28 Haziran 2007 Perşembe

bir akademisyenin ince doğranmış dili

kalın duvarları var
okulunuzun
içeri ışık sızdırmayan

bin yıllık sırlarınız gizli
raflarda
bir de halka uzak diliniz

bir akademisyenin ince doğranmış dili

beyninizi kiralamışsınız
egemen patronlara
türkünün esamesi okunmaz ağzınızda

gözleriniz her daim şaşı
bilimin gölgesinde
o denli kibar bir dağarcık var ki dilinizde

bir akademisyenin ince doğranmış dili

renksiz rüyalar görürsünüz
düşüncesiz
kuramlar okursunuz

anlaşılmaz bir tanımlamayla
yaklaşırsınız bize
diliniz çürür sıcakta kalmış bir leş gibi

bir akademisyenin ince doğranmış dili

27 Haziran 2007 Çarşamba

Moby Dick

Herman Melville tarafından yazılan, Sabahattin Eyuboğlu ile Mina Urgan'ın çevirisiyle dilimize kazandırılan Moby Dick (Beyaz Balina), dünya edebiyatının on büyük romanından biri olarak kabul ediliyor...

Moby Dick'ten bir paragraf aktarıyorum:


"Nedir bu? Nedir bu bilinmez, bu anlaşılmaz, bu akıl sır ermez tutku! Hangi sinsi, kurnaz tanrının; hangi zalim, taş yürekli kıralın buyruğuyla bütün sevgileri, özlemleri tepip, zorla, soluk soluğa gidiyorum bu yolda? Yüreğimin kendiliğinden yapmayı göze alamayacağı bu çılgınlığa beni sürükleyen nedir? Ahab, Ahab'ın kendisi mi? Allahım... Kendim miyim ben? Kimdir şu kolumu kaldıran, ben mi yoksa başkası mı? Koca güneş bile kendiliğinden yürümüyorsa, o bile göklerin buyruğunda ufacık bir köle ise, görülmez bir gücün buyruğuna uymayan tek yıldız yoksa; şu benim küçücük yüreğim nasıl kendiliğinden çarpar, şu küçücük beynim nasıl kendiliğinden düşünebilir? Tanrı değil mi bu yüreği çarptıran, bu düşündüklerimi bana düşündüren, beni böyle yaşatan? İnan bana insanoğlu, hepimiz şu bocurgat gibi dönüp duruyoruz bu dünyada. Kaderin elidir bizi böyle döndüren. Ama bir yanda da, hiç değişmeyen, böyle gelmiş böyle giden, bu gülen gökyüzü, bu dipsiz deniz var! Bak, şu Albatros'a bak! Kim saldırtıyor onu uçan balığın üstüne böyle? Katiller nereye gidecek, söylesene bana? Yargıcın kendisi de sanıklar arasındaysa, kim yargılayacak katilleri? Rüzgar ne tatlı, ne tatlı! Gök ne tatlı! Hava, ta uzaklarda bir çayırdan esmiş de gelmiş sanki. And dağlarının yamaçlarında bir yerde çayır biçmişler, orakçılar, taze, yemyeşil otlar içine yatmış, uyuyorlar. Uyuyorlar mı? Evet Starbuck, ne kadar didinirsek didinelim, sonunda gene de uyuyoruz bir tarlada. Uyumak?.. Evet, yeşillikler içinde çürümek; bir yıl önce biçilen çayırlıkta unutulup paslanmış oraklar gibi!.. Starbuck!"

690. sayfa / Cem Yayınevi

26 Haziran 2007 Salı

İlhan Selçuk MHP'ye katılıyor!

Havalar bayağı ısındı. "Hava kurşun gibi ağır." İnsanlar bunaldı. Özellikle yaşlılar, ne yapacağını bilemez durumda!...

Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı ve Yayın Kurulu Başkanı İlhan Selçuk da, havaların aşırı ısınmasıyla birlikte bunalmaya başladı!...

Erguvani (oligarşik) yazarların yetişmesine yataklık eden Cumhuriyet; soldan, sosyalistlerden umudunu kesince, kendini MHP'nin milliyetçi kollarına dek savurdu!...

"İlhan Selçuk, dünkü (26 Haziran 2007) yazısında, MHP'nin bu seçimde dincilere karşı çıkarak, aslına döndüğünü yazdı."

Bir zamanlar, Cumhuriyet okuduğumuz için, MHP'li militanlar tarafından dövüldüğümüzü unutmadığımızdan, İlhan Selçuk'un övgüsünün ne anlama geldiğini anlamakta zorlanıyoruz... Cumhuriyet mi değişti, MHP mi değişti, yoksa her ikisi birden mi değişti?!...

MHP'nin canlanıp kanlandığını dile getiren Selçuk, yakında MHP'nin basın danışmanı olursa, şaşmamak gerekir...

Milliyet gazetesinde çıkan haberden öğreniyoruz ki, Selçuk, MHP için övgü düzme makalesi yazmış: "MHP aslına rücu etti, milliyetçilik şiarını benimsedi. Bu seçim kampanyasında dincilere karşı çıkıyor. Amerika'nın güdümünde Ilımlı İslam Devleti amacına dönük olanlarla, bunların kuyruğuna takılan entel-liboş takımı MHP'den hoşnut değiller. Ne diyorlar? 'Milliyetçilik yükseliyor.' Bir ülke ki, midesiyle düşünen erbab-ı siyaset ve medya tayfası dincilikten yakınmaz, milliyetçilikten ürker. MHP, bu tayfanın uykusunu kaçırıyor."

Kırk katır mı, kırk satır mı? diye soran acımasız "seçenekçi" gibi davranan Selçuk, sanırım, havaların serinlemesiyle, kendine gelir de, üniformasız general havası kalmamış olur...

tıkla: Milliyet

21 Haziran 2007 Perşembe

Dilini eşek arısı soksun!

Cumhuriyet Kitap'ta, Türkçe Günlükleri başlıklı bir köşeye sahip olan Feyza Hepçilingirler, aynaya bakmayı unuttuğu zamanlarda, söküğünü dikemediği durumlar yaşıyor...

Önce, Feyza Hepçilingirler'in, 21 Haziran 2007 tarihli Cumhuriyet Kitap'ta yayımlanan, 3 Haziran Pazar günü yazdığı günlüğü aktaralım:


"Hatırla Sevgili"yi haftalardır izleyemiyorum; ama en az benim kadar dikkatli izlediğini bildiğim Joshua Bear, sağ olsun, ne hatalar yapıldığını saptıyor ve bildiriyor bana.

1967 - 1968 yıllarında "rağmen" anlamında "karşın" sözcüğü kullanılmıyordu örneğin. Dizinin bir sahnesinde, 65 yaşlarındaki (ben kalınlaştırdım - HB) baba, "Bütün bunlara karşın." demekle yetinmemiş; bir de "Türkiye'nin siyasi konumu"ndan söz etmiş. Gençlerden biri de, "Arkadaşlara takılacağım" buyurmuş. 40 yıl önce bir yerlere gidilirdi arkadaşlarla; ama buna "takılma" denmezdi. 1960'ların sonlarında "ODTÜ" değil "Orta Doğu" dendiğini dolmuş çığırtkanlarının "Doğu'ya! Doğu'ya!" diye bağırdıklarını, kendisi gibi, orada öğretim üyesi olanların da "ODTÜ'de çalışıyorum" değil, "Orta Doğu'da çalışıyorum" dediğini anımsıyor Joshua Bear. "Hatırla Sevgili"de bir genç ODTÜ'ye yatay geçiş yapacağından söz etmiş ayrıca. "1968'de 'yatay geçiş' diye bir ifade kalıbı yoktu. O işleme 'transfer' denirdi." diyor. Doğru. "Yatay geçiş" sözü YÖK yönetmelikleriyle geldi.


Salt Cumhuriyet okurlarına değil, öğretim görevlisi olarak öğrencilerine ve daha da önemlisi, yazdığı kitaplarla okurlara Türkçe öğreten Feyza Hepçilingirler, "65 yaşlarındaki" diyebiliyor. "60 yaşlarındaki" diye yazılabilir. Çünkü; 60, 61, 62... gibi birçok "60" vardır. Ne var ki, "65" bir tanedir. Dolayısıyla "65 yaşlarındaki" diye yazılamaz... "65 yaşındaki" diye yazılabilir. Biz yanlış biliyorsak, Feyza hanım bizi ikna eder, biz de özür dileriz...

Okuyun

Kapitalist ve sahte tiyatroya karşı savaşım veren OYUN dergisi, her geçen gün güçlenerek büyüyor. Bu durumdan hoşnut olmayan kapitalist kitabevleri, dergimizin, halk yararına belirlenen 1 TL'lik fiyatının, kendilerine az para bıraktığını öne sürerek, raflarına dergimizi yerleştirmeyi düşünmüyorlar...

Bu durumda, yapılabilecek tek şey var: Kapitalizmin tiyatro anlayışına karşı olan kişi, kuruluş ve kurumların OYUN'u okumanın çaresini aramaları...

Size bir e-posta kadar yakınız: tiyatroyun@gmail.com

16 Haziran 2007 Cumartesi

OYUN dergisi

Her ay düzenli olarak yayımlanan OYUN, toplumcu tavrını sürdürüyor...

Tiyatro yayıncılığının finans kapitale teslim olduğu günümüzde, sosyalist anlayışla yayıncılığını sürdüren OYUN, sahte ve yasal sorumluluktan kaçan yayınların korkulu rüyası...

OYUN'un yeni sayısında neler var?

Denizli Amatör Tiyatrolar Festivali
Cemal Bulunmaz

Deryanın Uykusu
Özgür Başkaya

Bir 'Tiyatro Hastası': Nazım Hikmet
Özgür Ozan Yüksekdağ

Nazım'dan anılar
Aleksandr Fevralski

Internet... Semih Çelenk net değil...
Hilmi Bulunmaz

Türkiye... Tiyatro... Uyanmak...
Kemal Oruç

Şair ile Postacı
Şükran Çetinkaya

12 Haziran 2007 Salı

son kurşuna dek savaştı lilyana

önce savaşmayı öğrendi
sonra sevmeyi
lilyana dimitrova

önce savaştı hitler ordusuyla
sonra sevdi dağlarda gezmeyi
lilyana dimitrova

dünyayı sevdi
ülkesini sevdi
lilyana

kavgayı sevdi
halkını sevdi
dimitrova

sonunda sıkıştı dimitrova
gestapo sıkıştırdı lilyana'yı
son kurşunu kendine sakladı
lilyana dimitrova

tetik tık etti
yere yığıldı
lilyana dimitrova

ve düşman
teslim alamadı
yoldaşları yontusunu dikti lilyana'nın

ey dünya
ey bulgaristan
ey insanlığın umudu işçiler
yatıyor yoldaşınız lilyana kalbinizde

11 Haziran 2007 Pazartesi

Bir Oyuncunun Hatıra Defteri

Tiyatro sanatçısı Bülent Demir, yeni yazdığı Bir Oyuncunun Hatıra Defteri adlı oyunu, Bulunmaz Tiyatro adına hazırlıyor...

Tiyatroya, Bulunmaz Tiyatro'da başlayan ve yaklaşık yirmi yıldır Oya Başar - Levent Kırca Tiyatrosu'nda görev yapan Demir, her pazar günü saat 14.00'den başlayarak, izleyicilere açık prova yapıyor...
.
Stand - Up adı altında, halka karşıt "sanat" yapan tek kişilik gösterilere benzemeyen bir tarzda çalışmalarını sürdüren Demir, özellikle dramatik yazarlık becerisini eklemlediği işini, her geçen gün hızla ilerletiyor...
.
Yeni sanat mevsiminde sahne alacak olan Demir, yeni yapıtında oldukça iddialı...

10 Haziran 2007 Pazar

















Bir komprador yazar: Selim İleri

Opera kimin müziği?

Selim İleri

Sevgili ustam Attilâ İlhan'la anlaşamadığımız konuydu: Operayı ne kadar çok sevdiğimi bilir, sarakaya alır, "Aman benden ırak olsun. Zulüm zulüm!.." derdi. Sonraları, "Türk insanından ırak olsun. Zulüm zulüm!.." demeye başladı. Opera sevgim yüzünden neredeyse komprodor burjuvazinin temsilcileri arasında yer alacaktım... (...)


Komprador (komprodor değil!) kapitalizme göbeğinden bağlı olan Selim İleri, ortada fol ve folluk olmadığı zamanlarda da, kendini savunmak zorunda hissediyor...

Sanırım, vicdanı rahat değil ki, böyle davranmak durumunda kalıyor...

Bir yandan Doğan Holding'e, bir yandan Yeşil Dinselcilere, diğer yandan da Cumhuriyet gazetesi çevresine sırtını dayayan Selim İleri, tam anlamıyla komprador (kendisinin yazdığı gibi komprodor değil!) aydın olduğunu kanıtlıyor!

tıkla: Zaman

9 Haziran 2007 Cumartesi

5 Haziran 2007 Salı

Bülent Demir kolları sıvadı

Tiyatro sanatına Bulunmaz Tiyatro'da başlayan ve bu tiyatroyla, hiçbir zaman ilişkisini kesmeyen Bülent Demir, yirmi yıldır Levent Kırca Tiyatrosu'nda görev yapıyor...

Özellikle oyun yazarlığında yetenekli olan Bülent Demir, şimdiye dek şu oyunlara imza attı: "Beni Düğüne Çağırdılar; Ya Su Lazımdır Yada Odun", "Dengeye Gerek Varmış Karnabaharda", "Güvercinin Türküsü Beyoğlu'nda Söylenmez", "Bir Yazarın Deli Defteri"...

"Bir Oyuncunun Hatıra Defteri" ile yeni sezona hazırlanan Bülent Demir, her pazar günü Bulunmaz Tiyatro'nun işliğinde, izleyicilere açık prova yapıyor...

4 Haziran 2007 Pazartesi

Tagore'dan bir şiir

Öyleyse son şarkını bitir de gidelim
Madem ki gece bitmiştir unut bu geceyi
Kollarımın arasında kimi sarayım
Rüyalar esir edilemez ki...

Kaynak:
Namaste - Hindistan Yolculuğu / Everest yayınları / Özcan Yurdalan

Anlat bana esir

Rabindranath Tagore

"Anlat bana, esir, seni bağlayan kimdi?"

Esir, "Efendimdi", dedi. "Servet ve iktidarda dünya yüzünde herkese üstün olabileceğimi sandım ve hükümdarıma ait olan paraları kendi hazine odamda biriktirdim. Uyku bastırınca, efendime hazırlanan yatağa uzandım; uyanınca kendimi kendi hazine odamda mahpus buldum".

“Söyle bana esir, bu kırılmaz zinciri kim döğdü?"

Mahpus, "bu zinciri ben kendi ellerimle döğdüm" dedi, "yenilmez kuvvetimin bana rahat bir serbestlik vererek, alemi tutsak edebileceğini sandım. Böylece muazzam ateşler ve insafsız, sert vuruşlarla bu zincir üzerinde gece gündüz çalıştım. Halkalar tamam ve kırılmaz olup nihayet iş bittiğinde, kendimi ona sımsıkı bağlı buldum."

Rabindranath Tagore - Hayatı

Kalküta'da doğdu. Varlıklı bir aileye mensup olan sanatçı, Hindistan'da özel bir eğitim görmüş, hukuk öğrenimi görmesi amacıyla ailesi tarafından 1877'de İngiltere'ye gönderilmiştir. Orada edebiyatla yakından ilgilenmiş, kısa bir süre sonra ülkesine dönmüştür. 1901'de Balpur'da ünlü Santiniketan okulunu kurdu. Özgün bir yapısı olan okuluna, 1913'te Nobel Edebiyat Ödülünü alması dolayısıyla kendisine verilen sekiz bin şilingi de bağışlayarak buranın sürekliliğini sağladı. Ülkesini, Avrupa'yı ve daha başka yerleri de gezen Tagore, Kalküta'da ölmüştür.

Eserlerini hikmetli söyleyişlerle süslemiş olan sanatçı, şiir, hikâye, tiyatro, roman, mektup, deneme gibi pek çok türde başarılı çalışmalar ortaya koymuştur. Resimle de ilgilenmiştir. İnsan, tabiat, çocuk sevgisini işlemiş, dinî temalara da yönelmiştir. Millî ruhu, derin düşüncelerle yansıtmaya çalışmıştır.

Başlıca eserleri şunlardır:

a) Şiir:
1. Gitanjali,
2. Bahçıvan,
3. Ölümün Kanatları

b) Deneme :
1. Milliyetçilik,
2. Daha Büyük Bir Hindistan,

c) Mektup :
1. Yaban Ellerinden Mektuplar,
2. Rusya Mektupları.

1 Haziran 2007 Cuma

cezayir sokağı

dar ve sıkıntılı bir yokuş
güneşe uzanan sır
tüm düşleri birleştirir
cezayir sokağı

ve
ama
önce
incil getirildi
ve
ama
sonra
toprağımız çalındı

çöl bize yetiyor
suyu özünde taşıyan kaktüs
katırtırnağının rengi
ve yılanların ıslığı
bize yetiyor

ve
fransızlar geldi
ve
ekmeğimizi çaldı

şimdi bir sokak var
uzak olmayan ülkede
yokuş ve sır dolu
cezayir sokağı

ve
kirletildi adı
fransızlar tarafından

gölgesinde mor menekşeler
güneşinde yeni doğmuş bebek sesleri
ve bahçelerinde nane kokusu yok
bir tek tabelası kaldı
cezayir sokağı

Geçmişten gelen mektup

Orhan Kemal (Bursa:10/2/943)


Canım Karıcığım!

Mektubunu zevkle okudum. Ne de olsa sıkıldığını ve bu sıkıntıyı def etmek için kocana yazdığını anlıyorum. Haklısın karıcığım. Canın sıkıldıkça bana yazarsan yaz. Belki ferahlar, açılırsın. Genç bir kadın kocasından beş sene ayrı kalırsa çıldırmasa bile üzülür. Benim de bütün sıkıntı ve asabiyetimin sebebi senden çok uzakta olmamdır. Mamafih önümüzde bir yaz kaldı. Sonbahara yanındayım. Beş senenin acısını bol bol çıkarırız. Seni mesut etmek için elimden geldiği kadar çalışacağım. (...)

Günlerim çok soğuk ve sıkıntılı geçiyor. Bol bol okuyor ve yazıyorum. Yedi ay sonra da sana roman, hikaye, şiir okur, hoşça vakit geçiririz. Ben artık eski Raşit değilim. Sinemaya seninle, kıra, bahçeye gezmeye seninle gideceğim. Artık anladım ki sen benim yalnız karım değil, arkadaşım olacaksın. Göreceksin Nuriye, ne güzel günler geçireceğiz! Sabret karıcığım...

Bugün şu satırları yazarken dışarıda kar var. Hava inadına soğuk. Önümdeki mangalda ateş dolu. Mangalın kenarında çaydanlık kaynıyor. Çay içeceğiz. Ne yapalım... Bir mahpusun kış günü eğlencesi bu. Hoş, hapishanede eğlence isteyene çok. Mesela koğuşlarda kumar oynanır, esrar içilir, laklakiyat edilir, daha birçok şey. Ama ben hiçbiriyle meşgul olmam.

Evvelki gece bizim yattığımız revirde iki kişi öldü. Daha evvelisi bir kişi. Bu gece de bir başkası delirdi. Bütün bunların sebebi açlık ve sefalettir. Her şey o kadar pahalı ki bir mahpus için geçinmek dehşetli zor. Hapishanede altı yüzden çok mahpus var. Hele adembaba denilen fakirler öyle sefil ve perişanlar ki insan onlara baktıkça bunalıyor... Bunları havadis kabilinden yazıyorum.

Mektubumu bitirirken seni ve Yıldızımı öper, neşe ve sıhhatle şen olmanızı dilerim.

Senin: Raşit

Kaynak: Cumhuriyet gazetesi (31/5/2007)

Irkçılığa Sessiz Destek

Hasan Aksay (Cumhuriyet gazetesi Moskova muhabiri)

Geçen ay Moskova'da Karen Abramyan isimli 56 yaşındaki Ermeni işadamı 20 yerinden bıçaklanarak öldürülmüştü. Cinayeti soruşturan polis, 18 yaşındaki ırkçı bir Rus genci gözaltına aldı.

Artur Rino isimli genç önce cinayeti inkar etti, ama sonra kamera görüntüleriyle kanıtlar gündeme gelince itiraflara başladı. Yalnızca bu cinayetle sınırlı kalmadı itiraflar. Irkçı genç, kendisi gibi 18 yaşında olan bir arkadaşıyla birlikte 37 kişiyi öldürdüğünü açıkladı.

Gencin ifadelerini ilk başta ciddiye almayan uzmanlar, anlatılanlar ve olaylar arasındaki paralellikleri gördükçe söylenilenlerin doğru olabileceğini düşünmeye başladı.

Irkçı genç ifadesinde, Rusya'da Ruslardan başka kimseyi, özellikle de Kafkas kökenlileri görmeye dayanamadıklarını söylüyor ve "düşmanlar"ı teker teker öldürmeye başladığını anlatıyor.

Cinayetleri işlerken ciddi bir sorun yaşamadıklarını söyleyen katil, "Bizi cinayet işlerken gören insanlar korkarak hemen oradan uzaklaşıyordu ve kimse polise ihbarda bulunmuyordu"diyor.

Belki de en acısı bu! Irkçı gencin bu sözlerinde, Rusya'da halkın önemli bölümünün yabancılara karşı tutumu mu yatıyor? İnsanların vurdumduymazlığı mı? Ülkedeki korku ve sindirilmişlik ortamı mı?..

Bu konu, belki de 37 kişinin katlinden de daha büyük bir felaket...

Siyasi tebessüm

Hasan Aksay (Cumhuriyet gazetesi Moskova muhabiri)

Milyonluk Futbol

Chelsea ve Milan'ın maç yapması ne demektir?

İki milyarderin kiraladığı 22 milyonerin oynaması, milyonlarca yoksulun da heyecan duyması demektir.