11 Ekim 2008 Cumartesi

Manken

Hilmi Bulunmaz
10 Ekim 2008


Küçükken, hep manken olmak istemişimdir. Yok canım; sandığınız mankenlerden değil. Vitrine konulan cansız mankenlerden...

Ben, on yaşıma dek, bırakın vitrin mankeni görmeyi, vitrin bile görmemiştim. Hem de ülkemizin en büyük kentinde dünyaya gelmeme ve aynı kentte yaşamama karşın...

Vitrinin ve mankenin ne olduğunu, ilk kez bir radyo tiyatrosundan öğrenmiştim. Yaşadığımız yerde elektrik olmadığından, pille çalışan radyomuz, yoğun parazitlerle de olsa yayınını sürdürüyor ve en büyük eğlence aracımız olma birinciliğini hiçbir şeye kaptırmıyordu...

Vitrinin ve mankenin ne olduğunu öğrendiğim radyo tiyatrosunun konusunu şu anda anımsamam zor. Aradan o denli zaman geçti ki!... Yalnız, vitrin mankenlerinin de duyguları olduğuna değindiğini hayal meyal anımsıyorum... Hatta, pinokyodan da dem vuran bir izleğe sahipti... Üzerinde biraz daha dursam, konuyu ayan beyan anımsayabilirim belki. Ancak, o denli düş yorgunuyum ki, üzerinde durmaya hiç niyetim yok!...

Yazar, radyo tiyatrosunun öyküsünü o denli güzel kurgulamıştı ki, radyonun başına toplandığımızda, aileden hiçbir birey, tuvalete gitme gereksinimi bile duymazdı...

Görsel değil, işitsel imgeye dayalı bir izleme söz konusu olduğundan, her bireyde ayrı bir tat bırakan radyo tiyatrosu, hepimizde şiir yazma isteği uyandırırdı. Oyunun adını anımsayamadığım için, şimdilik, anımsayıncaya dek, bu oyuna Manken deyip geçeceğim...

Manken deyip geçmeyin!... Bu Manken adını koyduğum oyun, insanı o denli sarıp sarmalıyordu ki, dinlerken her anını içselleştiriyordunuz. İnsanda mankenleşme ve yeniden insanlaşma isteği uyandırıyordu Manken oyunu...

Hiç unutmam bir gün, o denli yoğunlaşarak dinliyordum ki Manken oyununu, dalıp gitmiştim. Oyun bitmiş, haberler başlamış, radyonun başında, babamın dışında hiç kimse kalmamıştı. Haberleri sunan otoriter sesli sunucu bile, bana Manken oyununun bir kahramanı gibi gelmişti. Oysa, haberleri hararetle sunan kişi, savaşta ölenlerin sayılarını, kimliklerini anlatmaya başlamış; ben ayrımsayamamıştım...

Ölenlerden birinin soyadı Manken'miş!... İnanılır gibi değil... Haberlerin sonuna geldiğimizi, ulusal marşın okunmasıyla anlamıştım. Babam, "çıt" diye radyo düğmesini sağdan sola doğru çevirdiğinde düşlerimden uyanmıştım...

Meğerse haberler başlayınca, radyodan gelen sesi değil; içimden gelen sesi dinlemişim. Sonradan anlamıştım...

Dalıp gitmişim... Okulu yarıda bırakmışım, bir işe girmem gerekmiş: Tabut yapan bir marangoza çırak durmuşum. O yıl, işler o denli kötü gitmiş ki, hiç kimse ölmemiş ve hiçbir tabut yapamamışız. Ustam, gelen ısrarlı teklifler karşısında vitrin mankeni imalatına yönelmiş. Ben de işimde sebat etmiş, imal edilen vitrin mankenlerine can vermeye başlamışım. Elimin değdiği mankenler o denli beğenilmeye başlanmış ki; son haline gelen mankenler, adeta insan gibi bakıyor, insan gibi düşünüyor ve konuşmaya başlayacaklarmış gibi, ileri hamle yapar görünüm kazanıyorlarmış...

Bizim imal ettiğimiz mankenler, hızla ve ısrarla satın alınırken, diğer tüm manken imalatçıları zorluklar yaşamaya başlamışlar. Ne denli uğraşırlarsa uğraşsınlar, ürettikleri mankenleri satamıyorlarmış. Tüm müşteriler, bizim dışımızdaki manken üretenlerin, mankenlere soluk veremediği kanısına varmışlar...

Ustamın yorulduğu ve tek başıma bir mankeni yapmama izin verdiği bir zaman diliminde, hızla ve hırsla bir manken yapmıştım. Manken, biter bitmez soluk alıp bana bakmış, gülümsemiş, elimi sıkarak teşekkür etmiş ve hızla koşup gözden kaybolmak istemişti. Şaşırmıştım... Hem de çok şaşırmıştım... Peşinden koşmuştum. Manken, dönüp arkasına bakmış ve "Benden ne istiyorsun?" demişti... "Hi-hiiiç..." diye kekelemiştim... "Neden peşimden koşuyorsun?" diye sormuştu. "Bilmem" demiştim. "Ben özgür bir mankenim. Lütfen peşimi bırak." diye yalvarmıştı. "Ama... seni... ben..." diye gevelemiştim. "Haydi bana eyvellah!" diyerek hızını artırmıştı. "Hiç olmazsa adını..." deyip, yarım tümce kurmuştum. "Adım Pinokyo!..." demişti fısıltıyla ve şimşek hızıyla uzaklaşmıştı...

Babam, radyonun düğmesini sağdan sola doğru çevirirken; "Haydi bakayım doğru yatağına!..." diye seslenmişti...