31 Ağustos 2009 Pazartesi

şiir yazdıran adam

bir sabah erken
işe giderken
gördüm seni
fısıltıdan bile sessizdi sesin
ve bir hayırseverin gölgesi vuruyordu düşlerine
yarım porsiyon börek
peynirsiz kıymasız
bir bardak çay
bayat
ve bir de su bardağı vardı oturduğun masada
masa dörtköşe
sen yıpranmış bir baston gibi eğiktin
geometrik bir düş görüyordu gözlerin
düşlerindeki bahçede çocukluğun
ve bir de yanık insan kokusu vardı
öyle bir derin sevgiyle bekliyordun ki ölümü
şiir burada bitti

fotoğraf ve şiir: hilmi bulunmaz

27 Ağustos 2009 Perşembe

Mustafa Demirkanlı, dezenformasyona devam ediyor hâlâ!

Yayın Yönetmeni Duruşu…


H. Hilmi Bulunmaz’ın sahibi olduğu Tiyatro Oyun Dergisi’nin Yayın Yönetmeni Toprak Karaoğlu’nun kendisini sansürcü olarak suçlayan patronuna gönderdiği ve internet sitesinde yayımlanmasını istediği yanıtını, derginin patronu, başlıksız olarak ve geçiştirircesine yayımlamış, Sayın Toprak Karaoğlu’ndan izin alarak biz de yayımlıyoruz.

Bu yazıyı yayımlamamızın nedeni, bu güne kadar kendisine sorulan veya eleştiri olarak yöneltilen savların bu kez kendi dergisinin Yayın Yönetmeni tarafından da soruluyor olması ve eleştiri olarak gündeme getirdiği için… Biz, -her kim isek- bu soruları sorarken, önyargılı ve kötü niyetliydik, kendisinin ve yakın arkadaşı Büktel’in “ifade olanaklarını yok etmek istiyorduk!” ama şimdi aynı eleştirileri patronu olduğu dergisi Tiyatro Oyun’un Yayın Yönetmeni de yöneltti, her halde Sayın Karaoğlu da “Büktel ve Bulunmaz’ın ifade olanaklarını yok etme” amacında değildir, olması da mümkün değil, o halde bu iki şahıs, azıcık sakin olup, çalışma arkadaşlarının eleştirilerine kulak vermeliler, diye düşünüyoruz. Öfkelenip, Sayın Karaoğlu’nu da “yok etmesinler”. Sayın Karaoğlu, çalışma arkadaşı Ozan Akgül’le birlikte gayet düzgün ve dolu dergiler çıkartıyorlar.

Sayın Toprak Karaoğlu’ndan aldığımız izinle, tiyatroyun blog spotta Sayın H. Hilmi Bulunmaz’ın yayınladığı, Sayın Karaoğlu’na ait “Neden sansürcü olmadığını” açıklayan e-posta’sını aynen yayımlıyoruz. Siyahlar H. Hilmi Bulunmaz’a ait, (Yazımda kırmızıyla işaretlenmiş olan kısımlar, bu yazının dergimizde neden yayımlanmayacak olmasının gerekçeleridir.
Mavi olanlar ise düzeltmeler-yorumlar ve katıldığım kısımlardır.
Altı çizili kısımlar ise -bu yazıyı size ilk yolladığım zamandan- daha sonra ilave edilmiştir.TK)

Sayın Karaoğlu'nun yazısının esas önemli özelliğinin "Yayın Yönetmeni Duruşunu"nun bütün çıplaklığıyla, gazetecilik bölümü öğrencilerine ders olarak okutulması gereken bir yazı olduğunu düşünüyorum.

Bu eleştiriden sonra H. Hilmi Bulunmaz'ın ve Coşkun Büktel'in eleştiriye tahammülleri ve eleştirileri "okuma" yetilerine tanık olacağız.



kimdentoprak karaoglu
<toprakkrgl@hotmail.com>
kimeHilmi Bulunmaz
<tiyatroyun@gmail.com>
tarih17 Ağustos 2009 15:25
konuTiyatro Yayıncılığı
gönderenhotmail.com

Sayın Bulunmaz,Bana, internet sitenizde, yayınlamış olduğunuz video da "sansürcü" diyorsanız, benim neden "sansürcü" olmadığımı anlattığım ve dergimizde neden yayınlamadığımı gerekçelendirdiğim yazınızı da -cevap hakkı olarak- internet sitenizde yayınlamanız gerekir.Toprak KaraoğluTiyatro yayıncılığı?!Hilmi Bulunmaz14 Temmuz 2009Aşağıda ele aldığım "Tiyatro yayıncılığı?!" başlıklı konuyu, hiçbir özen göstermeden yazdım. Bu özensizliğimin nedeni, Türkiye tiyatrosundaki (Tiyatrosundaki) özensizliğe özenmekten (“özenmemekten” denilebilir mi?.. Bilinçli olarak “özenmek” demiş olmanıza rağmen, cümle sanki biraz zor anlaşılıyor) kaynaklanıyor. Benim bu yazım da, diğer tiyatro yazarlarının genellikle yaptığı gibi, özensiz bir dille yazıldığından, hiçbir zaman okunmayı hak etmiyor. Özensiz bir dille yazdığım için, aşağıdaki yazımı okumayın, okutmayın, hâttâ okuma gafletinde bulunan kişi, kuruluş ve kurumları uyarın. Israrla okumak isteyenler olursa, lütfen, onları Mustafa Demirkanlı ve diğer linççilere hedef gösterin! (Bu yazıyı dergide yayımlatmak için verdiğinize göre ve dergimizde de bu “linç” ile ilgili bir yazı olmadığına göre Mustafa Demirkanlı’nın neden linççi olduğunu söylemeniz değil “kanıtlamanız” gerekir)Yazımın başlığını "Tiyatro yayıncılığı" koyduktan sonra, neden bu başlığa bir soru işareti ekledim? Çünkü, "Türkiye'de tiyatro yayıncılığı var mı?" sorusunu her zaman kendime sorduğum için, bu iki sözcükten oluşan başlığa, bir soru işareti ekleme gereği hissettim. Şimdiye dek, bu soruyu sormaktan ne kendimi, ne başkalarını korudum. Peki, yazıma "Tiyatro yayıncılığı" başlığını attıktan sonra, bu sözün sonuna bir soru işareti eklemekle birlikte, neden bir de ünlem işareti ekledim? Çünkü, "Türkiye’de tiyatro yayıncılığı yok!" kanısındayım.Peki, bunu nereden çıkarıyorum?Türkiye tiyatrosunu, şu andaki değerinden çok daha değerli kılmak isteyen Coşkun Büktel ile Hilmi Bulunmaz adlı iki kişiyi linç etmek isteyecek denli aymazlık içerisinde bulunan kişi, kuruluş ve kurumların varlığından anlıyorum. (Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz’ı neden linç etmek istiyorlar?! Tiyatroya faydalı oldukları için mi? Bu kampanyaya imza verenler gerçekten böyle düşünüyor olabilir mi? “Eyvah bunlar tiyatroya faydalı olacaklar, hadi linç edelim onları!” ?!)Türkiye tiyatrosunu çok daha değerli kılmak isteyen bu iki kişinin sanatsal ifade olanakları neden imha edilmek isteniyor?Büktel'in hakikat sever biri olması ve Bulunmaz'ın sosyalist biri olması nedeniyle, hakikat ve sosyalizim (sosyalizm) karşıtı güçler tarafından, bu iki kişinin sesi kesilmek isteniyor. (“Hakikat ve sosyalizmin karşıtı…” Hakikati ve sosyalizmi iki ayrı şey olarak ele almak doğru olmaz kanısındayım. Sosyalizm hakikatin ta kendisidir. Siz bu iki kavaramı ayrı tutarak sosyalizmden hakikati ayırıyorsunuz. Bakınız Diyalektik: Gerçekler ve onu çelişkileri üzerinden akıl yürüterek sonuca ulaşma. Bakınız Materyalizm: Maddenin varlığı üzerinden sonuca ulaşmak. Evreni bilimsel olarak açıklamak… Sonuç olarak Diyalektik Materyalizm… Tarihsel Materyalizm gibi kavramlar sosyalizmin de temelini oluşturan unsurlardandır. Ve gerçekliği sosyalizmden ayrı tutmak bana göre çok büyük bir yanılgıdır. Sosyalizm, gerçeklik ve insan sevgisi üzerine kurulmuştur. Bunları elbette siz de biliyorsunuz, amacım ukalalık etmek değil… ama siz Coşkun Büktel’e gerçekçilik kavramını atfetmek için sosyalizmin bu ayrılmaz parçasını hakikat ve sosyalizm diye ayırarak cümlenizden sanki sosyalizmin hakikati barındırmadığı anlaşılıyor. Böylece sosyalizm ve gerçekler iki ayrı şey gibi duruyor.) … (NOT: Ayrıca hakikat ve sosyalizm dışında, Realizm ve sosyalizm de diyorsunuz. Birinden birini tercih etmelisiniz)Coşkun Büktel'in, sanatçılığının yanı sıra, gerçekçi tiyatro yayıncılığı yapması, Türkiye tiyatrosundaki hiçbir iktidar yanlısı kişi, kuruluş ve kurumun asla hoşuna gitmiyor. (Mesela?! Bunu örneklemek gerekir, bu sadece sizin yorumunuz. Bu sonuca okuyucuları da ulaştırmak için örnekler vermeniz gerekir. Aksi halde okuyucunun sadece sizin değer yargılarınıza bağlı kalarak buna inanmasını bekliyor olursunuz ki, sanırım bu doğru olmaz. İnsanlara kendi fikirlerini edindirmek gerekir, sizin fikirlerinizi kabul ettirmek değil. İnsanların fikir edinebilmeleri için sizde oluşan sonucun “fikirlerini” paylaşmanız gerekir. )Hilmi Bulunmaz'ın, sanatçılığının yanı sıra, sosyalist tiyatro yayıncılığı yapması, hiçbir iktidar yanlısı yayıncının kesinlikle hoşuna gitmiyor. (Mesela… ne yaptınız ve bu kimlerin hoşuna gitmedi, örnek vermediğiniz sürece sözlerinizin etkisi azalıyor. Bunları örneklemeniz çok daha doyurucu olacaktır)Büktel ile Bulunmaz, kendi dünya görüşleri doğrultusunda, inatçı bir öfkeyle yayıncılıklarını sürdürdükleri için, hiç kimse tarafından desteklenmiyorlar. (Bu cümle herkesi suçluyor -ama herkesi- buna bir sınır getirmek gerekmez mi, yoksa bütün Türkiye mi Büktel ve Bulunmaz’a karşı? Ayrıca neden bir destek bekliyorsunuz ki, önemli olan inandıklarınız gerçekleştirmek değil midir? Destek olmadan bunu gerçekleştiremez misiniz? Elbette gerçekleştirebilirsiniz, ama insanların sizi haklı bulmaları için bilgilerini paylaşmalısınız, duygularınızı değil. İnsanların bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmalarını istiyorsunuz.) Destekleyenler varsa da, bu desteklerini belli etmemek, açık destek verdiklerini belgelememek için büyük "özen" gösteriyorlar. (Mesela?! İnsanların korktukları için bilinçli olarak sessiz kaldıklarını söylüyorsunuz, hayır belki de sadece sizinle aynı fikirde değiller, bu olamaz mı? Düşüncelerinizi değil de, sadece duygularınızı paylaştığınız sürece nasıl desteklenmeyi beklersiniz? Sizin bu yaptığınız insanları bir şekilde baskı altına almak değil midir? Baskının hiçbir çeşidinin makul bir sebebi olamaz, Olmamalıdır! İnsanlar sadece size katılmıyorlar ve aynı duyguda değiller diye onları suçlamak adil bir davranış olamaz. Belki abartılı bir örnek olacak ama “bize katılamayanlar da suçludur ya da bize katılmayanlar bizden değildir” gibi bir şey söylemek, savunduğunuz tiyatroyu “yaz sev ya da terk et” demeye getirir ki buna hakkınız olamaz! Bu faşizmin söylemi değil midir? Siz, böyle biri olmadığınız için, bunu farkında olmadan söylediğinizi düşünmek istiyorum! İnsanlar mutlaka ama mutlaka sizinle aynı “duyguda” olmak zorunda değiller ve sizin yanınızda yer almak zorunda da değildirler. Herkesin özgür ve hür iradesi vardır ve herkes özgürce istediği şeye inanır ve savunabilir. Doğrular sadece sizin savunduklarınızdan ibaret değildir. Biri sizin yanınızda değilse, bu o kişi kötü demek değildir) Böylelikle de, hem siyasal ve hem de tiyatral iktidarın değirmenine su taşımış oluyorlar. (Susmak ve göz yummak da suçtur, ama suç tam olarak ne? Duygularınız dışında bir gerçeklik olmalı)Bu arada, Yeni Tiyatro dergisi Genel Yayın Yönetmeni Yönetmeni Erbil Göktaş ile http://www.tiyatrofanzini.com/ sitesi sahibi Feridun Çetinkaya, Büktel ile Bulunmaz'ın verdikleri mücadeleyi görüp, bu konuda zaman zaman görüş belirttiler. Bu iki kişinin, linççilerden yana tavır takınmadıkları gibi, linççilerden korkmadıklarını belli etmeleri, önemli bir duruş ifadesidir. (İmza veren herkesi linççi olarak görmek! Eğer bu 1100 kişi sizi linç ediyor ve siz bu linç edilemeye kızıyorsanız, sizin de 1100 kişiye linççi demeye hakkınız nasıl olur?! “Olur, pek ala olur” Hayır olamaz! Kızdığınız ve karşı çıktığınız şeyin aynını yapıyor olmuyor musunuz? Elbette bana vurana diğer yanağımı çevirmem diyeceğinizi çok iyi biliyorum. Ama… Ama -biri seni suçladığı zaman ilk olarak kendini savunmak için karşı tarafı suçlamazsın, suçlamamalısın. Belki suçsuz olduğunu ispat edersin ki suçlanan buna mecbur bile değildir. Çünkü suçlayanlar öncelikle sizi suçladığı belgeleri göstermek zorundadır. Ama yine de haklı olarak kendinizi savunmak isteyebilirsiniz, bunu yapar ve daha sonra bu iftirayı atanın karşına dikilebilirsin. Ama seni suçlayana, hayır asıl suçlu sensin demek kısır bir “polemik” olur. Bu sadece seyirlik bir kayıkçı kavgasına dönüşür. Ve kayıkçılar kavgalarının çoğunlunu işleri olmadığı zamanlarda, nerdeyse sıkıntıdan dolayı yaparlar. Oysa siz işi olmayan biri değil aksine birçok işle uğraşan bir adamsınız ) Bu duruşu çok önemsiyoruz. Büyük bir çoğunluğun, "tarafsız" kalarak, güçlüden yana tavır takındıklarını anlayabilecek denli piştiğimiz için, bu iki kişinin neden "tarafsız" kalmadıklarını da rahatlıkla kavrayabiliyoruz. (Söylediğim gibi sizin gibi düşünmeyenleri suçlu göstermeye çalışmak faşizmin anlayışıdır) 1100 kişinin imza vererek ve imza vermeyen diğerlerinin susarak onayladıkları bu linç kampanyasına, imza vermeyerek katılmayan bu iki kişi, alçak olmayan yüreklerin de varlığını kanıtladıkları için, bizlere ve bizim üzerimizden Türkiye tiyatrosuna umut ışığı oluyorlar. (Türk Tiyatrosunu sadece bu söylemle düzlüğe çıkartmak açıkçası bana yetersiz görünüyor, eğer bu konuda ben sizin yanınızda yer alsaydım, Türk Tiyatrosunun önünü mü açmış olacaktım? Hayır buna kesinlikle katılmıyorum ben sizin -bu konuda - yanınızda olmadan tiyatro adına bir şeyler yapabilirim. Türk Tiyatrosu adına bir şeyler yapabilmek sizin tekeliniz de mi? Eğer inancınız buysa çok ama çok tehlikeli bir şey bu! Birçok insanın da yapabileceği gibi ben de -sizin doğrularınız olmadan- kendi doğrularım üzerinden hareket edebilirim.) Bu iki kişi, linççilerden korkmadıklarını belli ederek, (Ben kimseden korkmadığım halde imzamı vermedim ve ben kimseden korkmadığım halde bu konuda “sessiz” kalarak kendimi taraf hissetmedim. İnsanlar sadece korktukları zaman tarafsız kalmazlar. Benim bu konuda tarafsız kalmamın en büyük nedeni “polemik” yani tartışmadan çekinmek değildir. Ben bu konuda iki tarafında hataları olduğuna inanıyorum. Ama benim için sizlerin hatalı olduğuna inandığım ana konu küfürdür. Orospu çocuğu gibi bir küfürü TDK’nın bu konudaki tanımından yararlanarak açıklamak bana hiç ama hiç inandırıcı gelmiyor. Biliyoruz ki bu ülkede birine bu küfrü edersen başın belaya girer, değil bu ülkede her yerde başın belaya girer. Yolda yürürken birinin tavırlarından rahatsız olup ona bu küfrü edersen… “dur dur yanlış anlama, sana TDK üzerinden küfür ettim… ‘ah uh dur’ vurmasana serseri, haylaz, hinoğluhin, hilekâr, kalleş dedim aslında sana” diyemezsin. Sokakta birine bunu dersen de birde üstüne fazladan sopa yersin. “Ah alçaklar, yapmayın” desen de faydası olmaz. Eğer küfür etmezseniz fikirlerinizi daha kolay savunabilirsiniz ve arzuladığınız destekçileriniz de olur. Bana göre haklıyken haksız duruma düşmenin en kolay yolu küfür etmektir. Bu konudaki inancım ise hiçbir zaman değişmeyecektir. Kendini savunamayan aciz insanlar küfür ederek kendini anlatmaya çalışırlar. Küfür etmek -insan kendini ifade edemediği için- zayıflıktır. Oysa siz oldukça iyi bir konuşmacısınız, bu yüzden neden küfür ettiğinizi anlayamıyorum. Ayrıca biri bana bu küfrü etse umursamam yoluma devam edebilirim diyebilirsiz. Ama o sizin probleminizdir, size yanlış gelmeyen küfür başkasına yanlış gelecektir) çıkmayan Türkiye tiyatrosunun canından hâlâ umut kesmememiz gerektiğini duyumsatıyorlar. Bu bile, başlı başına müthiş bir moral kaynağı. (Herkesin morale ihtiyacı vardır, ama sizin gibi düşünmeyen herkesi moralini bozuyorsunuz… İnsanlar kendilerini suçlu hissetmeden de morali bozulabilir)Peki, Coşkun Büktel, başta Mustafa Demirkanlı olmak üzere, Türkiye tiyatrosuna birer kene gibi yapışmış yayıncı yada yayıncı destekçisi Vandalları (vandalları) üzerine çekmek için neler yaptı? (Mustafa Demirkanlı’nın neden bir vandal ve kene olduğunu açıklamak gerekir!!! Bu yazının içersinde bu açıklanmalı. Okuyucu neden sizinle aynı duyguda olsun, sadece siz söylediniz diye mi? Siz kesin olarak bunu herkesin bilmiş olduğunu varsayan bir üslupta yazıyorsunuz. Bu önemli bir suçlama ve böylesine önemli bir suçlama kanıtlanmaya ihtiyaç duyar. Söylediğim gibi, insanlar sizin duygusal hükümleriniz üzerinden hareket etmek zorunda değiller; insanlara kendi duygusal hükümlerini oluşturacak bu konulardaki tartışmasız kanıtlarınızı sunmanız gerekir. Bırakın yorumlarını insanlar kendileri yapsın, sadece siz yorum yaparak haklılığınızı asla ispat edemezsiniz)Kısaca özetlemek gerekirse:Türkiye tiyatrosunun Everest'i ve "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun" olan "Theope"yi yazıp, Türkiye dramatik yazarlığının düzeyini yükseltti. İktidar yanlısı yayıncılar bu durumdan hiçbir zaman hoşlanmadılar! (Theope oyununda iktidar yanlılarını rahatsız edecek, dolayısıyla da iktidarı rahatsız edecek hiçbir şey bulamazsınız. Bu paragrafa “iktidar” kelimesi karıştığı için bunu yazmak zorunda kaldım. Evet Theope güzel bir oyun ama ona “Everest” demek… Bunu ispat etmeniz gerekecek. Alın okuyun demek de sanırım yeterli olmaz, bunu ispatlarıyla yazmanız gerek. Evet Theope güzel bir oyun, etkileyici ve çarpıcı bir kurgusuyla, derinliği olan karakterleriyle güzel bir oyun. Bilinen dramatik kurgunun güzel bir örneği! Ama “Everest” buna kesinlikle katılmıyorum. Güzel bir oyuna zirve demek… oysaki zirveleri oluşturan ve belirleyen “şeyler” benim için daha önemlidir ve onlar zirvenin kendileridir. Kalıpları belirlenmiş olan bir zirve olmasa siz Theope’yi oraya taşıyamazdınız. Theope gibi güzel oyunlar o zirveye göre hareket ettikleri için sadece oraya çıkmış olurlar. Ama asla kendileri zirve olmazlar. Theope oyunu daha önce başkaları tarafından belirlenmiş olan kalıpları iyi bir şekilde kullanıyor… ama Theope’nin kendisi yeni bir şey sunmuyor. Elbette ki bu da küçümsenecek bir başarı olamaz ama bana göre “Everest” olmak için yeni anlayışlar ve yeni Everest’ler yaratmak gerekir.)"Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" kitabını yazıp, Türkiye tiyatrosunu ameliyat masasına yatırdı. İktidar yanlısı yayıncılar bu durumdan hiçbir zaman hoşlanmadılar! (Benim, Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaralı kitabında katılmadığım ve Büktel’i haksız bulduğum yönler var. Fakat bu yazının konusu bu değil. İlerleyen zamanlarda Büktel’in hangi düşüncelerine katılmadığımı yazmayı ve kendisiyle bu konuda sağlıklı bir tartışmaya girmeyi istiyorum. İnsanlar birbirlerine küfür etmeden de tartışabilirler, en azından bunu kanıtlamak istiyorum)"'Yönetmen Tiyatrosu'na Karşı" kitabını yazarak, şimdiye dek abuk sabuk yönetmenlik numaralarıyla Türkiye tiyatrosunu çürütenlerin ipliğini pazara çıkardı. İktidar yanlısı yayıncılar bu durumdan hiçbir zaman hoşlanmadılar!"Shakespeare'siz Herifler" oyunuyla, Türkiye tiyatrosunun egemenlerinin ne denli düzeysiz ve yüzeysel olduğunu herkesin anlayabileceği bir dille okura ve izleyicilere gösterdi. İktidar yanlısı yayıncılar bu durumdan hiçbir zaman hoşlanmadılar! (Bu oyunun bunu başarabildiğini sanmıyorum, "Shakespeare'siz Herifler"in Theope gibi kalıcı bir oyun olacağını düşünmüyorum. Bu oyun öfkenin yazıya dönüşmüş hali. Öfke elbette ki bir yazar için ihtiyaçtır, ama bu oyundaki aşırıya kaçmış olan kişisel taraflı duygu, karakterleri ve olayları çok zorlama yapmış.)"Eleştiren Oyunlar" tiyatro oyunları seçkisi kitabıyla ve bu kitabın içerisinde bulunan "Ölüleri Gömün" çevirisiyle, Türkiye tiyatrosunun yerlerde sürünen dramatik yazarlık çıtasını erişilmesi zor bir yere yerleştirmek istedi. İktidar yanlısı yayıncılar bu durumdan hiçbir zaman hoşlanmadılar!Ve diğer yazınsal, tiyatral, kuramsal, polemik yazılarının yanı sıra, http://www.coskunbuktel.com/ adlı Internet sitesiyle, Türkiye tiyatrosunun aydınlanması için çok önemli işler yaptı. (Ne gibi, bu yazının içinde örneklemek gerekir?) İktidar yanlısı yayıncılar bu durumdan hiçbir zaman hoşlanmadılar!Ayrıca, Özdemir Nutku iftirasını kanıtlayarak, siyasal iktidara siyam ikizi gibi yapışan tiyatral iktidarın düzeysizliğini bir güzel kanıtlamış oldu. İktidar yanlısı yayıncılar bu durumdan hiçbir zaman hoşlanmadılar!Coşkun Büktel, yukarıda bir kısmını özetlediğimiz işleri yapınca, doğal olarak, Türkiye tiyatrosunu çürüten iktidar yanlısı kişi, kuruluş ve kurumlar tarafından engellenmek istendiistendi. Sansür, yalan, iftira ve her türlü kalleşlikle üzerine gelinen Büktel susmayınca, bu kez, onun sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için, bir linç kampanyası başlatıldı. (Coşkun Büktel’in iktidar karşısında olduğu bir örnek vermek mümkün mü?)"KINIYORUZ!" aldatıcı başlığıyla örgütlenen bu linç kampanyasının başını kim çekti?Mustafa Demirkanlı çekti!Başka kimler çekti?Ahmet Ertuğrul Timur (nam-ı diğer 3. Abdülhamid), "Bileyci Kurhan" (nam-ı diğer Ömer F. Kurhan), Yaşam Kaya, İsmail Can Törtop, T. Murat Demirbaş, Orhan Aydın, Hasan Anamur, Cüneyt Yalaz, T. Yılmaz Öğüt, Cenap Tuncer ve daha bir sürü realizm ve sosyalizm karşıtı kişi çekti! (3.Abdülhamid!.. Bileyci Kurhan!.. Bu lakapların neden takıldığını açıklamak gerekir. Bu yazıda bu konu da bir bilgi yok, bunlar okuyucu için havada kalan lakaplar. Böyle komik yakıştırmalar açıklanmazsa bunu yazan da komik duruma düşmez mi? Ne demek bunlar, anlamlandırabilmek gerekir. Ayrıca realizm ve sosyalizmi ayırmanın çok yanlış olduğunu tekrar yinelemek istiyorum! )Peki, "Tiyatro Yayıncıları Birliği", Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını neden imha etmek istedi? (Neden?)Hilmi Bulunmaz, her şeyden önce, sosyalist kimlikli Bulunmaz Tiyatro'nun kurucusu ve yöneticisi olduğu için, kapitalist değerlerle hareket eden "Tiyatro Yayıncıları Birliği" tarafından susturulmak istendi. Realizm ve sosyalizm karşıtı, (Bulunmaz ve Büktel olmalı… aslında olmamalı bu iki kavramı ayrı gibi sunmak çok yanlış) iktidar yanlısı kişi, kuruluş ve kurumlar, yani başta "Tiyatro Yayıncıları Birliği" olmak üzere, tüm gerici tiyatrocular ve bu tiyatrocuların çanağından beslenenler, haklı olarak, Coşkun Büktel gerçeğine/gerçekliğine/gerçekçiliğine omuz verip sosyalizmi savunan Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için "KINIYORUZ!" aldatıcı başlığıyla başlattıkları linç kampanyasına Bulunmaz'ı da dahil ettiler.Hilmi Bulunmaz, sadece Bulunmaz Tiyatro'yu kurup, bu tiyatronun defalarca baskı ve baskına uğraması, sürekli olarak mühürlenmesi, kendisinin, oyuncularının ve izleyicilerinin gözaltına alınarak işkenceye maruz kalmalarıyla sınırlı bir savaşım vermedi; aynı zamanda, iktidarın emekçilerin eline geçmesi için savaşım verdi. (Bence asıl bunlar çok önemli, bunları yazabilirseniz dergimizin 64 sayfasını da bu “gerçeklerle” doldurabiliriz)Bulunmaz, Emekçi Üniversitesi'ni kurup yönettiği, Bulunmaz Yayıncılık'tan onlarca kitap ve birçok dergi yayınladığı, tiyatro binaları ve kültür merkezleri kurup kapitalizmle pazarlığa oturmak yerine onunla dişe diş kavga ettiği, "Kültür Merkezleri Platformu"nun oluşumuna büyük hizmet vererek, devrim öncesi sosyalist sanatın oluşturulmasının öznesi olması, çürüyen Türkiye tiyatrosunun ipliğini pazara çıkarması nedenleriyle, en azından şimdilik kaydıyla, düşünsel olarak linç edilmek isteniyor. (Eğer size bu yüzden linç uygulanacak olursa bir saniye bile düşünmeden yanınızda çarpışmaya hazırım, ama bu bahsettiğiniz linçin sebepleri bunlar değil) Susmamayı, kapitalizme karşı mücadele etmeyi sürdürürse ki sürdürecek, fiziksel olarak da linç edilmek istenebilir. Büktel ile Bulunmaz'ın üzerine bugün harflerden oluşan sopalarla saldıranlar, yarın gerçek sopalarla saldırabilirler! (Bu kampanyayı düzenleyenlerin ya da imza verenlerin size şiddet uygulayacağını söylemek bana doğru gelmiyor, bu kanıtı olmayan rahatsız edici bir söylem. Amacı ne olursa olsun imza kampanyaları demokratik bir haktır, bu hakkı şiddete yakın bir duruma dönüştürmek haksızlık olur. Bunları dövelim diye düzenlenmiş bir imza kampanyası değil ki bu!) Bugün bu linç kampanyasına seyirci kalanlar, yarın da seyirci kalmayı sürdürebilirler! Bugün, Büktel ile Bulunmaz'ın kavgasını bireysel, kişisel, şahsi, zatî olarak görenler, yarınki olası fiziksel linçten sonra da "İyi oldu bireycilere, kişiselcilere, şahsîcilere, zatîcilere!" diyebilirler!... (size destek vermeyenlerin bunları yapacağını nasıl düşünebilirsiniz, imza kampanyasına katılanların çoğu sizleri tanımıyor bile olabilir, insanlar çoğunluğu sadece küfre hayır demek için bu kampanyaya katılmıştır. Onları savunmak bana düşmez, ama imza veren herkesi zan altına almak da adil değildir. İmza veren herkesi potansiyel bir vahşi olarak görmek çok yanlış! Çünkü vahşeti uygulayanlarla bu vahşete seyirci kalanlar kadar suçludur.)Peki, sosyalist önderimiz Lenin'in yanıtlamak için bir kitap yazdığı ünlü soruyu bir de biz soralım:Ne yapmalı?Büktel ile Bulunmaz, şu anda ne yapıyorlarsa, onların yaptıklarının benzerlerini yapmalı yada onlara omuz vermeli. Bu mücadeleye omuz vermek yerine, omuz silkenler, kendilerini kapitalizmin birer maskotu olarak bulurlar. (Size destek vermeyenler kapitalizmin maskotu değildirler, sizin gibi düşünmeyen sosyalist olamaz mı ya da onlar kötü olarak mı görmek gerekir? Bu herkesi suçlayan çok ağır bir söylem! İnsanlar kapitalizmin değil de sizin maskotunuz mu olsun istiyorsunuz, öyle ya insanlar sizin gibi düşünmüyorlar, ama düşünmeleri gerekir diyorsunuz!? İnsanları zorla kendi tarafınıza çekmek değil mi bu? İnsanları size destek olmadıkları için suçluluk psikolojisinin içine itmek bu, kimse sizin aklınıza uymak zorunda değildir. Başkalarının aklıyla yaşayanlar, başkaları gibi yaşarlar, yani maskot olurlar. İnsanlar sizin istediklerinizi -sizin zorlamanızla- yaptıklarında da maskot olurlar. Fark ne olacak o zaman, insanların sizin maskotunuz olması mı?) Kapitalizm, onların oyunlarıyla oyun oynayıp, onların oyunculuklarını birer reklam nesnesi olarak kullandıktan sonra, sümüklü bir mendil gibi, onları da diğer sümüklü mendillerin yanına atıverir. (Büktel de kapitalizmin bir parçası ve o bundan rahatsız olmuyor. Ama siz kapitalizmin kurbanı olmamak için insanları kapitalist olmayan “gerçekçi” Büktel’e omuz vermeye çağırıyorsunuz. İnsanları reklam nesnesi olmakla suçluyorsunuz, size bir zamanlar Büktel’in de reklamcı olduğunu hatırlatmak isterim)Büktel ile Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek isteyen kim yada kimler? (Bunu kanıtlarıyla sizin söylemeniz gerekir)Sümüklü bir mendil gibi yaşayan Mustafa Demirkanlı ve sümüklü mendil kılıklı arkadaşları! (Bu çok ağır bir hakaret. Bir insanı sümüklü mendile benzetebilmek için elinizde gerçekten çok sağlam kanıtlar olması gerekir. İnsanlar küfür yayıncılığına karşı imza verdikleri zaman işte böyle laflardan rahatsız oldukları için bunu yapıyorlar. Bu küfürler sizin kendi kafanızda vardığınız duygunuzun yansıması. Ama bu sadece sizin sonucunuz… Nedenler! Bizlere sizin neden böyle düşündüğünüzü kanıtlayacak güçlü nedenler lazım. İnsanlara bu nedenleri sunun, bırakın yargıç olmayı, bilgilerinizi insanlarla paylaşın ve bu bilgiler ışığında insanlar kendi kararlarını verebilsinler, eğer kanıtlarınız gerçekten çok sağlamsa merak etmeyin insanlar da küfür edebilirler!? Ama sizin bu yaptığınız insanlara düşünemeyeceklermiş gibi muamele etmektir, kimse sizin duygusal hükmünüz üzerinden hareket etmek zorunda değil. İnsanlara sizi böyle düşündüren sebepleri açıkça ve tartışmasız gerçeklerle sunmanız gerekir.)Demirkanlı ve çıkar arkadaşlarının oluşturdukları linç cephesinin adı ne? (Bu çıkar grubunun amacı ne peki, neden böyle bir çıkar grubu kurdular? Sadece sizin için mi? Sanmıyorum, çoğu insan Büktel’i bu linç (!) girişiminden sonra tanıdıklarına nerdeyse eminim. Bence bu durumu gözünüzde çok fazla büyütüyorsunuz. )"Tiyatro Yayıncıları Birliği"Bu birlik hangi yayınlardan oluşuyor?Mustafa Demirkanlı'nın sahibi olduğu Tiyatro… Tiyatro… dergisi ve yine aynı kişinin sahibi olduğu http://www.tiyatrodergisi.com.tr/ sitesi, Ahmet Ertuğrul Timur'un (nam-ı diğer 3. Abdülhamid) sahibi olduğu ve ikide bir açılıp kapanan http://www.tiyatrom.com/ sitesi, Prof. Dr. Hasan Anamur’un yöneticisi olduğu TEB OYUN dergisi, Cüneyt Yalaz’ın yönettiği Mimesis dergisi, Orhan Aydın’ın söz sahibi olduğu Kavuklu dergisi (Aydın, Ankara’daki "Sanata Soldan Bakmak" panelinde, bu dergi adına söz sahibi olduğunu belirtmişti.), "Bileyci Kurhan"nın (nam-ı diğer Ömer F. Kurhan) (Neden bileyci? Söylediğim gibi eğer bu yazınızı bana dergide yayımlamam için verdiyseniz, bu yazıda olan tüm suçlamaları kesin olarak kanıtlamanız gerekir, dergiyi okuyanlar bunları ayrıca araştırmak zorunda değillerdir, elbette merak eden ayrıca araştırabilir, ama ben genel yayın yönetmeni olarak böyle düşünüyor ve kesin kanıtları derginin sayfalarında görmeyi istiyorum ) (nam-ı diğer Ömer F. Kurhan) ruhuyla hareket eden İATP-G sitesi, (O ruhla hareket ettiğini bu yazınızda kanıtlamalısınız) Enver Başar’ın sahibi olduğu ve Yaşam Kaya’nın yönettiği http://www.tiyatronline.com/ sitesi, İsmail Can Törtop’un sahibi olduğu http://www.tiyatrodünyasi.com/ sitesi, T. Yılmaz Öğüt’ün sahibi olduğu Mitos-Boyut yayınları, Cenap Tuncer’in sahibi olduğu http://www.e-tiyatro.com/ sitesi...Yukarıda saydığımız yayınevi, dergi ve siteler, nereden ve kimden besleniyorlar? (Nerden?) Kapitalizm çöplüğünden besleniyorlar. (Çok yuvarlak bir cümle, kim bu kapitalistler ve amaçları ne?.. Kanıtlarıyla!) Bu saydıklarımız kime karşılar? Büktel ile Bulunmaz'a karşılar. Bu iki kişinin sermayesi ne?Realizm ve sosyalizm. Peki, kapitalizm çöplüğünden beslenenlerin realizm ve sosyalizme karşı çıkmalarında ters bir durum var mı? (“Kapitalizmin çöplüğünden” Büktel de besleniyor. Kapitalizmin çöplüğünden beslenenler suçluysa Büktel neden suçlu olmuyor?! Sadece sizinle aynı safta olduğu için mi?)Yok! Asla yok!!!Yalancılığı defalarca saptanıp, (Nasıl? Kanıt!?) küfürbazlığı belgelenmiş (Belgesini görmeyi çok isterim, madem böyle bir belge var, bırakın o belge konuşsun. Neden sadece yorumlarınızı paylaşıyoruz verin o belgeyi, sizin ayrıca konuşmanıza bile gerek kalmasın. Madem bu kadar kesin bir belge var, sadece söylemlerinizle bunun gücünü azaltmayın bırakın ve o kanıtlı belge konuşsun) linç kampanyası ana sponsorlarının başı Mustafa Demirkanlı, Tiyatro... Tiyatro... dergisini çıkarabilmek için nereden para buluyor? Demirkanlı’yı reklam vererek kim yada kimler besliyor? (Reklamları verenler zaten belli değil mi? Bunun neyini sorgulayabiliriz?!! Ama bu reklam konusunu küfür içermeden dergimize taşıyabiliriz. Dergiler bu reklamları nasıl alıyorlar, neden bu reklamlar herkese verilmiyor. Ayrıca bu reklamlar sadece Tiyatro… Tiyatro… dergisine de verilmiyor. Sizin de reklamınızı verdiğiniz Erbil Göktaş’ın Yeni Tiyatro dergisine de veriliyor. Neden onu da sorgulamıyoruz. Bu yanlışsa (!) bu yanlış sadece Demirkanlı’ya ait değil. Bir konuda fikir beyan ederken dostlarınızı bir köşeye ayırmamanız gerekiyor. Aksine insanlar dostlarını yanlış yapmaması için daha fazla eleştirirler. Ya da bir tiyatro dergisinin kapağına Kültür ve Turizm bakanın resmini koymayı tartışabiliriz ve bunu dergimizde tartışabiliriz, ama hakaret etmeden. Evet küfre hayır, çünkü bana göre küfür acizliktir)Demirkanlı'yı, Lemi Bilgin’in başında bulunduğu Devlet Tiyatroları, Ayşe Nil Şamlıoğlu'nun yönettiği Şehir Tiyatroları ve AKBANK gibi bankalar, Efes Pilsen gibi alkol firmaları besliyor! (Yeni Tiyatro dergisini de!.. O dergi de reklam alıyor, bunu ayrı tutmanızı kabul edemem. O dergi size karşı bir tavır takınmadı diye ona söz söylememek ne kadar doğru olur, eğer bu bir suçsa (!) bu suçu Yeni Tiyatro da işliyor.) Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, (Evet bakanın tiyatro dergisinin kapağında ne işi var, haklısınız) Demirkanlı’nın sahibi olduğu Tiyatro… Tiyatro… dergisine "KAPAK MANKENİ" olarak linççilere tinsel destek sunuyor! (Benim için gerçekten önemli bir şeyi soramadan geçemeyeceğim, siz Demirkanlı’ya ya da diğerlerine küfür etme özgürlüğüne sahip olduğunuzu söylüyor ve hak edene küfrü edebileceğinizi söylüyor ve bunu kanıtlıyorsunuz da. Peki! Demirkanlı’nın dergisine “KAPAK MANKENİ” olan bakana bakıyorum… Bakan hakkında sadece “tinsel destek sunuyor” deyip neden geçiştiriyorsunuz. Sizin tabiriniz olan ve ağır bir küfür olan “sümüklü mendil” Devlet Tiyatrolarından reklam alıyor mu? Alıyor! Kültür bakanı peki, onun Devlet Tiyatrolarıyla bir alakası yok mu?! Hak edene küfür edilirse eğer… bu işin başında olanlara da bir şeyler söylemek gerekmez mi? Hayır Kültür Bakanına küfür edilemez, çünkü o bakan ve küfür etmek suçtur, bunun cezası da vardır. Küfür etmek suçsa ve o yüzden etmiyorsanız neden Demirkanlı vd küfür ediyorsunuz. Onlara küfür ettiğiniz zaman ceza almadığınız için mi? Bu çifte standart değil mi? Yanlış anlaşılmasın, ben bakana da küfür edin falan demiyorum. Ben kimseye küfür etmeyin, ama gerçekleri de yüzlerine vurun diyorum. İnandığın şeylerin uğruna sonuna kadar mücadele etmek gerekir.POLEMİK YANİ “TARTIŞMA” HAKKINDA KİŞİSEL NOTUMBir hafta sonu tiyatro buluşmamızda polemik -benim tercih ettiğim şekliyle tartışma- hakkında konuşuyorduk. Ben bazı polemiklerin televole gibi magazinsel kaldığını sadece kısır tartışmalara dönüştüğünü söylüyordum. Bu polemikten kaçmak değil, bunun polemik bile olmadığı için dahil olmak istemediğimi söyleyerek Uğur Mumcu gibi tartışma konuları açmanın gerektiğini söylüyordum. İlla da politika konusunda gerçekçi ve belgeli tartışmalar olmaz öyle değil mi? Tiyatro da politik değil midir? Mumcu inandığı değerler uğruna ölümü göze almış değerli bir aydındı. O da insanlarla tartışmaya girerdi, o da insanları suçlardı. Ama Mumcu’nun suçladığı insanlar -inkar edilemez belgeler yüzünden- gerçekten suçlu olurlardı. Mumcu bu uğurda canından oldu! Siz inandığınız bir şey uğruna küfür edeceksiniz, sonra da o yanlışın başında olan bir kişiye “tinsel destek sunuyor” diyerek o kadarla bırakacaksınız. Eğer bu suçu işleyenler (!) kanıtlarıyla ortadaysa adam ayırmak ne kadar doğru? İnançlarınız uğruna sonuna kadar mücadele etmeniz gerekmez mi? Bu senden güçsüz olanı dövmek değil mi?Ben, özellikle Türk Tiyatrosunun içinde bulunduğu kötü durumu devlet politikalarına bağlıyorum. Hiçbir ülkede sanat bu kadar çok devlet tekelinin altında kalmamıştır. Devlet, tiyatroları kontrol ederek aykırı seslerin önüne geçmeyi başarıyor. Devlet ve Şehir Tiyatroları özerk yapılara kavuşmadıkları sürece de bu ülkede tiyatroda her zaman sancılar yaşanacaktır. AKP’nin kontrolü altında buluna Devlet ve Şehir Tiyatroların da nasıl “gerçekçi” oyunlar sahneletebiliriz?! Fettulah Gülen diye bir gerçekliği sürekli olarak susup nasıl görmezden gelebiliriz? İktidara doğru ağır ve emin adımlarla yürüyen bu güce iki laf edemeden nasıl insanların yüzüne bakabileceğiz? Hangi ülkede fikirlerinden çekinen, özellikle kendi fikirlerinden çekinen “sanatçılar” bu kadar çok olabilir? “Aman bana ne neden başım belaya girsin” diyip köşeye çekilmek de, buna destek vermek kadar büyük bir suçtur.İnsanların dini duyguları sömürülüyor ve belli amaçlar için kullanılıyor kelimesini hangi Devlet ya Şehir Tiyatrosu sahnelerinden dile getirebiliriz. Seneler önce Abdullah Gül’ün Refah Partisi milletvekili olduğu sıralarda Meclis kürsüsünden AB için Hristiyan kulübüdür demesi ve iktidar olduktan sonra Dışişleri Bakanı olarak AB müzakerelerin baş aktörü olmasını nasıl dile getireceğiz. Bu baş döndürücü değişimi nasıl anlamlandırmak gerekecek? Ya da Madımak Katliamının üzerinde o kadar çok zaman geçmiş olmasına rağmen, nasıl olur da bu konuda sadece bir tek oyun olabilir, bunu nasıl izah edebiliriz? Ben bilmiyorum eğer bunun fazlası olduysa da ya da oluyorsa dergi olarak bunları duyuralım! Tartışmaysa biraz da bu konular da tartışmak gerekmez mi? Tiyatroyu nasıl hayatın baskıları ve gerçeklerinden soyutlayabiliriz? Tiyatroyu sadece o küfür etti, yok bu böyle yaptı diyerek harcamaktır bu! Buna hiçbirimizin hakkı olduğunu sanmıyorum. Eğer küfür ederek sonuca ulaşacaksak, oturup akşama kadar TDK üzerinden küfür edebiliriz.Bugün itibariyle, emekçiler iktidara gelip Devlet Tiyatroları’nı yönetmeye başlasalar ve Demirkanlı’nın Tiyatro… Tiyatro… dergisine, T. Murat Demirbaş’ın Sahne dergisine reklam vermeseler, bu dergiler hemen kapanırlar. (Kesinlikle çünkü gerçekten tiyatro dergileri okunmuyor, dergiler bir okuyucu kitlesi oluşturamadılar. Hiç biri sistemi eleştirmiyor [küfür hariç! küfür sistemi eleştirmek değildir, küfür küfürdür] ya da bir düşünce geliştiremiyor… ya da bazılarının da söylediği gibi ne gerek var yeni şeyler söylemeye, bunu ben bile yapmıyorken… Tiyatro dergilerinde bunlara gerek yok, daha mütevazı olmak gerekir diyenler yüzünden olmuyor bu) İktidarda, işçilerin ideolojisi sosyalizm değil de, burjuvaların ideolojisi kapitalizm hüküm sürdüğünden, başta Mustafa Demirkanlı (Ayrıca Erbil Göktaş, o da aynı enstrümanları kullanıyor) olmak üzere, tüm linççi tiyatro yayıncıları, kendilerinin de hizmet ettiği bu kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için yerlere dek eğiliyorlar! (Kapitalizmi Büktel’in de kullandığına ve faydalandığına inanıyorum)Lenin'in sorduğu ünlü soruyu bir kez daha soralım:Ne yapmalı?Realizmin ve sosyalizmin iktidara gelmesi için mücadele etmeli. (Bu ikisi de sosyalizm ta kendisidir, Büktel uğruna harcanmayacak kadar kıymetli ve değerlidir. Diyalektik Materyalizm sosyalizmdir) Bu mücadeleyi sürdüren Büktel ile Bulunmaz'a omuz vermeli yada bu iki kişinin verdiği mücadeleye omuz silkip, linççilerin listesine dahil olmalı. (Buna siz karar veriyorsunuz, bırakın insanlar hür kararlarını versinler, onları suçlayarak zorluyorsunuz)Hemen şimdi! Asla beklemeden!!!Orta yol yok! Zaman yok!!!Omuz vermek yada omuz vermemek; işte bütün mesele bu!(Kesinlikle ama kime? Küfür ettiği zaman TDK’yı kaynak gösteren Coşkun Büktel’e mi? Ben, otuz yedi yıllık hayatım boyunca, kimsenin kimseye sözlük üzerinden küfür ettiğini ne gördüm ne de duydum. Benim kendi adıma konuşmam gerekirse, eğer gününde birinde bu küfrü edecek olursam, onu TDK’nın sayfalarına sıkıştırmam, ettiğim küfrün arkasında sonuna kadar dururum. (Bu sadece örnek içindir, yazısında küfür etmeyi acizlik sayan biri, nasıl olur da günün birinde küfür etme ihtimali üzerinden fikir yürütür demeye gerek yok)Öfkeyle böyle bir küfrü etmiş birinin daha sonradan, ama ben TDK üzerinden küfür ediyorum, inanmayan açar bakar, demesini dürüst bir davranış olarak görmüyorum. Eğer her şeyi sözlükler üzerinden değerlendirecek olursak. Hulki Aktunç’un, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, Büyük Argo Sözlüğü’nde -o edilen küfür yok ama- o küfrün diğer anlamı olan, Büktel’in de kullandığı “orostopol” var.OROSTOPOL: (sıfat ve isim) Alçak, orospu dölü, kahpe çocuğu.Hulki Aktunç kitabının önsözünde şunu söylüyor: Bu sözlükte eksik, yanlış bulduğunuz argo sözcük ve deyimleri; Sözcük ve deyim, ne anlama geldiği, Türkçe değilse, hangi dilden olduğu ve o dildeki söyleyiş biçimi, duyulduğu yöre, tarih ve kullanış örneği sıralamasıyla yazıp yayınevi adresine “Hulki Aktunç - ARGO” koduyla yollamanız beni mutlu kılacaktır.Peki şimdi ne yapmak gerekir. Eğer sözlükler üzerinden küfür edeceksek, bu argo sözlüğünü ne yapacağız? Şunu mu: Önce küfür edeceğimiz kişiyi tanıyacağız, muhabbetin bir yerinde “ya dostum argo sözlükler var… bilir misin” mi diyeceğiz? Kurban bu sözlüklerden bir haberse hadi buyur, TDK üzerinden küfür mü edeceğiz? Değerlendirmelerini sözlükler üzerinden yapan birisi, onlara o kadar değer veriyorsa, sözlükler üzerinden düşünür ve onun kurallarına uyar. Sadece işine yarayacak olan kısımları cımbızla çekip almamalıdır. Hayatında hiç sözlük açmamış birisi bu küfrü nasıl edebiliyor peki? Cahil işte!!! Nerden biliyor o küfrün anlamı o zaman, değil mi? O sözlük karıştırmamış “cahil” insan, birisinin anasını kast ederek onun çocuğunu cahilce sövüyor demek. Diğer “cahil” de aynı sözlüğü okumadığı için “LAN!!!” diyerek kafayı yapıştırıyor hemen. Araya birileri giriyor Allah’tan ve kavgayı ayırıyorlar. Hâlbuki bu “cahil” insanlar TDK’nın sözlüğünü okumuş olsalardı, bu küfrü eden de bu küfrü yiyen de yollarına devam edeceklerdi. Evet gerçekten çok “cahil” insanlar var.Böyle bir küfrü eden Coşkun Büktel’i hedef göstermek değil bu, ona kafayı çakın demek hiç değil. Ben bu küfürleşme olduğu sırada oradan geçen ve kavgayı ayırmaya çalışan kişiyim. Sadece sanal birine -Burak Caney- edilen küfür olarak kalsaydı eğer, sorun yoktu. Ama bu küfür Coşkun Büktel tarafından, Hilmi Bulunmaz ile yaptığı söyleşi sırasında gerçek kişilere de edildi.Yazımda kırmızıyla işaretlenmiş olan kısımlar, bu yazının dergimizde neden yayımlanmayacak olmasının gerekçeleridir.Mavi olanlar ise düzeltmeler-yorumlar ve katıldığım kısımlardır.Altı çizili kısımlar ise -bu yazıyı size ilk yolladığım zamandan- daha sonra ilave edilmiştir.Ayrıca yaptığımı sansür olarak değerlendirmemenizi doğru bulmadığımı bilmenizi istiyorum. İnsanlar sizinle aynı fikirde değiller diye onlara sansürcü diyemezsiniz. Aynı fikirde olmamak sansürcülük değildir. Bu fikir beyan etmektir, asıl, özgürce fikir beyan edene sansürcü demek “sansürcülüktür.” İnsanlar fikir beyan ettikleri zaman onları baskı altına alarak, sansürcülükle suçlamak doğru değildir. Bu tehdit havası yaratan bir durumdur. “Bak eğer bunu yayımlamazsan sansürcü olursun” demek tehdit etmektir. Niyetinizin bu olmadığına inanmak istiyorum.Toprak KARAOĞLU




Haber Giriş Tarihi: 22 Agustos 2009




(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)

19 Ağustos 2009 Çarşamba

8 Ağustos 2009 Cumartesi

dünyayı büyüten adam

küçülüyor insanlar
büyük bir hızla küçülüyor
büyütüyor dünyayı adam
büyük bir hızla büyütüyor
.
tank paletlerine sığınanlar küçüldükçe
paletindeki boyaları büyütüyor adam
büyük bir hızla büyütüyor
.
desen ve şiir: hilmi bulunmaz









5 Ağustos 2009 Çarşamba

3 Ağustos 2009 Pazartesi