Not: Bu yazı, daha önce, OYUN'da yayımlandı... Ne var ki, Oruç, yazısını yeniden ele aldığından, bir kez daha yayımlama gereksinimi duyduk...
(OYUN'daki) Güncelleme: Bu siteyi Hilmi Bulunmaz kurdu... Hilmi Bulunmaz, konservatuarın insanı geliştirdiği kanısında değil. Bu sitenin tiyatral kuramı, Bulunmaz Tiyatro tarafından belirleniyor... Bulunmaz Tiyatro, konservatuar anlayışına (da) karşı olduğundan yaşayabiliyor... Bu site, her ne denli platform gibi görünse de, aslında tiyatral/siyasal çizgisi sosyalizm olarak belirlenmiş bir site...
Konservatuarlarda okuyan oyuncu adaylarının, "her hafta 500 sayfa kitap okuyan aydın adayı" olarak yönlendirildiğini sanmıyoruz. Konservatuarların, insanı özgürleşmeye değil, tutsaklığa ittiğini düşünüyoruz...
Herşeye karşın, Kemal Oruç'un emeğini önemsiyor ve yazısını yayımlanabilir nitelikte buluyoruz. Kuzuların sessizliğinden yana olan tiyatro evreninde, Oruç'un daha önemli işler yapabileceği varsayımıyla sitemizi kendisine açıyoruz:
Kemal OruçBu çalışmamda Muhsin Ertuğrul’un tiyatro yaşamından yola çıkarak bugünkü Türk Tiyatrosu’nu ve konservatuvar sistemini değerlendirmeye çalıştım.
Günümüz tiyatrosunun yozlaşmasında, yapılan oyunların seyircinin ruhuna değil dalağına hitap etmesinde kuşku yok ki tiyatronun toplumsal yanının unutulması; ticari tiyatroların salt domates satar gibi bilet satma sevdasına kapılması yatmaktadır.
Muhsin Ertuğrul, çağdaş tiyatroyu ülkemize kazandırmaya çalışırken seyircinin alışagelmiş olduğu vodvil, fars tarzı oyunlardan bir türlü vazgeçemediğini; düşündürmeye sevk eden, daha çok klasik olan, oyunları oynatmak ve kabul ettirmek için büyük zahmetler çektiğini biliriz.
Bu oyunları en iyi biçimde sahneye koyabilmek için de belli bir akademik eğitimden geçmiş, alaylı olmayan, oyuncular olması gerktiğini vurgulamış ve konservatuvar kurulması için gerekli başvuruları yapmıştır.
M. Ertuğrul, Darülbedayi’nin Ankara turnesinde, 11 Nisan 1930’da, bir oyun sonrasında, Atatürk’le görüşür. Atatürkten, tiyatro sanatının eğitimle bütünlenerek alaylı gelenekten kurtarılması adına, konservatuar açılması için istekte bulunur. Sanatçımız, 15 Ekim 1930’da, İstanbul’da Darülbedayi’ye bağlı Tiyatro Meslek Mektebi’nin açılışına öncülük eder. Ödeneksizlik nedeniyle kapanan bu okulun yerine R. A. Sevengil’in önerisiyle, yine İstanbul Belediyesi’ne bağlı kurulan konservatuvarda sahne dersi öğretmeni olarak görev alır.*
Ülkemizde kurulan ilk konservatuvarda Muhsin Ertuğrul’un payı büyüktür. Fakat o zaman açılan konservatuara katılan birçok kişiden ancak altı tanesi yaş, fizik ve ilgi dolayısıyla eğitim almaya hak kazanmıştır. Bugün ise her konservatuvara başvuran ortalama 150 kişiden 12- 15 kişisi eğitim almaya hak kazanmaktadır.
Günümüzde tiyatro eğitimi başta konservatuvarlarda, güzel sanatlarda, resmi ve resmi olmayan kurumlarda verilmektedir. İnternet platformlarında, sezon başında duyuruları takip ettiğimizde tiyatroda iki oyuna çıkıp da tiyatro eğitmeni olduğunu varsayan ve eğitmenlik yapmak için öğrenci arayanları görüyoruz. Önceden bu işi bilmese de oyunculuk yapmaya kalkışan birçok kişi vardı; şimdi bu kişiler eğitmenliğe de merak saldı.
Öncelikle şu soruya cevap bulmak gerekir: Bir genç konservatuvara neden gitmeli neden gitmemeli?
Eğer ki bir genç şunları düşünüyorsa;
1- İyi taklit yapıyorum; benim çok yetenekli olduğumu söylüyorlar.
2- Konservatuvar çok eğlenceli görünüyor.
3- Dizilerde oynamak istiyorum.
4- ÖSS’de ancak barajı geçebildim, bari yetenek sınavına gireyim.
5- Okulda bir oyunda oynadım, annem beni takdir etti. Konservatuara girmemi istiyor.
6- Bu işte çok para var diyorlar.
hemen konservatuvar sevdasından vazgeçsin; çünkü hiç de düşündüğü gibi değil!
Öncelikle konservatuvarda eğitim almak demek bu işi gerektiği gibi, büyük bir disiplinle ve başlıbaşına bir meslek kabul ederek yapmak demektir. Bu düşüncenin yararlı olduğu gibi zararlı yanları da vardır. Böyle kabul etmenin en büyük zararı, tiyatroyu sadece “ticari alan” kabul etmektir. Oysa tiyatro bir meslek olduğu halde, diğer bütün ticari işlerden çok farklıdır. Salt para kazanmak için tiyatro yapamazsınız; ama parasız da bu işi yapamazsınız. Sanat için ama maddi destekle yapmak galiba daha doğru olandır.
Öncelikle iyi taklit yapmak demek, iyi bir oyuncu olacağınız anlamına gelmez. Tiyatro oyunculuğu yapmak taklitten başka birşeydir. Taklit demek kopya etmek demektir. Oysa oyunculuğun temeli yaratıcılığa dayanır.
Konservatuvarın çok eğlenceli olduğu hiç de doğru değil. Zira en ağır bölümlerden biri. Akşam geç saatlere kadar süren dersler, haftasonu çalışmaları, akşam evde dahi çalışma zorunluluğu, haftada ortalama beşyüz sayfa kitap okuma zorunluluğu, tatilde bile okunması gereken kitaplar ve hazırlanması geken yüklü ödevler...
Bütün bunları yapıp dört yıl sonunda mezun olduktan sonra da tıkanan devlet tiyatrosu kadrosu dolayısıyla işsiz kalma olasılığı... Özel tiyatrolar da zaten iyi oyuncular barındırıyor; dolayısıyla yeni mezun birini neden kadrosuna alıp da durduk yere maaş ödesin? Hatta kendi kendinize bir sorun son beş yıl içinde konservatuvardan mezun olup da iyi bir yerde tiyatro yapabilen kaç kişi var? Bir elin parmaklarını geçmiyor mu? Peki büyük bir çoğunluk olan diğerleri nerede? Mecburen dizilerde oynuyorlar!
Sadece dizilerde oynamak için konservatuvar okumaya, dört yılı harcamaya hiç gerek yok. Gidin, bir cast ajansına kayıt olun ve görücü usulü rol beklemeye başlayın. Dizilerde hiç oynamanıza, emek harcamanıza da gerek yok, zira yoldan geçen adam bile rol alıyor! Bir an önce dizi oyunculuğuna(!) başlamanın başlıca sebeplerinden biri de "Ben bu işin eğitimini dört yıl boyunca türlü zorluklarla aldım, artık para kazanma zamanı geldi." düşüncesi olsa gerek! Tiyatroda var olmak için mücadele etmeyip bu kolaycı düşünceyi besleyenler, hep o renkli, soğuk kutuda ve cansız beyaz perdede ömrünü çürütmeye mahkumdur!
ÖSS’de barajı ancak geçebildiniz ve bir üniversitede okumak istiyorsunuz; dolayısıyla konservatuvar yetenek sınavlarına başvurdunuz. (Bunu yapan o kadar çok kişi var ki!) Tesadüfen ya da bir torpille kazandınız (!) diyelim. Tesadüfen ve torpille mezun olma şansınız hiç yok. Çünkü sizi aldıran hocadan geçseniz bile diğer hocalardan kalır ve sürünürsünüz. Bence yeniden ÖSS’ye girin ya da bir an önce bir iş bulun kendinize.
Okulda bir müsamerede oynadığınız rolü elbette herkes beğenmiştir; çünkü zaten oyuncunun yerine kendini koyan seyirci bir de genç yaşta sahneye çıkan kişiyi daha da çok beğenmiştir. Bu seyirci topluluğunun çoğunluğunun da aile, aile yakınları ve arkadaşlar olduğunu düşünürsek, beğenilmeniz ve de övülmeniz çok doğaldır. Sırf anneniz ya da arkadaşlarınız çok beğendi diye konservatuvara girmek istemeniz ham bir düşüncedir. Oturup enine boyuna düşünmeniz ve bir kesinlik kazanıp, kendi kararınızla , sonucunu da düşünerek konservatuvara girmeye karar vermeniz gerekir. Konservatuvar yetenek sınavında sizin ne kadar yetenekli olduğunuza değil, ne kadar çalıştığınıza ve sadece sınava hazırlanırken bile ne kadar emek verdiğinize bakacaklardır zaten. Ayrıca bir birikiminiz olması da gerekmektedir. Örneğin, kitap okuma alışkanlığı olmayan birinin konservatuvarda tutunması çok zordur. “Hele ben oraya bir kapak atayım” düşüncesi de bir o kadar değersiz ve tehlikeli bir düşüncedir.
Bu işte çok para olduğunu düşünmeyin bile. Öncelikle konservatuvarda okurken bile yapacağınız masraflar sizi bezdirmeye yetecektir. Bir de mezun olduktan hemen sonra iş bulamayacak, yılla sonra iş bulduğunuzda da yaşınız epey bir geçmiş olacaktır.
Unutmayın bugün tiyatronun duayenleri dediğimiz kişiler mezun olduklarında bu kadar çok konservatuvar ve bu kadar çok oyuncu yoktu. Ayrıca tiyatroda tutunabilen kişiler zaten çoğunlukla Türkiye’deki konservatuvar eğitiminin ardından bir de yutrdışında ileri tiyatro eğitimi almış kişilerdir. Şimdi bırakın konservatuvarı, diğer bölümlerden mezun olmak bile olağan birşey ve size ancak o mesleğin kapısını açıyor. İş bulmak ancak ve ancak size kalıyor.
Eğer bütün bu koşulları kabul ediyorsanız, EVET, konservatuvar tam size göre ve kapıları sizin için sonuna kadar açık. Bu kadar büyük bir istekle alabileceğiniz en iyi eğitim de konservatuvar eğitimidir.
Ama şu da var ki günümüzde bir konservatuvara yaklaşık 150 kişi başvuruyor ama ancak 12- 15 kişi alınıyor. Geri kalanların büyük bir çoğunluğu kesin olmayan nedenlerle, öylesine girse de, aralarında onlarca kişi de çok istekli, çalışmış ve bu işi yapmayı hak etmiştir. Bu kişiler konservatuvar okuyamadı diye tiyatro yapamayacak mı? Öyle birşey yok! Gerçekten isteyen, çalışan, emek veren kişi her ne koşulda olursa olsun kendi yolunu açar ve bu işi en iyi şekilde yapar. Konservatuvar okuyan herkes iyi işler yapıyor diye birşey yok. Ve hatta mezun olup da ortadan kaybolan o kadar çok kişi var ki!
Konservatuvar okumak demek “olmak” demek değildir. Yani sadece hocalarınızdan aldığınızla iş yapmaya kalkarsanız yandınız, demektir. Öyle olsa hocalarınız o rolleri oynardı. Ayrıca okurken de, mezun olduktan sonra da taş üstüne taş koymuyorsanız, yeni birşeyler yaratamıyorsanız; aç kaldınız demektir! Zaten hocalarınızın verdiğini geliştiremiyorsanız, bu, kalıplaşmak değil midir?
Bir başka konu da konservatuvarlardaki eğitim kadrosu yetersizliğidir. Bizim ülkemizde birkaç kişi iş yapar, geri kalanlar da onları taklit ederek kalıplaşmaya destek verirler. Türkiye'de, konservatuvarlarda ve diğer tiyatro bölümlerinde yenilikçi çalışan kaç öğretim görevlisi var? Neden hala Avrupa'nın yeni birşeyler yapmasını bekliyoruz? Bizler üretemiyor muyuz? Tiyatroyu 2500 yıl geriden takip etmeye devam mı edeceğiz? Konservatuvar da olsa, güzel sanatlar da olsa eğer aynı eğitimleri tekrar ediyorsa bu kalıplaşmaya götürmektir. Her kim olursa olsun yeni olanı bulmaya ve buldurmaya devam etmelidir. Zaten eğitim sistemimiz yeterince tek tip insan yetiştiriyor! En azından sanat kurumları farklılıkları keşfetmeli; zengin düşünce yapısı ve farklı anlayışlar ortaya çıkmasına fırsat vermelidir. Herkes hocası gibi düşünürse, o zaman tek tip ortaya çıkar; herkes o hoca gibi olur. Hayır! Bize aynı kişiden bir tane yeter.
Hep sorarım kendime: “Madem bütün tiyatroların kapıları kapalı, yeni oyunculara yer yok, neden iyi bir donanımla mezun olanlar kendi tiyatrolarını kurmuyorlar?” diye. Galiba bunun başlıca sebepleri şunlar olsa gerek:
- Her bölümde olduğu gibi son sınıfa doğru rakipleşmenin artması ve bağların
kopması
- Tiyatro işletmeciliğinin öğrencilere yeterince ya da hiç öğretilmemesi
- Tiyatro kurup da risk almak istememek
- Devlet tiyatrosunda çalışabilmeyi beklemek
- Mezun olduktan hemen sonra bir iki dizide oynayıp da sonunda para kazanabilmek
- Az bir olasılık da olsa eğitim veren hocasının özel tiyatrosuna girmek
Konservatuvar okumadan tiyatroyu hakkıyla yapan birçok üstad var. Bu kişiler de rast gele sahneye çıkmış değillerdir. Birçok ustanın elinden geçmiş, onların yanında yıllarca çıraklık yapmış ve bu sanatın inceliğini onlardan öğrenmişlerdir.
Konservatuvara giremeyen gençler üzülmesinler ki tiyatroyu yapabilmek için konservatuvar şart değildir. Böyle bir kanun yoktur! Doktor olabilmek için tıp okumak şarttır; ama oyuncu olabilmek için konservatuvar okumak şart değildir. Önemli olan bu işin eğitimini düzenli bir şekilde alabilmek, emek verip ter dökebilmektir. Konservatuvarın avantajı şudur ki; eğitimi düzenli olarak alabilir, dört yıl gibi kısa bir sürede büyük bir birikim sağlayabilirsiniz.
İlk konservatuvarın kurulmasında büyük payı bulunan Muhsin Ertuğrul da, çok istemesine rağmen, bir konservatuvar eğitimi alamamıştır(Paris’te bir konservatuvar). O, eğitimini yurtiçindeki ve daha çok yurtdışındaki ustaları izleyerek, onlara fikir danışarak, deneylerde bulunarak tamamlamıştır. Hatta Darülbedayi’de açılan konservatuvara öğrenci olarak başvurup kısa süre sonra sahne dersi öğretmeni olmuştur. Muhsin Ertuğrul’un konservatuvar eğitimini şart koşmasının sebebi de, galiba, kendisinin bu sanatı dolaylı yollardan çok uzun yıllarda öğrenebilmesidir. Zira farklı ülkelerdeki ayrı ayrı üstadları incelemek ve onların fikirlerinden faydalanıp görgülerinden nasiplenmek çok uzun yıllar gerektirir. Halbuki konservatuvar yoluyla belli bir düzende eğitim verilecek, üstadlar düzenli olarak derse girecek ve oyuncu adayları daha kısa zamanda, iyi bir donanımla, sahneye çıkabileceklerdir.
“O zamanki koşullarla şimdiki koşullar bir değil... Herkes Muhsin Ertuğrul gibi olamaz...” diye düşünmeyin. O tiyatroya aşıktı ve bu büyük aşkla Çağdaş Türk Tiyatrosu’nu kurdu. O zamanki koşullarla şimdiki koşullar arasında pek bir fark olmadığını okuduğum kitaplardan, özellikle Muhsin Ertuğrul’un makalelerinden anlayabiliyorum. Hatta bugün tiyatromuz daha da kötü durumdadır.
Gibi Yapanlar olarak “Toplumsal Destek Projesi” adıyla düzenlediğimiz Ücretsiz Konservatuvara Hazırlık Atölyesi’ne yaklaşık olarak 80 kişi başvurdu ve biz 17 kişiyi aldık(2 kişi sonradan geldi.). Kimseyi elemedik; herkes kendini eledi ya da çalışmaya hevesli olanlar kendini seçti. 17 kişi değil de 25 kişi de olabilirdi yani. Gelemeyen çoğunlukla yaşanılanlar ilginçti. Öncelikle şunu söylüyorlar: "Ben tiyatroya aşığım, seviyorum, onsuz yapamıyorum." Hemen karşılık veriyorum: "En son hangi oyunu izlediniz?" Uzunca bir düşünme sürecinden sonra cevap gelmeyince: "Peki en son hangi kitabı okudunuz?" diye soruyorum; 'Iııı' sesiyle başlayan bir düşünme süreci daha başlıyor. "Peki" diyorum "hiç bir kişiye aşık oldunuz mu?" "Oldum" diyor. "Ondan ayrı durmaya dayanabiliyor musun?" "Hayır " diyor. "Tiyatroya aşık değilsiniz öyleyse..." Atölyeye sonradan başvuran bir genç: "Ben çocukluğumdan beri kitap okumayı sevmedim, sevemeyeceğim." dedi ve konservatuara ‘hazırlanmaya’ hazırlanıyormuş. Sınavı da gelecek hafta... Ne yaptın şimdiye kadar diyorum. "Hiçbirşey... ama 1 haftam var daha" diyor. "Konservatuara girince haftada 500 sayfa kadar kitap okumak zorundasın" dedim ve cevabı: "Ben oraya bir kapak atayım da gerisini hallederiz" (!) 80 kişiden 17 kişi atölyeye katıldı; çünkü gerçekten çalışmışlardı ve çalışıyorlar da... Birkaçı sadece dürüst olduğu için alındı. Şöyle ki; "Ben tiyatroyu hiç bilmiyorum, tiyatro ile ilgili kitap okumadım; ama tanımak, içinde bulunmak ve kendimi geliştirmek istiyorum." dediler ve alındılar. Bu bizim için yeterli bir cevaptı. İsterim ki herkes tiyatronun içinden geçmiş olsun; kendinde birşeyleri keşfetsin, geliştirsin ve değiştirsin. Ama bu iş özveri işi, dürüstlük işi. Çalışmazsanız yapamazsınız!
Tiyatro yapabilmek için mutlaka ama mutlaka eğitim şarttır. Bu eğitimi konservatuvarda, halkevlerinde, özel tiyatroların açtığı kurslarda, ustalardan özel derslerle, okulların tiyatro kulüplerinde alabilirsiniz. Önemli olan kendini ne kadar donattığın, düşüncelerini ne kadar geliştirdiğin ve yeniliklere ne kadar kendini açabildiğindir.
Konservatuvar okuyup da direk olarak sanat ticaretine atılan(!), tiyatronun ve toplumun gelişmesine öncü olup katkıda bulunmayan bir kişinin de; bu işi eğitimsiz olarak, rastgele, salt kıç baş sallamalı oyunlar yaparak bu sanatın değerini düşüren kişinin de gözümde hiçbir değeri yoktur!
Konservatuvar okuyup da kendini geliştirmeden mezun olan bir kişi yerine, kendi olanaklarıyla tiyatro eğitimini parça parça almış, sahnede bu işi öğrenip tiyatroya katkı sağlayabilecek seviyeye gelmiş bir kişiyi tercih ederim.
Her nerede tiyatro yapıyorsanız yapın, yeni olanı denemekten korkmayın. Eski olanı herkes yapıyor zaten. Yeni olan sizin eseriniz olsun ve bütün dünya bundan faydalansın. İşte o zaman kendinizi var etmiş olcaksınız! Sanat yaratmaktır ve yaratmanın olmadığı yerde sanatın varlığından söz edilemez!
Tiyatro yapabilmek için konservatuvar şart değil; eğitim şarttır!
GÜNLERİNİZ AYDIN OLSUN SEVGİLİ DÜŞÜNCE DOSTLARI!
* (Görüşleriyle, Uygulamalarıyla) Muhsin Ertuğrul [Dr. Efdal Sevinçli], Mayıs 1990, Arba Yayınları: 38.
Kemal ORUÇ
13. 08. 2007