14 Eylül 2007 Cuma

Bu iş karakolda biter!...

Burjuvazi, her alanda olduğu gibi, sanat alanında da boka sarıyor!... Silah gücüyle iktidarını sürdüren burjuvazi, ayak oyunlarına başvurarak, sanat alanında at koşturmaya çalışıyor. Hayatı ıskalayan burjuvazi, sanatta da, insana tat vermeyen işler yapıyor...

Burjuvazinin pazara sürdüğü sanatçılardan biri olan Şahnaz Çakıralp, yazdığı kitabın özüyle değil, oluşturduğu piyasa rüzgarıyla vitrinleri süslüyor:


Şahnaz Çakıralp: “Kendi ayağına kurşun sıkıyor"

TEMPO

Sıradan bir gün geçirmiş, akşamı etmişsiniz... Biraz televizyon seyredip ya da arkadaşlarınızla felekten bir gece çaldıktan sonra yatağa girip mışıl mışıl uyuyorsunuz. Yeni günle birlikte kakıp gazetelere şöyle bir göz atarken, hakkınızda verilmiş kocaman bir ilanla karşılaşıyorsunuz. Fotoğrafınız gazete sayfasından size bakıp gülümsüyor. Ama ilanda yazılanlar yenilip yutulacak gibi değil. Kariyerinizin karizması fena halde çizilmiş... O anda ne hissedersiniz?

Asıl merak ettiğim, bu akıl almaz olayda Şahnaz Çakıralp’in o anda aklından geçenlerdi. “Ben olsam...'' türünde yaklaşımlar ‘kurbanın’ hissettiklerinin yanına bile yaklaşamazdı kuşkusuz. Yayıncısı, gazeteye verdiği bir ilanla yazarını perişan ediyordu. Bu genç kadın, böyle bir öfkeye hedef olmak için ne yapmış olabilirdi? Buna benzer bir olay, yıllar önce başka bir alanda yaşanmıştı. Ferda Anıl Yarkın, yapımcısı olduğu Banu Alkan’ın satmayan kasetinin ses bantlarını Taksim Meydanı’nda bir basın toplantısında yakıp, “İşte Banu Alkan’ın çıplak sesi'' diye prova kayıtlarını dinletmişti elâleme... Gerçi ‘intikam soğuk yenen bir yemektir’, ama aşçı ne kadar kaliteli olursa olsun, soğuk yenen yemek de tatsız tuzsuz bir bulamaçtan öteye gidemiyor.

TEMPO: Opera, oyunculuk, siyaset derken, şimdi de bir kitap krizi ile gündeme geldiniz. Yayıncınızı gazetelere ilan verecek kadar kızdıracak ne yaptınız?

ŞAHNAZ ÇAKIRALP: Vallahi bir şey yapmadım. Sadece hakkım olan telif ücretini istedim. 2004 yılı boyunca Cumhuriyet’te köşe yazıları yazdım. Yayıncı olduğunu söyleyen Şenol Koray Sakınmaz, bu yazıları bir kitapta toplamamızı istedi. Ben, kaç adet basıldı, ne kadarı dağıtıldı, ne kadarı satıldı, ne kadarı bu kişinin borçları yüzünden haciz edilip icra depolarına kondu, bilmiyorum. Bir arkadaşım, dördüncü baskı olan kitaptan aldığını söyledi. Aradan bir yıla yakın zaman geçti. Bir kuruş telif ödemedi. Bugün yarın, diye oyaladı.

T: Peki neden hakkınızı yasal yoldan aramadınız?

Ş.Ç.: Tam işin hukuki safhası başlamak üzereydi ki, bu ilanı gördüm. Bu, adımı kullanarak medyatik olma hevesinden de kaynaklanıyor olabilir. Ben onun unvan, ün, medyatik olma merakı olan bir kimse olduğuna inanıyorum.Benim gibi, bu yayıncının mağduru olan, yazar Derya Aydın Hanım kendisi ile ilgili bir araştırma yapmış. Yayıncı, kendisini Doç. Dr. olarak tanıtıyor. Derya Hanım şüpheleniyor ve bunu YÖK’ten soruyor. YÖK Başkanlığı yanıt veriyor. Böyle bir akademik unvan kendisine verilmemiş. Ayrıca, kendisinin Boğaziçi Üniversitesi’nde Doç. Dr. olarak görev yaptığını yazıyor. Boğaziçi Üniversitesi böyle bir kimseyi tanımıyor. Yani anlayacağınız, kendi yazdığını iddia ettiği bir kitapta, isminin başına Doç. Dr. diye yazıyor. Olmayan unvanlar kullanmaya meraklı bir kişinin, benim ismim etrafında medyatik olma çabasını yadırgamamak lazım.

T: Yayıncınız kitabın satmadığını da iddia ediyor...

Ş.Ç.: Bir kitabın satıp satmaması, kitabın değerli olup olmadığını göstermez. Bir kitabın değerini, onu okuyan belirler. Ama kitabın satmaması, yayıncının başarısızlığını belgeler. Kitabın satıp satmayacağını baştan anlaması lazım. Benim için fark etmez. Satmaması onun başarısızlığıdır.

T: Bu ilanı görünce ne hissettiniz?

Ş.Ç.: Doğrusu çok komik buldum. Değil Türkiye, dünyada sanırım ilk kez oluyor. Bir süre güldüm. Sonra bir insanın, nasıl olur da kendi ayağına kurşun sıkabildiğini anlamaya çalıştım. Avukatlarımı aradım. Gereğini yapıyorlar. Böyle biri, polemik için dahi olsa muhatabım olamaz. Şimdi o, yargıya muhatap olacak.

T: İlan, “Bu kitap kendisini yazar olarak görmeyen biri tarafından yazılmıştır'' gibi garip bir cümleyle başlıyor. Siz kendinizi ne olarak görüyorsunuz?

Ş.Ç.: Ben kitabın önsözüne, “Ben bir tiyatro ve sinema sanatçısıyım. Ama bir yazar değilim'' diye başlamıştım. O da ilanına demiş ki: “Kendisini yazar olarak görmeyen biri tarafından yazılmıştır.'' Benim burada maksadım, profesyonel bir yazar olmadığımı ifade etmekti. Hayatımı yazı yazarak kazanmıyorum. Ama bu demek değildir ki yazı yazmak sadece belli kişilere aittir. Herkes yazar. Yazılarınız değer görüyorsa, bunlar gazetede köşe yazısı olarak da, kitap olarak da yayımlanır.

T: İlanda, dağıtım firmaları ve dükkânlardan da özür dileniyor. Bu ne anlama geliyor?

Ş.Ç.: Bilmem. Zaten böyle bir şey kesinlikle olmamıştır. Akıl dışı bir iddia. Ben kimseyi rahatsız etmedim. Sadece kendisinden telif ücretini istedim.

T: Yayıncınız ayrıca sizin baskınız yüzünden Remzi Kitabevi’nin kendi kitaplarını satmadığını iddia ediyor. Remzi Kitabevi’ni etkileyecek kadar gücünüz var mı?

Ş.Ç.: Remzi Kitabevi’nden kimseyi tanımıyorum. Remzi Kitabevi, Türkiye’nin en önemli ve güçlü kuruluşlarından biri. Onu kimsenin etkileyecek gücü olduğuna inanmıyorum.

T: Güzel bir kadın ve tanınmış bir oyuncu olmak, siyaset yapmak için avantaj mı, dezavantaj mı?

Ş.Ç.: Bunun ne avantajını ne de dezavantajını yaşadım. Siyaset bir arenada yapılıyor. Oraya kendi gücünüzle çıkabilir, yine kendi gücünüzle kalabilirsiniz. Sadece şans bir faktör olabilir.

tıkla

(Ayrıca)
tıkla
tıkla