4 Eylül 2010 Cumartesi

Mustafa Şükrü Demirkanlı, "SUÇ" içerikli yazılarını HEP siliyor!

Aslında "Aşil Topuğu" Kim… Kim kabul etti, kim reddetti? Kararsızların Oranı Ne?

(Güncelleme notu, yazının altındadır) Yazın son günlerinde okurların şiddetle karşı çıktığı bir konuya tekrar girmem konusunda oldukça fazla eleştirel mail aldım. Önce kısaca nedenini anlatayım. İnternet ortamının özgürlüğünden ve kolaylığından yararlanarak hakaretlerini artıran ikili: Büktel ve Bulunmaz’ın birbirlerine karşı davranışlarının, çaresizliklerinde nasıl da saldırganlaştıklarını sabırla kayda alıyorum. Zaman her ikisine de birbirleri hakkındaki gerçeklikleri çok daha net gösterecek. Konu ilgisini çekmeyen okurlarımdan özür dileyerek, bir süre daha sabretmelerini, çok sıkılıyorlarsa hiç okumadan geçmelerini rica ediyorum. Bir gün mutlaka, gözlerindeki perde açılacak, çaresizliklerinden, söz bulamamanın getirdiği hezeyanlarla; önüne gelene küfreden bu ikili eminim ki yazdıklarından, küfürlerinden utanacaklardır, yakışmadığını anlayacaklardır.

***

Büktel, Bulunmaz’a "Lütfen benim Aşil topuğum olma" dediğini, bunu da aslında iki yıl kadar önce Bulunmaz’ın yüzüne karşı söylediğini, Yeni Tiyatro Dergisi’nde Sema Göktaş’la yaptığı söyleşide ifade etmesinin üzerinden yaklaşık bir ay geçmesine rağmen, Bulunmaz her yazılana öfkeyle yaklaştığı için, işin içinden çıkamıyor. Şu sorunun yanıtını veremiyor: “Çünkü, Büktel bugün değil iki yıl önce ve yüzüne söylemiştir, bu zaman farkını da açıklamakta zorlanmaktadır, açıklayamayacaktır da. Sadece sanki yeni öğrenmiş gibi davranıp oyalanacaktır.” demişim. Bakalım, Bulunmaz nasıl yanıtlamış bu soruyu?

"Cancağızım, soyut, hep soyut sözler kullanıyorsun. Hayır canım; felsefi anlamda soyut değil. Çemberden bile daha yuvarlak sözler kullanıyorsun. Bir insanın, bir dünya görüşü olur; bu dünya görüşüne omurga da denilebilir ve bu dünya görüşüne, bu omurgasına göre değerlendirilir kişi. Aklınca, beni kışkırtmaya çalışıyorsun. Ben, seni ve senin LİNÇÇİ yoldaşlarını ciddiye aldığım için değil; okurları ciddiye aldığım için yazı yazıyorum. Hep aynı kısır döngü içerisinde gezindiğin için, beni de sürekli olarak aynı kısır döngünün içerisine çekmek istiyorsun. Ben, öncelikle tiyatral iktidarı ele geçirmiş alçaklar sürüsüne karşı eleştiri oklarımı kullanıyorum. Sen, illaki bir efendi-köle ilişkisi kurmak istiyorsan, tek başlarına hiçbir boka yaramadıklarını bildikleri için, bir araya gelmek zorunda kalan 1100(?) kişilik alçaklar ordusunun içerisindeki insanlarda ara efendi-köle ilişkisini. Bir sosyalist, ancak ve ancak, sadece ve sadece işçi sınıfına karşı sorumludur. Yeri geldiğinde ve gereksinme duyduğumda, herkesi eleştirme hakkına sahip olduğum gibi, Coşkun Büktel'i de eleştirebilirim. Ancak, bu konuda, bana hesap soracak en son kişi sensin. Çünkü sen, LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorusun. Çünkü sen, iftiracı Özdemir Nutku'nun kankasısın. Çünkü sen, iftiracı, yalancı ve en önemlisi "Devlet Tiyatroları'nın Aşil Topuğu"sun... Yaptığın sözde eleştirlerde kaynak göstersen, çok sevineceğim. Gerçi senin gibi biralçaktan belge, delil, ispat, kanıt, kaynak beklemek, ölüden öpücük beklemeye benzer!!!"
Evet, kışkırtmaya çalıştım, bir an olsun, durup düşünsün istedim ama olmadı… Bulunmaz yukarıdaki ilgisiz yanıtı yazarak zaman harcama yerine son iki yılı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirseydi, Büktel-Bulunmaz ilişkisinde "Aşil topuğun" kim olduğunu daha rahat görebilirdi, ama bunu denemedi bile. Oysa ben sorgulaması için kışkırtmaya çalışmıştım. Sorgulamadan inanmayı tercih etti, bazı davranışları ise ya hiç anlamadı ya da hoşuna gittiği için “nedeni”ni kurcalamadı. Burada neyi anlatmak istiyorum? Şunu:

"İşçinin, uykusundan, rahatından hatta hayatından her gün zerre zerre çalarak gayri meşru servet yığanlara karşı gayet meşru ve son derece hukukî olarak greve giden bir işçi nasıl anarşist veya mikrop olabilir?" Hüseyin Hilmi, KAYNAK: Vikipedi"

Bayram değil seyran değil, eniştem beni neden öptü? Bu sorunun yanıtını bulmak için Bulunmaz, Büktel’in neden böyle bir alıntı yaptığını, hem de iki “Arka Sokaklar” reyting açıklamasının arasında? Özellikle zamanlamanın ne anlam ifade ettiğini kendine sormalıydı. Yanıtını bulur bulamaz, bulduğu yanıt benimkiyle örtüşür örtüşmez, bilemem, önemli de değil. Ama mutlaka bu “eniştem” sorusunu sorabilmeliydi kendine…

Bir tarafta kendini sosyalist olarak tanımlayan (hataları, yanlışlarıyla da olsa) ve olabildiğince kendi içinde tutarlı biri; Bulunmaz… diğer tarafta hayatı boyunca bir oyun yazmış, yazdıktan sonra kendini var edebilmek için, Nazlı Ilıcak, Ahmet Levendoğlu, Cihan Ünal, Seçkin Selvi ve daha onlarca insana metnini okutup görüş alan, her cenahla iyi geçinmeye çalışan bir Büktel vardı ortada. Çok iyi bir oyun yazdığına inanıyordu, herkesin de inanmasını istedi, karşı çıkanları, taa o günlerden başlayarak karalamaya çalıştı, yıldırdı, bezdirdi. Tıpkı, Tayyip Erdoğan gibi kendinden mazlum yarattı, neredeyse bir tarihi tersine çevirdi. Metni, kitap olarak yayınlamayı kabul etmemize rağmen, 5.000 gibi akıl dışı bir tiraj talep etti, yetmedi “hırsızlıkla” suçladı.

Işıklar içinde yatsın Ali Taygun, Theope’yi sahneledi, hayatından bezdirdi Taygun’u. ‘Yönetmen tiyatrosuna inanmam’, dedi, yönetmenin neredeyse kendi direktifleriyle hareket eden biri olmasını istedi, Devlet Tiyatroları’na girmeye çalıştı ama yönetmen kadrosundan, olmayınca DT’ye saldırdı, oyununu Edebi Kurul’da kabul eden Özdemir Nutku’yu yerden yere vurdu. Ortaya saçılan videoyu da doğru okumadı, okunmasını da istemedi… Sözcüklerle oynayıp saldırdı. (Burada küfretmeden önce, sakin sakin izlemek gerek videoyu.) Oyunu engelleyecek adam, neden kabul etsin, orada insanların Büktel’den sıkılmış, bunalmış olduklarını göz ardı ederek bakarsanız, yanılırsınız. Kaldı ki o toplantı repertuvar toplantısı değil, koordinasyon toplantısı, orada ne oyun seçilir ne de oyun reddedilir, bunu Coşkun bilir ama bilmemezlikten gelir. Şahin Ergüney çok istiyorsa bir yönetmen bulur, onun önerisi olarak iletir, repertuvara alınmasına çalışabilirdi, zaten bu noktada ortada ne Özdemir Nutku vardır ne de Kurul’daki diğer üyeler, bugüne kadar bir yönetmen, bir bölge müdürü talepte bulunmuş da reddeden bir mi var?

Şunu da göz ardı etmeyelim. Önceden ortada video yoktu ve insanların tanık olmadığı bir davaya taraf olması isteniyordu. Neyse ki bir yılı geçti video da yayınlandı ve bir hayli kişi izledi. Oradaki vurguya, kelimelere, cümlelere gözüyle, kulağıyla tanıklık etti. Peki, video ortaya çıktıktan ve yayınlandıktan sonra Büktel’e hak veren kişi sayısında bir artış oldu mu? Hadi benim için “tiyatro çevrelerinden çıkar sağlıyorsun” diyorsun, hadi beriki onun öğrencisi, diğeri Devlet Tiyatroları’na iş yapıyor ama bu tiyatro dünyasında yüzlerce de Özdemir Nutku ile hiç tanışmamış, hayatının sonuna dek de tanışmayacak, hiçbir devlet kuruluşunda çalışmamış, çalışmayacak, ilan, reklam ya da maaş ilişkisi olmayacak yüzlerce tiyatrocu var, yüzlerce özgür düşünen genç tiyatro sevdalısı var, bizim kampanyamıza katılan yani bizim etkimizde dediğin 1100 kişi var ise, bu 1100 kişinin dışında daha herhalde birkaç 1100 kişi daha vardır. Kaç kişi Büktel’e “haklısın” deyip yarattığı mağdur adamın peşinden gitti? Onun 10 yıla varan zamandır bulduğu her mecrada (Radyo-TV-İnternet siteleri-Dergiler ve yazdığı kitaplarla.) bu konuyu sürekli gündeme getirmesine rağmen, kaç kişi hak verdi? Herkes mi aptal, herkes mi mağdura bir tekme de biz atalım diyenlerden? Herkes mi yanlış, sadece 4-5 kişi doğru? Peki, siz, “Acaba yanılan biz miyiz, acaba biz mi yanlış yaklaşıyoruz?” diye düşünmeyi denediniz mi? Bir taraftakinin profesör (statü sahibi olması) diğerinin düz yazar olması ihtimaliyle, önyargılı davranmış olabilir misiniz? Acaba mağdur gerçek bir mağdur mu? Kaldı ki, “Theope”yi Edebi Kurul Başkanı olduğu dönemde kabul eden Sayın Nutku, “,Theope”nin sahnelenmesine neden karşı çıksın? Ne gibi menfaat ilişkisi olabilir?

Theope’yi tartışmıyorum. Gerçekten müthiş güzel bir eser olabilir. Ama sonuçta rejisini beğenir ya da beğenmez Şehir tiyatroları sahneledi.

Öğrendiğimize göre bir ara Can Gürzap niyetlenmiş “Theope”yi sahnelemeye, ama yine anlıyoruz ki Büktel’in dayatmalarından dolayı vazgeçmiş.

Bir yazısında Kemal Başar, Theope’yi metin olarak destekledi, yönetmek istediğini söyledi, dediğine pişman edildi Büktel tarafından.

Burada önemli olan konu şu: Büktel, yönetmen tiyatrosuna karşı olabilir, eğer art niyetli değilse yönetmen tiyatrosuna inanan ve kendini yönetmen, sahne üstündeki oyunun da “yönetme”nin eseri olduğuna inanan birine bu oyunu götürmezsin, kendi ararsa da “sağol” der geçersin.

Yani kimse “Theope”yi karalamıyor, sansürlemiyor, yok saymıyor… herkes Büktel’in kendinden menkul diretmelerinden bıkmış, bıkamaz mı? Mecbur mu insanlar Büktel gibi düşünmeye? Hem yönetmen olarak adını verecek hem de hiçbir müdahalede bulunamayacak, yorumlayamayacak? Var mı böyle bir gerçeklik. Shakespeare böyle bir dirençte bulunsaydı bunca yıldır iyisiyle,-kötüsüyle, doğrusuyla-yanlışıyla birbirinden farklı yorumlar olabilir miydi? Tiyatro durağan, sığ bir sanat değil ki? Hangi dönemde, hangi ülkede yazar, yönetmenin üstünde yazıldı.

Yani acaba mağdur olmanın arkasına sığınıp mutlu olan Büktel’in mağdurluğu kendi seçimi gibi durmuyor mu?

Büktel bunca zamandır mağduru oynadı, kim mağdur etmiş Büktel’i sakin sakin anlatabilir mi Bulunmaz? Önce kendine, sonra bize?

- Kitabını 5.000 adet basmadığımız için, biz mi mağdur ettik, sansürledik?
- Kendi yorumunu sahneye taşıyan Ali Taygun mu mağdur etti, sansürledi? O, sahnedeki “Theope” Ali Taygun’un “Theope”siydi. Yazar; “katılmıyorum, kötü yorumlamış, anlamamış”, der geçer, sonra yazara göre daha iyi anlayacak biri çıkar, daha iyi yorumlar.
- “Theope”yi, DT’de sahnelemek isteyen Can Gürzap mı mağdur etti, sansürledi?
- “Theope” iyi bir metin, ben sahnelemek isterim diyen Kemal Başar mı mağdur etti, sansürledi? - “Ölüleri Gömün” ile ilgili olarak “Skandal” yazılarıyla ortalığı ayağa kaldırmaya çalıştı. Daha önce de yazdım, repertuvara alınmasını isteyen Lemi Bilgin’di, o mu engelledi, sansürledi? O gün engelledi de bugün mü engelleyemedi? Dünya kendi etrafında döndüğü için o dönemi hiç dikkate almadan saldırdı Büktel •O dönem: Mine Acar’ın ayrıldığı yeni yönetimin göreve geldiği günlerdi, bütçenin olanaksızlıklar dayattığı bir dönemdi. Kimsenin Büktel’le, “Ölüleri Gümün” çevirisiyle uğraşacakları bir dönem değildi.

“Ölüleri Gömün” çevirisi Şakir Gürzumar rejisiyle sahnelendi daha ilk gösterimden sonra: “Siz siz olun... (‘Ölüleri Gömün’ü çok yanlış nedenlerle sevdiği anlaşılan) yönetmen Şakir Gürzumar'ın bilmenize gerek olmadığına karar verip budadığı repliklerin önemsiz, gereksiz ya da ‘budanası’ olduğuna inanmaktansa, asıl Gürzumar rejisinin önemsiz, gereksiz ve ciddiye alınmayası olduğuna inanın!
Ve 'dramatik olanın' kokusunu almaktaki yetersizliğine rağmen Gürzumar'ı en iyi yönetmen saymak zorunda kaldığımız üçüncü dünyanın bu mutena bölgesinde, ‘Ölüleri Gömün’ü seyretmekten çok ‘okumaya öncelik tanıyın!’ COŞKUN BÜKTEL"
Pişman edecek! Başka çaresi yok! İzler izlemez bu yargıya varıp karalamakla ne anlatmak istiyor Büktel? (Yukarıdaki değerlendirmesini belki de izlemeden yapmış, sahnelenmesini bekliyordu, emin değilim.) Benim çevirdiğim bir oyunda herhangi bir replik atılamaz, atarsan böyle yaparım. Peki Büktel, Gürzumar’ın Yönetmen Tiyatrosu’na inanan, her sahnelediği esere kendi yorumunu katan, imzasını atan bir yönetmen olduğunu bilmiyor muydu? Bal gibi biliyordu… İlkeli bir insanın yapması gereken izin vermemekti, verdiyse de yönetmenin yorumuna saygı duymasıydı. Eleştirilerini tabii ki yapabilir ama illaki insanları aşağılamak (Ve ‘dramatik olanın’ kokusunu almaktaki yetersizliğine rağmen Gürzumar'ı en iyi yönetmen saymak zorunda kaldığımız üçüncü dünyanın bu mutena bölgesinde,) zorunda, tanımlamak, sınıflandırmak zorunda hissetmemeli kendisini, eleştiri başka, sıfat takmak, sınıflandırmak başka şeylerdir...

Örnekleri çoğaltmak mümkün ama gerek yok. Şunu hatırlatarak bitireyim. Yıllar önce Kerem Kurdoğlu’nun, muhalif bir sese, Coşkun’a dergide köşe verelim önerisi… benim kabul etmem, Orhan’ın (Alkaya) ise, “Coşkun’un Theope’si dışındaki bir muhalefetini gösterin, ben de kabul ediyorum.” demesinden sonra Kerem’in önerisini, benim de kabulümü geri almamla biten süreç.

Kim kimin Aşil Topuğu

Bulunmaz’ın başta DT olmak üzere, tüm devlet kurumlarına, devlet kurumlarıyla ilişki içinde olan kişi ve kuruluşlara karşı amansız bir mücadele verdiği süreçte, çevirilerini, tek oyununu bu kurumlarda oynatmak için olmadık mücadele veren, diziler yazan, İş Bankası gibi Bulunmaz’ın toptan karşı olduğu kurumlarda kitabını yayımlatmak için olmadık kavgalar veren, azıcık para kazandığında, Bulunmaz hatırlar, ‘oğlumun jakuzili evinde kalacağım bir süre’ diyerek hava atabilen Büktel mi Bulunmaz’ın "Aşil topuğu", yoksa Bulunmaz mı, Büktel’in “Aşil topuğu”?

Başından beri, Büktel’in yazılı bir yayın bulduğu anda, gözünü kırpmadan, en yakın arkadaşını harcamasını dikkate getirmeye çalıştım, Bulunmaz’ın ise mahcup bir tavır takınarak, günlerdir onlarca sayfa yazmansına rağmen, yukarıda sorduğum soruyu aklına bile getirmemesine hayıflandım. Bir burjuva özentisi, o özendiği yapının içinde yer almak için her şeyi yapan ama yer alamadığı için muhalifmiş gibi görünüp, bir sosyalisti kullanması, evet kullanması ve tarihe kalacak bir belge niteliğindeki yazılı bir mecra bulduğu ilk anda da "gayri insani", "Aşil topuğum" olarak lanse etmek için bir an bile tereddüt etmemesi karşısında Büktel gerçeğini bir kez daha gözlere sokmak istedim, evet Bulunmaz’ı kışkırtmak istedim, kendinin Büktel fenomeni karşısında ya da yanında nasıl bir pozisyonda kaldığını görmesi için. Evet, kışkırtmak istedim, Fox TV’deki yazımına katkıda bulunduğu alelade bir dizinin reyting’leriyle nasıl da mutlu olduğunu görmesi için kışkırtmak istedim. Evet, kışkırtmak istedim, "Aşil topuğum" diye, "insanlık dışı" diye aşağılamaya, tanımlamaya kalktığı Bulunmaz’ın egosunu okşamak için durup dururken Hüseyin Hilmi’den bir alıntı yayımlamasının anlamını Bulunmaz sorgulasın diye kışkırtmak istedim.

***

Bu yazıyla bitireyim istiyorum, onun için bir iki noktayı daha dikkate getireyim.

Büktel, Bulunmaz’a "Aşil topuğum olma dedim" dediğini açıkladı. Bulunmaz, Büktel’e “Pardon, sen ne diyorsun, kime diyorsun?” diyeceğine, döndü bana “Devlet Tiyatrosu’nun Aşil topuğu” dedi. Haydaaa…

1. Biz batsak, DT’ye ne?
2. Biz çıksak, DT’ye ne?
3. Neden Yeni Tiyatro Dergisi “DT’nin Aşil topuğu”, değil de Tiyatro… Tiyatro?..
4. Neden Sahne Dergisi “DT’nin Aşil topuğu”, değil de Tiyatro… Tiyatro?..
5. Neden, İBBŞT’nin Aşil topuğu değiliz de DT’nin Aşil topuğuyuz?..
6. Neden, İzmit Ş.T.’nin Aşil topuğu değiliz de DT’nin Aşil topuğuyuz?..
7. Neden, Akbank Sanat’ın Aşil topuğu değiliz de DT’nin Aşil topuğuyuz?..
8. Neden, diğer reklam aldıklarımızın Aşil topuğu değiliz de DT’nin Aşil topuğuyuz?..
9. Yaşadığımız dünya da, kapitalist üretim ilişkileri içinde olduğumuz dünyada neden bizim reklam almamız ayıp, suç da, Büktel’in dizi yazması suç değil, Yeni Tiyatro Dergisi’nin reklam alması suç değil de neden bizim reklam almamız suç, Bulunmaz’ın Alman firmasıyla ortaklık kurması suç değil, elmas kalemleri ticareti yapması suç değil de neden bizim onlarca kuruluştan reklam almamız suç? Neden?
10. Neden, Boyut Yayın Grubu tarafından dağıtılan, D&R’lar başta olmak üzere 350 dağıtım noktasında bulunan Tiyatro… Tiyatro… değil de Yeni Tiyatro “Yaygın” olabiliyor? “Saygın”ı katmıyorum, sübjektif bir görüştür, saygı duyarım, ama diğeri objektif.

Bu soruları da artırmak tabii ki mümkün, ama gerek yok, bu soruların yanıtını Bulunmaz kendisine versin, "Evet, ben doğru saptamalar yapıyorum, nesnel davranıyorum, duygularımla görüşlerimi birbirine karıştırmıyorum." diyorsa sorun yok. Okurları da kendisine inanıyor, bu soruları sormuyordur.

"Aşil topuğu" meselesi artık beni ilgilendirmiyor, kim kimi "Aşil topuğu" olarak görüyorsa, görsün. Birbirlerine kıyamayan arkadaşlar "D.T.’nin Aşil topuğu" olarak sıfat takıp, bana yamayıp sıyrılacaklarını düşünüyorlarsa da canları sağ olsun.

Önemli olan Yeni Tiyatro Dergisi okurlarının ne düşündüğü, nasıl algıladığı… Onların aklında Büktel’in saptamaları var.


Güncelleme notu:
Okurlardan ve Bulunmaz’dan özür diliyorum… Ben hiçbir zaman Bulunmaz, “Büktel’in Aşil topuğudur” demememe rağmen, Büktel’in aşağıdaki açıklamalarını yanlış anladığım için özür diliyorum. Aslında tam tersini düşünmeme rağmen, Bulunmaz’ın, “Büktel’in Aşil topuğu” dediğimi sandığı, öyle algıladığı için özür diliyorum, iki arkadaş arasına girdiğim, Bulunmaz’la Büktel’i zor durumda bıraktığım için özür diliyorum. Büktel, Bulunmaz’a "Lütfen benim Aşil topuğum olma", "İsterse de Aşil topuğum olur." dememiş. Yeni Tiyatro Dergisi okurlarına da buradan düzeltme yapıyorum, benim gibi yanlış algılamasınlar. Haa burada bir detay var: "olma" demiş, "olur" demiş, vay be bu detayı kaçırmışım. İki yıl önce söylemiş hâlâ söylüyor ama ben yine yanlış yapıp, üst cümleyle birlikte okumuşum: "…bu senin aleyhine ve dolayısıyla benim aleyhime çok kullanılabilecek bir şey’ dedim. 'Lütfen benim Aşil topuğum olma'", dedim, ben bu cümlede demiş gibi anlamışım, dememiş ki!

Bulunmaz, ben senin Büktel’in Aşil topuğu olduğunu söylemedim, Büktel öyle demiş sandım, yanılmışım, senin kabulün daha gerçek, daha doğru, ben tahrif etmişim hatta uydurmuşum…

"Hilmi hakkında doğru olan, gerçekten gayri insani saydığım benim de, Hilmi'ye de söyledim, yazdım da bunları, "ben Lale Oraloğlu'nu severdim" filan dedim, niye dedim yani, "insanların arkasından konuşmak zaten gayri insani, bu yüzden bir kere karşıyım, bu senin aleyhine ve dolayısıyla benim aleyhime çok kullanılabilecek bir şey" dedim. "Lütfen benim Aşil topuğum olma", dedim. Evet, özetle bu şeyi aynen söylemiştim. "Lütfen benim Aşil topuğum olma", demiştim. Ama bundan öteye bir şey söyleyemem, elli beş yaşında adam, ne isterse onu söyler, ne isterse onu yazar. İsterse de Aşil topuğum olur. (Ç.B., Yeni Tiyatro Dergisi)
“Hemen biz bu konuya müdahale edelim: Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel'in "Aşil Topuğu" olmadı, olmuyor ve asla olmayacak. Hiç kimse heveslenmesin. Birinin, birilerinin, bana bir sıfat takması pek önemli değil. Önemli olan, benim o sıfatı kabul etmem ve/ya toplumun bu sıfatı bana yakıştırması. Herhangi bir sıfatın toplum tarafından benimsenmesi için, öncelikle, o sıfatı yakıştıran kişinin dürüst, gerçekçi, insancıl, halktan yana biri olması gerekir. (Burada da muhtemelen yanlış algılamam var, onun için hiç yorum yapmayayım, öğrendik ki bu sıfatı yakıştıran kişi Büktel değilmiş. M.D.) Yalancı, sahtekâr, insanlıktan nasibini almamış, halka karşıt birinin, herhangi bir sıfatı "piyasa sürmesi" (Bu galiba ben oluyorum, “piyasaya süren”, doğru olabilir ama “piyasaya sürmek” için ortada bir ürün olması gerekmiyor mu? M.D.) olanaksızdır. Asla tutmaz...” (H.B.)

“Yineliyorum; benim "Aşil Topuğu" olabilmem için, ya ben bu sıfatı kabul etmem ve/ya Türkiye tiyatrosundaki LİNÇÇİ alçaklardan değil de, nesnel anlamda sözü dinlenen birçok kişiden icazet alman gerekir Pinokyo'cuğum. Ha, onlardan aldığın icazet sonrası, ben, senin yakıştırdığın sıfata (Vallahi bunu ben yakıştırmadım, tam tersini düşünüyorum, Yeni Tiyatro Dergisi’ndeki Büktel’in tanımlamalarını yanlış anlamışım, affedersin, belki de Büktel “Demirkanlı’ya D.T.’nin Aşil topuğu olma demek istemiştir, editörler yanlış anlamıştır. M.D.) boyun eğersem ne âla; boyun eğmeyip, LİNÇ Kampanyası sürecinde verdiğim mücadele gibi bir mücadele verirsem, sen yine avucunu yada bir başka yerini yalayıp durursun! Nasıl olsa, senin miden her şeyi kaldırır!!!” (H.B)

“Ben, sadece Aşıl Topuğu olmayı değil, beni "Coşkun Büktel, Yeni Tiyatro Dergisi’ne verdiği söyleşide Hilmi Bulunmaz’ı kendisinin Aşil topuğu olmakla itham etti." sözleriyle, benim Aşıl Topuğu olduğumu iddia edebilecek kadar alçalan bir insanın sözlerini asla kabul etmem. Demirkanlı'nın tümce içerisinde kullandığı "itham etmek" sözü Osmanlıca'dır ve sözlük karşılığı "suçlamak"tır.” (H.B.) (Pardon, yanıldığımı yukarıda da belirtmiştim, Büktel seni itham etmedi, ben uydurdum. Yazdıklarımın hepsi yalan (!) Büktel senin için hiçbir şey demedi, onlar benim halüsinasyonlarım. M.D.)
("Lütfen benim Aşil topuğum olma"
, demiştim. Ama bundan öteye bir şey söyleyemem -Daha ne desin, daha açık nasıl yazılır. M.D.- , elli beş yaşında adam, ne isterse onu söyler, ne isterse onu yazar. İsterse de Aşil topuğum olur. -Bu cümlenin daha açık, anlaşılır hatta benim bile anlayacağım versiyonunu da yazar mı Büktel? Ben yanlış anlıyorum ya- M.D.) (C.B., Yeni Tiyatro Dergisi)

Varsayalım ki, biri beni "Aşil Topuğu" olmakla "itham etti" (Hâlâ varsayıyoruz, alıntıyı bir de buraya yapıştıralım: "Lütfen benim Aşil topuğum olma", demiştim. Ama bundan öteye bir şey söyleyemem, elli beş yaşında adam, ne isterse onu söyler, ne isterse onu yazar. İsterse de Aşil topuğum olur. (C.B., Yeni Tiyatro Dergisi), o kişinin ithamı, benim Aşıl Topğu olduğum anlamına mı gelir?” (H.B.) (Ben nerden bileyim Bulunmaz, ona sen karar vereceksin ya kabul edip susacaksın ya konuyla alakasız sayfalar yazıp hiç değinmeyeceksin ya da Büktel’in deyimiyle “açıkça, mertçe, Türkçe” yazacaksın ki ne dediğini herkes anlasın, sen bana hakaretlerini bir başka başlık altında da yapabilirsin, yeni sıfatlar takarsın herkes hemen kabul eder, onu geç, sadede gel de ne dediğin anlaşılsın, “varsayalım”, “varsaymayalım” paşa gönlün ne istiyorsa öyle “say”, bize ne!)
"ben, hiçbir bireyin "Aşil Topuğu" olmam. Bana biri, Pinokyo Demirkanlı'nın çarpıttığı örnekde görüldüğü gibi, (Çarpıttığım örneğe bakalım: "Lütfen benim Aşil topuğum olma", demiştim. Ama bundan öteye bir şey söyleyemem, elli beş yaşında adam, ne isterse onu söyler, ne isterse onu yazar. İsterse de Aşil topuğum olur.” (C.B., Yeni Tiyatro Dergisi) varsayalım ki (Hâlâ Varsaymak, inanamıyor, gerçekten inanamıyorum! Sanırım, bence yoksayman daha “gerçekçi” olur, hiç uğraşma, dünya’nın 95 ülkesinden de izlenen bloğunu okurlarına mahrum etme, kuyudaki taşı çıkartmak için de bu kadar çaba gösterme, değmez. M.D.) Coşkun Büktel, "Aşil Topuğum" derse, (Der gibi mi yaptı, yoksa dedi mi bilemedik galiba, ama kimse bana inanmasın, aslında dememiştir, ben öyle sanıyorumdur! Bulunmaz nasıl algılıyorsa “gerçek” odur. Zaten denen ya da denmeyen ama benim denmiş gibi algıladığım “gayri insani, “Aşil topuğu” tanımlamalarına Hilmi’yi kimse inandıramaz, benim de niyetim o değil. O “gerçekçi”, ben se; say sayabildiğin kadar, üret üretebildiğin kadar sıfat. Biri birine “Aşil topuğum olma” dedi, biri yanıt vereyim derken beni D.T.’nin Aşil topuğu yapıp rahatladı. İyi ki bu kadar gerçekçi değilim.M.D.) ben bunu asla kabul etmem.” (H.B.) (Etme, kabul et diyen mi oldu? Sen git bunları Yeni Tiyatro Dergisi okurlarına anlat, onlar hâlâ Büktel’in söylediklerini gerçek sanıyor. M.D.)
Şimdi fark ettim, şu cümleyi bile yanlış okumuşum, Büktel: "Hilmi hakkında doğru olan, gerçekten gayri insani saydığım" dememiş, ben uydurmuşum, Büktel: "Hilmi hakkında doğru olmayan, gerçekten gayri insani saymadığım" demiş. Bu terbiyesizliği bile yapmışım, durup dururken Bulunmaz’a bir de "gayri insani" demişim, üstelik Büktel söylüyormuş gibi tahrif etmişim. Ne ayıp…

Not: Bu güncelleme notu, yazarlar bölümündeki format yanlışı nedeniyle, bold ve kullanılan renklerden yoksun olarak yer alacaktır.

Haber Giriş Tarihi: 04 Eylül 2010

(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)