28 Ekim 2008 Salı

BULUNMAZ (26 EKİM 2008)


Hilmi Bulunmaz ile Kazım Şimşek'in konuşması (26/10/2008) from Cemal Bulunmaz on Vimeo.
25 Ekim 2008 Cuma gününden bu yana yasaklı olan bloglarla birlikte, sitemiz de kapalıydı. Sitemiz kapalıyken www.tiyatroyun.com üzerinden yayına başladık. (28 Ekim 2008)

24 Ekim 2008 Cuma

üzerine ölüm yağdırılan yüzleri unutmadım

hilmi bulunmaz
24 ekim 2008


unutmadım seni
unutmadım şili
ben unutmam hiçbir şeyi

üzerine ölüm yağdırılan yüzleri unutmadım

bakıyorlar bana dimdik
bakıyorlar haykırarak
unutulmamaya yeminli

üzerine ölüm yağdırılan yüzleri unutmadım

nasıl da benziyorlar erdal'a
dalından koparılan ham meyveye benziyorlar
unutmak ihanettir

üzerine ölüm yağdırılan yüzleri unutmadım

deniz'in yüzü var yüzlerinde
mahir'in gülücüğü
unutulmayan bir şeyler var

üzerine ölüm yağdırılan yüzleri unutmadım

onlar ki kavga verdiler
ve öldüler halkı için
bayrak gibi gezdiriliyor alanlarda yüzleri

üzerine ölüm yağdırılan yüzleri unutmadım

21 Ekim 2008 Salı

suyu gözlerinde taşıyan kadın

hilmi bulunmaz
21 ekim 2008


kadın kokuyorsun
bir de su
gözlerine gizlenmiş dünya
biraz daha baksam
ağlayacaksın

bu bir nakarattır
agua por frida

kan kokuyorsun
bir de ağaç
dallarında nice eflatunlar var
salıncak kursam
sallanacaksın

bu bir nakarattır
agua por frida

imge kokuyorsun
ritmi yutan zaman
çılgın bir sessizlik
nallarında yıldırım taşıyan atlar

bu bir nakarattır
agua por frida

seninle başladı hayat
seninle bitti
suyu gözlerinde taşıyan kadın

11 Ekim 2008 Cumartesi

meksika'nın anası

hilmi bulunmaz
11 ekim 2008


magdalena carmen frida kahlo calderon
uzun bir adın var
adından kısa sürdü yaşamın

hüzünlü bir türkü gibi doğdun
ve hüzünlü bedeninle
meksika'yı doğurdun
temmuz ayıydı
başkentin güneyinde
coyoacan'da

ilk fotoğrafını baban çekti
ve
ilk dansını kızılderili matilde yaptırdı sana
kameraya güldün
dans ederken güldün
meksika devrimi gerçekleştiğinde
ağız dolusu güldün


meksika senden doğdu
meksika'yı sen doğurdun

felç geçirdin
tahta bacak frida

dünyanı genişlettin
ulusal hazırlık okulu'nda

hep koştun
hayata
bağıra bağıra
yaşasın koşmak
yaşasın hayat

sanata
edebiyata
ve
elinden düşürmediğin felsefeye koştun

aynı sınıfı paylaştın
alejandro gomez arias
jose gomez robleda
ve
alfonso villa'yla

başını eğmedin
başını acılara yoldaş ettin

sana tokat attığında

kara giysili kader
değişti hayatın
derinden

acı çektin
korselere büründün
ve
hastane adlarını ezberledin
teker teker

doktorlarla konuşmaktan yorulunca sustun
omurgandan acı çektin
sağ bacağından acı

bıçak altına yattın
tam otuz iki kez
acılardan kurtulamadın
yine de

sağ bacağın kesildi
en güzel yerinden
güpegündüz
meksika'nın gözü önünde

eline fırça
eline boya
ve
eline tuval
değdiğinde
unuttun acını

kendi resmini yaptın
yüreğinde gizlenen meksika'nın resmini

meksika'yı
sen
doğurdun

ve
sonra
selamlaştın
küba'yla

selamlaştın
julio antonio mella
ve
tina modotti'yle

ve
zamanı geldiğinde
meksika komünist partisi'ndeydin

bırakmadın elinden
fırçayı
boyayı
ve
tuvali
hiç bırakmadın

sekerek gittin

diego rivera'yı görmeye
o da seni gördü
bir akşamüstü
görüştünüz sürekli

birlikte resim yaptınız
diego rivera'yla
çocuk yapamadınız

üç yıl yaşadınız emperyalist ülkede
diego rivera'yla birlikte
duvarlarını aydınlatarak

resim yaptınız

bir yıl ara verdiniz
birlikte resim yapmaya
ve
çocuk yapma idmanlarına
ara verdiniz

başladığınızda kolektif resme
yeniden
yerleştiniz mavi renkli eve

troçki'yi sevdin
öğretmen oldun
la esmeralda'da

bir temmuz ayında başlayan yaşamın
bir temmuz ayında bitti

son soluğuna konan resmin
büyük bir slogandı
yaşasın hayat

sen öldüğünde
gündüzlerinin ve gecelerinin celladı
utandı yalnızlığından
tekerlekli sandalye utandı

fırçalar
boyalar
ve
tuvaller
utandı

yetim bıraktığın resimlerin utandı

biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz
diyen guernica ustası utandı

ben ve papağanlarım
maymunlarla otoportre
yüzünü gizlediler
sen gidince

En çok okunan yazılar için TIKLAYINIZ!

Kazmacıbaşı Orhan Alkaya'ya OYÇED'li yoldaş!
Lemi Bilgin ve Orhan Alkaya, utanıyorlar mı?...
Özdemir Nutku yine insan içine çıkamadı!...
Zafer Gecegörür, Nadide Sultan'ı sunar!...
Tudora Arnaut (Тудора Арнаут) yazdı...
'Ölüleri Gömün'ü gömmek isteyenler
Tuncer Cücenoğlu nihayet utandı
Istvan Örkeny'den "Kedi Oyunu"
Yaşam Kaya'nın serzenişi...
Esen Çamurdan yazdı...

Manken

Hilmi Bulunmaz
10 Ekim 2008


Küçükken, hep manken olmak istemişimdir. Yok canım; sandığınız mankenlerden değil. Vitrine konulan cansız mankenlerden...

Ben, on yaşıma dek, bırakın vitrin mankeni görmeyi, vitrin bile görmemiştim. Hem de ülkemizin en büyük kentinde dünyaya gelmeme ve aynı kentte yaşamama karşın...

Vitrinin ve mankenin ne olduğunu, ilk kez bir radyo tiyatrosundan öğrenmiştim. Yaşadığımız yerde elektrik olmadığından, pille çalışan radyomuz, yoğun parazitlerle de olsa yayınını sürdürüyor ve en büyük eğlence aracımız olma birinciliğini hiçbir şeye kaptırmıyordu...

Vitrinin ve mankenin ne olduğunu öğrendiğim radyo tiyatrosunun konusunu şu anda anımsamam zor. Aradan o denli zaman geçti ki!... Yalnız, vitrin mankenlerinin de duyguları olduğuna değindiğini hayal meyal anımsıyorum... Hatta, pinokyodan da dem vuran bir izleğe sahipti... Üzerinde biraz daha dursam, konuyu ayan beyan anımsayabilirim belki. Ancak, o denli düş yorgunuyum ki, üzerinde durmaya hiç niyetim yok!...

Yazar, radyo tiyatrosunun öyküsünü o denli güzel kurgulamıştı ki, radyonun başına toplandığımızda, aileden hiçbir birey, tuvalete gitme gereksinimi bile duymazdı...

Görsel değil, işitsel imgeye dayalı bir izleme söz konusu olduğundan, her bireyde ayrı bir tat bırakan radyo tiyatrosu, hepimizde şiir yazma isteği uyandırırdı. Oyunun adını anımsayamadığım için, şimdilik, anımsayıncaya dek, bu oyuna Manken deyip geçeceğim...

Manken deyip geçmeyin!... Bu Manken adını koyduğum oyun, insanı o denli sarıp sarmalıyordu ki, dinlerken her anını içselleştiriyordunuz. İnsanda mankenleşme ve yeniden insanlaşma isteği uyandırıyordu Manken oyunu...

Hiç unutmam bir gün, o denli yoğunlaşarak dinliyordum ki Manken oyununu, dalıp gitmiştim. Oyun bitmiş, haberler başlamış, radyonun başında, babamın dışında hiç kimse kalmamıştı. Haberleri sunan otoriter sesli sunucu bile, bana Manken oyununun bir kahramanı gibi gelmişti. Oysa, haberleri hararetle sunan kişi, savaşta ölenlerin sayılarını, kimliklerini anlatmaya başlamış; ben ayrımsayamamıştım...

Ölenlerden birinin soyadı Manken'miş!... İnanılır gibi değil... Haberlerin sonuna geldiğimizi, ulusal marşın okunmasıyla anlamıştım. Babam, "çıt" diye radyo düğmesini sağdan sola doğru çevirdiğinde düşlerimden uyanmıştım...

Meğerse haberler başlayınca, radyodan gelen sesi değil; içimden gelen sesi dinlemişim. Sonradan anlamıştım...

Dalıp gitmişim... Okulu yarıda bırakmışım, bir işe girmem gerekmiş: Tabut yapan bir marangoza çırak durmuşum. O yıl, işler o denli kötü gitmiş ki, hiç kimse ölmemiş ve hiçbir tabut yapamamışız. Ustam, gelen ısrarlı teklifler karşısında vitrin mankeni imalatına yönelmiş. Ben de işimde sebat etmiş, imal edilen vitrin mankenlerine can vermeye başlamışım. Elimin değdiği mankenler o denli beğenilmeye başlanmış ki; son haline gelen mankenler, adeta insan gibi bakıyor, insan gibi düşünüyor ve konuşmaya başlayacaklarmış gibi, ileri hamle yapar görünüm kazanıyorlarmış...

Bizim imal ettiğimiz mankenler, hızla ve ısrarla satın alınırken, diğer tüm manken imalatçıları zorluklar yaşamaya başlamışlar. Ne denli uğraşırlarsa uğraşsınlar, ürettikleri mankenleri satamıyorlarmış. Tüm müşteriler, bizim dışımızdaki manken üretenlerin, mankenlere soluk veremediği kanısına varmışlar...

Ustamın yorulduğu ve tek başıma bir mankeni yapmama izin verdiği bir zaman diliminde, hızla ve hırsla bir manken yapmıştım. Manken, biter bitmez soluk alıp bana bakmış, gülümsemiş, elimi sıkarak teşekkür etmiş ve hızla koşup gözden kaybolmak istemişti. Şaşırmıştım... Hem de çok şaşırmıştım... Peşinden koşmuştum. Manken, dönüp arkasına bakmış ve "Benden ne istiyorsun?" demişti... "Hi-hiiiç..." diye kekelemiştim... "Neden peşimden koşuyorsun?" diye sormuştu. "Bilmem" demiştim. "Ben özgür bir mankenim. Lütfen peşimi bırak." diye yalvarmıştı. "Ama... seni... ben..." diye gevelemiştim. "Haydi bana eyvellah!" diyerek hızını artırmıştı. "Hiç olmazsa adını..." deyip, yarım tümce kurmuştum. "Adım Pinokyo!..." demişti fısıltıyla ve şimşek hızıyla uzaklaşmıştı...

Babam, radyonun düğmesini sağdan sola doğru çevirirken; "Haydi bakayım doğru yatağına!..." diye seslenmişti...

hayat veren su

hilmi bulunmaz
11 ekim 2008


sevgili
duyuyor musun beni
ganj'dan sesleniyorum sana
uzaktan
tanrıların insan kılığına girdiği
insanların tanrılaştığı ırmaktan

namaste
ab-ı hayat

bugün on beş ocak
birazdan ganga sagara festivali başlayacak
ve sen
hayat veren su
başında ay
gözlerinde dünyayı saklayan tanrıça
bekleyeceksin sabırla

namaste
ab-ı hayat

ışık
şimşek
ve parıltı var gözlerinde
ganga sagara'yı bekleyen tanrıça
fırlayıp seni çizen ressamın kollarından
bağıracaksın
hare krişna
krişna hare

namaste
ab-ı hayat

ganj'la birleşecek bengal
devahuti'nin oğlu asraramı kapilasrama
bekleyecek seni
sen tanrıları beklerken
hayat veren su
ganga sagara'nın yoldaşı
bekleyeceksin ganj'da

namaste
ab-ı hayat

bhagirathi ganj'ı indirdiğinde okyanusa
göksel tanrılar ağlayacaklar
ve ağıt yakacaklar sana
hayat veren su
gezegenler duracak ansızın

namaste
ab-ı hayat

8 Ekim 2008 Çarşamba

beyaz ölüm

hilmi bulunmaz
8 ekim 2008


beyaz gelir dünyaya
beyaz gider ölüme
kasabın ellerinde
vay domuz vay

kirlenmez kesinlikle
karışmaz hiç kimseye
çanağını deviren köpeğe bile
vay domuz vay

durur
korkunun geçmesini bekler
üşür düştüğü çukurda
örter düşlerinin üzerini
en kalın sözlüklerle
vay domuz vay

beyaz gelir dünyaya
beyaz gider ölüme
kasabın ellerinde
vay domuz vay

ellerim yakışmıyor giysilere

hilmi bulunmaz
8 ekim 2008
.
.
ellerim yakışmıyor giysilere
gizliyorum sesimi rüzgardan
bakışlarım ürkek bir kedi gibi titriyor
ve
hiç ummadığım zamanda
saçlarım dökülüyor
.
utkunun peşine düşmüş dünya
ölüme koşuyor hızla
oysa ben
yaşamak istiyorum
ve
utku umurumda değil
hüzünleniyorum
.
silik bir kimlik verildi bana
bir de anlamsız yüz
ifadesiz gözler
ve
dudaklarım tembeldi ezelden
.
kül rengi akşam
sisli bahar
hızlı koşan tay
yaralı kırlangıç
ve
bir de amansız yorgunluk
.
ellerim yakışmıyor giysilere
gizliyorum sesimi rüzgardan

6 Ekim 2008 Pazartesi

sina dağı bak bana

hilmi bulunmaz
7 ekim 2008


aç gözlerini
bak bana


görüyorum seni
ege'deyim
izmir'in tepelerinde

görüyorum seni
açılan kalbimin gözüyle

aziz katerina'ya selam söyle
musa'ya da

titreyen parmaklarının ucuyla dokunduğu
tevrat'ın yapraklarına selam söyle

sina dağı

kavmimi salıver ki
çölde bana bayram etsinler

mısır'dan baktım dünyaya
ege'nin kıyısından
ve istanbul'da

boğaz'dan

bağırıyorum sana
sina dağı

bak bana

kavmimi salıver ki
çölde bana bayram etsinler

balmumu tıkıştırılmış kulaklarda
allah'ın sesi var
musa'nın şiirsel ezgisi
on ayrı emir
ve
seninle başlayıp
seninle biten doruk var
sina dağı

bak bana

kavmimi salıver ki
çölde bana bayram etsinler

çölden geldim ben
çöle dönmek isterim
bir prenses büyüttü beni

prens olmam için
bir prenses büyüttü
ama ben
ezilenlerin türküsünü söyledim

kavmimi salıver ki
çölde bana bayram etsinler

bir köleyi dövüyordu
mısırlı bir kahya
dayanamadım
ölüm acı olsa da
öldürdüm mısırlıyı
ve
çöle kaçtım hızlıca
katırtırnaklarının arasından

çöle

kavmimi salıver ki
çölde bana bayram etsinler

çalılar yandı
vahiy geldi
ve
döndüm mısır'a


dinlemedi firavun beni
hiç kimseyi dinlemedi
on felaket getirdi başımıza
oysa on emir gizliydi ellerimde

firavun ellerimi dinlemedi

kavmimi salıver ki
çölde bana bayram etsinler

açıldı kızıldeniz
ve
kapandı
açıldığı hızla
boğuldu firavun

boğuldu acı veren insanlar
üzülmedim onlara

kavmimi salıver ki
çölde bana bayram etsinler