillerden birinde, 'Saray subayları okulundan' tören giysileri içinde bir öğrencinin her perdeden sonra, kartalları sökülmüş, bomboş çar locası karşısında hazırola geçtiğini anımsıyorum. 'Krilove Zerkalo', Şnitzler'in Reigen'ini pek tantanalı biçimde sahneye koymuştu."

Egemenlerin, insanları, açlıkla korkuttuğu bir dünyada yaşarken, Devrimler Çağı'nın, insanlara umut ve kavga vermesinin ivmesiyle, hareketlenen yaşamın, ne denli büyük varsıllıklar taşıdığını anlatan; Dünyayı Sarsan On Gün adlı yapıt, sosyalizmin başarısını da sürekli olarak vurgulayarak, "görev"ini hakkıyla yerine getiriyor...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Yitik Ülke 'büyüyor'

Yitik Ülke edebiyat sitesi 2000 yılında çıktığı yolculuğa devam ediyor.

Çok yakında bir kutlamamız ve tüm yazarlarımızın katılımıyla gerçekleşecek olan imza günü/söyleşimiz olacak.

Detayları bildireceğiz, hepinizi kokteylimize bekliyoruz. 4 yeni şiir kitabımızla 7. yaşımıza merhaba diyoruz.

Yeni Şiir Kitaplarımız:

Şeref Bilsel - Mecnûn Dalı,
Erkut Tokman - Bilinmezi Dolaşan Ses,
Şükrü Sever - Yay ve İpek,
Kenan Yücel - Uzaklara Atılmış Bir Kedi Hüznü

kaynak: yitikulke.com

Yazınsal piyasada yenilikler

Tüm insan edimlerinin "değişim değeri" üzerinden örgütlendiği kapitalizmde, yazınsal sanatlar da "kullanım değeri" üzerinden kendini ifade edemiyor...

Herşeyin pazara sunulmak zorunda olduğu, her an büyük bir rekabet bilinciyle hareket eden piyasa yazıncıları, istenç dışı da olsa, yapıtlarının tanıtımının hemen altına, pazar payı artırımını sağlayabilecek "adresler" koymak zorunda kalıyorlar!...

Bu bağlamda kitaplar yayımlayan, dergi çıkaran, site kuran Kadir Aydemir'den gelen bir e-postayı dikkatinize sunuyorum:

Arkadaşlar merhaba. Uzun zaman sonra yeni kitaplarım çıktı. Sevgilerle...

Aşksız Gölgeler (Öykü)

Kadir Aydemir

Aşkla erotizmin, ölümle ayrılığın buluştuğu öyküleri Kadir Aydemir'in şiirsel dilinden okuyacaksınız Aşksız Gölgeler'de... Bazen bir deniz kabuğu, bazen bir rüzgârgülü size yalnızlığı fısıldayacak... Tam burada, kim bilir, belki de sessizliğin kendisidir yazılanlar. Kadir Aydemir'in ilk öykü kitabı Aşksız Gölgeler, edebiyatta kısa öykü tadını seven okurlar için yepyeni bir yolculuk şansı...

"Zaman eskimez. Geçip giderken her şeyin yüzünü de yanında götürür. Meyveleri soldurur, kelebeği öldürür, anneleri ağlatır. Fotoğraf karelerine asılı gülüşünüz dondurulmuş bir mutluluk tablosu olur artık. Albümünüzü açar ve bir kısmı kartona yapışmış resimleri tek tek çıkartmaya çalışırsınız. Zaman buna bile izin vermez, bu küçük zevke."

Rüzgârla Saklı (Aşk şiirleri)

Kadir Aydemir

"Sessizliğin Bekçisi", "Dikenler Sarayı" ve "Aşksız Gölgeler" adlı kitaplarıyla edebiyat dünyasında adını duyuran Kadir Aydemir'in yeni aşk şiirleri kitabı "Rüzgârla Saklı". Kadir Aydemir'in kitapta bir araya getirdiği 21 aşk şiirine ressam Nihat Kemankaşlı da çizdiği desenlerle eşlik etmiş. Kadir Aydemir oldukça ilgi çeken "Cunda Öyküleri" adlı öykü seçkisini de yayına hazırlamıştı. Şiirseverler için aşk dolu bir yolculuk fırsatı "Rüzgârla Saklı".

Nerede şimdi O her şeyi unutturan Küçük aynan?

Online sipariş için: pandora.com.tr

Yitik Ülke Yayınları
yitikulkeyayinlari.com
kadiraydemir.com
yitikulke.com

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Dünyayı Sarsan On Gün'ün otuz yedinci sayfasından

"Ermitage ve öteki galerilerin koleksiyonları Moskova'ya gönderilmelerine karşın, her hafta resim sergileri açılıyordu. 'Entelijansiya' kadınları, sanat, edebiyat, modern felsefe üzerine yapılan konferanslarda kalabalıktan itişip kakışıyordu. Mevsim, özellikle tasavvuf şarlatanlarıyla renklenmiş, Rusya'da ilk kez kabul edilen 'kurtuluş ordusu' dinleyicileri eğlendirdiği kadar şaşırtan kutsal toplantılarını ve mitinglerini duyuran bildirgelerini duvarlara asıyordu."

Günümüzde ve Türkiye'de de farklı sınıfların davranış biçimlerini anıştıran paragraf, özellikle tiyatro dünyasında oluşan çürümeyi düşünmemize neden oluyor!..

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Çok okuyan çok sorumludur

Üniversite Konseyleri Derneği bir panel duyurusu göndermiş:

PANEL

"Okuyan İnsan Memleketine Karşı Sorumludur!"

Oturum Başkanı:
Nuri BURHAN (Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. Öğretim Üyesi)

Panelistler:
Tuncay ÇELEN (68'liler Derneği Kurucusu)
Özgür GENÇ (Üniversite Konseyleri Derneği Sekreteri)
Murat PABUÇ (Emekli Yüzbaşı)

Yer: Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fak. (Fen Amfisi)
Tarih: 15 Mart 2007 Perşembe
Saat: 15:00

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Gülen'in şiirleri saf belirliyor

Bahar adlı albümle gündem belirlemeye çalışan Fethullah Gülen, yeşillerin sanatta da varolacağını kanıtlamak için savaşım veriyor...

Garo Mafyan denilen; parayı sanattan önce tutan adamın önderliğinde, bir de albüm sahibi olan Gülen, sanırız, yakında kendisi de ses sanatçılığına başlayabilir...

Zaman gazetesinde tanıtımı yapılan bu durum için, bakınız, solun da dinlediği Murat Göğebakan ne buyurmuş:

"Safımız belli olsun diye projede yer aldım."

kaynak: pazar.zaman.com.tr

Canı sıkılan kendini ABD'de buluyor

Dünya halklarına zulüm çektiren ABD, sosyalizm karşıtlarına cennet olmayı sürdürüyor...

Fethullah Gülen ve yakınlarına da cennet olan ABD, şimdi de, ünlü karikatürist Salih Memecan'a cennet oluyor...

Zaman gaztesinde haber konusu olan Memecan, yeşil düşünceye ne denli yakın olduğunu duyumsatmak için, elinden geleni yapıyor:

(...) Yaşanılan kritik dönemde kavganın içine girmeleri halinde taraf olmak zorunda kalma tehlikelerinin belirdiğine dikkati çeken Memecan, “Keyifli bir gazete çıkarıyorduk. Birdenbire tartışmalar başladı. Darbenin iyisi olur mu olmaz mı? tartışmaları işin tadını kaçırdı. 28 Şubat dönemi çok sıkıntılıydı. Ailece bunaldık. Bari bir yıllığına ABD’ye gelelim dedik; geliş o geliş.” dedi. (...)

kaynak: pazar.zaman.com.tr

28 Nisan 2007 Cumartesi

patlamış mısır kokuyor zaman

çocukluğum içimde yaşıyor
kısa pantolan giyen
ve düşlerinde yıldızlar gören
çok eskilerde kalan
çocukluğum içimde yaşıyor
.
patlamış mısır kokuyor zaman
yazlık sinema soğuk gazoz
ve bir de yılmaz güney kokuyor
çok hüzünlü günler var düşlerimde
patlamış mısır kokuyor zaman
.
japonkirazı ağacı konuyor düşlerime
bir de kokusu uzaklardan gelen şeftali
hacı leylekler konuyor düşlerime
kuzukulağı katırtırnağı konuyor
japonkirazı ağacı konuyor düşlerime
.
kulaklarım
hala ninni dinliyor
gözlerim
deniz görüyor
ellerim
ıssız bir geminin dümeninde
burnumda memleket kokusu
dilimde ekşi böğürtlen
.
patlamış mısır kokuyor zaman

Sabri Kuşkonmaz

Üzerine bir türlü sindiremediği avukatlığı sayesinde evine ekmek götürür. Zaman zaman da kıyma götürür…

Şair, denemeci, sinemacı, öykücü, eleştirmen…dir. Yüreğinin derininde sipsiye sığınmış efeler vardır. Bir gözü denize, bir gözü dağlara bakar. Yüzünün kımıltısızlığında her an bir yanardağ patlar. Hem de Türkçe…

Besam, Pen ve T.Y.S. gibi önemli kuruluşlarda sorumluluklar alan Sabri, “geyik muhabbeti”nden hiçbir zaman hoşlanmaz. O’nun bulunduğu yerde, mutlaka üretim vardır. Hiçbir şey olmazsa, “insan derisiyle kaplı anayasa” gündeme gelir…

Bulunmaz Kültür Merkezi açıldığı günden başlayarak, her anlamda Sabri Kuşkonmaz’ı yanıbaşımızda gördük. Tüm saldırılara hukuksal anlamda yanıt verme yürekliliğini göstermiş, adeta bizlere rehber öğretmenlik yapmıştır. O’nun bulunduğu zamanlar daha yürekli hissediyorduk kendimizi…

Bir çocuğun, yeni bir oyun öğrendiğinde, en yakınına gösterebilme coşkusunu sürekli olarak yüreğinde taşıyan Sabri, daha taslak durumunda olan şiirlerini bile bizlerle üleşmekten erinmez, zevk alırdı. Hala da öyle…

İki ayağımızın bir postala sığmak zorunda kaldığı günlerde, nasıl bir sonuç alabileceğini tam kestiremese de yayınevimizin “iş” yapması adına önemli yapıtlarından biri olan “Postallar” adlı kısa film öykülerini bize bastırtmıştı. Çeşitli dizgi yanlışlarına sahip olan kitabını yine de bağrına basma babacanlığını göstermişti…

Yüreğimize işlemeyen mührün gerisinde bulunan tiyatro salonunda, küçük olanaklarla çektiği kısa filmlerinde oyuncu olarak görev aldığım için çok hoşnutum. İlk yönetmenlik denemesi olan bu kısa filmler Sabri’ye önemli deneyim kazandırdı…

Gazi Mahallesi, Metin Göktepe… gibi önemli toplumsal olayların ardılı olan davalara, her türlü “tehlike”sine karşın katılan Sabri Kuşkonmaz, faşizmin her türlüsüne karşı mücadele azmiyle donanmış genlere sahiptir. Dedik ya, efe ruhlu delikanlıdır…

Hem İstanbul Barosu (zorunluluk) ve hem de Çağdaş Hukukçular Derneği’ne üyedir. Para canlısı değil, insan canlısıdır. O yüzden zaman zaman iflas aşamasına gelir. Hukuk bilgisinin dışında önemli bir parasal yatırım gerektirmeyen bir mesleğe sahip olduğundan, bir türlü iflas etme yetisini geliştiremez.

Fethiyeli Ramazan Güngör’ün hemşehrisidir. Ramazan Güngör, çok önemli bir müzisyendir. Kalan Müzik’in sayesinde ölümsüzler kervanına katılan Güngör de Sabri Kuşkonmaz’ın hemşehrisidir. Ha, bu arada, (az da olsa) Sabri Kuşkonmaz sipsi çalar. İstanbul’da kurulu bulunan Muğlalılar Derneği’ne de üye olan Sabri, çocukluğunda yaşayan bir düşbazdır…

Aynı zamanda iyi bir aşçı olduğu rivayet edilen Sabri, kötü bir “yiyici”dir. Her zaman tost yer, kuşburnu içer. Sürekli kuşburnu içmesinin etimolojik boyutunu anlamak kolaydır; bu içeceğin ilk hecesiyle, soyadının ilk hecesi aynıdır. Bu bağlamda Sabri, hececilerden sayılır.

(Bulunmaz Kültür Merkezi’nin bilinçli saldırı sonucu kapatılmasının ardından yazılmıştır, 2000)

Not: Düşüncelerim hiç değişmedi. (2007)

tıklayın: hilmibulunmaz.com

27 Nisan 2007 Cuma

Dünyayı Sarsan On Gün'ün kırk beşinci sayfasından

"Sayıları her geçen gün artan ve tüm kentin her yanında yapılan halk mitinglerinin birinde hazır bulunmak için ırmağı geçerek modern sirke gittim. İnce bir tele asılı beş küçük ampulün aydınlattığı çıplak ve soğuk bir amfiteatrdaki tavana dek uzanan pis sıralar üzerinde, askerler, gemiciler, işçiler, kadınlar, yaşamları tehlikedeymiş gibi hepsi dikkat kesilmişlerdi. 548. Tümen'den bir asker şöyle konuşuyordu:

- Arkadaşlar! İktidardakiler bizden özveri üstüne özveri isteyip, her şeyi ellerinde bulunduranları rahat bırakıyorlar.

'Almanya ile savaştayız. Alman generallerinden gelip bizim Genelkurmay'da çalışmalarını istiyor muyuz? Kapitalistlerle de savaştayız ama onların bizi yönetmelerine katlanıyoruz.'

Asker, ne için ve kimin için dövüştüğünü bilmek istiyor. Devrim için mi, demokrasi için mi yoksa kapitalist haydutlar için mi?"

Günümüzde de, aynı durumlar yaşanıyor... Askerler ve tüm insanlık, ne için ve kimim için dövüştüğünü sorguluyor...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Tavrınızı belli edin: Tavır okuyun

Her sayısını bize yollayan Tavır dergisi, toplumsal oluşuma katkıda bulunuyor...

Yeni sayısının içeriğini sizlere aktaralım:

Merhaba
Hiç Bitmesin Bu Gece "Yaşadım Diyebilmek İçin"...
Şiddetin Sanatı
Bir Damladan Okyanuslara...
Geldiler
Haykıracak Çığlığı Olanın
Türk Edebiyatında Kadın Yazarlar - I
Anadolulu Bir Sürgün Yürek: Dido Sotiriou...
Renklerin İçinde Bir "Haylaz Çocuk": Kızıl...
Mehmet Esatoğlu İle Amatör Tiyatro Üzerine...
Yoksulluğumuz Kardeştir Bizim
Uyan Alim
Rock Müzik Tarihi - lll
Nazım'ın "Köylü Ressam"ı Balaban'la Birkaç Saat...
Kardeşliğe Kurşun İşlemez...
Bin Yıllık Bir Sanat: Tahta Oymacılığı...
Üstü Kalsın
Ağlatan Mutluluk
Bilimin Ve Adaletin Bittiği Yer: Uyarca...
Hint Kültürü Ve Müziği - I

kaynak: hilmibulunmaz.com

Sorun Yayınları kapitalizmin sorunu

Karşı çıkma adına karşı çıkan politikayla hareket etmeyen, iktidar seçeneği de sunan Sorun Yayın Kolektifi, salt paranın iktidarıyla uğraşmıyor... Kendilerini "sol" diye niteleyen yanılsamacılarla da uğraşmak zorunda kalıyor:

SİSTEMİN TCK 301 TERÖRÜ DEVAM EDİYOR!!!

Yargılama Devam Ediyor!!!

Ocak 2006 tarihinde Sorun Yayınları Kolektifimizce yayınlanan "Osmanlıdan Günümüze Ordunun Evrimi" isimli kitabımızın yazarı Osman Tiftikçi ve Kolektifimiz'in sorumlusu Sırrı Öztürk hakkında Genelkurmayın talebi doğrultusunda TCK'nın 301. Maddesine göre açı-lan/açtırılan davaya 6 Mart 2007 günü saat; 9.30'da, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan duruşmaya devam edildi. Duruşmaya yurtdışında bulunduğu için katılamayan Osman Tiftikçi'nin tevkif edilerek getirilmesine ve ihzaren celbi konusunda cevaplanmayan müzekkerenin yenilenmesine, ayrıca duruşmanın 8 Mayıs 2007 tarihinde, saat: 9.30'da yapılmasına karar verildi.

Burjuva ve "sol" basın yayın kuruluşlarının bu konuyu "sinsi kuşatma", sansür ve otosansür yöntemleriyle haber niteliğinde dahî görmeyerek yayınlamamakta ısrarlı olduklarını görüyoruz. Bu durum kapitalist yabancılaşmanın ilginç bir tezahürüdür. Değerlendirilmesini namuslu, iyi yürekli ve ilerici insanlarımızın bilincine sunuyoruz.

Basını ve İlerici-Demokrat kamuoyunu hem duyarlı olmaya hem de dayanışmaya çağırıyoruz.

Sorun Yayınları Kolektifi
tıklayın: hilmibulunmaz.com

Son Mektup

konuk şair: behram su

Nefesini daralttığında ayrılıklar
Yorgun düştüğünde özlemlerden,
Sessizce koştun kumsallara
Özgürlük kumsallarına.

Ben ise kibirli arzularıma
Söz geçiremeden,
Kavgalarımla yalnız kalarak,
Uzandım sırtüstü gökyüzüne
Sizi seyrettim mapushanemden.

Gözyaşlarım ıslattı mı teninizi
Dokundu mu sitemler yüreğinize,
İsyankar haykırışım sağır etti mi
Dünyanızı;
Bilemem,bilemeyeceğim.

Hep ben kavgalarımla
Yalnız kalacak.
Ve seyredeceğim evimden
Canevimden
Gün batımını soluduğunuz anları.

26 Nisan 2007 Perşembe

Halis Karakurt resim sergisi

Maltepe Sanat Merkezi'nde Halis Karakurt'un bir dönemini temsil eden çalışmalarını bir araya getiren resim sergisi 15 Mart'tan itibaren görülebilir.

Bu resimlerinde Bünyan halıları ve Yahyalı kilimlerinin kornişlerinden yola çıkarak, minyatür resminin izlenimleriyle, Mısır sanatının yalın, yüzeysel kurgularının peşinden giderek günümüzü yorumlayan Halis Karakurt figür ve mekân ilişkisini ele alıyor. Kır ve kent yaşamı gözlemlerinin iç içe geçtiği bu dönem resimleri zor bir tekniğe yaslanır ve güçlü bir anlatım görülür. Yumuşak çizgi tekniği içinde empresyonist bir biçimde aydınlanan resimlerinde farklı yüzeyleri keşfetmek mümkündür.

Halis Karakurt'un sergisi 6 Nisan 2007 tarihine kadar sürecek.

MALTEPE SANAT MERKEZİ

Tel :0 216 518 97 20

info@maltepesanatmerkezi.com
www.maltepesanatmerkezi.com

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Ezel Kalkan

Çok iyi bir oyuncu. İşte o kadar... Üç noktadan sonra, hiçbir şey yazmasam da, yeterli olur kanısındayım. Gerçekten dört dörtlük bir oyuncu. Doğru oyuncu, yanlış insan. Neden?..

Her bireyin özel yaşamı kendini ilgilendirir. Ancak… Oyuncuların özel yaşamı olmaz. Oyunculuk, başta tiyatro oyunculuğu o denli “acımasız” bir iştir ki, özel yaşama olanak tanımaz.. Yada bana öyle geliyor…

Ezel Kalkan; doğru zamanda, doğru insanlarla birlikte olsaydı, büyük oyunculuğunu her alanda kanıtlayabilirdi. Ne yazık ki olmadı. Bundan sonra olur mu?.. Sanmıyorum…

Toplumcu dünya görüşüne sahip olmaması, Ezel Kalkan’ın en büyük handikabı. Bence… yakın çevresinde bulunan insanların, gerçek anlamda bilimsel sosyalizmi bilmemeleri, Kalkan’ı açmaza sürükleyen en önemli etmen…

Uzun yıllar çevremizde olmasına karşın, öznel nedenlerden hep kıyımızda durmayı yeğledi. Her şeye karşın, “Devrime Yürümek” oyunuyla, tiyatromuzun, önemli kilometre taşlarından birinin oluşumuna en büyük emeği hasletti. Hemen hemen tek başına kotardığı oyunu, büyük beğeni kazandı. İzleyen her insandan, olumlu izlenim aldık. “İnek” oyunuyla birlikte tiyatromuzun başyapıtı denilebilir, bu oyuna…

Çocuk ruhlu ve çocuksuluğu bir gül demeti gibi saçlarına takabilme yetisine sahip olan Ezel Kalkan, bu “kirlenmemiş” tutumuyla oyunculuğuna her zaman büyük bir güç taşıyor…

Özellikle çocuklarla birlikte tiyatro yapmayı seven ve tüm olanaksızlıklara karşın, onlarla yepyeni evrenler oluşturan Ezel Kalkan, genlerinden gelen becerisiyle çocuk tiyatrosunda, çok ileride bulunan bir insan…

Uzun zaman çocuklarla oyunculuk çalışması yapan Kalkan, yeniden bir olanak bulsa, sanırım kaldığı yerden sürdürür tiyatral kavgasını. Dedim ya; yakınındaki insanlar, hep benmerkezci davrandı. Handiyse kıskançlar ordusunun işgaline uğramış durumdaydı Ezel Kalkan

Bakkal zihniyetini aşamayan, küçük esnaf mantıklı tiyatrocularla birlikte olan Ezel Kalkan, ileri kapitalist bir ülkede yaşasaydı, her anlamda; bir eli yağda, bir eli balda olurdu. Ne yazık ki, geri bıraktırılmış bir ülkede ve yakın çevresinde tiyatrodan anlamayan insanların egemenliğinde yaşamak zorunda kaldı.

Çok genç yaşta sahne yaşamına "merhaba" demekle birlikte; yine genç yaşta “eş ve anne” olmanın getirdiği dezavantajı da yaşayan Ezel, omzuna yüklenenlerin altında ezilmiş durumdaydı. Üzülmekten başka bir şey gelmiyor elimden…

Kültür merkezimize büyük katkıları olan Ezel Kalkan’ı portrelerin en önemli köşesine koymakla onur duyuyorum. Ne yazık ki, elimden bundan ötesi gelmiyor. Bilmem ömrüm yeter mi?.. Yeterse, yine bir gün, daha iyi olanaklar sunarak, kaldığımız yerden devam edebiliriz…

Not: Daha sonra tiyatromuza önemli katkıları olan Ezel Kalkan; sanırım ekonomik nedenlerle, gerici kanallara “canlandırmacılık” yapmak zorunda olduğundan, birlikte üretim yapamıyoruz. Bunda onun da “isteksizliği” sözkonusu olabilir

(Bulunmaz Kültür Merkezi’nin bilinçli saldırı sonucu kapatılmasının ardından yazılmıştır, 2000)

Yeni not: 11.2.2007 tarihinde, küçük değişiklikler yaptım... En önemli değişiklik; "şimdiki zaman" olarak yazılan birçok tümceyi, "geçmiş zaman" olarak "düzelttim"...

Daha yeni not: Bugün 26 Nisan 2007 ve görüşlerim değişmedi...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Okurlarımız yolunacak kaz değildir

"Şu anda Tiyatro... Tiyatro.. Dergisi'ndesiniz. Bu bölüm sadece DERGİ abonelerine açıktır.

Abone olmak için 'abone ol' butonundan abone olabilirsiniz.

DERGİ her ay adresinize imza karşılığı teslim edilir hem de bu bölümden DERGİ arşivine ulaşabilirsiniz,zaman zaman da bazı yazıları DERGİ yayımlanmadan önce okuma şansınız da olur.

Kullanıcı adı:

Şifre:

Giriş"

Yukarıdaki gibi bir metinle, sadaka dilenen dilenci gibi seslendiğimizi (yani Internet arşivlerimize girebilmeniz için, matbaada basılmış dergimize abone olmanızı koşul olarak getirdiğimizi) görürseniz, anlayın ki, biz bu dergiciliği kıvıramamışız demektir...

Sizleri bir okur olarak değil, bir müşteri olarak görmeye başlamışız demektir...

Kendimizi bir avcı ve sizleri de tüyleri yolunacak birer kaz gibi algılamaya başlamışız demektir...

Okuruna güvenmeyen insanların ruh durumuyla böyle bir yazı yazdığımızda, anlayın ki, topluma hiçbir yararı olmayan ÇIĞLIK atmaya başlamışız demektir...

Kısaca iflas etmişiz demektir...

Böyle bir alçaklık yaparsak; bizi izlemeyin, bizi okumayın, bize abone olmayın, bizi bir bayrak gibi taşımayın... Bizi finans kapitalin sıcak kollarına teslim edin ki, biz de ait olduğumuz pisliğin ayrımında olalım... Bizi çürüyen burjuva tiyatrosuna teslim edin ki, biz de hızla küflenmeye ve ÇIĞLIK atmaya başlayalım...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Dünyayı Sarsan On Gün'ün elli dördüncü sayfasından

" - Arkadaşlar, biz cephede soğuk ve açlıktan geberiyoruz. Hiç yüzünden bizi ölümün kucağına atıyorlar. Amerikalı arkadaşlara rica ediyorum. Amerika'da söylesinler ki Ruslar devrimi ancak ölünce bırakırlar. Tüm halklar ayaklanıp yardımımıza gelinceye dek kalemizi savunacağız. Amerikalı işçilere ayaklanıp, sosyal devrim için kavga vermelerini söyleyiniz.

"Silahların kan kustuğu süreçte bile, "Bütün Dünyanın İşçileri Birleşin" sloganıyla düşünme erdemi edinmiş insanların vakuru, insana sıcak umutlar veriyor...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Angola emperyalizme direniyor

Marksizm'i bayrağına dek işlemiş bulunan Angola, emperyalizmin en önemli simgesi olan IMF'ye kafa tutuyor...

Atılım Haber Bülteni'ne yansıyan haberden kısa bir paragraf alalım:

Angola hükümetinin IMF'nin verilecek kredileri siyasal reformlar yapılması şartına bağlamasından rahatsız olduğu kaydediliyor. IMF bu yöntemle 'yardım' adı altında devletleri kendine, küresel sermayeye bağımlı hale getiriyor.

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Dünyayı Sarsan On Gün'ün yüz kırk dokuzuncu sayfasından

"Biraz sonra, yerimizi aldığımız büyük salonun basın masasında, burjuva gazetelerinde çalışan bir anarşist bana dönerek Prezidyum'un ne olduğuna gidip bakmamı önerdi.Tsik'e ayrılmış oda boştu. Petrograd Sovyeti'nin odasında da kimseler yoktu. Salon salon tüm Smolni'yi dolaştık. Kimse Kongre yönetim organının nerede olduğu konusunda en ufak bir fikre bile sahip değildi. Yürürken, meslektaşım bana devrimci geçmişiyle Fransa'da geçen uzun ve eğlenceli sürgün yaşantısını anlatıyordu. Bolşeviklerin, kaba, cahil, estetik duygusundan yoksun kişiler olduklarını söyledi bana. Bu tipik bir Rus entelijansiya adamıydı... Devrimci Askeri Komite'nin bulunduğu 17 numaralı odanın önünde kendimizi korkunç bir itiş kakış arasında bulduk. Kapı açılarak içerden rütbesiz bir üniforma giymiş düz yüzlü bodur bir adam dışarı çıktı. Gülümsüyor gibiydi ama bunun yorgunluktan ileri gelen donuk bir gülümseeme olduğunu çabuk anladık. Krilenko'ydu bu.

Kibar tavırlı ve iki dirhem bir çekirdek olan genç meslektaşım bir sevinç çığlığı atarak ilerledi ve elini uzatarak:

- Nikolai Vassileviç, dedi, beni tanıyor musunuz? Hapiste birlikteydik. Krilenko, dikkatini ve bakışlarını toparlayabilmek için çaba gösterdikten sonra büyük bir dostluk havasıyla berikine bakarak:

- Siz nasılsınız S... Nasılsınız?

İkisi kucaklaşırken konuşuyorlardı:

- Ne yapıyorsunuz buralarda?

- Yalnızca görmeye geldim. İşleriniz iyi gidiyor gibi.

- Evet, diye karşılık verdi Krilenko emin bir sesle. Proleter devrimi büyük bir başarıdır. Sonra gülerek ekledi:

- Belki yine bir gün hapishanede görüşürüz."

tıklayın: hilmibulunmaz.com

ZORBA

Roman ve sinema olarak dünya sanatına katkıda bulunan ZORBA, Nikos Kazancakis'in başyapıtı...

Can Yayınları'nca yayımlanan kitap, Ahmet Angın tarafından Yunanca aslından Türkçe'ye kazandırılmış...

Kapak resmi Esat Tekand tarafından yapılan kitabın, arka kapağındaki yazı Uğur Kökden'e ait:

Nikos Kazancakis, çağdaş Yunan edebiyatının ancak buzlucam ardından seçilebilen, tedirgin ve büyük kişiliklerinden biri olarak çok tartışıldı; yanlış bilindi; az sevildi. Zorba adlı bu romanı, onun kendisiyle giriştiği bir tür sessiz hesaplaşma sayılabilir. Geçmişin, kayıp giden zamanın, insanın temel yanılgılarının bir kez daha gözden geçirilmesidir bu roman. Zorba aracılığıyla Kazancakis, özyaşamının yenilgiler ve soru işaretleriyle dolu bir bilançosunu çıkarır. Bu bağlamda ele alınınca, bu roman, Aleksi Zorba ile yazarın yaşam öyküleri arasında sonsuz atkı ve çözgülerle dokunmuş büyülü bir kumaştır, denebilir; baştan sona bir arayışı, sonu gelmez çabaları yansıtan bir kanaviçedir; 'insan'ı arayışın serüvenidir. "Korkmamayı, yaşamı sevmeyi, ayakta durabilmeyi bana o öğretmişti," diyor Kazancakis. Gerçekten de Zorba, bir yaşam kılavuzudur. Özgür insanların simgesidir. Bugün Kazancakis'in mezar taşında yazılı olanlar, doğrudan Aleksi Zorba'nın ağzından dökülmüş yazgı sözcüklerini andırıyor: 'Hiçbir şey ummuyorum; hiçbir şeyden korkmuyorum; özgürüm'.

Tamamıyla hamasi ve pazarlamaya yönelik bir kapak arkası yazısı olsa da, bir fikir verdiğini düşündüğümden buraya aktardım...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Hilmi Yavuz sayıklıyor

Sosyal demokratlara kılavuzluk yaparken, devrimci tiyatro topluluklarına, İstanbul tiyatro salonlarını yasaklayan (http://tiyatroyun.blogspot.com/search/label/Bulunmaz%20Tiyatro) Hilmi Yavuz, şimdi de Fettullah destekli yarı resmi Zaman gazetesinde inciler döktürüyor...

Bugünkü (21. Mart. 2007) yarı resmi Zaman gazetesindeki köşesinden sayıklamalarını sürdüren Hilmi Yavuz:

"Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın, 1973 yılında Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı tarafından yayımlanan 'Cumhuriyet Devri Türk Şiiri' adlı bir kitabı var.

Kitap, Cumhuriyet'in 50. yıldönümü dolayısıyla yayınlanmış. Aslında bu yeni bir kitap değil. Kaplan'ın daha önce 'Şiir Tahlilleri' başlığıyla yayımlanmış olan kitabının genişletilmiş biçimi. Kaplan'ın özellikle Carl Gustav Jung'un 'arketipler psikolojisi'nden yolaçıkarak yaptığı okumalar... (...)

(...) Prof. Mehmet Kaplan gibi, gerçekten değerli eserler ortaya koymuş bir edebiyat bilgininin, bu tür bir 'okuma'ya kalkışmasını, doğrusu, anlamak mümkün değil! Ama Kaplan, bir şey daha söylüyor; -diyor ki: 'Son yıllarda Türk edebiyatçıları sanat ile politikayı birbirine fazlasıyla karıştırmışlardır'.

Galiba asıl bu son cümleyi, Kaplan hoca'nın 'itirafı' olarak kabul etmek gerekir..."

(http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=516178)

"Al eline kalemi, yaz aklına geleni!..." anlayışıyla hareket edip, "maaş"ını alan Hilmi Yavuz, her zaman olduğu gibi; sağcıyla sağcı, solcuyla solcu, futbolcuyla futbolcu olabilmeyi becerebilecek denli kıvrak (!) zekaya sahip biri!...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Dünyayı Sarsan On Gün'ün yüz ellinci sayfasından

"Saat tam 8.40'ta şiddetli bir alkış salvosu büyük Lenin'in içeri girdiğini haber verdi. Kısa, tıknaz bir siluet, omuzlara gömülmüş yuvarlak, saçsız, büyük bir baş, küçücük gözler, basık bir burun, geniş ve cömert bir ağız ve kaba bir çene... Tamamen tıraş olmuştu ama sonra hepten bırakacağı ve eskiden çok tanınmış olan sakalı yüzünü gölgelemeye başlamıştı. Giysisi çok eski, pantolonu ise oldukça uzundu. Fiziki yapısı halkın kahramanı olacak kadar gösterişli olmamasına karşın tarihte ender sayılan ve sevilen şeflerden biriydi. Yalnızca zekasının gücüyle popüler olmuş bir şefti. Espri ve mizahtan yoksun, uyuşmaz, ilgisiz, hiçbir pitoresk özelliği olmayan ama derin fikirleri basit sözcüklerle anlatma, durumları kesinlikle çözümleme ve fikir olgunluğuna en büyük aydın yürekliliğini ekleyebilme yeteneğine sahip kişiydi..."

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Zana, Talabani, Barzani, Öcalan...

Amerikan emperyalizminin; Irak'ı işgal edip, iktidara getirdiği işbirlikçi Celal Talabani ve "yoldaşları"nı kahraman ilan eden Leyla Zana ve diğer PKK'liler, nasıl bir gelecek kurguladıklarını, her şeyiyle belli ediyorlar...

Milliyet gazetesindeki haber yalanlanmadığına göre, geçerlilik arzediyor:

"Kerem Türk / ANKA

Eski DEP Milletvekili Leyla Zana, uzun süre devam eden sessizliğini bozdu. Zana, Kürtlerin 3 yoldaşı olduğunu bunların ise Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Kuzey Irak Bölgesel Hükümet Başkanı Mesut Barzani ve Abdullah Öcalan olduğunu söyledi.

Diyarbakır Fuar Alanı’nda kutlanan Nevruz töreninde Kürtçe ve Türkçe konuşan Zana, Kürtçe yaptığı konuşmada, "Kürtlerin 3 yoldaşı vardır. Bu üçü de çok değerledir. Kürtlerin yüreğinde önemli bir yere sahiptir" dedi. Zana, "Bircinsi Celal amca (Celal Talabani), Irak Devlet Başkanı, bir Kürt lideri ve kardeşliğe inanıyor, hepimizi de kabul ediyor. İkincisi Mesut amcadır. Kürdistan Bölge Başkanı, yani o da bizi kabul ediyor. Üçüncüsü hepimizin dile getirdiği gibi siz ona reber, başkan diyorsunuz. Hepimizin yüreğinde Kürt halkının iradesi olarak anlatıldığı başkan Öcalan’dır. Üçü de yüzümüzün akıdır, kulağı, yüreği ve beynidir. Yüreğimizde yer edinmişlerdir" diye konuştu."

kaynak:http://www.milliyet.com.tr/2007/03/21/son/sonsiy22.asp
tıklayın: hilmibulunmaz.com

Nikos Kazancakis

"Nikos Kazancakis, 1883'te Girit'in Heraklion kentinde doğdu. Atina Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra hukuk doktorasını veren Kazancakis, felsefi açıdan ünlü düşünür Henri Bergson'dan etkilendi. Lenin Barış Ödülü'ne değer görüldü; 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü bir oy farkla kaybetti. Goethe ve Dante'nin yapıtlarını Yunancaya çevirdi; Homeros'un Odysseia destanına 33.333 dizelik bir devam yapıtı yazdı. Türkçe'ye çevrilen yapıtları arasında Kaptan Mihalis, El Greco'ya Mektup, Kardeş Kavgası, Günaha Son Çağrı, Yeniden Çarmıha Gerilen İsa ve Zorba sayılabilir. Kazancakis, altmışlarındayken II. Dünya Savaşı yıllarında kaleme aldığı Zorba adlı romanıyla uluslararası üne kavuştu. 1957'de öldüğünde, doğduğu kent Heraklion'daki kale burçlarından birinin altına gömüldü. Mezar taşına, 'Hiçbir şey beklemiyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm' sözleri yazıldı."

kaynak: Zorba / Can Yayınları

Merkez Kitaplar

Solunda Adnan Binyazar, sağında Cem Kızıltuğ ve ortada İlknur Özdemir ile Halk Hikayeleri sahasına ani baskın yapan Merkez Kitaplar, Ciner Grubu'nun kapitalizme yeni armağanı...

Solda olduğu varsayılan Binyazar, orta karar bir yazarlık donanımıyla, her dönemde adından bahsettirmeyi başarmış biri...

Zaman gazetesi çizerlerinden Cem Kızıltuğ, sağdaki ilkeli çizgisini koruyabilmiş önemli çizerlerden biri...

İlknur Özdemir ise, yayın piyasasının oluşturduğu esnafların başında gelenlerden...

Kapitalizmin yeniden inşaası yada ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için yayımcılığa bodoslamadan dalan Merkez Kitaplar, cebimizdeki son harçlıkları da tüketme düşüncesinde...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Yazdığın yeri söyle ne yazdığını söyleyeyim

Selim İleri, her ne denli, nerede yazarsa yazsın, o bilindik gizemciliğiyle kalem oynatsa da, bindiği kayığın küreğini çekmeden edemiyor...

Cumhuriyet gazetesinden, Zaman gazetesine yatay geçiş yapan Selim İleri, soyadına karşıt olan gerici gazeteye oksijen sağlıyor...

Tanınmışlığının ve solda görünmüşlüğünün rantını, şimdi de gerici Zaman'da yemeyi sürdüren İleri, sosyalizmin eşitlikçi anlayışına saldırmak için özel çaba harcıyor...

Aşağıdaki paragraf, İleri'nin gerici zehrini akıttığı bir belge olarak tarihe kalıyor:

"(...)Dizi dizi takımlar 'demir perde' ülkelerinden biri tarafından ısmarlanmıştı. Demir perde kavramı henüz silinip bitmemişti. Türkiye'deyse, komünizmden pıs pıs da olsa konuşulabiliyordu. Konuştuklarımızı hatırlıyorum: İnsanlar arasında maddî eşitliği az çok sağlamış, artık çeşitliliğe, değişik giyimkuşama hoşgörüyle bakabilen rejim falan deniyordu. Ama hepsi birbirinin tıpatıp aynı takım giysilerdi karşımızda duran. Bakıyordum. Tıpatıplık, çözemiyordum, bilmiyordum neden, içimi sıkıyordu...(...)"

kaynak: zaman.com.tr
tıklayın: hilmibulunmaz.com
Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet başta olmak üzere, tüm gazetelerin olanaklarıyla pazarlanan; Doğan Kitap ve tüm yayınevlerinin ağzını sulandıran; özellikle iktidarın nimetlerinden yararlanan; gündemde kalabilmek ve bu olanağın göbeğinde bulunabilmek için yedi takla atan Selim İleri, tüm akademik çevrelerin de desteğine sahip bir insan olarak, mutluğuna mutluluk katarak, ömrünü ve edebiyatını tüketiyor!...

Zaman gazetesinde; "Sempozyuma sığmayan Selim İleri" başlığıyla haber yapılan duruma şöyle bir giriş yapılıyor:

"Mimar Sinan Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, yazar Selim İleri'nin edebiyatta 40. yılını kutlamak amacıyla dün 'Bir Cumartesi Yalnızı / Edebiyat Hayatının 40'ıncı Yılında Selim İleri' başlıklı bir sempozyum düzenledi."

Ve yazının son tümcesi:

"Doğan Hızlan, Beşir Ayvazoğlu, Nalan Barbarosoğlu ve Birhan Keskin gibi isimler İleri'yi dün de yalnız bırakmadı."

kaynak: zaman.com.tr
tıklayın: hilmibulunmaz.com

yiter ölüme giden

ölümü süpürür işçiler
yürürler birlikte
ve ellerinde süpürge
ölümü süpürürler birlikte

kırık bir lir düşer yere
ve bir gölge biner üstüne
tutulur yolların tenha kuytulukları
ölümü süpürür işçiler

direnemez yapay ışıklar
terk ederler tiyatro sahnesini
yıkılır çürüyen dekorlar
yanar pislik kokan perdeler
ve işçiler süpürür ölümü her yerde

yazar bunu tüm gazeteler
yazarlar intihar eder
oyuncular ölür kendiliklerinden
ölümü süpürür işçiler

tıklayın: hilmibulunmaz.com

Ayva-Ayvalık, yazar-yazarlık...

Şeker şekerlikte, çay çaydanlıkta bulunacağı gibi; ayva ayvalıkta bulunur...

Şekerlik yada Çaydanlık diye semt yada ilçe var mı? Bilmiyorum... Ne var ki, Ayvalık diye bir ilçemiz var...

Sanırım, orada şimdi yada zamanında ayva yetiştiğinden olsa gerek, oraya Ayvalık adını uygun görmüşler!...

Son yıllarda ayvadan çok, yazar yetiştirmekle ünlü bu ilçemizin yeni adı; Yazarlık olsa daha iyi olur...

Dünya sorunlarından elini eteğini çekip, dünyalığını düzelten insanların örgütlediği bir çalışmayla "yazı atölyesi" bünyesinde yazar yetiştirme derdinde olanlar, daha çok seracılık anlayışıyla hareket ediyorlar:

"Pınar Kür'ün yönetimindeki yazı atölyesi, katılımcılara deniz kıyısında, bahçe içinde bir köşkte yazı yazma ve yazdıklarını birbirlleriyle paylaşarak değerlendirme fırsatı sunacak."

kaynak: zaman.com.tr
tıklayın: hilmibulunmaz.com

victor jara / violeta parra dinliyorum

victor jara dinliyorum
ve kitapları yakıyor faşistler

kuduz bir köpek gibi saldırıyorlar
ve üretilen her şeyi yakıyor yıkıyor faşistler

kuduz bir köpek gibi havlıyorlar
ve insanları sırtından vuruyor faşistler

victor jara dinliyorum yine de
ve kitapları yakıyor faşistler


violeta parra dinliyorum
ve kitapları yakıyor faşistler

uygun adımda yürüyorlar
ve insanları uygun biçimde öldürüyor faşistler

ağızlarından söz yerine kurşun çıkıyor
ve türkülerin sesinden ürküyor faşistler

violeta parra dinliyorum yine de
ve kitapları yakıyor faşistler










esin kaynağım violeta parra:

uzun adı; violet del carmen parra sandoval, yaptığı müzikle bana esin kaynağı olan önemli bir imgedir...

şilili ozan ve müzisyen parra, nueva cancion akımını başlatarak, önemli bir işlev üstlenmiştir...

latin amerikalı protest müzik sanatçılarının da esin kaynağı olan parra, yaptıklarıyla, latin amerika kıtasının toplumsal ve müzikal yaşamına yön vermiştir...

1917 doğumlu olan parra, şili sosyalist partisi üyesi olduğundan defalarca gözaltına alınmış, baskı görmüş, işkence tezgâhına yatırılmıştır...

tüm baskılara göğüs gerip, düzenden yana tavır almayan parra, genç denilebilecek bir yaşta, 1967 yılında ölmüştür...
sloganın tam anlamıyla: anısı mücademize ışık tutuyor...

tıklayın: hilmibulunmaz.com

violeta parra'nın bir parçasını dinlemek için youtube'u tıklayın:



Ödüle dayanamayan ödül karşıtı

25 Nisan 2007 tarihli KİTAPSABAH dergisi, 11. sayfasını, Haydar Ergülen'e ayırmış...

Elif Kolcuoğlu'nun ortalama sorularına, ortalama yanıtlar veren Haydar Ergülen, ödül konusuna değinmeden edememiş:

- 1981 yılında Gösteri dergisinin şiir yarşımasında ikinci olduğumda "Ödüllere katılmayalım, kazanırız. Kazanmayalım, kaybederiz," deyip yıllarca hiçbir ödüle katılmamıştım. Sonra sanırım zaaflarıma yenik düştüm, teorik olarak ödüllere, ödül kurumuna karşı olmama rağmen, pek çok şiir ödülü kazandım, çeşitli ödül jürilerinde yer aldım.

Ne diyelim? İyi halt etmişsin!!! Bu durum, ne denli içtenlikli olduğunu gösterir!!! Ben de, Haydar Ergülen'in şiirlerini, neden okumak istemediğimi şimdi anlamış oldum!!!

tıklayın: hilmibulunmaz.com