25 Temmuz 2008 Cuma

Orospu çocuğu Burak Caney'in yazarı Melih Tepeli iftira atıyor...

BULUNMAZ'ın notu: Okunamayacak kadar olağanüstü berbat bir sayfa düzeni ve yazım yanlışlarıyla sunulmuş yazının okunmasını sağlayabilmek için, hem sayfa düzenini ve hem de bâriz yazım yanlışlarını biz düzelttik!...

***

COŞKUN BÜKTEL YAZI DİZİSİ

Başlarken

Bu yazı dizisi, Doç Dr. Melih Tepeli* tarafından kaleme alınmış, ancak isminin yayınlanmaması ricasında bulunmuştur. Gerekçesini ise, gerek Coşkun Büktel, gerekse de Hilmi Bulunmaz tarafından hakaret ve küfür dolu videolara muhatap olmamak, öğrencileri karşısında zor duruma düşmemek olarak açıklamıştır. Adı geçen şahısların tanıdığı, tanımadığı herkese, sadece sitemizde yazıları yer aldığı için, ağza alınmayacak küfürler ettiğini düşününce, hak verdik. Kendisiyle yaptığımız telefon görüşmesinde, ilgili bölümleri, ilgili kişilere gönderip gönderemeyeceğimizi ve onlardan eksik veya yanlış varsa düzeltmelerini isteyip isteyemeyeceğimizi sorduk. Kendisinin onayı ile de birçok kişiye gönderdik. Bu kişiler ve görüşleri yazı dizimizin sonunda yer alacaktır.

Bu dizinin amacı, Coşkun Büktel'i karalamak değildir. Coşkun Büktel'in bugününü, dününü irdelemek, sorular sormak, kendisinin ve yakın arkadaşlarının da sormalarına olanak sağlamaktır.

Bu yazı dizisi, tarafımıza ulaştığında, yazı dizimizde adı geçen bazı ilgililerin görüşlerine de başvuracağız. Gelen tüm görüşlere de yer vereceğiz. Katkıda bulunacaklara şimdiden teşekkür ederiz.

Sayın Coşkun Büktel ve Sayın Hilmi Bulunmaz da ister yayınlanan her bölüme, isterlerse bütününe ilişkin görüşlerini yazabilir, aynen yayınlanacaktır.

Ancak, sitemizde ve bu yazı dizisinde, kendilerine yönelik en ufak hakaret olmadığı gibi, onların da, yanıtlarında kendi sitelerinde kullandıkları gibi hakaretler kullanmamaları ve bizi de zor durumda bırakmamaları veya suç teşkil edecek hakaretleri (…..) olarak yayınlamamızı kabul etmelerini rica ederiz.

Ayrıca, ilgili veya üçüncü şahıslar da, konu ile ilgili görüşlerini tiyatrooyun@gmail.com adresine gönderebilir; dizinin sonunda veya herhangi bir bölümle ilgiliyse, o bölümün altında yayınlanacaktır.

* Melih Tepeli ismi, açıkladığımız nedenden dolayı mahlas isimdir.

1. BÖLÜM

NASIL BİR YAZAR? SİYASİ TERCİHLERİ NEDİR? ÜLKESİNE, ÜLKE İNSANINA DUYARLILIĞI NEDİR? YAZAR OLMA AMACI NEDİR? BİLDİĞİMİZ MUHALİF YAZARLARLA BENZERLİKLERİ VAR MI?

Bir yazar…

Nasıl bir yazar?

Bir yazar nasıl olmalı?

Çağına duyarlı,

Toplumdan sorumlu,

ve toplumsal konulara duyarlı:

Aydın, ilerici, demokrat,

Nazım Hikmet gibi, Orhan Kemal gibi, Fakir Baykurt gibi, Oktay Akbal gibi, Rıfat Ilgaz gibi, Fikret Otyam gibi,

ve daha onlarcası gibi.

Bir oyun yazarı;

Necati Cumalı gibi, Oktay Arayıcı gibi, Vasıf Öngören gibi, Memet Baydur gibi, Cuma Boynukara gibi ve daha onlarcası gibi olmalı.

Bir de Coşkun Büktel var: Bağımsız ve Gerçekçi Yazar (!)

Ne çağı umurunda, ne Anadolu, ne Türkiye gerçekleri, ne toplumsal sorunlar

Ne emek mücadelesi, ne Anadolu’nun çilesi, ne Tuzla’da ölümler, ne 1 Mayıs’da yaşananlar, ne Kürt sorunu ne Güneydoğu, hatta ne de AB konusu.

Bu ve benzeri konuda tek paragraflık düşüncesini göremeyiz.

Ne eğitimde çıkmazlar, ne ülkemizde gün be gün yeni senaryolar tezgahlayan çokuluslu sermaye, ne günden güne hakim olan tarikatlar!

Bu ve benzeri konuda tek paragraflık düşüncesini göremeyiz.

Yazdığı bir oyunla dünyayı tarif etmeye ve sorgulamaya kalkan bir sığ anlayış

Bir bencil dünya çözümlemesi,

Türkiye’nin ve Anadolu’nun sorunlarından, zevklerinden, alışkanlıklarından öte bir özenti antik çağ tragedyası.
Antik çağı olmayan bir ülkenin insanı ama antikçağla kendini gösterme çabasındaki bir insanı, çağına ve toplumuna duyarsız bir insanı.

O, ne Fakir Baykurt, ne Rıfat Ilgaz, ne Vasıf Öngören gibidir.

Hiçbir toplumsal sorunda adını duyamayız.

Bu ülkenin tek sorunu tiyatromuzdan insan manzaraları mıdır yoksa aslında onun sorunu mudur bu manzara içinde istediği tepeye oturamamışlık?

Neden başkaca hiç bir güncel toplumsal sorunda bir yazar duyarlılığı yoktur?

Belki de kapasitesi kaldırmaz…

Belki de hiç umurunda olmamıştır…

Gazoz satmıştır, simit satmıştır ama gözü hiç bulunduğu yerde değil hep ulaşmaya çalıştığı elit tepelerde olmuştur.

Gazozculuk simitçilik yapmıştır ama gazozcudan simitçiden bahseden bir oyun yazmaya yeltenmemiştir bile. Bu denli anti toplumcu bir yazar!

Haksızlıklara öfkesi sadece kendi kuyruk acısından ibaret bir yazar. Ama O, Bağımsız ve Gerçekçi Yazardır (!)

Tiyatrooyun.org açıkça mertçe Türkçe sormuştu

Hangi Oyunları yazdın?

Antik Yunan özentisi bir Theope

Bir çeviri “Ölüleri Gömün”

Bazen oyun, bazen senaryo bazen roman diye evire çevire yana yakıla pazar aradığı birkaç eser daha.
Kısa oyunlar diye yutturmaya çalıştıkları ise Levent Kırca ya da Zeki-Metin TV kabareleri sürse, bir bölümü doldurmayacak ve gösterilip tüketilecek, eser denilemeyecek, aslında kısa, basit sitcom TV kabareleri

Hepsi bu…

Tiyatrooyun.org "açıkça mertçe Türkçe" sormuştu

Kendini yazar olarak takdim ediyorsun neler yazdın?

Cevap yok

Kendini eleştirmen olarak sunuyorsun en son hangi oyunu, nerede eleştirmiştin?

Cevap yok

Toplumcu ve gerçekçi yazar olduğunu iddia ediyorsun, bugüne dek kendinle ilintili olmayan hangi soruna yönelik hangi makaleyi kaleme aldın?

Cevap yok

Çok başarılı yazar olduğunu lanse ediyorsun, Hamdi Mümkün’deki dramaturgi hatalarını nasıl açıklıyorsun?

Cevap yok

Türkçe’yi çok iyi kullandığını iddia ediyorsun, Hamdi Mümkün’deki ve diğerlerindeki Türkçe hatalarına ne diyeceksin?

Cevap yok

Gerçekçi yazar olduğunu lanse ediyorsun “Haram Lokma Sendromu”nun esasını uhrevi konulara, doğaüstü ilahi adalete dayamana ne açıklama getireceksin? Rüyaymış ya da Asparagasmış deyip bitirmek, bu ilahi adaleti lanse etmeni affedilir kıldı mı?

Cevap Yok

Theope senin kutsal kitabın gibi olmuş, kendi eserine (putuna) kendin tapar olmuşsun adeta ve ona toz kondurmuyorsun ama daha ilk paragrafta kezzap içen biri gibi bağırtmak saçmalığı da ne?

Cevap Yok

Daha çok televizyonlar için yazdığını açıklıyorsun, bugüne kadar hangi TV yapımlarına imza attın, katkıda bulundun? Neden hiçbir dizide programda adını göremedik? Mahlas mı kullanıyorsun, yoksa aslında TV için de hiçbir şey yazmadın mı? Yoksa oğlunun da oynadığı dizi mi senin yazdığın?

Cevap yok

Bu kadar "açıkça mertçe Türkçe" yazdı ve sordu tiyatrooyun.org, ama

Cevap yok

Muhatap almam dedi ama, işine geldiği zaman anında cevap verdi. Coşkun Büktel’den cevap yerine, arkadaşı Hilmi Bulunmaz’ın bu sitenin eleştirilerinden sonra, kitaplarının kapaklarını bir kez daha öne çıkarması var, başka da bir şey yok. Ben kendi adıma merak ediyorum, Hilmi Bulunmaz o kitapları gerçekten okudu mu acaba?

Yanıt yerine sadece kitap kapakları…

… ve üç beş kişinin hatır için söylenmiş izlenimi veren afaki, çok sevdim, çok beğendim, harika türü üçer satırlık ya da bir cümlelik övgüleri var.

Bunlar bu sitenin sorularını ötelemeye yetti mi?

Yetmedi elbette. Çünkü kimse eşek değil.

Bu site Coşkun Büktel’e sordukça, o Coşkun Büktel’in kitap kapaklarıyla örtmeye çabaladı. Tıpkı sorgusuz sualsiz itaat etmeye şartlandırılmış bir mürit gibi. Bağımsız ve Gerçekçi Yazar diye lanse etmeye çalıştı ama ne yazık ki tanımadan, bilmeden, sorgulamadan. Kendi mücadele tarihini riske attığını fark etmeden...

2. BÖLÜM: 

ASLINDA ONLAR ARKADAŞ BİLE OLAMAYACAK KADAR FARKLILAR

Aslında sizce de bir tuhaflık yok mu?

Hilmi Bulunmaz sosyalist bir yazar

Fakir Baykurt gibi, Nazım Hikmet gibi, Aziz Nesin gibi toplumsal gerçekçi yazarları baş tacı etmiş birisi.

Ama nasıl oluyorsa bu defa hayatında hiç Türk toplumunun gerçekleri, Türk toplumunun sorunları üzerine; gerçekçi, toplumcu hiçbir eser yazmamış, hiçbir toplumsal sorunda hiçbir duyarlılık göstermeyen, tabii kendi sorunları dışında;

Akmaz,

Kokmaz,

Renksiz,

Niteliksiz,

bir duruşta olan

hatta durduğu,

var olduğu bile bilinmez

Hiç "var olmasa bile" eksikliği dünyaya çok da bir şey kaybettirmeyecek
bir yazarı destekliyor.

Aslına bakarsanız normal şartlarda Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel’i birbirine yakın kılacak neredeyse hiçbir ortak etmen görünmüyor.

Biri sosyalist,

diğeri ideolojisiz, renksiz, gençliğinde, Amerikan gençliğine özenmiş biri.

Biri toplumcu, diğeri toplumcu hiçbir eser ortaya koymamış, koyma çabasında, niyetinde bile olmamış.
Kendine gerçekçi diyen ama gerçekçilikten çok uzak.

GERÇEKLERDEN VE GERÇEKÇİLİKTEN KAÇAN BİR YAZAR

Günümüzün ulusal ya da küresel sorunları yerine, Antik Yunan döneminin onlarca örneğine bir örnek daha eklemeyi kendisine iş edinip 7 yılını harcamış;

Hamdi Mümkün’de doğadışı bir (Kabak tadı vermiş "zaman makineli" onlarca yerli yabancı dizilere benzer şekilde) farklılıkları yan yana getirip espri üretme kolaycılığı yapan;

Haram Lokma Sendromu gibi konuyu gerçek yaşamdan alsa dahi, örgüyü ve finali hayali bedbahtlıklara ve ilahi hesaplaşmalara dayandıran...

Gerçekçilikten bu denli kaçan bir yazar nasıl kendini gerçekçi yazar diye sunar?

Acaba Coşkun Büktel’i gerçekçi yapan ve Hilmi Bulunmaz’ın nezdinde değer kazandıran Shakespeare’siz Herifler ve Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları mı?

Bunu ayrı bir bölüm olarak uzun uzun ele alacağız. Ama eğer Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel’in “Türk Tiyatrosundan İnsan manzaraları” kitabını baz alarak onu kendine yakın buluyorsa, gözü pek, cesur buluyorsa büyük bir hata içinde olsa gerek.

Zira “Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları” da kişisel intikam hırsından ve kişisel kuyruk acısının verdiği bir cesaret ürününden başkaca bir şey değil.

Kitapta kimlere yer verildiğine şöyle bir bakmak bile bunu görmeye yetecektir.

Türk Tiyatrosu deyip de, bu Türk tiyatrosundan insan manzaraları kimleri ve hangi kurum ya da kesimden insanları kapsıyor?

Bu manzaraya girenler ve daha da öncelikle girmesi gerekip de girmemişler yok mu acaba?

Eğer “Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları”nı Coşkun Büktel değil de Hilmi Bulunmaz yazsaydı emin olun ki çok daha objektif çok daha çeşitlilik olurdu.

Nasıl ki Türk tiyatrosunda çeşitlilik varsa ve bunlar nasıl az ya da çok son 30-40 yıla tiyatrocu olarak damgasını vurmuşsa, sponsorluk maceralarıyla, Kültür Bakanlığı ödenekleriyle, kağıttan dernekleriyle, bu manzara içinde olurdu. Oysa Coşkun Büktel’in gördüğü manzarada kıstaslar ve öncelikler de farklıdır.

Eğer Haldun Dormen ya da Genco Erkal, ya da Ali Poyrazoğlu ya da bir başkası Coşkun Büktel’i yarın arayıp “Benim için bir oyun yazar mısın?” deseydi Coşkun Büktel onlardan biri için oyun yazar mıydı?

Belki kutsal kitabı haline getirdiği “Theope”yi vermezdi ama oturup onlar için yazardı bundan eminiz.

Neden mi eminiz?

Çünkü, daha önce bazı komedyenler için televizyona skeç yazmışsa, halen kalitesi oldukça düşük bir TV dizisi için çalışıyorsa neden Haldun Dormen için bir oyun yazmasın?

Üstelik de dizi TGRT’de başlamıştı, kanal satılıp Musevi sermayeli Fox TV oldu. Yani biri muhafazakar sermaye, diğeri çok uluslu sermayenin Musevi kanadı. Yani, Coşkun Büktel için hizmet verdiği sermayenin de görüşün de önemi olmadığı çok net.

Peki acaba aynı kişiler Hilmi Bulunmaz’dan oyun talep etse ya da aynı kanallar Hilmi Bulunmaz’dan iş talep etse, kabul eder miydi?

Sanmıyorum.

Peki, Hilmi Bulunmaz’ın, Haldun Dormen’le veya Ali Poyrazoğlu ile alıp veremediği, çıkar çatışması mı olmuştur?

Sanmıyorum.

Peki neden onlarla çalışmaz?
Çünkü Hilmi Bulunmaz, sınıfsal ve ideolojik bir bakışa sahiptir. Dolaysıyla kendi çıkarı ve bireysel çatışması olmasa da sosyalist bilinç adına, temsil ettiğini düşündüğü halk adına hesap sorar ve benimsemediği kurum ya da kişilerle çalışma yapmaz.

Bütün bunlardan varacağım nokta Coşkun Büktel’in muhalifliği, Hilmi Bulunmaz gibi sınıfsal değildir. Sınıfsal olmadığı gibi herhangi bir bilinç ve insani duruş da taşımaz. Ne halktan toplanan paraların destek olarak verildiği (Hilmi Bulunmaz’ın deyimiyle çanak yalayan) bir tiyatro olmaları
ne bir kapitalist güçten alınan sponsorluk ne muhafazakar bir görüşün borazanı olunması ne Filistin’de kanın üzerinden beslenilen bir sermayenin sesi olması…

Hiç biri ama hiç birinin önemi yoktur. Çünkü, Coşkun Büktel’in sınıfsal bir duruşu yoktur, bilince dayalı karşı tavrı yoktur, insani değerlere dayalı dimdik duruşu yoktur.

Ne vardır?

İçine dahil olamadığı kurumda, içine dahil edilmediği kişi ve kesimlere hıncı vardır. Yani ulaşamadığı elit yapıya hınçlıdır.

Bu satırlarımız asla o kurumdaki yapıyı ya da kişileri aklama amaçlı değildir. Bu kurumsal yapıda elbette son derece hatalı yapılanma ve ilişkiler ağı söz konusu olabilmektedir. Benim üzerinde ısrarla durduğum Coşkun Büktel’in penceresinden görünen manzaranın nedense sınıfsız, bilinçsiz, renksiz ve dar olması… öylesine dar ki sadece kendi hıncıyla, hınçlı olduğu kesime diklenecek kadar dar olduğudur.

Dolaysıyla da gerektiğinde kendi sosyalist tavrını, duruşunu kendisi zaten gösteren Hilmi Bulunmaz’ın muhalif olmak için çıkarına basılmış birinin çıkarı oranındaki dürüstlüğüne ya da dar muhalifliğine ihtiyacı olmadığıdır. Hilmi Bulunmaz bu egoist ve kendi çıkarı kadar muhalif duruşa alet olmakla sosyalist öfkesinin, muhalefetinin bu kendi çıkarından ibaret muhalif kişi tarafından kullanılmasına göz yummaktadır.

COŞKUN BÜKTEL’İN UYANIK BİR MANEVRASI

Coşkun Büktel genel muhalif kavramları kendisiyle ilgili olaylara çok güzel bağlamayı biliyor.

Örneğin, benim “Ölüleri Gömün” çevirim bugüne dek yazılmış en önemli savaş karşıtı oyundur. Bir insan savaş karşıtıyım diyorsa bu oyunun sahnelenmemiş olmasına karşı tavır göstermelidir. Eğer bir insan “Ölüleri Gömün” oyununun sahnelenmemesine karşı tavır göstermiyorsa, onun savaş karşıtlığının samimiyetine inanmam, diyebiliyor.

Ya da benim “Theope”mi, bana yapılan haksızlıkları görmeyen, haber yapmayan, bu haksızlıklara karşı tavır geliştirmeyen hiçbir toplumsal konuda muhalif tavırda bulunamaz, bulunsa da samimiyetine inanamayız anlamına gelecek açıklamalarda bulunuyor.

Nasrettin Hoca’nın dünyanın ortasını soranlara eşeğinin bastığı yer cevabı gibi. Doğru mu? Evet doğru.
Dünya mademki bir küre her nokta dünyanın ortası. Dolaysıyla Nasrettin Hoca’nın eşeğinin bastığı yer de dünyanın ortası elbette.

Olaya bu mantıkla bakarsak, evet gerçekten Coşkun Büktel’e bir haksızlık yapılmışsa buna herkesin tepki göstermesini beklemek doğru olabilir.

Ama, Coşkun Büktel’in de kendine yapılan haksızlıklarda gösterdiği duyarlılığı, diğer onlarca, yüzlerce hatta binlerce haksızlıklar karşısında da göstermesi gerekmez mi?
Eğer bir insan yüzlerce haksızlığa karşı hiçbir tavır geliştirmeyip, tepki göstermeyip sadece ölçü olarak kendine yapıldığını düşündüğü haksızlığı baz alıyorsa, o halde başkaları da onun samimiyetine güven duymayacaktır.

O nasıl ki “Theope” ye yapılan haksızlığa karşı durmayan birinin muhalifliğini samimi bulmuyorsa, diğer herkesin de onun sadece kendisiyle ilgili konulardaki bu sözde mert, dürüst, haksızlıklara karşıymış gibi görünen tavrına inanmama ve “senin mertliğin de dürüstlüğün de, muhalifliğin de kendi çıkarlarından ibaret” deme hakkı olacaktır.

Zaten öyle de olmuş ve onun bu kendisiyle ilgili konulardan ibaret muhalifliğini pek de ciddiye alan çıkmamıştır. Onlarca insan Coşkun Büktel’in muhalefetinin kendi kuyruk acısından ibaret olduğunu gayet iyi görmüştür.

İŞÇİ GİBİ PATRON, ELİT GİBİ ZÜĞÜRT

Evet yaşlarının yakınlığını,
sakallı olmalarını
ortak nokta saymazsak
Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel her yönden birbirine zıt.

Hilmi Bulunmaz bir patron. Kendi işini kurmuş işadamı. Ama o halen kendi emeğinin patronu olan bir patron/emekçi. Kendi işini bile kursa da ömrünü emekçi gibi fiili çalışma içinde geçirmiş ve halen de sabah kalkıp, işinin başında olan, kendi deyimi ile günde 13 saat eşek gibi çalışan bir patron/emekçi.

20’li yaşlarının ortalarında altına lüks bir araba çekip, sokak aralarında hoparlörleri bağırta bağırta mahallenin kızlarına hava atmak için turlayıp durmuş sonradan görme bir varoş çocuğu olabilirdi. Ama bu o bu tarzı hiç seçmedi. Ne o zaman ne şimdi lüks merakı içinde olmadığını göstermiyor mu emektar arabası?

Sosyalist kavganın içinde olmaya çalıştı, kitap okudu, dergi çıkardı.

Hangi zenginleşip sınıf atlayan ya da atlamaya çalışan bir lümpen bir sanat dergisi çıkarayım diye parçalar kendini?

Kısacası Hilmi Bulunmaz 10’lu yaşlarda emekçiydi, 20’li ve sonraki yıllarında kendi işinin erbabı. Sonra ithalatçı, ihracatçı.

Ama hep emekçiydi bir yanı. Ve halen de kendine yazarım, sanatçıyım diyenler henüz uykudayken kalkıp erkenden işine giden birisi. Yani patronken bile emekçi yaşamı seçmiş biri.

Diğer yanda hayatının ilk yılları hariç hiç emekçi olmamış nereden ve nasıl yırtıp çemberi aşacağının beklentisiyle zaman zaman sefaletler de yaşasa elitliği bırakamamış bir Coşkun Büktel.

Önce reklam yazarlığı yapmış,
Sonra reklam yazarlığıyla çemberi yırtıp entelektüelden sayılmayacağını düşünüp oyun yazmaya koyulmuş. Kimse sanmasın ki, ben kapitalistlere hizmet etmeyeyim düşüncesiyle reklam yazarlığını bıraktığını. Bu konuyu yukarıda açıklamıştık, hangi TV’ler için yazdığını.

Biri ben yazarım deyip topu topu 3-4 eser vermiş…

Diğeri ben yazar değilim dediği halde yaşamı boyu örgütlülükler içinde bulunup fikirleri, yazdıkları, konuştuklarıyla ve yayınladığı dergilerle var olmuş.

Biri gerçekçi geçinip, gerçeklikten uzak (kendi sefil parasız kaldığı dönemlerin dışında) gerçeklerle adeta yüzleşmekten kaçınmış elit.

Diğeri patron bile olsa toplum gerçekliğini ve sorunlarını iliğine kemiğine dek duymuş ve o uğurda tutuklanma bile yaşamış, patron olduğu halde emekçi gibi yaşamış, düşünmüş, görmüş, sorgulamış;

Biri aslında hiç elit olamadan, 5 liraya metelik bile atarken kendini yazar ayrıcalığında olduğuna, elit olduğuna inandırmış. En önemli hobisi Devlet Tiyatroları’nın galalarında, en ön sıraya oturmak olmuş, ön sıraya oturunca da kendini önemli sanmış.

Diğeri ilkokulu bitirip, emek dünyası içinde kendini bulmuş, galalara davet edilmemiş ama hiç de talep etmemiş.

Biri emek dünyası içinden çıkmış hala emek dünyasının içinde ve emekçi öğretisi sosyalizmin savunucusu.

Diğeri, emek dünyası içinden fırlayıp diplomasının üzerine oturup sünger çekmiş, 5 liraya muhtaç kalsa bile bir iş bulayım ya da geçici bir dönemlik de olsa "emek verip" bir iş yapayım dememiş.

Biri hala mütevazı bir yaşam sürüyor, çocuğunu imkanları olduğu halde özel okula yollamıyor

Diğeri oğluna bilmem kaç yüz dolarlık köpek alıp besliyor.
Sonrada kiramı bulmak için birkaç gün yokum, yanıtı sonra vereceğim diyebiliyor, oysa o köpek mamalarının ithal olduğunu ve o bedellere kimlerin karnının doyacağını sanırım bütün okur bilir.

Bu denli birbirine ters olup da bu denli iyi anlaşabilmek nasıl mümkün olabiliyor?

Bitti mi?
Bitmedi

Biri statükoya karşı,
diğeri statükonun içinde olamamaya karşı (ve aslında doğal olarak statükocu)

Hilmi Bulunmaz, Devlet Tiyatrosu, Belediye Tiyatroları, memur sanatçı kavramına tamamen karşı. Devlet yardımına karşı. Devletin olanaklarını kullanmayı daha en baştan reddediyor. Sanatın bağımsızlığını savunuyor. Ne Kültür Bakanlığı’ndan (Devletten) ne de bir özel firmadan sponsorluğu asla kabul etmiyor, edenleri de şiddetle kınıyor. Tam bir radikal sosyalist. Özü de sözü de bu.

Hilmi Bulunmaz, Devlet Tiyatrosu’na karşı olduğu gibi oradaki emir komuta zincirine de karşı tabi. Genel Sanat Yönetmeni’nin Kültür Bakanlığı’nın kapıkulu, Kültür Bakanı’nın hükümetin kapıkulu olduğunu sık sık yazılarıyla dile getiriyor. Tabii, Genel Sanat Yönetmeni’nin altındakiler de zincirleme bu halkaya dahil. Dolayısıyla da bu kurumlarla bir alışverişi yok, olmaz da.

Coşkun Büktel, özünde Devlet ya da Belediye Tiyatroları’na karşı değil. Her ikisinin de repertuar kuruluna eserlerini sunarak “sizin varlığınızı kabul ediyorum” , “benim oyunumu da oynamak ister misiniz?” demiş oluyor.

Daha geçen yıl DT koridorlarını “Ölüleri Gömün” çevirisi için aşındırması da DT’yi kabul etme ve oyunuyla bu zincire dahil olma çabası elbette.

Ayrıca sadece dışarıdan oyun veren bir yazar olarak değil bu devlet mekanizmasına, bu hükümete varana dek emir komuta zincirlemesine dahil olmayı da düşünecek kadar bu mekanizmayı kabul etmiş birisi.

Mustafa Demirkanlı’nın dile getirdiği Devlet Tiyatroları’nda rejisörlük görevi talebi asla reddedemeyeceği bir gerçekliktir ve pek çok kişiye doğrulatılabilir.

Yalanladığı böyle bir görev talep etmiş olması değil Mustafa Demirkanlı’nın bir hata ile o dönemin Genel Sanat Yönetmeni’ni yanlış açıklamış olmasıdır. Yani Coşkun Büktel “Kel Hasan” döneminde değil de “Hasan Kel” döneminde Devlet Tiyatroları’nda yönetsel göreve talip olmuştur, bu kendisinin dahi yalanlamadığı bir gerçekliktir.

Ola ki, kabul edilseydi, aynı Coşkun Büktel yine de Hilmi Bulunmaz’ın en yakın arkadaşı olur muydu?

O halde Coşkun Büktel Devlet Tiyatroları’na da, oradaki hiyerarşik yapılanmaya da, siyasi otoritenin tahakkümü altında yürümesine de, statükoya da karşı değil. Peki, o halde Coşkun Büktel’in karşı olduğu nedir?

2. BÖLÜM İÇİN EKLER 

KONUYA İLİŞKİN GELEN DEĞERLENDİRMELER :

Yazı dizimize ilişkin gelecek görüş, cevap ve değerlendirmelere hemen bölümlerin altında yada yazı dizisinin sonunda yer vereceğimizi ilan etmiştik. Sayın Coşkun Büktel direkt cevap olarak bize yollamış olmasa da kendi sitesinde bu yazımızın yayınlanmasının hemen akabinde aşağıdaki paragrafa yer vererek bir ön savunma yapmıştır bu savunmaya ve yanıtımıza sıcağı sıcağına yer veriyoruz.

Sayın Büktel ayrıca bir yanıt kaleme alırsa buna da elbette yer vereceğiz

TA 10 YIL ÖNCE, 1998'DE YAYINLANAN "TÜRK TİYATROSUNDAN İNSAN MANZARALARI"NDA COŞKUN BÜKTEL DİYORDU Kİ:

(...) İnsanlar, Coşkun Büktel'in "emeğinin karşılığını almak üzere, bir kavganın peşine düşmüş" olduğuna, yani bireysel bir mücadele verdiğine inanmak istiyorlar ve bunun çok kolay anlaşılır bir nedeni var: Coşkun Büktel'i vandallarla mücadelesinde desteklemeyi, vandallarla ters düşmeyi göze alamıyorlar. Ama bu yüzden suçluluk duymak da istemiyorlar. O nedenle Coşkun Büktel'in (kendilerinin katılmak ya da taraf olmak zorunda olmadıkları) "bireysel" bir mücadele verdiğine, ya da Büktel'in yazılarında hakaretten başka hiçbir özellik bulunmadığına, inanmaya çalışıyorlar. (...) Yalnızca kendilerini aldattıkları, başkalarını aldatmaya kalkışmadıkları sürece bu tavrı, insani ve bağışlanabilir bir zaaf olarak değerlendiriyorum. (Kaynak: TÜRK TİYATROSUNDAN İNSAN MANZARALARIDramatik Yayınlar, 1998, Sayfa: 472.)

YANITIM 

Sayın Büktel,

Birinci ve ikinci bölümümüzde genel bir giriş yaptık. Bu girişte yer alan bir çok konuyu ilerleyen bölümlerimizde açacağız. Sizin "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" kitabınızda eleştirilerinizi hak etmişlerse bile nasıl sadece belli bir kesime, (bir şekilde sizinle ilişkilendirdiğiniz kişilere) yer verdiğiniz; Sizinle onların, yada onlarla sizin alışverişiniz olmayan hç kimsenin hiç bir kusurunu kabahatini görme alışkanlığında olmadığınız daha net ortaya çıkacaktır. Bu da sizin bireysel mücadele içinde olduğunuz savını doğrular niteliktedir.

Bu kişiler yazdığınız tüm konularda hak ettiği için eleştirilmiş olsa bile sadece bunların seçilmiş olması dahi, sizin onları hak ettikleri için değil sizi mağdur ettikleri için bu eleştirilerinizin ortaya çıktığı da netleşecektir.

Ayrıca yaşınız itibarıyla Türkiye'nin geçirdiği evreleri de dikkate alarak aslında toplumsal konularda ne denli vurdumduymaz görüntü verdiğiniz örneklerle anlatılacak ve bu durumda da sizin "sizinle ilgili bir bağı" olmadıkça eleştirmek yada muhalif olmak gibi bir alışkanlığınız olmadığı da daha netleşecektir.

Kaldı ki yukarıda yer verdiğiniz paragraftaki sizin mücadelenizin bireysel mücadele olmadığı savınızı dikkate almış olsak dahi; Bu Sizinle direkt ilgili bu konular dışında onlarca yüzlerce toplumsal yada tiyatral konuda sizin hiç bir toplumsal muhalif tavrınızı göremediğimiz gerçeğini elbette değiştirmeyecektir.

Eğer sizin açınızdan önemli bu konulara duyarsızlık bir vandallık ise en az çeyrek asırdır yakınında olduğunuz tiyatronun sizin dışınızda yaşanmış ama sizin de gayet net bildiğiniz halde sessiz kaldığınız onlarca konuya duyarsız, tepkisiz kalışınız da aynı derece vandallık olsa gerek. Bütün bunlar da doğal olarak sizin haklı dahi olsanız bu kavgaya tutuşma görüntünüz bireysel hayal kırıklıklarıyla, bireysel mücadele verdiğiniz savlarını haklı kılmaktadır.

Melih Tepeli

3. BÖLÜM: COŞKUN BÜKTEL NEYE KARŞI, KİME KARŞI?

Coşkun Büktel statükoya karşı değildir,
statükonun kendinden önce belirlenmiş olmasına karşıdır,
ve kendisinin o statükoya dahil edilmemesine karşıdır.
Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları’nda açıklamıştır bildiklerini

Ama aynı insan manzaralarına dahil olmak için de çabalamaktan geri durmayarak.

Acaba talep ettiği rejisörlük görevine dahil edilse bu zincirin halkası olmayacak mıydı?

Bu zincirin en kalın halkası Kültür Bakanı’nın dahi biçare boyun eğdiğini görürken O dahil olsa kırılacak mıydı zincir? Bir sistem sistemin içindeki sadece bir tek bireyle değişebilir mi?

Elbette hayır.

Bunu Coşkun Büktel bilmez mi?

Bilir elbet
O halde işleyişin içinde sadece bir halka olacaktı.
Onun zoru statükoyla değil
Onun zoru kendinden önce statükonun kurulmuş olması ve kendinin bu zinciri kırıp araya halka olamayışınadır.
Oysa az çok kıranlar vardır nadiren de olsa. Örneğin Cuma Boynukara’nın oyunu binbir güçlükle de olsa Devlet Tiyatroları’nda repetuara alınır. Hatta henüz 20’li yaşların başındaki Erdi Memikoğlu’nun oyunu girer ve sahnelenir.

Ama Coşkun Büktel kendi oyunlarına hayran bir yazar olarak oyununun sahnelenmemesini kendi başarısızlığına, oyunun sahnelenme zorluğuna veya yönetmen diye bir yaratıcıyı kabullenmemesine, kendi kafasındakinin bire bir sahnelenmesini istemesine bağlamayıp, kendince, kendini efsaneleştirip haksızlık edildiği üzerine senaryolar üretip, önce kendini inandırır, sonrada herkesin inanmasını ister.

COŞKUN BÜKTEL SANSÜRLÜ YA DA MİMLİ Mİ?

Evet, Coşkun Büktel kendini buna inandırır. Sahnelenmemesinin siyasi bir nedeni var diye düşünülüyorsa bu çok anlamsız bir gerekçe olur. Çünkü, Theope ne sosyalist bir oyun, ne devlet mekanizmasını sorgulayan bir oyun, ne başkaldıran bir oyun ne de muhalif bir yanı var. Cuma Boynukara’nın oyunu Devlet Tiyatrosu’nda repertuvara alınabiliyor, Aziz Nesin’in, Nazım Hikmet’in ve pek çok sosyalistin oyunu sahnelenebiliyor. Neden Büktel’in oyunu sahnelenmesin?

Coşkun Büktel, DT’ye oyun sunduğunda ne muhalif olarak tanınıyor ne de Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları’nı yazmış ya da Shakespeare’siz Herifler’i. Yani muhalif ya da şöyle böyle diye tanınan biri değil. Hatta bilinen biri bile değil DT’de.

Önce kendinize şu soruyu sorun.
Eğer Coşkun Büktel’e karşı bir mimli adam muamelesi yapılıyor olsaydı, eğer Devlet ya da Şehir Tiyatroları’na, oralarda köprübaşını tutan kişilerin oyunları dışında oyun sokulmuyor olsaydı, Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları daha en baştan oyununu sunduğunda Edebi Kurul aşamasında eleyip atmaz mıydı?

Edebi Kurul’a her yıl onlarca oyun önerilir, sunulur ve onlarcası elenir. Eğer Coşkun Büktel’in Theope’si Repertuar Kurul’unda reddedilseydi, Büktel’in bir hak iddia etme şansı var mıydı?
Bu kadar ortalığı ayağa kaldırabilecek miydi?
Daha henüz tiyatro oyun yazımında hiç kimsenin tanımadığı reklam yazarlığından geçmiş birini kim kale alacak, haber yapacaktı? Ortalığı ayağa kaldırsa bile meraklı birisi oyun yazmayı denemiş, Devlet Tiyatrosu’nda da dikkate alınmamış, Türkiye zaten kendini yetenekli sanan yazar ya da şairlerden geçilmiyor, bu da onlardan biridir, hayal kırıklığıyla davranıyor denilip geçilecekti büyük ihtimalle. Kendi kendine kızacak, bağıracak, çağıracak, küsecek, üzülecek ama kendi içinde boğulup kalacaktı.

Eğer Coşkun Büktel istenmeyen yazar olsaydı daha Edebi Kurul’da elenmez miydi?
Oysa hem Şehir Tiyatroları hem de Devlet Tiyatroları kurullarında oyunu kabul edildi ve repertuara alındı.
Üstelik de bir oyunu repertuara alındığında Edebi Kurul Başkanı kimdi, biliyor musunuz?
Özdemir Nutku!

Coşkun Büktel Edebi Kurul’un onaylamadığı ve aslında oyun bile olmayan Haram Lokma Sendromu’ndan bahsederken DT Edebi Kurul’u bu oyunumu eledi, çünkü Edebi Kurul’un başında Özdemir Nutku vardı, diye cümleler kurmakta hiç tereddüt etmez ama bu arada Theope oyunumu ve Ölüleri Gömün çevirimi kabul eden Edebi Kurul’da da Özdemir Nutku vardı ve Tarık Buğra’nın başkan olduğu “Theope” yi değerlendiren Edebi Kurul’da oy birliği ile (yani Özdemir Nutku’nun da oyu ile) seçilmişti deme dürüstlüğünü göstermez. “Ölüleri Gömün” çevirisinin kabul edildiği Edebi Kurul’da başkan kimdi, üyeler kimdi, kendisine bizzat kutlama bildirimini gönderen kimdi, buna değinmez yazılarında. Özdemir Nutku’nun kendisinin yollarını tıkadığını ispatlama amacında olduğu için, işine gelen kısmı öne çıkarır. Onun dürüstlüğü mertliği işte böyle kısmi anlatımlı dürüstlüktür(!)

Coşkun Büktel oyununun sahnelenmemiş olma gerekçesini tamamen Özdemir Nutku’ya mal ettiği onlarca polemik yazısında iki oyununu kabul eden edebi kurulda Özdemir Nutku’nun yer aldığını adeta gizlerken ancak bir yazısında bundan söz eder. Hangi yazısı mı? “Ölüleri Gömün” çevirisi İstanbul Şehir Tiyatroları repertuar kurulunda reddedildiği için Şehir Tiyatrosu repertuar kurulunu ağır bir şekilde eleştirmeye gerek duyunca aklına gelir ve en çok eleştirdiğim Özdemir Nutku’nun Edebi Kurul başkanı olduğu DT bile oyunumu kabul etti demek için.


Özdemir Nutku ilk kez 1961-64 arasında Edebi Kurul’da görev yapmıştır, sonra da 1995-2005 arası Edebi Kurul’da görev almıştır.

Coşkun Büktel’in Theope oyununun Edebi Kurul’da Özdemir Nutku’nun gayretiyle ve oybirliği ile seçilip havuza konduğunu biliyor muydunuz?

Ara not: Edebi Kurul’la, repertuarı belirleyen kurulun farklı olduğunu hatırlatalım. Edebi Kurul, Devlet Tiyatroları’na sunulan tüm oyunları okuyup değerlendiren ve bu oyun Devlet Tiyatroları’na uygundur, oynanmak üzere havuza alınabilir onayı veren kuruldur. Repertuarı belirleyen ise yönetmenlerin bu havuzdan seçip sahnelemek üzere sunduğu oyunlardan o yıl sahnelenecek oyunlara karar verecek kuruldur, bu da Yönetim Kuralu’dur. Özdemir Nutku ise, “Theope” Coşkun Büktel tarafından DT’ye sunulduğunda bu oyun DT oynanabilir oyunlar havuzuna alınmaya uygundur raporunu veren Edebi Kurul’dadır. Hepsi bu.

EVET, BELKİ COŞKUN BÜKTEL’İN EN YAKIN ARKADAŞI HİLMİ BULUNMAZ BİLE ŞAŞKINLIKTAN DONAKALACAK VE İNANMAMAYI TERCİH EDECEK AMA BİR KEZ DAHA YİNELİYORUM. COŞKUN BÜKTEL YILLARDIR ÖZDEMİR NUTKU THEOPE’NİN ÖNÜNÜ KESTİ İDDİASINDA BULUNUR AMA THEOPE’NİN EDEBİ KURUL’DAN GEÇMESİNDE VE HAVUZA KONMASINDA ÖZDEMİR NUTKU’NUN GAYRETİ OLMUŞTUR.

Bu on defa daha yazılsa da buna Hilmi Bulunmaz gibi ona güvenmiş, onun mertliğine güvendiği için yanında tereddütsüz yer almış arkadaşları inanmamayı tercih edecektir. O halde Halep oradaysa arşın buradadır.

Theope’nin Edebi Kurul’a sunulduğu yıl Edebi Kurul üyeleri kimlerdir, bunları çok kolayca Devlet Tiyatroları’ndan öğrenip o kuruldan bir kişinin ya da birden fazla kişinin telefonuna ulaşıp sorabilirler.


Bu araştırmayı özellikle onlara bırakıyorum, zira ben kimleri bulup doğrulatırsam doğrulatayım onlar bunu inandırıcı bulmayacaktır. O halde kendileri araştırsın bize aldıkları yanıtı sunsunlar bakalım.

Theope için üşenmeden senelerdir sayfalarca iddialar yazan biri bu kadar basit bir araştırmayı da yapıp, söylediklerimin doğruluğunu görebilir. Bu konuya sayfalarca polemik yapmaya zaman ayırmış birisi, kısa bir zaman harcayıp da şimdi bu araştırmayı yapmaz ise gerçeği biliyor ama ortaya çıkması işine gelmiyor sonucuna varılması da yadırgatmamalı.

Kamu kurumlarından her vatandaşın bilgi talep etme hakkı vardır. Buyurun verin Devlet Tiyatroları’na bir dilekçe ve Thope’nin Edebi Kurul’da kabul edildiği yıl edebi Kurul Başkanı kimdir, üyeler kimdir listesini isteyin. Sonra da o kişilerden ister birini ister hepsini tek tek arayıp sorun, Coşkun Büktel’in “Theope”sinin Edebi Kurul’da kabul edilmesi aşamasında Özdemir Nutku’nun tutumu nasıl olmuştur.


Şimdi Devlet Tiyatroları’ndaki işleyişi hatırlayalım


DEVLET TİYATROSU KURULUŞU HAKKINDA KANUN
Kanun numarası : 5441
Madde 2 – (Değişik :14/7/1970 - 1310/1 md.)
Devlet Tiyatrolarında oynanacak eserler edebi kurul tarafından seçilir. Bu kurul sanat ve edebiyat alanında tanınmış 3 kişi ile genel müdür, başrejisör, başdramaturg ve bir sanatkardan teşekkül eder. Kurul başkanını kendi üyeleri arasından seçer.
Edebi kurul salt çoğunlukla toplanır ve bu toplantıda bulunanların salt çokluğu ile karar verir. Başdramaturg emrinde yeteri kadar dramaturg bulunur. Edebi kurulun tiyatroda memur bulunmayan üyelerine her toplantı için 100 lira toplantı ödeneği verilir.



Devlet Tiyatroları Görev ve Çalışma Yönergesi
(Bu mevzuat sayfaları Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından derlenmekte ve güncellenmektedir.)
(Bakanlık Makamının 15/11/2002 tarihli Onayı İle Yürürlüğe Girmiştir)
Kurullar
Madde 9-
1- Edebi Kurul
Edebi Kurul, eserleri okuyarak Devlet Tiyatrolarının repertuar anlayışına edebi açıdan uygunluğunu değerlendirip, oynanabilirliğine karar verir.
Edebi Kuruldan herhangi bir nedenle boşalacak üyeliklere Kanundaki esaslara göre en geç 1 ay içinde atama yapılır.
Edebi Kurul Genel Müdürün çağrısı üzerine salt çoğunlukla toplanır, salt çoğunlukla karar alınır, oyların eşitliğinde başkanın oyu iki oy sayılır.



1- Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu’na eserler sunulur ve Edebi Kurul üyelerinin oyunu Devlet Tiyatroları’na uygunluğu açısından denetlemesi istenir.

2- Bu kurulun görevi edebi yönden, yeterlilik yönünden ve belli değerler açısından uygunluğunu denetlemektir. Bir nevi Devlet Tiyatroları’nda oynanmasında sakıncalı bir yanı yok demektir. Bu kurulun uygundur demesi bir oyunun çalıntı olup olmadığını göstermeyeceği gibi, bu kuruldan geçmiş olması ille de oynanacağı anlamına gelmez.

3- Bu Edebi Kurul’dan geçen oyunlar bir havuza alınır

4- Eğer bir yönetmen isterse bu havuzdan bir oyunu seçip sahnelemek isteği ile proje olarak sunar.

Sadece Theope değil, bu şekilde havuza alınıp hiçbir zaman sahnelenmemiş onlarca oyun vardır. Theope Özdemir Nutku’nun da oyuyla havuza alınmıştır ama bugüne dek herhangi bir yönetmenden istek olarak gelmemiştir. Ve bu oyun hala Devlet Tiyatroları’nın havuzundadır. Coşkun Büktel, Türkiye’de bu oyunu yönetecek yönetmen yok gibi açıklamalar yapsa da bakmayın siz bu açıklamalara, hala oyununu çekmiş değildir ve bu yıl dahi bir yönetmenin bu oyunu proje olarak önermesi mümkündür.

Burada bir konuya dikkat çekelim. Edebi Kurul’un seçtikleri havuza gider, Repertuarı bu kurul yapmaz. Bu ancak ve ancak bir yönetmenin ya da Bölge Müdürü’nün talebi ile yazın yapılan koordinasyon toplantısında konuşulur, repertuara alınması için öneri yapılır.

Buraya kadar görülen Özdemir Nutku’nun belki de önceden hiç tanımadığı Coşkun Büktel için bir önyargısı olmadığı, dolaysıyla da Edebi Kurul üyesi olarak Coşkun Büktel’in şu çok tartışmalı oyunu “Theope” ye oy vererek hatta diğer Edebi Kurul üyelerine de önererek havuza alınmasını sağladığıdır.

Üstelik sadece Theope için değil, Coşkun Büktel’in “Ölüleri Gömün” çevirisi için de onay veren Edebi Kurul’un başkanı Özdemir Nutku’dur. Hatta Ölüler’i Gömün çevirisini öneren de Lemi Bilgin’dir. Eğer bu bilgi yanlışsa Coşkun Büktel düzeltsin. Kendisi mi önerdi, yoksa Devlet Tiyatroları’ndan aranıp, başvurması mı istendi?

Şimdi de Özdemir Nutku’nun resmi yazısına bakalım.


Sayın Coşkun Büktel,
Ölüleri Gömün adlı çeviriniz dramaturgi raporu ile birlikte incelenerek Edebi Kurul'un 26/12/1998 gün ve 1421 sayılı toplantısında kabul edilmiştir. Bilgilerinizi rica eder, yeni çalışmalarınızı bekler, başarılar dilerim. Saygılarımla."
Özdemir Nutku
Şimdi bu resmi yazışma da ortadayken, her iki eserin de Özdemir Nutku’nun da oyuyla Edebi Kurul’a girdiği ortadayken, hangi aklıevvel Coşkun Büktel’in yüzlerce sayfayı bulmuş Özdemir Nutku’ya yönelik iddialarına inanabilir? Bu konuda çok yazı yazmış olması mı onu inandırıcı kılacak olan?
En basit mantıkla bakarsak…
Özdemir Nutku neden Coşkun Büktel’i engellemek istesin? Bir neden şu olabilir, Sayın Nutku da oyun yazıp, Devlet Tiyatroları’nda sahneletiyordur, yeni bir rakip istemez, ama biliyoruz ki Sayın Nutku’nun böyle bir ilişkisi yok, olsa olsa bir iki çevirisi var, ikinci neden aralarında kişisel bir husumet vardır, ama bildiğimiz kadar geçmişlerinde ilişkileri bile yoktur. Yanılıyorsak Coşkun Büktel açıklasın. Aslında gerek yok ama sıralayalım, bir üçüncü neden şu olabilir, Coşkun Büktel o kadar radikal bir yazardır ki, Devlet adını taşıyan kurum için sakıncalı bulup, “aman başıma dert olmasın” demiş olabilir. Biliyoruz ki, Coşkun Büktel yaşamının hiçbir döneminde bırakın radikal olmayı, sosyalist olmayı, halktan yana hiçbir eylemliliğin içinde bile olmamıştır. O halde, Coşkun Büktel adıyla kimsenin bir sıkıntısı yok.
Peki Coşkun Büktel’in sıkıntısı ne?


BU BÖLÜM İÇİN 3 EK :

Coşkun Büktel Devlet Tiyatroları’na oyun sunmuş herhangi bir yazardır. Kaderi de herhangi bir yazarın yaşama ihtimali dahilinde olanlardan hiç de farklı değildir. Ama Coşkun Büktel havuzda bekleyen ve belki birçoğu çok çok başarılı onlarca oyunun akıbetini düşünmez, o diğer aynı kaderi paylaşan yazarları görmez ve bunun tamamen kendi mağduriyeti olduğunu zannedip merkeze kendi oyununu koyar. Benim oyunuma yapılan haksızlığa karşı durulmamışsa demokrat olunamaz, benim oyunum sahnelenmedi diye fırtına koparılmıyorsa o kişilerin savaş karşıtlığının samimiyetine inanılmaz. Peki, acaba Coşkun Büktel kendinden önce, kendisiyle birlikte ya da kendinden sonra oyunu havuza alınıp bir türlü sahnelenmemiş diğer yazarlar için kılını kıpırdatmış mıdır? Kendi oyununun bir türlü sahnelenmemiş olmasına suçlu bulup ilan ederken onların oyunlarının bir türlü sahnelenmemiş olmasına kimin ya da neyin engel olduğuna hiç kafa yorup onlar için tek satır yazmış mıdır? Hatta, Cuma Boynukara’nın oyunu “Çok Geç Olmadan” genel prova aşamasında zamanın Genel Müdürü Rahmi Dilligil tarafından, muhtemel bir yerlerden gelen baskı sonucu kaldırmasının ardından, herhangi bir tepki vermiş midir? Bu sorular portremizi daha iyi anlamak için sıkça sorulması gereken sorulardır.

Coşkun Büktel: Sosyalist mi?
Coşkun Büktel: Muhalif mi?
Coşkun Büktel: Halktan yana mı?
Coşkun Büktel: Devlet Tiyatroları’nın yeni yazarlara kapalı diye mücadele eden biri mi?
Coşkun Büktel: Kendinden başka, kendi oyunundan başka herhangi bir tavır geliştirir mi?
Aşağıda üç ayrı gazeteden üç ayrı alıntıya yer veriyoruz. Bunları okuduğunuzda Coşkun Büktel’in DT’ye sunduğu oyunların bir türlü sahnelenmemiş olmasının DT ve Türkiye şartlarında hiç de olağandışı sayılamayacak alışıldık bir durum olduğu daha da netleşecektir. İlk örnek, daha önce Coşkun Büktel eleştirilirken bu sitede (tiyatrooyun.org) yer verilmişti. Çarpıcı bir örnek olduğu için ben de yazı dizime alıyorum.

BU DURUM COŞKUN BÜKTEL'E ÖZEL MİDİR?
Bunun yanıtını en güzel 2002 yılında Radikal gazetesi köşe yazarı Dinçer Sezgin Ali ve Veli isimli 2 yazarın TRT ve Devlet Tiyatroları’na eser sunma maceralarını hicvederek anlatmış. Dinçer Sezgin, 1939’da İzmir’de doğdu. Çanakkale Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü-Edebiyat Bölümü’nü bitirdi. Dokuz yıl edebiyat öğretmenliğinden sonra, TRT’de 28 yıl boyunca prodüktörlükten spikerliğe birçok görev alarak, bin beş yüze yakın program yayınladı. Yani TRT'yi de devlet işleyişini de yakından tanıyan birisi.
Örnek 1

Ali'yle Veli'nin serüvenlerinin sonu Dinçer Sezgin04/05/2002 (139 kişi okudu) Ali 24 bölümlük senaryosunu TRT'ye, Veli de ödül kazanmış oyununu Devlet Tiyatroları'na göndermiş ve yazı 'Bu serüvenin sonu nasıl bitti acaba?' sorusuyla son bulmuştu.
Ali'nin senaryosu önce 'Repertuvar Kurulu' adlı bir kurul var, o kurula 'havale' edildi. Sayıları bazen beş, bazen yedi kişi olan bu kurul Ali'nin senaryosunu okuyup çok beğendi ve 'Yayımlanır' imzasını attı. Aynı senaryo daha sonra 'Denetleme Kurulu'na gönderildi; acaba senaryo TRT yasalarına uyuyor mu, edep ve irfana aykırı bir yön var mı, devletin bölünmez bütünlüğüne 'halel' getiren bir 'tavır' sezinleniyor mu? Anayasa'nın başlangıç ilkelerine ve öteki ilkelerine aykırı bir 'mesaj' işliyor mu? Denetim kurulu başkanı bu yönlerden incelenmesi için senaryoyu denetçilerden birine, yani o sırada boş olan, o dönem fazla senaryo okumamış olanlardan birine (sayıları; Ankara, İstanbul ve İzmir'de sanırım yirmiden fazladır) 'havale' etti. O denetçi arkadaş da senaryoyu çok güzel buldu ve 'Yayımlanır' diyerek imzasını bastı. Bütün kademelerden 'olumlu' puanlar alan Ali'nin senaryosunun serüveni yeni başlıyor; Denetleme Kurulu, Drama Yapımları Şubesi'ne 'olumlu' puanlar alan bu senaryoyu, bir ön yazıya bağlayarak gönderir. Drama Yapımları Şubesi'nin raflarında Ali'nin senaryosu gibi onlarca, yüzlerce senaryo; kendileriyle ilgilenecek bir prodüktörü, bir yönetmeni yıllardır bekleyip durmaktadırlar. Geçen zamanın tozlarını biriktire biriktire beklemesini sürdürür. Bu bekleyiş ne kadar sürer? Bazen 5-10 gün sürer, bazen 5-10 yıl. Bu iş Ali Yalnız'ın kuracağı ilişkilerle orantılıdır. Öte yandan ödül kazanmış oyununu Devlet Tiyatroları'na gönderen Veli Kimsesiz de, Ali'ninkine benzer bir serüven yaşar. Oyunu 'baş dramaturg' boşta olan, yani elinde az iş bulunan bir dramaturga 'havale' eder. Dramaturg oyunu okur ve 'Oynanabilir' kararını vererek, başdramaturga geri verir. Baş dramaturg, dramaturg raporunu da ekleyerek, 'oyunun oynanması gerektiğini' belirten bir ön yazıyla Veli Kimsesiz'in oyununu, asıl kararı verecek olan 'Repertuvar Kurulu'na gönderir. Ne zaman toplanacakları belli olmayan 'Repertuvar Kurulu' üyelerinin sayısına göre, oyun çoğaltılır ve adreslerine gönderilir. Kendilerinden oyunu okumaları, 'ret' ya da 'kabul' gerekçelerini belirten bir rapor yazmaları rica edilir... Sonunda bir gün Repertuvar Kurulu toplanır. Diyelim ki oyun bu kurulda da kabul gördü. Böylece bütün prosedür tamamlanmış olur. Veli Kimsesiz'e de Repertuvar Kurulu başkanının imzasıyla 'Oyununuz kabul edildi ve oynanmak üzere repertuara alındı. Yeni çalışmalarınızı bekler, başarılarınızın devamını dileriz' mealinde bir yazı gönderilir. Velicik, sevinçten kanat takıp uçacaktır. Kolay mı koskoca Devlet Tiyatrosu, oyununu oynayacaktır. Hem adı duyulacak, hem de kaleminin hakkı olarak üç-beş kuruş kazanacaktır. 'Hemen olmaz ama herhalde önümüzdeki turda oyunum sahnelenir' diye hayaller bile kurar. Önümüzdeki tur, daha sonraki tur, daha daha daha sonraki turlar da geçer, ama bizim Kimsesiz Veli'nin oyunu sahnelenmez. Merak eder araştırır. Devlet Tiyatrosu'nda 'Havuz sistemi diye bir sistem kurulmuştur. Kuruldan 'onay' alan oyunlar bu havuza salıverilmekte ve havuzun içindeki yüzüp durmaktadır kendi oyunu gibi. Birinin senaryosu TRT raflarında bekler, öbürünün oyunu, havuzda yüzüp durur. Bu Ali'ler Veli'ler ne yapıp da yapıtlarının gün yüzüne çıkmasını sağlayacak? Önce soyadlarını 'Kimseli' ve 'Kalabalık' olarak değiştirecekler. Biri TRT'den bir prodüktörle, öteki Devlet Tiyatrosu'ndan yönetmenle, idareciyle yakınlık kuracak, dost bile olacak. Hele hele yönetmenini hiç incitmeyecek. İşte o zaman şansı açılacak. Yazıma bir 'ibret'le nokta koymak istiyorum. Veli, Devlet Tiyatrosu'ndan iş çıkmayacağını anlayınca oyunu İstanbul Şehir Tiyatroları'na göndermiş. Ama reddedilmiş. Reddedenler arasında, oyununa birincilik veren jüri üyelerinden biri de varmış. Ali de şaşkın. Veli de. Ama dostlar hâlâ, birinin soyadı 'Yalnız' ötekinin de 'Kimsesiz'. 'Yalnızların ve kimsesizlerin bir değeri olaydı, gökten yıldız yağardı.' Galiba buna benzer bir atalar sözü vardı. Yanıldıysam affola.


ŞİMDİ BU ALINTIMIZIN ARDINDAN BİR DEĞERLENDİRME YAPALIM

Yukarıdaki köşe yazısında sayın Dinçer Sezgin konuyu çok güzel hikayeleştirmiş. Ali ve Veli hayali kişileri üzerinden devlet kurumlarına eser satmanın zorluklarını anlatmış. Devlet kurumunun mutfağına soğan, patates satmanın dahi birtakım yükümlülükler, ihaleler, şartnameler gerektirdiği düşünülürse ve devletimizin sanat, edebiyat eserleri konusundaki ketum tavrı da göz önüne alınınca sanatın ve yazarın önünü açmaktan çok denetleyicilikten yana olacağı açıktır. Yine devletin girdiği her ticari alışverişte kayırmacılık ya da vurdumduymazlık iddiaları gibi bu alanda da olacağı açıktır. Dinçer Sezgin’in hikayeleştirdiği olaydan anlıyoruz ki eseri DT havuzunda yüzen ve bir gün seçilmeyi bekleyen yazar sayısı bir hayli fazladır. Dolaysıyla Coşkun Büktel kendi eserleri üzerinden fırtınalar koparırken bu gerçeği göz ardı etmektedir. Bu duruma karşı, bu işleyişe karşı, bu sisteme karşı topyekun bir örgütlenme ya da genel bir savunma yerine, sadece kendi eserleri üzerinden fırtınalar koparmakta, kişilerin demokratlığını ise bu genel duruma, sisteme karşı olmaya değil, kendi eserlerine ne kadar duyarlı olunduğuna bağlamaktadır.


Örnek 2

12.10.2001 EVRENSEL GAZETESİ Mustafa Kara
http://www.evrensel.net/01/10/12/kultur.html

‘Suyun başın tutulmuş’

1979 yılının sonları... 15 yaşında bir çocuk ayağında kara lastikler, kolları kısalmış ceketiyle Diyarbakır’ın en lüks otelinin kapısından giriyor. “Bir çocuk oyun yazıyormuş, ben o çocukla tanışmak istiyorum” diyen Veysel Öngören’in davetlisi o.
Oyun yazarı Cuma Boynukara, bugün, “Veysel Öngören, orada beni karşıladı, karşısına oturttu. Eğitmenlik gücü, yol göstericiliği benim için çok önemlidir. Benim hayatımı biçimlemiştir” diyor.
Bugün 12 oyunun yazarı olan Cuma Boynukara ile, engellemeler, davalar ve oyun yazarlığını konuştuk. Boynukara, “Rahatsız olduğum için yazıyorum. Bu rahatsızlığı değiştirmeye bir katkı olsun, diye yazıyorum. Ülkemde asgari ücrete bakın, insanlara bakın, adı konmamış kavgalara bakın. Sizin üzerinize düşen, bunların değişmesi için çaba harcamaktır. Bir arpa boyu yol bile olsa, katkıda bulunmaktır” diye özetliyor neden yazdığını.
En şanssız alan
“Benim ülkemde en şanssız alan” diyor tiyatro için. Tiyatronun yazarlarıyla gelişeceğini söylüyor. “Oyun yazarlığı çilelidir” deyip, bir oyunun yazılıp sahneye konması (ya da konmaması) için geçen süreçleri özetliyor: “Oyun yazarı oyununu yazıyor, sahnelensin diye yarışmalara gönderiyor. Ya da göndermiyor. Özel tiyatrolar ekonomik kriz içinde, perde kapatan kapatana. Ödenekli tiyatrolar da size, oyunu 7 nüsha olarak çoğaltın bize gönderin, diyor. Orada bir
Edebi Kurul var. Oyununuzun o kuruldan geçmesi gerekiyor. Geçiyor da ne oluyor? Oyun havuza atılıyor. Ertesi yıl da, ‘Siz bir rejisör bulun’ diyorlar. Bir oyun yazarının görevi rejisör bulmak olmamalı. Kuruldan bazen de ret cevabı çıkıyor. Kime göre ret, neye göre ret? Ona bu hakkı kim veriyor?”

Bir oyunun serüveni
Cuma Boynukara’nın bu süreci “çok iyi bilmesi”nin bir nedeni de, “Çok Geç Olmadan” adlı oyunun başından geçenler. “Çok Geç Olmadan” adlı oyunu, 1992 yılında yazmış Boynukara. Bu oyunla 1993 yılında Kültür Bakanlığı Ödülü’nü kazanmış. Diyarbakır’da yaşıyor o zaman, faili meçhullerin kol gezdiği günler. “Postaneye ayaklarınız titreyerek gidiyorsunuz, biri durdurup, bu nedir, diye sorabilir. Anlatamazsınız” diyor Boynukara. Ödül almak oyunun sahnelenmesi için yeterli değil: “Ödül alan 10 oyundan 9’u bir biçimde sahnelendi. Biri hiç oynanmadı, havuza atıldı. Sene 1999 oyun gündeme geldi. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sahneye konulacak denildi. Provalara başlandı. O sırada polis, devletin bir kurumu olan DT’ye giderek oyunla ilgili bilgi istedi ve oyun iki ay ertelendi. Arkasından, oyunun afişleri basıldı, duyuruları yapıldı, davetiyeleri bile dağıtıldı. Oyun 2 Mayıs’ta perde diyecekti, ancak 30 Nisan’da oyun kaldırıldı. Provaya ihtiyacı varmış da, oyunda kullanılan kar makinesi bozukmuş da, parça gerekiyormuş da... Akla gelmeyecek bahaneler söylendi.”
‘Yazmak zorundayım’
“Tüm bunları yaşadıktan sonra sizin nasıl bir şevkiniz olur, yazmaya yönelik” diye soruyor Cuma Boynukara. “Suya sabuna dokunmayan şeyler yapsana” gibi şeyler de söylenmiş. “Ne yapacaksın suya sabuna dokunmayan?” diye soruyor Boynukara: “Ne yapabilirsin? Nerede yaşıyorsun, nereden besleniyorsun? Halk otobüsünde yolculuk yapıyorsan, insanları görüyorsun. Gecekonduları dolaşıyorsan, insanların aldığı 122 milyon maaş ile 4 kişilik bir aileyi geçindirdiğini görüyorsun. Yoksulluk adı konmamış bir savaştır. Tabii bunlara sesleneceksiniz. O zaman suya sabuna dokunmuş olacaksın.”
Hayalleri değişti.
1980 sonrası çok şeyin değiştiğini anlatan Cuma Boynukara, gençlerin; “Bir diziye kapak atarsam hayatım kurtulur” diye düşündüğünü söylüyor. Bu tarihten önce, gençlerin tiyatro ustalarının tiyatrolarında teşrifatçı olmak için kuyrukta beklediğini dile getiren Boynukara, “Okumayan, araştırmayan bir kuşak yetişti. Bir şeyler yapalım dediğin zaman 15 kişiyi bir arada tutmak o kadar zorlaştı ki! Sizi ekonomik olarak bağlıyorlar” diyor.
Tiyatro alanındaki engellemelerin yanı sıra “içeriye” de eleştirileri var Cuma Boynukara’nın: “Ülkemizde Oyun Yazarları Derneği diye bir kuruluş var. Amacı ne olmalıdır? Demokratik bir kurumdur, gördükleri olağandışı şeylere, tahammülsüzlüklerini belirtmek zorundadır. Bizim bu oyunun başına gelenlere karşı, örgütlü olduğum kurum, kılını kıpırdatmadı. Dediler ki; ‘Daha yaşın genç.’ İyi de bir haksızlığa karşı durmak için bir insanın yaşlı olması mı gerekiyor? Suyun başı garip bir şekilde, bir yerlerden tutulmuş. Ağır olacak belki ama; arkadan gelen kuşağa cevap veremeyecek kadar zorlanacaklar.”

Tiyatro kime?
Boynukara, günlük yaşamın izleyiciye ağır sorumluluklar yüklediğini ve eskiden var olan oyun izleme geleneğinin kalmadığını da ekliyor. İnsanların asgari ücretle 4 kişilik bir aileyi geçindirdiği bir ülkede yaşadığımıza dikkat çeken Boynukara, “Lafa geldiğinde konuşuyoruz, yüreğimiz yoksuldan yana. İyi, hoş, güzel de; kim için yazıyoruz? 200 bin kişiye mi yapıyoruz, 65 milyonluk ülkede. 10 milyona, 15 milyona tiyatro biletleri satıldığı zaman, tiyatro kendini kurtarmıyor, kapatıyor. Yoksul insanlar gelemiyor, para ayıramıyor. Ben bir oyun yazarı olarak, nasıl tüm bunlara duyarsız kalayım? 14 yaşındaki çocuk öldürülüyor. Sen bunları görmeyeceksen, adı ne bunun?” diyor.

Trajikomik dava
Cuma Boynukara’nın geçen yıl sahnelenmeye başlanan ve bu yıl da devam edilen “Ölüm Uykudaydı” adlı oyunu hakkında üç yerde dava açılmış. Davanın gerekçesi, “halkın cinsel arzularını tahrik etmek.” Cuma Boynukara, bu trajikomik davayı şu sözlerle değerlendiriyor: “İnsanlar işkencede, sadist birtakım insanların uygulamasına maruz kaldığında, o sadist insanın uygulaması sonucu o insana cop sokuluyorsa, biz bir biçimde insanlara ulaştırıyorsak, bunu seyreden insan nasıl tahrik oluyor? Nasıl böyle bir fantazi olabilir? Benim ülkemin geleneğinde böyle bir şey yok. Beni üzmüştür.”
“Görülmüştür” adlı oyunu Tiyatro Fora tarafından sahnelenmeye hazırlanan Cuma Boynukara, 12 oyun yazmış. Oyunları hakkındaki yasaklamalar ve davalarla ilgili “hakkını dışarıda aramak” gibi bir düşüncesi de yok; “Çünkü bir şeyi yitirdiğiniz yerde, bir şey elinizden alındığı yerde geri alırsınız.”


‘ÖLÜM UYKUDAYDI’
YENİDEN PERDE DİYOR
“Ölüm Uykudaydı”, egemenlerin “düşünmeme” rolü biçtiği dört sanatçının yaşadıklarının, geride kalanın ağzından anlatıldığı bir oyun. Tecridi, tacizi, işkenceyi, açlığı, yalnızlığı, sessizliği, ölüm orucunu, hücrede yaşama savaşını anlatıyor kısacası. Geçen sezon Bizim Tiyatro tarafından sahnelenen ve ilgiyle izlenen oyun, bu sezon da 14 Ekim Pazar gününden itibaren Barış Manço Kültür Merkezi’nde sahnelenecek.
Cuma Boynukara, yazdığı bu oyunun temellerinin 1986 yılında, Diyarbakır’da atıldığını söylüyor: “Cezaevinden birtakım duyumlar alıyoruz; biri kendini yaktı, biri ölüm orucunda öldü, gibi. O dönem, böyle bir oyun yazılabilir diye hissetim. Notlar aldım, ama yoğunlaşmadım.”
Tam da Devlet Tiyatroları’nda “Çok Geç Olmadan” adlı oyununun kaldırıldığı günlerde, bugün bu oyunu yöneten ve oynayan Zafer Diper’in ısrarıyla başlamış yazmaya. Sonunda oyun çıkmış, ama sahnelenmesi için bir süre beklemeleri gerekmiş: “Prova ilerledi, oyun olgunlaştı, perde diyeceğiz. Cezaevi baskınları başladı. Oyunu geri çektik. Popüler bir hastalık vardır ya, orada oyun vurulsun istemedik. Yapılan iş temiz bir işti, namuslu bir işti. Onun için erteledik. Oyunu iki ay sonra sahnelemeye başladık.”
“Ölüm Uykudaydı” üzerinde çalışırken çok şey öğrendiğini, Zafer Diper’in bunda büyük payı olduğunu anlatan Cuma Boynukara, oyunun “çok acı, çok katı” bulunduğunu söylüyor. Cuma Boynukara, bu eleştirilere şöyle yanıt veriyor: “Hiçbir zaman ölüm sevimli gelmez ki, bunu görmek hiç kimseye sevimli gelmez ki. Adam ölüyor işte! Bedeni var sadece elinde. Gelmeyecek tabii. Adama zorla yemek yedirmek istiyorsun, cop sokuyorsun. Bunun keyifli bir yeri zaten yok, ama gerçek bu. Hekim arkadaşlarımla oturdum o zaman, vücuttaki solucanların bedeni terk ettiği dönem vardır, yiyecek bir şey bulamaz. Hiçbir şey yok. Kurt çıkar ağızdan, burundan. Olan bu.”
“Ölüm Uykudaydı”nın, 18 yaşından küçüklere gösterilmemesi konusunda da söyleyecekleri var Boynukara’nın, “Bu denli bir acının, hiç acıyla tanışmamış, pırıl pırıl bir beyinde yaratacağı acıdan korkuyorum. Er geç acıyla tanışacak ama, buna vesile olmak istemiyorum. Ben eninde sonunda acıyla tanışacak, ama şimdiden bu acıyı onlara tanıtmanın zorluğu tartışılır ve tartışma yaratır. Kötüyü ne kadar geç tanıtırsak o kadar iyi olur. İyi o zaman o kötüye gülüp geçer.”


ŞİMDİ BU ALINTIMIZIN ARDINDAN BİR DEĞERLENDİRME YAPALIM

Coşkun Büktel ile Cuma Boynukara’nın yaşadıkları bir terazi kefesine konup tartılsaydı herhalde Coşkun Büktel’e susup oturmak düşerdi. Ama Cuma Boynukara yaşadıklarına rağmen 14 oyun daha üretti. Ortalığı kendi oyunlarının başına gelenlerle polemiğe boğmak yerine Türkiye halkının daha ivedi sorunlarını yazmaya devam etti. Zira biliyordu ki bu devlet anlayışı altında oyunlarının başına gelenler sürpriz şeyler değildi. Bunun çözümü ise bireysel çabalardan, bireysel sorunları ayyuka çekmekten değil toplumsal bir mücadeleden, topyekun bir değişiminden geçiyordu. İşte bu nedenle de Cuma Boynukara toplumsal yazarlığı seçmişti, işte bu nedenle kendi oyunlarının kavgasında boğulmak yerine halkının sorunlarını ille de sahneye taşımanın yollarını zorlamıştı.

Tıpkı Sosyalist Hilmi Bulunmaz’ın kendine dokunan bir yanı olmadığı halde toplumsal sorunlara, tiyatral sorunlara karşı takındığı tutum gibi. Coşkun Büktel ise kendi kavgasını toplumsala bağlamak yerine toplumsallığı kendi kavgasının ardına takmayı denedi. İnsanların devrimciliğini, demokratlığını, muhalifliğini kendi oyunları için seferber etmeyi denedi. Bu sistem altında Tuzla’da ölen işçiler ne kadar normal gibi sunulmaya kalkılıyorsa, kanıksatılmaya kalkılıyorsa benim başıma gelenler de bu sistemin işleyişinin tipik bir neticesi deyip sisteme karşı direnmeyi ya da inadına yeni eserler vermeyi hiçbir zaman akıl edemedi. Sistemin ve işleyişin bir sonucu olarak yaşadıkları için tüm yayınları, yazarları, dernekleri arkasında olmaya çağırırken aynı yıllarda benzer sorunları yaşayan örneğin bir Cuma Boynukara için ben ne yaparım diye kılını kımıldatmadı. Tıpkı halkının onlarca sorunu için hiç kalemini oynatmadığı gibi.

Üstelik Cuma Boynukara, Coşkun Büktel’in “Ölüleri Gömün” çevirisi İstanbul Şehir Tiyatroları repertuar kurulunda reddedildiğinde "Kafatasının içinde beyin yerine pirzola bulunmadıktan sonra, bir insanın böyle bir oyunu, üstelik de Coşkun Büktel çevirisinden, okuyup da beğenmeyebileceğini düşünemiyorum." açıklamasında bulunarak destek veriyordu. Coşkun Büktel ayyuka çıkarıp insanların demokrat olup olmamasını, barışsever olup olmamasını, hatta insan olup olmamasını kendine verilen desteğe endekslerken kendi yaşadıklarından kat kat fazla sorunu, açıkça mimlenmeyi, sansürü hatta zulmü yaşayan Cuma Boynukara’ya vermeyi akıl bile edemiyordu. Tıpkı halkının onlarca sorunu için hiç kalemini oynatmadığı gibi. Zira onun umurunda olan aslında ne haklar ne gasplar ne demokratlar değil eserini sahnede görememenin öfkesiydi ve istiyordu ki herkes benimle birlikte fırtına koparsın.

Örnek 3

KÜLTÜR BAKANLIĞI ÖDÜL VERDİ AMA DT DE OYUNU HAVUZA BİLE ALINMADI. REDDEDEN EDEBİ KURUL ÜYELERİNDEN BİRİSİ DE SON DÖNEMDE COŞKUN BÜKTEL’İN İYİ DOSTLARINDAN OLAN COŞKUN IRMAK’DI.
İŞİN DAHA DA TUHAFI EDEBİ KURUL ÜYESİ COŞKUN IRMAK AYNI YARIŞMAYA KENDİSİ DE KATILIP MANSİYON ALMIŞ. COŞKUN IRMAK’LI BU EDEBİ KURUL BU BÜYÜK ÖDÜLÜ ALAN OYUNU DT EDEBİ KURULU’NDA REDDEDERKEN, KENDİSİNİN MANSİYONLU OYUNU KABUL EDİLİP HAVUZA ALINMIŞ…


Bir oyun yazarından mektup
Yazı çok uzun ve dolaylı anlatım içermektedir bölümler alıyorum tamamı linkten okunabilir.

http://groups.yahoo.com/group/alevalatli/message/23143

Bir oyun yazarından mektup
Merhaba,
Öncelikle saygılarımı sunmak istiyorum. Ben, Mustafa Nogay Kesim.
Tiyatro oyun yazarı olarak Türk tiyatrosuna hizmet etmeyi bile isteye
tercih etmiş birisi olarak yazıyorum size.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü
Dramatik Yazarlık Anasanat Dalında yüksek öğrenim gördüm (henüz
bitirme tezimi tamamlayamadığım için mezunum diyemiyorum). 1998
yılında Kültür Bakanlığı Hasan Ali Yücel Oyun Yazma
Yarışmasında "Ağalık Belası" adlı oyunum Büyük Ödüle layık görüldü.
Hem bu oyunum hem de "Pişti" isimli bir diğer oyunum Kültür Bakanlığı
tarafından kitap olarak yayınlandı.
Yapmayı hiç istemediğim bir işte, içinde olmayı hiç canım çekmeyen
bir sektörde, iyi de para kazanarak çalışıyorum. Reklam yazarak,
(…)
Devlet Tiyatroları Genel Müdür Yardımcısı Rahmi Dilligil ile Başrejisörü
Erhan Gökgücü (aynı yarışmada mansiyon kazanmıştır) vardır. Hemen
ertesi gün Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne davet ederler, oyunun
sahnelenmesine yönelik resmi işlemlerin bir an önce tamamlanması
adına.
(…)
Törenden çıktığı gibi soluğu Turgut Özakman'ın evinde alır; ödülünü gösterecek, elini
öpecektir öğretmeninin. Şamar gibi bir çift sözle kendine gelir,
rüyadan uyanır: "Bak evladım! Bu ülkede herşey affedilir, ama başarı
asla! Sen söylenenlere değil, olacaklara bak!"
Olanlar mı:
Ödül töreninin hemen ertesinde Devlet Tiyatroları Edebi Kuruluna sunulan oyun
aylarca Edebi Kurulun gündemine alınmaz. Edebi Kurul Başkanı Özdemir
Nutku ve dönemin Genel Müdürü Lemi Bilgin ile bir türlü görüşemez
Başrejisör sıfatıyla Edebi Kurul üyesi olan Erhan Gökgücü (ki aynı yarışmada
mansiyon almıştır) provalarının yoğunluğundan dem vurarak ayak üstü
geçiştirir. Bir başka Edebi Kurul Üyesi, Ankara DT oyuncusu Çoşkun
Irmak (ki aynı yarışmada övgüye değer eser ödülü almıştır) ile onun
oynadığı bir oyunda figüranlık yapan Nogay Kesim o güne kadar kuzu
sarması iken, birden devran dönmüştür. Ona yönelttiği sorular da düz
duvara çarpan kelimelerden öteye gitmez.
Aradan altı ayı aşkın bir zaman geçer ve Edebi Kurulun resmi yazısı
ulaşır Nogay Kesim'in eline. Ağalık Belası adlı oyunu Devlet
Tiyatrolarında sahnelenemeyecektir, çünkü repertuara alınması Edebi
Kurul tarafından uygun bulunmamıştır.
(…)
Hemen DT'de aldı soluğu. Bütün kapıların duvar olduğunu bile bile.
Dönemin Başdramaturgu Füruzan Hanım'ı buldu. Oyunun reddedilme
gerekçesi: Finalde Devlet işin içine hiç girmiyormuş ve ağanın kim
olacağına halk kendi aralarında karar veriyormuş. Eee??? Bu
demokratik değilmiş, hem de karamsar bir bakış açısıymış. Bu sebeple
reddi uygun görülmüş.

Hiç, ama hiçbiri geçen sene olan kadar gururunu kırmadı Nogay
Kesim'in. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü makamına oturuveren
Rahmi Dilligil, bir toplantıda karşılaştığı Nogay Kesim'i bin bir
özürler, aflarla makamına davet etti. Eski yönetimi yerdi, verdi
veriştirdi; artık yeni bir dönemin başladığını anlattı.

Gitti Nogay Kesim. Bir dilekçe daha verdi. Hemen ilk edebi kurulda
görüşülecek, ardından da hemen sahnelenmesi için harekete
geçilecekti. Öyle söylüyordu Genel Müdür Rahmi Dilligil, şahitler
huzurunda.
Sonuç: Ağalık Belası adlı eserin Devlet Tiyatroları repertuarına
alınması Edebi Kurul tarafından uygun bulunmamıştır.

Mustafa Nogay Kesim



ŞİMDİ DE BU ÖRNEĞİ DEĞERLENDİRELİM

Devletin, Bakanlığı başvuran onlarca oyun arasından birini seçip ödül veriyor. Seçenler tiyatroya vakıf insanlar. Üstelik bu oyun genç bir yazara ait. Üstelik, yazarlık eğitimi alan bir yazar. Ve yine üstelik bu genç yazar aynı yarışmaya katılan Devlet Tiyatroları baş dramaturgunun oyununu da, Devlet Tiyatroları Edebi Kurul üyesi, deneyimli oyun yazarı Coşkun Irmak’ı da geride bırakıp onların mansiyon aldığı yarışmada büyük ödüle layık görülüyor. Şimdi akıl, mantık der ki bu oyun tereddütsüz Devlet Tiyatroları’nda Edebi Kurul’dan da geçer, yönetmenler de sahnelemek için hemen seçip projesini sunar ve oyun sahnelenir. Ama öyle olmuyor. Ne oluyor? Oyun Edebi Kurul’da eleniyor ve havuza bile alınmıyor.

Bu oyunu büyük ödüle layık görenler kimler?
Kültür Bakanlığı ve onun adına jüride yer alan Türk tiyatrosunun seçkin isimlerinden oluşturulmuştur. Başta, Prof. Dr. Sevda Şener olmak üzere, dönemin TOBAV Başkanı ve Devlet Tiyatroları Genel Müdür Yardımcısı Tamer Levent, yazarlar, oyuncular... Yani tiyatrodan anlayan bir jüri.

Oyunu DT için uygun görmeyen kimler? DT Edebi Kurul’u.
DT Edebi kurulunda kimler var?
İkisini söyleyelim: DT Başdramaturg ve Coşkun Irmak. Ve ne tuhaf rastlantı ki bunlar da aynı yarışmaya eser yollayıp mansiyon alabilmiş iki yarışmacı. Şimdi kendilerini aşıp geçmiş ve büyük ödül almış rakiplerinin oyununun kaderini belirliyorlar.

Ne dersiniz bu örnek Coşkun Büktel’in “Theope” sinden daha mı az acıtıcı yaşadıkları bakımından?

Ve son dönemde Coşkun Büktel’le arası iyi olan az sayıdaki insanlardan biri olan Coşkun Irmak’da, eğer yeniden yazılsa Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları’na girecek ilk isimlerden biri olur muydu acaba? Hiç sanmam, Irmak’ın Theope ile ilgili olumsuz bir görüşü veya tavrı olmadı ki? Varsın hem yarışmacı hem seçici olsun kime ne, yani Coşkun Büktel’e ne?

Acaba bu örneği Coşkun Büktel hiç duymuş muydu? Şimdi bizden okuduktan sonra bu genç yazar için kılını kımıldatacak mı? Bu arkadaşa sahip çıkıp fırtınalar koparmaz ise biz onun demokratlığına, aydın olmasına, barışsever olmasına, mert olmasına ve daha birçok vasfına nasıl inanacağız? Merkezde kendi olmayınca bu kavramlar aklına gelecek mi Büktel’in? Gelmeyecek, çünkü Büktel adaşı Irmak’ı yedekte tutmayı tercih eder, olaki tekrar etkin bir göreve gelirse, Theope için, yani kendisi için bir şans olacaktır.

Bir de soruyu şöyle soralım, eğer Hilmi Bulunmaz bu durumu bilseydi, Coşkun Irmak’ın gözünün yaşına bakar mıydı?

Bu sorulara herkes önce kendi içinde yanıt vermeli, sonra istiyorsa yüksek sesle dile getirmeli. Verilecek yanıtlar, herkesin durduğu yeri daha net olarak belirleyecektir. Bu soru bir anlamda turnusol görevi görecek bir sorudur.
BU BÖLÜME EK
Adının bizde saklı kalmasını rica eden bir tiyatrocu okurumuz aşağıdaki eki iletmiştir
Merhaba,
Son derece titiz bir çalışma sürdürmektesiniz sizi öncelikle kutlamam gerek. Bir yandan bu kişi ve iddiaları için bu kadar zaman ayırmaya değer mi diye düşünmeden yapamıyorum ama diğer yandan da artık birinin ciddiye alıp haddini bildirmesi gerekiyordu, aksi takdirde meydanı boş buldular ve tenezül edilip cevap verilmemiş olmasını kendi haklılıklarıymış gibi sergiliyorlardı.
Tiyatrooyun keşke en baştan bu ciddiyette bir muhalif site olarak yer almış olsaydı.Fakat onlarla aynı kelamı etme ve onlar ancak bu dilden anlar mantığı tiyatrooyun a biraz mesafeli durulmasını getirdi.
Tiyatro dünyası içerisinde aramızdaki konuşmalarımızda bir çok kişi aynı düşünceleri dile getiriyor.
Aslına bakarsanız tiyatro yayıncılığımız hala çok yetersiz. Artık bu işin ayda bir yayınlanan dergilerle yürümeyeceği açıktır. Dergiler çıktığında haberler çoktan bayatlamış oluyor. Birde bu dergilerin yaşadığı zor şartlar dağıtım sorunları vb eklenince bazen ay ortasını bulması da cabası.
Tiyatro sitelerinin de yetersizliği açık. Profesyonel (işin niteliği anlamında) olamamanın sıkıntısını yaşıyorlar.
Bu anlamda site tasarımınız ve sık haber girme şansınızla tiyatrooyun olarak giderek dikkatleri çekmektesiniz. Tek sorun Coşkun Büktel & Hilmi Bulunmaz okurlarınızdan ancak yüzde birini ilgilendiriyor bilmiş olun. Hatta belki o kadar dahi değildir. Kaldı ki siz bu ikili için olumsuz hiç bir şey yapmasanız da şu her fırsatta her haberin altına dadanan Kazım Şimşek'in yarattığı antipati yetiyor ve Kazım şimşek'in bu antipatik çıkışları bile bizim o kişilerden soğumamızı sağlyor.
izninizle konuya geleyim
COŞKUN BÜKTEL BAKIN BİR YAZISINDA COŞKUN IRMAK HAKKINDA NE YAZMIŞTI
Denebilir ki: "Irmak o kadar da dürüst sayılmaz. Kötü yönetime ancak kendisi zarar gördüğü zaman karşı çıkmış."

Ben ise "hayır" diyorum: Irmak, kötü yönetime, ancak, çok iyi bildiği, somut belge ve kanıtlarını elinin altında tuttuğu bir haksızlık durumunda ve durumun sağladığı inandırıcı gerekçelere sahip olduğu anda, karşı çıkmış. Haklı zemin bulduğu anda karşı çıkmış.

Coşkun Büktel kendisiyle ilgili bir adım atana üç adım atar, kendisine bir gül uzatana saksıyla çiçek sunar. Tabi bunu yaparken de dürüstlüğünü mertliğini ve ilkelerini unutuverir. Objektif olamaz.
Yukarıda bir haksızlığı çok güzel sergilemişsiniz. Nedir bu?
Bir genç yazarımız yarışmaya giriyor. Jüride yetkin ve Devlet Tiyatrosundan önemli isimler var Oyunu büyük ödül kazanıyor. Kendisine oyunun DT de sahneleneceği sözü veriliyor. Ama usul gereği DT de sahnelenmesi için Edebi Kuruldan geçmesi şart. Ama ne oluyorsa DT'li sanatçıların birinci seçtiği oyun DT nin repertuar kurulunda kötü bulunup eleniyor. Bu birinciliği kazanan ödül yetersiz bulunup elenirken Aynı yarışmaya katılan Coşkun ırmak'ın mansiyon alan oyunu iyi bulunup edebi kuruldan geçiveriyor.
Bakın kaç rezalet birden var ortada.
1- DT edebi kurulda üye olan ve DT de başdramaturg olan birileri DT nin açtığı yarışmaya katılıyor bu olmamalı
2- DT edebi kuruluna layık görülen bir yazar'ın (Coşkun ırmak) oyunu ancak mansiyona layık bulunuyor o halde acaba coşkun Irmak DT edebi kurul üyeliği için yeterli miydi?

3- DT edebi kurul üyesi Coşkun Irmak sırf bu kurulda olduğu için kendi rakibi olmuş birinin oyununun kaderini belirleyecek oylardan birine sahip bu da haksız rekabet

4- Yarışmada kendisini geçip büyük ödül alan oyun elenirken DT edebi kurul üyesi Coşkun ırmak'ın daha az başarılı bulunan oyunu kabul ediliyor ve Coşkun Irmak bu haksızlığa ses çıkarmıyor

5- DT Edebi kurulunda yer alan birisinin eseri de DT edebi kuruluna sunulup oylanıyor. Bu da yeterince fiyasko değil mi? Aynı durum özdemir Nutku için söz konusu olsa Coşkun Büktel'in tutumu ne olurdu?

Şimdi bütün bu haksızlıklar, yanlılıklar, kayırmalar, haksız rekabetler Coşkun Irmak'lı Edebi kurulda yaşanıyor ama Coşkun Büktel Coşkun Irmak hakkında ne yazıyor?

Denebilir ki: "Irmak o kadar da dürüst sayılmaz. Kötü yönetime ancak kendisi zarar gördüğü zaman karşı çıkmış."

Ben ise "hayır" diyorum: Irmak, kötü yönetime, ancak, çok iyi bildiği, somut belge ve kanıtlarını elinin altında tuttuğu bir haksızlık durumunda ve durumun sağladığı inandırıcı gerekçelere sahip olduğu anda, karşı çıkmış. Haklı zemin bulduğu anda karşı çıkmış.
YANIT :
Öncelikle katkınız için teşekkürler. Bu çifte standart için güzel bir örnek oldu. Tıpkı Hilmi beyin dizilerde oynayanlar için yazdıklarına karşılık dizi yazan Coşkun Büktel'le ilgili ağzını bıçak açmaması gibi Coşkun Büktel'de kendinden yana tutuma giren Coşkun Irmak'ın bu örneğini görmezden gelecek bu övgüsünü de geri almayacaktır. Göreceğiz.
Tiyatrooyun hakkındaki düşüncelerinize ben de şahsım adına katılıyor ve benzer düşünceleri taşıdığımı belirtmek istiyorum. Sanıyorum site sorumluları da okuyacaktır, dikkate alacaklardır.
Bu vesileyle açıklamak isterim ki;
Bu çalışmamı değerlendirmek için öncelikle başkaca bir yayın organı malesef bulamadım. Basılı bir dergi için oldukça uzun birçalışma olacaktı. Bu nedenle internet bu anlamda uygundu. Tiyatro dergisi portalında yayımlanması için sayın Mustafa Demirkanlı ile irtibat kurdum fakat sayın Demirkanlı çalışmanın içeriğini, ciddiyetini bile okuma , inceleme gereği duymadan "Artık bu kişilerle polemiğe girip pirim kazandırmak istemediğini, zaten hukuki bir süreç içerisinde olduklarını ve bunun doğru olmayacağını" belirtip geri çevirmiştir.
Bu anlamda geriye bu çalışmaya yer verebilecek iki alan kalıyordu. Biri gölge tiyatro sitesi diğeri tiyatrooyun. Gölge Tiyatro sitesi belli bir hedef kitleye ulaşıyor yayın çizgisi belli. Bu nedenle daha genel bir okur profiline sahip ve bu kişilerle ilgili muhalif tavırdan asla kaçınmamış olan tiyatrooyun.org tek seçenek gibi görünüyordu.
Bu anlamda tiyatrooyun.org önemli bir misyon üstlenmiştir. İsmet İnönü'nün sözüne uygun olarak namusluların da cesur davranması gerektiğini baştan beri göstermiştir. Sizin de belirttiğiniz hususlara katılmakla birlikte bu anlamda tiyatrooyun.org u da kutlamak istiyorum

Melih Tepeli

4. BÖLÜM: COŞKUN BÜKTEL'İN YAŞAMINA GENEL BİR BAKIŞ

22 yaşında dünyaya, yaşama, yaşananlara, halkına, olaylara duyarsız hiç alakasız et kafalı biri olup da sonra ben yazar olayım aydın olayım deyip olunabilir mi? Aydın olmaya, yazar olmaya meyilli biri daha çocuk yaşta pek çok konuya ilgili ve akranlarına göre duyarlılığı ile dikkat çekmez mi? Herhalde, Deniz Gezmişler ve onbinlerce genç gerillalık yaparken, Amerikan askerini denize sürerken, Tam Bağımsız Türkiye için mücadele verirken Coşkun Büktel'de pamuklar arasında özel korunarak büyütülmedi.
Coşkun Büktel’in eserlerini, kitaplarını, iddialarını ve polemiklerini daha iyi tahlil edebilmek için polemik konularını biraz sonraya erteleyerek Coşkun Büktel kimdir nasıl bir ortamda nasıl bir varlık göstermiştir bunu biraz öne almakta yarar görüyorum.

Coşkun Büktel her ne kadar açıklıktan bahsetse de, özgeçmişini internette yayınlamaya bayılsa da koca bir dönemi yoktur, adeta kayıptır. Şimdi bilinen ve bilinmeyen yanlarıyla Coşkun Büktel’i daha iyi anlayabilmek için yaşamına ve yaşadığı yıllara göz atalım.

Coşkun Büktel İzmir, 1950 doğumlu
Beş çocuklu bir memur ailesinin ilk çocuğuydu.

“Memur bir ailenin çocuğu” nitelemesi son çeyrek yüzyıl için artık iyiden iyiye garibanlık anlatan bir tanımlama ifade edebilir. Fakat 1940’lı, 1950’li ve 60’lı yıllar için toplum ortalaması içinde memur olmak, memur ailesi olmak orta tabaka, hatta küçük burjuva anlamına gelebilmektedir.
Zira toplumun büyük bir kesimi tarımla uğraşmakta, hiçbir sosyal güvencesi olmadan çalışmaktadır. Bu anlamda Devlet memurluğu düzenli ve hatırı sayılır aylık kazanç, sosyal güvence vb gibi konularda bir ayrıcalık gibi görülmektedir. Kız babalarının memurlara sorgusuz sualsiz kızlarını verdiğinden söz edilir. Özellikle küçük yerleşim bölgelerinde memurlara büyük hürmet gösterilir ve memurlar devletin temsilcisi sayılır. Kavram olarak memurluğun o yıllardaki konumu göreceli olarak toplumun iyi denilebilecek bir katmanıdır.

Büktel, ilkokul 3. sınıftan itibaren, öğrenimini pek çok işe girip çıkarak sürdürdü. Gevrek (simit) satmakla başladığı çalışma hayatı boyunca, matbaa çıraklığı, dolmuş muavinliği, fırça imalathanesinde işçilik, büfe kasiyerliği, seyyar gazete satıcılığı vb diye uzayıp giden bir çocukluk ve gençlik dönemi çalışmalarından kesitler var.

O dönemlerde dar gelirli hatta, orta gelirli, hatta ve hatta durumu iyi ailelerin dahi çocuklarını çalıştırmaları sadece ihtiyaçtan değil, adettendi de.
Okullar cumartesi günü öğlen kapanır pazartesi sabahı berber yanında, kaportacı yanında ve daha onlarca iş kolunda çocuklar yaz çıraklığına başlardı.
Kimi aileler çocuklarını gerçekten aile bütçesine katkıda bulunması için; kimi aileler okul açılırken kendi masraflarını çıkaracak kadar para biriktirmesi için; kimileri sokakta haylazlık yapmaması, hayatı öğrenmesi için; kimi de o yıllar sayıca çok az olan üniversiteden dolayı, ilk, orta ve lisede de meslek sahibi olunamayacağından dolayı “bir meslek sahibi olması için” tatillerde çocuklarını çalıştırırdı.

Coşkun Büktel yaşamının ayrıntılarına girmediği gibi bizim de öğrenmemiz mümkün değildir. Bu nedenle de fikir yürütemiyoruz elbette. Fakat daha sonraki yıllar ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi tamamlayabildiğine göre memur ailenin durumu bir burjuva denecek nitelikte olmasa da göreceli bir rahatlık olduğunu varsayabiliyoruz ve en azından yazı dizimizin başında karşılaştırma yaptığımız Hilmi Bulunmaz’la karşılaştırırsak daha şanslı olduğu muhakkak.

Bu çocukluk ve ilk gençlik evresindeki çalışma çeşitliliğini geçelim.

Büktel, 1981 yılında yani 31 yaşında İstanbul Üniversitesi’nin İngiliz Filolojisi Bölümü’nden mezun olmuştur. Üniversiteye bir hayli geç girmiş ve bu nedenle bir hayli geç tamamlamış.

Bakalım üniversite mezuniyeti sonrası neler yapmış.

Coşkun Büktel, bugün kendine yakıştırdığı yazar sıfatını esas aldığına göre biz de onun yazarlık mesleğinde, kariyerinde ne zamandan beri var ve ne yapmış ona bakmak durumundayız.

Şiirleri ve şiir çevirileri, Oluşum ve Varlık dergisinde yayınlanmıştır (1978-1985) şeklinde bir açıklamaya rastlıyoruz.
O dönemleri yaşayan ya da okumuş herkes bilir ki az çok edebiyata meraklı gençlerin çalışmaları eğer başarılıysa bu dergilerde yayınlanır. Ama bu elbette kazanç sağlayan, geçim sağlayan işler değil, bir nevi karşılıksız hobidir.
Bu nedenle şiir ya da şiir çevirilerinin bu dergilerde çıkmasını da profesyonel anlamda yazarlık saymadan kutlayıp geçebiliriz.

Adı geçen dergilerde kaçar şiirinin yayınlandığına da ayrıca bakmak gerek. Eğer hiç olmazsa tamamen kendine ait resmi internet sitesinde bu şiirlerine yer vermiş olsaydı hem oralarda yazdığından emin olabilir hem de ne derece başarılı çalışmalara imza attığı konusunda izlenim sahibi olabilirdik. Ama arada geçiştirilmiş, şu şu şiirlerim yayınlandı diye bir açıklama yok.

Üstelik yazarlık başlangıcı olarak varlık dergisini esas alsak bile başlangıcı 1978'dir ve Coşkun Büktel 28 yaşındadır. Neredeyse ortayaş dönemine dek, 28 yaşına dek hiç bir varlık göstermemiş, hiç bir denemede bulunmamış bir yazar adayı gençtir özgeçmişine göre.

Kendi yazdığı özgeçmişini dikkate alırsak 1981’den itibaren kendini “ Theope ” adlı bir oyun tasarısına verdi. 4 yıl boyunca araştırma ve hazırlık aşamasını sürdürdüğü ve 1985’ten itibaren bizzat metnini yazmaya başladığı “ Theope ” adlı bu ilk oyununu ancak 1988’de bitirebildi.
ve ilk baskısı 1993’de yapılmıştır.

Peki, ama bütün bu geçen süre içerisinde Coşkun Büktel'in özgeçmişine eklemeye değer bulacağı başka hiç bir şey yok mudur? Düdükçülerin, fırçacıların çıraklığı, Zeki Müren'in çıktığı gazinoda gazoz satıcılığı gibi ayrıntılara dek anlatan Coşkun Büktel, yaşamının büyük bir bölümünü neden boş geçirmiş ya da anlatmamaktadır? Bir insanın özgeçmişindeki boşluklar her zaman herkesin ilgisini çekmiştir.

Şimdi yeniden kronolojik sıralamaya bakalım.

1950'de doğar: Deniz Gezmiş’in de 1947 doğumlu olduğunu hatırlatalım. Mahir Çayan da aynı dönem. Ve daha onlarca devrimci gençlik lideri de. Sadece devrimciler değil elbette. Örneğin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'de Coşkun Büktel'le aynı yıl doğmuştur. Ya da Ülkücü liderlerden Abdullah Çatlı da onlardan bir süre sonra.

Yani Coşkun Büktel hem dünyanın hem de Türkiye'nin gençlik hareketlerinin en dorukta olduğu, siyasal çalkantıların ve devrimci mücadelelerin en dorukta olduğu yıllarda vardır ve gençtir.
Ama...
Var mıdır sahiden?
Var ise nerededir?
Türkiye'de sadece İstanbul, Ankara, İzmir değil Anadolu'nun en ücra kasabalarında, köylerinde böylesi bir gelmiş geçmiş en aktif gençlik hareketlerinin, en siyasal bilinçlenmelerin yaşandığı yıllarda Coşkun Büktel nerededir? Yok mudur? Neden bu yıllara dair en küçük bir bilgi vermez?

Evet, küçük yaşta çalışmaya başlamıştır ama bu engel midir dünyada ve ülkesinde yaşananlar içinde bir yerde olmamaya?

Örneğin Hilmi Bulunmaz’ı da daha 10 yaşında çalışma yaşamı kapıp içine alıvermiş. Ama 17'li yaşlara dek bilinçsiz olsa da, sonrasını bir bir sayıyor. Tiyatro onun için oyunculuk öğrendiği yer kadar siyasal bilinçlenmenin, örgütlenmenin de alanı olmuş, nerede neler yapmış bugün sıralayabiliyor.

Üstelik Hilmi Bulunmaz'ın gençliği Deniz Gezmiş’ler asıldıktan sonrasına rastlamakta ve geçici bir sindirilmiş döneme de denk gelmekte. Üstelik Coşkun Büktel aynı zamanda ortaokulu, liseyi, üniversiteyi okumuş yani çıraklık, işçilik yaşamını Hilmi Bulunmaz'a göre daha az kaplamış ve liselerde üniversitelerde had safhada olan siyasal örgütlenmelere daha yakın bir kapsama alanında yaşam sürmüş.

Deniz Gezmiş pek çok eylemi yapıp tarihte yerini alıp 25 yaşında 1972'de asıldığında, Coşkun Büktel 22 yaşındadır. Yani gayet bilinçli, kanunlar karşısında çoktan reşit olmuş bir genç. Üstelik de bugün yazar olduğuna göre, daha o yaşlardan bilinçli ve aydın adayı olduğunu varsaymamız gerekir.

Düşünün bir, 22 yaşında dünyaya, yaşama, yaşananlara, halkına, olaylara duyarsız hiç alakasız et kafalı biri olup da sonra ben yazar olayım aydın olayım deyip olunabilir mi?
Aydın olmaya, yazar olmaya meyilli biri daha çocuk yaşta pek çok konuya ilgili ve akranlarına göre duyarlılığı ile dikkat çekmez mi?
Herhalde, Deniz Gezmişler ve onbinlerce genç gerillalık yaparken, Amerikan askerini denize sürerken, Tam Bağımsız Türkiye için mücadele verirken Coşkun Büktel’de pamuklar arasında özel korunarak büyütülmedi.
Herhalde, 1950’de doğup 1986 ya dek ot gibi duyarsız, kör sağır dilsiz olup 36 yaşında hadi ben artık yazar olayım deyip Theope’den başlamadı.

Peki ama, Ne yapmıştır, nerededir? Hangi mücadeleyi vermiştir, ne düşünmektedir?

İlle de her genç Deniz Gezmiş olmak zorunda değildir ama o denli duyarlı bir döneme gençliği denk düşen bir yazarın – hem de şimdi kendisini bağımsız ve gerçekçi yazar olarak tanımlarken- nerede, nelerle uğraştığını da bilmek hakkımızdır sanırım.

Acaba Coşkun Büktel ilk ne zaman ve hangi sivil toplum kuruluşuna ya da bir örgütlenmeye dahil olmuştur?

Yasadışı ya da politik bile olması gerekmez tüm gençliği ve orta yaş evresinde hangi sivil toplum örgütü içinde, hangi toplumsal çabanın içinde olmuştur?

Neden bu koca dönemi es geçmeyi tercih etmektedir?

Resepsiyonda çalışması, orada burada çalışması engel midir varlığını gösterecek başka emarelerde bulunmaya?

Hilmi Bulunmaz ondan çok daha yoğun çalışma hayatında değil midir? Yüzlerce örgütlü insan, sendikalı insan, sivil toplum kuruluşlarında var olmuş insan öğrenci ya da işçi değil miydi?

Yoksa Coşkun Büktel gibi sonradan yazar olacak birisi bu kadar mı halkına, toplumuna ve ülkesine ilgisizdir, sorumsuzdur? Bu kadar mı silik bir yaşam sürmüştür?

Bir de diğer pek çok kişinin aksine Coşkun Büktel'in öğrenciliği çok daha uzun sürmüştür. Üniversiteyi bitirdiğinde 31 yaşındadır. Oysa 23-24'lü yaşlarda mezun olmalıdır. Arada öğrenimine ara vermiş ya da üniversiteye geç girmiş olabilir ama işte o 1950'den 1981'e iki darbe bir muhtıra yaşanan dönemde, birbirinden farklı rüzgarların estiği 3 ayrı dönemde ne varlık göstermiştir Coşkun Büktel bir aydın, genç bir yazar adayı olarak?

Hadi Deniz Gezmişler’in yaşadığı yılları 18-22’li toy dönemine denk geldi diyelim. (Oysa Deniz Gezmiş'ten sadece 3 yaş küçüktür,Deniz Gezmiş ve binlerce genç onun yaşında mücadelenin içindedir) ama hadi o dönemi geçelim.

1981’de İstanbul Üniversitesi’nden mezun olmuştur. Yani siyasi çatışmaların, sınıfsal çatışmaların en dorukta yaşandığı, olaylı 1 Mayıslar’ın yaşandığı 78, 79'larda ne varlık göstermiştir bugünün yazarı ve muhtemelen dünün de aydın genci?

81’de üniversiteyi bitirdiğine göre siyasal, toplumsal mücadelenin en yoğun yıllarında 77’lerde, 78’lerde, 79’larda üniversite öğrencisidir, başını önüne eğip okula girip çıkıp mı yaşamıştır? Ya da her şeye kendini kapayıp sadece varlık dergisine 3 tane şiir mi yollamıştır?

Bakıyoruz neler yaptığına

Gazoz satmış, Zeki Müren'in çıktığı gazinoda teşrifatçılık yapmış, bunlar çocukluk yaşlarda olsa gerek deyip geçiyoruz.

Varlık Dergisi’ne şiirler yazmış. Eeee, bu da adamın tüm yaşamını kaplamaz.

Ne yapmış bir aydın olarak, gerçekçi yazar, toplumcu yazar, büyük yazar Coşkun Büktel?

Yok yok yok, adeta uzaya çekilmiş.

Hilmi Bulunmaz ilkokul mezunu olduğu halde ve okuldan sonra değil, tam zamanlı işçilik yaptığı halde tiyatro yapmış, dergiler çıkarmış, devrimci mücadeleye katılmış,
örneğin Mustafa Demirkanlı (Tiyatro Dergisi Editörü) ordudan atılmış (ki ordudan atılma aşamasına geldiğine göre bunun bir öncülü var demektir.)

Ama ya Coşkun Büktel? O yılları yaşamamış ya da Türkiye dışında yaşamış ama bilemiyoruz, kendi resmi sitesi dahil hiçbir kaynakta yok. Ya tamamen bu toplumsal sürecin dışındaydı, ya da… bilemiyoruz.

Neyse devam edelim...

1981'de üniversiteyi bitirir.
Peki, ondan sonra ne yapar? Herhalde şu saydıkları o dönemlere denk geliyor olsa gerek

Reklam yazarlığı, skeç yazarlığı, çevirmenlik, seyyar kitap satıcılığı, sinemada figüranlık, TV’de oyunculuk gibi daha sayamadığı envai türlü işe girip çıktı.

Skeç yazarlığından söz ediyor. Acaba kimlere ve nerelere skeç yazdı?
Neden bunu da gizleme gereği duyuyor? Örneğin skeç yazarı olarak da çalıştığını belirtmiş Ertuğrul Timur'a baktığımızda hangi gazetelere, dergilere ve TVlere yazdığını sıraladığını görüyoruz net bir şekilde.

Tuncer Cücenoğlu'na baktığımızda da neler yazdığını görüyoruz, daha lise yaşamından başlayarak.

Hilmi Bulunmaz'a da bakarsak yıl yıl çıkardığı dergileri oynadığı toplulukları buluyoruz.

Mustafa Demirkanlı, ordudan atıldığını hiç gizlemiyor, özgeçmişinde de yayınlıyor.

Peki, Tiyatro yazarı olarak kendini lanse eden Coşkun Büktel ilk nerede nasıl tiyatroya bulaşmış, oyunculuk yaptı diye geçiyor, kimlerden oyunculuk dersi almış? Hangi oyunda oynamış? Örneğin, Hilmi Bulunmaz sıralıyor; Algan'lar ve diğerlerini. (Hatta ikirciklenmeden gazino, düğün salonu maceralarına dek yazıyor.

Sahi Coşkun Büktel nerede tiyatroya bulaşmış, nerelerden hangi tiyatrocudan ders almış?
Hangi skeçleri yazmış?
Kimler için?
Hangi kanallara ya da gazino parodilerine mi, radyoya mı?
Neden bu dürüst, mert, açık sözlü isim açıklamaktan kaçınmayan yazar; fırçacı çıraklığına ve kimin çıktığı gazinoda gazoz sattığına dek ayrıntıları atlamazken bunları neden atlıyor?
Diyelim Zeki Alaysa, Metin Akpınar'a mı skeç yazmış? Neden isim yazmıyor?
Utanıyor mu, yoksa aslında hiç mi yazmadı?

Bizim bildiğimiz kadar reklam yazarlığı yapmıştır –ama nerede olduğunu bilmiyoruz, yazdım diyorsa yazmıştır- ve geçimini de bir süre bundan sağlamıştır. Ama reklam yazarlığı bir eser olmadığı için, skeç vs yazımının üstünden de kendisi atlayıp es geçtiği için Coşkun Büktel 1986 yılına dek, SIFIR 'dır.

EVET SIFIRDIR.
VAR MI ELDE SOMUT BİR EYLEM,
SOMUT BİR SİVİL TOPLUM GİRİŞİMİ,
TOPLUMCU BİR MÜCADELE,
VERİLMİŞ BİR ESER,
GİDİLMİŞ BİR KURS,
ÇIKARILMIŞ BİR DERGİ,
SAHNELENMİŞ BİR OYUN,
YAZILMIŞ EN UFAK BİR ESER?
YOK...

VARLIK GİBİ DIŞARDAN YOLLAYANLARA AÇIK DERGİYİ SAYMAZSAK, BİR GAZETE’DE, BİR DERGİ’DE YAZMAMIŞTIR.
O HALDE, COŞKUN BÜKTEL 1950'DEN 1993 YILINA DEK SADECE YAŞAMIŞTIR, YANİ NEFES ALIP VERMİŞTİR. SOSYO POLİTİK YAŞAMDA YOKTUR.
EDEBİYAT ANLAMINDA YOKTUR, YAZAR OLARAK YOKTUR, TİYATRO ADAMI OLARAK YOKTUR.

HESABI ORTADA OLMAYAN 43 YILIN ARDINDAN 1993'DE İLK ESER "THEOPE"
Theope'nin yazımı 7 yıl sürmüş. Ama artık Coşkun Büktel bir oyun yazmış ve yazarım deme hakkını almıştır. Artık yaşadığın sürede ne yaptın sorusunun "gazoz sattım, şu okulları bitirdim"den öte bir yanıtı vardır.

Oysa, yaşıtı sayılabilecek ve sık sık polemik konusu yapmaya çalıştığı Tuncer Cücenoğlu o yıla dek çokça eser vermeye başlamıştır, Özdemir Nutku’yu bu satırlara katmayı gerekli görmüyorum, yaptıkları Türkiye’nin belleğinde. Ama şunlara bakabiliriz, çokça didiştiği Demirkanlı siyasi nedenlerle ordudan atılmış, Cumhuriyet Kitap Kulübü’nün kurucularından olmuş, Tiyatro Dergisi’ni 18 yıldır yayınlıyor. Yakın arkadaşı Hilmi Bulunmaz, işini kurmuş, para kazanmış, kazandığı paralarla dergiler çıkartmış, tiyatro eğitimi almış, onlarca oyun yönetmiş, oynamış, gençleri yetiştirmiş ve hala her biri kendi alanlarında kendilerini geliştirmeye çalışıyor, (Özdemir Hoca dahil)

Peki Coşkun Büktel, bitmez tükenmez polemiklerin dışında nerede?
Coşkun Büktel, Türkiye'de ve dünyada en çalkantılı yılların yaşandığı 43 yılda nerede?
Adeta yok.

5.BÖLÜM: GERÇEKÇİ YAZARIN (?) ESERLERİNE BAKIŞ
ANTİ-GERÇEKÇİ, ANTİ-TOPLUMCU COŞKUN BÜKTEL’İN ESERLERİNDEN ÖRNEK-1
“THEOPE” KİMİN VE NEYİN GERÇEĞİ?
Önce Antik Yunan tragedyaları nedir, en temel ve kabaca yaklaşımla özetleyelim.
Tragedya, Yunanca tragoidia’dan gelir; tragos (keçi) ve oidie (türkü) sözcüklerinin birleşmesiyle “keçilerin türküsü” anlamına gelir. Dionisos şenliklerinde koro, hep tanrıya bağlı köleleri simgeliyordu. Tanrının çevresinde hep doğanın yabancı güçlerini temsil eden teke ayaklı satirler bulunurdu. Tragedya türü de tragos’ların şarkılarından doğdu.
Antik Yunan tragedyasının tanımını ilk kez Aristotales İ.Ö. 320 yıllarında Poetika adlı eserinde yapmıştır. Aristotales’e göre; “tragedya ahlaki yönden ağırbaşlı, başı ve sonu olan, belli bir uzunluğu bulunan hareketin taklidi” idi. Bu düşünüre göre tragedyanın görevi seyirciye acıma ve korku duygularının aşılanabilmesi için seyircinin kahramana ve onun kaderine sempati duyması, onunla yakınlık kurması gerekiyordu.
Tragedyanın konu kaynağı efsanelerdi. Ancak dram sanatı bu efsanelerden yepyeni bir biçimde esinlendi. Efsaneler dram sanatı yoluyla Atina halkının tavrı ve özelliği oluverdi; efsaneler yoluyla gerçekler üzerinde duruldu. Yunan tragedyasının özellik gösteren düşünce düzeyinden biri “gururlanma günahı” ve bu günahın kaçınılmaz cezasıydı. Yunanlılar bu cezayı Tanrı Nemesis’e bağlarlardı.Antik Yunan Tragedyaları elbette özünü tarihsel olaylardan, yaşanmışlıklardan ve destansılaştırmalardan alır. Türk ve Dünya Tiyatroları’nda en fazla sahnelenen Antigone, Antik Yunan oyunlarının bir versiyonudur. Theopenin de aynı Antik Yunan savaşlarının bir başka versiyonu olduğu gibi…
Kendi ülkesindeki ve kendi gençlik dönemlerindeki baskıya, başkaldırıya, destanlaşan mücadelelere ve mücadelecilere bu denli duyarsız olan ve hayatının 43 yılını toplumsal olaylara ve konulara karşı duyarsız geçirmiş, hiç bir eser vermemiş, reklam yazarlığı yapmış, figüranlık yapmış Coşkun Büktel eser vermeye başlama kararı alınca buna Antik Yunan tragedyasıyla başlamayı seçmiş.
TÜRKİYE’DEN BİR ANTİK YUNAN TRAGEDYACISI :
Coşkun Büktel; Aziz Nesin'ler, Nazım Hikmet'ler, Rıfat Ilgaz'lar, Fakir Baykurt'lar, Muzaffer İzgü'ler, Orhan Asena'lar, Oğuz Atay'lar, Güngör Dilmen'ler, Tuncer Cücenoğlu'lar, Orhan Kemal'ler gibi, özünü toplumumuzdan, toplumsal sorunlarımızdan, Anadolu'dan, bizim kadınımızdan, bizim öğretmenimizden, bizim mahkûmumuzdan, bizim destanlaşmış kahramanlarımızdan almak yerine, çağlar gerisine uzanıp destan mı, gerçek mi karışmış antik Yunan kahramanlarından almıştır.
Etliye sütlüye karışmamak için mi?
Ülke ve toplum sorunlarımızdan uzak durma çabası mı?
Yoksa yerli temayla uluslararası başarı yakalayamama endişesi mi?
Yoksa, antik Yunan tragedyalarının hepsi tutuyor, bu da bu eserler arasına girer beklentisi mi?
Kendini klasik bir tarzla bir anda ispatlama kaygısı mı?
Antik Yunan dönemine özel ilgi mi? (Ama bir daha o alana hiç eğilmemiş)
Coşkun Büktel, toplumdan, toplumsal sorunlardan, yaşanmışlıklardan, gerçekçilikten o denli uzak ki, içinde yaşadığı sorunlardan kaçıp bir destansı kahramanın öyküsünü yazabilmek için yedi yılını harcıyor.
Birisi Coşkun Büktel için "Gerçekçi" mi demişti?
Hadi canım hangi gerçek?
Kimin gerçeği?
Elbette bir antik Yunan tragedyasından da bugüne göndermeler olabilir, oradaki kahraman ve oradaki savaş ya da barış çabası bugüne de ışık tutabilir. (Tamamen masal olan bir çocuk oyununda da barış, sevgi, dostluk ve dişlerimizi fırçalama mesajları olduğu gibi.)
Ama bu kadar toplumsal sorunlar, geçişler yaşanan bir ülkede 7 yıllık çabayla ortaya çıkarılan büyük eser kimin için büyük bir eserdir? Türk toplumu ve Türk oyun yazını için mi, Antik Yunan dönemi için mi, yoksa Coşkun Büktel için mi?
Üstelik oradaki kahramanları, savaşları ve barışları iyi irdelemek gerek. Acaba oradaki bir kahraman bir Deniz Gezmiş gibi kendini halkına adamış kahraman mıdır? Orada yapılan barış çağrısı halkların yararına bir barış çağrısı mıdır?
Burada iki örneği inceleyelim.
ANTİGONE İÇİN NE DEDİLER? ANTİGONE DENİZ GEZMİŞ, ERDAL EREN’E ÖZDEŞ Mİ YOKSA BİR GERİCİ Mİ?
Ünlü antik Yunan tragedyası Antigone için Ayşe Emel Mesçi övgüler dizip kadın kahraman Antigone'yi Duygu Asena, hatta Deniz Gezmiş, Erdal Eren gibi devrimcilerle özdeş görürken bakın Coşkun Irmak ne diyor: http://www.tiyatrom.com/coskun_irmak_06.htm
“Antigone”, gericiliğin bütün özelliklerini kişiliğinde barındıran; karşı çıkışı, başkaldırısı tamamen gelenekler, töreler, dinsel kurum ve kurallardan kaynaklanan bir oyun kişisidir. Sophokles gerçekten büyüktür, ustadır ve bir o kadar tutucu, gericidir. “ANTİGONE” adlı oyunu da, ilericilik-gericilik bağlamında günümüzde değer taşır, ama Antigone adlı oyun kişisi; çağdaşlığın, akıl düzeninin karşısında ve gerici değerleri savunan bir niteliktedir. İşte bu anlamda, binlerce Antigone’miz vardır ve keşke olmasaydı.

LYSİSTRATA BARIŞA MI HİZMET EDİYOR YOKSA?..
Şimdi de Barışı anlattığı için ilerici, aydın demokrat çevrelerce pek sevilen Lysistrata oyununun yazarı Aristofanes için yazılanlara bakalım.
Eski komedyanın en büyük yazarıydı. Atina demokrasisinin en parlak döneminde yetişti. Aristofanes, geleneklerine bağlı ve her yeni şeye tepki gösteren bir adamdı. Yani tutucuydu. Europedis'i sevmez, Aisklos'u beğenmezdi. Oyunlarda Atina'nın iç-dış politikasını taşladı. Sparta-Atina savaşını yerdi. Başarısız sayılabilecek "Bulutlar" oyununda Sokrates ve eğitim sistemine saldırmış, bunun sonucu çok trajik olmuştu. Sokrates'in tutuklanıp ölüme mahkum edilmesinin en önemli sebebi bu komedyadır. Aristofanes komedyalarında yenilikçi Europidis'e sürekli saldırırdı. M.Ö.393'te daha baskıcı bir ortamda kaleme aldığı “Parlamentoda Kadınlar” oyununda da kadınları alaya aldı
KADIN DÜŞMANINDAN KADINLARI MUTLU EDEN OYUN MU?
Şaşırtıcı değil mi? Lysistrata'yı kadınların zaferi sayıp, kadın örgütlerinin pek keyifle sahnelediği yada izlediği oyunun yazarı bir başka oyununda (Parlementoda Kadınlar) kadınlarla direk alay eden birisidir. Aslında Lysistrata'da da kadınların kendi cinselliklerini kullanması da kadının kendi eliyle cinsel metalaştırılması değil midir?
Yine Sparta-Atina savaşında barıştan yana sayılan oyununun aslında halk için ya da halklar için barışı değil egemenlerden yana barışı savunan bir oyun olduğu çeşitli kaynaklarda dile getirilmiştir.
Barış, ama ne için ve kimin için barış? Kahramanca çarpışma, ama kimin için ve ne için kahramanlık?
Ayşe Emel Mesci 'nin, Deniz Gezmişlerle özdeşleştirdiği Antigone, Coşkun Irmak için gericiliğin simgesi, Pek çok kişinin demokratlığını, barışseverliğini göstermek için sahnelediğini düşündüğü Lysistrata ise burjuvazinin hakimiyetinin sürmesi için barış yanlısı gerici ve kadın sevmez bir yazarın eseri.
Buyurun şimdi konuya dönelim.
Ne demiştik? Elbette bir Antik Yunan tragedyasından da bugüne göndermeler olabilir, oradaki kahraman ve oradaki savaş ya da barış çabası bugüne de ışık tutabilir. Ama acaba ülkemizde ve dünyada pek çok katı, acımasız ve coşku dolu gerçeklikler yaşandığı bir dönemde Coşkun Büktel hangi gerçekliği hangi göndermeleri, hangi toplumsal sorunları gündeme taşımak için Theope'ye yedi yılını vermiştir?
Yukarıda yazdığım bir paragrafı bir kez daha olduğu gibi buraya aktarma gereği duyuyorum:
Kendi ülkesindeki ve kendi gençlik dönemlerindeki baskıya, başkaldırıya, destanlaşan mücadelelere ve mücadelecilere bu denli duyarsız olan ve hayatının 43 yılını toplumsal olaylara ve konulara karşı duyarsız geçirmiş, hiç bir eser vermemiş, reklam yazarlığı yapmış, figüranlık yapmış Coşkun Büktel eser vermeye başlama kararı alınca buna Antik Yunan Tragedyasıyla başlamayı seçmiş. Aziz Nesin'ler, Nazım Hikmet'ler, Rıfat Ilgaz'lar, Fakir Baykurt'lar, Muzaffer İzgü'ler, Orhan Asena'lar, Oğuz Atay'lar, Güngör Dilmen'ler, Tuncer Cücenoğlu'lar, Orhan Kemal'ler özünü toplumumuzdan, toplumsal sorunlarımızdan, Anadolu'dan, bizim kadınımızdan, bizim öğretmenimizden, bizim mahkumumuzdan, bizim destanlaşmış kahramanlarımızdan almak yerine çağlar gerisine uzanıp destan mı, gerçek mi karışmış Antik Yunan kahramanlarından almış. Etliye sütlüye karışmamak için mi? Ülke ve toplum sorunlarımızdan uzak durma çabası mı? Yoksa yerli temayla uluslararası başarı yakalayamam endişesi mi? Yoksa Antik Yunan tragedyalarının hepsi tutuyor bu da bu eserler arasına girer beklentisi mi?
Burada ister istemez yine Hilmi Bulunmaz düşüyor aklıma. Tuncay Özinel'i eleştirdiği bir yazısında bu yaşına kadar Türkiye gerçekleriyle ilgilenmeyi akıl edemeyip, şimdi "Yüzleşme"yi yapmasına içerliyordu Tuncay Özinel’e.
Coşkun Büktel'e de acaba Deniz Gezmiş'lerle, Rosa Lüxemburg'larla, Castro’larla, Che Guevera ile aynı yüzyılı yaşayıp da çağına kulak tıkamış ve yaşamının en anlamlı 43 yılını skeç yazarı ya da belirsizce heba edip 43 yıldan sonra da ıkınıp sıkınıp ancak 7 yılda bunu mu ortaya koydun demesi gerekmez miydi?
Ama Hilmi Bulunmaz Theope'yi Türk oyun yazımının Everest'i ilan ediyor. Bu cümleyi söylemekle belki Coşkun Büktel'i yücelttiğini sanıyor ama onu yüceltir mi bilmiyoruz da onlarca gerçekçi, toplumcu, demokrat, devrimci, ilerici yazarımızı alaşağı ediyor farkında değil mi acaba? Aziz Nesin yaşasaydı, Hilmi Bulunmaz’a “beni mi bu kişiyle aynı kefeye koyuyorsun” deseydi acaba ne derdi Aziz Nesin Usta’ya?
KISA HATIRLATMALARLA CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK OYUN YAZARLIĞI
Gerçekçi Avrupa tiyatrosundan büyük ölçüde etkilenen Türk yazarları, gerçekçi doğrultuda yazdıkları oyunlarda öncelikle, Osmanlı toplumundan modern Türk toplumuna geçilirken yaşanan sancıları dile getirdiler. Reşat Nuri Güntekin'in Yaprak Dökümü (1930) ve Ahmet Kutsi Tecer'in Köşebaşı'sı (1984) idi. Çok üretken bir yazar olan Cevat Fehmi Başkut ise toplumsal eleştirel yaklaşımını çoğunlukla güldürü çerçevesi içine yerleştirdi.
Cumhuriyetin ilk 30 yılında ağırlık kazanan eleştirel gerçekçi yaklaşım etkisini günümüze değin sürdürdü. 1950'lerden çok partili döneme geçildiğinde devlet yönetimine ilişkin siyasal sorunlarda tiyatro sahnesinde gündeme getirildi. Aziz Nesin ve Haldun Taner gibi.
1960'lar Siyasal, ekonomik, kültürel açılardan önemli bir bilinçlenme aşamasının yaşandığı bu dönemde tiyatro, işçi ve köylü kesiminin sorunlarına eğildi. Bir yandan, orta sınıftan ailelerin yaşadığı toplumsal ve ekonomik sorunları irdeleyen gerçekçi oyunlar yazılırken, köy ve gecekondu ortamı da yaşama ve giyinme biçimi ve dil özellikleriyle sahneye getirildi.
Konularını Osmanlı tarihinden, halk kahramanlarının yaşamlarından ve mitolojiden alan, şiir diliyle yazılmış oyunlarda bu döneme denk düşer. Güngör Dilmen, Orhan Asena, Turan Oflazoğlu, Necati Cumalı bu doğrultuda yapıtlar verdiler.
1960'ların sonlarına doğru siyasal içerikli belgesel oyunlar da yazılmaya başlandı. Sermet Çağan'ın, Brecht'in epik tiyatro yöntemini doğrudan uyguladığı Ayak Bacak Fabrikası (1964), bu dönemde toplumcu gerçekçi yaklaşımın bir örneği oldu.
Türk oyun yazarlığına öz ve biçim açısından kişiliğini kazandırma yolunda önemli bir katkı 1960'larda Haldun Taner'den geldi. 1950'lerde ve 1960'ların başlarında göstermeci anlatımı kullanma ve tiyatroda açık biçim anlayışını benimseme yolunda oyun denemeleri yazmış olan Taner, Keşanlı Ali Destanı'yla geleneksel Türk tiyatrosunun belirleyici özelliklerini çağdaş anlamda toplumsal siyasal bir içerikle birleştiren yeni bir yerli türün, yerli epik müzikalin yaratıcısı oldu.
1970'lerde pek çok topluluk ağırlıkla politik tiyatro üstünde durdu. Bu dönemde sık sık yerli ve yabancı siyasal-belgesel oyunlar sahnelendi; bir yandan da gerçekçi köy oyunları, tarihsel oyunlar, geleneksel Türk tiyatrosunun özelliklerine dayalı müzikli oyunlar, kabare oyunları, epik oyunlar yazıldı.
Ülkede yaşanan toplumsal siyasal çalkantılardan tiyatronun da olumsuz bir pay aldığı bu dönemin en başarılı oyunlar, Oktay Arayıcı'nın ve Asiye Nasıl Kurtulur? Oyunuyla üne, gene epik türde yazdığı toplumcu gerçekçi oyunlarla pekiştiren Vasıf Öngören' in ürünleridir.
1930’lardan 1980’lere Türk oyunlarına gerçekçi, toplumcu, siyasal eserler hakim olmuştur. Bu oyunlar başarılı bulunur ya da bulunmaz ama dönemi içerisinde değerlendirmek gerek. Tiyatral açıdan tarzını beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama bir “Keşanlı Ali Destanı”, bir “Ayak Bacak fabrikası”, bir “Asiye Nasıl Kurtulur” , bir “Sen Gara Değilsin” bizim gerçekliğimizdir. Bizim toplumumuzun halkımızın gerçeğinin tiyatroya yansımasıdır. Şimdi bu mirasın tümünü reddedip ya da reddetmesek de aşağıya iteleyip bunların üzerine bir dağ oturtulmaya çalışılıyor, Everest ilan ediliyor. Neyi? “Theope”yi. Kimin gerçeği? Antik Yunan’ın. Neyin aracı? Antik Yunan aracılığıyla kendi toplumuna ve kendi gerçeklerine yabancılaşmanın. Kendi sorunlarından kopup, efsaneler üzerinden yansıyan feodal dönemin egemen kültürünün.
“Theope”yi Everest ilan etmek en hafif anlatımı ile öncesinin tüm toplumcu, gerçekçi yazınını ve yazarlarını aşağı itelemek ya da getirip üstüne bir suni dağ kondurmak olsa gerek.
Peki, Theope toplumcu ve gerçekçi olmayabilir ama başarılı bir eser mi?
Burada Şehir Tiyatroları’nın yönetmenlerinden ve Coşkun Büktel'in de dostuyken bu eleştiriden sonra gazabına uğrayan Can Doğan'ın değerlendirmesine bakalım
Sonuç itibariyle "Theope" Coşkun Büktel'in eseridir... İyidir kötüdür bilmem, ama taaa başında, Coşkun Büktel'in Sultanahmet'teki evinde ince şeritlere yazdığı dönemde okuduğum "Theope" maalesef "sahne eseri" olma özelliklerinin önemli bölümünü taşımamaktadır... Oynansın diye değil okunsun diye yazılmıştır... Dünya edebiyatında bunun pek çok örneğini görebilirsiniz.

Eseri, eleştirmeyi dramaturglara, oyun yazarlarına, eleştirmenlere bırakıyoruz ama tiyatrooyun'da yayınlanmış daha ilk paragraftan "Kezzap içmiş gibi bağırtılan" oyuncuyu da bir trajikomiklik olarak hatırlayıp gülüyoruz elbette.

Bu konuda daha önce tiyatrooyun’da çıkan eleştiri

ANTİ-GERÇEKÇİ COŞKUN BÜKTEL’İN ESERLERİNDEN ÖRNEK-2

HARAM LOKMA SENDROMU
(Halk Düşmanlarını İlahi Adaletin Kollarına Terk Etmeyi Telkin Eden Bir Kısa Oyun)

Kısa oyun dedik, oysa aslında ancak bir TV skeci olacak çalışmacık. Haram Lokma Sendromu’nda yazar Şişli Belediye Başkanı iken ortalığı dolandırıp halkın parasını iç eden ve yurtdışına kaçan Gülay Atığ (Aslıtürk)’dan yola çıkarak bir skeç yazmıştır. Yazarımız isimleri değiştirip, çağrıştıracak isimlerle yazmayı tercih etmiştir. (Gülay-Tülay gibi)
Gülay Hanım ve yeni eşi halkı dolandırdığı için milyarlara sahiptir ama orada doğan çocukları bir hastalığa kapıldığı için mutsuzdur. Para bu çifte mutluluk getirmemiştir. Çocuğun hastalığı ne sara nöbetleri ne lösemi ne AIDS değil (gerçekçi yazar ya) tamamen uyduruk bir hastalık olup çocuğun selameti açısından ona haram kazançla elde edilmiş parayla alınmış hiç bir şey yedirip içirilmeyecektir.
Bu nedenle de bu dolandırıcı çiftin halktan çaldığı binlerce dolar bankada yatarken bunlar garsonluktan, tuvalet temizliğine dek bir sürü işte çalışır. Yazar durumu vahimleştirmek için Türkçe bilen bu çifte çevirmenlik ya da iktisat mezunu Gülay Hanım’a mesleğiyle ilgili bir iş değil, durumu arabesk bir havaya sokmak için en kötü saydığı işlere sokmuştur.

Neresinden bakarsanız bakın lime lime elinizde kalacak bir yazın türü. Halkın parasını iç edenleri gerçekçi bir cezalandırmayla değil, ilahi adalet teslim almıştır. Allah o parayı onlara yedirmeyi nasip etmemiştir. Burada Belediye başkanıyken kıymetini bilmeyen Gülay Hanım orada sidik temizlemektedir. Çocuk dünyada örneği görülmeyen bir hastalığa yakalanmıştır. Haram parayla alınan oyuncakla oynasa bile fenalaşmaktadır.

Demek ki neymiş? Haram para yaramazmış. Ama halk da çalınan parası için bir şey yapmasa da olur, nasıl olsa Yüce Rabbim fitil fitil haram para yiyenlerin burnundan getirir.

Eğer biraz gerçekçi bir dindarsanız buna tepki verirdiniz ve Allah kuluyla bu dünyada değil ahirette hesaplaşır, o parayla çocuğu da gayet sağlıklı yanlarında yatlarda gezmeye devam edebilir, öbür dünyada hesabını verecektir derdiniz. Ama Samanyolu TV, Flaş TV ya da Kanal 7 gibi TV kanalları dindarın bile gerçekçisini hedef almadığından, insanların rahatlaması, gevşemesi, içlerine su serpilip isyankar olmaması için hesaplaşmayı bu dünyaya taşıyan kıssadan hisse hikayelerini sık sık kullanır.
Din insanların afyonudur sözü her zaman doğru olmasa bile bu kanalların zaman zaman insanları rahatlatmak için kullandığı bu öyküler de bu anlamda bir nevi rahatlatıcı afyondur. Halk soyguncu kapitalistlerden, düzenin uşaklarından, soyguncular çetesinden hesap sormak üzere örgütlenmelidir diyecek değiller ya. Onlara, siz merak etmeyin acısı çıkar elbet düşüncesini telkin edip rahatlatır.

İşte, Coşkun Büktel'in bu kısa anti gerçekçi oyunu(?) Samanyolu TV, Flaş TV’nin ilahi adalet öykülerine o kadar benziyor, o kadar benziyor ki bu kanallardaki bu senaryoları Coşkun Büktel'in yazdığına iddiaya bile girebilirim. Ama bu kez papaz pilav yememiş ve bu senaryo elinde kalmış olacak ki, yazar sonuna bu bir asparagas habermiş deyip güya senaryo boyunca bilinç altına işlediği ilahi adalet nakşeden satırları bertaraf ediverir.

Neresinden bakarsanız bakın berbat ötesi bir deneme. Her satır her cümle elinizde kalan bir senaryo. Bir yazar ancak bu kadar gerçekçilikten uzak olabilir. Yolsuzlukla, hele ki halk düşmanı soyguncu kapitalist düzen uşaklarıyla mücadeleye ömrünü adamış olduğunu varsaydığımız bir sosyalist Hilmi Bulunmaz bu kadar gerçekçilikten uzak ve ilahi addalete havale etmeyi telkin eden bir yazarı nasıl kabul edip elini sıkabilmektedir doğrusu ya anlamakta güçlük çekmekteyim.

Bu kısa senaryo daha önce esprili ama doğru saptamalarla değerlendirilmişti. Bu değerlendirmeyi ilgi duyanlar için bu yazı

ANTİ-GERÇEKÇİ COŞKUN BÜKTEL’İN ESERLERİNDEN ÖRNEK-3

HAMDİ MÜMKÜN (Kolaycılık Eseri Bir Proje, gerçekçi değil fantezi komedi)

Mizahçıların ve fantezi yazarlarının can simidi konular vardır. Cinsellik her zaman kolay espri üretilen bir alandır, politika da öyle. Hele bizimki gibi kültür yoksunu politikacılarla daha da kolay. Mizahçıları ve fantezi yazarlarını rahatlatan bir diğer konu da tezatları, farklı olanları bir araya getirip senaryo üretmek. Örneğin karşı karşıya getirilen tamamen sizin tasarrufunuzda üretilmiş “bir uzaylı ile dünyalı” arasında her zaman kolayca espri üretebilirsiniz.

Ya da gerçekçi bir yazarsanız uzaya gitmeden bir köylünün doğallığı, saflığı ile bir kentli burjuvayı yan yana getirip, hele ki birini alıp tek başına ait olmadığı dünyaya sokuverirseniz haftalarca sürecek espri çıkacaksınızdır.

Gerek televizyonlarımız, gerek Yeşilçam bu tezatları alabildiğine kullanmıştır. Turist Ömer serileri saf Türk delikanlısını alıp çeşitli ülkelere hatta uzaya götürmüştür.
Ya da köylü kızını alıp İstanbul burjuvasının ortasına atıvermiştir. Böylece hem düşülen durumlardan komiklikleri hem drama, melodram ögeleri bol bol kullanabilmiştir.
Bazen de yapmacık bir sosyete burjuvayı köyün ortasına atıvermiştir.
Farklı olanı yan yana getirip mizah üretmenin en çarpıcı ve farklı örneği, bebeği kişiliğini bulmuş bir birey olarak büyüklerin dünyasına sokuverip, bebeğin gözünden diğer dünyanın insanlarını (büyükler dünyasını) sorgulatmak olsa gerek ki bunun da en güzel örneğini “Bak Şu Konuşana” filmiyle yaptılar. Aslında usta mizah adamı rahmetli Oğuz Aral’ın yıllarca süren önce büyüklüğüyle başlayıp, sonra bebek olarak süren “Avni” tiplemesi de bunun ilk örneklerindendir. Bebek Avni büyükler dünyasında “dıg dıg, mug mug” gibi kendi alfabesiyle bizi yıllarca güldürmeyi, düşündürmeyi başardı.

Bu farklı olanları yan yana getirip mizah ve fantezi üreten sadece bizim senaristlerimiz değil elbette. Dünyada da çok sayıda örneğine rastlayabilirsiniz. İşte bu tür tezatları yan yana getirip mizah üretme yöntemlerinden birisi de farklı zaman dilimlerinden insanları karşı karşıya getirmektir. Hele ki köylü kızını getirip sosyetenin içine atıvermek gibi bir dönemden bir insan figürünü alıp bir başka zaman diliminin içine tek başına atıverirseniz onun düştüğü şaşkınlıklardan daha da komedi çıkarmanız oldukça kolaylaşır. Bunun da onlarca versiyonu yapılmıştır.

Zaman makineli tüm diziler, filmler aslında aynı değil mi?

Zaman makinesine girer ya da zaman saatini kolunuza takar ve farklı bir zaman dilimine geçersiniz. Artık orada ister komedi üretin isterseniz tarihi olayları sorgulatıp ekrana, perdeye yansıtın.

Coşkun Büktel’in anti-gerçekçi “Hamdi Mümkün” projesi de zaman yolculuğunun bir örneği. Tek farkla ki zaman makineli film ve diziler genelde günümüz insanını geçmişe ya da geleceğe taşır. Coşkun Büktel ise geçmişten bir karakteri bugüne taşıyor.

DONDURULAN KAHRAMANIN ÇÖZÜLDÜĞÜ FİLMLER :

Zaman makinasıyla çağlar arası yolculuk dizileri pek çok da peki dondurulmuş birinin sonraki yıllarda çözdürülmesi ilk mi?
Elbete değil. Tıpkı zaman makinesi ile farklı döneme insanların gönderilmesi gibi dondurulmuş birinin ileriki yıllarda çözülmesi örneği de ilk değil.
Biraz araştırılırsa örnekler bulunacaktır, işte benim hatırladığım üç örnek.

Sleeper, 1973 yapımı bir film. Zamanda dondurulmuş olan Woody gelecekte çözülüyor ve entrikalarla dolu maceralar yaşıyor. Woody Allen'in en çılgın komedilerinden.

Demolition Man (1993) Phoenix (Wesley Snipes) vahşi bir katil. Kendisiyle birlikte, polis Spartan (Slyvester Stallone) da dondurulmuş. Aradan yıllar geçiyor, Phoenix kötü niyetli devlet görevlilerince 'çözülüyor' Ama Spartan geride bıraktığı dünyadan çok farklı bir tanesiyle karşılaşıyor

Jason X : Hükümet için çalışan bir grup bilim adamı, yok edilmeyen cani Jason’u bu kez yakalamayı başarmış ve dondurmaya karar vermiştir. Ancak Jason’u tuzağa düşüren araştırmacılardan Rowan, yaralanarak yanlışlıkla Jason’la birlikte dondurulur


….. …..: Şu anda adını hatırlamadığım Louis de Funes’ın oynadığı filmi hepimiz hatırlarız, aynı şekilde dondurucuda kalmış, yıllar sonra uyandığında şaşkındır, uçaklardan korkar filan. (Hamdi Mümkün’de Uçaktan korkuyor) Büktel’in yazdıklarını bu filmden çaldığını söylemiyorum ama mutlaka etkilenmiştir, ama o film çok gerilerde kaldı, işlendi bayatladı ve bitti.

GERÇEKÇİ YAZARIN BU YAZINI NE KADAR GERÇEKÇİ?
Bu konu artık fanteziyi geçmiş, bazıları gelecekte uyandırılmayı umarak dondurulmayı da talep etmeye, uygulamaya başlamışlardır. Bu tıbbın da ilgi alanına giren bir konudur. Tedavisi günümüzde mümkün olmayan hastaları ölmeden önce dondurup, teknolojinin gelişip, tedavi imkanlarının bulunabileceği ileriki yıllara kadar saklamak, bilim insanlarının üzerinde çok çalıştıkları bir konudur ve bilim insanlarını bu araştırmalara iten sebep kurbağalardır. Doğada bazı cins kurbağalar kış uykusu süresince donarlar; kalp atışları, nefes alışları ve kan dolaşımları tamamen durur. Hatta aort damarları kesildiğinde bile kanama olmaz. Buzlar çözüldükten sonra, önce kalp atmaya başlar ve kurbağa hayata geri döner.

PEKİ İNSANIN OSMANLI’DA YA DA GÜNÜMÜZDE DONDURULMASI MÜMKÜN MÜDÜR?
Donmuş kan, besin ve oksijen taşıyamayacağından, metobolizmada ne gibi aksaklıklar görülebileceği hala bilinmemektedir. Ayrı bir sorun da suyun donduğu vakit genişlemesidir. Bu yüzden kan damarları parçalanabilir, doku yapısı bozulabilir, hücre zarı yırtılabilir.
Aslında artık günümüzde insanın yumurta hücreleri, sperm ve beyaz kan hücreleri, deri ve korneası dondurularak saklanabilmektedir. Ancak bunların hücre sayıları çok azdır. Nakil için böbrekler ve karaciğer buz içinde saklanır ama bunun da süresi en fazla 2-3 gündür. Üstelik bu organlar soğuk ortamda saklanmakta ama dondurulmamaktadır.
Halen bir organ bile dondurulup saklanamadığına göre, bütün bir vücudu dondurarak saklama konusunda bilim insanları pek iyimser değiller ama çalışmalar devam ediyor. Daha doğrusu insanı dondurup saklamak şüphesiz mümkün de, tekrar ısıtılıp canlandırmanın yolu henüz bilinmiyor.
Bugün için bu denli bilimsel çalışmalarla bile bir insanın dondurulup ilerde yaşama döndürülmesi hayalken bunun Osmanlı döneminde başarılması tabi ki asla mümkün değildir

Coşkun Büktel’in bu senaryosu da elbette zaman makinesi ya da uzaylı diziler kadar anti-gerçekçi fantezi bir proje. Bunu baştan böyle kabul edip değerlendirmek gerek.
Tabi bu arada gerçekçi yazar olarak lanse edilen Coşkun Büktel’in bizim ele aldığımız üçüncü eserinde de hayal kırıklığına uğrattığını ve gerçekçilikten ne kadar uzak bir fantezi yazarı olduğunu söylemeye gerek yok.
Coşkun Büktel bunu fantezi roman mı, yoksa TV’ye dizi mi, yoksa sinemaya film mi yapacağına bir türlü karar verememiş. Daha doğrusu hangi alandan müşteri çıkarsa o yöne çevirmeye hazır bekletmekte. Şimdilik ortada dolaşan bir tretman ki o da hatalarla dolu.

Daha önce “Hamdi Mümkün” de gerçeklikten çok uzak bir sürü ayrıntı ortaya çıkarılmıştı. Anlatım bozuklukları, bilimsel hatalar, tarihi konularda çarpıtıcı hatalar, hatta Türkçe dil bilgisi hataları ile kötü ve özensiz bir çalışma olarak değerlendirilmişti.
ilgi duyanlar için bu yazı

“THEOPE”DE EFSANE KAHRAMANLARI, “HARAM LOKMA”DA İLAHİ ADALET TEMASI, “HAMDİ MÜMKÜN” DE HAYAL FANTEZİ ÖYKÜ….
TOPLUMSALLIKTAN VE GERÇEKÇİLİKTEN BU DENLİ UZAK BİR YAZAR NASIL GERÇEKÇİ OLARAK TANIMLANABİLİR?

Coşkun Büktel’in yazarlıktaki başarısı(zlığı)nı üç örnekle inceledik. Görüldüğü gibi Hilmi Bulunmaz’ın Coşkun Büktel’i savunmasının tek gerekçesi olarak gördüğü “Gerçekçi yazar” mazereti çok da uygun düşmüyor. Gerek kendi dönemine, kendi toplumuna ve kendi halkının sorunlarına karşı duvar olması; gerek kendi toplumu ve dönemi yerine Antik Yunan gerçekçiliğine soyunması; Gerekse “Haram Lokma Sendromu” örneğindeki gibi gerçeklik yerine ilahi adaleti öne çıkaran yaklaşımı ve en son çok övündüğü eserlerinden biri olan Hamdi Mümkün’ün de hatalarla dolu bir fantastik öykü olduğu açıktır. O halde Coşkun Büktel ne kadar gerçekçi ve ne kadar başarılı bir yazardır bunu okurlarımızın insafına bırakıyoruz.

Tabii, Coşkun Büktel’in yazarlığını sorgulamamız bitmedi. Asıl olarak “Shakespeare’siz Herifler” “Yönetmen Tiyatrosuna Karşı” ve “Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları” üzerinde durmamız beklenebilir.
Onlara geçmeden önce ele almamız gereken bir somut durum daha var. O da Coşkun Büktel’in TV yazarlığı.


5.BÖLÜME EK :

Bu bölümümüzün yayına girmesinin ardından Coşkun Büktel ve Sayın Hilmi Bulunmaz utangaç bir savunmada bulunmak gayesiyle olsa gerek "Haram LokmaSendromu"nun Evrensel Kültür Dergisi'nde yayımlandığını vurgulamışlardır. Herhalde durup dururken değil, yanıt amacıyla olsa gerek.
Haram Lokma Sendromu Evrensel Kültür'de yayınlanmışsa, sosyalist bir yayın olan Evrensel Kültür, nasıl olur da "ilahi adalet propagandası" diye nitelenebilecek bir öyküye yer vermiş olabilir? Denebilir.
Buna dayanarak savunma yapmaya çalışılmıştır. Uzun yazımızdaki içeriğe yönelik en ufak bir savunma yapılamamıştır. Hele ki diğer eserleriyle ilgili çokça eleştirilerim için tek kelime söylenmemiş/söylenememiştir.

Evrensel Kültür'de yayımlanması bir ölçü olabilir, ama Coşkun Büktel'in Evrensel Kültür'ü de zaman içinde hayal kırıklığına uğratıp, dışlandığını bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Ki bu konuda Coşkun Büktel'de eleştirilerini yayımlamıştır, Evrensel için. Şimdi Evrensel'e dayanma gereğine neden gerek duyuldu ki, hem de referans adresi olarak belirterek.

Evrensel Kültür'de hata yapabilir ve bu hatadan dönebilir, ki öyle de olmuştur. Haram Lokma Sendromu, adından başlayarak ilahi adalet propagandası yapan bir öyküdür.

Evrensel Kültür'e dayanarak temize çıkma çabası Coşkun Büktel'in anti toplumcu, anti gerçekçi yazar olduğunu, bununla ilgili ve diğer örneklediğimiz eserleriyle ilgili daha ciddi bir savunma yapamıyacağının bir göstergesi olsa gerek, ama Coşkun Büktel'in bu noktalarda eserlerini savunması gerektiğini okurlar biliyor, sanırım kendisi de bu ihtiyaçtan olsa gerek, tam bu sırada Haram Lokma Sendromu'nu gündeme getirme gereği duydu. Bu girişim en azından beni tatmin etmedi, okurlar da kendi görüşlerini bu iki örneğe bakarak oluşturabilir sanırım.


Melih Tepeli

COŞKUN BÜKTEL YAZI DİZİSİ - 6
ARA DEĞERLENDİRME

Coşkun Büktel, meğer ne denli “illallah” dedirtmiş insanlara.
Bu yazı dizimizden dolayı gelen tebrik ve teşekkürler beni şaşırttı. Beni en çok şaşırtan öğrenci gençlerin bile yazıp desteklemesi oldu. Önce anlam veremesem de sonra tiyatrooyun yetkilisi arkadaşlar Hilmi Bulunmaz'ın gençlere yönelik (facebook) yayınlarından dolayı tepki olduğunu, aydın, eğitimli, kültürlü gençlerimizin küfürden nefret etmesinin buna neden olduğunu açıkladı. Belli ki şu son birkaç aydır yaşananlar Coşkun Büktel’in halihazırdaki camia içinde prestijine ciddi darbe vurmakla kalmamış, gelecek yıllar için de artık adı hafızalara küfürle kazınmıştı.

En çok gelen eleştiri, yazı dizimizin sayfa altlarına online yorum yazılamaması. Bunu tiyatrooyun yetkililerinden ben rica ettim. Zira bu tür yorumlar seviye olarak da, dil olarak da olumsuz bir ivmede sürebiliyor, düşünceler yerini alaycılıklara, atışmalara bırakabiliyor.
Tabii yazı dizisi altına yorum girilememesi, düşüncelerin yayınlanmayacağı anlamına gelmiyor. Sadece anlık girilen yorumlar şeklinde olmayacak.

Yanıt demişken Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel’in bu yazı dizisi sürerken tavrı nasıldı, bir ara yazı ile buna değinmek istedim.

Aslında önce üniversiteden bir akademisyen arkadaşımla karşılıklı paylaştığımız düşünceden söz etmeliyim. Ben, henüz bu yazı dizisini yazmaya karar vermeden önce bu ikili ile ilgili konuşurken Coşkun Büktel’i yakinen tanıyan bu akademisyen arkadaşım “Coşkun aslında kaliteli bir insandır, bu düzeyde tartışmalara girecek uluorta küfürler edecek, kendi seviyesini düşürüp haklı bile olsa insanların antipatisini uyandıracak tarzda işler yapmazdı ama Hilmi Bulunmaz’ın ve hayali adam Burak Caney’in tırmandırmasıyla düzey bu seviyelere indi” şeklinde değerlendirmelerde bulunmuştu.

Ona göre iş bu noktaya varmışsa, sorumlusu Hilmi Bulunmaz ve Burak Caney adlı sanal kişiydi. Bense tersini iddia ettim.

Hilmi Bulunmaz’ın bu konuda çok da payı olduğunu düşünmediğimi ifade ettim. Şu an ortaya saçılan düzey Coşkun Büktel’in ruh halidir ve onun vardığı en son noktadır. Olayların bu düzeye inmesinin sorumlusu Coşkun Büktel’in umduğunu bulamamış ezik psikolojisidir.

Coşkun Büktel, uzattıkça uzattığı polemiklerinde ciddiye alınmayınca, Özdemir Nutku, Tuncer Cücenoğlu, Can Doğan hatta ve hatta en sonunda Mustafa Demirkanlı ne halin varsa gör deyip, onu internette boşluğa terk edince, kendi kendine konuşan adam konumuna düştü. İşte kendince yarattığı polemiklerle ses getiremeyince, içindeki öfkeyi dışa vuracak bir psikolojiyle bu saldırgan, küfürbaz konuma gelmesi işten bile değildi.

Tam da bu sırada sözünü esirgemeyen, gözünü budaktan sakınmayan, sosyalist olduğu için, ve daha da önemlisi kendi işinin patronu olduğu için rahat konuşabilen Hilmi Bulunmaz’ın yanında olması Coşkun Büktel’i rahatlattı. Hilmi Bulunmaz iyi niyetiyle, isyankar kimliğiyle ve 19 yaşında bir genç gibi coşku dolu duygularıyla farkında bile olmadan çok kolayca Coşkun Büktel’in adeta bedava, gönüllü taşeron aklayıcısı oldu. İşte Hilmi Bulunmaz’ın konumu olsa olsa budur, taşeron savunucu.

Şu anda da yanılmadığımı görmekten mutluyum.
Hilmi Bulunmaz bugün bir kez daha yanılmadığımı ispatladı. Coşkun Büktel birkaç yıldır süren polemiklerde söyleyebileceği her şeyi zaten söylemiş tüketmişti. Artık söylenebilecek hiçbir sözü, savunusu kalmamıştı. İşte bu nedenle de günlerdir süren yazı dizimize ilişkin de bir tek ama bir tek mantıklı savunu getiremedi. Getiremez de zaten.

Coşkun Büktel, zaten çoktandır kendini savunamayacak durumda olduğundan şunu muhatap almıyorum, buna yanıt vermeyeceğim deyip işin içinden sıyrılma yolunu seçiyordu. Öte yandan da yine de cevap verememenin ezikliğiyle işi gönüllü taşeronuna devrediyor ve polemikten, hırlaşmaya dönüştürmeye çalışıyordu.

İşte bu kez de öyle oldu. Coşkun Büktel cevap veremedi. Cevap verememenin ezilmişliği altında kıvranırken de iş yine Hilmi Bulunmaz’a düştü.

Peki Hilmi Bulunmaz cevap verebildi mi?

Verebilir mi?

Veremeyeceğini Coşkun Büktel’de biliyor, nasıl demişti en son internet TV roportajında? Bu konuları bir ben, bir de Hilmi Bulunmaz dile getirir, ama o da benim kadar yetkin değildir… buna benzer bir ifade kullanmıştı. Zaten, Hilmi Bulunmaz’ı diliyle, üslubuyla, yazın yeteneğiyle yetersiz buluyor onun yandaşı olmasından çok da tatmin olmuyor ama Polat İnangül gibi birer atımlık destekçilerden öte, kendisine bu kadar bağlı davranan, bu kadar hararetle savunan, Coşkun Büktel savunuculuğundan da ziyadesiyle memnun oluyordu elbette.

Hilmi Bulunmaz’ın yanıt veremeyeceğini biliyordu ama kendisi de yanıt veremezdi.
O halde gene yaygara edebiyatı ile boğuntuya getirmek gerek diye düşünmüş olmalılar.
Zira Hilmi Bulunmaz’ın sayfalarında ve Coşkun Büktel’in sayfalarında fikir yok, cevap yok.

Bu arada unutmadan hatırlayalım ki Coşkun Büktel, çok sıkışırsa Hilmi Bulunmaz’ın ya da Kazım Şimşek’in imzasıyla yazı da kaleme alır, daha önce yaptı.
Neden kendi olarak değil de onlar adına?

Çünkü onların yetersiz kaldığını düşünüyor ama kendi adına yazsa bir kez yazdığında artık muhatap almıyorum deyip sıyrılamayacak ve cevap veremeyeceği sorular karşısında ezilecek bunu da çok iyi biliyor.
İşte bu nedenle bu arkadaşlarına dört elle sarılıyor.

Ama bu defa fena sıkıştıkları belli.
Hilmi Bulunmaz, dostluğun en sadık şeklini gösterdiği Büktel’i savunmak için ne yapabilirdi ki???

Coşkun Büktel’in toplumcu bir yazar olmadığı konusuna mı cevap verebilecek?

Coşkun Büktel’in fantezi ve efsane yazarı olarak gerçekçilikten uzak olduğuna mı?

Anadolu insanı, halklar, insanlar, toplumsal sorunlar üzerine hiçbir yerde hiçbir çalışması olmamasını mı açıklayabilecek?

Coşkun Büktel’i çok sevdiği Fakir Baykurt’la, Aziz Nesin’le mi kıyaslayıp savunabilecek?

43 yaşına dek kimler için reklamlar, kimler için hangi parodileri, skeçleri yazdığını ve bu skeçlerle nasıl bir toplumsal hizmet gördüğüne mi yanıt verebilecek?

Gerici sermayenin kanalına çalışmasına mı açıklık getirebilecek?

Emperyalizmin, Musevi kanadı bir sermayeye halen çalışıyor olmasını mı savunacak?

Ne diyecek? DT, oyununu sahnelese, Coşkun para kazansa, oralarda yazmazdı mı diyecek?

Bu durumda diğer suçladığı kişiler içinde benzer mazeretler geçerli değil mi?

Bu savunmaya Hilmi Bulunmaz kendisi inanacak mı? Filistin de kandan beslenen sermayeden pay alıp cebine koyan arkadaşı, kendi kalbinde aklanabilecek mi? Yatağa uzanıp, başını yastığa koyunca, içindeki fırtınayı nasıl dindirecek?

Deniz Gezmişler’le aynı dönemin insanı olup, bomboş bir yaşam sürdüğü belli olan arkadaşının aslında nerede, hangi aydın tavırla, neler yapmış olduğunu mu anlatabilecek Hilmi Bulunmaz? İnsanları kendisine sahip çıkmadığı için suçlayan Büktel’in bugüne dek hiçbir sivil toplum kuruluşunda, hiçbir örgütlenmede, hiç bir davaya omuz vermemesini açıklayabilecek mi? En azından kendine…

Peki Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel’den daha mağdur olmuş, birinci seçildiği halde oyunu repertuara girmemiş yazarı da savunmaya mı başlayacak, Coşkun Büktel’i savunduğu gibi?

Çok sevdikleri Coşlun Irmak’a neden sen bu haksızlığa göz yumdun diye hesap mı soracak Hilmi Bulunmaz?

Bütün bu sorulara sevgili dostu Coşkun Büktel’in önerdiği gibi satır satır bölüm bölüm tek tek yanıt mı yazabilecek?
Madde madde bize cevap verebilecek mi Coşkun Büktel’in tavsiye ettiği gibi?

Yazamayacak tabi ki…

Yazamayacağı için de hep yaptığını yapacak, Theope’ye tapınma ritüelleri sergileyecek, Büktel’i yüceltme ritüelleri yapacak, Burak Caney sanal kişisine okkalı birkaç küfür daha sallayacak, hatta sırf ben Coşkun Irmak’la ilgili eleştiriyi dile getirdim diye birkaç tapınma ritüeli de Coşkun Irmak için yapacak, kısaca gargaraya getirecek.
Ama ya içi? 50 küsur yaşına kadar eğilmemiş kişiliğiyle nasıl hesaplaşacak?

Ne Coşkun Büktel yanıt verebilecek ne de Hilmi Bulunmaz.
Hilmi Bulunmaz cevap verirse, bugüne dek yaşata geldiği sosyalist kimliğiyle ters düşecek, kendini ve yaşam gayesi ideolojisini inkar etmiş olacak. Ne yardan geçerim ne serden misali hem sosyalist olduğunu tekrarlayacak hem de Sosyalizmi bırakın toplumcu bile olamamış bir nihilist yazarın müritliğiyle mutlu olacak… Aslında bu yazı dizisinden sonra mutlu olabilecek mi? Yoksa olmuş gibi mi yapacak?

Hilmi Bulunmaz, muhalif kimliğini, başkaldıran ruhunu bu kez sosyalizm ya da toplumsal bir mücadele için değil, nihilist bir yazarın, Coşkun Büktel’in sadece ve sadece kendisi için verdiği mücadelenin emrine sunuyor, bana göre fark etti bir çok şeyi, ama artık dönüşü olmayan bir yola girdi ve bu yolda devam edecek. İçi acıyacak, içi ihtiyarlayacak, rüyalarında veya kabuslarında haykıracak ama sesini kendi bile duymayacak.

Yazı dizimiz sürüyor. Göreceğiz.
BÖLÜM 7
COŞKUN BÜKTEL'İN TV YAZARLIĞI

HİLMİ BULUNMAZ VE STANDARTLARI :
Hilmi Bulunmaz’ın bir standardı var. Eğer bir kişi kendini yaşamının hiçbir evresinde sosyalist olarak tanıtmamışsa bu kişiyi daha hafif yargılayabiliyor. Hatta yargılamayabiliyor. Ama hem sosyalistim deyip hem de kapitalizmin, burjuvazinin, sömürünün aracı olur ise işte o zaman Hilmi Bulunmaz’dan en ağır eleştirileri hak ediyor. Hilmi Bulunmaz’ın bu yaklaşımı kendi içinde tutarlı bir durumdur. Elbette ki kişinin fikri neyse zikri de o olmalıdır. Hem sosyalizmden söz edip, kapitalist burjuva düzenine savaş açmış, bu ideolojiye bağlı olduğunu bildirip hem de bununla uzlaşı içinde olunamaz. Bu “iki kere iki dört” kadar bir gerçektir.
İşte bu nedenle Hilmi Bulunmaz herhangi bir sıradan tiyatrocuyu değil, Genco Erkal’ı eleştirir, haklıdır. Sosyalist olduğunu ilan eden Zafer Diper’in Samanyolu TV’de yer almasını eleştirir, haklıdır.
Cunta iktidara el koyduğunda, Mehmet Akan Dostlar Tiyatrosu’ndaydı ve “sanırım” yine nesnel anlamda bu sorunun yanıtını arayan “emekçiler”dendi. Gel zaman git zaman zaten ödünç alınmış sosyalizm lafı rafa kaldırıldı ve televizyon gülü olmaya karar verildi. Şişede durduğu gibi durmayan faşizm, birçok kişi ve kuruluşla birlikte Mehmet Akan’ı da teslim almıştı. O dizi senin, bu dizi benim koşturan Mehmet Akan, Bizimkiler dizisinin apartman yöneticisi Sabri Bey olduğunda, kendi yazgısını da belirlemişti. Halkın ruhunu yok eden televizyon canavarına ruhunu teslim eden Mehmet Akan, yıllar önce ölmüştü. 67 yaşında bir ceset olan Akan’ın fiziksel ölümü pek bir anlam taşımıyor… HİLMİ BULUNMAZ
http://tiyatroyun.blogspot.com/2007/04/mehmet-akan-youn-bakma-alnm.html
Fakat zaman içerisinde insanların değişime uğramasını da belki daha anlayışla karşılamak gerek. Örneğin, bir dönem sosyalist olan, Marksist olan Ulvi Alacakaptan, bugün sosyalist değil, Müslüman tiyatrocu kimliğiyle anılmayı seçiyor. Olabilir. O halde Mehmet Akan’da artık ben sosyalizmden umudumu kestim öyle bir beklentim yok, herhangi bir kişi gibi düşünüp, herhangi biri gibi tercihlerle yaşamımı sürdürebilirim diyebilir ya da demeden bunu yaşama geçebilir. O halde onu da eksilenler hanesine yazıp geçmek gerekir. Ülkücülerin 70’li yıllardaki “davadan döneni vurun” şiarını kendimize mal edecek değiliz ya. Sosyalizm kişilere bağlı değildir, esas olan mücadelenin ivme kazanarak sürmesidir.
Ama en fenası, herhalde hala sosyalist olduğunu iddia edip de sanatını kapitalizmin emrine verenler olsa gerek. İşte bu konuda Hilmi Bulunmaz’ın kantarın topuzunu daha eleştiriden yana almasına hiç kimse bir şey diyemez.
Kendimi bildim bileli, "devrimci" söz ve eylem içerisinde olduğunu iddia eden Zafer Diper'i, Samanyolu'nun Sırlar Dünyası'na iltica etmiş bir mülteci olarak gördüm...

Bu arada, Zafer Diper'i tanıyan/bilen hiç kimse, bu duruma inanamadı... İşin garibi, ben de inanamıyorum... Bir yalanlama gelirse, binlerce kez özür dilemeye hazırım... HİLMİ BULUNMAZ http://tiyatroyun.blogspot.com/2007/04/samanyolu-tvden-glge-tiyatroya-zafer.html
Evet Hilmi Bulunmaz öncelikle sosyalist olan yada sosyalist geçmişi olan ama TV dizilerinde burjuvazinin emrine girenleri eleştirmektedir. Fakat bu hiç sosyalist olmamışları, hiç eleştirmediği, eleştirmeyeceği anlamına da gelmiyor tabii. Örneğin Tuncay Özinel, hiç sosyalist olmamıştır ama bir gün gelip dünya politikalarını sorgulayacak bir oyunla seyirciyi yanıltırsa hesap sorar. Sen bu yaşına dek neredeydin der. Tabii aynı hassasiyeti Coşkun Büktel’e de göstermesini ve “dur bakalım Coşkun efendi, evet haksızlığa uğramışsın, ama sen bu memlekette bunca haksızlık yapılırken neredeydin, dernekler bana sahip çıkmıyor diyorsun ama bugüne dek hangi dernek yapısı içinde, sen kim için mücadele vermeye çalıştın, halkın ve benim vergimle ayakta duran Devlet Tiyatroları’nda 80 yıldır senden önce hiç mi usulsüzlük, yolsuzluk, haksızlık olmamıştı, o zaman sen neden sesini çıkartmadın?” demesini beklemek de okurun hakkı olsa gerek.
Yine Hilmi Bulunmaz’ın en hassas olduğu konulardan birisi de “Televizyon ve medya”dır. Bir sosyalist için de doğru bir hassasiyettir. Çünkü TV ve medya kapitalist sistemin kitleler üzerinde en çok emellerini gerçekleştirdiği silahların başında gelir. Kitleleri uyutmak, dezonferme etmek, bilinçaltı etkisiyle yönlendirmek, yozlaştırmak, tüketim toplumunu yaratmak, uyuşturmak, yanlış sorunlara ve yanlış çözümlere sürüklemek… tümü TV’ler üzerinden yapılır.
İşte bu nedenle de Hilmi Bulunmaz’ın TV konusunda bu derece hassas olması son derece doğaldır ve bu hassasiyetinden dolayı da kendisini kutlamamız gerekir.
Hilmi Bulunmaz işte bu konuda da kişinin sosyalist olup olmamasına bakmaz. Burjuva kanallarına ya da gerici kanallara malzeme üreten herkese üzülür, bu üzüntüyle de zaman zaman ateş püskürür.
Ben, bir kişinin gericiliği - ilericiliğinden öte, mevcut duruma göre yönelim gösteren tiyatrocuların; genelde televizyona, özelde gerici televizyonlara tutsak olmasına üzülüyorum... Aydın Doğan da, Fetullah Gülen de aynı sınıfın insanları...
HİLMİ BULUNMAZ
http://tiyatroyun.blogspot.com/2007/04/bir-mektuba-aklama.html

Yine Hilmi Bulunmaz, 14 Mart 2007 Çarşamba tarihli bir yazısında “Memurlar ekrandan pislik saçamayacaklar” diyerek sosyalist olsun ya da olmasın dizilerde yer alan bütün memur (ödenekli kurum) tiyatrocuları pislik saçmakla suçlayacaktı.
http://tiyatroyun.blogspot.com/2007/03/memurlar-ekrandan-pislik-samayacaklar.html

Yine bir başka örnekle hiç sosyalist olmamış Ali Çoban için şunları yazacaktı:
Ali Çoban ve grubunun yaptığı iş, aşağı yukarı belli... Halkı zehirleyen dizilerde suret olmak ve buradan kazandıkları önemli paraların bir kısmını da, bireysel tatmin duygusunu geliştirdikleri tiyatroda harcamak...
HİLMİ BULUNMAZ :
http://tiyatroyun.blogspot.com/2007/05/tavra-szan-kapitalist-tiyatro-anlay.html
Hilmi Bulunmaz’ın TV ve dizilerle ilgili sosyalist geçmişi olsun ya da olmasın, buralarda yer alanları eleştirdiği daha onlarca yazısı bulunabilir. Ama bunlardan en ağırı bir dizinin oyuncuları için yazdığı olsa gerek:
"Yaralı Yürek" dizisi ekibi yaralandı
Düzen eleştirisi getirmeyen, düzenden beslenen "Yaralı Yürek" dizisi ekibi; düzen eleştirisi getirmeyen, düzenden beslenen bir başka ekip tarafından yaralandı, tartaklandı, linç edilmek istendi...
HİLMİ BULUNMAZ
http://tiyatroyun.blogspot.com/2007/03/yaral-yrek-dizisi-ekibi-yaraland.html
Her ne kadar yazının devamında bunun yine de hoş olmadığını ve üzüntülerini belirtse de sosyalist geçmişe ya da sosyalist bugüne sahip olmasalar da dizilerde oynayanlara Hilmi Bulunmaz’ın tavrı bakımından örnekledik.
Şimdi burada hemen şu soruyu sormak gerekiyor.
Önemli olan bu TV’lerin ya da dizilerin oyuncusu olmak mı? Hilmi Bulunmaz bu dizilerde yer alanları neden eleştiriyor? Düzen eleştirisi getirmeyen, düzenden beslenen, halkı zehirleyen TV’lerde görev almalarına, alet olmalarına kızıyor. Pekii, o halde Hilmi Bulunmaz bu dizilerde oynayanlara kızıyor, yazanlara lafı yok diyebilir miyiz? Diyemeyiz tabii ki. Bunu demek saçmalık olurdu. Zira oynayan kadar ve hatta daha da fazla yazan da, danışmanlık yapan da, düzen eleştirisi getirmeyen, düzenden beslenen, halkı zehirleyen TV’lerde görev almakta, alet olmaktadır.
O halde Hilmi Bulunmaz dizilerde yazarlık yapanlara da aynı düşüncelerde, duygularda olsa gerek. Peki, Hilmi Bulunmaz iyi kanal, kötü kanal, iyi dizi kötü dizi gibi ayrım yapmış mı bugüne dek? Ben TV ve diziler hakkında onlarca yazısını taradım, ayrımsız eleştirmiş. Hatta, Aydın Doğan‘la Fetullah Gülen kanallarını da özellikle belirterek.
ben, bir kişinin gericiliği - ilericiliğinden öte, mevcut duruma göre yönelim gösteren tiyatrocuların; genelde televizyona, özelde gerici televizyonlara tutsak olmasına üzülüyorum... Aydın Doğan da, Fetullah Gülen de aynı sınıfın insanları...
Bütün bunlardan sonra Hilmi Bulunmaz her yönden beğense de, takdir etse de, her özelliğini alkışlasa da sevgili dostları Ulvi Alacakaptan ve Coşkun Büktel’i eleştirmelidir. Bunu bekliyoruz. Zira eleştirmemesi için hiçbir gerekçesi yok. Ama eleştiremez. Bunu da biliyoruz.
Acaba burada şöyle bir gerekçe öne sürebilir mi? “Efendim Coşkun Büktel’e tiyatro yazınından ve kitaplarından para kazanma olanaklarını tıkadılar, DT oyunlarını sergileseydi Coşkun Büktel de TV’lere yazmak zorunda kalmazdı.” Acaba, Hilmi Bulunmaz böyle bir gerekçe arkasına sığınabilir mi diye düşünüyorum ama bu gerekçeyi asla Hilmi Bulunmaz ortaya koymaz, çünkü Hilmi Bulunmaz akılsız değildir. Hatta zeki ve gerçekçi birisidir. Çünkü böyle bir şeyi savunduğu an, kapitalizme teslim olmuş herkes için aynı şeyin geçerli olacağını bilir. O zaman birçok oyuncu için başka mesleği yok, tiyatrodan da yeterli para kazanamıyor, hatta birçoğu işsiz ne ödenekli ne özel tiyatrolarda kadroya alınmamış, kendi tiyatrosunu da kuramamış, yeri gelmiş 5 YTL kazanamamış taş mı yesin, tabii oynayabilir denilebilir. Bütün o kötü programların yazarları için benzer nedenler bulunabilir. Hilmi Bulunmaz, bu durumlar için ne diyor? (Çok affedersiniz onun deyimiyle.) Götüne güvenenin borazancıbaşı olduğu gibi götüne güvenen tiyatrocu ya da yazar olsaydı.
GELELİM KAHRAMANIMIZ COŞKUN BÜKTEL’E
Buraya dek okuyanlar Coşkun Büktel yazı dizisi, Hilmi Bulunmaz dizisine mi döndü diye düşünebilir. Ama birbirine aslında bana göre %80 derece ters yaşamları tercih etmiş %80 zıt karakterlerde iki kişi, son 2-3 yıldır kader birliği etmişse, ister istemez birbirinin üzerinden anlatmak gerekebiliyor. Hilmi Bulunmaz’ın TV ve dizilere yaklaşımını kalınca çizerek hatırlattıktan sonra, dönelim Coşkun Büktel’e
COŞKUN BÜKTEL NE KADAR TV YAZARI?
Coşkun Büktel bir röportajında “Ben daha çok TV için yazıyorum” deyince, ister istemez herkeste bir merak uyandı. Coşkun Büktel acaba hangi TV’ler için neler yazmıştı ya da yazıyordu?
İnsanların adını vermeden suçlayacak kadar alçak olmayan, mert, dürüst, özü sözü bir iddiasındaki Coşkun Büktel, konu kendisine gelince yaşamının büyük bir kesiti sır gibi saklıydı. Yaşamının büyük bir kesitinde hayatını nasıl sürdürdüğünün sır olması gibi en çok TV’lere yazan yazarın hangi TV’lere ne yazdığı da adeta sırdı.
Sabırla araştırdık. Hatta sadece bugünkü TV programları değil tek kanal TRT’den bu yana. Ama hiçbir TV programında yazar, senarist kadrosunda ya da benzer kadrolarda adı geçmiyor.
Skeçler yazdığını belirtiyordu. Zeki-Metin Show ekibi de, Levent Kırca ekibi de belli ve o kadroda adı geçmiyor. GÜM (Güldürü Üretim Merkezi) , daha sonraki yılların Tükenmez Kalem ekibinde ve benzer yazar gruplarında ya da tek tek yazarlar içinde de yok.
Bu durumda birkaç olasılık var.
1- Coşkun Büktel TV için aslında hiç yazmadı, yalan söylüyor.
2- Takma ad kullandı, o nedenle adı hiçbir programda geçmiyor.
3- Küçük ya da dinci kanallarda yazdı, bulamıyoruz,
4- İsim kullanmadan çalıştı.
Tabii bu şıkların hiç birini mert adam Büktel’e yakıştıramıyoruz. Bir insan neden mahlas kullanır? Ya politik yazılar yazıyordur (Nazım Hikmet ve onlarca sosyalist gibi) ya da utanılacak işler yapıyordur. (Tam bu sırada benim neden mahlas kullandığım sorulabilir. Yazı dizisinin başında da belirttim, tartışmadan çok küfürlerle karşılık verdikleri için, tiyatrooyun’da yazacaklara daha şimdiden O…. Ç…. diyoruz dedikleri için. Kendi mesleğim içinde, meslektaşlarım ve öğrencilerimin de tanık olacakları anlamsız küfürlere muhatap olmamak içindi. Yani bir anlamda kendimi korumak içindi, zaten bu yazı dizisini de akademik kariyerimde kullanmayı düşünmediğim için, sadece Coşkun Büktel’i izlemeye başladığımdan beri bende bir şaşkınlık, tam olarak adlandıramadığım bir boşluk yarattığı için kaleme almaya karar verdiğim için.) Coşkun Büktel politik yazmaz, zaten TV’ler de sakıncalı boyutta politik çalışmalar yayınlamaz. O halde acaba utanılacak işler mi yapıyordu?
En son internet TV röportajında hangi dizi için çalıştığını açıklarken isim yazmama gerekçesi olarak tamamen kendi ürünü olmamasını sebep göstermekte. Oysa zaten dizide senarist ya da yazar değil senarist grubundan söz ediliyor. Ve artık grup üretimleri sık görülen durum, o listede pekala diğerleriyle birlikte senarist listesinde ya da senaryo danışmanı olarak Coşkun Büktel adı yer almalı, bu mert adam yazarak ya da danışmanlık hizmeti vererek yaptığı işin arkasında durmalıydı. Arkasında duramayacağı bir iş yapıyorsa da yapmamalıydı elbette. Böyle yapıyorsa da, internet Tv röportajında zorunlu kalıp açıklamadan önce, Hilmi Bulunmaz eleştirmeliydi, bu konuda arkadaşlık ön plana çıkmamalıydı, tıpkı Coşkun Büktel’in, Bulunmaz’ın çıkarttığı Oyun dergisinin ilk sayısından sonra “Ben bu oyunda yokum” dediği gibi. Ama Hilmi Bulunmaz bunu yapmadı veya yapamadı.
Bu diziyle ilgili detaylara geçmeden geçmişte nelere imza atmış diye düşünmeye devam edelim. Evet, adına hiçbir programda rastlamadık. Sır gibi kendini gizli tuttuğuna göre yazarlığın avantajını kullanmış. Eğer yazar değil de oyuncu olsaydı yüzü görüneceği için vay başına geleceklereydi! Ahmet Levendoğlu gibi, Mehmet Akan gibi, Zafer Diper gibi tanıyacaktık ve belki de o dizide olmasını yakıştıramayacaktık. Ama zavallı oyuncular kendini gizleyemezken Coşkun Büktel kalemini kim bilir hangi diziler için oynatıp arkasında duramadığı işlere imza attı? Bilemiyoruz.
Açıklamadığı sürece de bizlerin de her tür kanal ve her tür programda olma ihtimalini düşünme ihtimalimiz olacak tabii ki. Acaba, Samanyolu’na mı yazdı takma adla? Kim bilir belki de o yazdı Zafer Diper oynadı. Yoksa Kurtlar Vadisi’ne mi yazdı? Coşkun Büktel karanlığa kaçtıkça ve yazdıklarının arkasında durmadıkça bizim de tahmin yürütme hakkımız sınırsız olacak.
Ama bana sorarsanız “Reyting Hamdi” yazarı da olabilir. Ne de olsa Hamdi Alkan’la dostlukları bir hayli fazla. Hamdi Mümkün senaryosunda öncelikli tercihi o, Ölüleri
Gömün’ü tek sahneleyen o, şimdi yazdığı dizinin yönetmeni de o. Demek ki Coşkun Büktel’in izini Hamdi Alkan’lı çalışmaların yakınlarında aramakta yarar var.
Sonuçta “iki kere iki dört” kadar gerçek olan ses ve görüntü kayıtları var, Coşkun Büktel daha çok TV için yazdım diyor, hiçbir TV programında adı geçmiyor, demek ki arkasında duramayacağı işlere imza attı, demek ki kötü işlere imza attı, demek ki mahlas kullandı, demek ki isimsiz yazdı.
ARKA SIRADAKİLER
Coşkun Büktel açıklıyor. “Bunu bana sordular söylemedim, çünkü kötü niyetliler sormuştu ama size söyleyeyim”, diyor. Şunu sorarsak, kötü niyetli olmuş olabilir miyiz?! Yaptığın işin arkasında dursan kötü niyetlilerden korkar mısın? (Örneğin “Theope”yi yazdığını kötü niyetliler, iyi niyetliler ayırmadan herkese açık yazabildiğin gibi.)Demek ki arkasında duramayacağın işler yaptın. Bari mert ol da açıkça de ki “bazı dizilere yazdım ama benimsemediğim, onaylamadığım çalışmalardı, mecbur kalıp yazdım, o nedenle de ismimi kullanmamayı tercih ettim” de. Bu kadar mert ve dürüst olmak çok mu zor? Bazı kötü niyetliler sormuş da. Eeee, sen o kişilere açıklayıp bunu da internetten yayınlatınca herkes öğrenmeyecek mi? Bu kadar mı safsın? Değilsin tabi ki. O halde sorun ne? Sorun senin mertçe, erkekçe çıkıp yaptığın işi savunamaman! Altına imzanı atamayacağın işler yapman!Bir de yaptığı işi şöyle açıklıyor: “Oğlumun repliklerini, diyaloglarını yazıyorum, Öğretmen Kemal orada benim tarzıma yakın, onun diyaloglarını yazıyorum…” ama yazar değilmiş, senarist grupta değilmiş. Senaryo danışmanıymış. Zaten ortada grup çalışması var ve belirgin beş on karakter var, ikisini sen yazıyorsun, açıkça senaryo grubundasın, hadi olmasan da senaryo danışmanlığı daha mı hafifletici bir görev sence? Veya neden gizleme gereği duyuyorsun? Yoksa arkadaşın Hilmi Bulunmaz da mı bilmiyordu? TV’lere iş yapanlara ağır eleştiri/hakaret yaparken seni de zımnen dahil ettiğinin farkında değil miydi?Bütün bunlardan çıkarıyoruz ki Coşkun Büktel, ne Arka Sıradakiler dizisi ne de diğer TV için yazdıklarını sakın ha savunmaya kalkmasın. Kıvırarak sıyrılmaya çalışmasın, sadece şu kısımları yazıyorum, danışmanlık yapıyorum tarzı ıkına sıkına açıklamaları, adını kullanmaması bütün bunlar gösteriyor ki yaptığı işi savunabilecek durumda değil, arkasında değil.En azından bunu söyleyebiliriz, sanırım karşı çıkmaz.Efendim kötü niyetliler soruyor söylemiyorum. Neden? Çünkü eleştirecekler… Bir anlamda Coşkun Büktel eleştirilmenin önünü kesiyor aklı sıra. İyi ama şimdi biz kötü niyetli ilan edileceğiz diye eleştirmeyelim mi Coşkun Büktel’in parçası olduğu diziyi? Biz mertçe, dürüstçe düşüncelerimizi yazalım, eleştirelim de Coşkun Büktel’de bizi kötü niyetli belleyecekse bellesin. ARKA SIRADAKİLERYönetmen Hamdi ALKANYapımcı-Senaryo Birol GÜVENSenaryo Birol ELGİNÖZ, Özlem ELGİNÖZ, Yelda AÇIKGÖZMüzik Aydın SARMAN , Burcu GÜVENSolist , Bülent ÇİDEM Genel Koordinatör Cesur TAŞGörüntü Yönetmeni Ferhat ÖÇMEN2.Yönetmen Ali BİLGİNUygulayıcı Yapımcı Özlem YILMAZProje Tasarım MintSanat Yönetmeni Aysun ÖZDEMİRIşık Şefi Şeyhmus GENCANKurgu Barış KILINÇAyrıca dizinin resmi sitesinde Emniyet Amiri Narkotik uzmanı Zafer Ercan’ın adı geçiyor, bunu bu konularda senaryo danışmanlığı yaptığı şeklinde yorumlayabilir miyiz, bilemiyoruz çünkü herhangi bir açıklama yok. Bu diziye müzik yapan, yöneten oynayanlar eğer mahlas isimler değilse kendini gizlemiyor ama Senaryo danışmanı ve kısmen yazarı Coşkun Büktel kendini gizleme gereği duyuyor. EĞER HİLMİ BULUNMAZ YA DA HİLMİ BULUNMAZ’IN ÖNEMSEDİĞİ TOPLUMCU , GERÇEKÇİ YAZARLAR DİLEDİKLERİ GİBİ ÖZGÜRCE TELEVİZYONA SENARYO YAZMA ŞANSI BULABİLSELERDİ SİZCE NASIL BİR OKUL, ÖĞRENCİ DİZİSİ YAZARLARDI?ÖRNEĞİN BİR FAKİR BAYKURT BUGÜN YAŞASA VE BİR EĞİTİM TEMALI SENARYO YAZSA NELERİ DİLE GETİRMEK İSTERDİ?PEKİ, HİLMİ BULUNMAZ’IN GERÇEKÇİ(!) ARKADAŞI COŞKUN BÜKTEL’İN PARÇASI OLDUĞU DİZİDE NELER VAR? GELİN ŞÖYLE YAN YANA Bİ GÖRELİM.
..
Coşkun Büktel belki bu gerçeğin farkında değil ya da farkında ama hiç bir zaman bu gerçekleri yazmayı düşünmedi ama Cumhuriyet'in ilk yıllarından değil 2008 Türkiye'sinden bir eğitim manzarası.
Arka sıradakilerde gördüğünüz tiplere benzemiyor değil mi? Acaba onlar mı bunlar mı Türkiye'nin gerçeği?
Ne dersiniz Arka sıradakiler'in sorunları bunlarla örtüşüyor mu?
ÖSS, OKS ve benzerleri kaç öğrencinin sorunu dersiniz? Peki siz Arka sıradakiler'de bu sorunların dile getirildiğini hiç duydunuz mu?
Tektipleştirilen, askerleştirilen ve devlet ideolojisine göre güdümlenen öğrencilerin sorunlarını kimler kaleme alacak? Antik Yunan yazarı Coşkun Büktel'in böyle bir kaygısı olmadığı belli.
Coşkun Büktel bunları tanıyabildin mi? Bunlar Türkiye'nin öğrencileri. Peki senin tipler nerenin, hangi ülkenin öğrencileri?
Bizim öğrencilerimizin sorunları ve sorunlarına karşı tutumlarıyla Coşkun Büktel'inkiler pek örtüşmüyor değil mi?
Bütün Türkiye'yi ilgilendiren türbanlı öğrencilerden var mıydı Arka sıradakiler gerçeğinde?
Arka sıradakiler kaç kişi bir sırayı paylaşmak zorunda kalıyor?
Öğrenciler kendi çözümlerini üretme yolunda. Coşkun Büktel ve hamdi Alkan'ın ürünü Arka sıradakiler bu çözümlere ne katkı sunmuştu?
TOPLUMUMUZUN GERÇEK ÖĞRENCİ GENÇLİK VE EĞİTİM SORUNLARI

• Müfredatın ağır olması,• Devlet Okullarımızda öğrenci fazlalığı ve sınıf başına düşen öğrenci çokluğu• Bazı branş dersleri öğretmenlerinde büyük açıklar bulunması• Eğitimde fırsat eşitsizliği• Okullarımızda sosyal ve sportif alanların olmaması gençlerin sosyal ve sanatsal faaliyet yapamaması • Özel okulların giderek artması, eğitimde fırsat eşitsizliğinin yanı sıra sınıf ayrımcılığın çocuk yaşta başlaması• Gerek özel okullarla gerek devlet okullarında bağışlarla eğitimin ticarileştirilmesi• Milli Eğitim yönetici kadrolarındaki Fetullahçı yapılanmalar• İlköğretimde OKS ortaöğretimde ÖSS nedeniyle çocukların dershane ve test kitapları içinde boğulması• Anadolu’da köylerde azalan nüfus nedeniyle taşımalı sisteme geçilmiş olması ve yoğun kış koşullarında başka köylere gitmenin getirdiği güçlükler• Mutaasıp ailelerin Milli Eğitim Okullarında kız çocuklarının kıyafet sorunu,• Din derslerinin zorunluluğu, • Kız çocuklarının bazı yörelerde hala okutulmaması,• Tam zamanlı eğitimin çok az okulda uygulanabilmesi• Mesleki ve teknik Ortaöğretimde sorunlar• Ezberci eğitim sistemi. Nedenselci değil kalıpçı eğitim • Birleştirilmiş sınıf uygulamaları• Okullarda laboratuarların olmaması senteze dayalı eğitim olamayışı• Binaların çürük, bakımsız ve bir kısmının deprem tehlikesi altında olması• İyi bir rehberlik ve yönlendirme sistemiyle öğrenciyi keşfederek, onun, yeteneklerine uygun alanlara yönlendirilmesini sağlama ve başarısızlıkları önleme gereksiniminin giderilememesi.• Uygulanan kılık kıyafet düzenlemesinden dolayı birer küçük asker gibi şartlandırılmaları• Demokrasi için demokratik eğitim ilkesi yaşama geçirilememesi.• Terör nedeniyle eğitim öğretim yapılamayan iller• YÖK’ün planlama hataları sonucu sınıf öğretmeni açığı• Özel eğitim gerektiren üstün zekalı yada zeka sorunlu çocuklara yönelik okul olmayışı• Çalışan ana-babaların çocuklarına yönelik sorunlar• Günümüzde boşanmaların çokluğu dikkate alınarak çocuklara ve gençlere yönelik yapılanmalar• Artan uyuşturucu tehdidi• Uluslar arası Çocuk haklarına okullarımızda ne kadar uyulduğu• Eğitim ve disiplin anlayışımız• Öğrencilerin yurt ve barınma sorunları
Okul servisi sorunları, eğitimin maliyeti sorunları
VE DAHA ARTIRILABİLİR
BUNLARDAN KAÇINA YER VERİLDİ HAMDİ ALKAN'IN YÖNETTİĞİ COŞKUN BÜKTEL'İN YAZAR VE DANIŞMAN OLARAK OMUZ VERDİĞİ DİZİDE?
ŞÖYLE BİR BÖLÜM ÖZETLERİNE GÖZ ATALIM BAKALIM NE KADAR ÖRTÜŞÜYOR ÜLKEMİZİN ÖĞRENCİ-EĞİTİM SORUNLARIYLA ARKA SIRADAKİLERİN SORUNLARI
..
BUNLAR DA ARKA SIRADAKİLERİN GERÇEKLERİ
Arka sıradakiler bir lise ve öğrenci dizisinden çok avantür, macera, kabadayılık anlatan bir film.
• Özge hırsızlık yapmaktan son anda vazgeçer. Ancak beklenmedik bir gelişme ile polislere yakalanır. Kemal Özge’yi hapisten kurtarmak için elinden geleni yapar.• Saffet yeniden haraç kesmeye yeltenince karşısında Oktay’ı bulur.• Mahir’in adamları İbo’nun kullandığı motora çarpıp kaçarlar. Kemal, İbo yoğun bakımdayken İbo’nun babasını bulmaya karar verir. • Sibel’in kendisinden kaçmasına sinirlenen İbo öfkesini kontrol edemez. Zafer İbo’nun davranışları yüzünden velisini okula çağırır. • Sibel’e olan aşkından vazgeçemeyen İbo Yadigar’ın motoruyla Sibel’i takip ederken kaza yapar.• Kemal ve Mine’yi bekleyen sürpriz ne? Necla Büşra’yı evlendirmeye mi hazırlanıyor? Meral Saffet’e annesi olduğu gerçeğini söyleyecek mi?• Zafer Ece’nin Şebnem’in kızı olduğunu öğrenecek mi? İbo’ya çarpanlar kim? İbo yaşayacak mı?…Bu soruların cevapları ve daha fazlası Arka Sıradakiler’in yeni bölümünde…• Oktay, arkadaşı Taner’in oyununa geldiğini anladığında çok geçtir. Tekneyi kaçırır ve eve döner. Ancak yurt dışına kaçma fikrinden vazgeçmez. İbo Sibel’i takip edip kendisinden sakladığı sırrı öğrenmeye kararlıdır.Büşra Sadettin’in kendisine tacizde bulunduğunu kanıtlamak için telefonuna kaydettiği konuşmaları Sanem ve Gamze’ye delil olarak dinletecektir. Ancak arkadaşlarının tutumu yüzünden bundan vazgeçer. • Oktay Barış’a şiddet gösterdiği için üzgündür. Gitmeden önce Barış’la arkadaş olmaya karar verir. Romantik bir vedayla Gamze’ye elveda derken Duygu’dan da olaylı bir şekilde ayrılmayı seçer. Yadigar Aslım’a birlikte olamayacaklarını kendine özgü bir dille anlatırken….• Eda’nın babasını arayan gizemli şahıs kim? Kemal’in Elif’i affetmemesinin sebebi ne?Bu soruların cevapları ve daha fazlası Arka Sıradakiler’• Barış Gamze’ye ayrılmayı teklif eder. Zafer Şebnem’in kendisiyle ilişkisini bir anda kesmesi üzerine eski agresif haline döner. Başta Rıfat olmak üzere okuldaki öğrencilere baskı uygulamaya kaldığı yerden devam eder
• Sibel ve İbo ayrılacak mı? Meral Saffet ile yeniden karşılaşacak mı? Saffet eve giren Ahmet’i yakalayabilecek mi mi? Gamze Barış’ın ayrılma teklifine ne yanıt verecek? Oktay yurt dışına kaçma planlarından vazgeçecek mi? Zafer ve Şebnem yeniden bir araya gelecek mi? Rıfat’ın öğrendiği gizli plan ne? Aslım’ın Yadigar’la baş başa kalabilmek için bulduğu çözüm ne olacak? Büşra ile Sadettin arasındaki hesaplaşma nasıl bitecek?

Arka sıradakiler tüm Türkiye'de toplam kaç öğrenci gencin karşılaşma ihtimali olan sorunları anlatıyor*
Arka sıradakiler bir lise ve öğrenci dizisinden çok avantür, macera, kabadayılık anlatan bir film. İşte bu anlayıştaki bir diziye de böyle bıçkın bir karakter uyardı.

Dizinin önemli karakterlerinden bir kız liseli role çıkmasının avantajını lolitalığa soyunup medyaya poz vererek çıkarıyor.
Coşkun Büktel oğlu Barış Büktel’in kendi senaryo yazarlığı sayesinde dizide rol aldığını açıkladı. Peki ya coşkun Büktel Devlet Tiyatrolarında mesela bir Genel Sanat yönetmeni olsaydı oğluna ne kıyaklar yapacaktı? Kayırmacı ve faydacı zihniyet olduktan sonra bunu bulunduğu her ortamda kullanacağını göstermiyor mu?
Dizi oyuncularından birisi. Ne dersiniz bizim Liseli öğrencilerimizi temsil edebiliyor mu sizce? Yönetmen Hamdi alkan ve danışman Coşkun Büktel'in gördüğü lise öğrencisi bunlar mı?

Elbette ki "Arka sıradakiler" de yaşananlar arasındaki bazı konular da bu toplumun gerçekleridir. Elbette ki çeteleşen liseliler, anne babası sorunlu burjuva çocukları, (yada burjuva olmayan) Elbette ki kavga, dövüş, ilk gençlik yıllarının aşkları.. elbette ki uyuşturucu belası. Ama bu konuda da dikkat çekeceğimiz bir iki husus var elbette.
Bunlara ne çözüm getiriyor dizi?
Hiç...
Öğretmen Kemal tiplemesiyle iyi öğretmen karakteriyle bireysel çözümleri öne çıkarması da çabası. oysa gerçekçi bir yazar bireyselcilikten değil toplumsalcılıktan yanadır. Tabi hiç bir zaman örgütlü yapı içinde bulunmamış Coşkun Büktel bunu kavramakta zorlanacaktır. Ona göre iyi bir öğretmen sorunlara karşı katalizör olarak durum düzelticidir dizide. Ya o iyi öğretmen o okula gelmeseydi? yada o iyi öğretmen yukarıda saydığımız eğitimimizin gerçek sorunlarına çözüm sunabiliyor mu? Yurt sorununa, barınma sorununa, üç kişilik sıralara, öğretmen açığına ve daha onlarca soruna çözüm olabiliyor mu? Hayat Bilgisinde anaç öğretmen, burada babacan bir öğretmen dengeyi sağlar sorunları minimuma indirger seyircinin yüreğine su serpilir. Oh sorunlar çözülmüştür. İşte zaten bir TV dizisinin uyuşturucu etkisi tam da bu değil midir? Ya sorunları gözlerden kaçırmak, ya da sahte çözümlerle halkı avutmak. GERÇEK ÇÖZÜMLERİN ÖRGÜTLÜ VE BİLİNÇLİ POLİTİK YADA SİVİL TOPLUM GİRİŞİMLERİNDEN GEÇTİĞİNİ GÖZLERDEN KAÇIRMAK.
Evet Hilmi Bulunmaz'a sormadan yapamıyoruz sen bu dizinin bir parçası olur muydun? Gizli yada açık adınla bu diziye danışmanlık yazarlık hizmeti verir miydin? Peki bu diziye bu hizmetlerde bulunan birine bu hizmetinden dolayı da arka çıkabilecek misin? "Theope"nin hatırına bile olsa bu günahı görmezden gelebilecek misin? Nazım Hikmet "Memleketimden insan Manzaraları"nı yazdıktan sonra bu büyük eseri yarattım bu benim ömür boyu ayrıcalıklı tutulmama yeter deyip reklam yazarlığına avantür film yazarlığına başlasaydı Nazım Hikmet olabilir miydi? Enayimiydi hapisler, sürgünler, eziyetler yaşadığı için? Coşkun Büktel gerektiğinde senin eğrilerini dile getirmekten kaçınmazken sen onun her şart altında ve her tür işini kayıtsız şartsız savunmakla mükellef mi hissedeceksin kendini?
GERÇEK / YALAN

DİZİ PİYASASINDAN İNSAN MANZARALARI
Coşkun Büktel oğlu Barış Büktel’in kendi senaryo yazarlığı sayesinde dizide rol aldığını açıkladı. (iki kere iki dört kadar gerçek internet TV kayıtları var)
Peki ya coşkun Büktel Devlet Tiyatrolarında mesela bir Genel Sanat yönetmeni olsaydı oğluna ne kıyaklar yapacaktı? Kayırmacı ve faydacı zihniyet olduktan sonra bunu bulunduğu her ortamda kullanacağını göstermiyor mu?
Coşkun Büktel'in Türk Tiyatrosundan insan manzaralarında anlattığı kişilerden ne farkı var? Farkı Sadece onların geldiği yere gelememiş olması mı? Eğer gelmiş olsa bu çıkarcı tutumlarıyla çok da farklı olmayacağını göremiyor muyuz ? Para için altına imza atamayacağı işlere destek veren , gerici yada emperyalist sermaye altında çalışabilen yine maaş ve mevki için kimlerin emri altında ne işlerde imza atardı? Danışmanlık ve yazarlık karşılığı oğluna da dizide rol ayarlayan yöneticilik karşılığı hangi yakınlarına ve dostlarına ne çıkarlar sağlardı? Coşkun Büktel oğluna yaptığı kadar olmasa da kendisine oldukça sadık ve saygılı davranan Kazım şimşek için de dizide ufak bir rol ayarlamayı düşünüyor mu?

Barış Büktel'in babasının bu açıklamasından sonra gururunun kırılmış olmadığını ümit ederiz. Çocuklarımız bizim herşeyimiz ama onlara dizilerde torpil yapmaktan da önce öğretmemiz gereken kayırmacılığın ne fena bir şey olduğu , dürüstlüğün, mertliğin erdemi olmalı. Tabi bunu lafta dürüst mert olanlar beceremez, anlatamaz

COŞKUN BÜKTEL YAZI DİZİSİ - 8
COŞKUN BÜKTEL'İN TV YAZARLIĞI KONUSUNA COŞKUN BÜKTEL'İN DİZİSİNİ SAVUNMAYA GEÇMESİ
Öğretmen Kemal tam bir düzen adamı. İdeal vatandaş, ideal öğretmen. Gençlerin öfkesini soyut yaklaşımlarla sistem içine çekip zapturapt altına almakla görevli sayıyor kendini. COŞKUN BÜKTEL'İN TV YAZARLIĞI KONUSUNA COŞKUN BÜKTEL'İN DİZİSİNİ SAVUNMAYA GEÇMESİ
Coşkun Büktel yazı dizimiz bitince cevap verecek mi bilemiyorum ama vermeyeceğine bahse girebilirim doğrusu. Çünkü verebilecek bir cevabı olduğunu düşünemiyorum. Cevap vermek yerine kaçamak cevabımsılarla ya da Hilmi Bulunmaz, Kazım Şimşek üzerinden kaçamak cevaplarla yetinecek. Sıkıştığı yerde muhatap almıyorum ki diyebilmek bu tavrı gerektiriyor çünkü.
Yazı dizimi Tiyatrooyun’da yayınladığım için muhtemelen bana da oraya koyduğu kuralları uygulamaya çalışacak ve isimsizlerin yazdığı sitede yazılanları muhatap almıyorum bahanesi kolay çözüm yolu görünecek.
Oysa;
Oysa kendisinin isimsiz olarak yazdığı “Arka Sıradakiler” dizisinin “Öğretmen Kemal” diyaloglarını bugün artık kendisine savunma metni yapabiliyor. Madem ki ciddi polemikler için isim şartı arıyordun, şimdi ne oldu da isimsiz yayın dünyasına verdiğin metinlerin senin savunma satırların oluverdi? Senin yazdıkların isimsizken de gerektiğinde geçerli ve kullanılabilir de başkalarınınkiler neden sırf isimsiz olduğu bahanesiyle yok sayılacakmış?
Neyse ki Coşkun Büktel’in verdiği bir söz vardı. Eğer ki bir tek kişi, bir tek tiyatro insanı adıyla soyadıyla bu sitede yazılanların altına imzasını atarsa, desteklediğini söylerse o zaman cevap veririm demişti. Madem ki Coşkun Büktel mert biri, madem ki dürüst biri o halde bu defa cevapsız bırakamayacak. Çünkü daha şimdiden adıyla soyadıyla yazı dizimizin altına imza atacağını belirten hatırı herkesçe sayılır, değerli tiyatro insanları var. Bakalım mert , dürüst Büktel sözünde duracak mı yoksa yeni bir kıvırma payı çıkarıp savuşacak mı göreceğiz.
Efendim gelelim bugüne. Coşkun Büktel muhatap almayacağını belirtse de görmezden geliyormuş gibi yapsa da bu aslında satır satır bize cevap yazamamasından, verecek cevabı olamamasından dolayıdır. Bu nedenle de aslında umursadığı ve çok da dokunduğu için dolaylı yollarla cevap vermeye de çalışıyor.
Örneğin TV dizisinde nasıl bir yazar olduğunu 7. bölümümüzde gözler önüne sermemizin hemen ardından sitesine "yazdığı karakterin en olumlu diyalogunu" seçip başköşeye yerleştirdi. Bununla söylemek istediği şuydu bize göre:
COŞKUN BÜKTEL BUGÜN ASLINDA DEDİ Kİ :
“Evet ben kötü bir dizide yazıyorum” (Dizinin tamamını savunmaya bile yeltenmedi çünkü.) ama bu kötü dizinin iyi kısımlarını yazıyorum. Aynen bunu demek istedi diziden seçip uzunca bir öğretmen Kemal diyalogu koymakla.
Evet bugünkü atağından çıkardığımız buydu ve başka dostlarımız da bunu çıkarmış. Şimdi gelinen durumu bir değerlendirelim.
Artık Büktel kötü bir dizide yazdığını kabul ediyor, bir TV de yazdığını kabul ediyor. Bu konulara cevap vermese bile önce muhafazakar, gerici sonra emperyalist bir TV için çalıştığını da kabul ediyor. Ve cevap vermediğine göre daha yazdığımız pek çok şeyi de kabul ediyor…

Ama, diyor, ben hiç olmazsa iyi mesajlar veren kısımlarını yazıyorum. (Ne kadar iyi mesajlar verdiğini uzun uzun irdeleyeceğiz, henüz oraya gelmedik.)
Acaba Sayın Hilmi Bulunmaz bu mazereti kabul eder miydi?
Gerici sermayenin ya da çokuluslu sermayenin reytingi için hizmet ver, buralardan aldığın parayla beslen, yoz ve kötü bir diziye dahil ol, ama ben şu kısmında varım de…

Bunu bahane kabul eder miydi Hilmi Bulunmaz?

Hilmi Bulunmaz bugüne dek iyi kanal, kötü kanal; iyi program, kötü program, dizideki iyi karakter kötü karakter, arada bir de olsa geçen olumlu replikler diye bir ayrım yapmamıştı herhalde, bunu da kabul etmezdi. Biz de böyle bir mazereti kabul etmiyoruz zaten. Ama yine de bu mazereti görmezden gelmeyeceğiz.
2 gündür fazlasıyla bu diziyle ilgili, dizinin kendi resmi sitesine de, hayranların açtıkları sitelere de girdim. Diziden kısa bölümler izledim, hayranların yazdığı övgü dolu satırları okudum. Gerçekten berbat.
Gerçekten bu dizi topluma da gençliğe de son derece zararlı. TV dizilerinin bu kadar berbat durumda olduğunu bilmiyordum.
Sitelerde diziyi izleyenlerin yazdıkları övgü dolu satırlar bile aklı başında bir yazarı utandırmaya yetip artmalı.

Evet övgü utandırır mı? Bu övgüler utandırmalı.
İzleyici seviyesi o kadar yerlerde geziyor ki, övülen kısımlar öylesine yozluklarla dolu ki ve övenler öylesine bir düzen yozlaştırmasına, kültür erozyonuna uğramış ki ben utandım, üzüldüm, umarım Hamdi Alkan da, Birol Güven de, Coşkun Büktel de biraz olsun utanır.
Onlarca siteden, onlarca yazı toparlayıp koyabilirim buraya ama bırakın hepsini bugün sözde kendi yazdıklarını savunmak adına Coşkun Büktel’in sitesinden verdiği dizinin resmi sitesindeki son yapılan yorumlar sayfasını tıkladığımda yazılanları alayım sadece de siz karar verin bu dizi hakkında…
(Birebir kopyalamayla)
http://www.mint.com.tr/arkasiradakiler/?p=24#comment-86332
1752 hilallll diyor ki: 14 Haziran 2008 01:09 saffet aşkım yaaa seni çooooooooooooook sewiorum allah kahretsin ama napim işte aşık oldum kader utansın çok dertliyim oyy oyyy saffetim gurban olim

1751 hasan diyor ki: 13 Haziran 2008 16:10 ulan bu diziyi sadece saffet vardi diye izliyom yoksa izlemem. saffete dizide daha çok yer verin

1749 yasmin diyor ki: 13 Haziran 2008 05:06 Barış(Saffet) sadece senin için izliyorum bu diziyi ve bence oktay senin tırnağın olmaz…Çok şekersin yaaaaaaaaa……….Başarılarının devamını dilerim…Bu haftaki bölümü heycanla bekliyorum fragmanıda yok nette tv dede yok reklamları sinir oldummmm…Yapımcılar duyun lütfen diğer diziler gibi tv lerde reklamlarını vermenizi istiyorum diğer diziler nerdeyse her gün ama arka sıradakiler cumartesi ancak reklamını yayınlıyor…lütfen kulak verin…

1748 ATESTEN KRAL diyor ki: 12 Haziran 2008 21:06 safet adamım benim bee

1747 bİrSeN diyor ki: 12 Haziran 2008 17:33 istediğimizi yazarız kızımm sana noluyo anlamadım..

1746 bİrSeN diyor ki: 12 Haziran 2008 17:29 SANANEEEE?

1745sumeyye diyor ki: 12 Haziran 2008 16:35 bisey dicem. siz ne boyle saffete asigim felan filan diyonuz bakem… Mutlaka yasi vardir 22. tamam yakisikli bende o var diye izliyorum filmi yoksa izlemem tabi de ama asigim diye de yazmam tabi ona…..

1744 duygu diyor ki: 12 Haziran 2008 01:58 saffet sana bayışıyorum en adam akılı en iyi bence o özgeyle yakışan o tekkelime harika bi insan oktaya gelince hiç beyenmiyodum artık cok yapmacık odun aynı saffet senin için izliyorummmmmmmmmmmmm

1743bİrSeN diyor ki: 12 Haziran 2008 01:08 I Love You Barışşş

1741 asim diyor ki: 11 Haziran 2008 20:38 seni coqqq karizmatik ayrıca coq sempatiksinnn coqta tatlııısınnn aaşkimmm

1740 ank.dan kübraaa diyor ki: 11 Haziran 2008 19:36 ya sen dehset bşysın okln kapısından giriişinde kalbm yernden cıkcak gbi oldu öldm öldm dirldm yha felaketm oldunn saffettttttt
1739 oktay @yeliz diyor ki:
1739 11 Haziran 2008 16:50 çok tatlısın sen saffetim ama bn oktayı çok seviorum ama senide çok seviorum ibo oktay ve sen tam sevdiğim erkek tipleri yaa çok süper bişii yk cı yeliz

1738 ışıl diyor ki: 11 Haziran 2008 16:50 bıraq qamzeyi qamze çok çirkin qamze sana yakı$mıoo.sen daha güzellerğne layıqsın…

1737 tutku diyor ki: 11 Haziran 2008 15:20 ya aslında warya tatlı çocuksun haa ama ben oktayı seviyorum ama bak sende yakışıklısın daha iyilerini bulursun boşver üzme kendini yaa sana kızmı yok DİMİ!!!

1736 nur diyor ki: 11 Haziran 2008 14:44 saffet ben gül sana aşık oldu galiba sen cook yakışıklısın kimseden korkmuyorsun canım saffetimmmmm

1732 hilallll diyor ki: 11 Haziran 2008 11:59 aşkım bnm yaa nasılda geldi gurban olduğum yaaa böle biri olmaz yaaaa çok tatlı çok yakışıklı deli biri yaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa ya saffetim saa aşığım bn ne diyem oy oyyyyyyyyyyy allah seni hep mutlu etsin hep güldürsün bee aşkım bide ananı affet yaw ana sonuçta

1729 şenol diyor ki: 10 Haziran 2008 22:11 saffetin ölmeyecek kadar zeki olduğunu söylemiştim:) gamzeyi bırakıp gitmez o bir yerlere ama neden bunu yaptığınıda öğrenmiş olduk valla saffet ne diyeyim sana senin yaşadıklarını annenede yaşattın hatta arkadaşlarına ve gamzeyi bile vicdanını sızlattın ya ama ölmediğine gerçekten sevindim…

1727 D_uygucuk diyor ki: 10 Haziran 2008 19:47 ARKADASLAR BENCE COK ÜSTLERINE GIDIYORSUNUZ YOK DENIZ “LE SEVGILIMISIN YOK ÖYLE MI BÖYLEMI AYIP YA BIDE ADAM SEVGILI OLSA SIZE NE !! BIRAZ RAHAT BIRAKIN INSANLARI YA ZATEN ZAMANLARI YOK PS: BARIS ABI SELAMLA BASARILARININ DEVAMINI DILERIM ALMANYADAN SELAMLARR !!:D

1726 bİrSeN diyor ki: 10 Haziran 2008 18:15 Aşkımmm sana KÖPEKLER gibi aşıqımmm..kımse seni bnm kdr choq sefemezzzz bunu biLin..

1725 özlem diyor ki: 10 Haziran 2008 17:56 Barışcım her zamanki gibi çok iyiydin.Sanırım cvp yazıyormuşsun banada yazarsan sevinirim.Başarılarının devamını dilerim.

1724 burcu diyor ki: 10 Haziran 2008 17:43 askım ben sana dıgerlerı kadar yazamıyorum ama gercrkten senı cok onlardan daha cok sevıyorm bunu bılmen yeterlı bebegım sana tapıyorm gorusuruz bıtanem

1723 EMİNE diyor ki: 10 Haziran 2008 16:33 saffet’in ölmediğine çok sevindim onu çok seviyorummavi sakal kim?sibel dönücek mi?

1722 sevda diyor ki: 10 Haziran 2008 11:32 sen benim askımsın senı cok sevıyom

1721 fatoş diyor ki: 10 Haziran 2008 04:03 saffet aşkıııım bitaneeem bırak gazmeyi sana aşığım çok tatlı çok yakışıklısınya bitanem aşkım
Sizi bilemem ama ben utanıyorum.
Bunlar bu dizinin resmi sitesinden sadece iki sayfa mesaj. Facebook bataklık mı değil mi bu konuda tarafsız kalmak istiyorum, ama burası çok kötü. Bir iki sayfa ilerlediğinizde, 10 yaşındayım severek izliyorum, yazan da var.
Şimdi anladınız mı neden böylesi övgüler insanı mutlu etmez, kıvandırmaz, utandırır dememi?
Ben böyle övgüler almayı asla istemezdim ve biliyorum ki Hilmi Bulunmaz da istemez, Mustafa Demirkanlı da, Tuncer Cücenoğlu da... Ben, bu seviyedeki bir dizinin parçası olmayı da istemezdim, her ne sebeple olursa olsun!

Yineliyorum sorumu: Acaba Birol Güven, Hamdi Alkan, Coşkun Büktel bu dizinin resmi sitesinde bu türde yüzlerce okur görüşlerini okuyup da kendilerine “eyvah biz ne yaptık?” diye sormuyor mu?
Utanmıyorlar mı?
Şimdi siz bu yazılanlara bakıp da bu diziyi gençler çoook sevdi, çook tutuldu, doğru iş yapıyoruz diyebilecek misiniz?
Aşık olunan sadece ve sadece senin için bu diziyi izliyorum denilen, örnek alınan, gıpta edilen, kurban olunan dizinin en serseri tipi Saffet!
Acaba Coşkun Büktel’in Öğretmen Kemal üzerinden verdiği mesajlar ulaşıyor mu bu çocuklara? Yazılanlara bakarsanız ulaşmadığı çok açık.
HADİ BUNUN CEVABINI DA BİZ VERMEYELİM SEYİRCİLER VERSİN... BAKIN DİZİNİN RESMİ SİTESİNDE ÖĞRETMEN KEMAL SAYFASINI TIKLAYINCA ONUNLA İLGİLİ YAZILMIŞ MESAJLAR GELİYOR KARŞINIZA. BAKALIM NELER DEMİŞ SEYİRCİ? ÖĞRETMEN KEMAL'İ NASIL ALGILANMIŞ VE ETKİSİ NASIL OLMUŞ?
574 samsun55 diyor ki: 13 Haziran 2008 18:43 hocammm sende gelişmeler var hayırlı işler hocammm

573 gülhan diyor ki: 13 Haziran 2008 15:38 dizideki adıyla kemal hoca çok başarılısınız ama bazı günler oluyor öle bi abartıyosunuzki biraz rahat bırakın canm bizim tayfayı

571 cemre diyor ki: 11 Haziran 2008 18:41 çok iyi bi hoca keşke şimdiki hocalar da böle olsa ama dizide çok fazla konuşuo. doğruyu sölemek gerekirse ara sıra konuşurken UYKUM GELİO

566 lale diyor ki: 9 Haziran 2008 14:39 bu dizinin öğrencilerim için zararlı olduğunu düşünüyorum kimi zaman bilgi veriyor doğru ama aşk ve nefret içeriyor bunun eğitimle alakası olduğunu sanmıyorum öğretmenler arasında bile yaşanıyor çok sakıncalı böyle diziler öğrencilerimi değiştiriyor

565 cansu diyor ki: 9 Haziran 2008 14:28 birşeyler ters gidiyo hocam dikkat edin!!!!!!!!!!!

563 tayfun diyor ki: 6 Haziran 2008 13:48 hocam rolünüzü tek kelimeyle mükemmel oynuyorsunuz çok başarılı bir dizi benim gördüğüm en güzel dizi diye bilirim başarılar…

562 selin diyor ki: 4 Haziran 2008 22:33 bence kemal hoca bir şeye kARIŞmasın biraz maceracı olsun heyecanlı olsun dizi ama en sonunda bulsun öğrenmesin bence böyle güzel olur
556 selvet diyor ki: 2 Haziran 2008 18:38 kemal hoca çok ii ama bazı şeylere karışmasa çok süper ötesi olcak ama karışyo artık rahat bırak arka sıradakileri
555 DUDU diyor ki: 2 Haziran 2008 11:15 tebrikler başarılarınızın devamını dilerim

553 sercan diyor ki: 1 Haziran 2008 21:39 walla kemal hoca 10 numara adama da bıraksında şu yalıçını oktaylar bir benzetsin försünler dünyanın kaç bucak olduğunu

552 Forzakarakartal diyor ki: 1 Haziran 2008 17:18 yhaa kemal hojaa bi de ÇARŞI ALEN ABİYE 2 NASİHAT ETTE ÇARŞI KAPANMASIN BEAA bjk liler hadi kemal hojaya hep DESTEK TAm DESTEKK :P:P :):)

547 gülo diyor ki: 31 Mayıs 2008 12:41 bencede yalçının işini bitirsinler kendi adaletlerini kendileri yapıyolar karışma herşeyee herzaman hocalar haklı diil okumakla adam olunmuyo süper bi dizi tebrik ederim valla dizidede olduğu gibi arka sıradakilere hayat iç bir zamn gülmez arka sıradakiler kendi adaletini kendileri yaratıyorlar .onada izin verin artık

546 kartal84 diyor ki: 30 Mayıs 2008 19:56 hocam çocukları bırak da mineyle ilgilenmeye bak yaaa, offf sıkıldık artık ne ağar adamsın. hem de ne çocuklar bi aksiyon yapabiliyo ne sen. heö de yemeyenin malını yerler,ona göre ha!

545 ünal diyor ki: 30 Mayıs 2008 16:04 ya hocam şu çocukları bırakda birz kawga izleyelim temizlesinler şu yalçınıı

544 selin diyor ki: 30 Mayıs 2008 15:57 kemal hoca bir şeyekarışma bence heyecan katsın biraz dövüşsünler sonra gel bi de senin gibi bir öğretmenimin olmasını istiyorum çok iyisin

29 Mayıs 2008 12:00
hocam herşeye burnunu soka soka diziyide içinden çıkılmaz hale getirdin.Kesin film çekilirkende herşeye karışıyosundur sen.Bence senin diziden ayrılman lazım.senin görevini beden hocasına versinler hiç olmassa yalçını çocuklarla beraber döver.


540 murat diyor ki: 26 Mayıs 2008 23:36 varya senin her şeye burnunu sokmana sinir oluyom oktay abinin ssöylediği gibi harbi arka sıradakileri satıyorsun

527 busenur korkmaz diyor ki: 22 Mayıs 2008 15:36 iyilik içinde de olsa çok konuşuyosun

525 abuzerga diyor ki: 21 Mayıs 2008 14:30 HOCAM İKİDE BİRDE ÇOCUKLARIN ÖNÜNE ÇIKMA.SENİN BAŞKA İŞİN YOKMU YAV?herkese çok sempatik gelebilirsin saygı duyarım ANCAK bana çok itici ve sevimsiz geliyorsun.Rolde olsa herşeyi ben bilirim havası verenlere sinir olur gıcık kaparım.hocaysan hocalığını yap dersini ver,ikide birde hayat dersi verme….Bir an şüyle düşünelim böyle düşünelim demekten başka bişey bilmiyonmu hocam?yeter vallaha gıcık olma gıcık olmayalım hocam.Yinede sAYGI BİZDEN

KEMAL HOCA İÇİN YAZILANLAR SANKİ COŞKUN BÜKTEL’E YAZILMIŞ GİBİ GELMEDİ Mİ SİZE DE?
Çok konuşuyorsun, çok uzun konuşuyorsun, bilgiç tavırların bazen sıkıyor hele hele şu satırlar beni çok şaşırttı: Kesin film çekilirken de her şeye karışıyorsundur sen… Sanki bu değerlendirmeyi yapan Şehir Tiyatroları'nda Theope provalarına tanık olup, isyan etmiş dersiniz… Coşkun Büktel dizide yazdığı karakterde bile kendi kimliğini sergilemiyor mu? Uzun, didaktik, ben bilirim, ben her şeye karışırım yoksa mahvederler…
Kanal yanlış, karakterler yanlış, dizi yanlış, senaryo yanlış, her şey yanlış ve her şey abartısız gırtlağına kadar boka batmışlık içinde! Ve Coşkun Büktel bu dizinin senaryo danışmanı!
Ama tüm bu yanlışlara rağmen Büktel kendini savunmak için dizideki tek olumlu görünen karakterin arkasına sığınmaya çalışıyor. Peki Öğretmen Kemal sandığı kadar doğru mu acaba?
Önce kısaca bugün yayınladığı diyaloğu teknik olarak ele alırsak Büktel gerçekten kötü bir senaryo yazarı.
Diyaloga bakarsanız aslında bir film ya da dizi diyaloğu değil, sanki bir kompozisyon ödevi.

Bir film için haddinden fazla uzun konuşma metni. Kör gözüm parmağına usulü köşe yazısı kıvamında didaktik bir metin. Bir filmi (ya da dizi) film yapan bu düşüncelerin köşe yazısı gibi yazılıp bir karaktere okutulması değil, bu verilecek mesajların yaşatılarak filme yerleştirilerek gösterilmesidir. İşte burada filmi film yapan görsellik ve hikaye unsurları devreye girer. Aksi takdirde Coşkun Büktel’in yaptığı gibi bir kompozisyon ödevi (ya da makale diyelim ayıp olmasın) yazar ve iki kişiyi karşılıklı diker iyi ve akıllı olanına makalenizi okutursunuz.

Kısaca gerçekten kötü, kör gözüm parmağına didaktikliğinde ve soğuk.
Ben bu satırları yazıp bitirdikten sonra haber için Kemal Hoca fotoğrafı aramak için yeniden dizi sitesine girdiğimde her oyuncunun sayfasında o oyuncu için yazılmış özel mesajlar olduğunu görüp yukarıda yer verdiğim okur görüşlerine rastladım. Aynen benim burada belirttiğim gibi her ne kadar yaş ortalaması küçük ve bilinçsiz de olsalar, seyirci gençler çocuklar dahi yazar Coşkun Büktel’in gözden kaçırdığını yakalamış. Çok konuşuyorsun, uzun konuşuyorsun, sıkıcı, uyku getiriyorsun…
Neyse işin bu yanını geçelim.
Acaba Öğretmen Kemal (aslında Coşkun Büktel’in kendisi) doğru mesajlar mı veriyor? Hilmi Bulunmaz ya da biz katılabilir miyiz Coşkun Büktel’in Öğretmen Kemal olarak verdiği mesajlara?
ÖNCE BUGÜN COŞKUN BÜKTEL’İN SİTESİNE GİRMEYENLERİ DÜŞÜNEREK ÖVÜNÇLE VE SAVUNMA İÇİN OLDUĞU ÇOK AÇIK DİYALOĞU YAYINLAYALIM, SONRA DA YANITLAYALIM ÖĞRETMEN KEMAL (COŞKUN BÜKTEL’İ)

KEMAL– Hukuk sistemimizde, zaaflar, çatlaklar ya da açıklar bulunabilir. Ama en kötü hukuk bile, hukuksuzluktan, kuralsızlıktan iyidir. Herkesin adaleti kendi kafasına göre gerçekleştirmeye kalkıştığı bir ülkede yaşamak nasıl olurdu bilir misiniz? İnsanların kendilerine karşı işlenen suçları kendi elleriyle cezalandırmaya kalkıştığı, yani kuralsızlığın tek kural sayıldığı bir çağda yaşamak nasıl olurdu hayal edebilir misiniz? Bi düşünün: Her gücü yetenin gücü yeteni cezalandırması normal sayılsaydı, hayatımız nasıl zıvanadan çıkardı? Bi kere herkes sürekli tetikte, sürekli korku ve endişe içinde yaşardı. Herkes, kendinden güçlülerin tehdidi altında, her an baskı, gerilim ve tehlike içinde yaşamak zorunda kalırdı. Onları koruyan kurallar olmadığında, herkes, çaresiz ve savunmasız kalırdı. Çünkü herkesin herkesi cezalandırabildiği yerde, kimse kimseye güvenemez ve hiç kimse cezalandırılma korkusundan kurtulamaz; kendini güvende hissedip huzurlu yaşayamaz. Çünkü hiç kimse herkesten güçlü olamaz. İlkel çağlarda insanlar daha iyisini akıl edemediklerinden yüzyıllar boyunca bu korku ve gerilim dolu yalnızlığı hayat diye yaşadılar. Ama bu böyle süremezdi ve sonunda aralarında anlaşıp bir takım toplumsal kurallara ulaştılar: Kurallar insan hayatının güvencesi oldu. İnsanlar toplumsallaştılar. Artık kimsenin kimseden korkması gerekmiyordu. Böylelikle orman kanunu sona ermiş ve uygarlık dediğimiz şey başlamış oldu. Ama şimdi siz, karşıma geçmiş, insanların binlerce yıllık acı deneyimler sonunda ancak ulaşabildiği uygarlık aşamasını inkar ediyorsunuz. O aşamayı görmezden gelerek, uygarlığın temel kazanımı olan hukuk sistemini elinizin tersiyle iterek, orman kanunlarına geri dönmek istediğinizi söylüyorsunuz.
OKTAY: Biz sadece Yalçın’ın “hak ettiği” cezaya çarpılmasını istiyoruz. Madem ki hukuk bunu başaramadı, evet, o zaman gerekirse orman kanunlarını uygularız.
KEMAL: Orman kanunu, kanunsuzluk demektir. Kuralsızlık demektir. Oysa Vahşi Batı’da bile kurallar vardı; adaleti savunmakla görevli şerifler vardı. Herkesin kendi adaletini uygulamaya kalkıştığı bir ülke, vahşi batıdan bile daha yaşanmaz bir yer olur. Böyle bir ülkede, insani değerler kaybolup yozlaşma egemen olur. İlkellik, barbarlık, nefret, kan dökücülük, cehalet ve kabadayılık geçerli değerler olur. İnanın bana: Böyle bir ülkede yaşamak istemezsiniz. Çünkü hukuk yerine, kaos ve kuralsızlığın egemen olduğu yerde, hiçbir güzellik barınamaz. Böyle bir yerde yaşamanın hiçbir değeri, hiçbir lezzeti, hiçbir amacı, hiçbir güvencesi olamaz. Eğer hukuk sistemimizdeki zaaflar yüzünden, hukuka sırt çevirirseniz, Yalçın’dan hiçbir farkınız kalmaz. Yalçın’ın sizi kendi seviyesine, kendi minderine çekmesine asla izin vermemelisiniz. Siz hukuksuzluğu tercih edemezsiniz. Bu kendi kozlarınızı yakmak, kendi bacağınıza kurşun sıkmak anlamına gelir. Çünkü Hukuksuzluk, ancak “Yalçın gibilerin” velinimetidir.

Coşkun Büktel, kapitalist burjuva demokrasisinin savunuculuğunu yapıyor.
Burjuva demokrasisi insanları yasalar karşısında herkesin eşit olduğuna inandırmaya çalışır. Bu yalanı da en çok seçim sandıklarında herkesin 1 oy hakkı olmasıyla ve hukuk karşısında herkesin eşit olduğu yalanıyla yerleştirmeye çalışır. Oysa biz sosyalistler biliyoruz ki bu koca bir yutturmacadır. Kapitalist sistemde devlet sistemin devamı için, yani kapitalist için vardır. Peki devlet nedir? Hükümeti, yasaları, mahkemeleri, askeri, polisi ile tüm kurumların bütünüdür. O halde aslında yasalar da, hukuk da mevcut sistemi korumak üzere vardır. Kapitalist sistemde herkes sermayesi oranında, devlet üzerinde etkili, ve herkes devlet üzerinde etkisi oranında güçlüdür. Yasalar gerektiğinde işletilmez, gerektiğinde bir gecede değiştirilir. Büktel (Öğretmen ,Kemal) “Her gücü yetenin gücü yeteni cezalandırması normal sayılsaydı, hayatımız nasıl zıvanadan çıkardı” diyor. Oysa zaten yaşanan budur. Kapitalist sistemde süren de bunun ta kendisidir.
Gücünü paradan ya da mevkiden alan, diğeri üzerinde tahakküm hakkına sahiptir. Yüzlerce insanın karşı çıkmasına rağmen altın madeni izni verilmesi hukuk mudur yoksa binlerce insana rağmen hukuka dayandırılarak verilmiş bir karar mıdır?

Tuzla tersnaleri'nde yaşanan ölümlere karşın buralarla ilgili yaptırıma gidilememesi, çalışma bakanının dahi boyun eğen tavrı, gücün karşısında eğilmek değil midir? Sendikaların etkisizleştirilip bir işçinin bir tek patronun kararıyla çoğu kez suç bile olmadan kapının önüne konulması bazı İnsanların kendilerine karşı işlenen suçları kendi elleriyle cezalandırması değil de nedir?
“İlkel çağlarda insanlar daha iyisini akıl edemediklerinden yüzyıllar boyunca bu korku ve gerilim dolu yalnızlığı hayat diye yaşadılar” değerlendirmesi de Coşkun Büktel’in (Öğretmen Kemal’in) tarih bilgisinin zayıflığını gösteriyor. Zira ilkel komünal toplum modeli peşisıra gelen feodal sistemden de, kapitalizmden de daha eşitlikçi ve bireyler adına güvenceliydi. Coşkun Büktel, çağlar içinde insanların köleleştirilip sürek avlarında yakalanıp, pazarlarda satılır olmasını mı daha az gerilimli ve güvenceli sayıyor? Yoksa gaz odalarına, fırınlara doldurulup yakıldıkları dönemleri mi? Emperyalist çıkarlar uğruna insanların yıllarca sürecek savaşlara gönderilmelerini mi? Yoksa Irak'ta yaşayan insanların üzerine atılan bombaları mı? Bugün pek çok ülkede devlet eliyle sürdürülen terörleri mi güvence sayıyor? Büktel, asıl korkuların, gerilimlerin, kıyımların feodalizm ve devamında kapitalizm, emperyalizmle ve onun burjuva modeli devlet anlayışıyla var edildiğini ve hala da sürdüğünü bilmiyor mu? Hiç mi duymamış?
“Ama bu böyle süremezdi ve sonunda aralarında anlaşıp birtakım toplumsal kurallara ulaştılar”
Coşkun Büktel (Öğretmen Kemal) kimlerin aralarında birleşip hangi toplumsal kurallarda anlaştığını düşünüyor olabilir? Toplumu oluşturan sınıflar mı aralarında anlaştı? Kuralları insanlar birlikte mi belirledi? Kuralları kim koydu ve halen kim koyar? Ve gerektiğinde kim değiştirme gücüne sahiptir?
Az da olsa insanların yararına olan hukuksal kazanımların anlaşmalarla değil, savaşarak elde edildiğini de mi bilmiyor Coşkun Büktel?
Örneğin 8 saat çalışma yasasını oturup güzel güzel anlaşarak mı belirlediler sanıyor bu cahil Öğretmen Kemal (Coşkun Büktel)? Tankların altında can verme pahasına çatışarak kazanıldığını bilmiyor mu?

Coşkun Büktel, çok yakın bir tarihi, birkaç gün sonra anacağımız 15-16 Haziran'ı da mı hiç duymadı?

Daha onlarca hakkın feodalizmle, kapitalizmle çatışarak kazanıldığını bilmiyor mu? Tarihten bu yana sürenin ve sürmesi gerekenin sınıfsal mücadeleler olması gerektiğini hiç kimse söylememiş mi? Bir sorguda iki polisten birinin "iyi polis", diğerinin "kötü polis"i oynadığını da hiç duymadı mı?
“uygarlığın temel kazanımı olan hukuk sistemi” diye devam ediyor nasihatlerine Öğretmen Kemal (Coşkun Büktel)
Uygarlık mı? Hangi uygarlık, kimin uygarlığı? Kotrasıyla Bodrum'a demirleyen burjuvazinin yaşadığı uygarlık mı, yoksa o kotraların , gemilerin yapıldığı tersanelerde birkaç milyar fazla harcama yapmamak uğruna insanların kanlarının aktığı, birkaç ayda onlarca insanın iş kazalarında kurban gittiği uygarlık mı?
“Vahşi Batı’da bile kurallar vardı; adaleti savunmakla görevli şerifler vardı.” demiş Öğretmen Kemal (Coşkun Büktel) Oysa Redkitler'den bile öğrendiklerimizle biliyoruz ki Şerifler adaleti savunan (yani savcı, yargıç) değil, polisi, emniyeti temsil eden güçlerdir. Ve onlar yakalar mahkemeler yargılardı. Coşkun Büktel belli ki tarihle pek ilgilenmemiş ama “Redkit”leri bile dikkatli okumamış.
Sahi bu devlet, adalet mekanizması içinde Redkit’e düşen görev neydi? Polis değildi, yargıç değildi, FBI görevlisi değildi.

Yoksa, Büktel’in şu söz ettiği adaleti bir türlü beceremeyen şerifin açığını kapatan bir halk kahramanı mıydı?

Redkit'i bir kenara bırakırsak, Dallas dizilerine ve Amerikan filmlerine gelirsek orada da şerifleri hep işadamlarının dostu ve gerektiğinde yasalardan aldığı gücünü sermayenin emrine veren varlıklar olarak görmedik mi?
Şerifleri savunan Coşkun Büktel, acaba 1 Mayıs'ta insanları döven, tekmeleyen polisler içinde aynı duyguları mı besliyor? Öyle ya yürüyüş yapanlar da bir anlamda yasaları çiğnemişti, hükümetin kararına rağmen yürümeye kalkmıştı! Kuralları ve adaleti savunmakla görevli Kahraman Şerifler gaz bombalarıyla, coplarıyla geldiler, adaleti ve sükuneti sağladılar!
“Böyle bir ülkede, insani değerler kaybolup yozlaşma egemen olur.”
Buyuruyor Öğretmen Kemal Coşkun Büktel. Oysa yozlaşma da, insani değerlerin kaybolması da kapitalizmin özünde var. Yozlaştıran TV’ler, Seda Sayanlar, yozlaştıran Mehmet Ali Erbiller, Hülya Avşarlar, barlar, pavyonlar, genelevler, insan cinselliğini pazara dökenler ve daha onlarca etken resmi kurallar altında, yasalar çerçevesinde ve hatta gerekirse devletin güvencesi, koruması altında gönül rahatlığıyla vazifelerini yerine getirmiyorlar mı?
“İlkellik, barbarlık, nefret, kan dökücülük, cehalet ve kabadayılık geçerli değerler olur. İnanın bana: Böyle bir ülkede yaşamak istemezsiniz. Çünkü hukuk yerine, kaos ve kuralsızlığın egemen olduğu yerde, hiçbir güzellik barınamaz. Böyle bir yerde yaşamanın hiçbir değeri, hiçbir lezzeti, hiçbir amacı, hiçbir güvencesi olamaz.”
Diyor, Öğretmen Kemal Coşkun Büktel…
İlkellik barbarlık mı dediniz?
Aşiret sistemiyle sürüyor ve zaman zaman sistem bu aşiret reislerini meclise kadar taşıyor.

Cehalet ve kabadayılık geçerli değerler olur mu dediniz?
Kabadayılar bu ülkede Türkiye sizinle gurur duyuyor sloganlarıyla karşılanıyor, dizilerle aklanıyor, Hrant Dink’in katilleri ile karakolda fotoğraf çektirmek şeref sayılabiliyor,

Kaos ve kuralsızlık mı dediniz?
Amerika’da da, Avrupa’da da, Ortadoğu’da da , Türkiye’de de ziyadesiyle var. Amerika’nın ırak’ta bulunması hangi hukukla açıklanabilir?

Yaşamın değeri, lezzeti, güvencesi , amacı mı dediniz?
Belki Sevgili Öğretmen Kemal sizin için yaşamda güvence ve lezzet olabilir bilemiyoruz ama milyonlarca insan için bu hiç olmadı.
“Eğer hukuk sistemimizdeki zaaflar yüzünden, hukuka sırt çevirirseniz”
diye sürdürmüş Öğretmen Kemal. Oysa, "devlet" nedir, kimin için vardır, biraz kafa yorsaydı devletin mekanizmalarından biri olan hukukun zaafları olmadığını, hukukun tamamının zaafları olan bir sistemin hukuku olduğunu bilebilirdi. 8 saatlik işgünü için meydanlara dökülen halkın üzerine tanklarla gidenlerin de bunu kendi hukuklarına ve hukuktan aldıkları haklara dayanarak yaptıklarını bilirdi.
Sınıf farklarını sömürüyü var edenin ve onu ilelebet müdafa ve muhafaza etmek üzere süren sistemin parçalarından birinin de hukuk olduğunu bilirdi. Ve gerici bir hükümetin aldığı kararın da, bunu iptal ediverdim, diyen hukukun da bizim kararımız ya da bizim iptalimiz olmadığını düşünebilirdi.
Öğretmen Kemal tam bir düzen adamı. İdeal vatandaş, ideal öğretmen. Gençlerin öfkesini sistem içine çekip zapturapt altına almakla görevli sayıyor kendini.
Hadi şimdi Öğretmen Kemal (Coşkun Büktel) yerine biz bir Öğretmen Cemal (Hilmi Bulunmaz) karakteri yaratalım

Bizim Cemal öğretmenimiz Köy Enstitüsü mezunu mu olsa?
Yok, Köy Enstitüsü mezunlarından kalmadı, hepsi emekli oldu.
Peki, Köy Enstitüsü mezunu değil, ama bu anlayışta öğretmenlerden feyz almış, örneğin Fakir Baykurt gibileri okuyup yetişmiş bir ilerici, aydın, demokrat öğretmen olsun.

(Ben bu Coşkun Büktel’in yazıp Hamdi Alkan’ın yönettiği “Arka Sıradakiler” dizisini izlemediğim ve asla da izlemeyeceğim için hikayeyi tam bilemiyorum ama anladığım kadarıyla burası artık haylaz liseliden öte iyice iplerin koptuğu, kontrolün kaybolduğu, başıbozuk bir gençliğin bulunduğu bir lise. Öğrenciler çeteleşmiş, kavga dövüş gasp vb had safhada. Öğretmen Kemal’de biraz olsun onlara güven vermiş, sözünü geçirebilen babacan öğretmen. Evet ben bunu çıkardım yanılıyorsam düzeltin.)

Bu ortamda bizim öğretmen Cemal’imiz de elbette gençlerin birbirini dövmesini, hır gür içinde olmasını öğütlemezdi ama gençlere, bu kokuşmuş sistemi ve bu kokuşmuş sistemin hukukunu savunup ideal vatandaş olun tavsiyelerinde bulunmazdı.

Zira bilirdi ki bu sistemi ve bu sistemin hukukunu savunursa çok geçmeden bu gençler daha başka türlü hayal kırıklıkları yaşayacaktır ve asıl o zaman tutunacak bir dalları kalmayacaktır.

Örneğin okulu bitirecek ama üniversiteye giremeyeceklerdir, örneğin okulu bitirecek işçi olacaklardır. Ama bir gün sevdikleri bir arkadaşının yasalarla kurulmuş bir işyerinde iş kazasına kurban gittiğini duyup isyan edeceklerdir; bir gün bir gecede çıkan yasayla 65 yaşına dek emekli olamayacaklarını öğrenip isyan edeceklerdir. Bu nedenle öğretmen Cemal çocuklara sahte bir pembe dünyanın sahte bir uygarlığının reklamını yapmazdı.

Onlara, Yalçın (Coşkun Büktel’in metnindeki gençlerin intikam almayı düşündüğü kötü adam olsa gerek.) gibilerin bu tür bozuk düzenler içinde her zaman karşılarına çıkabileceğini, Yalçın’ın bir tane olmadığını yüzlerce olduğunu… Onların bir tek Yalçın'ı etkisiz bırakma adına kendi hayatlarını karartsalar bile bu bireysel intikam ile Yalçınları'n sonunun gelmeyeceğini, bu Yalçınlar'ın bazen karşılarına patron, bazen polis, bazen yargıç, bazen kaçakçı, bazen kabadayı olarak çıkabileceğini anlatmaya çalışırdı... Önemli olanın, bu kokuşmuş ve etkisiz düzen içinde yaşama şansı bulan bir tek Yalçın’ı yok etmekten geçmediğini, cesaretlerini, gözü pekliklerini, enerjilerini, kararlılıklarını daha yaşanılır, daha insana özgü, daha ileri bir yaşam için toplumsal mücadeleler için, örgütlü mücadeleler için harcamaları gerektiğini anlatırdı.

Bir öğretmen olduğu için, gidin sınıf mücadelesi içinde kapitalist burjuvaziye karşı örgütsel mücadele verin, diyemezdi belki, ama bir şekilde gençleri adli ya da polisiye bir devletin uslu çocukları yapmaya değil daha iyi bir sistemin düşleyenleri, toplumsal mücadelenin neferleri yapmaya çalışırdı.

Ama kendisi bireysel mücadelelere alışmış ve başkalarını da bireysel kavgalarının bataklığına sürüklemeyi toplumsal mücadele addetmiş bir Coşkun Büktel yazıyor Öğretmen kemal’i.

Hayatında bırakın sosyalist olmayı, hiç toplumcu olmamış, çevrecilik dahil hiç örgütlü bir mücadele içerisinde bulunmamış bir Coşkun Büktel yazıyor.

Bu durumda da çözüm toplumsal birliktelikten ve toplumsal mücadeleden geçer, haklar toplumsal mücadelelerle alınır, bu gibi kişiler toplumsal mücadelelerle saf dışı bırakılır diyecek değil ya..

Kendinizi devletin ve hukukun kollarına bırakın siz uslu çocuklar olun, yaşasın uygarlık, medeniyet ve hukuk diyecek.

KISACA ÖĞRETMEN KEMAL (COŞKUN BÜKTEL) YANLIŞ MESAJLAR VEREREK ÇOCUKLARI, GENÇLERİ KOKUŞMUŞ SİSTEMİN KADERCİ, DEVLETE SIĞINMIŞ, USLU BİREYLERİ YAPMAYA ÇALIŞIYOR. BUGÜNLERİNİ KURTARIRKEN YARINLARINI ÇIKMAZA VE PEMBE TABLOYLA GÖZLERİNİ KÖRELTMEYE GÖTÜRÜYOR. COŞKUN BÜKTEL ÖĞRETMEN KEMAL MESAJLARIYLA GENÇLERİ ZEHİRLİYOR!

Üstelik de çocuklara bireysel kabadayılıktan uzak durun, hukuğun kollarına sığının tavsiyesinde bulunurken kendisi
suç var,
kanıt var,
CD kaydı var
iddiasını yazıp duruyor ama hukuğa başvurmak yerine internet kabadayılığı ile sindirmeye çalışıyor karşısındakileri.
Tabi bu durumda da bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demek düşüyor bizlere.

COŞKUN BÜKTEL YAZI DİZİSİ - 9
TGRT'de 'kozmetik' satış

KAYNAK : MİLLİYET http://www.milliyet.com.tr/2005/08/07/yazar/yilmaz.html

Avusturya, Almanya ve Çek Cumhuriyeti'nde Yahudi eğitimi veren vakıf, yaz kampları ve okullar da açtı. Lauder aynı zamanda Amerikan Musevi Dernekleri Başkanlığı'nı yapıyor.
Sosyalist blokun yıkılmasından sonra devlet tekelinde olan zor durumdaki televizyonlar Macar kökenli işadamı Lauder'in ilgisini çekti.
TGRT'nin Erdoğan'ın Amerika'daki dostları tarafından satın alınmasında bazı paralellikler de dikkat çekiyor.
Atlantic Records'un patronu Ahmet Ertegün, 1994'ten sonra medya sektörüne de giren kozmetik devlerinden Estee Lauder'in oğlu Ronald Lauder ile birlikte TGRT'ye talip oldu
İhlas Grubu, TGRT'deki hisselerini, Amerika'da müzik dünyasının baronu Ahmet Ertegün üzerinden kozmetik devi Estee Lauder'e satıyor. Geçtiğimiz yıl 97 yaşında ölen kozmetik kraliçesi Estee Lauder'in küçük oğlu Ronald Lauder, Atlantic Records'un sahibi Ahmet Ertegün ile Galatasaray Balosu'na da katıldı. Baloda "TGRT'yi Ertegün aldı" sözleri havada uçuşurken, ikiliye yakın kaynaklar, "Ertegün 88 yaşında, yeni bir yatırım heyecanına kapılmaz. Medyada yabancıya yüzde 25 sınırı getirildiği için Ertegün devrede. TGRT'nin asıl ortağı Ronald Lauder" bilgisini aktarıyorlar.Aynı kaynaklar, Ertegün ile AKP Milletvekili Egemen Bağış'ın yakınlığı üzerinde de duruyorlar. Gerçi Başbakan Tayyip Erdoğan'ın son iki ABD gezisinde "onuruna" yemek veren Ertegün ile "gönül muhabbeti", aracıya ihtiyaç bırakmıyor. Ertegün'ün AKP'li konuklarıSon 47 yıldır ABD'de yaşayan Ertegün ile Bağış'ın dostluğu, seçim öncesine uzanıyor. Bağış, AKP milletvekili olmadan önce Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu'nun başkanlığını yapmıştı. Ertegün'ün Bodrum'daki villasında kalan AKP'li konukları arasında Bağış'ın yanı sıra Ömer Çelik de yer alıyor.Ertegün'ün çevresinde Erdoğan'a beslediği sempatiyi bilmeyen yok gibi... Erdoğan'ın da Ertegün'ün ABD'de Türkiye lobisine yaptığı katkıları övgü dolu sözlerle ifade ettiği kayıtlarda bulunuyor. Geriye kalıyor, ABD sermayesinin Türkiye'ye gelmesinde Ertegün'ün rolü.Ekip bile hazırTGRT'nin 200 milyon dolara Estee Lauder ve Ertegün girişimi ile el değiştirmesi, TV dünyasında da heyecanla karşılandı. Ertegün'ün büyük olasılıkla TGRT ekibinin başına, New York'ta evi bulunan gazeteci Tevfik Yener'i getirebileceği söyleniyor. Ayrıca TGRT spikerlerinden Jülide Ateş'in de Amerika'da staj görmesini sağlayan Ertegün'ün kanala ilgisi yeni değil.Galatasaray Balosu'nda Lauder çok dikkat çekmemişti. Çünkü Ertegün'ün diğer yanında dünya jet sosyetesinin ünlü isimlerinden, İtalyan Prensesi İra van Fürstenberg gibi 1960-1970'lerin seks-komedi türü filmlerinin aktrisi vardı.Lauder'in TGRT'ye talip olması çok şaşırtıcı değil. Ronald Lauder, 1994 yılında Bermuda adalarında kurduğu CME (Orta Avrupa Medya Grubu) şirketi ile medya dünyasına girmişti. Gazetemizin TV sayfası yazarı Sina Koloğlu'nun verdiği bilgilere göre Lauder'in basın geçmişi şöyle:Doğu Avrupa'da yayıldıSosyalist blokun yıkılmasından sonra devlet tekelinde olan zor durumdaki televizyonlar Macar kökenli işadamı Lauder'in ilgisini çekti. Markiza TV (Slovak), POP TV (Sloven), PRO TV (Romanya'nın bir numaralı televizyonu), STUDİO 1+1 (Ukrayna) televizyonlarını satın aldı. Böylece yaklaşık 69 milyon izleyiciye hitap eden bir TV tekeli kurdu. Çek Cumhuriyeti'nde ise NOVA TV'yi satın almak istedi. Ancak televizyon yönetimini paylaşmak istemeyince Çek hükümeti ile mahkemelik oldu. Dört yıl süren dava 2001'de Lauder aleyhine sonuçlanırken, 2003'te çıkan yeni bir kararla Çek hükümeti Lauder'e 330 milyon euro ödemeye mahkûm edildi.Erdoğan yabancıya umut verdiTGRT'nin Erdoğan'ın Amerika'daki dostları tarafından satın alınmasında bazı paralellikler de dikkat çekiyor.Ertegün, haziran ayı başında yaptığı New York ziyaretinde Erdoğan onuruna bir yemek vermişti. Bu yemekte New York Belediye Başkanı Bloomberg ve senatörlerin yanı sıra, ABD eski dışişleri bakanlarından Henry Kissinger da bulunmuştu. Erdoğan bu gezinin üzerinden bir ay bile geçmeden yeniden Amerika'ya "Sun Valley" ("Güneş Vadisi") toplantısına gitti. Burada ağırlıklı olarak iş dünyasına seslenen Erdoğan, Türkiye'ye dönüş yolunda gazeteciler ile yaptığı sohbette, "Ben yurtdışındayken arkadaşlar medyada yabancı payını sınırlayan kanunu Meclis'ten geçirmişler; düzelteceğiz" demişti. Erdoğan bu sözleri söylerken Star TV'ye talip olan yabancı yatırımcıların adı geçiyordu, ancak Ertegün sürpriz bir isimdi...
İlk özel beş televizyon kanalından biri
Türkiye'de özel televizyonculuğun resmi olarak başladığı 1993 yılından bu yana yayında olan TGRT Türkiye'nin ilk beş özel televizyon kanalından biri. TGRT 1998 Eylül ayında kurum kimliğini ve ekranını, günün değişen ve gelişen koşullarına uygun bir şekilde yeniledi. Bu değişim ve yaptığı transferlerin ardından 1999 yılında, Avrupa PROMAX'da Uluslararası TV Yayıncıları Birliği tarafından "case study" panelinde, marka ve yeniden konumlandırma kategorisinde, RTL ve Sat 1'in de aralarında olduğu dört büyük Avrupa kanalıyla birlikte ödüllendirildi. TGRT, aynı yıl Türkiye'de de yılın kanalı seçildi. TGRT'nin Türkiye'nin tüm bölgelerine yayılmış 800 civarındaki vericisi bulunuyor. Ayrıca uydu aracılığıyla tüm Türkiye ve Ortadoğu, Avrupa, Kuzey Afrika, Türk Cumhuriyetleri, Kuzey Amerika ve Avusturalya'dan izlenebiliyor.
Ronald Lauder Musevi lobisinin önemli ismi
Ronald Lauder diplomat olarak ABD eski başkanlarından Ronald Reagan tarafından NATO'da görevlendirildi ve Avusturya'ya gönderildi (1986). Lauder burada Macar Yahudileri ile ilgilendi ve ABD'ye dönüşünde "Ronald S. Lauder Vakfı"nı kurdu. Avusturya, Almanya ve Çek Cumhuriyeti'nde Yahudi eğitimi veren vakıf, yaz kampları ve okullar da açtı. Lauder aynı zamanda Amerikan Musevi Dernekleri Başkanlığı'nı yapıyor. Bu nedenle ürünleri Araplar tarafından boykot edilen Lauder'in, TGRT'ye talip olması ilgi çekiyor.Lauder'in adına, bir başka jeostratejik yatırımda da rastlıyoruz. Benyamin Netanyahu'nun İsrail başbakanlığı döneminde (1996 - 1999), Suriye sınırından geçecek bir boru hattı aracılığıyla Türkiye'den su aktarma projesine destek vermişti. Bu projeyi finanse edeceği açıklanan isim de Ronald Lauder'den başkası değildi. Netenyahu'nun, Lauder'in aynı yıllarda Viyana'da yaptırdığı Avrupa'nın en önemli Yahudi ilkokulu olarak anılan "Lauder Chabad"ın açılışını yapması, ikilinin dostluğunun belgesi olarak anıldı.
Ertegün Bodrum'da tatilini geçiriyor
YAŞAR ANTER Bodrum DHAAhmet Ertegün, TGRT'yi satın alacağı yönündeki haberlerle ilgili olarak, spekülasyona yol açmaması için gerekli açıklamayı önümüzdeki günlerde yapacağını söyledi.Yılın büyük bölümünde ABD'de olan ve yaz tatilini Bodrum'daki villasında geçiren iş adamı Ahmet Ertegün, Maria isimli yatı ile günübirlik mavi yolculuğa çıktı. Ahmet Ertegün, kaptanı ve Bodrum'daki danışmanı Tuğrul Küçükşahin aracılığıyla yaptığı açıklamada, son günlerde internet ve bazı gazetelerde çıkan TGRT'yi satın alacağı yönündeki haberlerle ilgili olarak, kesinleşmiş herhangi bir şey olmadığını, önümüzdeki günlerde bu konuyla ilgili gerekli açıklamalarda bulunacağını ve kimseye kesin olarak bir şey söylemediğini belirtti. syilmaz@milliyet.com.tr

COŞKUN BÜKTEL YAZI DİZİSİ - 10
BİR EK DAHA


Coşkun Büktel yazı dizimize başlayalı bir hayli oldu. Daha da sırada bekleyen çok ama çok önemli bölümler var. Bu nedenle bir alana bağlanıp kalmayı istemiyorum. Biz Büktel’in TV yazarlığını sorgulayıp geçtik. Ama Büktel, çok daha önemli konuları görmezden gelirken, 2 gündür canhıraş bir şekilde yazdığı metinlerin aslında ne kadar güzel , doğru olduğunu ispatlama telaşına düştü.

Coşkun Büktel bütünü göremediği için parçaları savunuyor. Oysa onun o TV projesinde olması tümden yanlış, o kanalda olması yanlış, öyle bir dizide olması yanlış. Doğal olarak da yanlış bir bütünün içinde doğru olmaz.
Hızla Ankara istikametine yol alan bir trende siz Edirne istikametine doğru koşsanız da o trenin içinde olduğunuz için asla Edirne’ye trendeki en arka koltuktaki diğer yolculardan bir metre bile daha fazla yaklaşamazsınız. Bu nedenle de bu kadar bozuk bir sistem içinde, amacı belli bir TV içinde sizin doğru repliklerinizin de anlamı yok. Ama Coşkun Büktel bu basit gerçeği göremeyecek kadar diyalektikten uzak.

TV’lerin misyonu belli
TV’ler halkın aydınlanmasının önünde bir engel. Halkın gerçek sanat, edebiyat eserleriyle, kitle iletişimiyle ve gerçek sorunlarla ilgilenmek yerine bir uyku ilacı görevi görmesi, uyutulması, uyuşturulması ve istedikleri normlarda düşünemeyen yorumlamayan, mücadele etmeyen içi boş amaçlarla, içi boş yaşamlar süren insanlar yetiştirmek. Kapitalist, emperyalist amaçların ilelebet müdafaa ve muhafaza edilmesi için memleketin bütün tersaneleri bilfiil işgal altına alınması değil kitle iletişim aygıtlarının ele geçirilip elde tutulması gerekiyor artık ve bunu da başarmış görünüyorlar. Ama Öğretmen Kemal (Coşkun Büktel) Mustafa Kemal kadar ileri görüşlü olmadığından ve diyalektik düşünce tarzından yoksun olduğundan bu işgalcilerin ekmeğine yağ sürüp kanalına reyting kazandırıyor. Şimdi bu istikamette giden bu trende Coşkun Büktel’in ters istikamette koşması onu ya da seyirciyi ters istikamete taşır mı?

Bu kanalın sahibinin misyonu belli.
Türkiye ve İslam alemi için Fetullah Gülen ne ise Museviler için de bu kanalın sahibi aynı. Nasıl ki Fetullah Gülen yıkılan sosyalist ülkelerde Türkçülüğü ve İslamcılığı yayarak yeniden sosyalist bir dalganın önüne set çekmek için eski sosyalist ülkelerin Türki kanatlarında, İslami kanatlarında okullar açmışsa bu da eski sosyalist ülkelerde televizyonlar alarak başlamış yayıncılığa.
Ve ne gariptir ki (ya da aslında ne doğaldır ki) ılımlı islam’ı yerleştirmeye çalışanların bunlarla güç birliği de ortada! Bugün tiyatrooyun’da Milliyet’den yapılan alıntıyla bir kez daha hatırlatıldı bu gerçek.
Şimdi, siz bu Amerika istikametinde giden uçakta Anadolu istikametinde yürüseniz ne fayda?

Bu dizinin misyonu belli

Bu dizi Çocuklar Duymasın'la şöhreti ve şirketleşmeyi sağlamış Birol Güven’in bir kanala daha, bir meta satmak için yatırım yaptığı ticari bir alan. Bu dizi okuduğu elektrik mühendisliğini asla yapmayı düşünmeyip, bir şekilde sanat ya da yayın dünyası içerisinde var olmayı kafasına koymuş, ama başarısız işlerle antipati toplamış, azıcık fırsat bulduğunda da manken sevgililerle medyaya konu olmuş Hamdi Alkan’ın renkli dünyalarda tutunma telaşlarından denemelerinden biri daha. Dün örneklerini gösterdik bir sürü yeni yetme genç “Bırak kemal öğretmen, karışma da çocuklar dövsün, öldürsün gününü göstersin” yazmış forum sayfalarına. Şimdi bu dizi öfkeyi kabartıyor, kavgayı kabartıyor, yakışıklı karizmatik ama serseri olana aşık olma, hayran olma duygusunu kabartıyor, toplumculuk değil kabadayılık ve bireysel çözümlere ulaşma duygusunu kabartıyor. 12-13 yaşında çocukları bu diziye bağlıyor, içi boş yaşamlara öykünmelerini, artizlere sevdalanmalarına vesile oluyor. 60’ların Hayat, Ses dergileri ya da çikletlerden çıkan artiz resimlerinin katmerlisini yapıyor. Şimdi bu otomobil hızla uçurumdan aşağı yuvarlanırken içinde Coşkun Büktel’in ters yönde koşmasının bir yararı var mı?

Yok yok yok!

Elbette şimdi Coşkun Büktel her gün bir iki parça olumlu gördüğü Öğretmen Kemal diyaloğunu sitesine koyacak diye biz de işi gücü bırakıp, her gün onun koyduğu Öğretmen Kemal diyaloglarını çürütmeye uğraşacak değiliz. Sonuçta Coşkun Büktel yazmışsa ille de aksini yazmalıyız çürütmeliyiz diye bir şey de yok. Belki çok güzel mükemmel ve kusur bulamayacağımız diyaloglar da seçip koyabilir. Kalkıp ne olursa olsun bugünde bunu koymuş çürütmeliyiz, çürütemezsek şu ana dek yazdığımız her şey boşa gider gibi bir durum da yok. Zira öğretmen Kemal diyalogları doğru da olsa temelden yanlıştır. Biz Coşkun Büktel’i neden nasıl eleştiriyoruz, bunu Hilmi Bulunmaz çok iyi anladı. ANLADI DEĞİL ZATEN BİLiYOR, ÇÜNKÜ YAŞAM KÜLTÜRÜ VE BİLİNCİ BUNU ONA ZATEN GÖSTERİYOR. Ama Coşkun Büktel ve Kazım Şimşek anlayamadıkları için parçaları savunmaya geçtiler. Yani Ankara istikametinde giden trenin içinde bakın biz bu trene bindik binmesine ama Edirne’ye doğru koşuyoruz, okuyun şu repliği görün siz de şahitsiniz, hey ahali şahitsiniz, Edirne’ye doğru koşuyoruz diyorlar.

Çünkü yaşama diyalektik bakamıyorlar, bütüncül bakamıyorlar, materyalist bakamıyorlar, sınıfsal bakamıyorlar.

Bu nedenle bugün son olarak Coşkun Büktel’in bir öğretmen Kemal diyaloğunu daha çözümleyeceğim, ama artık bu konuda yapacağı hattı müdafaları değil sathı müdafaları bekleyeceğim.

Evet son kez Öğretmen Kemal diyaloğu üzerine bir eğilelim bakalım
KEMAL – Özge yok mu?
RIZA: Artık yok, Hocam!
KEMAL: Ne demek “artık yok”?
OKTAY: Okulu bıraktı.
KEMAL: Ne dedin?!
OKTAY: Ailesi çok zor durumda. Çalışması gerekiyormuş.
DİZDAR: Aslında çoğumuz aynı durumdayız. Keşke ben de bırakabilsem. Ama biz erkek olduğumuz için bırakamıyoruz.
Buraya kadar olandan şunu anlıyoruz. Özge, ailesi zor durumda olduğu için okulu bırakıp çalışması gerekmektedir. Ve hepsi aynı durumdaymış. Yani aslında hepsinin ailesi zor durumdaymış. Ama bazıları erkek olduğu için bırakamıyormuş. Aslına bakarsanız aile zor durumdaysa ve birinin çalışması gerekiyorsa bu öncelikli olarak erkeğe düşer. (Hele ki bizim toplumumuzda) Bu nedenle de Özge, ailesinin durumu kötü olduğu için çalışmak üzere okulu bıraktı, bizimde aslında aile durumumuz kötü ve çalışmak zorundayız ama biz erkek olduğumuz için okulu bırakıp çalışamıyoruz. Çok mantıklı bir yaklaşım değil. Bu mantıksızlığın gerekçesi ise altta geliyor. Bakalım neymiş. İBO: Kız olsam, ben de bırakırdım, Hocam!
YADİGAR: Askerde subay olalım diye okuyoruz.
Burada da bu mantıksızlığa güya bahane ortaya koyuluyor ama tabi bu da mantığı haklı kılmıyor tam tersine mantıksızlığı pekiştiriyor.
Çünkü bir öğrenci (Özge) ailesinin durumu o kadar zor ki çalışmak için okulu bırakmak zorunda..
Ama diğerlerinin de ailelerinin durumu çok zor ama sırf sadece ve sadece askerde asteğmen olmak için okula devam ediyorlar. Ne kadar inandırıcı?

Özge mecburiyetten ya da fedakarlıktan dolayı bıraktıysa aynı mecburiyet o şartlarda "aman ben askerliğimi asteğmen olarak yapayım"ı düşündürtemeyecek kadar büyük bir mecburiyet değil midir?

Kaldı ki bu dizi, liseli dizisidir. Bunların subay olabilmesi için lise sonda dahi olsalar önlerinde en az 5 yıl var demektir.
Hiç kimse 18 ay rahat etmek uğruna 5 yıl, yani 60 ay kadar aslında hiç sevmedikleri başkaca hiç bi nedenle gerek görmedikleri eğitime sırf bu yüzden katlanmaz.

Kaldı ki günümüzde yedek subay adaylarının neredeyse tamamının sırf yarı yarıya kısa askerlik yapmak için kısa dönem erliği tercih ettiğini de, bu nedenle kura çektiğini de somut olarak görüyoruz. Yani hiç de subaylık sevdalısı değiller üniversiteyi bitirseler dahi.

O halde günümüzde gençlerin derdi subay olayım da rahat edeyim değil, mümkün olduğunca az zaman kaybı ile yaşama bir an önce dönmek. Bu uğurda 8 aycığı bile feda edemeyip 16 ay subaylık yerine 8 ay erliği seçerken Büktel'in hayta çocukları 6 yılı heba edip sırf bunun için okuyormuş...

Büktel’in mantığıyla bunlar en az 5 yıl daha okumayı, sonrada subaylık uğruna uzun dönemi yani 8 ay yerine 1,5 yıl askerliği seçecek ve yaşamlarından 6,5 yıl kadar gidecek. Ne içinmiş? Sadece ve sadece askerliği yedek subay olarak yapmak içinmiş... Sizce bu ne kadar mantıklı?

Ya bunlar gerçekten o kadar da zor durumda, geçim sıkıntısında değiller, aslında gayet burjuva aile çocukları ve subay kıyafeti uğruna 6 yılı kaybetmeye hazırlar ya da Büktel zırvalıyor.
Eğer bu çocuklar liseyi bitirmiş, iyi kötü bir üniversiteye kapağı atmış ve ailelerinin durumu da iyi olaydı “Ben bölümümü sevmiyorum, bu okuduğum mesleği de yapmam ama tamamlayayım da bari askerde rahat edeyim” mantığını anlayabilirdik. Ama hem ailelerin durumu kızların okulu bırakıp işe gitmek zorunda kalacağı kadar kötü, hem de bunlar sırf askerde subay olma uğruna 6 yıl daha heba edecekler.

Üstelik de bunlar hayta tipler ve subaylığı, erliği pek de ipleyecek yaratılışta olmasalar gerek.
Hatta ve hatta bu denli hayta tipler sırf subay kıyafetinden dolayı dahi kendilerini huzursuz hissedebilecek kişilerdir, her türden üniformaya antipati duyacak tiplerdir. zaten dağınık giyimleri kravatları, gömlek giyiş tarzları ile üniforma karşıtlığı sergilenmiyor mu?

Büktel insan katmanlarının psikolojisini değerlendirmekten de mantıktan da uzak.
Devam edelim okumaya
KEMAL: Yani eğitim, senin sırf askerlik hatırına katlandığın bir şey mi?
YADİGAR: Elbette, Hocam! Öteki arkadaşlar meslek hatırına da geliyorlar okula, ama benim mesleğim zaten hazır! Babamın tamirhanesini işleticem. Yalnız, tamirci de olsam, askerde subay olmak isterim.
RIZA: Ben de.
İBO: Ben de.
Evet bu hayta tipler adam olmayı, müdür olmayı, mühendis olmayı ve daha pek çok toplumsal statüyü umursamayan yaratılışta ama ne garipse 18 ay subay olmayı (yedeksubay ya da asteğmen demek daha doğru olurdu) çok umursuyorlar. Büktel gerçekten bu tip gençlerin psikolojisinden çok uzak.
KEMAL: Ya kızlar? Kızlar niçin geliyor okula? İrem?
İREM: Hocam, doğrusunu isterseniz, ben evde pineklemek istemediğim için geliyorum.
Burada uzunca bir bölümü atıyorum üstünde bile durmaya değmeyecek bir karikatürün sözle anlatımı, eğitim üzerine vecizeler ya da geyikler sıralanmış. Sonra Öğretmen Kemal (Coşkun Büktel) gene almış eline sazı ve dün işaret ettiğimiz gibi bir filme göre değil, sanki kompozisyon ödeviymiş ya da gazete makalesiymiş gibi başlamış yazmaya. Asıl bu kısmı elden geçirelim bakalım.

Kemal - …………………………………Ama unutmayın, eğitimin diğer seçeneği, eğitimsizlik. Yani cehalet... Cehaletin zararlarını da ne kadar anlatsam azdır. Çünkü biliyorsunuz, cehalet ölümcül olup ölümlere yol açabiliyor. Söz gelimi, feodal dönemin gayrı insani geleneklerini aşamamış eğitimsiz insanları düşünün! Erkek çocuk isteyen feodal kafalı bir baba, karısı kız doğurduğu için, çocuğunu boğabiliyor. Kız çocukları çağdaş eğitimden uzak kalmış feodal kafalar yüzünden, satılabiliyor, tanımadıkları insanlarla evlendirilerek hayatları karartılabiliyor ya da intihara zorlanabiliyor. Cehaletin ne korkunç sonuçlara yol açabildiği saymakla biter mi? Cehalete cahiller bile karşıdır. Ne var ki, cahiller cehaleti kendilerine konduramazlar. Çünkü insanın ne kadar cahil olduğunu anlaması bile eğitimle mümkün olabiliyor. Aslında eğitim, sürekli olarak cehaletinizi keşfetmenizden başka anlam taşımıyor. Yontma taş devri’nde insanların nasıl yaşadığını, hangi tehlikelerle boğuşmak zorunda kaldıklarını düşünün. Yalnızca narkoz ya da ağrı kesici nedir bilmedikleri için, çekmek zorunda kaldıkları acıları hayal edin! Ve bugün aya gitmişiz. Aradaki mesafeyi nasıl kat ettik dersiniz? Eğitim sistemindeki arızalar nedeniyle, tarihin her döneminde ve her ülkede eğitim çabalarını alaya alan bazı zekalar çıkmış ve eğitim aleyhinde zekice yorumlar yapmışlardır. Ama ben, yontma Taş devrinden bugünlere, eğitimle alay ederek gelmediğimize eminim. Bence, bugünden itibaren, ne kadar cahil olduğunuzu kendinize sormaya başlasanız iyi olur! Ben kendime bu soruyu otuz yıldır hâlâ soruyorum. Yararlı oluyor. İnsanı uyanık tutuyor, kendini aşmaya zorluyor. Eğitim hırsı aşılıyor.ŞİMDİ DEĞERLENDİRELİM
Ama unutmayın, eğitimin diğer seçeneği, eğitimsizlik. Yani cehalet...
Burada eğitimle kastedilen aslında kültürel eğitim değil “öğretimdir” çünkü diyalogların en başından itibaren hatırlarsak tartışılan eğitimlilik /eğitimsizlik/ kültürlülük / kültürsüzlük değil, lise eğitimini bırakıp bırakmamak idi. Bu nedenle de Büktel her ne kadar eğitim yazıyorsa da bununla öğretimi, okul öğretimini kastediyor çünkü bırakılmaktan söz edilen lisedir. Bu nedenle de yukarıda alıntıladığımız bölüme katılmak mümkün değil. Eğitimsizlik (Aslında öğretimsizlik) çocuklar okulu bırakıyor, bırakmaktan söz ediyor, cahil kalmaktan söz etmiyor. Hocam biz cahil yaşamayı tercih ediyoruz demiyor. Bu nedenle de okulu bırakan, bırakmış herkes cahildir gibi bir saptamaya gidilemez.
... Çünkü biliyorsunuz, cehalet ölümcül olup ölümlere yol açabiliyor. Söz gelimi, feodal dönemin gayrı insani geleneklerini aşamamış eğitimsiz insanları düşünün! Erkek çocuk isteyen feodal kafalı bir baba, karısı kız doğurduğu için, çocuğunu boğabiliyor.
Büktel burada eğitimi, öğretimi, kültürü, kültürleri tamamen karıştırmış durumda. Zira feodal dönemin kendi kültürü vardır. Bu eğitimlilik değil kültürdür. Sizin ne tür kültür aldığınıza ve yaşamınızı hangi kültüre göre düzenlediğinize bağlıdır. Örneğin İran’da Şii kültürü içinde doğup büyümüş iseniz siz liseyi de üniversiteyi de bitirseniz de kültürel bir dönüşüm yaşamadınızsa isterseniz eğitimli bir birey olun, isterseniz orada bakan olun, oranın İslami kültürü sizin için doğru gelen kültürse zina yapan bir kadını recm le taşlayarak öldürmeyi doğru bulabilirsiniz. Ya da Doğu kültürü ile yetişmiş bu kültürü doğru bilmişseniz 4 yıl üniversite yaşamı boyunca kültürünüzün değişme ihtimali elbette oldukça yüksektir ama değişmeyip korunması da muhtemeldir. Ve öğretim görmüş biri olmanıza rağmen yine de evlilik dışı ilişki yaşayan bir genç kızı öldürmeyi geleneğinizin, kendi kültürünüzün bir gereği olarak görüp uygulayabilirsiniz. Kız çocukların boğulduğu dönemde o dönemin eğitim görmüş insanları yok muydu? Elbette vardı. Erkek evlat istediği için kız çocukları boğan anlayış saf Germen ırkını üretmeye çalışan ve Yahudi ırkını yakıp dünya üzerinden tamamen yok etmeye çalışan anlayıştan daha mı canice? Peki bu ikincisini hayata geçirenler kimlerdi? Gayet öğretim görmüş (ama faşist kültür almış) Nazi subayları idi. Yani öğretim tek başına gayri insani gelenekleri aşmanın yolu değildir. Bu geleneklerin değişmesi, kültürel dönüşümün sayesindedir. Kültür ise sadece okuldan alınmaz, mahalleden alınır, aşiretten alınır, aileden alınır, sivil toplum örgütlü yapıları içinde alınır, TV’lerden alınır vesaire. İşte bu nedenle bir sosyalist bıkmadan usanmadan ama Büktel gibileri bıktırıp usandıracak kadar tekrar tekrar sivil toplum örgütlülüğünün gereğini yineler durur, işte bu nedenle bir sosyalist TV’lere çıkanlarla, TV’lere alet olanlarla bıkmadan usanmadan uğraşıp durur. Nasılki feodal dönemin cehaleti insanlara abuk sabuk şeyleri yıllarca aşılayıp doğru göstermişse, şimdi de TV’ler yeni bir kültürle abuk sabuk şeyleri aşılayıp doğru göstermiyor mu? Örneğin dizi oyuncusu serseri karakterleri karizmatik sunup “Saffet sana köpekler gibi aşığım” yazan yüzlerce genç yeni yetme kızın bu tavrı da bir başka suni kültür değil midir? O halde aslolan öğretim değil doğru kültürün verilmesidir. Öğretim ve okul bu amaç için kullanılabilecek unsurlardan sadece ve sadece bir tekidir. Ki kapitalist sistemler eğitimi bir kültür hizmetinden çok soyut öğretim hizmeti haline dönüştürmüşlerdir. Bir dağın yüksekliği, bir ovanın genişliği, kimyadaki semboller, toplama-çıkarma-çarpma-bölmeler, cosinüs, tanjant, permütasyonlar ve bitmek tükenmek bilmez sınavlar, öğretmekten ziyade gençliğin beynini, enerjisini almak ve sosyal yaşamdan, sosyal uğraşlardan koparmak içindir. KAPİTALİST SİSTEMDE OKUL TEK TİP İNSAN YARATMAK İÇİNDİR! OKUL YAŞAM İÇİN KÜLTÜRLE DONATILMIŞ BİREYLER YARATMAK İÇİN DEĞİL, ÜRETİM İÇİN BİREYLER YARATMAK İÇİNDİR. İYİ BİR MÜHENDİS OLMANIZI İSTER, ÇÜNKÜ KENDİSİ İÇİN ÜRETİM YAPACAKSINIZ, İYİ BİR ÖĞRETMEN OLMANIZI İSTER ÇÜNKÜ KENDİSİ İÇİN "İDEAL" YENİ İNSANLAR ÜRETECEKSİNİZDİR, İYİ BİR SANATÇI OLMANIZI İSTER ÇÜNKÜ KENDİ BEKLENTİSİ YÖNÜNDE SANAT ANLAYIŞINI BU TOPLUMA GİYDİRMENİZ ONUN İÇİN GEREKLİDİR. OKUL YAŞAMDA KÜLTÜRLE DONATILMIŞ BİREYLER YARATMAK İÇİN DEĞİL ÜRETİM İÇİN BİREYLER YARATMAK İÇİNDİR.
KİM İÇİN VE NE İÇİN ÜRETİM? KAPİTALİST SİSTEM VE BUNUN DEVAMI İÇİN.
Devam edelim, Öğretmen Kemal’in sıradan tam da düzenin öğrettiği şekilde nasihatlerine ve saptamalarına..
Kız çocukları çağdaş eğitimden uzak kalmış feodal kafalar yüzünden, satılabiliyor,
Dur bakalım Öğretmen Kemal Büktel.
Kız çocuklarının geleneklere dayandırılarak okutulmaması yakın zamana dek tarım toplumu olan bir dünyada onları çocuk doğuran, büyüten ve tarlada çalışan varlıklar olarak görme ihtiyacındandır. Bağnazlıktan gibi görülse de bu bağnazlığı besleyen bu ekonomik işleyiştir. Yoksa İstanbul’da ve saray çevresinde nasıl olsa tarlada çalışmayacak kız çocukları gayet güzel okutulmuştur da. Kızların okutulması dönemi endüstrileşmeden sonra yavaş yavaş başlar ve giderek artar. Çünkü giderek tarımdan kopulmakta, fabrikalara daha fazla, daha fazla insan gerekmekte. Sanayileşmeyle de daha fazla eğitimli insan gerekmekte. İşçi sayısının artması ise kapitalizmin işine gelmekte, yedek işçi sayısı arttıkça ucuz işgücü de artmaktadır. Endüstrileşmeyle, sanayileşmeyle, kapitalizmle kadın artık tarlada değil, makine başında kullanılacaktır. Artık kadına yüklenen misyon doğur, büyüt ve bunun yanı sıra bizim için çalış! Çağdaş eğitim ne kadar çağdaş öğretmen Kemal? Kızları banka memuru yapacak kadar. Ya onları tiyatro seyircisi yapıyor mu? Sosyal insan yapıyor mu? Mesela kaçı nitelikli şairleri okuyor? Kaçı örgütlü ve sosyal mücadelenin içinde? Ve bunu başaranlar acaba (okullardaki) öğretimle mi başardı? Sahi Öğretmen Kemal Büktel senin çağdaşlaşmaktan anladığın ne?
Cehalete cahiller bile karşıdır. Ne var ki, cahiller cehaleti kendilerine konduramazlar. Çünkü insanın ne kadar cahil olduğunu anlaması bile eğitimle mümkün olabiliyor. Aslında eğitim, sürekli olarak cehaletinizi keşfetmenizden başka anlam taşımıyor. Yontma taş devri’nde insanların nasıl yaşadığını, hangi tehlikelerle boğuşmak zorunda kaldıklarını düşünün. Yalnızca narkoz ya da ağrı kesici nedir bilmedikleri için, çekmek zorunda kaldıkları acıları hayal edin! Ve bugün aya gitmişiz. Aradaki mesafeyi nasıl kat ettik dersiniz?
Coşkun Büktel sanki liseli dizisinde TV ye değil de Afacan Kardeş Çocuk dergisine yazı yazıyor. Taş devri uzaya gitmek vs vs. Ama haklı da. Yorumlara bakarsak daha çok 12-13 yaş seviyesi izliyor gibi. Yontma taş devrinde boğuşulmak zorunda kalınan tehlikeler mi daha riskliydi şimdiki tehlikeler mi kıyaslamasını hiç kimse yapamaz. Örneğin, o zaman belki sadece yırtıcı hayvanlardan korunmanız gerekiyordu ve zaten yaşam koşulları bunu size öğretmişti. Ama bugün korunmanız gereken belki de on bin çeşit tehlike var. Sadece bir kaçını ele alalım; uyuşturucu satıcıları (ki liseli, üniversiteli hatta sanatçı kullanıcılar olduğuna göre demek ki öğretim sizi bu tehlikeden koruyamıyor), Trafik kazası (ki kazalarda ölen eğitimli eğitimsiz her tür insan demek ki öğretim sizi bu tehlikeden de koruyamıyor)
Cehalete cahiller bile karşıdır. Ne var ki, cahiller cehaleti kendilerine konduramazlar. Çünkü insanın ne kadar cahil olduğunu anlaması bile eğitimle mümkün olabiliyor.
Evet hiç kimse her konuda birden bilgili olamaz, Burada cehaleti övüyor değiliz fakat okul öğretimi ile kültürün ayrılığını da çizmek zorundayız, zira Büktel bunun ayırdında değil gibi. Örneğin Coşkun Büktel, antikYunan dönemini çok iyi kavramış ve oturup bu döneme ilişkin çok da başarılı, o dönemi özümsemiş birinin kaleminden çıktığı hissedilen bir oyun yazmış olabilir. Ama sosyalizmden ve kapitalizmin Marksist değerlendirmesinden, diyalektikten, materyalist felsefeden bihaber olduğu için Hilmi Bulunmaz’ın gayet iyi bilip şiddetle karşısında durduğu bazı gerçekleri göremiyor ve burada ideal vatandaş savunusu yapabiliyor, sistem goygoyculuğu yapabiliyor ve ısrarla dizisini temize çıkarmaya çabalayabiliyor.
İşte eğitim-öğretim-kültür farklı şeylerdir sözünün en güzel kanıtlarından birisi Hilmi Bulunmaz değil mi? İlkokul mezunuyum diyor ve gerektiğinde de bunu sık sık vurguluyor. Gerektiğinden fazla tevazu da gösteriyor zaman zaman. Oysa kendini pek çok konuda yetiştirmiş, örgütlü yapı içerisinde pratikten öğrenmiş ve Coşkun Büktel gibi üniversite mezunu kendisine yazarım diyen birinin görmezden gelinebilecek ufak ayrıntılarmış gibi es geçebildiği son derece önemli ve aslında tüm yaşamın tek gerçeği ideolojik ayrımları Hilmi Bulunmaz görüyor, yaşamın her ama her alanını Marksist diyalektik açıdan sorgulayıp gerçeğe varabiliyor. Bu konuda Coşkun Büktel cehaleti kendine kondurup bir an önce bu eksikliğini gidermek zorunda. Aksi halde yazdıkları bir çocuk dergisine yazılmış basit kompozisyonlar gibi kalmaya devam edecek. Bakın artık aya bile gidebiliyoruz eğitim ne güzel söylemleriyle daha çoook senaryolar yazıp duracak.

EKLEME
BÜKTEL'İN YAYINLADIĞI BİR DİĞER ÖĞRETMEN KEMAL DİYALOĞUNA HİÇ BULAŞMAYACAKTIM, ZİRA "ARABESK YAPMAYALIM", "ARABESK OLMAYALIM" DİYE DİYE YAPILMIŞ ARABESK BİR İNTİHARDAN VAZGEÇİRME SAHNESİYDİ AMA 2 DAKİKA ÖNCE BİR DAHA GÖZ ATINCA BİR YERİNDE DAYANAMADIM
KEMAL: Hayır, güzel olan, "her şeye rağmen" hayatta kalmak. Milyonlarca yıldır, milyarlarca insan, bu dünyadan gelip geçtiler. Sıralarını savıp gittiler. Şimdi sıra sende Sibel! Şairin dediği gibi: "Yaşamak sırası sende"!... Yaşamak hakkı senin!... Yaşamak fırsatı senin!...Bu fırsatı kaybetmiş milyarlarca insanı düşün, Sibel! Şimdi on dakikalığına senin yerinde olmak için neler vermezdi onlar? Senin yerine on dakika yaşamak için, on dakika daha yeniden nefes almak için, on dakikalığına da olsa dünyayı ve sevdiklerini bir kez daha görmek, duymak, hissetmek için... neler vermezlerdi, Sibel! Ama yapamazlar! Onlar sıralarını savdılar! Şimdi sıra senin, Sibel! Yaşamalısın! Hayatın sana tanıdığı fırsatı kullanmalısın! Birkaç hafta içinde unutacağın aksilikler yüzünden, hayatın sana tanıdığı en büyük fırsatı, yaşamak fırsatını, sonsuza dek tepmen korkunç bir hata olur, Sibel!
Önce hemen bir düzeltme yapalım, şair "yaşamak sırası sende" dememiş "yaşama sırası sende" demiş. Ben pek bir harflik, bir kelimelik hatalara takan biri değilimdir ama yıllardır okuduğum ve dinlediğim bu sözün bu fazla harfi müthiş rahatsız etti, şiirin estetiğini bozdu.
Efendim şairin diyeceğine orada Nazım Hikmet'in deseydin de sizin diziyi izleyen yeniyetmeler Nazım Hikmet adıyla bir kez de olsa haşır neşir olsaydı ya!.. hazır bir olumlu reklama vesile olurdun.
Birde şair bunu dünyaya gelen bebek için söylemiş ve yaşayacağı acıları, hastalıkları, zulümleri ona peşinen bildirmek amaçlı söylemiş. Yaşamak deyince bazılarının anladığı zevküsefa içinde hadi hayatımızı yaşayalım diye dememiş. Ama Büktel burada bir zevkli yaşama dikkat çeken bir şiirin dizesini almış gibi intiharın eşiğindeki kıza yaşama umudu vermek için kullanmış, neyse olabilir.
Ama şair demiş ki seni şunlar, şunlar, şunlar bekliyor, acılar hastalıklar, zulümler bekliyor, sayıp dökmüş ve sonunda da senin yolunu bekliyor sosyalizm demiş. Yani hem senin yaşadığın, yaşayacağın zulümlerin çözümü olarak senin için sosyalizm, hem de insanların kurtuluşu olan sosyalizm için sen gereklisin deyip bitirmiş. Öğretmen Kemal ise hayatın sana tanıdığı FIRSATI kullanmalısın diyerek yaşama gereğini vurguluyor. Yine bireyci, yine fırsatçı. İntihardan vazgeçmek için dahi fırsatı bir daha deneme utkusu...
hoş geldin bebek yaşama sırası sende senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma ince hastalık yürek enfarktı kanser filan işsizlik açlık filan tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını kuraklık falan karasevda ayyaşlık filan polis copu hapisane kapısı falan senin yolunu gözlüyor atom bombası falan hoş geldin bebek yaşama sırası sende senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan. Nazım Hikmet
10 Eylül 1961
11. BÖLÜM: COŞKUN BÜKTEL’İ YA DA THEOPE’Yİ KİM ENGELLEDİ?
YILLARIN DÖKÜMÜNE BAKALIM
Coşkun Büktel'in söz konusu eseri (Theope) Devlet Tiyatroları havuzuna alınalı, yani Edebi Kurul’dan geçeli 18 yılı aşkın bir süre olmuştur.
Coşkun Büktel tarafından “Oyunumun DT’de oynanmaması Özdemir Nutku'nun olumsuz sözüyle olmuştur” türünde suçlamaları ise çok daha yakın bir tarihe tekabül eder, Sayın Nutku'nun bu oyunla ilgili yorumu 2005 yılındadır.
Bu oyun, 1990’da DT Edebi Kurulu’ndan geçmiş, havuza alınmış, bu 15 yıl boyunca oyuna ilişkin DT kurulları bünyesinde olumlu ya da olumsuz edilmiş hiç bir söz olmadığı halde 2005'e dek tam 15 yıl boyunca havuzda beklemiştir. 15 yıl boyunca bir tek yönetmen bile, hiç ama hiç kimse havuzdan alıp oynamayı teklif etmemiştir (Buna Coşkun Büktel’i tanıyan arkadaşı olan yönetmenler de dahil.)
Üstelik de bu 15 yılın büyükçe bir bölümünde Özdemir Nutku Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu’nda ya da herhangi bir görevde de değildir, DT üzerinde hiçbir söz hakkı da yoktur. Doğal olarak ilk onbeş yıla dair oyunun sahnelenmemiş olmasına Özdemir Nutku’yu sebep gösterir tarzından ifadeler mantık ve akıl dışıdır.
15 YIL HAVUZDA DURAN “THEOPE” Yİ OYNAMAYI DÜŞÜNEN HİÇ BİR YÖNETMEN ÇIKMAMIŞTIR.
Ama, bugün Coşkun Büktel adeta 18 yıllık maceranın, seçilememişliğinin tüm hesabını Özdemir Nutku'nun 2005 yılında söylediği söze dayandırmaktadır. Theope’nin onlarca, hatta yüzlerce oyunun beklediği havuzdan seçilip oynanmamış olması havuzdaki birçok oyun gibi onun oyunu için de olağan bir durumken, bunu kasıtlı bir durum gibi göstermekte, bireysel sorununu toplumsallaştırmaya malzeme yapmakta, hayali düşmanlar yaratmaktadır.
Coşkun Büktel’e soralım şimdi
Hadi diyelim ki oyunun 2005’den bu yana belge belge diye sunduğun CD’de kayıtlı Özdemir Nutku’nun (2005’de söylediği) sözlerinden dolayı repertuara alınmadı. Peki, 1990’dan 2005’e dek, onlarca Devlet Tiyatrosu yönetmeninden bir teki senin oyununu havuzdan alıp oynamayı seçmemiş olmasını neye dayandıracaksın?
1990’dan 2005’e Devlet Tiyatroları kaç Genel Sanat Yönetmeni değiştirdi bilgin var mı? Bozkurt Kuruç, Tamer Levent, Yücel Erten, Lemi Bilgin, Faruk Günuğur, Rahmi Dilligil, Mine Acar ilk aklımıza gelen isimler muhtemelen atladıklarım da vardır. Peki kaç bölge müdürü, kaç baş dramaturg ve kaç edebi kurul üyesi değiştirdi bir fikrin var mı? Ve oyun önerme hakkı olan toplamda kaç yönetmen geldi geçti ya da halen mevcut DT de bir fikrin var mı? Bu kadar Genel Sanat Yönetmeni, Başdramaturg, Edebi Kurul üyesi ve yönetmenden bir teki bile seçip senin oyununu önermediyse herkesin mi sana karşı özel bir tutumu vardı? Ve bu kadar yönetici, baş dramaturg, bölge müdürü, yönetmen tümü de Özdemir Nutku’nun insiyatifiyle mi davranıyordu sence? Özdemir Nutku’nun bu 18 yılın çok az bir kısmında DT’de görevli olduğunu ama çoğunlukla DT ile hiçbir resmi bağının olmadığını bilmiyor musun?
Eğer baştan beri seni engelleyen Özdemir Nutku idiyse diğer bir oyunun Edebi Kurul’dan geçerken oyununa neden olumlu oy vermişti?
Özdemir Hoca bir aptal mıdır senin bir oyununu oynanmasın diye gizli gizli uğraşırken diğer oyununun başkanı olduğu Edebi Kurul’dan geçmesi için oy verecek? Üstelik de seni kutlayıp yeni oyunlarını isteyecek ama öte yandan ‘Biz bu adamın oyunlarını havuza aldık, ama, aman siz sakın seçip, sahnelemeyi teklif etmeyin’ diye yönetmenleri tek tek dolaşacak?
COŞKUN BÜKTEL’İN İDDİASI DEVLET TİYATROSU’NUN TÜM YÖNETMENLERİNE HAKARETTİR.
Devlet Tiyatroları’nda sahnelenmek üzere oyun seçimini hatırlayalım. Yönetmenler veya Bölge Sanat Yönetmenleri sahnelemek üzere DT havuzunda olan oyunlardan oyun seçer ve bu oyunu sahnelemek istediğini projelendirip sunar. Koordinasyon Kurulu ise hangi oyunların o yıl repertuara alınıp sahneleneceğine karar vermez, öneride bulunur, repertuvara DT Yönetim Kurulu karar verir.
Eğer Coşkun Büktel’in Theope’si bu 18 yıl boyunca bazı yönetmenler tarafından zaman zaman sahnelenmek üzere projelendirilip Koordinasyon Kurulu’na sunulmuş olsaydı ama bir türlü Koordinasyon Kurulu bu oyunu seçip repertuara almamış, önermemiş olsaydı, o zaman sadece Koordinasyon Kurulu üyelerinden şüphelenmek ve onların “Theope”ye engel olduğundan söz etmek gerekecekti.
Oysa 18 yıl boyunca bir tek ama bir tek yönetmen zaten Theope’yi sahnelemek isteyip de proje olarak önermiş değil ki Koordinasyon Kurulu reddetsin.
Oysa 2005 yılında Şahin Ergüney’in “Theope” neden hiç düşünülmüyor diye öne çıkardığı yıl da dahil olmak üzere (Şahin Ergüney’de zaten yönetmen değildir, doğal olarak o da bu oyunu sahneleyelim diye önermiş değildir, sadece beğendiğini, neden sahnelenmesinin hiç gündeme getirilmediğini sormuştur o kadar.)
Hatta bırakınız DT’de herhangi bir yönetmeni, Coşkun Büktel'i sempatiyle savunan , kendisi de “Miletos Güzeli” adlı bir Antik Yunan tragedyası yazmış, yönetmiş olduğuna göre bu tarza da yakın olduğunu düşündüğümüz dostu Coşkun Irmak da bir DT yönetmeni, hatta bir dönem de Van DT müdürü olmasına karşın bu kalemini, tarzını sevdiği dostu Coşkun Büktel’in sözde bir harika olarak lanse edilen “Theope”sini sahnelemek için önermeye değer görmemiş olsa gerek.
1990’dan 2008’e, yani bugüne dek, tam 18 yıldır hiçbir yönetmen Theope’yi sahnelemek üzere havuzdan almamıştır, kurula önermemiştir doğal olarak da “Theope”nin kabul ya da reddedilme şansı bile olmamıştır. Oysa Coşkun Büktel ne yazıyor bu konuda ? Coşkun Büktel’in bu konuda ilk cümlesi şöyle: DT yönetimince 15 yıldır bir mafya sırrı gibi gizlenen ret gerekçesini sonunda öğrenebildik:
Eğer Coşkun Büktel oyununun sahnelenmemesine sebep olarak Özdemir Nutku’yu ya da bazı isimleri gösteriyorsa, bu Devlet Tiyatroları’nın tüm yönetmenlerini töhmet altında bırakacaktır, Devlet Tiyatroları’nın tüm yönetmenlerine hakaret anlamına gelecektir. Zira bu Devlet Tiyatroları yönetmenleri bağımsız, özgür iradeleriyle oyun öneremez, bu nedenle de 18 yıldır hiçbir yönetmen “Theope”yi önerememiştir anlamına gelmektedir. Özdemir Nutku ya da herhangi biri/birileri DT’nin bütün yönetmenleri üzerinde öyle bir hakimdir ki bu oyunu önerebilecek cesarette, özgür iradesini kullanabilen bir tek yönetmen bile çıkmamıştır anlamına gelecektir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi eğer herhangi bir yönetmen ya da yönetmenler 18 yıl boyunca zaman zaman bu oyunu havuzdan seçip önermiş olsa ama kuruldan geçmemiş olsaydı kurul üyeleri suçlanabilirdi. Ama Van’dan Konya’ya, Diyarbakır’dan Adana’ya farklı illerdeki DT’lerin onlarca DT yönetmeninin bir teki tarafından bile öneri olarak sunulmamış bir oyunun, seçilmemiş olmasından dolayı kurulu suçlamak hiç araba sürmemiş bir insana hatalı solama yapmaktan ceza kesmek kadar mantıksızlık olsa gerek. Hele ki bunu sadece Özdemir Nutku’nun 2005’de söylediği bir söze dayandırmak ve yönetmenlerin bu sözden etkilendiği için seçilmediğini iddia etmek ise hadi bırakın yönetmenlerin özgür iradesine hakaret etmeyi 2005’den önceki 15 yıl için DT yönetmenlerinin müneccim olup Özdemir Nutku’nun olumsuz sözünü tahmin edeceklerini varsaymak gibi bir değerlendirmedir.

ŞU ÜNLÜ BELGEYE (“iki kere iki dört eden” CD kaydına) GELELİM
Coşkun Büktel’in elimde belge var, belge var diye dile getirdiği bir CD vardır. Oradaki konuşma metnini zaten yazılı olarak yayınladı gördük, okuduk ne anlama geldiğini. Bunu yazılı değil de sesli, görüntülü kayıt olarak CD’de saklayınca daha mı başka anlama geliyor da hala sanki yeni ve farklı bir kanıtmış gibi sunuyor?
“Adamın elinde CD kaydı var… Olmasa bu kadar kesin dille iddia eder mi?”
Yazılı ya da sesli, görüntülü anlamı da özü de değişmiyor. Ama “elimde kayıtlı belge var, iki kere iki dört eder gibi kesin CD kaydı var ” demek insana daha en baştan haklılığını ispatlamış gibi bir izlenim veriyor. Bu belgeyi talep edip, dinlemeyen biri dahi “Ya adamın elinde kayıtlı belgesi varmış, olmasa iddia etmez” gibi bir psikolojik etkiye alınıp belge sözcüğünün büyüleyici güveniyle insanların kafasında bir haklılık kazandırmakta.
Oysa kardeşim senin bu belge dediğin video kaydını zaten Tiyatro Keyfi sitesinde Şahin Ergüney yayınladı… Okuduk, Özdemir Nutku ne demiş. Eee? Neyi açıklıyor video kaydının olması? Ama amaç giz yaratarak, kendini haklı gibi göstermek ve bile bile okuru yanıltarak, ayrıca DT yönetimi izin vermiyor diye okuru kandırmak olmuyor mu? Bu konuda Şahin Ergüney'e "neden CD kaydını açıkladın” diye soruşturma da açılmadı.

O halde şimdi gelelim o meşhur oturuma ve Özdemir Nutku’nun belgelenmiş cümlesine
Gelin bu konuya Coşkun Büktel’in ilk polemik yazısından başlayalım.
http://www.coskunbuktel.com/buktelnutku000905.htm
Coşkun Büktel’in bu konuda ilk cümlesi şöyle:
DT yönetimince 15 yıldır bir mafya sırrı gibi gizlenen ret gerekçesini sonunda öğrenebildik:
Coşkun Büktel daha ilk cümleden öyle bir nitelemede bulunuyor ki elle tutulur yanı yok. Neden?
Bakın bir daha hatırlayalım.
Coşkun Büktel, Theope’yi Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu’na ne zaman sundu? 1990’da.
Edebi Kurul bu oyun DT’de oynanabilir onayı verip havuza dahil etti mi?
Evet etti.
Hem de Oybirliğiyle yani tüm edebi kurul üyelerinin olumlu oyuyla seçildi mi ?
seçildi.
Artık Edebi Kurulun işi bitmiştir. Edebi kurul üyelerinden birisi aynı zamanda DT de yönetmenlik de yapmıyorsa bu havuza kabul ettikleri oyunu hadi seçip sahneleyeyim diye öneremez. Edebi kurul sadece DT için uygundur der ve havuza alır, artık biri çıkıp bunu havuzda beğenir sahnelemek istiyorum derse önerir. Edebi kurulun uygunluk verip havuza alma hakkı vardır , oynanması için önerme hakkı yoktur.
Ama şimdi Coşkun Büktel’in bu cümlesine bakarsak, Edebi Kurul bu eser oynanabilir demiş, eser havuza alınmış ama hemen daha bunu deyip olumlu oy verilir verilmez bu eser oynanmasın diye uğraşmış didinmiş…
Neden?
Çünkü Coşkun Büktel 15 yıldır bu oyunun neden oynanmadığı anlaşıldı diyor. 15 yıldır oynanmadığı dediğine göre hem seçilmiş hem de hemen o yıldan başlayarak biz seçtik aldık ama siz sakın oynamayın diye mafyalaşılıp engellenilmiş..
Var mı bunun elle tutulur bir mantıklı yanı?
Yok tabi ki.
Yine aynı cümlede Coşkun Büktel diyor ki, DT yönetiminin 15 yıldır ret gerekçesi.
Böyle bir cümle edebilmesi için Coşkun Büktel’in DT deki işleyişi hiç bilmeyen bir kara cahil olması gerek.
Neden?
Hatırlayalım.
DT’de işleyiş nasıldı?
Oyun sunulur, Edebi Kurul inceler. Uygundur raporu vermişse havuza alınır havuzda bekler. Yönetmenler yeni bir oyun seçerken havuzdaki oyunlara bakar hoşuna giden sahneye taşımak istediği bir oyunu seçer, proje olarak sunar. Ona peki tamam yap denir ya da yap onayı çıkmaz. Bu ancak bir yönetmen veya bir bölge müdürü bir oyunu proje olarak önermişse olur.
Bir oyunu sahnelemek için öneren çıkmamışsa havuzda kendi halinde bekleyen yüzlerce oyunu reddetmek ya da reddetmemek diye bir durum zaten söz konusu değildir. BİR ŞEYİN REDDEDİLEBİLMESİ İÇİN ÖNERİLMİŞ OLMASI GEREKİR. HİÇ KİMSENİN SAHNELEYEYİM DİYE ÖNERMEDİĞİ BİR OYUNU HAYIR SAHNELEME DİYE REDDETMEK MÜMKÜN MÜ?
15 yıl boyunca hiçbir yönetmen bu oyunu oynamak üzere önermemişse, 15 yıldır reddedilen bir oyun gibi bir cümle nasıl açıklanabilir?
Bu durumda biz Coşkun Büktel’e diyoruz, madem böyle bir cümle kuruyorsun, hadi bakalım senin oyununun 1990-2005 arasında oynanmak üzere repertuar kuruluna ya da koordinasyon kuruluna sunulduğunu, repertuar kurulunun reddettiğini ispatla.
DT yönetimince 15 yıldır bir mafya sırrı gibi gizlenen ret gerekçesini sonunda öğrenebildik:
“Sonunda öğrenebildik” ifadesine gelelim
Coşkun Büktel 15 yıl boyunca DT’nin her sezon başında oyun listesi açıklandığında gidip benim oyunum neden listede yok diye sormuş da ona yanıt veren olmamış mı?
Mafya gibi gizlenen sır ne?
Coşkun Büktel 15 yıl boyunca her sezon oyunları listesi açıklandıkça DT ye gitseydi
“Benim havuzda bir oyunum var neden sahnelenmiyor?, neden sahnelenecek oyunlar arasında yok?”
diye sormuş mu? sorsaydı alacağı cevap yönetmenlerden hiç kimse sahnelemek için sizin oyunu seçip proje olarak sunmamış olacaktı.
Burada "mafya sırrı gibi" gizli olan ne?
Kimsenin Coşkun Büktel’in oyununu sahnelemek için okuyup seçmemiş olması mı?
Bunu mu mafya sırrı gibi gizlemişler Büktel’den?
Bu bir sır değil ki.. Her yıl repertuar önerilen oyunlardan seçilip belirlenir, önerilmeyen oyunlar zaten seçilemez sahnelenemez bu kadar yalın bir durum.
O halde Edebi Kurul’dan geçip havuza alınmış ama hiçbir yönetmence seçilip önerilmemiş daha yüzlerce oyunun yazarı ne yapsın?
Coşkun Büktel daha ilk cümleden işleyişi bile bilmediğini gösteriyor ya da kasıtlı çarpıtıp mağduru oynamayı seçiyor.
Bu kadar oyununun DT de sahnelenmesini istemiş birinin işleyişi bilmemesi olanaksız.
O halde düpedüz bilgiyi çarpıtıyor, dezenformasyon yapıyor, mağduru oynamayı seçiyor, insanları arkasına takıp bireysel sorununu toplumsallaştırmaya, psikolojik baskı ortamı yaratmaya çalışıyor ve az da olsa birileri de buna kanıyor.
Şimdi Coşkun Büktel’in “DT yönetimince 15 yıldır bir mafya sırrı gibi gizlenen ret gerekçesini sonunda öğrenebildik” başlıklı ilk yazısını okumaya devam edelim
Özdemir Nutku, Devlet Tiyatrosu’nun koordinasyon toplantısında, otuz tiyatrocunun önünde, Coşkun Büktel tarafından yazılmış “Theope” adlı oyunun, Fransa’da bir benzerinin bulunduğunu söyledi. Yani sayın Nutku, Coşkun Büktel tarafından yazılmış olan “Theope”nin, orijinal bir oyun olmadığını ima etti. Sayın Nutku, Büktel’in “Theope”sine benzeyen ikinci bir “Theope”nin bulunduğunu söylerken, söylediği şeyden öylesine emin görünüyordu ki, resmi bir toplantıda “Theope”nin çalıntı bir eser olduğunu kesinlikle biliyormuş gibi davranmakta hiç sakınca görmedi
(Kırmızı ve Boldları ben yaptım.)
ŞİMDİ DE MEŞHUR KANIT KANIT DİYE SÖZ EDİLEN CD’DEN ÖZDEMİR NUTKU BU KONUYU HANGİ KELİME VE CÜMLELERLE DİLE GETİRMİŞ AYNEN NAKLEDELİM
“....şimdi efendim bir de, bir dikkatini çekmek istiyorum. Hiç bir şeyle itham etmiyorum. Fransızca’da 16.yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var. Özellikle Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler yani, bir bakmalılar. Aradaki benzerliği görmek için. Teşekkür ederim...”
Tarafsız gözle Coşkun Büktel’in Özdemir Nutku’nun söylediğini iddia ettiği cümleleri (mavi renk) ve Özdemir Nutku’nun ses kaydının çözümlemesini (yeşil renk) yeniden yeniden okuyunuz.
“Theope” adlı oyunun, Fransa’da bir benzerinin bulunduğu / Hiç bir şeyle itham etmiyorum. Fransızca’da 16.yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var
Theope’nin Fransa’da bir benzeri var cümlesinden siz ne anlarsınız? Özdemir Nutku bu oyunu görmüş, okumuş ve “benzeri” diyor. Oysa Özdemir Nutku’nun CD kayıtlarında “benzeri” diye bir kelime var mı?
Benzeri kelimesi çok önemlidir. Çünkü benzeri var dediğinizde “onun kopyası”, “kısmen ya da büyük ölçüde aynısı” gibi bir anlama gelir. Ama benzeri kelimesini kullanmadan aynı adla bir eser var dediğinizde bu kopya anlamına gelmez, kesinlik içermez sadece isimleri aynı olduğundan dolayı bir şüpheyi dile getirir. Aynı adla yazılmış ama tamamen farklı da olabilir. Aynı adla yazılmış çalıntı da olabilir.
Şimdi bir yakın örnekle incelemeye çalışalım. Cengiz Aytmatov’un “İlk Öğretmen” adlı bir kitabı var. (Biz bu kitabın adını da öğretmen sayalım) Tuncer Cücenoğlu’nun da öğretmen adlı bir oyunu. Diyelim ki Aytmatov’un kitabı Türkçe’ye hiç çevrilmedi sadece Rusça yayınlandı. Ama siz bunun ismini gördünüz. Bu durumda Tuncer Cücenoğlu’nun öğretmen adlı oyunundan bahsedilirken “Rusya’da yayınlanmış bu adla bir kitap var” derseniz bu cümle bu kitabın adını duymuş olduğunuzu gösterir ama okuduğunuz anlamına gelmediği gibi “Tuncer Cücenoğlu’nun öğretmen diye bir kitabı var ama bunun benzeri Rusya’da yayınlanmış” anlamına da gelmez. Sadece bu adla orda da bir kitap var anlamına gelir.
Şimdi bu örneği önce Özdemir Nutku’nun cümlesine sonra Coşkun Büktel’in cümlesine yerleştirelim
“....şimdi efendim bir de, bir dikkatini çekmek istiyorum. Hiç bir şeyle itham etmiyorum. Rusya’da yazılmış öğretmen diye bir oyun var. Özellikle Rus filolojisinden ve Rusça dilini bilenler onu biraz şey etmeliler yani, bir bakmalılar. Aradaki benzerliği görmek için. Teşekkür ederim...”
Özdemir Nutku, Devlet Tiyatrosu’nun koordinasyon toplantısında, otuz tiyatrocunun önünde, Tuncer Cücenoğlu tarafından yazılmış “Öğretmen” adlı oyunun, Rusya’da bir benzerinin bulunduğunu söyledi.

Görüldüğü gibi Özdemir Nutku sadece aynı adla bir eser olduğunu, o dilleri bilenlerin benzerliği incelemek için tetkik etmesini dile getirirken Coşkun Büktel CD kaydıyla belgeli olduğu halde bu lafı eviriyor çeviriyor ve aynı adla bir eser var demiyor “bu eserin bir benzeri olduğunu söyledi” diyor. CD kaydıyla da Büktel’in Özdemir Nutkunun cümlesini nasıl çarpıttığı böylece belgenmiş oluyor.
Eğer Özdemir Nutku, aynen Coşkun Büktel’in kurduğu gibi bir cümle kurmuş olsaydı ve Coşkun Büktel’in “Thope”sinin Fransa’da bir benzeri var demiş olsaydı bu kesin bir hüküm içeren cümle olurdu ve gerçekten suç olurdu.
Ve emin olun Coşkun Büktel gider direkt Özdemir Nutku’ya dava açardı. Hilmi Bulunmaz ben yargıya, mahkemeye başvurmam diyor ama Coşkun Büktel’in böyle bir kıstası yok. Gidip bir senaryosunda kadının göğsünde dövme var sonra onu bıçakla kazıyor, benim senaryomda da bu vardı diye mahkemelik olan biri, eğer Özdemir Nutku’nun cümlesinde kesin bir itham olsaydı hazır elinde CD kaydı da varken, Şahin Ergüney gibi canlı tanıklar varken soluğu mahkemede alırdı ve kazanırdı da.
Ama dava açmadı, açmaz da, açamaz da.
Neden mi?
Çünkü Özdemir Nutku, Coşkun Büktel’in CD kaydını çarpıtarak yazdığı bu kesinlik içeren cümleyi söylemedi ve bunu Coşkun Büktel de biliyor, Şahin Ergüney de biliyor, elinde kanıt diye bir iki dostuna yolladığı CD’de aslında aleyhlerine bir kanıt!
Tekrar dönelim CD kaydına bakalım Özdemir Nutku ne diyor dinleyelim bir daha:
“....şimdi efendim bir de, bir dikkatini çekmek istiyorum. Hiç bir şeyle itham etmiyorum. Fransızca’da 16.yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var. Özellikle Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler yani, bir bakmalılar. Aradaki benzerliği görmek için. Teşekkür ederim...”
Hiçbir şeyle itham etmiyorum
(Yani bu ne demek? Çalıntı demiyorum, kopya demiyorum, yazarı ya da eseri hakkında bir ithamda bulunmuyorum. Bu cümleyi söyleyerek yanılmış olabileceğini, eserin temiz ve hiçbir kopyacılık olmayabileceğini baştan ihtimal dahilinde gördüğünü açıklamış oluyor. Eğer kesin bir bilgiye sahip olsaydı ya da kesin bir dille itham etmek niyetinde olsaydı böyle başlangıç yapmaya gerek duymazdı. Böyle başlaması kesin bilgi sunmadığını ve bundan dolayı itham etmediğini açıklayıcı bir giriştir.)
Fransızca’da 16. yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var
Olabilir, aynı adla birisi bir oyun yazmış olabilir. Özdemir Nutku aynı adla olduğu için kafasında ufak da olsa bir kuşku uyanmış olabilir ve bu kuşkunun giderilmesini talep edebilir. Böyle bir oyun hiç yazılmamış tamamen yanılmış, yanlış hatırlamış da olabilir ama zaten kesin bir suçlama kesin bir itham olmadığını belirtmiş.
Özellikle Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler yani, bir bakmalılar. Aradaki benzerliği görmek için. Teşekkür ederim...”
Bu konuyu o alanda uzman kişilere bırakıyor. Fransız dilini bilenler, Fransız Filolojisi’nden olanlar bir bakmalıdır, diyerek. Ben baktım aynısı, benzeri gibi bir fikir beyanı yok. Aradaki benzerliği görmek için derken de “benzerlik var mı yok mu” görmek içini kastediyor. Bunu olumsuz cümle olarak aradaki benzemezliği görmek için demesi abes olurdu herhalde. Ama baştan beri cümlesini tam alırsak “hiçbir şeyle itham etmiyorum”, sadece “aynı adla” “Fransızca’yı iyi bilenler bakmalı” gibi bir başlangıcı olan bu cümlenin “benzerlikten kastı” elbette “benzerlik olup olmadığı” anlamındadır, çünkü itham ve kesinlik içermemektedir.
Ama Coşkun Büktel bunu nasıl aktarıyor?
“Özdemir Nutku, Devlet Tiyatrosu’nun koordinasyon toplantısında, otuz tiyatrocunun önünde, Coşkun Büktel tarafından yazılmış “Theope” adlı oyunun, Fransa’da bir benzerinin bulunduğunu söyledi.” Şeklinde çarpıtarak aktarıyor

SÖZDE DÜRÜST, MERT YAZAR’IN YANILTICI AÇIKLAMALARINDAN BİR ÖRNEK DAHA:
Coşkun Büktel bu konuda çok sayıda kişiyle, çok sayıda polemiğe girmiştir. Biz bu yazı dizisinde Coşkun Büktel’in bütün polemik yazılarını tek tek yeniden ele alıp tek tek yanıtlamaya kalkacak olursak pek çok yazısında yanıltıcı unsurlar bulacağımız kuşkusuz. Fakat buna belki de bir yılımızı ayırmak gerek. O nedenle de sadece ilk yazısını aldık ve CD deşifresinin nasıl yanlış aksettirildiği üzerinde durduk. Yine ilk yazısından örnek vereceğiz.
Coşkun Büktel polemiklerinde cümleleri istediği gibi yanıltıcı kurduğu gibi cevap verdiği yazıya göre de işine gelen kısımları almıştır. Daha önce örneklemiştik. Havuza alınmayan iki eserinden bahsederken bu 2 eserim elenirken Edebi Kurul’un başında Özdemir Nutku vardı diye vurgu yaparken, kabul edilen eserlerinde de Edebi Kurul’da üye olarak ya da başında Özdemir Nutku olduğunu gözden, gözlerden kaçırmaktaydı. Oysa Edebi kurul’da herkesin 1 oy hakkı vardır ve Özdemir Nutku’nun ister başkan olsun ister sadece üye, hakkı olan 1 oy’unun ne bu oyunların kabul edilmesine ne reddedilmesine tek başına yetmeyeceği ve doğal olarak da Coşkun Büktel’in kaderinin tek başına Özdemir Nutku tarafından çizilemeyeceği açıktır. Bunu herkes bilir, Coşkun Büktel de bilir. Ama oybirliği ile (yani Özdemir Nutku’nun da olumlu oyuyla) seçilmiş oyunlarını bir çırpıda unutup, unutturup, reddedilen oyunlarının sebebi olarak da akıllarda yer etmesini ister ki Özdemir Nutku ile ilgili “15 yıldır beni engelleyen adam” imajı haklı görülebilsin.
Ama gün gelir Theope tartışmalarında gözlerden kaçırdığı, gizlediği bu gerçeği (Ölüleri Gömün oyununun Özdemir Nutku’nun başkanlığında ve onun da oyuyla seçildiğini) bir yazısında satır arasında yazıverir. Neden mi yazar? Çünkü orada Özdemir Nutku’nun oyununa olumlu oy vermiş olması işine gelir. Şehir Tiyatroları’nın havuza bile almadığı “Ölüleri Gömün” çevirisinden bahsederken der ki: DT Repertuar Kurulu üyeleri, oyunu DT repertuarına derhal kabul ettiler. Kabul yazısı; Büktel'in sert eleştirilerine en fazla maruz kalan, Büktel'in hışmından defalarca pay almış olan, DT Repertuar Kurulu Başkanı Profesör Özdemir Nutku tarafından imzalanarak Büktel'e gönderildi.
Hani Özdemir Nutku senin düşmanındı? Hani oybirliği ile Edebi Kurul’da elenen oyunlarının değerlendirmesini yapan kurulun başında Özdemir Nutku vardı? Peki, o halde neden bu oyununu aynı başkan kabul etti?
Gerçeğin bir kısmını söylemek, yaşananları kırpıp kesip ya da işine gelen yerde işine gelen kısmını söylemek de bir nevi okuru dezenforme etmek değil midir?

COŞKUN BÜKTEL OLAYLARI ÇARPITIYOR, İSTEDİĞİ GİBİ KURGULUYOR.
Coşkun Büktel’in yazısından bazı bölümler de onun önyargılı tutumunu ortaya koyuyor aslında. İşte Coşkun Büktel’in yazısından bir bölüm daha:
Coşkun Büktel’in eleştiri yazılarına en sert biçimde maruz kalmış tiyatro insanlarından biri olan Özdemir Nutku (Örneğin, bakınız: “Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları”, sayfa 144 ve 301.) Büktel’in “Shakespeare’siz Herifler” ve “Haram Lokma Sendromu” adlı oyunlarını reddetmiş olan DT Edebi Kurulu’nun da, uzun süreden beri, başkanıdır.
El insaf demekten başka ne diyebiliriz?
Coşkun Büktel, Özdemir Nutku’yu da eleştirdiği “Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları”nı ne zaman yayınlamış? 1998’de. Theope ne zaman havuza girmiş? 1990 da.
E, yani arada 8 yıl var. Özdemir Nutku müneccim miydi senin 8 yıl sonra onu eleştireceğini bilip ilk 8 yıl eserini engelledi? Hadi müneccimdi de madem bunu 8 yıl önceden sezinlediyse neden senin bir eserine Edebi Kurul’da olumlu oy verip, havuza aldırdı? El insaf!
Kaldı ki senin bu eserin, yani Özdemir Nutku’yu da eleştirdiğin Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları” kitabını yayınladıktan kısa bir süre sonra yani 1998’in aralığında Özdemir Nutku Edebi Kurul Başkanı olarak senin “Ölüleri Gömün” çevirini de havuza kabul eden kurulun başında değil miydi? Sana teşekkür edip, yeni çalışmalar bekliyoruz mektubunu yazan bizzat o değil miydi? Senin Türk Tiyatrosundan insan manzaraları kitabın çıktıktan sonra bile , orada yazdığın olumsuz şeylere rağmen senin eserini Özdemir Nutku'nun başkanı olduğu edebi kurul geçirmedi mi? Bu kadar çarpıtma ayıptır yahu!
EL İNSAF COŞKUN BÜKTEL EL İNSAF!
“Shakespeare’siz Herifler” ve “Haram Lokma Sendromu” adlı oyunlarını reddetmiş olan DT Edebi Kurulu’nun da uzun süredir başında diye altını çiziyorsun da nasıl bir dürüst adamsın ki “Ölüleri Gömün”ü kabul eden Edebi Kurul’un da başındaydı demiyorsun?
Sen DT Edebi Kurullarına 4 eser sunmuşsun.
“Theope” ,
“Ölüleri Gömün” ,

“Shakespeare’siz Herifler” ,

“Haram Lokma Sendromu”,

Ve bu Edebi Kurullar senin dört eserinden ikisini kabul etmiş, ikisini ise uygun bulmamış, kabul etmemiş. Zaten sen dahi “Theope” ile “Ölüleri Gömün” ile “Haram Lokma Sendromu”nu aynı değerde tutmuyorsun. Sen dahi kabul edilen ikisini sürekli tanıtıyorsun, insanlar bu ikisine övgü yazmış. Yani sen dahi reddedilen oyunlarının daha kötü olduğunun farkındasın da Devlet Tiyatroları Edebi Kurul’u ikisini kabul edip diğer ikisini beğenmemiş ne var bunda yadırganacak?
Şimdi sen Özdemir Nutku “Ölüleri Gömün”ü kabul eden Edebi Kurul’un üyesiydi ya da başındaydı demiyorsun, bunu gözden, gözlerden kaçırıyorsun ama nasıl bir dürüstlük örneği ise “Shakespeare’siz Herifler” ve “Haram Lokma Sendromu” adlı oyunlarını reddetmiş olan DT Edebi Kurulu’nun da uzun süredir başında diye altını çiziyorsun. İnsaf! Senin, Özdemir Nutku’yu kurban etme niyetini bu da göstermiyorsa ne gösteriyor?
Kaldı ki Haram Lokma Sendromu gibi bir TV skecinden ibaret ve gerçekten okuduğum en kötü senaryolardan birini sen DT’ye önermişsen, ben senin aklından şüphe ederim. O Edebi Kurul bunu reddetmemiş olsaydı ben onların da aklından şüphe ederdim.
TÜRK TİYATROSU’NDAN İNSAN MANZARALARINI VE SHAKESPEARE’SİZ HERİFLERİ YAZDIĞIM İÇİN BANA KARŞILAR İDDİASI DA DAHA BAŞTAN ÇÜRÜKTÜR. ÇÜNKÜ;
Coşkun Büktel bu kitapları ne zaman yazmış bakalım
1- "Shakespeare’siz Herifler” (Oyun, 2 Bölüm. Dramatik Yayınlar, 1998.)2- "Türk Tiyatrosu’ndan İnsan Manzaraları” (Eleştiri. Dramatik Yayınlar, 1998)3- “Yönetmen Tiyatrosuna Karşı” (Eleştirel inceleme. Kaknüs Yayınları, 2001.)
Yani Coşkun Büktel, tiyatro dünyasına ağır eleştiriler getiren kitaplar yazmıştır, bu nedenle tiyatro dünyası ondan nefret etmiştir, Devlet Tiyatroları oyununu sahnelememiştir tezi de çok gerçekçi değildir. Bu kitapları yazmadan ve Coşkun Büktel adı sanı bilinmeden önce, arada gene de kocaman bir 8 yıl vardır. Coşkun Büktel, Theope’yi 1990’da sunmuştur. Bu kitaplardan ilki 1998’de, sonuncusu 2001 de yayınlanmıştır. Arada 8-11 yıl vardır.
Bu 8 yıl boyunca Coşkun Büktel kimdir, necidir, kimlerden nefret eder, kimsenin bir fikri yoktur. Olduğu da iddia edilemez, zira öyle bir yargı olsaydı 2 eseri havuza alınmadan reddedilebilirdi.
Oysa bu henüz pek de tanımadıkları yazarın oyununu hem Devlet Tiyatroları hem İstanbul Şehir Tiyatroları 1990-1991 yıllarında repertuara alıyor, üstelik İstanbul Şehir Tiyatroları oyunu (tamamı 3,5 saattir) kısaltarak da olsa sahneliyor. Bu da gösteriyor ki Coşkun Büktel'e karşı bir önyargı yoktur.
Coşkun Büktel doğruları söylediğini iddia ettiği gibi “Türk Tiyatrosundan İnsanları...” teşhir ettiği için eserleri oynanmamış değil, tersine eserleri havuza alındıktan sonra oynanmadı diye 8 yıllık bekleyişin ardından Coşkun Büktel’in Türk tiyatrosunu yargılamak aklına gelmiş, bu kitapları yazmıştır. Yani bir anlamda eserini sahnelemediler diye intikam almak için bu kitapları yazdığı doğal olarak aklımıza gelen bir seçenek olmaktadır.
Peki adama sormazlar mı bu eleştirdiğin, yargıladığın adamlara sen neden eserlerini sunuyorsun?
Sormazlar mı, bu oyunu kendi başına sahneleyebilecek yönetmen yok, ancak ben provalara girersem izin veririm sahnelenmesine derken, bu senin için bir gerçekse, neden oyununu bu kurumlara sunuyorsun? Bu kurumlarda işleyişin nasıl olduğunu gayet iyi biliyorsun.
Coşkun Büktel, onlardan biri olmak üzere, onların emrinde olmak üzere Devlet Tiyatroları’nda rejisör olarak kadroya alınmayı talep ediyor, dramaturgluk öneriliyor ama dramaturgluğu reddediyor? Tamamını kötü, bilgisiz hatta çürümüş olarak tanımladığı kadronun içinde olmak isteme nedeni nedir, bunu hiç açıklamadı. Hatta, dünya da, hayatında hiç oyun yönetmeden bir tiyatroya rejisör olarak katılmak isteyen tek kişidir sanırım. Hangi deneyimi ve bilgisiyle böyle bir talepte bulunmuştur, bunu da açıkladığına rastlamadık. Açıklarsa hepimiz öğreniriz kendinden menkul olmadığını iddia ettiği gizli yeteneğini.
Coşkun Büktel’e şu soruyu sormamız fazla mı olur acaba? Nerde kaldı senin dürüstlüğün, doğruluğun, mertliğin?
Coşkun Büktel ilk kez 1990’da oyununu Devlet Tiyatroları’na sunmuş ve oynanabilir denilip havuza alınmış. Şu an 2008’deyiz. Yani 18 yıl geçmiş. Bir araştırıp bize söyler misiniz?
Devlet Tiyatroları’nda bugüne dek havuza alınan toplam kaç oyun vardır?
Bunların kaçı havuzdan alınıp sahnelenmiştir?
Kaçına hiç sıra gelmemiştir?
18 yıl, hatta daha uzun süredir havuzda olduğu halde sahnelenmemiş daha kaç oyun vardır?
Kimlerin oyunlarıdır?
ÖZDEMİR NUTKU’NUN 26 ÇEVİRİSİ YILLARDIR HAVUZDA YATIYOR ÖZDEMİR NUTKU’YA KİM VE HANGİ MAFYA ENGEL OLUYOR PEKİ?
Örneğin, dizinin sonunda tiyatooyun’a gönderdiği açıklamasının tamamını okuyacaksınız Sayın Prof. Özdemir Nutku’nun. Sayın Nutku, kendi çevirileriyle ilgili olarak şunu söylüyor: “Nitekim altmışlı yıllardan bu yana Edebi Kurul tarafından kabul edilen 30'a yakın çevirimden sadece dördü oynanmıştır.” Özdemir Nutku’nun 26 oyunu yıllardır havuzda yatmaktadır o kime sorsun hesabını? Özdemir Nutku’ya kim engel oldu, hangi mafya engel oldu acaba? Bu kadar gücü olup Büktel’i engelleyen Sayın Nutku, bu gücünü neden kendi çevirileri için kullanmadı?
Sence Özdemir Nutku yıllardır havuzda yatan 26 oyunundan dolayı hırsa kapılıp işi gücü, yazmayı bırakıp ciltlerce “Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları” intikam kitabı mı çıkarsaydı? Hayır bunu yapmadı, üretmeye devam etti.
Coşkun Büktel’in sadece bir oyunu ve bir çevirisi havuzdadır ve beklemektedir, başkalarının üç, beş hatta daha çok, örneğin uzun yıllar Edebi Kurul üyeliği ve Başkanlığı yapmış Sayın Nutku’nun bile 26’ya yakın oyunu havuzda olduğu halde sahnelenmeyi beklemektedir.
İşte tüm bunlara yanıt verdikten sonra gelin deyin ki böyle bir duruma, böyle bir haksızlığa sadece Coşkun Büktel maruz kalmıştır, bu nedenle bu Coşkun Büktel düşmanlığıdır, bu Coşkun Büktel Türk Tiyatrosu’ndan İnsan Manzaralarını yazdığından dolayıdır.
Diyebilir miyiz?
Tabii ki diyemeyiz. Bu gayet net ortadadır. Buyurun kendiniz araştırıp gürün. Yıllarca bu mücadeleye baş koydunuz ya bunu araştırmak bir saatinizi bile almaz. Sadece google başından kalkmanız gerekecek. Devlet kuruluşlarına dilekçe verip bilgi isteme hakkınızı kullanacaksınız.
TUNCER CÜCENOĞLU’NA NE DESTEK VERMİŞTİNİZ?
Daha önceki bir bölümde aslında toplumun sorunlarına da, tiyatronun sorunlarına da , yasaklamalara da hiç ilgisinin olmadığını anlatmış, Cuma Boynukara örneği vermiştik. Şimdi de kendisine boy aynası olarak seçtiği sıçrayıp sıçrayıp kafa atmaya çabaladığı Tuncer Cücenoğlu’ndan örnek verelim.
1973 yılında Coşkun Büktel ne yapıyordu sır. Filmlerde figüranlık mı yapıyordu yoksa reklam mı yazıyordu bilemiyoruz ama 1973’de Tuncer Cücenoğlu’nun “Öğretmen” adlı oyunu yasaklandığında bu mert, dürüst, gözü pek, mücadeleci coşkun Büktel’in ortaya çıkıp Tuncer Cücenoğlu adlı yazarın oyunu yasaklanamaz, bunu haber yapmayan yayınlar hata yapıyor diye ortalığı ayağa kaldırmadığını biliyoruz.
1983’de ne yapıyordu Coşkun Büktel? Üniversiteyi bitirmişti ve muhtemelen ya skeç yazıyordu ya da reklam metni yazıyordu. 1983’de Kadıköy Halk Eğitim Merkezinde görevli olan Tuncer Cücenoğlu bir yolsuzluk dosyasının üstüne gidince 1973’de senin bir oyunun yasaklanmış bahanesiyle, Yozgat ili Çekerek ilçesine "Sakıncalı Personel" olarak sürüldüğünde Coşkun Büktel bir tiyatrosever olarak ne tepki göstermişti? Uzun polemik yazıları mı yazmıştı? Bu haksızlığın üstüne gidelim mi demişti? Bu haksızlığa dur demeyenin hiçbir konuda söz hakkı yoktur demokratlıkları sahtedir diye ortalığı ayağa mı kaldırmıştı? Yooo belki de duymadı, duyduysa da ilgilenmedi bile.
Tuncer Cücenoğlu’nun Edebi Kurul’dan geçmiş, repertuara girmiş ve sahnelenmeye başlamış oyunu 13. sahnelenişinde yasaklandığında ne yapmıştı Coşkun Büktel bu yazarımız için?
Coşkun Büktel geçen sezon sahnelenmek üzereyken bütçe kısıtlaması nedeniyle bir çok oyundan vazgeçilmesi üzerine “Ölüleri Gömün” çevirim engellendi diye yaygara kopardığı gibi bir tepki mi göstermişti? Nasıl olur da Edebi Kurul’dan geçmiş ve sahnelenen bir oyun yasaklanır diye ortalığı ayağa mı kaldırmıştı? (O zaman internet siteleri yoktu) Bunu yazmayan sanat dergilerine hesap sormuş muydu? Yooo, belki de duymadı, ilgilenmedi bile. Skeç yazıp TV’den para kazanıyordu muhtemelen o sıralar Coşkun Büktel!
Tuncer Cücenoğlu’nun Yeşil Gece adlı oyunu 1973 yılında DT’de repertuara alınmış ama ilk kez 2004 yılında sahnelenme şansı bulmuştu Yani repertuara kabul edildikten tam 31 yıl sonra!
Senin “Theope” 15 yıl havuzda bekledi diye mağduru oynayıp toplumsal vaka haline getirmeye çalışıyorsun Tuncer Cücenoğlu ne yapmalıydı o halde? Ciltlerce “Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları” mı yazsaydı? Hayır bunu yapmadı, üretmeye devam etti.
* Sayın Tuncer Cücenoğlu’dan kendisine dair bu bölümle ilgili gelen düzelti ve ekleme ayrıca yazı dizisine dair gelen görüşler, ekler kısmında yer alacaktır.
YA DİĞER YASAKLANANLAR?
Daha Türk tiyatrosunda yasaklanmış, engellenmiş onlarca oyuna Coşkun Büktel ne tepki gösterdi bilen duyan okuyan var mı? Hadi çook geriye gitmeyelim Şubat 2008’de Muğla’da Duvar sahnesi yasaklandığında bir tepki gösterdi mi mağdur ve mağrur adam Coşkun Büktel?
Ne zaman mert, dürüst adam, cesur, gerçekçi ve muhalif oldu? Kendisinin de dahil olmak için iş başvurusu yaptığı Devlet Tiyatroları’na ne zaman muhalif olup eleştiren kitaplar yazmaya başladı?
Biz söyleyelim
Başarılı tiyatro oyuncusu eşinden ayrılmış mıydı o sırada bilemiyoruz.
Başarılı oyuncu kardeşi Metin Büktel’le daha o zamandan araları açılmış mıydı onu da bilemiyoruz.
Fakat ne zamanki reklam ve skeç yazarlığı ruhunu tatmin etmeyip, birden bire oyun yazarı olmaya karar verip 7 yıl uğraşıp “Theope”yi yazdıktan sonra kendini kanıtlama duygusuyla 8 yıl da sabırla sahnelenmesini bekledikten, yani tiyatroya bulaşmaya karar verdikten ama ortada hala elle tutulur tek sahnelenmiş oyunu olmadıktan 8-15 yıl sonra isyan etti ve Shakespeare’siz Herifler, Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları, ardından da çarpıtmalarla, yanıltmalarla dolu polemikleri geldi. Bu kitaplarında yazılanlar yüzde yüz doğru dahi olsa (ki doğru olmadığını, çarpıttığını anlattık) bu bireysel kuyruk acısının intikam dışavurumları değilse nedir?
Bütün bu olan bitenler, bugüne dek toplumunun ve Türk tiyatrosunun kendisi dışında hiçbir sorununa, hiçbir yasaklamaya, hiçbir engellemeye hiçbir tepki göstermemiş, toplumsal duyarlılıklardan özenle kendini uzak tutmuş, ego tatminini en sonunda yazdığı avantür gençlik dizisindeki artistlerin ününe kadar indirebilmiş bir bireysel egonun ve tatminsizliğin, bu tatminsizliklerinin ardına başkalarını da takma denemesi değilse nedir?
Aslında bütün bunlara gerek var mıydı? Zamanı Coşkun Büktel’e feda etmek doğru muydu? Bilemiyorum ama başta da söylediğim gibi ilgimi çekmiş, bu konuya eğilmekten, araştırmaktan kendimi alamamıştım. Yine başta söylediğim gibi, sonrasında küfürlere, hakaretlere uğramak ve bu hakaretlerin ardından Sayın Büktel’in yeni bir polemik kişisi olmamak için ismimi kullanmadım, kullanmayacağım. Sayın Büktel’den açıklama, yanıt beklemiyorum, öyle bir amaç da taşımadım başlarken, bitirdiğimde de öyle bir beklentim olmadığını gördüm. Diziyi takip eden okur kendi yargısına varsın, Sayın Büktel’i tanımak, bilmek isteyenler de sanal havuza atılmış bu incelememi istiyorlarsa seçer okurlar, istemiyorlarsa seçmez okumazlar. Ben incelememi, -zaman zaman da yorumlarımla birlikte- Coşkun Büktel portresini bitirdim.





YAZI DİZİSİNİNSONU


YAZI DİZİMİZE İLİŞKİN GELEN GÖRÜŞLER


PROF.ÖZDEMİR NUTKU YAZI DİZİMİZİ DOĞRULADICOŞKUN BÜKTEL YAZI DİZİMİZLE İLGİLİ OLARAKGÖRÜŞ SORDUĞUMUZ SAYIN ÖZDEMİR NUTKU METNİ BAŞTAN SONA OKUDUĞUNU BELİRTEREK ÇOK İYİ VE DOĞRU BİR ARAŞTIRMA YAPMIŞSINIZ YAZDI.KONUYU İNCİR ÇEKİRDEĞİNİ DOLDURMAYACAK, ÇAMUR ATMA GİRİŞİMİ OLARAK GÖRDÜĞÜ İÇİN BUGÜNE DEK PEK ALDIRIŞ ETMEYEN ÖZDEMİR NUTKU BİZİM DOSYA KONUMUZLA İLGİLİ DEĞERLENDİRMESİNİ RİCA ETMEMİZ ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİNİ YAZDIAYNEN SUNUYORUZ.
Metni baştan sona okudum. Çok iyi ve doğru bir araştırma yapmışsınız. Sizi kutlarım. Aslında bu incir çekirdeğini doldurmayan konudan sıkıldım. Ama dediğiniz gibi, bilip bilmeden başkalarına çamur atıp kendilerine rant sağladıklarını inananlara yanıt vermek de gerekiyor.Ben burada yazınızı desteklemek adına önce Devlet Tiyatroları Edebi Kurul'undaki işleyişten kısaca sözedeyim. Edebi kurul üyeleri yedi kişi olduğu için yazar yapıtını yedi nüsha olarak Başdramaturgluğa gönderir. Her oyun, ayrı kentlerde bulunan iki ayrı dramaturg tarafından incelenip rapor haline getirilir [bu raporlar her isteyene açıktır]. Dramaturg raporları en geç bir ay öncesinden üyelere gönderilir. Üyeler oyunları okur ve her biri kendi notlarını alır. Toplantıda, eğer yazarı ünlüyse ve oyunu artık başyapıtlar arasında yer almışsa açık oyla oylanır ve kararı yazılır. Bilinmeyen genç bir yazarın oyunuysa gizli oya başvurulur. Oyçokluğuna göre karar verilir. Ancak herhangi bir üye oylamadan hoşnut değilse, oyun üzerine tartışma açılmasını isteyebilir ve tartışma açılır; oyun bir daha oylanır. Seçilen oyunlar havuza konulur. Seçilen oyunların bir listesi, bölgeler dahil, bütün tiyatrolara gönderilir. Bu listelerden, Müdürlüklerce seçilen oyun metinleri talep üzerine gönderilir. Yazın yapılan koordinasyon toplantısında her bölge, müdürlük ya da yönetmen sahnelemek istediği oyunu belirtir ve onun bu isteği de genellikle kabul edilir. Edebi Kurul'un görevi oyunları değerlendirmektir; repertuvar hazırlamak değil. Repertuvar seçimi koordinasyon toplantısına aittir. Bu toplantıda Edebi Kurul Başkanı, yalnızca bir üye olarak bulunur ve herkes gibi bir tek oyu vardır. Bazan repertuvara seçildiği halde, teknik nedenlerden, kadro yapmak açısından oyun sahnelenemiyebilir. Koordinasyon toplantısında bu durum gözönüne alınarak repertuvara yedek oyunlar alınır. Böyle bir durum karşısında yedek oyunlar devreye girer. Edebi Kurul'un seçtiği ve havuza koyduğu binlerce oyunun arasında repertuvara seçilmeyen çok sayıda oyun vardır. Nitekim altmışlı yıllardan bu yana Edebi Kurul tarafından kabul edilen 30'a yakın çevirimden sadece dördü oynanmıştır. Neden oynamıyorsunuz diye, bir kez bile sormadım. Sormam da; çünkü repertuvar yapmak birçok olanağa dayanır. Yönetmen, proje olarak oyunu isterken kendi sahne imkânlarını, sanatçı kadrosunu, teknik donanımını dikkate alması gerekir. Sahnelemeyi çok istediği bir oyunu, bu hususlardan biri bile eksikse proje olarak gerçekleştiremiyebilir.C. Büktel'in 'Shakespeare'siz Herifler'i ile 'Haram Lokma'sı oybirliği ile reddedilmiştir. Ama Türkçeye çevirdiği, 'Amerikalı yazar Irwin Shaw'un 'Ölüleri Gömün' (Bury the Dead) adlı oyunu oybirliği ile kabul edilmiştir. Theope konusu da yazdığınız gibidir. Başka bir şey araştırırken 16. yüzyıla ait bugün artık adı anılmayan, onun için de kitapta sadece adı geçen, belki de metni kaybolmuş olan bir Fransız yazarın 'Théope' adlı oyununu gördüm. Fransızca bilmediğim için [Coşkun Büktel'in de Fransızca bildiğini sanmıyorum] bir bilim adamı olarak dikkatimi çekti; ben de bundan sözetmek gereğini duydum. Bilmediğim bir oyunla bir kimseyi itham etmek kadar saçma bir şey olamaz. Konu olarak aynı mı değil mi, onu merak ettim. Konu aynı olsa bile, her yazarın o konuyu işlemesi farklıdır. Shakespeare de konularınının çoğunu başkalarından almadı mı? Aldı diye onu itham edebilir miyiz? Edemeyiz, çünkü Shakespeare, aldığı her konuyu kendi dehası ile bambaşka bir biçimde işleyip başyapıtlar üretmiştir. Doğrusu ben, Büktel'in bukadar gocunmasını bir türlü anlıyamadım. Bu, ortalığı velveleye verip kendine rant sağlama politikası mı? Büktel'in, böyle içi boş şeylerle uğraşacağına, yeni oyunlar üretmesi Türk Tiyatrosuna katkı olmaz mıydı?Bunca yıl geçti ne oldu? Bazı sözleri çarpıtarak kendinden söz ettireceğini sananlar, güneşi balçıkla sıvamaktan öteye geçemezler.Özdemir Nutku

TUNCER CÜCENOĞLU YAZI DİZİMİZE DESTEK VERDİ
Coskun Buktel'i Özdemir Nutku gibi bu ülke tiyatrosuna inanılmaz hizmetler yapmış bir duayene saldırdığı için kınıyorum..Ona önereceğim şeyler ise, en yakın zamanda esaslı bir psikiyatr'e giderek sağlığına kavuşması.....

Sevgili Dost, Benimle ilgili bütün bilgiler beni şaşırtacak ve belleğimi tazeleyecek kadar doğru..Tek yanlış bilgi Öğretmen oyunumun l987'de DT'de oynanırken yasaklanmasıdır... Çünkü oyun ilk bölümlerde de belirtttiğiniz gibi l973 yılında Ankara DT'de sahnelenirken yasaklanmıştır... l987'de değil...Kaldı ki benim bazı oyunlarım sahnelenirken paldır küldür kaldırılmıştır...Şimdi tarihleri tam olarak hatırlamıyorum ama örneğin Çıkmaz Sokak, Sivas DT'de oynanırken (sanırım l999 yılıydı), Neyzen Tevfik Bursa DT'de sahnelenirken (sanıyorum 2006 yılıydı) durdurulmuş/kaldırılmış oyunlarımdır...(Bu arada bir de YEŞİL GECE ile ilgili bilgi vermek isterim...Yeşil Gece ilk kez 1973 yılınde DT genel repertuarına alınmış bir oyunumdur... Tam 2004 yılına kadar zaman zaman sahnelenmek istenilmesine rağmen sahne ışıklarına çıkartılamamış ancak 2004 yılınde Ankara DT tarafından sahnelenmeye başlanmıştır...Ve kapalı gişe sahnelenirken de ertesi dönem oynanmamıştır.)Bu oyunularımın engellenmesinde bile DT'yi yıpratmamak, bu köklü kurumumuza zarar vermemek amacıyla hep susmuşumdur... Bu bir aydın sorumluluğudur... Coşkun Büktel'i Özdemir Nutku gibi bu ülke tiyatrosuna inanılmaz hizmetler yapmış bir duayene saldırdığı için kınıyorum..Bir çok tiyatro adamına sataşmaya çalıştığı için de ayrıca kınıyorum...Benim ona tavsiyem enerjisini böyle mesnetsiz şeyler için harcamamasıdır. Ömrü boyunca önermesi bile yanlış bir oyun denemesi yapıp onunla var olmaya çalışmasını da ayrıca ayıplıyorum..Ona önerecegim şeyler ise, en yakın zamanda esaslı bir psikiyatr'e giderek sağlığına kavuşması, artık kabızlık yapmaması, öncelikle oyun yazmayı öğrenmesi ve tiyatromuza başarılı yapıtlar kazandırmak için yaşamının bundan sonraki bölümünde üretime dönük çaba göstermesidir....Sevgiler..Tuncer Cucenogluwww.sehirtiyatrolari.com/tuncer

YAŞAM KAYA'DAN YAZI DİZİMİZE DESTEK VE TEŞEKKÜR
Sayın TiyatrO Oyun Yöneticisi, Coşkun Büktel'in cehaletini ortaya koyan belgeleri yayınladığınız için kendi adıma teşekkür ediyorum sizlere. Kendisini Türk Tiyatrosu'nun dahi yazarı sanan bu zat'a karşı yürüttüğünüz mücadelenin arkasındayım. Umarım bu yazılardan bir diğer cahil Hilmi Bulunmaz da kendisine pay çıkarır. Cücenoğlu Türk Tiyatrosu'nun yetiştirdiği büyük yazarlardan bir tanesidir. Tekrardan sizleri kutlarım. Saygılarımla...Yaşam KAYALondon İncidentTiyatronline EditörTiyatro GazetesiEğitimci, Tiyatro Eleştirmeni

LEVENT ÇAĞLAYAN, SILA İLYASOĞLU VE HAKAN URCU'DAN YAZI DİZİMİZE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

BİR "İNTİKAM" BİR "DÖNÜŞÜM"
Levent Çağlayan

Uzun zamandır bilindiği gibi bazı tiyatro sitelerin de büyük tartışmalar yaşanıyordu. Eski yemekleri pişirip gündeme getirircesine günahlar çıkarılıyor ve kimliksiz bir site ile belki de bizim bile bilmediğimiz intikamlar bugüne yansıyordu. İlk olarak muhalif yazar-yönetmen olarak tanıdığımız Hilmi Bulunmaz’la kimliksiz adı meçhul Burak Caney’in geçmişten süre gelen intikamlarını izledik, şaşırdık ve kimi zaman hak verdik. Tiyatro’nun kıyısında köşesinde birileri olarak yorum yaptık, düşündük, kıyaslamalar yaptık. Bu yaptığımız kıyaslama bizleri öyle yerlere getirdi ki zorunda bırakıldığımız kıyaslama da bile hakaretlere maruz kaldık. Adımız siteler de Facebook’ta açan gül ya da güller olarak bile yayımlandı. Yazabildiğimiz ya da fikrimizi anlatmaya çalıştığımız siteler de yazdığımız için ise ‘’o…ç..’’ ilan edildik. Ne içindi bunlar? Biz kimleri hangi kavga ve hangi sanatın yok olma çabasını kurtarmak adına savunuyorduk? Bir zamanlar ne olmuşsa olmuş kimsenin pek kestiremediği kin yüzünden kullanıldığımızı, yangına benzin ile gittiğimizin farkında mıydık? Değildik, çünkü inanmıştık, çünkü kandırılmıştık, çünkü dolandırılmıştık, çünkü masumduk.

"EDEPSİZLERE DUR DE!’’
Hatırlarsanız, Hilmi Bulunmaz uzun zamandır yapılan videolardan suçlamalardan iftiralardan dem vuruyordu. Vururken de hem Ertuğrul Timur hem de Mustafa Demirkanlı’dan şüphe etmeden de edemiyordu. İkinci dünya savaşına hazırlık yaparcasına araştırıyor ve videoları yayımlayan hakaret eden kişiyi namı diğer adı Burak Caney’in kim olduğunu bulamıyordu. Ve haliyle bulamadığı için öfke kusuyor, kustuğu için de bize o…ç… dediği gibi, kimliksiz kişiye veryansın ediyordu. Bu durumu bir malzeme olarak gören tiyatrooyun.org ‘’Karşıdaki Bayrak Yaktı” dercesine insanları önüne sürüyordu. Sürerken de insanlar inanıyor, inandıkları için de haliyle çoğalıyorlardı. Yeni kurulan takıma oyuncu alırcasına çalışmalara başlayan tiyatrooyun.org bir süre sonra tiyatro camiasına ışık olacak ve haliyle Hilmi Bulunmaz ada rakip olacaktı.


"VE PERDE! TİYATROOYUN.ORG"

Ve gün geldi ismi meçhul Burak Caney olan kişi bir site kurdu. Kurarken de yanına birçok kişinin desteğini aldı.

Kurmuş olduğunuz bu yeni tiyatro sitenizi kutlar, başarılı olacağına inanarak sevgilerimi iletirim. Özdemir Nutku www.tiyatro oyun.org

İnternet üzerinden yayıncılık yapan genel haber, tanıtım esaslı siteler arasına bir yenisi daha katıldı. Tiyatrooyun.org profesyonel bir tasarımla ve profesyonel bir ekiple yayın yaşamında olduğunu duyururken site yazarları arasında oyun yazarı Tuncer Cücenoğlu, Eleştirmen, TEB Başkanı Üstün Akmen, Mizah Yazarı Cihan Demirci, Azerbaycan Yuğ Tiyatrosu Rejisörü Rasim Aşın, Tiyatro Dergisi Editörü Mustafa Demirkanlı yer alıyor. Yayına destek verenler arasında Prof. Özdemir Nutku 'da yer almakta. Site, güncel ve sürekli haber eklenebilen tasarımı ile dikkat çekiyor.
Tiyatrooyun’a yayın yaşamında uzun bir ömür diliyoruz. (tiyatrom.com)

Yeni tiyatro yayımına başlayan site kalem kavgası ve düzeysiz diyaloglara dönmeye başlayınca desteği azaldı.


''DEMİRKANLI ALACAKAPTAN'I SEÇTİ''

Mustafa Demirkanlı tiyatrooyun.org’dan desteğini çekti

"Sayın Editör,
Hilmi Bulunmaz-Coşkun Büktel ikilisine karşı verdiğiniz mücadeleyi desteklerken, desteğimin şartlı olduğunu belirtmiş, bu ikilinin düzeyine düşmemeniz şartını koymuştum.

Ancak, TODER Başkanı Ulvi Alacakaptan ile ilgili facebook yazışmalarınızdan sonraki yayınlarınızı onaylamıyor ve yazı desteğimi bir süreliğine çekiyorum. Sitenizdeki mevcut banner’ı da yeni yazı gönderirsem, gönderene kadar kaldırmanızı rica ediyorum.

Bunun dışındaki ataklığınızı ve haber zenginliği ile ilgili olarak gösterdiğiniz çabayı kutlarım. Tekrar dikkatinizi çekiyorum, bu ikilinin düzeyine düşmeyin.

Sevgiyle

‘’Yayın hayatına yeni girmiş olmasına rağmen ödülü de alan tiyatrooyun.org başarısının tadını da çıkarıyordu.’’

Ortaya çıkıp biraz parayı gözden çıkarıp hazır bir site yapıveriyorsunuz, sonra gönderilen mailleri haber yapıp yer veriyorsunuz. Oluyor bu size tiyatro sitesi, siz de hemen tiyatro yayıncısı sayılıp bağırlara basılıveriyorsunuz. Bunlar kimdir, necidir, daha önce neler yapmışlardır, bundan sonra neler yapacaklardır, sorgulamak ya da "bu yıl bekleyip görelim bu istikrarı gösterirlerse seneye verelim" deseler belki anlarım. Ama bir Türk Tiyatrolar Birliği bannerı koydu diye ödül veriyorsalar, bence ödüllerinin değerini çok ucuzlatmış oluyorlar.

Ertuğrul TimurEski tiyatrom.com yayıncısı

Artık bazı şeylerin farkına varılıyor, vardıkları içinde bu durum tiyatrooyun.org un hoşuna gitmiyordu. Yine bir zamanlar yola başladığı taktiği şimdi de kullanıyordu.

''Bu sabah itibarıyla eski tiyatro sitelerinden Tiyatrom’u apaçiler bastı Site yayıncısı küfüristan'a iltica etti!''
''Tiyatro Dergisi editörü Mustafa Demirkanlı reklam kokusu alınca kırk yıldır sorunlu olduğu Hilmi Bulunmazla kahve sohbetlerinde buluşuyor.''

“İNTİKAM’’

Gündemi oldukça meşgul eden Burak Caney-Hilmi Bulunmaz sanal kavgaları, yüzlerce kişiyi de içlerine alıyor, hatta tiyatrooyun.org’a destek verenler arasın da bulunan kişiler bile bir Burak Caney zannedebiliniyordu. Ve Hilmi Bulunmaz sözünü yine esirgememişti.

''Buradan bir kez daha yineliyoruz: Burak Caney'i ve Burak Caney'in hela kapısı gibi çift "oo"lu (tiyatrooyun.org) sitesini bu saniyeden sonra kim desteklerse o....ç..dur! (H.B)

''Benim yanımda olan bin yaşasın'' misali her kimse kimin kabuğuna giriyorsa o kabuk tarafından iyi korunabiliyordu. Çünkü saflar belirlenmiş, kim kimi ne için koruyacağını pek kestiremese de destek veriyordu. Oysaki bu bir videodan resimden ibaret değildi, bu ''intikam'' başkaydı. Kimsenin kestiremediği ''intikam'' kendini sadece fotoshop dolu videolarla gösteriyordu. Yani bu Hilmi Bulunmaz’ın sırtından süre gelen kavga (intikam) rengini bir süre sonra başka yöne doğru çevirecekti.
Bir zamanlar Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Buktel ile başlayan çift “oo”lu site bir süre sonra seçimde bulundu. Hilmi Bulunmaz’ın sözlerini çatısına ekleyen tiyatrooyun.org, Coşkun Buktel’in de geçmişten bugüne bütün dosyasını yıllardır sanatın içinde var olduğunu kanıtlarcasına ortaya çıkardı.

"İnsan, yaşadıklarıyla birlikte var. Yazar, yaşadıklarının sağladığı özgünlükle üretir." HİLMİ BULUNMAZ.


''COŞKUN BUKTEL TARUMAR OLDU'' (tiyatro oyun.org)

Peki, asıl amacı nedir çift "oo" lu sitenin? Usta kalemleri paravan yapmanın getirdiği güç, neyi örtmenin zeminini hazırlıyor? Taraf olmaktan herkesin korkmaya başladığının farkında mıyız? Asıl amaç genel manada küfürbazların ne olduğunu göstererek kendi kutsal amacına hizmet etmek midir? Yoksa bilinçleriyle oynadığı önemli zatların arkasından taş atmak, linç etmek midir malum şahsın amacı. Neden aklımıza Büktel geliyor? Çok açıktır ki sitenin genel şablonu; sanki bir illizyon yaratarak sanatsal bir sitenin fark ettirmeden sürekli ama yenilikçi bir Coşkun Büktel muhalefetini her gün her hafta reklam verircesine yayınlamasıdır. Bu açıdan başlangıçta kendine biçtiği misyonu bitirmekte bir bahis görmemektedir. Peki, bu sitede yer alan yazarlar bu gerçeğin farkındalar da neden tepki ortaya koymayarak kendi amacına hizmet eden bir sitede yazmayı sürdürmektedirler. Burada belirtirim ki ben tiyatrooyun.org sitesinde yazımın yayımlanmasını istemiyor ve site yetkililerinden çıkartılmamı talep ediyorum.


"AKIL TUTULMASI BİLİNÇLİ SONA DOĞRU"

Sözde tiyatro sitesin de hiç kimsenin Türkiye yiyatro yaşamına, düşünce hazımsızlığı çektirmeye hakları yok. Yeter demiyorum, çünkü yetmez bu kadarı. Dibe vurmadan yukarı çıkılmayacağı bir gerçek ve şu an tiyatro düşün yaşamı dipte ve onu çıkaracak ne bir hoca ne de bir yasa var. Diyalektiğin gereği olarak zamanın yasasını bekleyeceğiz. Ancak beklerken de susarak taraf olmayacağız. Sanat "sevicisi" zararlıların, gerçeğin sesi tiyatro sanatının binlerce yıllık birikiminin altında kalması yakın, buna kimsenin kuşkusu olmasın. Yukarıda belirttiğim aylardır beynimizi kemiren birilerinin hesaplaşmalarına istemeyerek de olsa içinde bulunduğumuz olayların sadece bir kısmıdır.

Diğer kısım ise yıllardır süre gelen (sözde) bir iftiranın durmadan kiralanıp, kullanılıp birilerine pay çıkarmak adına gündeme getirilmek için üretilmiştir.

“İFTİRAYI SATIN ALMAK YA DA VİRÜSLE BULAŞTIRMAK’’(1)

Tüm garp ve AB ülkeleri hatta ABD deki tiyatro kişileri de Coşkun Büktel'in Theope oyununun neden DT 'de sahnelenmediği konusunda şaşkınlık içerisinde. Dünya Tiyatro Birliği resmi açıklamasında "Türkiye'nin bu durumda süresiz Tiyatro Birliğinden çıkarılmasına oy birliğiyle karar vermiştir" ibaresi yer alıyor. Bu durumda DT Genel Müdürlüğü’nün komisyonu toplanıp oyunu önümüzdeki sene tüm bölgelerde oynatma kararı alması, tüm tiyatro birliği ülkelerinden özür dilemesi ve ayrıca Coşkun Büktel 'e Milli Yazar Unvanı’nın bir an evvel TBMM toplantısıyla karara bağlanması mutlak ama mutlak gerekmektedir. Aksi bir durumda Türkiye'nin ekonomisinin ne hale geleceği, doların nasıl yükseleceği, borsanın dibe vuracağı, İstanbul’da deprem olursa 8.5 lik bir büyüklüğe sahip olacağı aşikardır. Tüm imam kadrosunun bu duruma karşı "affet bizi Büktel" şeklinde dua pozisyonu alması, her saat başı tekbir getirmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sağlaması gereken öncelikli görevidir. Mars'ta hayat bulunmamasına rağmen dünya medyasının Büktel'in Theope oyununun sahnelenmemesi skandalını gündeme alması olayın ne kadar evrensel, hatta evrenler arası boyutta olduğunun göstergesi. Bu yapılması gereken şeylerden önce Büktel'e başbakanlık tarafından biri zenci 4 yakın koruma vermesi, bulunduğu yerden alınıp korunaklı bir tripleks bodrum katına yerleştirilmesi gerekmektedir. Hepimizi bu yapılan ve ülkenin geleceğini etkileyen durum karşısında sessiz kalmamaya ve İstanbul DT’de gösterilmek üzere skandalı yaratan videoyu izlemeye çağırıyorum.


"İFTİRAYI KİRALAMAK YA DA KULLANMAK" (2)

Nem kapan sorumlu sanatçılar tarikatı ise son mağdur emiz. Bu kadar mağduru olmasının nedeni her ne kadar 3. Dünya ülkesi olmamışsa da, Osmanlı’nın kaç asırlık mirasının yarattığı altyapının da etkisi büyüktür kuşkusuz. Bir de Bizans'a komşu olmamız tabi. Bakınız bu tarikatın gelişim sürecine. Onları var eden, taktiksel gelişimlerini sağlayan Coşkun ve Hilmi isimli tiyatro "duayenleridir". Tiyatronun ahlaki sorumluluğunu sıkı sıkıya sahiplenirler. İsim babaların belli olmaması karşı tarafa koz verse de Hilmi ve Coşkun'un en sevdiği kozun; koz helva olması bu cemaati yaptıkları her şey için umutlandırmak ve cesaretlendirmektedir. Siteleri ve dergiler hatta ünlü yazarları vardır. Bu ünlü yazarlar çocukluğumuzun tiyatro ikonlarındandır. İsimlerini duyduğumuzda yazılarının içeriği ikinci plana düşer. Her girdikleri yerde namları bulundukları yeri hak etmediği yerlere taşır ve ilgi yumağı yaparlar. Bu durum, grubu cemiyet değil "tarikat" yapan yegâne faktördür. Karşı durdukları kişilerin karşısındakiler en önemli gıdalarıdır, ancak gıdaları kime vitamin oldukları nasıl çıktı haline dönüştüklerinin farkında değildir. Bu anestezinin içeriğinde öfke, “düşmanımın düşmanı dostumdur’’ ve insana özgü bir bencillik muhtevası bulunmaktadır. Yapılarına girenler her dediklerine "paşam" demek durumundadır, yoksa kutsal yemini bozmuş ve tarikattan aforoz edilmiş sayılır. O yüzden mümkünse çıkmak, girilmemişse hiç girmemek en asıl çözümü oluşturur. Girenler kısa bir zaman dilimi içerisinde anti-büktel ve anti-bulunmaz politik okullarında siyasi ve psikolojik eğitime tabi tutulur ve akabinde yazı kadrosuna gönderilir. Yani eylem insanı olurlar. Bu insanların yazdıkları yazılar, karşı ikilide ''Übermensch''; yani üst-insanın temellerini sağlar. İnsan'ın eksikli, yani tamamlanmamış bir varlık olmasının karşısında Bulunmaz ve Büktel gibi iki Türk "Übermensch" vardır. Ve bu anti büktel, bulunmazcı tarikat İstanbul merkez olmak üzere Anadolu’nun güzide illerinde hücre örgütlenmesiyle internet üzerinden yaşamını devam ettirebilme başarısını göstermektedir.

Yukarda yer alan 1 ve 2 numaralı yazılar, aylardır beynimizi kemiren olaylar silsilesinin sahiplerine yapılmış bir hicivdir.


Yayımlanmadan önce Hakan Urcu'nun notu:

"Süreç bu olayları takip eden herkesi hak ettiği yere savururken, yaşananlardan özeleştiri çıkarmak bilgeliğine sahip olan kişi sayısı ne kadar az. Hele ki yazıyla açıkça bu durumu ortaya koyan kaç kişi sayabiliriz. Taraf olarak kendine görünmez kalkan yapan ya da yaptığını sanan nice kişi değersiz hesaplaşmaların ortasında Türkiye'de tiyatro yaşamına neler kaybettirdiğinin farkında mı orası şüphe götürür. Hele ki bu durumun içersindekiler ülkenin eli kalem tutan az sayıdaki tiyatro adamıysa durum daha vahim hale geliyor. Bu saatten sonra söylenecek her söz her taraftan da ciddiyetin ilgası anlamına gelecektir. Bu tartışmalar ''hiciv'' dönemine girmiştir, varın gerisini siz düşünün..."


Yayımlanmadan önce Sıla İlyasoğulları'nın notu:
" Gerçekleri bu kadar güzel yansıttığın için sana teşekkür ediyorum. Hayali öğelerle benzetmelerin çok olması ne kadar da uymuş olayın akışına. Çünkü Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz ancak fantastik başlıklı alaycı paragraflarla eleştirilebilirler. Onları gerçek olarak kabul edemeyeceğimiz, hatta varlıklarını bile tanımayacağımız için, onları, oyunları oynanmadığı için haksızlığa uğrayan ve dünya çapında yankı uyandıran iki komedi karakteri olarak görebiliriz. Bu iki karakter o kadar komiktir ki, onların muhalifleri de kendilerine benzer. Kendini bilmeyen ve amacı belli olmayan bir şekilde uydurma sitelerde uydurma yayınlar yaparlar. Yani anlayacağın, gerçek olmayan iki kişi millete saldırsa ne olur? Bana sitelerinde " Facebook bataklığında açan gül" deseler ne olur? İkisini ve muhaliflerini de bu güzel hicivlerin içine hapsetmek, aklımıza geldiğinde de okuyup gülmek lazım. "


YAZI DİZİMİZ BOYUNCA GELEN OKUR DESTEKLERİ
Çığ’ın değil ne olduğunu, son yılda oluşturduğu kayıpları bile bilmeyen; en az deprem kadar yıkıcı doğa olayını çitlerle, ağaçlarla, 2 km yer değiştirerek önleneceğini sanan
Coşkun Büktel
Evet, "Çığ"daki çığ, yalnızca bir doğa olayıdır. O nedenle, insanların baskıcı yönetimlere karşı susmayarak haykırması ne kadar makul ve mantıklı bir eylem ise, baskı ya da sömürü aracı olmayan çığ gibi doğal bir tehlikeye karşı haykırması da o kadar abuk ve dangalakça bir eylemdir. Haykırarak, karşı çıkarak baskıcı yönetimleri durdurma ihtimaliniz vardır, ama çığı haykırarak durduramazsınız. Ağaç dikerek, set çekerek, ya da konuyu bilenlerin önerecekleri başka somut önlemler alarak durdurabilirsiniz. Bütün bunlara rağmen durduramıyorsanız, orada yılın dokuz ayı cinsel perhizle yaşamak yerine, gider evinizi birkaç kilometre öteye kurarsınız. Ama Cücenoğlu'nun abuk sabuk oyununda, bu somut ve makul seçeneklere asla değinilmiyor, bu somut ve makul seçenekler asla tartışılmıyor. (Değiniliyor, tartışılıyor diyen varsa, göstersin, yayınlayalım.)
diyor.
Not: Çığ eleştirisine eleştiri de Coşkun Büktel’in savları tartışıldı, çürütüldü, Büktel, kaynak göstererek yayınlayabilir, ayrıca izin almasına gerek yok. TiyatrO Oyun

OLAY ARTIK CİDDİYE BİLE ALINMIYOR VE BÜKTEL'İN SAÇMALIKLARI BÜKTEL FIKRALARINA DÖNÜŞTÜ. İŞTE BİR ÖRNEK :

Bu felaketlere çözüm üreten Coşkun Amcaya biri depreme karşı da önerilerini sormuş ve o da şöyle cevaplamış 1- Önce Dünya uzayda sağlam bir noktaya çelik halatlarla bağlanır. Mesela Merkür gezegenine olabilir 2- Ardından Her eve bir theope alınır "başucu" kitabı olarak.. Depremde göçük altında kalan başucundaki bu kitaba uzanıp okur canı sıkılmaz Theope ile hayata bağlanır 3- Ağaç dikilir depremde kayan binalar ağaca takılır depremde göçük azalır 4- Binalar tekerlekli yapılır deprem başlayınca 1-2 kilometre itelenip deprem olmayan noktaya gidilir 5- Benim gibi büyük bir yazar insanlara azim vereceği için her yerden görülebilecek ve depreme dayanıklı heykelim şehir merkezine dikilir 6- Set çekilir depremde evlerdeki su bidonları sarsılıp devrilince akan sular sel felaketine neden olmasın birde o felaketle uğraşmayalım 7- Bana cevap veremeyen Türk Tiyatrosunun bütün angutları çürük evlere yerleştirilir böylece depremden sonra Türk Tiyatrosu sıfırdan yapılandırılır böylece belki benim müracaat edip giremediğim Devlet Tiyatrolarında bana da iş imkanı doğar.
Burak Aktuğ [ 27 Haziran 2008 10:58 ]




COŞKUN BÜKTEL HALKININ CAHİLİ!

VEDAT SAR

Az önce Coşkun Büktel'in sitesine girdim. Bakalım bunca eleştiriye ne yanıt vermiş diye. Ama adam o kadar kindar ki yazılanlara cevap vermek yerine Tuncer Cücenoğlu'nun Çığ adlı eserini eleştirmeye kalkmış. Ama bu eleştirisinde de kendi cahilliğini bir kere daha ortaya sermiş.
İzmir'de doğmuş büyümüş memur çocuğu; ardından istanbul'da geçmiş yaşamı ile Anadolu şartlarını, Anadolu halkını, Anadolu gerçeğini ve bizim toplum yapımızı hiç tanımadığını ortaya serdi.

Zaten kendi halkına yabacılaşmış olmasa halkını anlatan eserler ortaya çıkarabilirdi. NeTheope, ne diğerleri bizim toplumumuzla alakasız eserler.
İşte Anadolu gerçeğini bilmediği için de her şey ne kadar basit geliyor.
Önce coşkun Büktel'in eleştirisini kopyalıyayım

(...) Cücenoğlu'na cevap olarak bir kez daha tekrarlayalım: Evet, "Çığ"daki çığ, yalnızca bir doğa olayıdır. O nedenle, insanların baskıcı yönetimlere karşı susmayarak haykırması ne kadar makul ve mantıklı bir eylem ise, baskı ya da sömürü aracı olmayan çığ gibi doğal bir tehlikeye karşı haykırması da o kadar abuk ve dangalakça bir eylemdir. Haykırarak, karşı çıkarak baskıcı yönetimleri durdurma ihtimaliniz vardır, ama çığı haykırarak durduramazsınız. Ağaç dikerek, set çekerek, ya da konuyu bilenlerin önerecekleri başka somut önlemler alarak durdurabilirsiniz. Bütün bunlara rağmen durduramıyorsanız, orada yılın dokuz ayı cinsel perhizle yaşamak yerine, gider evinizi birkaç kilometre öteye kurarsınız. Ama Cücenoğlu'nun abuk sabuk oyununda, bu somut ve makul seçeneklere asla değinilmiyor, bu somut ve makul seçenekler asla tartışılmıyor. (Değiniliyor, tartışılıyor diyen varsa, göstersin, yayınlayalım.)
(...)
çığ gibi doğal bir tehlikeye karşı haykırması da o kadar abuk ve dangalakça bir eylemdir.

Coşkun Büktel böylece halkımıza açıkça dangalak demektedir. Zira acı çeken , acı içinde kıvranan insan için çığlık, haykırış ağlamak ve ağıtlar birer çare olması için değildir bu bir iç boşaltmasıdır, dürtüseldir de. Coşkun Büktel hadi hayatında hiç Anadolu'da yaşamamış ama Türk filmlerinden de Anadolu gerçeğini görmemiş mi? Nehirde boğulan bir sevdiğinin ardından Fırat'ın üstüne saldıran Fırat nehrine bağırıp çağıran Kadir İnanır kadar Anadolu gerçeğini görememiş mi? Ağıtlarda , feryatlarda doğal olan pek çok koşula isyanı feryadı şiirlerde hiç mi okumamış? Ama doğrudur okumamış olabilir ne de olsa Coşkun Büktel İzmir çocuğu, nerden bilsin Anadolu halkını.. O antik Yunan çağını okumayı tercih etmiş belli ki.
kendisi İngiltere metrosunda Türk usulü sözlerle seyyar satıcılar yerleştirdiği haram lokma sendromunu utanmadan sıkılmadan oyun diye yutturup DT Edebi kuruluna sunuyor ama doğal olaylar hatta bırakın doğal olayları bir trafik kazasına karşı dahi yükselebilecek feryatları , isyanı abes buluyor. Neymiş feryat ancak toplumsal baskıya karşı olursa anlamlıymış. Çok da bilir ya toplumsal baskı ve karşı duruşu! Coşkun bey feryat ve isyan her zaman çözüm üretmek için kullanılmaz bazen anlamsız da olsa bir iç boşaltmasıdır. Şimdi sen camı aç da şöyle bir feryat et bakalım kezzap içirilmiş gibisinden olsun!
Devam edelim

Ağaç dikerek, set çekerek, ya da konuyu bilenlerin önerecekleri başka somut önlemler alarak durdurabilirsiniz.


Dişlerimizi fırçalayalım, terli terli su içmeyelim demeyi unutmuş Coşkun Büktel. Bre adam çözüm yollarını düşünecek ve uygulayacak olanlar bellidir. Ve çözüm yolları da uygulanır yada uygulanmaz. Anadolu da bir yılda kaç çığ düşer yada erozyonla ne kadar toprak kaybı olur bilmezsin tabi. Git sen bu tavsiyelerini etkili ve yetkililere yap ama nene gerek sen diziler yaz nescafeni al pencerenin kenarında keyfine bak. Çığa çözümler bellidir yada belli değildir doğal felaketler halen Türkiye'nin ve Anadolunun gerçeğidir. Nasıl ki depreme karşı önlemler çok iyi bilindiği halde uygulanmıyorsa çığ içinde geçerlidir bu.


Bütün bunlara rağmen durduramıyorsanız, orada yılın dokuz ayı cinsel perhizle yaşamak yerine, gider evinizi birkaç kilometre öteye kurarsınız.

İşte Anadolu şartlarını ve Anadolu insanını bilmeyen Coşkun Büktel... Değil bu felaket çok daha gerçek ve her gün yaşanan felaketlere rağmen Anadolu insanının köyünü evini terk etmediğini, terk edemeyeceğini nereden bilsin?
Bir çığ yada heyelan bölgesinin bir kaç kilometreyle geçmeyeceğini bunun bazen 10 yada 20 kilometrelik bir alan olduğunu nereden bilsin? Bilmediği içinde 2 kilometre öteye kurun köyünüzü der sıcak nescafesini yudumlarken dizisine ara verip Tuncer Cücenoğlu'na ayaküstü eleştiri uğruna! (Cücenoğlu neden hiç dizi yazmıyor bir de buna değinse ya?Ben söyleyeyim biri edebiyatçı, yazar...diğeri reklamcı TV senaristi)

Değil çığ tehlikesi terör yada mayınla iç içe yaşamalarına rağmen köyünü terk etmek istemeyenleri de bilmez. Neden köylerin, köylülerin mayınla iç içe yaşadıklarını asla anlayamaz kent burjuva soylu Büktel.
Teröre rağmen ve zorla göçe zorlanmalarına rağmen göç etmemek için ne kadar direndiklerini de bilmez çünkü mesela bir kürt sorunuyla hiiiç ilgilenmemiştir.
Zorunlu göçe neden direndiklerini anlayamaz birçok şehirli burjuva gibi. Köylünün ata diyarını, ata evini terk etmemek, belki bir akarsu belki bir göze yanında kurulu köyünü terk ederse bir daha hayvan besleyecek akarsu, göze olan ortam bulamayabileceğini bilmez. Neden medeniyetlerin hep su çevresine kurulduğunu bile bilmez belli ki. Yada tarlasının, harman yerinin, yıllardan beridir sürdüğü ekili alanın yılların ona ata armağanı meyve ağaçlarının terk edilmesinin ne demek olduğunu bilmez. Çünkü o kentlidir. Beğenmiyorsa 3 sokak öteye taşınır olur biter. Bilmez köylünün evi barkı diyarı ne demek. taşınıversin canım Allallaa bunu da mı düşünemiyor der geçer.
Hükümetin baraj yapacağım dediği ve sular altında kalacak dediği köylerin sular altında boğulma riskine rağmen neden boşaltılmadığını anlayamaz. Çünkü Coşkun Büktel bir kent burjuva çocuğu.
Tuncer Cücenoğlu gibi köyden çıkıp doğmamıştır. o nedenle Tuncer Cücenoğlu "öğretmen" i anlatır, ırgat Hasan'ı anlatır, çığ da köylüyü anlatır, kadın sorununu anlatır ama Coşkun Büktel antik çağı ansiklopedilerden öğrenip yazmaya çalışır yada fiyasko gibi fiyaskolarla toplumundan uzak kitaplar yayınlar!

Cinsel perhiz sadece yüksek ses çıkarmamak değildir aslında.
Bu saf anadolu insanının uğur uğursuzluk günah kavramlarının da bilinçaltı etkisi ile kendine koyduğu bir sakınmadır.
Bir perhiz değil bir nevi oruçtur.
Bu günahı işlerse belki de başına yağacak gazapla cezalandırılacağı korkusudur bilinç altındaki.
Ama Coşkun büktele göre ne var? "Taşın 2 kilometre öteye seviş sevişebildiğin kadar 12 ay 24 saat! oooh"
jakuzisini de suyla doldursun mu?..

İşte Toplumdan uzak, Anadolu'dan uzak, sığ bir kent burjuva yazarın sözümona Çığ eleştirisi. ne kadar cahil olduğunu gözler önüne seriyor bir kez daha...



Kazım bey bilmem haddinizi aştığınızın farkında mısınız? sizi saygılı ve edepli olmaya, haddinizi bilmeye davet ediyorum Kimin ne öğreneceği konusuna gelince Sizin Büktel'in yazdıklarından başka fazlaca bir şey bilmediğiniz her gün biraz daha ortaya çıkıyor Ama bu forum sayfaları iyi oldu bir genç insan, yani siz burada yazılanlar sayesinde her gün yeni bir şeyler öğreniyorsunuz Şimdi de sabırla birşey daha öğreteyim. Eğer Coşkun Büktel Devlet Tiyatrolarında çok istediği rejisörlük işine kabul edilip işe alınsaydı bütün bunları yazamıyacaktı. Siz şimdi hemen hadi canım o yazardı, o cesur mert adam falan diyeceksiniz di mi? durun dinleyin de öğrenin o halde neden yazamıyacağını. Devlet memuru olan kişi 657 sayılı yasaya bağlı çalışır. Devlet memurluğuna başvurduktan ve başvurusu kabul edilip işe başladıktan itibaren artık 657 sayılı yasaya uymak zorundadır. DEVLET MEMURU OLMAK YANİ 657 SAYILI YASA NEDİR? 657 sayılı yasa ise bir devlet memurunun resmi izin almadan konuşmasını, yazmasını , demeç vermesini, düşüncelerini açıklamasını yasaklamıştır. Hele ki bir devlet memurunun üstleri hakkında konuşması, yazması tamamen yasaktır. Şimdi ben bu kanun iyidir yaşasın bu kanun demiyorum bu kanunun savunmasını yapmıyorum. Ama bu kanun vardır , taa neredeyse cumhuriyetin ilk yıllarından beri bu kanun vardır.. Ve bu kanunu sen bilmiyor olabilirsin zira toysun yeni mezun bir genç insansın hiç devlet memuru olmamışsın, ama bir yazar olduğuna göre Coşkun Büktel devlet memurları kanununu gayet iyi biliyordur. COŞKUN BÜKTEL DEVLET MEMURU (DT'DE REJİSÖR) OLMAK İSTEMEKLE BU KANUNA UYMAYA HAZIR OLDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR Coşkun Büktel bu kanunu bile bile devlet memurluğu kapsamına giren bir işe müracaat etmesi demek ben bu kanun altında çalışmayı kabul ediyorum, ben izinsiz demeç vermeyeceğime, açıklama yapmayacağıma, hele ki amrilerim aleyhine hiç bir yazı yazamıyacağımı biliyor kabul ediyorum demektir. Ve bu kurala uymazsa hakkında soruşturma açılacağını hapse kadar giden suçlarla karşı karşıya kalacağını da tahmin edememesi için aptal olması gerekir. Dolaysıyla eğer Coşkun Büktel çok istediği devlet Tiyatroları rejisörlüğü işine kabul edilseydi 657 sayılı yasaya tabi olacaktı bunu bilerek isteyerek bu işe girecekti. BU DA DEMEK OLUYORDU Kİ Lemi bilginler, Tamer Levent'ler onun amiri , yöneticisi olacaktı. Dolaysıyla da onların aleyhine yada DT ler aleyhine konuşamayacağını yazamayacağını da gayet iyi biliyordu. BU DURUMDA YA BU KANUNA RAĞMEN DEVLET TİYATROLARINDA BU İŞLEYİŞE RAĞMEN BUNU BİLE BİLE COŞKUN BÜKTEL'İN ORADA ÇALIŞMAK İSTEMESİ ABESTİR, YA DA EĞER ORADA İŞE GİRSEYDİ HİÇ BU KİTAPLARI YAZMAYA GEREK DUYMAYIP MAAŞINI ALIP ÇALIŞACAKTI. DOLAYSIYLA DA COŞKUN BÜKTEL BEN DEVLET MEMURU OLAYIM DEVLET TİYATROLARI VE ORADAKİ BENİM ÜSTÜM OLACAK KİŞİLERLE İLGİLİ ALEYHTE YAZILAR YAZARIM HAKKIMDA SORUŞTURMALAR AÇILIR BAŞIM BELAYA GİRER OH NE GÜZEL DİYECEK KADAR SALAK OLMASA GEREK NE DERSİN? EĞER DEVLET TİYATROLARINDA ELEŞTİRECEK ORADAKİ KİŞİLERE AĞIR ELEŞTİRİ GETİRECEK DÜŞÜNCELERİ VARSA HİÇ ORADA İŞE BAŞVURMAZ VE DİREK BAĞIMSIZ ÖZGÜR BİR YAZAR OLARAK CANI NE ZAMAN İSTERSE O ZAMAN BU ELEŞTİRİLERİNİ YAZARDI. Yaaa sevgili genç arkadaşım görüyorsun ki bu bile Coşkun Büktel'in niyetini tutumunu, tutumundaki değişikliğin neye göre şekillendiğini gösteriyor. Eğer kabul edilse bu talimatlara uygun bir memur sanatçı olmaya hazırdı, Kabul edilmeyince ise öfkeyle isyankar bir yazar oluvermişti. Bak sen aslında asıl senin hocan olan Hilmi Bulunmazı daha fazla ciddiye alsan ondan çok şey öğrenirdin. Ama sen Coşkun Büktel'i Hilmi Bulunmaz'dan daha zeki, daha aydın, daha üstat sandığın için Hilmi Bulunmaz'ın yazdıklarına çok kafa yormuyorsun. Bak aradaki farkı anlatayım Hilmi Bulunmaz hepten devlet tiyatrolarına ve devlet tiyatrolarında memur sanatçılığına karşı... Neden mi? işte benim yukarıda anlattığım sebeple.. Böyle emir altında yasaklar altında sanatçı olunamaz diye düşündüğü için. Ama Coşkun Büktel böyle değil. O devlet tiyatrolarına karşı değil.Tümden yok olmalı düşüncesinde değil. Hatta orda çalışmak isteyecek orda oyunlarını oynatmak isteyecek kadar benimsemiş. Yani bu emirle tailmatla yasaklamalarla sanatçı olunamayacağı fikrine karşı değil. Bunun içinde olmaya bile hazır, bu kurallar altında orada işe girmeye bile hazırmış. Neye karşı? kendini oraya almayan eserlerini oynamayanlara karşı. Gördüğün gibi genç arkadaş bir şey daha öğrendin devlet sanatçılığı devlet memurluğu nedir ve kuralları nasıldır bunu öğrendin. Ve senin sözde mert dürüst yazarın da bu dişlilerden birinin parçası olmaya başvurduğunu öğrendin.
Nuran [ 29 Haziran 2008 22:32 ]
Nuran Hn.' a şunu söyleyeyim: Eğer Coşkun Büktel devlet tiyatrolarında veya şehir tiyatrolarında çalışıyor olsaydı, yönetimde olan kişileri eleştirmeyecek mi zannediyorsunuz. Eğer öyle zannediyorsanız, siz hiç Coşkun Büktel' i hiç tanımamışsanız demektir. Mühim değil, geç kalmış sayılmazsınız, Nuran Hn.? Yeter ki gerçekleri öğrenmeye hevesli olun.
Kazım Şimşek [ 29 Haziran 2008 12:57 ]

Kazım kardeş Coşkun Büktel'in reklamını uzun uzun yaptıktan sonra demiş ki Site izleyicilerine şu çağrım olacak yazılanlara inanmayın vs vs.. Neden inanmayacağız? sen böyle emrettin diye mi? Sen inanmayın yazılanlar yalan yanlış dedin diye mi? Bizim aklımız yok mu? Biz aptal mıyız? Göremiyor muyuz? Sana bir sürü şey soruluyor sen onlara cevap vermek yerine burda Coşkun Büktel'in kendi yazılarını övmek için kitabının arkasına yazdığı yazıyı bize kopyalıyorsun. Bırak reklam yapmayı da madem avukatlık yapacaksın sordukları sorulara cevap ver. Kimse adına da karar verme. Kime inanacağını insanlar kendileri seçebiliyor Coşkun Büktel bu kitapda sadece kendi dalaştığı kişilerle ilgili yazışmalara yer vermiş kendi dalaşmadığı kişiler pırlanta mı? Yada Coşkun Büktel dalaştı diye bunlar kötü mü? Adamlar bir iki cevap vermiş bunu adam yerine koyup sonra bakmışlar bunun aklından zoru var bu normal muhakeme yetisinde değil aman be ne halin varsa gör deyip atmışlar başlarından. İsimlere dikkat et Yücel erten, Ahmet levendoğlu, Kenan ışık, Tamer Levent... hepsi ya şehir tiyarolarından ya devlet tiyatrolarından yönetimde olan kişiler. Eğer bu işe girmek için başvurduğunda işe alsalardı güle oynaya onların emri altında çalışacaktı çünkü orda işe müracaat ettiği iş bunların emri altındaydı. Doğal olarak bunların emri altında çalışmayı düşünüp başvurmuştu. Eee o zaman çalışacaktı. Ama işe kabul edilmedi. Devlet tiyatrolarına şehir tiyatrolarına satıp biletlerden telif parası kazanır rahatlarım diye oyunlarını verdi bu beğenmediği kişilere. O zaman madem bunlar berbat kişilerdi neden verdin oyunlarını diyen de yok. Ama oyunları seçilmeyince oynanmayınca ikinci bir darbe yedi. Ancak ondan sonra bu o kişilerin hakkında yazmaya başladı Yani tamamen kuyruk acısı! Eğer orada hiç işe girmeye müracaat etmemiş biri olsa, oraya oyun satmaya kalkmamış biri olsa ve eleştirse (Hilmi Bulunmaz gibi) diyeceğiz ki amenna.. Ama sen hem kalk o iğrenç dediğin kişilerin emri altında çalışmak için çırpın hemde sonra nasıl kötü olduklarını yaz. Hiç kimse aptal değil Büktel'in bu intikam harekatına aknsın... Haa pardon hiç kimse demiyeyim arada bir iki salak çıkıyor inanan Nuran [ 29 Haziran 2008 03:43 ]
Ah be sevgili kardeşim sende Coşkun Büktel gibi hiç Anadolu'ya Doğu'ya gitmedin sanırım. Ama hadi oralara gitmediniz de hiç mi haberleri dinlemezsiniz? Haberlerde kış geldimi Anadolu'da Doğu'da köy yollarının kapandığını pek çok köye ulaşılamadığını hiç duymadınız mı? Aylarca bahar gelene kadar köylerin kaderine terk edildiğini kar makinalarının bile yolları açmaya yetmediğini duymadınız mı? Siz hep İstanbul mantığıyla düşünüyorsunuz. Ne var canım 2 sokak öteye taşınırlar yada ne var canım hamile hanımı yollarlar çığa sebep olmaz. Siz Anadolu, Doğu şartlarını hiç mi merak edip okumadınız? Kaldı ki bugünün 2008'in şartlarında dahi köyler aylarca mahsur kalabiliyor aylarca ulaşılamıyabiliyor, bu oyunun 2008'i anlattığı gibi bir durum da yok belki 30 yıl öncesinin bir öyküsü bunu düşündün mü hiç? Ama ille de cücenoğlunun eserinde kusur bulma derdindesiniz ya düz mantık düşünüyorsunuz. Birde şunu düşün, bu oyunu Romanya'da isveç'te Azarbaycan'da, Bakü'de ve daha 30 civarında ülkede yayın hakkını satın alıp yayınlayan yayınevi editörleri, sahneleyen yönetmenler bir Büktel'in düşünebildiğini, bir Kazım Şimşek'in düşünebildiğini düşünemiyor mu? Sizin kadar kafası çalışmıyor mu? Ama onlar insanların halen ortaçağ şartlarında, hala doğal felaketlerle iç içe yaşadığını biliyor siz bilmiyorsunuz o kadar. Çok daha eften püften dogmatik yada geleneklere dayalı yada doğa şartlarından kaynaklanan sorunlardan Tanrısal mesajlar çıkarıp insanların canına kıyıldığını biliyorlar. Siz bilmiyorsunuz. Yani Büktel'in İngiltereye kaçan Gülay Aslıtürk'ün çocuğunun haramis Lokmasus diye bir hastalığa tutulmasını ve haram parayla alınmış bir oyuncakla oynasa bile hastalandığını kabul ediyorsunuz, böyle uydurukça ve salakça bir öyküyü yazabiliyor yazmakla kalmayıp bunu oyun diye DT ye sunuyor bu saçmalıklar mantıklı geliyor da halen üçte biri çığ tehlikesi altında olan Türkiye'de, halen ortaçağ zihniyeti yaşanan ülkede, halen dogmatik inançlara göre insanların kaderinin çizildiği ülkede bu öyküyü kabul edemiyorsunuz. Bu ancak sizin kendi ülkenizi tanımadığınızı gösterir. Ağaç dikerek, set çekerek ve bilenlerin önerileri deniliyor evet. ma ağaç ve set çekilmesinden sonra. Keşke bu eleştiriyi yapma cüreti gösterirken zahmet edip çığ nedir azcık araştırsa da ağaç ve set yazıp rezil olmasaydı. Bilenlerin önerisine gelince Çığ depremden dahi çözümsüz bir problem olarak tanımlanmaktadır. Çığın bilenler dahil neredeyse önlemi yok denebilir. Doğa olayları konusunda insanlar hala çok acizdir. Nasıl ki deprem olmasını önleyemiyorsak bunun da önlemi yok gibi. Ancak daha sağlam yapı, dolapları duvara bağlama vs diyebiliyorlar değil mi? Var mı depremin olmasının önüne geçebilme? Yok. illaki olacak. İşte çığ da önlenebilir bir felaket türü değildir ancak çığ oluşmasına sebep olan etkenleri en aza indirmek vardır ki işte bunlardan biri de yüksek sesin önüne geçmektir. İşte zaten oyundaki yapılan uygulama da biraz bundan değil midir? Türk Tiyatrosundan insan manzaralarını okudum Tam bir düş kırıklığı yaşadım Zira bu kitap Türk Tiyatrosundan insan manzaraları falan değil, bu kitap tamamen Theope nin yaşadıkları evreleri, theope polemikleri. Türk Tiyatrosundan insan manzaraları diye bir kitap adı koyuyorsanız insanları alır her yönden yargılarsınız. Örneğin Haldun Dormen batı tarzı tiyatro yapmıştır vodvil oynayarak tiyatromuzu salt eğlencelik yapmaya çalışmıştır der yargılarsınız. Bir DT müdürünü alırsınız şu yolsuzlukları yapmış der anlatırsınız. Örneğin Rahmi illigil Devlet Tiyatrolarını dolandırıp mahkum olmuştu bu var mı kitapta? Yok tabiki. Zaten aslında hiiiç bir şey yok, ne insanların tarzı ne uygulamaları, ne Tiyatroya getirdikleri yada götürdükleri yok. Sadece Coşkun Büktel ve Theope ye ilişkin polemikler var. Dolaysıyla da böyle genel bir adlandırma ve bu kitaba bu isim sakil durmuş Yani Büktel gene SAÇMALAMIŞ İnsanlarla polemikleri ise gereksiz lafazanlıklar baydıran monologlara dönmüş ve insanlar aman kendi haline bırakın uğraşmaya değmez deyip bırakmış Başkaca da bir şey yok bu kitapda Ve ben senin bu kitabı okuduğuna inanmıyorum Sen herkese okudunmu diye soruyorsun ama bence sen okumadın Zira okusan bu kitabın Büktel'in kuyruk acısı boş lafazanlıklar ve iddialaşmalar kitabı olduğunu görürdün Bence sen şu kitabı bir oku Ama okuyabileceğini de sanmıyorum senin değil hiç kimsenin okuyabileceğini sanmam Kimse o kadar aynı şeylerin lafazanca tekrarlanıp durmasına tahammül edip okuyamaz. Ayrıca da gerçekten boşa zaman kaybı. Onun yerine sana ben bir kitap listesi çıkarayım da bu yaz onları oku bari birikim olur sana ne dersin? Korkmaz Çakar [ 28 Haziran 2008 23:57 ]
Korkmaz Bey'e şunu söyleyeyim: Tüm köyü taşımaktansa hamile kadını kadını uzak bir yere taşıyıp, orada doğumun gerçeklemesini sağlamak nasıl olurdu? Tüm köyü taşımaktansa tek bir kişiyi taşımak daha kolay olurdu, değil mi? Korkmaz Bey... Bir de şu cümleyi tekrar yazayım da gözden kaçmasın: Ağaç dikerek, set çekerek, ya da KONUYU BİLENLERİN ÖNERECEKLERİ BAŞKA SOMUT ÖNLEMLER ALARAK durdurabilirsiniz. Konuyu bilenler deniliyor, değil mi? Korkmaz Bey siz isterseniz yazıyı bir daha okuyun. Herhalde yanlış yazıyı okudunuz :) Yine de güzel bir şey ki yazıyı okudunuz; ya yazıyı okumadan buraya yorum yazanlara ne demeli ? Onlar bayağı komik oluyorlar. Korkmaz Bey' e bir de şunu ilave edeyim: "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" adlı kitabı öneririm. "Dramatik" yayınlarından çıkmış olup, 518 sayfadır. Kitabı okuduktan sonra buraya kitap ile ilgili yorumlarınızı yazsanız ne güzel olur, değil mi? Çünkü Coşkun Büktel' in eserlerini ve sitesindeki yazıları okumadan buraya yazan insanlarla uğraşmaktan bıktım. Kitabı bulamayanlara yardımcı olabilirim. Kitabı okuduktan burada beklerim, Korkmaz Bey...
Kazım Şimşek [ 28 Haziran 2008 21:17 ]
Coşkun Büktel sadece 1-2 kilometre derken saçmalamıyor tüm eleştirisi saçma. Çığ bölgesine ağaç dikmek set çekmek ilkokul çocuğu bile saçmalamazdı böyle. kendine güldürüp rezil oldu Büktel. Eleştirisinin tamamını okudum sırf zorla eleştirmek için hata bulmak için zorlamış kendini ve tüm yazdıkları saçma. Bazı yerlerde kendi kendini çürütmüş zaten. Büktel in kendi yaptığı hatalar yanında Çığ mükemmel bir eser. Bu sitede yayınlanan haram lokma, Hamdi Mümkün eleştirilerini sen hiç okumadın mı? O kadar dangalakça mantık hataları yapan biri utanmayıp kendine yazarım farkediyor ama Büktel ya diyor bunları oyun diye satmaya kalkıyor pes. Benim orta ikideki yeğenim inan Coşkun Büktel'den daha mantıklı. öykü yazarken en ufak mantık hatası olsa farkediyor ama Büktel ya kendi pek zeki değil yada insanları salak zannediyor. Olmayacak mantık hatalarıyla yazıyor. Çığ mükemmel bir eser. Büktel anlayamadığı için idrak edememiş. Ama bunca ülkede yayınlanıp sahnelenen bu eser mükemmel olmasa herkes mi yanılacaktı. Büktel'in tek derdi intikam almak için saldırmak başka bir şey değil. Tek bir şey diyebiliyorum "zavallı" Kazım adlı kişi ise bir zavallının uşağı. buyurun size bir oyun adı.. Zavallı ve uşağı matti :)
Korkmaz Çakar [ 28 Haziran 2008 19:37 ]

Aşağıdaki linkte Coşkun Büktel' in Çığ adlı eseri hakkındaki eleştiri yazısının tamamını okuyabilirsiniz. http://www.coskunbuktel.com/buktelcucencig.htm Yazının tamamını olursanız; aslında kimin çığ altında kaldığını anlayacaksınız. Nermin Hn. a derim ki; Bir eserin kötü olması , yazarın diğer eserlerininin kötü olduğu anlamına gelmez. Çığ adlı oyun yüzünden yazar komple suçlanmamıştır. Tuncer Cücenoğlu' nun "Çıkmaz Sokak" adlı güzel bir eseri vardır. Tuncer Bey oyunuyla ilgili Coşkun Büktel' in eleştirilerine cevap verdi mi? HAYIR Peki o vermiyor veya veremiyor; editörler cevap versin bu eleştiri yazısına. Editörler takılmış "birkaç kilometre" kelimelerine. Ya yazıda diğer anlatılanlar; onlar için bir fikriniz yok mudur? Türkçe imla kurallarına bile dikkat etmeyen bu editörlerden çok mu şey bekliyorum acaba :) Eğer bu işi yapamayacaksanız; doçentinizden, Özdemir Nutku' dan, Orhan Aydın' dan, Orhan Pamuk' tan varsa tanıdığınız prof. lardan hatta ordinaryus prof.lardan ve daha bir sürü.. Yani herkesten yardım isteyebilirsiniz. Haydi göreyim; adlarını vermekten korkan çok şerefli(!) aciz insanlar...
Kazım Şimşek [ 28 Haziran 2008 07:09 ]

TİPİK BİR NARSİZM VAKASI BÜKTEL Çoğumuzun üç aşağı beş yukarı bildiği Narsizm sözcüğünün kökeni Yunan mitolojilerinde bulur kaynağını. .Emperyalizm,mitolojiden kopya çekiyor olmalı. Mitolojideki marjinal tiplerden oluşan kitleler yaratmak için her yolu deniyor. başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişiler başkalarına hiç acımadan,yalnızca kendisine çizilen hayale ulaşmaya çalışan birer canavardır.. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynı Narkissos gibi erirler, çökerler; ulaşmak içinse proğramlanmış robotlar gibi her yolu denerler. ABD'de yapılan bir çalışma, üniversite öğrencilerinin kendilerinden önceki kuşaklara oranla çok daha narsist ve ben merkezci olduğunu ortaya koydu. 1982-2006 yılları arasında ülke genelindeki 16 bin üniversite öğrencisi üzerinde yapılan çalışma, öğrencilerin 24 yıl içinde yaşadıkları değişimi gözler önüne serdi. Araştırmacılar, narsizmin kişilerarası ilişkiler ve ABD toplumu için zararlı olabileceği kaygısını dile getiriyor. Narsistlerin empati kurmakta zorlandıkları, eleştiri kabul edemedikleri ve başkalarına yardım etmektense kendilerini ön plana çıkarmayı tercih etme eğiliminde oldukları belirtiliyor. Mehtap Yener [ 28 Haziran 2008 00:14 ]

Büktel'in Fiyaskosunun polisiye - macera kitabı olduğu onaylandı. Toplumdan toplumculuktan uzak yazar Büktel Theope de efsane yazdığı gibi Fiyasko ile de macera yazmaktadır. Sınıf kaçkını toplum kaçkını vasat akmaz kokmaz tırsık yazın türünü seçtiği onalyalndı. Macera kitaplarına bayılan ve Macera kitapları eleştirisi yapan Ali Ömer Türkeş, Coşkun Büktel'in fiyaskosunu ele aldı... ALİ ÖMER TÜRKEŞ izmir'de bir dağ evinde yaşar. genellikle roman eleştirileri yazar. özellikle yerli ve yabancı polisiye romanlar hakkında uzman sayılabilir. everest yayınları'nın yeni polisiye dizisinin danışmanlığını yapmaktadır. Radikal kitap eki gibi populer urunlerden virgul gibi edebiyat dergilerine kadar pek cok yerde rastlariz BAKIN ALİ ÖMER TÜRKEŞ "FİYASKO" YU NASIL DEĞERLENDİRMİŞ Fiyasko, polisiyeden çok absürdün sınırlarını zorlayan, deli dolu, neşeli bir macera romanı. Daha ilk sayfalarında, çevirmen Mesut'un yanlış çevirileriyle sebebiyet verdiği skandal sahnelerinin komikliği, ikinci bölümde, "parası için evlendiği, kendinden çok yaşlı, seks düşkünü karısını öldürmeye kararlı Özdemir, ............... kısaca macera, seks, aldatma, silah, skandal.... COŞKUN BÜKTEL KİMİ ANLATIYOR ALLAH AŞKINA? BU HANGİ TOPLUM? TOPLUMUN KAÇTA KAÇI? GÜYA LİSELİLERİ ANLATACAK AMA MAVİ SAKALLAR VS İLE ARKA SIRADAKİLER DE BOKTAN BİR MACERA DİZİSİ DEĞİL Mİ? ADAMIN ÇAPI BELLİ. MACERA AVANTURE EFSANE DİZİLER REKLAMLAR VS VS BAZEN DE İNTİKAM İÇİN YAZILMIŞ KİTAPLAR. TİYATROOYUN BU KİŞİYLE GEREĞİNDEN FAZLA İLGİLENİP GEREĞİNDEN FAZLA BÜYÜTMÜYOR MU SİZCE DE? Korkmaz Çakar [ 27 Haziran 2008 16:15 ]
Bu felaketlere çözüm üreten Coşkun Amcaya biri depreme karşı da önerilerini sormuş ve o da şöyle cevaplamış 1- Önce Dünya uzayda sağlam bir noktaya çelik halatlarla bağlanır. Mesela Merkür gezegenine olabilir 2- Ardından Her eve bir theope alınır "başucu" kitabı olarak.. Depremde göçük altında kalan başucundaki bu kitaba uzanıp okur canı sıkılmaz Theope ile hayata bağlanır 3- Ağaç dikilir depremde kayan binalar ağaca takılır depremde göçük azalır 4- Binalar tekerlekli yapılır deprem başlayınca 1-2 kilometre itelenip deprem olmayan noktaya gidilir 5- Benim gibi büyük bir yazar insanlara azim vereceği için her yerden görülebilecek ve depreme dayanıklı heykelim şehir merkezine dikilir 6- Set çekilir depremde evlerdeki su bidonları sarsılıp devrilince akan sular sel felaketine neden olmasın birde o felaketle uğraşmayalım 7- Bana cevap veremeyen Türk Tiyatrosunun bütün angutları çürük evlere yerleştirilir böylece depremden sonra Türk Tiyatrosu sıfırdan yapılandırılır böylece belki benim müracaat edip giremediğim Devlet Tiyatrolarında bana da iş imkanı doğar.
Burak Aktuğ [ 27 Haziran 2008 10:58 ]
Rahmetli Uğur Mumcu ne demişti arkadaşlar? Bizim insanlarımız bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyor. İşte Büktel adlı kişi de bir konuda bilgi edinmeden fikir yumurtlamış. Birde kendine öyle güvenerek yapmış ki bunu Tuncer Cücenoğlu gibi usta ve uluslararası bir kalemi çürütmek adına yazmış. Yani Hey Allahım ne günlere kaldık. Hani Cem Yılmaz stunduplarda anlatır ya bazı kendini komik yada zeki sanan seyirciler sahnedeki stundup çıya laf sokarak kendinin daha zeki olduğunu göstermeye çabalar oyun boyunca diye... İşte Coşkun büktel adlı kişi de böyle bişey yapmış. Usta bir yazara hata bulursa farkedilip dikkat çekeceği demekki bu daha usta biri denileceği zannıyla kendine eleştirmek için Cücenoğlu'nu seçmiş ama işte cahilce şeyler yazmış komik duruma düşmüş. Yani böyleleri her zaman çıkabilir ve bunları kendi hallerine bırakmak en iyisi :))))
İpek Altınsoy [ 26 Haziran 2008 22:07 ]

Bu gerçekten çok cahilce olmuş Galiba Coşkun Büktel denilen adam (tanımıyorum o nedenle böyle dedim) erozyonla çığ olayını karıştırmış. Çığ bazen saatte 400 km ye ulaşan hızla yamaçtan iner yani en hızlı arabadan çok daha hızlı uçak hızına yakın. Ve bazen boyutları birkaç apartman boyuna erişir. Önünde değil ağaç apartman olsa yıktığı olur. Benim anlamadığım insanlar neden bu kadar cahil olduğu konuda fikir beyan eder?
Murat [ 26 Haziran 2008 21:06 ]



"Ağaç dikerek, set çekerek, ya da konuyu bilenlerin önerecekleri başka somut önlemler alarak durdurabilirsiniz." Bu satırları okuduğum da hayretler içinde kaldım, bu ne kadar cahil bir yazarmış. Aklım almıyo, ağaç dikerek, set çekerek çığı durdurana ilk defa rasladım. Pes doğrusu, yuh yani
Sinem Tezveren [ 26 Haziran 2008 18:10 ]


Çok canım sıkıldı, Theope'yi okumuş ve çok beğenmiştim. Coşkun Büktel'den yeni oyunlar bekliyordum yıllardır, ama burada eleştirisinin eleştirisini okuyunca çok canım sıkıldı. Coşkun Bey gerçekten siz beni hayal kırıklığına uğrattınız, bu nasıl bir eleştiri, köyleri taşımak vs, siz hiç mi bilmezsiniz Türkiye gerçeğini? Kaldı ki Tuncer Cücenoğlu da çok beğendiğim, üretken, başarılı bir yazardır. Siz bir yazar olarak Tuncer Bey'i neden eleştiriyorsunuz. Hem de hakarete varan tanınmlamalarla, aranızda özel bir hüsumet mi var? Merak ettim. İlk fırsatta sitenizi daha detaylı inceleyeceğim.
Nurullah [ 26 Haziran 2008 17:20 ]


Ah Kazım bey ah sadece ve sadece cevap vermek için ve altta kalmamak için yazmış gibisiniz. Bakınız biz burada eserlerin çözümlemesini yada edebi niteliklerini tartışmaktan çok bir yazarın, aydının toplumsal duruşunu tartışıyoruz. Bir yazarın , aydının toplumsal olaylar karşısında nasıl ve ne türde bir muhalif tavır sergilediğinden bahsediyoruz. Anlamakta zorluk çekeceksiniz belki ama nasıl anlatabilirim sizin anlayacağınız seviyede bilemedim. Ben yada herhangi birisi size Tuncer Cücenoğlu çok oyun yazdı o nedenle iyi dedik mi? Nazım Hikmet'in pek çok kitabı var ama Ahmet Arif tüm yaşamında tek kitap çıkardı. Ahmet Arif kötü denilebilir mi? Anadolu'yu Anadolu insanını o kadar güzel anlatabilmiş bu büyük şaire tek kitap çıkardı diye kim ne diyebilir? Ben size alt alta onlarca Cücenoğlu kitabını da saymadım sadece 3-4 ünü saydım geçtim bunlarıda sayı olarak bak çok yazmış demek için değil tümünün toplumcu gerçekçi olduğunu anlatmak için örnekti. Ama siz nedense bunu Cücenoğlu çok kitap yazdı Büktel az yazdı gibi garip yerden almışsınız. Oysa Büktel'in bir tek "öğretmen" eseri 50 tane fiyasko türünde Coşkun Büktel kitabı olsa ellsine bedel olabilir. Tıpkı Ahmet Arif'in tek kitabının 50 tane sıradan şiir kitabıyla kıyaslanamayacağı gibi. İnsanların oyunları engelnenmişken ses çıkarıp çıkarmaması konusunu da idrak edecek beyin yapısında olmamana üzüldüm doğrusu. İnsanların oyununu engelleyen sistemin kendisidir, kapitalist faşist unsurları içinde barındıran sistemdir. Ve yazar zaten tüm eserleri ile bu sistemi yargılıyorsa ve eserleri zaten bu sistemi çürütmek düzeltmek içinse zaten mücadele ediyordur. Sistemin bütünü yerine sadece bir uzvu bir kurumu ile mücadele etmek hele ki sadece kendi yaşadıklarını öne çıkarıp mücadele etmek basitliktir, mücadeleyi basitleştirmektir. Sen hayatı mücadele ile geçmiş Aziz Nesin'in kendisi için mücadele ttiğini gördün mü? Marko Paşa dergisini kapadılar ne yaptı? Gitti Malum Paşa adıyla çıkarıp devam etti. Durup 10 yıl Marko paşayı kapadılar diye oyalanmadı kendi çirkef kavgasına çevirmedi. Sen Nazım Hikmet'in, Sebahattin Ali'nin daha onlarca aydın yazarın hangisinin kendi kavgasının peşine düştüğünü gördün? Devletin bir tek kurumuyla çatışma haline tanık oldun? Hiç birinin. Çünkü onlar topyekün bir mücadele ve topyekün bir devrim süreci ile topyekün bir kurtuluş ve çözümün kavgasını veriyordu, bunun için eserleri yasaklanıyor kendileri hapis yatıyor çıkıyor ve yine devam ediyorlardı. Söyle bana bir tek örnek ver hangi büyük toplumcu yazar şair bir eseri yüzünden bir cumhuriyet kurumu ile boğuşma halindeydi? Onlar sorun yaşamamışmıydı bu kurumlardan herhangi biriyle?, Bu sığ kavga basit insanların işidir gerçek bir aydın sistemle çatışma halindedir. Tabi deminki yazdıklarımı anlayamayan biri bunları da anlayamayacak muhtemelen. Neyse yine de yazayım anlayanlar var nasıl olsa. Kimin için dosya hazırlanıp hazırlanmayacağına neden sen karar veriyorsun? Hazırlayan hazırlamış boşver Büktelin dili yok mu savunsun kendini. Garibim senin üstünden mi aklanacak? Bu beni ilgilendirmiyor geçelim. Bir insanın toplum sorunlarıyla ilgilenmiş yada ilgilenmemiş olması... Toplumdan kopuk bir yazar yada aydın olunamaz. Olunursa ya Ayşe Arman , Pakize Suda gibi yazar olunur ya da dizi reklam yazarı. Bir yazar çağından toplumundan toplumsal sorunlardan kopuk olamaz. Toplumsal konulardan bi haber insan da işte Coşkun Büktel gibi rezil olur cahilliği ortaya saçılır. Bak Anadolu gerçekleri ve çığ hakkında bilgisiziliği nasıl serildi ortaya.. Şimdi bu ben yazarım diye ortada dolaşan adamın toplumundan Anadolu şartlarından bu kadar habersiz bir cahil olması bu maskaralık nedir? O halde dediğim gibi toplumsal sorunlardan kendi ülkesinin ve dünyanın gerçeklerinden uzak bir yazar ancak fal yada magazin yazarı yada dizi yazarı olabilir...
Nalan [ 26 Haziran 2008 10:31 ]


Kazım Şimşek sen olaya Coşkun Büktel gişbi sığ ve düz mantık bakarsan böyle görürsün Şimdi ben sana olaya nasıl bakılacağını anlatayım da bu sığ adamın etkisinden kurtul biraz da aç gözünü Bir adam var toplumsal sorunları yazıyor öğretmenin dramını, köylünün dramını kadınlarımızın sorunlarını. Ve bu adam yazar olduğu için toplumsal mücadelesini düzenle kavgasını oyunlarının içindeki metinle veriyor anlattıklarıyla gündeme getirdikleriyle veriyor. Ve Bu adam oturup kalkıp devlet tiyatrolarıyla kavga etmek yerine bu halkın vergileriyle ayakta duran kurumu yıpratıp belkide kapanmasına neden olacaklardan biri olmak yerine gerekirse kendi oyunu kaldırılsa da bu kurumla uğraşmak yerine üretmeye devam ediyor yeni oyunlarla halkının sorunlarını anlatıyor ister DT de ister başka yerlerde bu sorunların sahnelere taşınmasına vesile olmaya çabalıyor. Diğer adamsa kendi toplumundan kendi toplumunun sorunlarından uzak yazdıklarıyla. DT de işe girmek için can atıyor işe başvuruyor, DT de oyunları oynansın diye çırpınıyor. Ama DT de istediği kadroya alınmayınca bide oyunları 8 yıl boyunca bekleyip sahnelenmöeyince DT ye savaş açmakta buluyor çözümü. Sence hangisi toplumsal hangisi kuyruk acısı? Bu kadar basit bir gerçeği göremeyecek kadar ahmak olacağına inanmıyorum ben ama Coşkun Büktel'le tanışıyor olman ve aynı safta kalmış olman seni ille de savunmaya iteliyor. Birinin mücadele anlayışı kendi oyunlarının sahnelenmemesinden ibaret diğerinin ki bir koca halkın insanların bütün sorunlarından ve her ne pahasına olur olsun yazıp bunları bir şekilde kitapla sahneyle ortaya sermekten. Gün gelir DT oynamaz amatör bir topluluk oynar hiç farketmez. Örneğin geçen yıl amatör topluluklardan kaçı Cücenoğlu'nun "Boyacı" yı oynadı biliyor musun? Ve Cücenoğlu elbette bunlardan telif falan da almadı. Yeter ki halkının sorunlarını anlatsın insanlara ulaşsın ister kitap olarakl ister amatör sahneden ister DT sahnesinden. Bir büyük mücadele bir aydınlanma hareketi içinde bir aydınlanma savaşçısı DT de yaşanmış bazı nahoş sansürlenmeleri gerekirse göz ardı da eder. Neden mi? Çünkü iktidarlar değişir , anlayışlar değişir ama bu binalar ve kurumlar kalır, bu sanat kurumlarına bu halkın ihtiyacı vardır. O halde bu kurumları yıpratıp kapanmasına yokolmasına sebep olmaktansa gerektiğinde bireysel kırgınlıklar geçici nahoşluklar geriye itelenebilmeli der ve hattı müdafaa yerine (DT de olan biteni) sathı müdafaayı seçer ülke sorunlarını o kocaman dev toplum sorunlarını yazmaya devam eder. Peki ya DT de yaşananları bir öfke olarak yazan Coşkun Büktel halkının devasa kocaman hangi sorununa eğilir? Bir işçi sorununa bir toplum sorununa bir kadın sorununa bir köylü sorununa mı? Hayır hiç birine. Sadece tiyatroda yaşananlara değinir çünkü o çevreye girmek için kendini paralamıştır giremeyince de intikam için mücadeleye tutuşmuştur. Şimdi anlayabiliyor musun aradaki nitelik ve nicelik farkını? Nalan [ 26 Haziran 2008 09:19 ]



Evet Hilmi Bulunmaz'ın çıkıp arkadaş ben gerekirse en yakın dostumda olsa yanlışını yazarım deyip Coşkun Büktel dizi yazıyorsa üstelik bu dizinin %99 u avantur macera aşk kokan bir diziyse ve üstelik Büktel birde bu diziyi sayfa sayfa savunuyorsa eleştiririm demesini bekleriz bu doğru. Ama öte yandan aralarında belli ki yılların dostluğu var, Coşkun bey herkesi hayal kırıklığına uğrattığı gibi onu da uğrattı ve biz sıradan insanlar kadar kolay hazmedilir bir durum değil bir dostun bu durumlarına tanık olmak. En azından şimdilik körü körüne savunmamakla, Coşkun Büktel yazmışsa dizisini bile savunurum gibi bir yol izlememekle az çok bir tavır koydu. Aslında Coşkun Büktel Hilmi beyin ayağındaki pranga imiş. Coşkun Büktel'in bireysel ego tatminsizliğinin ardına takılıp kalmış. Bakın son zamanlarda nasıl toplumsal çıkışlar tespitler yapıyor Hilmi Bulunmaz? "Gerçekçi" yazar etiketi arkasında Hilmi Bulunmaz'ın duygularını ideolojisini çetin ceviz tavrını sömürmekte olduğu artık gün gibi aşikar ve bunu eminim
Bekir [ 25 Haziran 2008 23:23 ]


İnanamıyorum, gerçekten inanamıyorum. Bu Coşkun Büktel battıkça batıyor. Tuncer Cücenoğlu demediğini bırakmamış, ama tık yok eski bir yazısını getiriyor önümüze, zaten yanlı ve yanlış bir eleştiri tuncer beyin bu oyunu değil türkiye de dünyanın birçok ülkesinde oynuyor. Vah vah çöküş bu olsa gerek, belkide iflas. Okurlar eşek ya, öyle sanıyor Coşkun Bey... Coşkuun Beeeey, siz bırakın bu işleri televizyonları baş tacı ettiğiniz dizi metinlerini yayınlamaya devam edin. Hilmi beyide gördük, tık diyemedi. Bu adamdan neden korkuyorsa bilemedim, ama korktuğu kesin. Tuncer bey bir dizide tek satır yazmış olsa aman aman neler demezdi, ama Coşkun beye gelince tık yok. Yazık çok yazık, alternatif festivalmiş, alternatif tiyatroymuş da muş muş. Hilmi bey değerli sanatçılarımız dizilerde oynuyor diye demediğinizi bırakmadınız, siz nasıl sosyalistsiniz, nasıl dürüst bir adamsınız bi amlatsanıza. Arkadaşım yaparsa ses çıkarmam başkası yaparsa canına okurum.Dürüstlüğe bak!!! Yesinler sizin sosyalistliğinizi dürüstlüğünüzü, takke düştü kel göründü Hilmi bey.. Eğer gerçekten mert bir insansanız, gerçekten sosyalistseniz. coşkun beyin tefrika halinde yayınladığı dizi yazarlığı için tek kelime edin, edinde o kelimenin ne olduğunu bizde bilelim hiç değilse siz, biz okurları eşek yerine koymayın. Aslında eşek yerine koyuyorsunuz, biz eşeklerden eşekçe selamlarımı kabul buyurunuz. saygılarımla
selma [ 25 Haziran 2008 21:26 ]


TİYATROOYUN "ÇIĞ" CAHİLİ BÜKTEL'İ AYDINLATIYOR!


ÇIĞ SADECE ANADOLU HALKININ YA DA AZ GELİŞMİŞ ÜLKELERİN SORUNU DEĞİL. İŞTE GELİŞMİŞ BİR ÜLKE FRANSA'DA BİR ÇIĞ OLAYI... İŞTE BU NEDENLE COŞKUN BÜKTEL'İN ANLAYAMADIĞI ÇIĞ OYUNU PEK ÇOK ÜLKEDE BİRDEN SAHNELENİYOR!

Fransa'nın Chamonix bölgesinde 1999 yılında 12 kişinin ölümüne, birçok kişinin de yaralanmasına sebep olan ‘‘beyaz ölüm’’ 2400 metrelik Pecleret Dağı'ndan indi. Yumuşak kar, önünde bir kar bulutu oluşturarak vadiye kadar kaydı. Çukurdaki asfalt yolu da aşarak karşı tepenin yamacına, yokuş yukarı, tırmandı. 150 ile 200 km hıza ulaşarak önüne çıkan ağaçları kökünden söktü. Çığın dev kütlesinin önünde sıkışan havanın oluşturduğu basınç, karşı sırttaki evleri bomba gibi havaya uçurdu. Sonra, 6 metrelik bir kar örtüsü oluşturarak bütün vadiyi örttü

İŞTE DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNÜN RESMİ AÇIKLAMALARINDAN !


Türkiye’de Çığ Problemi
Türkiye’nin özellikle kuzey-kuzeydoğu ve doğu kesimlerinde, çığ olayına uygun topografik ve meteorolojik koşullara sahip dağlık alanlar mevcuttur. Ortalama yüksekliği 1000 m’yi geçen ve çığ oluşumuna uygun alanların yüzölçümü bu bölgeler içinde çok yüksek bir yüzdeye sahiptir. Dağlık alanların, Türkiye yüzölçümünün yaklaşık 1/3’ünü oluşturduğunu düşünecek olursak, çığ olayının meydana geldiği alanların yayılımının ne kadar büyük olduğu anlaşılır. Bu bölgelerde meydana gelen çığlar, yerleşim yerlerini, yolları, turistik tesisleri ve diğer bütün devlet yatırımlarını tehdit etmektedir.
Coşkun Büktel köylülere 1-2 km kenara kaçıp yerleşsenize diyor oysa bu konudaki en yetkili devlet birimi Türkiye'nin 1/3 ü (anlamayanlar için Türkiye'nin üçte biri) Çığ tehdidi altındadır ve bırakın cahil köyü köylüyü turistik tesisler, devlet yatırımları tehdit altındadır diyor. Bir yıldaki çığ yüzünden insan kaybı sayısının 328'e dek vardığını Coşkun Büktel biliyor muydu acaba? İşte 1-2 km kenara çekilin diyen Coşkun Büktel'in ne kadar büyük bir cehalet örneği sergilediği ortada!

yine kaynakta çığa neden olan faktörler arasında yüksek şiddette ses de sayılmakta. http://www.meteor.gov.tr/2006/zirai/zirai-calismalar.aspx?subPg=g

İşte bunun için gerçekçi olan Coşkun Büktel değil Tuncer Cücenoğlu...İşte bunun için Coşkun Büktel'in özenti Antik Yunan oyunu sahnelenmezken, Tuncer Cücenoğlu'nun "Çığ" oyunu dünyanın birçok ülkesinde sahneleniyor...
HİLMİ BULUNMAZ BUGÜN BİR KEZ DAHA DİZİ YAZARI ARKADAŞININ ETKİSİ ALTINDA VERGİSİNİN HESABINI TUNCER CÜCENOĞLU OYUNLARINDAN DOLAYI SORDU. ANTİK YUNAN'I YA DA KENTLİ ALDATAN KOCANIN FİYASKOSUNU DEĞİL TÜRKİYE'NİN 1/3 ÜNÜ TEHDİT EDEN ANADOLU İNSANININ DRAMINI ANLATAN "ÇIĞ" DAN DOLAYI MI? "ÖĞRETMEN" OYUNUNDAN DOLAYI MI? GERİCİ KUŞATMAYI ANLATAN "YEŞİL GECE"DEN DOLAYI MI? KADIN SORUNUNU ANLATAN "KADINCIKLAR"DAN DOLAYI MI? NEDEN DOLAYI? HİLMİ BULUNMAZ BİZİ SEVMEYEBİLİR VE SEVMEMEYE DE DEVAM EDEBİLİR AMA BİZE GÖRE DOĞRU YERDE VE DOĞRU GERÇEKLERİN GERÇEKÇİLERİN ARKASINDA MI BİR KEZ DAHA DÜŞÜNMELİ. BİR YANDA FİYASKO YAZARI, ANTİK YUNAN YAZARI, DAHA DA KÖTÜSÜ AVANTÜR DİZİ YAZARI VE ONUN BİREYSEL KENDİNİ KANITLAMA ÇABALARI DİĞER YANDA ŞAŞALI DÜNYASINA VE PARASINA KARŞIN TV'YE HİÇ BULAŞMAMIŞ TOPLUMCU EDEBİ YAZARLAR... BİZCE YALNIZ KALDIĞINDA BİR KEZ DAHA DÜŞÜNMELİ...
Coşkun Büktel komik olmaya devam ediyor
Üstelik bu defa TC Çığ önleme birimi patentli komik olmayı seçerek

Ve debelendikçe ÇIĞ'ın altında daha fazla ezilecek gibi görünüyor
Yazdığı mantıksız skeçleri oyun diye yutturmaya kalkan her satırında gaf yapan ama kendi yazdığı edebi değeri ve toplumsal yanı sıfır eserlerini bir yana bırakıp Tuncer Cücenoğlu'nun çok sayıda ülkede yayınlanmış ve sahnelenmiş eseri ÇIĞ hakkında abuk sabuk eleştiriler yapan Coşkun Büktel'in eleştirisini deşifre etmiştik ve okurlarımız tarafından Büktel komik olarak nitelendirilmişti.
3-4 gündür sus pus olan Büktel nihayet kendince sessizlik başladı deyip atağa geçmeye çalıştı. Tabi savunacak mantıklı bir çift sözü olmadığı için de daha komikleşeceğe benziyor.
Büktel kendi haklılığını kanıtlayacağını düşündüğü bir sayfa bulmuş Google'dan. Efendim sayfa Bayındırlık Bakalığının Çığ önleme sayfasıymış
Türkiye'nin en çok konuşulan doğal afet konusu nedir dersek hiç kuşku yok ki hep bir ağızdan "deprem" denilecektir.
Deprem'i önlemenin bir yöntemi var mı?
Hayır. Depremi (olmasını) önleyecek dünyada hiç bir yöntem yok.
Depreme karşı önlem yöntemleri var mı? Depreme karşı kesin yüzdeyüz maddi manevi zararı sıfıra indirecek bir yöntem olduğunu da hiç kimse iddia edemez. Ama mümkün olduğunca zararı en aza indirecek yöntemler vardır elbette.
Nedir?
En önce bir marangoz çağırıp büyük dolapları duvara sıkıca monte ettirmek böylece sarsıntıda dolap yıkılırsa altında kalmamak.
Ama ya duvar yıkılırsa?
Eh onu da (duvarı) artık nereye sabitlersiniz bilinmez.
Ayrıca deprem bölgesinde inşaat talimatnamasine uymak, depreme dayanıklı yapılar yapmak, fay hattı üzerine bina yapmamak , yerleşim bölgelerini fay hattından taşımak vs vs vs
Peki çok büyük bir deprem yaşadık. İzmit depreminden sonra, Üstelik dünyanın en fazla nüfuslu metropolü İstanbul'da çok büyük bir deprem beklenirken koskoca TC'nin bayındırlık bakalnlığı, afet müdürlükleri, deprem için kurulmuş özel müdürlükler vs vs de varken ne önlem alındı? Fay hattı üzerindeki kentler başka yere mi kaydırıldı? hayır. Hatta bırakın koca kentleri taşımak köyler bile taşınmadı. Fay hattından geçen doğalgaz , petrol vb boruları olduğu ortaya çıkmıştı bu boruların bile yönü değiştirilmedi.
Bakalım en büyük tehlike olarak görülen deprem nedeniyle bile bir köyün yerini değiştirmeyen devlet sorumlularımız üçte biri çığ tehlikesi altındaki Türkiye'de çığa karşı ne önlem almış?

SIKI DURUN AÇIKLIYORUZZZZZZ!

TV dizilerine, tv yıldızlarına, müthiş genel kültürlü ağaçla çığ önleyecek kadar bilgili yazarlarına milyarlar akıtılan refah ve mutluluk içindeki ülkemde işte çığ için yapılanlarrrrrr

1993 yılında Afet İşleri Genel Müdürlüğü Afet Etüd ve Hasar Tespit Dairesi binyesinde 2 kişiden oluşan bir birim kurmuş..
Evet evet kahkahalarla güldüğünüzü görür gibiyiz. Türkiye'nin üçte biri çığ bölgesi. Türkiyede çığ nedeniyle bir kışta yüzlerce insan ölebiliyor ve koskoca TC 1993 yılında bu işe el atıyor ve tam 2 kişilik bir ekip kuruyor.
Aradan 15 yıl geçmiş şimdi kadrosu nedir çalışmaları nedir?

Yine sıkı durun !
Şu an üçte biri çığ bölgesi ve çığ tehdidi altındaki Türkiye'nin Bayındırlık Bakanlığının Çığ la mücadele ekibinin teknik ve büro yani uygulama yapacaklar da dahil tüm personelinin toplam sayısı 10 !
Gözünaydın Türkiyem
Büktel gibi toplumcu(!) , aydın(!), toplum sorunlarını irdeleyip üstüne giden (!) yazarları olan ülkeye böyle de bir bayındırlık bakanlığı normal tabi.

Neler yapmış bu ekip?
Yurtiçinde ve yurtdışında bazı toplantılara katılmış seminer vermiş.
Şimdi bu ekibin üçte biri çığ tehlikesi altındaki Türkiye'de çığ'ı önlediğini, önleyebileceğini, artık Türkiye de Tuncer Cücenoğlu'nun kitabındaki gibi köylerin kalmadığını böyle bir olayın tehlikenin olmadığını söyleyebilir misiniz?
Hayır.. Deprem bölgesindeki hatta fay hattının üzerindeki kentler, köyler hatta bir kaç kilometre gaz borusu taşınıp başka güzergaha alınmamışken çığ tehdidi altındaki köylerin kentlerin başka alanlara taşındığını söyleyebilir misiniz? Cücenoğlu'nun oyunu boşa çıkmıştır artık Türk köylüsünün üzerinde öyle bir tehlikenin sözü bile edilemez diyebilir misiniz?
Türkiye'nin üçte biri çığ tehlikesi altındayken kimi nereden nereye taşıyacaksınız? hangi üçte biri diğer üçte ikinin içine sığdıracaksınız? Üçte biri çığ tehdidinde olan bir ülkede Büktel'in 2 kilmetre öteye taşınıp çığdan kurtulma komedisi sona mı erdi?
Önlem olarak Büktel'in link verdiği amatör görünümlü yanar dönerli bu dangalak sitede sıralananların önlemler üçte biri çığ tehlikesi altındaki Türkiye'nin kaç metre karesinde uygulandı bu on kişilik ekiple?
Ve bırakınız köyleri köylüleri devletin kendi binalarının hatta modern denebilecek turistik binaların dahi çığ tehlikesi altında olduğu devletin kendi sitesinde yazmıyor muydu? Taşınabildi mi bunlar? Taşınamadı
Ama Büktel taşıyıveriyor. Etiler Akkoyunlu sokaktan Levent Karakoyun sokak 22 numaraya taşınmak sanıyor ya köyleri. Taşınsınlar canım ne var Allallaaa... Hem bakın devlet de en son önlem olarak taşımaktan söz etmiş... (Ama devlet fay hattındaki kendi binalarını bile henüz taşımamış, çığ tehlikesi altında benimde binalarım var demiş)
Büktel'in Çığ adlı oyununda yer belirtilmiyor, zaman da. Hatta ülke adı da geçmiyor. Bu 50 yıl öncesi de olabilir halen bugün de. Henüz 1993 yılında 2 kişiyle çığ için birim kurmayı akıl edebilmiş bir ülke.... 2008 yılında 10 kişilik seminer veren bir müdürlük... Türkiye köylüsünün, Türkiye halkının üzerinde Çığ tehlikesi var mıdır yok mudur? Çığ'a karşı alınmış önlem var mıdır yok mudur? Çığ Türkiye'nin gerçeği midir değil midir? Hatta Fransa'da yaşanan örneği vermiştik Çığ dünya için bir gerçek midir değil midir? Tuncer Cücenoğlu'nun Çığ adlı eseri "Avalanche" adıyla Fransa’da l’Espace d’un instant Yayınevi’nce kitap olarak yayımlanmışsa bunun altında bir takım gerçekler gerçekçilikler olduğunu gördükleri içindir. (Bakınız Büktel'in fiyaskosu gibi Türk yayınevi tarafından parası verilip Türk tercümana ingilizceye çevirtilip ingilizce kitabı çıkıyor gibi bir göz boyamayla değil. Fransa da Fransız yayınevince)
Çığ kaç dile çevrilmiş ve kaç ülkede sahnelenmişti söyler misin Sayın Büktel ?
Bu ülkelerde sahneleyen yada bu ülke dillerine çervirenler danışmanlarla çalışan büyük kuruluşlardır. Neden bir teki yahu ağaç dikip çığ önleniyor bırakın bu oyun palavra diyememiş?


ŞİMDİ GELELİM COŞKUN BÜKTEL'İN ÇIĞI ÖNLEMEK İÇİN AĞAÇ DİKİLİRMİŞ BAKIN BEN SİZE SÖYLEMİŞTİM DİYE HAVALARA ZIPLAMASINI SAĞLAYAN SİTEYE

Teraslama: Bu yöntem, genellikle yerleşim yeri dışındaki alan veya yapıları korumak için kullanılır. Teraslarda, basamağın üst kısmı kısmı sertleştirilerek ağaçlandırılır ve eğime dik yönde duvarlar ile desteklenirler ise daha tatmin edici sonuçlar alınabilir. Yamaç eğimlerine göre terasların inşa açıklık değerleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Büktel'in kendi gösterdiği kaynaktaki İlk madde Büktel'i yalancı çıkardı yani bu ağaçlandırma yerleşim yeri dışındaki alanlar ve yapıları korumak içinmiş.. Yani Cücenoğlu'nun köylülerini yada Anadolu'daki çığa maruz yüzlerce köyü korumak için değil! Yani diyelim arazi de kurulmuş bir trafo binası var onun üstüne ağaçlandırma yapıyorsunuz ki çığ üstünden atlayıp geçsin yada ufak bir çığ ise hızını kessin. Zira anlatmıştık saatte 400 km ye varan devasa çığlar ne ağaç dinliyordu ne de bina.. Binaları bile sürükleyip götürüyordu

Yeniden Ağaçlandırma: Ağaç büyüme sınırına yakın kotlarda yeterli derinlikte ve uygunlukta toprak olan yamaçlarda yeniden ağaçlandırma yapılabilir. Özellikle kar çitleri veya ağları ile beraber kullanıldığında, ağaçların kar yüklerinden ve çığlardan zarar görmeleri önlendiğinden, çitler ekonomik ömrünü dolduruncaya kadar ağaçlarda yamaçta iyi bir koruma sağlayabilirler

Görüldüğü gibi bu da birinci maddedeki ağaçlandırmanın devamı ağaçların yeniden yapılandırılması. "Ağaçları korumak için mi çit, çitleri korumak için ağaç" mı her ne ise ağaçların yerleşim yerlerini çığdan korumayacağı bellidir ve resmi olarak da belirtilmiştir.


Şaşırtmacalı Kazıklar: ŞaşırtmŞaşırtmacalı kazıklar, çapları 10-20 cm arasında değişen, kazığın zemin üzerinde 30 - 200 cm'si kalacak şekilde şaşırtmacalı olarak dikilen ağaç kütükleridir. Çakılma aralıkları yamaç eğiminin ve kar derinliğinin artması ile birlikte azalır. Kütüğün gömülü kısmının toprak üstündeki bölümüne oranı 1:2 olmalıdır. Minimum gömme derinliği sert zeminlerde 60 cm, gevşek zeminlerde ise 80-100 cm'dir. Çok güvenli bir önlem yapısı değildir. Yerleşim yerlerini korumak için kullanılmazlar. Geniş alanlarda uygulanmalarının maliyeti zaman zaman çok yüksek olabilmektedir

Evet sevgili Büktel'ciğimiz senin kendine dayanak yaptığın Türkiye Cumhuriyetinin 10 kişilik çığ önleme biriminin sayfaları ne diyor? Yerleşim yerlerini korumak için uygun değildir. Yeterince Türkçe mertçe açık yazmışlar değil mi? Ama sen yeterince Türkçe bilmediğinden yada yeterince mertçe yaklaşımda bulunmadığından bunları görmezden gelip çığları ağaçla kazıkla durdurabildiklerini iddia etmişsin.


ATripodlar (üçayaklar), ağaç kütükleri kullanılarak yapılan ve 3 ayrı kütüğün birbirleriyle birleştirilerek kullanıldıkları yapılardır. Eğim açısının 37o 'den düşük olduğu yamaçlarda kullanılırlar. Şaşırtmacalı kazıklar ile beraber kombine olarak da kullanılabilirler. Ancak, şaşırtmacalı kazıklarda olduğu gibi kesin bir çığı önleme garantisi vermez ve yerleşim yerlerini korumak için kullanılması uygun değildir

Evet sevgili Büktel'ciğimiz senin kendine dayanak yaptığın Türkiye Cumhuriyetinin 10 kişilik çığ önleme biriminin sayfaları ne diyor? Yerleşim yerlerini korumak için uygun değildir. Yeterince Türkçe mertçe açık yazmışlar değil mi? Ama sen yeterince Türkçe bilmediğinden yada yeterince mertçe yaklaşımda bulunmadığından bunları görmezden gelip çığları ağaçla kazıkla durdurabildiklerini iddia etmişsin.

Kar çitleri, halen dünyada uygulanan en güvenli ve en uzun ömürlü aktif çığ önleme yapılarıdır. Bu çitler, ağaç, beton, alüminyum ve çelikten imal edilirler. Daha pahalı olmasına karşın çelik olanları yaklaşık 100 yıllık ekonomik ömürleri ile en iyi sonucu vermektedir. Ağaçtan yapılanların ki ise 20-40 yıl arasında değişmektedir. Sistemin kurulmasını pahalı olmasına karşın yerleşim yerlerini korumada gönül rahatlığı ile kullanılmaları, bu dezavatanjlarını gözardı edebilmemizi sağlamaktadır. Çitlerin projelendirilmesi sırasında kullanılacak malzeme türü, konumları, uzunlukları ve boyutlarının iyi dizayn edilmemesi sonucunda hem istenen sonuç alınamaz hemde yapılar doğal riskler (korozyon, kar yükü, kaya düşmesi, vb.) neticesinde tahrip olabilir.

Evet sevgili Büktel'ciğimiz en etkili yöntem buymuş. Acaba üçte biri çığ tehlikesi altındaki Türkiye'nin kaç kilometresi hatta kaç metresinde 10 kişilik ekiple bu önlem alındı? Sence bu Tuncer Cücenoğlu'nun yazdığı oyunu boşa çıkarır mı? Saçma artık Türkiye kar çitleriyle dolu böyle bir olay yaşanmaz, böyle bir tehlike yok diyebilir misin açıkça mertçe Türkçe?

Ve bunlara benzer bir dizi önlem daha sıralanıyor hepsini buraya almaya gerek yok.

Ama sonuç olarak görüleceği gibi hiç biri ama hiç biri devasa boyutlara ulaşan hızı 400 kilometreye dek varan çığ felaketi için kesin bir önlem değildir. Taşınma ve yerleşim bölgelerinin başka yerlere götürülmesi ise en son madde olarak konulmuş zira biliyorlar ki üçte biri çığ tehlikesi olan Türkiye'de kimi nereye taşıyacaksın? Tarlası bağı bahçesi ağaçları ile kendine dünya kuran onlarca yüzlerce köyü köylüyü nereye taşıyacaksın?

Henüz bu sene 2008 de Çığ olayları yaşanmış insanlar ölmüşse sen hangi önlemden bahsediyorsun hangi ağaç dikip çığ önlemeden bahsediyorsun be hey şaşkın!

Onlar bunun gayet farkında ama izmir çocuğu Büktel farkında olmadığı için "Taşınsınlar madem öyle" , "Ağaç falan diksinler, set çeksinler" diyecek kadar aymazlık içinde. Hilmi Bulunmaz'dan devşirme yeni yamağı da zeka küpü olmakta ve fikir üretmekte Büktel'i aratmıyor hamile hanımları büyük kentlerin toplama kamplarına yollayacağız önlem olarak.

O halde Büktel' e soralım
Çığ tehlikesinde olan bir köyümüzü taşımak için biz seferber olacağız. Masrafını biz karşılayacağız. 40 büyük baş hayvanı, 200 küçük baş hayvanı, 60 tane kadar meyve ağacı, 40 dönüm ekili alanı, harman yeri ile sizin mahallede uygun bir daire var mı? Zira sizin mahallenizde çığ tehlikesi olmadığı kesin.






İŞTE TÜRKİYE'NİN ÇIĞ HARİTASI
NEDEN ACABA HER TÜRLÜ BELA, RİSK
AYNI BÖLGELERİMİZDE YOĞUNLAŞIYOR?
İÇANADOLU'NUN ORTASINDAN İTİBAREN TÜRKİYENİN EN DOĞU UCUNA KADAR TAMAMI ÇOK YOĞUN ÇIĞ TEHDİDİ ALTINDA KALIYOR. BÜKTEL'İN FORMÜLÜYLE TÜRKİYENİN BU KOCAMAN BÖLGESİNİN KEPENKLERİNİ ÇEKİP BU KOCAMAN BÖLGEDEKİ İNSANLARI ANADOLU'NUN ORTASINDAN BU YANA TAŞIMAK GEREKİYOR!
HOŞ GERÇİ ONU DA YAPARSAK BÜKTEL GİBİLER İSTANBUL, İZMİR DOĞULU'LARLA DOLDU DİYE DE İSYAN EDEBİLİR YA..
TÜRKİYE'NİN BU KADAR BÜYÜK BİR BÖLGESİNİ TAŞIMAK NE KADAR AKILCIL SİZCE?
PEKİ TAŞIYALIM TAŞIMASINA DA ONLARIN İNEKLERİNİ, ÖKÜZLERİNİ SIĞDIRABİLECEK MİSİNİZ İZMİR'İN EVLERİNE? HA SAHİ KARŞIYAKA'DAN BERGAMA'DAN TARLA DA VERECEK MİSİNİZ EKİP BİÇSİNLER DİYE?

Türkiye topraklarının yaklaşık % 35’i çığ afetine maruz kalmaktadır. (Büktel'in referans gösterdiği Bayındırlık Bakanlığı raporlarından)

ÇIĞDA ÖLENLERİN ORANI
MOR RENKTE GÖRÜLEN İSTANBUL'DA DEV BİR ALIŞVERİŞ MERKEZİNİN GÖKDELENİ DEĞİL
ÇIĞDA KAYBEDİLEN İNSANLARDAN YERLEŞİM BÖLGELERİNİN YÖRE HALKININ MİKTARI
YANINDA BİR GECEKONDU GİBİ DURAN YEŞİLSE ÇIĞ NEDENİYLE KAYBEDİLEN ASKER SAYISI
ONLARIN YANINDA NEREDEYSE YOK GİBİ KALAN ORANLARDA İSE AVCI, KAYAKÇI, KARAYOLCU, DEMİRYOLCU VE BİLİNMEYEN YER ALIYOR.
YANİ BÜYÜK KAYIP O YÖRENİN YERLEŞİK İNSANLARI, KÖYLÜLERİ...
PEKİ BÜKTEL'İN REFERANS ALDIĞI BAYINDIRLIK BAKANLIĞININ 10 KİŞİLİK (!) ÇIĞ EKİBİNİN ÇIĞA KARŞI YAPACAĞI PROJELERİN BAŞINDA NE SIRALANMIŞ DERSİNİZ?
KAYAK YAPANLARIN ÇIĞDAN KORUNMASINA YÖNELİK TEDBİR. ELBETTE KAYAK YAPANLAR DA DAHİL BİR TEK KİŞİNİN ZARAR GÖRMESİNİ İSTEMEYİZ FAKAT YÖRE HALKININ ÇIĞ KARŞISINDA YAŞADIĞI, YAŞAYACAĞI FELAKETLE KAYAKÇILARIN MARUZ KALACAĞI ARASINDA DAĞLAR KADAR HATTA İKİZ KULELER KADAR FARK VARKEN ÖNCELİKLER BİRAZ DÜŞÜNDÜRÜCÜ DEĞİL Mİ?


§Türkiye Dağcılık Federasyonu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile, “Türkiye’de Dağcılık Sporunun Yapıldığı Dağların Çığ Riski Açısından Değerlendirilerek, Ulusal ve Uluslararası Spor ve Turizm Faaliyetleri İçin Kılavuz Oluşturulması” başlıklı proje çalışmasının hazırlıkları devam etmektedir. (Büktel'in referans gösterdiği Bayındırlık Bakanlığı raporlarından)

RESİM ÇIĞ OLAYI YAŞANMIŞ BİR KÖYDEN. GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ NE AĞAÇLAR ENGELLEMİŞ NE DE 80 MİLYONU AŞMIŞ TÜRKİYE'NİN BAYINDIRLIK BAKANLIĞININ 10 KİŞİDEN İBARET ÇIĞ KOMİSYONU! (EMİNİZ TAMAMI BÜRO - MASABAŞI ELEMANIDIR ZATEN)

BAYINDIRLIK BAKANLIĞI ÇIĞ KOMİSYONU İÇİN BİR DE İNTERNET SİTESİ ADRESİ VERMİŞ
www.ciggrubu.org AMA MAALESEF Kİ BU ADRES DE TERK EDİLMİŞ GÖRÜNÜYOR. ÇIĞ İLE İLGİLİ BİR SORUNUNUZ VARSA VE GİRERSENİZ KARŞINIZA ÇIKAN SAYFADA ETEĞİ KALDIR PUAN KAZAN REKLAMI VE BAZI İNGİLİZCE REKLAM LİNKLERİ ÇIKMAKTADIR.



BAKALIM BU İŞLERİN BAŞINDAKİ BAKANIMIZ KİMDİR?
Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafız ÖZAK 1946 yılında Trabzon’da doğdu. Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirdi.
Trabzonspor Futbol Takımı Kaptanlığını da yapan ÖZAK Yılın Sporcusu Ödülü sahibidir. Faruk Nafız ÖZAK Trabzonspor Asbaşkanı ve Başkanlığı görevlerinde de bulundu.
İnşaat Yüksek Mühendisi olan Faruk Nafız ÖZAK, YAPISUN A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı ve Trabzon Kalkınma Vakfı Kurucusudur.
GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ BAKANLIĞIYLA İLGİLİ TEK BAĞLANTISI İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİNİ BİTİRMESİ. AKADEMİSYEN FALAN DA DEĞİL HER YIL YÜZLERCE GENCİN BİTİRDİĞİ İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİNİ BİTİRMİŞ HERHANGİ BİRİ. BAKANLIĞINA İLİŞKİN ARTI BİR BİRİKİM DENEYİM DE GÖRÜNMÜYOR. DAHA ÇOK FUTBOLCU!
HERHALDE BAKANLIĞI DA DAHA ÇOK BAKANLIĞIN İNŞAATÇILIK YÖNÜYLE İLGİLİ OLSA GEREK. EE NE DE OLSA MEMLEKETİ DE İNŞAATÇI OLMASINA UYGUN.
BİLİRSİNİZ "LAZ MÜTEAHİT" ARTIK BİR DEYİM OLMUŞTUR TÜRKÇEDE


BÜTÜN BUNLARDAN SONRA DİYORUZ Kİ.........

TÜRKİYE'YE DAHA EN AZ 20 ÇIĞ GEREK !

TUNCER CÜCENOĞLU GİBİ TOPLUMCU GERÇEKÇİ YAZARLARIMIZ FARKLI ÖYKÜLERLE FARKLI BAKIŞLARLA TÜRKİYE'NİN YÜZDE OTUZBEŞİNİN GERÇEĞİ OLAN ÇIĞ GERÇEĞİNİ ÇOK DAHA FAZLA GÜNDEMDE TUTMALI ÇOK DAHA CANIMIZI ACITACAK VE DUYARLILIĞIMIZI ARTIRACAK ÖYKÜLER, OYUNLAR YAZMALI. ÇIĞ ÜZERİNE EN AZ 20 OYUN DAHA YAZILMALI.
BİZE SICAK TİYATRO SALONLARINDA ANADOLUMUZUN SOĞUK GERÇEĞİNİ TEKRAR TEKRAR HATIRLATMALI...

BÜKTEL'DE TURSİTLERİN PLAJLARDA SU GİBİ OKUYUP GEÇTİĞİ TÜRDEN KARISINI ALDATAN KUMARBAZ POLİSİYE MACERA ROMANLARI , ÖZENTİ TRAGEDYALAR, BASİT DİZİLER YAZMAKTAN VAZGEÇİP BELKİ BİR GÜN BİR TÜRKİYENİN ACITICI TOPLUMCU GERÇEĞİNİ ELE ALIR DİYE UMUT ETMEK İSTİYORUZ AMA OTURDUĞU EVDEN ANADOLU VE TÜRKİYE NASIL GÖZLEMLENİR ONU DA BİLEMİYORUZ...
NE KADAR HAKLIYMIŞ HİLMİ BULUNMAZ..
NASILDI O SÖZ?
İnsan, yaşadıklarıyla birlikte var. Yazar, yaşadıklarının sağladığı özgünlükle üretir.


COŞKUN BÜKTEL "ÇIĞ ELEŞTİRİSİ" KONUSUNDA OKUR GÖRÜŞLERİ
Arkadaşlar sakin olun, yasaklamaya gerek yok bence, ustaları nasıl suspus oldularsa bu kazım denen şahısta pek konuşacak hal kaldığını sanmıyorum. O kadadarda kör değil ya, herkesin gördüğünü görmüştür, yakında oda ustaları gibi tam siper yapıp kaybolur merak etmeyin. cahillerin cesareti bir yere kadardır, gerçek suratlarına şaaakkadak inince araki bulasın, görmüyomusunuz, coşkun büktel çığ ile ilgili yalan yanlış bir iki şey bulmuş internette hemen yanıt diye girdi, ya diğerleri, Melih hocanın bir bir anlattığı onca şey nerde, nerde oalacak cevap veremediği için onları görmüyor, duymuyor, bilmiyor. görün bak sağlam bir şey bulsun günlerce onu yazarda yazar, ama gerisini yine görmez. Kazımda artık buralara uğrayamaz, oda tam siper olur, araki bulasın.
Metin Birsen [ 30 Haziran 2008 20:46 ]
Tiyatrooyun gerek haberciliği ile gerek konuların üzerine gitmekte cesareti ile bizim gözbebeğimiz bir site olmuştur Bu siteye ve bu sitenin saygın kültürlü okurlarına bu derece cahilce ve pervassızca cevap veren bir tek ukala bu siteyi kilitleyemez Bunun adı demokrasi değil boşboğazlığa geçit vermektir Kazım isimli kişi çok istiyorsa kendi bedava bloglarından yada çok fazla şakşakçılığını yaptığı Büktel'den yer rica eder yazacaklarını yazar. Kimsenin sesini kısmış olmazsınız ama sabote edici saygısızlıklara yer verilmemesini bende destekliyorum.
Korkmaz Çakar [ 30 Haziran 2008 12:42 ]
evet kesinlikle katılıyorum. Hem kimki bu Kazım denen kişi. Ben eleştirilerde onu adına rastlamadım. Konuşacaksa, yüreği varsa büktel konuşsun, yazsın. Bu adamı engelleyin. papağan gibi saçmalıkları sıralayıp duruyor.
Murat [ 30 Haziran 2008 12:10 ]
Kazım Şimşek son derece rahatsız edici ve zeka seviyesi üslubu düşük yazılarla bu siteyi sabote edicidir katılıyorum onun bu sitede yeri olamaz Bakın Coşkun Büktel'in sitesine yorum yazılamıyor Hilmi Bulunmaz'ın sitesine de yorum yazılamıyor Kazım denen kişininkine de ancak o onaylarsa. O halde neyin demokrasisi kimin demokrasisi? Eğer cesareti varsa Coşkun Büktel yazdığı palavraların altına bizlerin de yorum girebileceği bir düzenleme yapsın sitesine Yapmaya cesaret edemez çünkü kaç kuruşluk iddiaları olduğu ortaya çıkar O nedenle sizin de isteyen herkesin yorum yazabilmesi gibi bir genişlik sağlamanız şart değil bence de artık bu zeka özürlü ve kul köle olmuş birinin satırlarını okumamız gerekmiyor.
Fatma Güçlü [ 30 Haziran 2008 11:57 ]
Sevgili editörler konuyu yanlış yerden tartışıyorsunuz, Coşkun Büktel sizin kafanızıda karıştırdı:) Büktel eleştirisinde saçmalamış, Cihan beyin söylediği gibi kuyruk acısını çıkarmaya çalışmış. Türkiyenin değil üçte biri, bir tek köyü bile çığ tehdidinde olsa ne farkeder. Yazar bir tek o köyü alıp oyunlaştırır, Tuncer cücenoğlu çığ önleme komitesindemi çalışıyor, bayındırlık bakanımı ki ona akıl veriyor bay yazar büktel. Saçmalık burda zaten. Sizde bu oyuna gelip çığı tartışmaya açtınız, sizin kafanızıda karıştırdılar. Kaldıki bu kadar cahil birine çığı da anadolu gerçeğinide anlatamazsınız.
Selma [ 30 Haziran 2008 11:55 ]
Ya bu Coşkun Büktel'le onun süprüntüsü Kazım gerçekten utanmaz arlanmaz biri ya!... Yani sırf senin eserin beğenmedi oy almadı edebi kurulmu neyse ordan geçmedi diye sen kalk bütün dünyanın alkışladığı bir sayın yazarımızın değerli ve gerçekçi bir oyununu çürütmeye uğraş!!!! Bu Türk düşmanlığı bile sayılabilir. Kendi oyunu geçmedi diye ulusal onur olmuş bir yazarı küçümsemek ne demek? O kurulda Yaşar kemal'de olsa Aziz Nesin'de olsa onun o kötü oyun denemesine olumsuz oy verecekti o zaman Yaşar Kemal'e , Aziz Nesine'e kusur bulmak için mi çırpınacaktı bu ikili? SİTE YETKİLİLERİNE SESLENİYORUM BU SİTENİN OKURLARINA EDEPSİZ DİYEN BU GERİZEKALI KİŞİYE ARTIK DUR DEMENİN ZAMANI GELMEDİ Mİ? ONUN APTALCA VE PAPAĞANCA TEKRARLARINI OKUYUP DURMAK ZORUNDA MIYIZ? BU ÜLKEDE EVET DEMOKRASİ VAR AMA HANGİ GAZETE HANGİ DERGİ RAKİPLERİNİN KRŞI GÖRÜŞTEKİLERİN GELİP KENDİ OKURLARINA YAZARLARINA HAKARET ETMESİNE İZİN VERİYOR? DEMOKRASİ VAR EVET GİTSİN YAZACAKLARINI COŞKUN BÜKTEL'İN SİTESİNDE YAZSIN YAZMA HAKKINI KULLANARAK BU ADAMA ARTIK DUR DEME ZAMANI GELMEDİ Mİ? BİZLERİ DAHA NE KADAR SİNİRLENDİRİP EDEPSİZ TÜRÜ HAKARETLER ETMESİNE GÖZ YUMACAKSINIZ ARKADAŞLAR?
Melike Noyan [ 30 Haziran 2008 11:50 ]
ÇIĞ YADA DİĞER DOĞAL FELKETLER TAM OLARAK ÖNÜNE KOLAY KOLAY GEÇİLEMEYEN FELAKETLERDİR. ELBETTE ALINACAK HER ÖNLEMİN YANINDAYIZ VE YAPILACAK HER GİRİŞİM BİRAZ OLSUN DOĞAL FELAKETLERİ AZALTABİLİR. CÜCENOĞLU BİR ÇIĞ DEĞİL DEPREM ÖYKÜSÜ DE YAZABİLİRDİ. (BEHİÇ AK'IN "FAY HATTI" NI HATIRLAYINIZ) CÜCENOĞLU BİR KÖYÜN FAY HATTI ÜZERİNDE GEÇEN ÖYKÜSÜNÜ DE ANLATABİLİRDİ. AMA O BİR BAŞKA DOĞAL FELAKET GERÇEĞİNİ SEÇMİŞ BU KEZ ÇIĞIN NE KADAR FECİ BİR DOĞ FELAKETİ OLDUĞUNU OKUYANLARA, SEYREDENLERE HİSSETTİRMEK İSTEMİŞ. BU DOĞAL FELAKETİN YANISIRA HALEN GELİŞMEMİŞ ÜLKELERDEKİ KADERCİLİĞİ, DOĞA KARŞISINDA DUYULAN KORKUYU, BU KORKUYLA YAPILAN KORKUNÇ YANLIŞ UYGULMALARI DA HİSSETTİRMEYE ÇALIŞMIŞ. DOĞA OLAYLARI KARŞISINDA KORKUP TANRILARA İNSAN KURBAN EDİLDİĞİNİ HATIRLARSAK DOĞADAN GELEN TEHLİKELERDEN DOLAYI KORKULARIN NERELERE DEK VARDIĞINI YADIRGAMAMAK GEREK. DOLAYSIYLA TUNCER CÜCENOĞLU'NUN BU OYUNU ACITICIDIR. ACITICI OLDUĞU KADAR GERÇEKÇİDİR. BİZİM GERÇEĞİMİZDİR. İSTER BEĞENELİM İSTER BEĞENMEYELİM BU TÜR BENZER VAKALAR YAŞANMIŞTIR HALA DA BENZERLERİ YAŞANMAKTADIR. ÇOK DAHA KÜÇÜK ÇAPLI KORKULARA RAĞMEN , HATTA ŞEYHİ İSTEDİ DİYE BİR FELAKETİ ÖNLEMEK ADINA KENDİ ÇOCUĞUNU KURBAN EDEN BABALAR DAHİ GÖRMEMİŞ MİDİR BU ÜLKE? SONUÇ OLARAK : AĞAÇ YADA SET YAPMAK ÇIĞI BİR NEBZE OLSUN ÖNLEYEBİLİR YADA TAM TERSİ AĞACI DA İÇİNE KATARAK DAHA DA TEHLİKELİ OLABİLİR. COŞKUN BÜKTEL'İN BULDUĞU SİTEDEKİ UZMANLAR BİLE DEMİŞ Kİ AĞAÇLANDIRMA YADA ORMANLAR "YERLEŞİM BÖLGELERİ İÇİN BİR TEDBİR DEĞİLDİR." AMA HADİ BİZ DİYELİM Kİ AĞAÇLANDIRMA, SET ÇEKME VE DİĞER YÖNTEMLER ÇIĞ FELAKETİ İÇİN YÜZDE YÜZ KESİN BİR ÖNLEMDİR. HADİ BUNU KABUL EDELİM.. TÜRKİYE'DE DEPREMDE ÖLÜM RİSKİNİ ÇOK AZALTACAK YÖNTEMLER BİLİNDİĞİ HALDE UYGULANMAMIŞKEN ACABA PEKİ BÜKTEL'İN HATIRINA KABUL EDELİM DEDİĞİMİZ AĞAÇLANDIRMA, KAZIKLANDIRMA, SETLEME, TRİPODLAMA VS ANADOLU'DA NE KADAR BÖLGEDE ARAZİDE UYGULANMIŞ? BELKİ DE SIFIR AMA HADİ ÇOOOK PEMBE GÖRÜŞLÜYÜZ YA DİYELİM TÜRKİYENİN DAĞI TAŞI KİLOMETRELERCE ANADOLU TOPRAĞI ÇIĞA KARŞI AGAÇLARLA SETLERLE TRİPODLARLA KAZIKLARLA VE BİLUMUM YÖNTEMLERLE KORUNMUŞ, ÇOK TEHLİKELİ KÖYLER MARMARİSE, FİNİKEYE, ÇEŞMEYE, ALAÇATIYA YERLEŞTİRİLMİŞ İNSANLAR BİLİNÇLENMİŞ, DOĞUM YAPACAKLAR 1 AY ÖNCEDEN HASTANELERİN KONUK EVİNDE AĞIRLANMAYA BAŞLAMIŞ, ARTIK ÇIĞ DİYE BİR FELAKET TÜRÜ YOK... CÜCENOĞLU'NUN ACITAN OYUNU BOŞA MI ÇIKTI?, HAYIR... ÇÜNKÜ CÜCENOĞLU BUGÜNÜ YADA DÜNÜ ANLATMIYOR Kİ.. 20 YIL ÖNCE, 40 YIL ÖNCE, 50 YIL ÖNCE BU İLKEDE BÖYLESİ DURUMLAR DA YAŞANABİLMİŞ YADA YAŞANABİLİRMİŞ DİYEBİLMEK İÇİN DE YAZILMIYOR MU BU ÖYKÜLER OYUNLAR? BÜKTEL TE GİDİP ANTİK ÇAĞDA YAŞANANLARI TAŞIMIYOR MU BUGÜNE? EEE NE OLDU ŞİMDİ?, CÜCENOĞLU'NUN OYUNU YİNE TAŞ GİBİ , YİNE GÜÇLÜ YİNE TOPLUMSAL YİNE ACITICAK KADAR GERÇEKÇİ! BÜKTEL AĞAÇ DİKSELER, SET ÇEKSELER, KÖYÜ TAŞISALAR DEDİ DİYE BU OYUNUN GERÇEKÇİLİĞİ BİTTİ OYUN DEĞERİNİ Mİ KAYBETTİ? ASLA! ZATEN BU NEDENLE BU OYUN ŞU AN DAHİ 3-4 ÜLKEDE HALA GÖSTERİMDE BİR ÇOK ÜLKEDE KİTAP REYONLARININ RAFLARINDA SATIŞTA. O HALDE BÜKTEL'İN BU OYUNU ELEŞTİRME GAYESİ NET VE AÇIK BİR DÖNEM DT EDEBİ KURULUNDA YER ALMIŞ VE ONUN OYUN BİLE DENMEYECEK HARAM LOKMA SENDROMUNA TÜMÜNÜN OLUMSUZ OY VERDİĞİ KURULDA TUNCER CÜCENOĞLU DA BULUNDUĞU İÇİN TUNCER CÜCENOĞLU'DAN OLAN NEFRETİNDEN DOLAYI İLLE DE ELEŞTİRMEYE ÇALIŞMASI BAŞKA HİÇ BİR ŞEY DEĞİL!
Cihan [ 30 Haziran 2008 11:27 ]

Coşkun Büktel aslında tam medya patronlarının arayıp bulamayacağı bir yazar türü Siyasete bulamamış, toplumsal sorunlar diye tutturmamış, kafa yapısı ortada biri. Aslında tam aranan niteliklerde bir medya yazarı ama Ama bir sorun var kötü yazıyor Sıkıcı ve uzun yazıyor replikleri o nedenle bu kişisel özelliklerine rağmen medyada çok şans yakalayamıyor.
Nedim [ 01 Temmuz 2008 11:50 ]
Her şey, intihar etmek isteyen adamın bir yanlış numaraya cevap vermesiyle başladı. Sonra olaya diğerleri karıştı: Zengin ve yaşlı karısını öldürmeye kararlı, vasıfsız bir genç adam... Zengin ve yaşlı olsa da hiç aptal olmayan kıskanç karısı... Erkeğini yaşlı karısından koparıp almak için dünyayı yakmaya hazır, gözü kara bir metres... Psikopat katillerden oluşan dört kişilik bir çete... Bir sonraki sahnede neler olacağını asla tahmin edemeyeceksiniz! AZZZZZZZZZ SONRAAAAAAAA! YA ALLAHAŞKINA BİRİ BENİ DÜRTÜKLESİN YADA ÇİMDİKLESİN... YUKARIDAKİ ROMANI YAZAN COŞKUN BÜKTEL Mİ TUNCER CÜCENOĞLU'NUN "ÇIĞ"INI ELEŞTİREN? YUKARDA BİR YERDE GEÇİYOR PLAJ KİTABI DİYE. İŞTE İNGİLTEREDE FALAN BU TÜR MACERA KİTAPLARINDAN YILDA BİR KAÇ BİN TANE YAYINLANIR. BASİT KOLAY OKUNAN SÜRÜKLEYİCİ MACERA AMA BOŞ! BOŞŞŞŞ! BOMBOŞŞŞŞŞ! VODVİLLERDEN BİLE BASİT AŞK MACERA VS YAHU BİRİ BENİ ÇİMDİKLESİN SOSYALİST HİLMİ BULUNMAZ BUNU MU DESTEKLEMİŞTİ? IRMAKLAR NEHİRLER TERSİNE Mİ AKMAYA BAŞLADI? SOSYALİST BİRİSİ BU BASİT MACERA , POLİSİYE KİTABINI DESTEKLEYİP ÇIĞ GİBİ TOPLUMSAL BİR SORUNA EL ATAN ESERİ DE BÜKTEL'İN AKLIYLA ELEŞTİRMİŞ MİYDİ? YEŞİL GECE, ÖĞRETMEN, ÇIĞ, KADINCIKLAR... YAHU HER BİRİ AYRI TOPLUMSAL SORUNU ALAN DEVLEŞMİŞ ÜLKE SORUNLARINI ANLATAN TÜRK OYUN YAZINI İÇİNDE AZ SAYIDA TOPLUMSALLIĞA EL ATIP SAHNEYE TAŞIMIŞ ESERLER. VE HİLMİ BULUNMAZ SIRF COŞKUN BÜKTEL 'İN DOLDURUŞUYLA TUNCER CÜCENOĞLU'NU ELEŞTİRİYOR OLACAK İŞ Mİ? TUNCER CÜCENOĞLU AKDENİZDE KONUT ALMIŞ. AKDENİZDE VİLLA ALMIŞ. AKDENİZ'DE KARIKOCA ÇALIŞAN MEMURLAR DA ARTIK YAZLIK VİLLA (BAKMAYIN SİZ VİLLA DENDİĞİNE PREFABRİK BENZERİ KONUTLAR) ALIYOR ZAMAN ZAMAN BİR YAZARIMIZ.. ÖĞRETMENLİK YAPMIŞ, MEMURLUK YAPMIŞ.. YILLARDIR YAZIYOR. YAZDIKLARI YILLARDIR SAHNELENİYOR, KİTAPLARI 30 DİLDE ÜLKEDE SATILIYOR 10 KADAR ÜLKEDE OYUNU SAHNELENİYOR E NE OLMUŞ AKDENİZ DE KONUT ALAMASIN MI?, DÜN ORTAYA ÇIKAN BİR ÜÇKAĞITÇI NELERİN SAHİBİ OLURKEN BUNCA YILINI YAZIN YAŞAMINA VERMİŞ BİR YAZAR VİLLA ALMIŞ ÇOK MU? SOSYALİST ÜLKELERDE TOPLUMUN EN FAZLA DEĞER VERDİĞİ , SOSYALİST REJİMLERİN EL ÜSTÜNDE TUTTUĞU KESİM YAZARLAR, AYDINLAR, SANATÇILAR DEĞİL MİYDİ? KIÇIKIRIK OYUNCULAR DİZİLERDE OYNAMANIN KARŞILIĞI BÖLÜM BAŞINA 0NBİN DOLAR ALIYOR BEYLER BU VASAT ORTALAMA RAKAMLARDAN. ASTRONOMİKLERE HİÇ GİRMEYELİM. AYDA 40-50 BİN DOLAR DEMEK. İKİ BİLEMEDİN 4 AYDA BİR VİLLA PARASI! ACABA CÜCENOĞLU HAR YIL BİR DİZİ YAZIP SATSA KAÇ PARA ALIR KAÇ VİLLA SAHİBİ OLURDU? BİRİLERİ FENA ALDATILMIŞ AMA BAKALIM SONU HAYIR OLSUN!
NERMİN [ 01 Temmuz 2008 11:34 ]

COŞKUN BÜKTEL'İN SENARYO DANIŞMANI VE KISMEN SENARİSTİ OLDUĞU "ARKA SIRADAKİLER" DİZİSİNE İLİŞKİN OKUR GÖRÜŞLERİ
COŞKUN BÜKTEL DİZİSİNE YÖNELİK OKUR GÖRÜŞLERİ



coşkun büktel sayenizde meşhur oldu

Arka sıradakiler az çok biliniyordu da bu dizinin yazarı coşkun bükteli kimse tanımazdı sayenizde meşhur oldu
dizideki kemal öğretmen karakteriyle çok övünüyor yazar olarak ve kemal için yazılanların linkini vermiş ama işte yazılan en son 10 görüşü buraya alıyorum iyimi etki ediyor yoksa antipatiyle iyice uzaklaştırıyor mu siz karar verin üstelik bu forum sayfalarında onaylanan yorumlar yayınlanıyor!!!

583 lütfiyeee diyor ki: 18 Haziran 2008 14:28 ya bence cok ii bi hocasınız nerde bizde bole hocalar arka sıradakileri artık doğru yola yonlendirdiniz işiniz zordu valla helal olsun… ayrıca basarılar…

584salim diyor ki: 19 Haziran 2008 01:08 valla bu hoca bizim okulda olsa off hayali bile gsl

585 şehmus diyor ki: 19 Haziran 2008 18:06 çok baba adam

586 seda diyor ki: 19 Haziran 2008 18:09 aaman sizin gibi hoca düşman başına allah bi çene vermiş gerisini koyvermiş hesabı

587 batu diyor ki: 20 Haziran 2008 11:42 sizde orda bıraksaydınız gidip dövseydi o özürlü uyuşturucu satan adamı sizde her şeye atlmasanız … çok güzel olcak

588 elanur diyor ki: 20 Haziran 2008 17:00 keşke,herkesin,kemal,hocasıolsaydı,ozaman,hiç,okumayan,genç,kalmazdı sen,bitanesin,kemal,hocaa

589 Tarık diyor ki: 20 Haziran 2008 18:45 katılıyorum sana ELANUR

590 muzdarib diyor ki: 20 Haziran 2008 19:03 KEMAL HOCA URFAYA NEDEN GİTMEDİN VERİMLİ OL BİRAZ İLK BÖLÜMDE SEN OLMASAYDIN N BEN O DİZİYE BAKMAZDIM AMA SENDE BİR İŞE YARAMAYINCA ÇEKİLMEZ OLDU BU FİLM

591 ibocan diyor ki: 21 Haziran 2008 01:10 on numara hocasın valla




YOKSA COŞKUN BÜKTEL DİZİNİN TAMAMINI MI YAZMIŞ?

MERYEM SAPANCALI


Coşkun Büktel amcacığım önce dizi yazdığını sakladı, sonra hangi dizileri yazdığını sakladı sonra köşeye sıkışınca Arka sıradakilerde azıcık kısmını yazdığını itiraf etti. Önce danışmanlık dedi sonra öğretmen kemali ben yazıyorum dedi sonra oğlumun repliklerinide ben yazıyorum dedi şimdi bugün tiyatrooyun "Sakıncalı piyade" oyununu haber yaptı diye o oyundaki ve aynı zamanda coşkun amcanın dizisindeki Mehmet Ulay ın repliğini de bugün yayınlayarak üzerine aldı. Hani sözde bakın sizin bile yer verdiğiniz sol bir oyundaki aktörde bizim dizide ve onun repliğini de ben yazıyorum diye yanına ortak suçlular katmaya çalıştı. yada suçunu suç olmaktan çıkarmaya çalıştı. Eeee iyide şimdi bi yalanın daha çıkmadı mı? Demek ki sadece öğretmen kemal ve oğlunun replikleri değil yazdığın bak mehmet ulayın rolünüde sen yazıyormuşsun...
Allah bilir dizinin tamamını o yazıyodur dünde romantik bi bölüm yazmıştı. Acaba başka hangi dizileri yazdı açıklasada öğrensek. Ama coşkun amca işine gelen kısımları açıklar nasıl dürüst ve mertse??????????!!!!!!



COŞKUN BÜKTEL DİZİSİNDEN YAYINLADIĞI SON REPLİKTE "Oyununuz fedakarlık gerektiriyorsa, başkalarının çocuklarını değil, kendi çocuklarınızı feda edin! "DİYEREK İNSANLIK SUÇU İŞLEDİĞİNİN FARKINDA MI? İNSANLARIN KENDİ ÇOCUKLARINI FEDA ETME YADA FENALIK ETME HAKKI OLABİLİR Mİ? BİR YAZAR BUNU ÖNEREBİLİR Mİ?


NİLGÜN


"Satrançta bir kural daha vardır, Zafer bey: Herkes ancak kendi taşlarını feda edebilir. Oyununuz fedakarlık gerektiriyorsa, başkalarının çocuklarını değil, kendi çocuklarınızı feda edin!"

Zafer bey sanıyorum Okul müdürü olmalı. Zafer bey çığrından çıkmışarka sıradakileri feda etmekten bahseder.
ZAFER: Ben iyi bir satranç oyuncusuyum, Kemal bey! O yüzden biliyorum ki, bazı taşları feda etmeden, şahı teslim almanız, neticeye varmanız imkânsızdır. Oyunun kuralı bu: Kazanmak için fedakarlık yapmak gerekir.

Bunun üzerine Coşkun Büktel öğretmen Kemal'e aklınca bulduğu parlak bir laf ettirip taşı gediğine koyduğunu düşünür
KEMAL: Satrançta bir kural daha vardır, Zafer bey: Herkes ancak kendi taşlarını feda edebilir. Oyununuz fedakarlık gerektiriyorsa, başkalarının çocuklarını değil, kendi çocuklarınızı feda edin!
Bu nasıl bir öğretmendir, bırakın öğretmenliği nasıl bir insandır? Kötü, olumsuz bulduğu anlaşamadığı müdürün çocukları feda edilebilir mi görülüyor Coşkun Büktel'e? Coşkun Büktel isteyen ebeveynlerin kendi çocuklarına zarar verme hakkı olduğunu mu sanıyor? Kanunlar gerektiğinde anne babalardan kendi öz çocuklarını bile korumaz mı? Polisiye yasalar ve polisiye zihniyetler bile gerektiğinde çocuk haklarına uymayan anne-babalara hesap sorarken yazar Coşkun Büktel yada öğretmen Kemal polisiye tedbirler kadar insancıl düşünemiyor mu? Zafer bey'in çocukları Zafer beyin malı mıdır? Nasıl olsa sana ait git önce kendi çocuklarını ziyan et edeceksen demek, nasıl bir mantıkla açıklanabilir? Babalarının gençlere yanlış yaklaşımda biri olması o babanın kendi çocuklarını mahvetme hakkı verir mi? Ve bunu sözde iyi bir karakter olan öğretmen mi bu şekilde dile getirmeli? Bu nasıl bir öğretmen ki dizi boyunca arka sıradaki diye adlandırılan gençleri düşünüyor onlar için didiniyor portresi çizip sonrada sinirlendiği birinin çocuklarını gözden çıkarılabilir , Zafer beyin kafasındaki kötü uygulamanın malzemesi olarak görebilir?
Bunu düşünebilmek ve karşısındaki bir insana git ve kendi çocuklarını kötü düşüncelerinle mahvet demek, bunu bu şekilde dile getirmek insanlık suçudur!



“MAVİ SAKAL”LAR

Metin Sertdirek/İnşaat Mühendisi


Melih Bey,

Gerçekten çok titiz ve ayrıntılı bir çalışma yapmışsınız, kutlarım. Sanırım Sayın Coşkun Büktel’in göz atılması gereken başka özellikleri de var. Bir konu benim dikkatimi çekmişti size aktarmak istedim.

Sayın Coşkun Büktel’i bir ara kendini “Mavi Sakal” olarak tanıtan bir telefon sapığı aramıştı. Aşağıda belirginleştirdiğim gibi, Coşkun Bey’in nerdeyse baş çelişkilerinden biri olan Tuncer Cücenoğlu’nu ve Coşkun Bey’in sürekli öne çıkarttığı “Çığ” oyununu övmüş. Önce Sayın Coşkun Büktel’in konu ile ilgili yazısını aktarıyorum.

DÜN GECE
"MAVİ SAKAL" MAHLASLI
BİR TELEFON SAPIĞI
BENİ ARADI

Coşkun Büktel

15 Ocak 2008

Dün gece bilgisayar başında çalışırken telefon çaldı açtım. Arayan kişi adının Mavi Sakal olduğunu söyledi.

"Ne şimdi bu?" diye sordum, "şaka mı?"

"Şaka filan değil, Mavi Sakal benim mahlasım."

Mavi Sakal, sanırım kimliğini gizlemek amacıyla sesini değiştiriyor, "yatak odası sesi" diye tanımlayabileceğimiz kısık bir sesle konuşuyordu. Mahlasının Mavi Sakal olması ve yatak odası sesiyle konuşması yüzünden, Mavi Sakal'ın, cinsellik takıntılı bir telefon sapığı olduğunu düşündüm. Oysa bir sapık, bir telefon sapığı olduğu doğruydu ama, Mavi Sakal'ın takıntısı (en azından dün geceki takıntısı) cinsellik değildi. Mavi Sakal'ın (dün geceki) sapıklığı, diğer telefon sapıklarının sapıklığından farklıydı.

Mavi Sakal'mahlaslı sapık, asıl sesini gizleyen o kısık, yatak odası sesiyle bana Tuncer Cücenoğlu'nu övmeye, onun "Türk tiyatro yazarlığının yüz akı" olduğunu anlatmaya başladı.

Tabii ki bir sapığa "Çığ Aslında Nedir, Neyi Sarsıyor?"u hatırlatmaya kalkışmak fazlasıyla umutsuz bir çaba olurdu. O nedenle Mavi Sakal'ı sakin sakin dinledikten sonra, ona yalnızca:

"Bunları niye bana söylüyorsunuz? Tuncer Cücenoğlu'na söylesenize, sapıklar tarafından övülmeye hiç itiraz etmez" dedim.

Bunun üzerine Mavi Sakal saldırganlaştı ve kelimeleri dolu taneleri gibi öfkeyle yağdırarak, özetle, benim amatör bir yazar olduğumu, Theope'nin de amatör bir oyun olduğunu söyledi.

Mavi Sakal, bir süre esip gürledikten sonra durulduğunda, ben, önceki cümleme kaldığım yerden devam ettim:

"Bana gelince, ben, sapıklar tarafından övülmek yerine yerilmeyi tercih ederim."

Mavi Sakal, telefonun öbür ucundan, "ikide bir bana sapık deyip durma, ben sapık filan değilim!!!" diye öyle bir bağırdı ki, tükürüklerinin kulağımı ıslattığını hisseder gibi oldum.

"Hem birilerini suçlayıp, hem de suçladığı kişilerin cevap vermesinden korkarak kimliğini saklayan ve kendini Mavi Sakal diye tanıtan birine sapık demeyeceksek, kime sapık diyeceğiz?"

"Ne olmuş Mavi Sakal diye tanıtıyorsam? Mahlas kullanmak ne zaman sapıklık oldu? Bir zamanlar Nâzım Hikmet bile mahlas kullandı."

"Nâzım Hikmet'i de telefon sapığı yaptığına göre, bu muhabbeti daha fazla sürdürmenin anlamı yok. Hoşçakal, Mavi Sakal kardeşim! Allah kurtarsın!" diyerek telefonu kapayıp Mavi Sakal'la sohbetime son verdim.

Coşkun Büktel / 15 Ocak 2008


GÜNCELLEME:

Bu gece de, dün geceki "Mavi Sakal"ın sesini taklit eden bir başka sapık aradı


Mavi Sakal, bu gece tekrar aradı. Ama dün geceki Mavi Sakal gibi "yatak odası sesiyle" kısık kısık konuşmasına rağmen, arayanın dün geceki Mavi Sakal olmadığı, o Mavi Sakal'ı beceriksizce taklit etmeye çalışan bir başka sapık olduğu belliydi.

Sahte Mavi Sakal, (aslında dün geceki de sahte olduğuna göre, bu gece arayan Mavi Sakal, "sahte sahtekar" gibi bir şeydi; en iyisi kibar davranıp biz ona, "ikinci Mavi Sakal" diyelim) kendimi Türkiye'nin en iyi yazarı sandığım için, beni önce babacan bir tavırla eleştirdikten sonra, "akıllı ol" temasına geçerek, dedi ki:

"Mesela, telefonda bağırdığım için kulağının ıslandığını yazmışsın."

"Islandığını yazmadım."

"Her neyse işte, 'ıslandığını hissettiğini' yazmışsın!"

Tekrar düzeltme yaptım:

"Hissettiğimi de değil, 'hisseder gibi olduğumu' yazmıştım."

"Fark etmez!" diye azarladı sahte Mavi Sakal (daha doğrusu, sahte Mavi Sakal'ın ikinci versiyonu).

"Benim için fark eder" dedim.

"Kardeşim, sonra da amatör yazar dediler mi bozuluyorsun!"

"Bozulduğumu nerden çıkardınız? Sapıkların bana amatör yazar demesi hoşuma bile gidiyor."

"Bırak, bırak, bana riya yapma!... Amatörsün işte: Büyük yazarım diye geçiniyorsun ama daha telefonun nasıl çalıştığını bile bilmiyorsun! Telefon elektrik akımıyla çalışır. Elektrik akımı sesi iletebilir ama, ne kadar kuvvetli bağırırsan bağır, tükürüğü iletemez. Dünyada tükürüğünü telefonun öbür ucuna ulaştıracak kadar gür sesli bir yaratık yoktur. Dangalak herif!! Dünyadan haberin yok, ama kalkmış Tuncer Cücenoğlu'na bok atmaya çalışıyorsun! Sen kitap yazmaya filan kalkmadan önce, git de orta okul Fizik kitabını bi daha oku!"

Bunu dedikten sonra, ikinci Mavi Sakal, benden atik davranarak, telefonu yüzüme kapadı.

Coşkun Büktel / 16 Ocak 2008


Arka Sıradakiler’in “MAVİ SAKAL”ı

Sizin, Sayın Coşkun Büktel’in “Arka Sıradakiler” dizisinin yazım ekibinde olduğunu ve ismini kullanmadığını okuyunca merak ettim ve dizinin sitesine göz attım. 35. Bölüm videosunda karşılaştığım şu durum beni çok şaşırttı:

“Kız koltukta uyumaktadır, korkuyla uyanır, kabus gördüğünü sanır. Fakat kucağında saçlarının kesilmiş bir parçasını görür. Koşarak aynaya gider, aynada rujla yazılı şu notu okur.”

“Bu da benim hediyem!!!” MAVİ SAKAL

Arka ,Sıradakiler, Fox TV
28 Mayıs 2008
35. Bölüm

Önce aklıma, oğlu da aynı dizide oynadığı için arkadaşlarından birinin şakası olur mu geldi, ama sonra Tuncer Cücenoğlu’nu ve onun oyunuyla ilgili Coşkun Bey’in takıntı haline gelen didişmesini pek bilemeyeceklerini düşündüm. Mavi Sakal belki de daha önceki bölümlerde de vardı, o kadar araştıramadım, uzman sizsiniz. Ama tarihlerin yakınlığı, Coşkun Bey’in o dizinin yazım ekibinde olması, özellikle Coşkun Bey’in çok kullandığı (!!!) iminin, aynadaki yazıda da kullanılmış olması dikkatimi çekti, bir de telefon konuşmasını aktarıp yorumlarını da yazarken, kendisinin de aynı dizi ekibinde olduğunu ve bir “MAVİ SAKAL”ın da bu dizi de olduğundan da bahsetmemiş olması tuhafıma gitti, sizinle paylaşmak istedim.

Kimseyi suçlamak istemiyorum ama “MAVİ SAKAL” esprisinin bu kadar örtüşmesi ilgimi çekti.

Tekrar tebrik eder, başarılar dilerim.

Metin Sertdirek
İnşaat Mühendisi

***

"NAZIM HİKMET ŞİİRİ OKUMAK"

NEVİN OKTAY

Coşkun Büktel öğretmen Kemal'in sınıfta Nazım şiiri okumasını koymuş bugünde sitesine. Melih hoca dün Nazım'ın adını ansaydın bari demişti ya ona cevap veriyor güya. İşine geldiğince görmezden gelip işine gelince görüyor bal gibi Bu Coşkun Büktel meğer ne yere bakar yürek yakar hinmiş!... Derste Nazım şiiri okuyor okumasına ama burda da bir bit yeniği var

1- Nazım'ın en millici şiirini seçip okuyor bunu Alparslan Türkeş gibi faşistin önde gideni de okumuştu. Bu şiiri seçerek tepki almamayı düşündüğü çok net. Biz devlet liselerinde artık kutlamalarda Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala yı okuyoruz Coşkun Büktel geride kalmış

2- Ardından da gayet millici yorumlar yapıyor yok bu şiirleri okuma anlama bahtiyarlığı Türkçe yazılması vs. Mantıksızlığa bak Türkçe yazılan şiirleri okumak şans ise binlerce farklı dilde şiiri orjinalinden okuyamamak da şanssızlık değil mi? Laf mı şimdi bu? Bu ne abes garip mantıksız yaklaşım Birde meselenin şu yanı var Malum emperyalizm ve finans kapital Che yi Deniz Gezmişleri, Nazım'ları içini boşaltıp içselleştirme çabasında son yıllarda. Che reklamları yapılıyor Nazım Hikmet'in bir dönem yasak olan kitaplarını Yapıkredi basıyor. Hatta Hilmi Bulunmaz da buna çattı kaç defa. Şimdi Coşkun Büktel komünist devrimci önderlerin kapitalizm tarafından iç edilmesine katkı sunmuş. Yapıkredinin Nazım Hikmet kitabı basması ile İsrail-ABD sermayedarının kanalında Nazım Hikmet şiiri okunması aynı amaca hizmet etmektedir!
***

BÜLENT EMİN YARAR FAKTÖRÜ ŞEVKET İYİGÜN

Coşkun Büktel artık TV ye yazdığını itiraf etti ya savunmaya geçti diziyi. Savunmak içinde koskoca diziden küçücük olumlu saydığı parçaları alıp yayınlıyor tabi. Oysa kendi yazmasada dizinin tümünün senaryo danışmanı olarak senaryodan mesul!

Bir de dikkat ettinizse savunmalarının başında Bülent Emin Yarar adını vurguluyor. Bülent Emin Yarar'ın adının saygınlığının arkasına gizlenmeye çalışıyor, onun saygın adından da medet umuyor, o bile sakınca görmeyip bunları oynadıysa... demeye getiriyor.
Bu ölçü mü?

Bize göre de Bülent Emin Yarar değerli ve saygın bir sanatçı ama Hilmi Bulunmaz ölçüsüyle bakarsak günahsız değil.

Neden? Çünkü bol Efes logolu Dostlar Tiyatrosu'nda oynayan birisi.

Efes gibi finans kapital çanağıyla sahnelenen ve ondan alınan parayla sahneye çıkılan bir oyunda yer alan tabi İsrail sermayeli kanaldan da beslenir. Beslendikten sonra da bir güzel geğirir. Yani Coşkun Büktel Bülent Emin Yarar adının arkasına saklanmasın Bülent bey profesyonel davranıyor alıyor parasını oynuyor bunu Coşkun yazmış, Beckett yazmış vs onu ırgalamadığı gibi oynadığına da kefil oluyor demek değil.

Oyuncular
Genco Erkal
Bülent Emin Yarar
Meral Çetinkaya
Hikmet Karagöz

YAZI DİZİSİNDE GEÇEN COŞKUN BÜKTEL'İN TİYATROOYUN TARAFINDAN DAHA ÖNCE ELEŞTİRİSİ YAPILMIŞ ESERLERİ

COŞKUN BÜKTEL'DEN "HAMDİ MÜMKÜN"
AKIL, MANTIK VE TARİH DIŞI TARİHİ ÖYKÜ !
BAŞKALARININ ESERLERİNDEKİ UFAK TEFEK HATALARI HAFTALARCA VE DEFALARCA "SKANDAL" OLARAK NİTELEYEN COŞKUN BÜKTEL'İN SIK SIK GÜNDEME GETİRDİĞİ BİR DÖNEM ATIF YILMAZ'IN SİNEMA FİLMİ YAPACAĞI İDDİA EDİLEN YERE GÖĞE SIĞDIRAMADIĞI SENARYOSU HATALARLA DOLU!
HER PARAGRAFTA TARİHİ YADA MANTIK HATALARI YAPILAN HAMDİ MÜMKÜN'ÜN

Üç arabalık konvoyuyla birlikte bir siyah Mercedes, sarayın bahçesine girer. Konvoy zaten aynı yere/yöne giden taşıt topluluğudur o halde buna birlikte girdiler gibi bir eklenti gerekmez.

***

Şale Köşkü'ndeki bir elektrik arızasını gidermekle görevli bir takım teknisyenler, sarayın tüm elektrik sistemini elden geçirmeye karar vermişler. Yerüstü kablolarını değiştirmekle kalmayıp, döşendiği günden beri ilk kez olarak, yeraltı kablolarını da elden geçirmek istemişler. Saray civarında kazı yapılması kesinlikle yasak olduğundan ve yeraltı hatlarında herhangi bir sorun da bulunmadığından, teknisyenlere başlangıçta izin verilmemiş. Ama ticari bir firmaya bağlı olan teknisyenler, aslında tamamen ticari nedenlerle, Abdülhamid döneminden beri el sürülmemiş olan yeraltı kablolarını da yenilemek için ısrar ederek, sonunda yetkilileri ikna etmişler.
Şale köşkü 1603 lerde yapılan Yıldız Sarayına bağlı köşklerden. Burası Sultan 1. Ahmet döneminde yapılıp sonra çok kere eklentiler olmuş bir saray. Abdulmecit döneminde de ilaveler olmuş. İşte Şale köşkü de bu ilave yapılardandır. Fakat Şale köşkü Cumhuriyetin ilk yıllarında kumarhane olarak dönüştürülüp kullanılmış ve tüm alt yapısı doğal olarak da yerüstü de yeraltı da kablolar bu kumarhane döneminde komple yenilenmiştir.Bu durumda Hamdi Mümkün'ün öyküsü ya Cumhuriyetin ilk dönemi geçiyor olmalı yada ilk kez bu çapta elektrik tesisatı yenileme olayı koca bir palavra olarak öyküyü daha baştan çürütmektedir. Senaryoda bu tesisata Abdülhamit döneminden beri el sürülmediği iddiası mantık dışı ve tarihsel gerçekliğe aykırıdır. Bir döneme atfen yazılan senaryo az çok araştırma ve mantık süzgecinden geçirilmiş olmalıydı.Öte yandan Dünyada elektrik tesisatı çekilerek elektriğin kullanıma sunulması yılı 1876'dır. Abdulhamit'in tahta çıkış yılı kaçtır? Tesadüf ki o da 1876. Osmanlı'nın ilk elektrikle tanışması 1902. Yani henüz dünyada bile çok yeni olan konutlarda elektrik kullanımında 1902 de çekilmiş yeraltı tesisatının hala kullanılıyor olması da teknik anlamda mantıklı görünmemektedir.

***

Uzun plastik eldivenler giymiş birkaç görevli, donmuş bedeni, derin dondurucudan çıkarıp, mutfak tezgahının üstüne yatırır. Herkes, büyük bir şaşkınlık içinde, donmuş bedeni seyrederken, bir telefon zili ısrarla çalmaya başlar.
Yazarımız 1900'lü yıllarda derin dondurucudan bahsetmekte. Elbette o dönem dondurma tekniği yapılmış olabilir bir buz odası başarılmış olabilir ama bu buz odasına günümüzün derin dondurucusunun adını vermek de bir zeka pırıltısı olsa gerek.

***

"Abdülhamid'in sığınağında hazine bulmayı umanlar, ancak ceset bulabildiler. Sığınaktaki derin dondurucuda, donmuş bir insan bedeni bulundu."

Bu cümleyi okuyan birisi ne anlar sizce? Sığınağın içerisinde Abdulhamit döneminden kalma bir derin dondurucu(!) bulunmuş içinden de ceset çıkmış. Yani İngilizce karşılığı ile deepfreeze. Yazar ısrarla derin dondurucuyu Abdülhamit dönemine yerleştirmekte kararlı.

***

........ donmuş adam adının Hamdi Mümkün olduğunu söyledi. Donmuş adamla ilgili diğer ayrıntılara ulaşabilmemiz için, onun biraz daha kendini toplamasını beklemek gerekeceği anlaşılıyor. Adının Hamdi Mümkün olduğu belirlenen donmuş adamla ilgili gelişmeleri canlı yayınlarda dakika dakika aktarmaya devam edeceğiz."

Buradan anladığımıza göre henüz Cumhuriyet ilan edilmemiş soyadı kanunu çıkmamış ama adamın adı ve soyadı var

Hamdi Mümkün. O dönem soyadı yerine baba adı kullanıldığı (Hasan Oğlu Abdullah gibi) bilinen gerçek.
Mümkün Osmanlı da baba adı olabilir mi?

Olsaydı da Halen Osmanlı dönemini yaşayan ve yeniden dirilen bu cesetten adın ne sorusuna:

"Mümkün oğlu Hamdi" gibi bir yanıt almaz mıydık?

Ama yazarımız biraz sonra bugünkü akrabalarına bağlantı kurabilmek için adama bir ad soyad koymayı uygun görmüş.
Öyle ya eğer sadece adını söyleseydi yada baba adını ve adını söyleseydi biz birazdan geçilecek sahnedekilerin onun akrabası olduğunu nasıl anlardık?

İlkokulda soyadı kanununun yılını ezberleyen çocukların bile bildiği bu gerçeği yazarımız sırf bu nedenle atlamayı tercih ediyor.

***

Bakın işte burada Hamdi Mümkün'ün bugünkü sülalesine geçiveriyoruz.

Kamera haberleri sunan ekrandan açılarak, bir evin salonunu kadra sokar. En az seksen yaşında görünen ve yanında baston bulunan çok yaşlı bir adam (Sadullah Mümkün) salonda gazete okumakta, 15 yaşındaki torunu ise (Barış Mümkün) TV seyretmektedir.

***

Özellikle şu diyaloğa dikkat

Torun: "Onun da soyadı Mümkün'müş."

Dede: "Kimin soyadı?"

"Abdülhamid'in sığınağında bulunan adamın soyadı bizim soyadımızla aynı. Herifin adı Hamdi Mümkün'müş."

"Hamdi Mümkün mü?!"

"Evet, az önce televizyon söyledi."

***

Diyelim ki yazarımız Hamdi Mümküne adın ne sorusuna karşılık Hamdi Mümkün dedirtti ama,

Bunu soyadı gibi değil lakap gibi kullandı diyebilir. Lakaplar adın arkasında değil önünde kullanılır Boşnak Hasan, Çakır Mehmet; Çulsuzların Hilmi gibi)

Hadi Hamdi Mümkün'ün Mümkünü soyadı değil baba adı lakap vb gibi kullandı diyelim, soyadı diye vurgulamasına rağmen.... Ama;

En azından bu tarihsel gerçeğe de dikkat çekmek için torunun soyadı vurgusuna dede o dönemde soyadı yoktu gibi bir açıklama getirebilir yüreğimize su serpebilirdi ama yazarın bu önemli tarihsel yanlış umurunda bile değil çünkü onu sadece donmuş cesetle bugünkü aileye bağlantı kurması ve bunu da tartışmasız kılmak için aynı soyadıyla bağlaması ilgilendiriyor. Yazar fantazisini gerçekçi kılmak uğruna tarih çarpıtıcılığından kaçınmıyor! Soyadı konusunda hoyratça tarihi tahrif eden yazar biraz sonra başka konularda Hamdinin Osmanlılığını pekiştirmeye çalışacaktır.

***

Odanın diplerinde üç doktor, fısıldaşırlar:

Birinci Doktor: "Harf devriminden bile haberi yok herifin."

İkinci Doktor: "Nasıl olsun, herif Osmanlı."

Üçüncü Doktor: "Cumhuriyet'ten önce dona kalmış olmalı."

Birinci Doktor: "Sokağa çıktığında tam bir şok yaşayacak."

***

Hamdi Mümkün, Başhekim'e inanmıyormuş gibi bir ifadeyle, odaya göz gezdirir. Odada gördüğü tüm ayrıntılar, ona yabancı gelmektedir. Yavaşça doğrulup, yataktan çıkan Hamdi Mümkün, pencereye gidip perdeyi açar. İstanbul'un klasik binaları ve camileri yanında, gökdelenleri, turistik transatlantikleri, vızır vızır trafiğiyle yeni Galata Köprüsü'nü görünce, hayretten bir kez daha donmuştur.

Şimdi burada da duralım. Galata Köprüsünü gördüğüne göre Karaköy yada civarındayız desek o civarda gökdelen görünen bir nokta yok. Yok eğer Gökdelen olan bir yerdeysek ki en yakını Taksim yada Levent... Oralardan da Galata Köprüsü görünmüyor benim bildiğim kadar. Ama belki yazarımız Oraya bugünlerde Karaköy civarına bir kaç gökdelen, yada Levent'e bir Galata köprüsü yaptırmıştır emin değiliz geçelim. Bu çok önemli değil belki görünen bir nokta vardır deyip geçelim.

***

"Dersaadet'e ne olmuş böyle? İstanbul'a n'aptınız?"
Başhekim, "Şaşırmakta haklısınız Hamdi Bey"
der, "sizin o buz odasında kapalı kaldığınız süre içinde, İstanbul'da bazı şeyler değişti."

Evet yazarımız nihayet günümüzün mutfak cihazı olan derin dondurucudan vazgeçip buz odası demeye başlamış...

***

ŞİMDİ BİRAZ DA TÜRKÇE'Yİ ÇOK İYİ KULLANDIĞI İDDİA EDİLEN COŞKUN BÜKTEL'İN KULLANIMINA BAKALIM

Şale Köşkü'ndeki bir elektrik arızasını gidermekle görevli bir takım teknisyenler, sarayın tüm elektrik sistemini elden geçirmeye karar vermişler. Yerüstü kablolarını değiştirmekle kalmayıp, döşendiği günden beri ilk kez olarak, yeraltı kablolarını da elden geçirmek istemişler. Saray civarında kazı yapılması kesinlikle yasak olduğundan ve yeraltı hatlarında herhangi bir sorun da bulunmadığından, teknisyenlere başlangıçta izin verilmemiş. Ama ticari bir firmaya bağlı olan teknisyenler, aslında tamamen ticari nedenlerle, Abdülhamid döneminden beri el sürülmemiş olan yeraltı kablolarını da yenilemek için ısrar ederek, sonunda yetkilileri ikna etmişler.
bir takım teknisyenler... bunun doğrusu birtakım olmalıdır. Yani manga gibi bir takım, iki takım, üç takım teknisyenlerden söz edilmediğine göre "bir" adet belirtmemektedir "birtakım" belirsiz bir miktar anlatmaktadır.

***

Ama ticari bir firmaya bağlı olan teknisyenler,...
Ticari olmayan bir firma var mıdır? Firma zaten ticari bir terim değil midir? İtalyanca kökenli bu kelimenin TDK sözlükte karşılığı "Tüzel kişiliği olsun olmasın bir ekonomik etkinlik birimi." olarak yer alıyor.

COŞKUN BÜKTEL'İN EN ÇOK ÖNEMSEDİĞİ VE SIK SIK VİTRİNE SUNDUĞU SENARYOSU O KADAR ÇOK MANTIK , TÜRKÇE VE TARİH HATASIYLA DOLU Kİ HER PARAGRAFTA HATALAR ZİNCİRİ ARASINDA TAKILIP KALIYORUZ.

Hamdi Mümkün, cevap vermek için ağzını açtığı anda, gözü, odadaki televizyonun karanlık duran ekranına takılır. Bir gök taşına bakar gibi baktığı televizyonun markasını, Fransız telaffuzuyla heceler: Telefunken.

Yazarımız Coşkun Büktel Telefunken’in Fransız değil Alman markası olduğunu bilmiyor zaar… Geçelim.
***Giderek yaklaşan korkutucu bir gürültü duyulur. Henüz görünmeyen bir helikopterin pervane gürültüsüdür bu... Diğerleri sakin kalırken, Hamdi Mümkün, gözlerini pencereye yaklaştırarak gürültünün kaynağını görmeye çalışır. Ansızın, hastane bahçesine inmek için manevra yapmakta olan bir helikopter, uçan bir canavar gibi, büyük bir gürültüyle pencerenin önünde belirince, Hamdi Mümkün, bağırarak kendini yere atar."Siper alın, tayyare geliyor!!!"

İlk uçağın yapılış tarihi, ilk kez Osmanlı’ya karşı Trablusgarpda kullanılması, İstanbul semalarında bazı amatör romantik uçuş denemeleri evet o yıllara gelmeden hemen önce yapılmış idi. Ama Osmanlı’nın Yıldız sarayından pek de çıkmamış Bilim insanı Hamdi Mümkün öyle bir tepki veriyor ki O İstanbul semalarındaki romantik bir iki uçuş denemeleri değilde sanki o yıllar (Hamdi’nin dondurulduğu yıllar) İstanbul semalarında zırt pırt her an savaş uçakları havalarda uçuşuyor ve insanlar kendini yere atıp siper almak için tetikte bekliyor. Gülelim ve bunu da geçelim…

***

Bu vandalca yazılmış Coşkun Büktel senaryosunu Tiyatroda ve TV'de tutunamamış Gazman gibi itici tiplemelerle kısa sürede unutulup, tepki alan çocuk dizileriyle kendine yer edinmeye çalışan ve Coşkun Büktel'in "Theope" sine övgü dizen Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmazın Tiyatro üstadlarından (!) biriymiş gibi lanse etmeye çalıştığı Hamdi Alkan oynayacaktı ama kötü bir senaryo olan Hamdi Mümkün hiç bir zaman filme çekilemedi.

COŞKUN BÜKTEL'İN "HARAM LOKMA SENDROMU"

(Bu öykü daha önce Evrensel Kültür dergisininEkim 2003 tarihli 142. sayısında yayınlanmıştır. Daha önce aynı yazarın bir eserini analiz ettiğimizde (Hamdi Mümkün) Bir yazar arkadaşı vasıtasıyla o tekstin henüz hazır olmadığı tretman hatası olduğu bu nedenlerle tarihi, bilimsel ve dil hataların mazur görülebileceği gibi bir izlenim uyandıracak açıklamada bulunmuştu. Bu eser bir yayında yayınlanmış görücüye, okur karşısına çıkmış bir eserine örnek olarak incelenmiştir.)Naylon fatura yolsuzluğuyla trilyonları vuran eski belediye başkanı Tülay Hanım ile kocası Korhan Bey, yurt dışına kaçmışlar ve Türk halkından çaldıkları trilyonlarla Londra’da kendilerine yepyeni bir hayat kurmuşlardı. Tülay Hanım, çocuğunu bile yurt dışında doğurmuştu. Ne var ki, son gelen haberler, trilyonluk vurguna rağmen, soyguncu çiftin, oldukça zor durumda bulunduklarına işaret ediyor. Öğrenildiğine göre, trilyoner Tülay Hanım, şu sıra, Londra’da büyük bir restoranın tuvaletinde temizlikçi kadın olarak çalışıyor. Kocası Korhan Bey ise, Londra metrosunda seyyar satıcılık yapıyor. Acaba paraları mı bitmiş? Hayır, trilyonlar aynen duruyor. Peki bu meşhur karı koca, onca trilyonlarına rağmen, üç kuruş yövmiye için o berbat işlerde niye çalışıyorlar? Bu enteresan olayın iç yüzünü öğrenmek için, önce, metroda jilet satan Korhan Bey’i izliyoruz:TAKILDIĞIM YERLER :1. "Tülay hanım çocuğunu bile yurt dışında doğurmuştu" cümlesinde bile gerekli miydi? Yani hamileyken yurtdışına kaçmışsa yada orda hamile kalmışsa orda doğuracaktı. Yolsuzluk yapıp kaçtım ama gidip çocuğumu ülkemde doğurup sonra geri geleyim demesi abes olurdu. Eğer bir de çocukları olduğu bilgisi verilecekse "Tülay hanım kaçtıktan sonra birde çocuğu dünyaya gelmişti" demek yeterdi gibi geliyor bana. Bu cümlede ki "bile" battı nedense2. Üç kuruş yövmiye sözü geçiyor. Yövmiye de neymiş diye merak ettim. Benim bildiğim yevmiye diye bir kelime var ama bu da başka olmalı. Türkçe'yi kusursuz kullanan Coşkun Büktel bir sanat dergisinde yayınlanmış (tretman yada eskiz değil yani) öyküsünde böyle basit bir hata yapamaz. Yok canım demek ki birde yövmiye diye başka bir şey olmalı.. Türk Dil Kurumu sözlüğünde arattım Ama salak sözlük Coşkun Büktel'in gerisinde kalmış bakın ne çıktı cevap olarakGüncel Türkçe Sözlük'te Söz yövmiye sözü bulunamadı. İnanmıyorsanız Linki de burda işte..TDK sözlük Türkçe bilmiyor tuhaf. Bakmışken bir de Yevmiye ye bakayım onu biliyor mu?Güncel Türkçe Sözlük'te Söz yevmiye isim Arapça yevmiyye 1 . Bir günlük çalışma karşılığı verilen ücret, gündelik. 2 . zarf Her gün: "Yevmiye şu kadar su harcanıyor."- .Hayret bunu bildi Türk Dil Kurumu Sözlüğü. Aman canım yetersiz işte Coşkun Büktel'in kullandığı yövmiye yi bilmeyen sözlüğe güvenilir mi hiç!...Öykümüze dönelim bir bölüm daha okuyalım— Gel de sorma! Biz sizi trilyoner sanıyorduk? Yoksa trilyonlar suyunu çekti mi?— Yok canım, nerdee? Faizlerini bile bitiremiyoruz. Trilyonlar bitmek yerine, katlanarak artıyor."Biz sizi trilyoner sanıyorduk" bu soru cümlesi olabilir mi? Sonu soru işaretiyle bittiğine göre olurmuş demek ki. "Yok canım nerdee" peki bu soru cümlesi mi? Pek öyle gelmedi ama koskoca Büktel yazmış koskoca sanat dergisi de yayınlanmış biz daha iyi bilecek değiliz ya...Haa bu arada öyküdeki diyaloglara da biraz değinelim önce biraz örnekBir başka müşteri, alay ederek:— Baş ağrısını da keser?—Hem öyle bir keser ki, başın sağ olur.Bir kadın müşteri:— Kaynana dırdırını bile keser?
Olay İngiltere'de geçiyor Korhan bey dışındakiler İngiliz ama Türkiye'ye özgü espiriler, sözler. Ayrıca İngilizler de İngiliz gibi değil İstanbul Ermenisi gibi bir telafuzda.
Biraz daha atlayalım bakalım başka neler var
Tiz bir düdük sesi duyuluyor. 

Korhan: - Eyvah, belediye zabıtaları!!Korhan Bey aceleyle tezgâhını kapıp hızla kaçıyor. Ardından bakakalıyoruz Anlaşılan İstanbul Belediyesinin zabıtaları İngiltere metrosunda da görev yapmaya başlamış yada Coşkun Büktel İngiltere'ye hiç gitmemiş.

biraz daha atlıyoruz hoop

Pisuvarlarda işeyenler. Kabinlerden osuruk sesleri. Tülay Hanım, yanında deterjanlı suyla dolu bir kova, yerlerde parkeleri silmekte. Bizim geldiğimiz anda, işeyenlerden birinin sıçrayan çişi, Tülay Hanım’ın yüzünü ıslatıyor.Tülay Hanım:— Ohaa, deve!! Kardeşim, iyi nişan alsana!! İki elinle bir kuşunu doğrultamıyorsun, yahu!! Heey, mister, sana diyorum!! Dünyanın neresinde hangi andaval tuvalet zeminini parkeyle kaplar ki? Yoksa Coşkun Büktel Parke, seramik, çini, karo gibi zemin kaplama malzemelerini bilmiyor mu? Aman yaa nerden bilsin adam. Sanki inşaat ustası... Yazar o yazar, inşaat ustası değil ya.. Haa bu arada Coşkun Büktel'in kuşlara ve Kuş büyütücülere olan özel ilgisi demek ki ordan geliyormuş. Biz de tiyatromun dibinde toplisti nerden buldu, onu tıklayıp webservis sitesine nasıl geçti, ordanda onlarca link arasında penis büyütücüyü nasıl gördü de tıkladı diye düşünüyorduk. Adam yaşlı başlı sakallı ama demek ki hala kuşlara özel ilgisi var.

Bu arada ilgi duyanlar için : Parke meşe,kayın,ceviz gibi ağaçlardan yapılıp oda, salon gibi iç zemin döşemeleri olup sudan korunması gerekir. Birde artık kullanılmayan plastik parkeler vardı ki onlarda zift yada marangoz tutkalıyla yapıştırıldığı için yine sudan korunması gerekir. Yani ıslak zemin için asla "Parke" döşenmez. (Sokak parkeleri ise parke taşı diye anılır ki İngilterede lüks bir mekan tuvaletine döşenmeyeceği açıktır.) ıslak zemin diye anılan banyo, tuvalet vs türü yerlerde seramik yada çini ürünleri kullanılır. Tabi bir yazarın bu ayrıntıyı bilmesi gerekmez tuvalete parke döşetip üstüne işetebilir :))

Tülay ve Korhan, hastane koridorunda, sıkıntılı biçimde ve sigara içerek volta atarken, hemşire yanlarına gelir. Demek ki Londra'da hastane koridorlarında sigara içiliyor. İlginç...

- İyi ama, bu durumda çocuk nasıl beslenicek?
Bu tür kelime hatalarını bilerek ve konuşma dilinde yazdığına yorarak atlıyorum.

- İzin verirseniz, artık işime devam etmem gerek çocuklar.

Yoksa akşama alacağım yövmiyenin çocuğuma hiçbir yararı olmaz.

Demek ki yukarıda dil sürçmesi kalem sürçmesi yapmamış öykünün sonuna yaklaştık hala yövmiye diyor
Ohh bitti neyse ki

Şimdi birde genel değerlendirme yapalım
Tülay karakteriyle anlatılan Şişli Belediye başkanı iken yolsuzluk yapıp yurtdışına kaçan Gülay Aslıtürk'dür. Sayın Büktel isim vermeden suçlamam bu kadar namussuz değilim diyor ama değiştirmem demiyor hadi neyse öyküleştirirken değiştirmiş. İlkeyi değiştirmiş ama yeni ilkesiyle yine ilkeli :))) Öykünün bir yerinde helal para kazanmanız gerekiyorsa neden başka bir iş yapmıyor da seyyar satıcılık ve tuvalet temizlikçiliği yapıyorsunuz sorusuna elimizden başka iş gelmez, mesleğimiz yok yanıtını veriyor. Oysa sen madem ki gerçek bir karakteri (Gülay Aslıtürk'ü) hicvediyorsun insan biraz araştırmaz mı? Gülay Aslıtürk Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Bölümü'nü bitirdikten sonra İngiltere'de şehir planlamacılığı üzerine eğitim görmüştür. Dolaysıyla sahtekar bir kaçak da olsa bir hatta 2 mesleği olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerek. (Haa öykünün en sonunda bu gazetecilerin asparagas haberi zaten diye bitiyor böylece suçu o asparagası yazan gazetecilere atmış oluyor ama asparagas yazan gazeteciler dahi öykü yazan Coşkun Büktel'den daha titiz davranırdı Coşkun Büktel o halde bunu atlamış)

EN ÖNEMLİSİ : Öykümüz Gülay Aslıtürk ve eşini anlatıyor. Bunlar dolandırdıkları trilyonlarla yurtdışına kaçıyor ama orada dünyaya gelen çcukları haramilokmus adlı hastalığa yakalanıyor. Ve haram lokma yememesi gerekiyor. Bunun neticesi olarak da Gülay Aslıtürk ve kocası bankalarda trilyonları olmasına rağmen alınteriyle para kazanmak için seyyar satıcılık (ki bunun dürütslüğü de tartışılır çünkü öykü girişindeki diyaloglara bakarsak bu da ufak çaplı bir sahtekarlık) diğeri ise tuvalet temizlikçiliği yapmakta. Yani bu öyküde verilen kıssadan hisse ilahi adaletin önünde sonunda "bu dünyada" tecelli edeceği. Yani siz aldırmayın onlar yolsuzluk yapsa da ilahi adalet, kader onlara cezasını verir. Siz yolsuzlukla mücadele etmeyin, haksızlığa baş kaldırmayın, bozuk düzene karşı savaşmayın, kader deyin boyun eğin Allah onlardan acısını çıkarır. İşte bu fikir işleniyor öyküde..

Bunu Kabul edebilir miyiz? Biz kabul etsek Materyalist sosyalist Hilmi Bulunmaz Coşkun Büktel'in bu ilahi adalete dayalı öyküsünde verilen ana fikri kabul edebilir mi? Coşkun Büktel bu öyküyü Samanyolu TV için falan mı yazdı acaba?

Haaa öyküyü yazıp bitirdikten sonra (Samanyolu TV ye satamadığından yada kendi içine de bir türlü sinmediğinden) yada evrensel gibi bir sol dergide yayınlanması gündeme gelince alelacele bütün bu senaryoyu yazan Coşkun Büktel değil de konuyu medyaya taşıyan asparagascı gazeteler gibi bir şekilde noktalamış. Böylece öykü boyunca verilen ilahi adalet temasını savuşturamadığı gibi Türkçe dil hatalarını da asparagas habercilere yıkamamış. 

ÖZENTİ ESER THEOPE REZALETİ" COŞKUN BÜKTEL'İN THEOPE'Sİ DAHA İLK PARAGRAFTAN ACEMİCE YAZILMIŞ

COŞKUN BÜKTEL'İN THEOPE'Sİ DAHA İLK PARAGRAFTAN ACEMİCE, AMATÖRCE YAZILMIŞ BİR DENEME. KALDI Kİ BU ESERİN ÖZGÜN HALİNİN BİR FRANSIZ ESERİNDEN KOPYA OLDUĞU KONUSUNDA ŞAİBELER UZUN SÜREDİR KONUŞULMAKTAYDI.
Birinci Sahne(Thebai’de, kör kahin Teiresias’ın yaşadığı tapınak. İçerde, içinde közler parlayan bir kurban sunağı, dışarıda, kocaman bir meşe ağacı. Fonda, kızıl bir gök. Her sahnede biraz daha koyulaşıp, daha kızıl olacaktır.

Perdenin açılmasından önceki karanlıkta, uzaklardan gelen, tüyler ürpertici uzun ve canhıraş bir çığlık duyulur. Sanki birine kezzap içirilmiştir.

Yazar daha önce Sanki kezzap içen birinin çığlığını duymuş gibi emin... Kezzap yüzüne atılmıyor içiyor ve kezzap içildiğinde ilk anda gırtlağı ve ses tellerini yakar dolaysıyla kezzap içen birinin çığlığı değil çıksa çıksa boğuk bir hırıltısı çıkar. Off off dakika bir perde bir gol bir Çok uğraşacağız bu kötü eserin neden kötü olduğunu sergilemek için..

Perde açıldığında, çığlık devam etmektedir. Bir sedirde uyumakta olan Teiresias sıçrayarak uyanır. Çığlık kesilir.
( Kezzabın yakması geçti galiba... Ne lan bu kola mı? )
Teiresias yarım kalan düşünü sürdürmek çabasıyla, umutsuzca bağırır.

TÜM ESER İRDELENECEKTİR... BEKLEYİNİZ... YANLIŞ DÖNEMDE KULLANILAN YANLIŞ GEREÇLER, HATALARLA BEZELİ TANIMLAMALAR TARİHSEL BULANIKLIKLAR VE ÖTESİ... ÖNEMLİ BİR ESER YARATMA KAYGISIYLA VE KOMPLEKSİ İLE YOLA ÇIKILDIĞI BELLİ OLAN ÖZEN"Tİ-REGEDYA" THEOPE

EK DOSYA : EMPERYALİZMİN SALDIRI AYGITI TV
"EMPERYALİZMİN SALDIRI AYGITI TV"

LEVENT GÜLER
Tiyatrooyun Yayın Kurulu Başkanı

GİRİŞ:

12 Eylül darbesi bir karabasan gibi toplumun üzerine çöktüğünde Partileri, dernekleri, siyasi hareketlere angaje olmuş gazeteleri, dergileri kapatıp topluma birdenbire örgütsüzlüğü, dilsizliği dayatan 12 Eylül idaresinin elinde, bu kadar kapsamlı bir "fizikî terörü" tamamlayacak "ideolojik terörü" örgütlemede kullanacağı kurumlar olarak, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Günaydın, Cumhuriyet gibi bildik gazetelerle, TRT televizyonundan başka pek bir şey yoktu...

Korkunç bir "fizikî terör" altında, adeta dili kulağı kopartılmış bir halde kabuğuna çekilen yılgın kitleler, kendilerini bir nebze olsun "rahatlatacak" ideolojik her çeşit uyuşturucuya, dejenerasyona, giderek hayvanlaşmaya razı bir ruh içerisinde, çok büyük bir pazar teşkil ediyorlardı...

90'ların hissiz, haysiyetsiz, kişiliksiz, mutfakla tuvalet arasındaki boru gibi yiyip içip dışkılayan, köşe dönmeci, çıkarcı, rantçı, Özal'cı insanlık dışı insan döneminde alkol tüketiminde artış, şans oyunlarında tırmanış had safhadadır. Mesela 12 Eylül öncesi sıcak mücadele koşullarında kimselerin uğramadığı spor toto bayileri önünde, 12 Eylül'ün haftasına kalmadan uzun kuyruklar oluşmaya başlamıştır. 12 Eylül darbesiyle başlayan "insan tükenişi", onu daha da hızlandıracak kurumları, uşakları beklemektedir. Meydan oligarşinin "gazetelerine, dergilerine, sanatçılarına, sapık akımlarına" niteliksiz, renksiz, örgütsüz, ideoloji kaçkını eli kalem tutan sözde yazarlarına sonuna kadar açıktır. Beyni boşaltılıp kof bedenler haline dönüştürülmüş insan sürüsünün boşalan beyinlerine artık yeni bir şeyler doldurmak gerekmektedir.

Nasıl mı? Tabi ki futbolla, popla, ille de kitap okumayı sevenlere polisiye yada pembe romanlarla, ille de sanat diyenlere ağdalı elit sanat anlayışıyla, heyecan arayanlara futbolla, çatışma arayana çeteleşmeyle, marjinallik arayanlara magazinle...Kim yapacaktı bu malzemeyi kim hazırlayacaktı? Elbette az da olsa "eski solcu" tabir edilen solcu olmuş ama hiç bir zaman Marksist olamamış popülistlerden devşirilenler bulunmaz nimetlerdi. Onlardan daha da bulunmaz nimet olanlarsa hiç ideolojiye bulaşmamış, hiç örgütlü olmamış, hiç sivil toplum hareketlerine bulaşmamış, hiç toplumculuk gibi bir heyecanı hissetmemiş yeter ki bir yerden yırtayım da nereden olur olsun deyip gün gelip ağdalı bir antik sanat alanına bulaşan, gün gelip polisiye-macera deneyen, gün gelip aşk, kan,kin, nefret yazmaya da hazır az çok eli kalem tutan yazarcıklara atladılar. pıtrak gibi magazin , pıtrak gibi show, pırtak gibi diziler ve dizi yazarları.

YENİ BÖLÜM

Emperyalizmin tekelci aşamasında,kültür emperyalizminin yerli uşakları, halkların anlama gücünün gelişmesini değil, körelmesini ister. İnsan beynini şoka uğratırlar. Anlamak ve bilmek haksızlıkların kanlı iktidarlarına son verecektir çünkü. Bu anlamda da başta eğitim sistemi anlamayı değil, anlamamayı geliştirir. Anlamamak ruhumuza öylesine yer etmiştir ki, anlamaktansa ezberlemeyi yeğ tutarız. Okullarda bilgi çöplüğüne dönüşen çocuk beyinleri, anlamaktan çok, ezbere yöneltilmektedir. Geri bırakılmış ülkelerdeki adaletsizlik, insanların bir kısmını beş bin yıl önceki yaşam biçiminden daha kötü koşullara mahkum etmiştir. Bu gün dünyada kabile yaşamı olan yerler de var, aynı yerde çağın nimetlerinden son derece yararlananlar da. Başına bela olan, onları karanlıkta bırakan iktidarları geri bırakılmışlık payı yüksek olan kalabalıklar seçmeye devam ediyor; anlama yetileri kör edilmiş kalabalıklar.

Vahşi kapitalizm sömürü saltanatını sürdürebilmek için, şeytanı ortadan kaldırdı, meleği de. Artık melek de kendisidir, şeytan da. Her düzeyde insanı kendi sorunlarına hapsedebiliyor. (Örneğin Coşkun Büktel'in toplumsal sorunları yazmak yerine salt kendi sorunlarını yazmak için onlarca sayfa polemik yazısı ve kitaplar çıkarması gibi) Bozulma her düzeye göre ayarlanmış durumda. Bozulma ve kandırılma işlemi her zaman en geniş kesimden başlanılarak yapılıyor. İnsanları kandırmak için yatırımlar yapılıyor. İnsan yaşamını kurtarmak için yatırım yapmayanlar, propaganda araçlarına, yazılan kitaplara, ve insan ruhunu bozucu, özünden saptırıcı tüm araç ve kaynaklara para pul esirgemiyorlar. Televizyon dizilerine, dizi yıldızlarına ve yazarlarına milyarlar akıtıyorlar. Anlama yeteneği dumura uğramış kitleler için, aşk, dostluk, sadakat sağlıklı değildir. Başına gelen her belayı, hastane kapısında içeri alınmadan ölmeyi, yoksulluğu, haksızlığı; ülkede her yıl binlerce insanın ölmesini, altyapısız varoşlarda sel sularının gecekonduları sürüklemesini, Aylarca kardan mahsur kalınmasını yada çığ altında kalınmasını kötü kaderin bir parçası sayar. Kendini daha akıllı sananlarsa sözde çözüm üretmekle mükelleftir. Şehre göç edip varoş da yaşayandan söz ettiğinizde "Neden köyünü bırakıp geliyorlar kardeşim?., Köyünde yaşasa ya. " diyecektir. Aynı kişiye köyler çığ tehlikesi altında (yada terör tehlikesi altında) dediğinizde neden köylerinde yaşamakta direniyorlar ki? aptal mı bunlar? Bir başka yere taşınsalar ya" diyecektir. (Tıpkı Çığ konusunda eleştiri yazan Coşkun Büktel ve Kazım Şimşek'in önermesi gibi) Kapitalist ideolojinin egemenliğini meşru ve sürekli kılmak için toplumların mevcut olan anlayışlarını değiştirerek kendi anlayışını empoze etmesi olmazsa olmaz,yaşamsal bir öneme sahiptir onun için.Toplumlarda var olan her tür anlayış,işgale uğrar ve değişim geçirir.Farkında olmadan arkadaşlık, dostluk, adalet, hak, özgürlük, insan olmak, mutluluk, vatan sevgisi, aile kavramları değişir. Daha önceden var olan güzellik iyilik anlayışları yok olur.İdeoloji, kendi tanımını koyar.

KAPİTALİZMİN İNSAN ÜRETME FABRİKASI: Kapitalist sistemde insana istediği biçimi verirler. Bir bakarsın binlerce insan çeneden sakal bırakmış. Bir bakarsın binlerce kadın aynı tipe benziyor. Bir bakarsın yüzlerce genç yırtık kot giyiyor, aynı marka ayakkabıya yöneliyor... Artık “evet” demez konuşurken,”yes” der; vedalaşırken “bay bay” der artık.Ona istediğin kişiyi sevdirirsin. İstediğin yazarı okutur, şarkıyı dinletirsin.

Kafaları boşaltan Kapitalizm şekilciliği imal eder. Farklı olmak adına birbirinin kopyası insan modelleri türer. Bir bakarsınız onlarca çenesi sakallı, bir tarafı küpeli onlarca yırtık kotlu onlarca dövmeli

Ortaya çıkan yeni anlayış başını kapatıp bacağına dar kot giyen kadınları veya barlarda kendini kaybetmiş eski solcuyu da üretiyor...

Anlayış farkları anlamayı güçleştiriyor. Kapitalist sistem anlayış farklarını körüklüyor.Beceremediği noktada,tanımları farklı sözcüklerle yaparak,anlayış farkları var gibi gösteriyor. Aydının bu aydınlatma ve kurulmuş tezgaha çomak sokma eylemi,tarihsel bir eylem olarak,egemen ideolojilerin işine gelmiyor.Karşı çıkanları yok etmek için hapishaneler.hücreler,işkence evleri yapıyor.Cellatlar ve katiller üretiyor,muhalifleri katlettiriyor.

YENİ TAPINAKLAR ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ: 'Ruhun endüstriyel politikası'nı yürüten Ars Industrialis adlı bir hareketin de öncülerinden olan Stiegler'e göre 'hiper endüstriyel kapitalizm'de pazarlama teknikleriyle gerçekte hiç ihtiyaç duymadığımız bazı metalar bizlere sanki onlar olmaksızın yaşayamazmışız, onlar olmazsa hayat da olmazmış gibi sunuluyor . Yapay ihtiyaçlar yaratılıyor, yapay alışkanlıklar oluşturuluyor. Sistematik sömürü için bu bağımlılığın oluşturulması, arzunun nesnelere doğru yönlendirilmesi son derece önemli. Stiegler, tüketim toplumunda arzunun tam anlamıyla ele geçirildiği, libidonal enerjinin bütünüyle metalara yönlendirildiği görüşünde. İnsanlar tüketim yaptıkça insani özelliklerini yitirerek tükeniyorlar. bireyin tipik davranışı hızla tüketmek ve tükettiği şey daha tükenmeden başka bir mala yönelmesidir. Tüketim yapmak mutluluktur onun için. Zamanımızın en büyük putu paradır ve milyonlarca insan akşama kadar ona tapınır. Tüketici için ise,tüketim merkezleri tapınaktan başka bir şey değildir.bu tapınma işlemi ise,mabetlerde yapılan tüm tapınma işlemleri gibi,topluluklar halinde yapılır. Bu nedenle tüketim tapınakları dev alışveriş merkezleri insanların orada kalmalarına , zamanı unutmalarına uygun olarak inşa ve dizayn edilmiş durumdadır. Alışveriş merkezlerinde semavi dinlerin mabetlerindeki gibi kubbe tavanlı devasa alış veriş merkezlerinde, tüketici müminleri (!) dışarıya göndermemek için,sinemadan havuz kıyısı zevkine kadar her şey vardır.
Narsizm Kültürü ve Herkes herkesle savaşta! Christopher Lasch geç 20'nci yüzyılın tüketim toplumunun hayli karamsar bir bakışla Freudcu bir analizini ve eleştirisini yaptığı ünlü kitabı Narsisizm Kültürü'nde, narsisizmi terapi çağının yaygın ve şifasız hastalığı olarak tanımlamıştı. Eleştirileri esas olarak 1970'lerin Amerikası'na yönelmişti, ama bu eleştiriler pek çok bakımdan bütün Batı toplumları açısından geçerli sayılabilecek savlar içeriyordu. Gerçekten, 70'lerin sonlarında başkaldırının yerini tüketim arzusu, kariyer hırsı almıştı ve Lasch tam da bunu eleştiriyordu.Ona göre tüketim toplumunu karakterize eden 'narsisizm kültürü'ydü. Narsisizm kültüründe insanlar olabildiğince bencilleşmiş, sosyal örgütlülüğü terk etmiş, içlerine kapanmış, kamusal hayat yok olmuştu. İnsanlar kapandıkları evlerinden, özel alanlarından sadece birbirleriyle yarışmak, rekabet etmek için çıkıyorlardı. Herkes herkese karşı kıyasıya savaşıyor, herkes sadece kendini mutlu kılmaya çalışıyordu. Ama hiç kimse soru sormuyordu, eleştiri ortadan kalkmıştı. Siyasetten uzaklaşan, kamusal alandan geri çekilen insanlar bir gösterinin edilgen izleyicileri haline gelmişlerdi. Kendilerini doğrudan ilgilendiren pek çok konuda söz almaktan kaçınıyor, umutsuzluğa ve kayıtsızlığa gömülüyorlardı. Muhalefet etmenin, muhalif olmanın boşunalığı düşüncesi giderek yaygınlaşıyordu. Lasch, I979 yılında yayımlanan ve bestseller olan kitabında medyanın, reklamların retoriğinin narsisistik fantezileri kışkırttığını, bu tür fanteziler sayesinde ortalama insanların kendilerini popüler kültür yıldızlarıyla, şöhretlerle özdeşleştirdiklerini de belirtiyordu. Dahası, reklamlar tüketimi kışkırtmakla kalmıyor, tüketimi başkaldırının alternatifi olarak gösteriyorlardı. Bu açılardan değerlendirdiğimizde Coşkun Büktel'in reklamcılıktan fantastik kurgu , macera yazarlığı ardından da popüler kültürün dizi yazarı olması aynı karakteristik özelliklere tekabül ediyor.

EMPERYALİZMİN EN GÜÇLÜ SİLAHI "TELEVİZYON"

Emperyalizm kendi iletişimini yok ettiği,dilini ve anlama kapasitesini değiştirdiği kitlelere kendi ürettiği dili öğretip, o dille kendi istediği iletişimi kuruyorUluslararası Emperyalizm , küresel imparatorluğunu kurabilmek için yarı sömürge ve sömürge haline getirdiği ülkelerde,yerli yandaşlarıyla birlikte, düşünmeyen, sorgulamayan, hazır tüketen ve zevkleri ve değerleri ortak, robotlaşmış yığınlar oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu yığının bireyleri öncelikle duyarsızlaştırılmalıdır ve bir robot mekanikliği içinde kendinden istenildiği gibi davranmalıdır, yaşamı ,dünyayı asla sorgulamamalı, kendi dışındakilerin sorunlarına,dünyanın sorunlarına kayıtsız kalmalıdır. Ülkesini ve dünyayı ilgilendiren durumlarda bile, yüzeysel bakmalıdır .neyi tüketmesi isteniyorsa, çılgınca onu tüketmelidir emperyalizmin bu küresel hedefinde,bu insan sürülerini yetiştirmek için araçları televizyon ve diğer medya oganlarıdır. düğmesine basınca , evde , işyerinde , kahvede etkisini hemen gösteren eğlenceli büyü onun içinde , her an hazırdır.

Yukarıdaki Saptamayı Türkiye için örneklemek gerekirse Emperyalizm kendi iletişimini yok ettiği,dilini ve anlama kapasitesini değiştirdiği kitlelere kendi ürettiği dili öğretip,o dille kendi istediği iletişimi kuruyorUluslararası Emperyalizm , küresel imparatorluğunu kurabilmek için yarı sömürge ve sömürge haline getirdiği ülkelerde,yerli yandaşlarıyla birlikte, düşünmeyen, sorgulamayan, hazır tüketen ve zevkleri ve değerleri ortak, robotlaşmış yığınlar oluşturmayı amaçlamaktadır.

Küresel sermayenin yani emperyalizmin yerli bir yandaş bulup yarı sömürge yada sömürge haline getirdiği ülkelere girmesinden söz etmiştik. Kozmetik devlerinden Estee Lauder'in oğlu Ronald Lauder Atlantic Records'un patronu Ahmet Ertegün birlikte Fox TV yi kurmaları bu anlamda değerlendirilebilir miüzerinde düşünülmesi gereken bir örnek.. Estee Lauder : Avusturya, Almanya ve Çek Cumhuriyeti'nde Yahudi eğitimi veren vakıf, yaz kampları ve okullar da açtı. Lauder aynı zamanda Amerikan Musevi Dernekleri Başkanlığı'nı yapıyor.Sosyalist blokun yıkılmasından sonra devlet tekelinde olan zor durumdaki televizyonlar Macar kökenli işadamı Lauder'in ilgisini çekti.
Bu yığının bireyleri öncelikle duyarsızlaştırılmalıdır ve bir robot mekanikliği içinde kendinden istenildiği gibi davranmalıdır, yaşamı ,dünyayı asla sorgulamamalı, kendi dışındakilerin sorunlarına,dünyanın sorunlarına kayıtsız kalmalıdır. Ülkesini ve dünyayı ilgilendiren durumlarda bile, yüzeysel bakmalıdır.

Şimdi aynı örneği sürdürelim. Fox TV'de yer alan "Arka Sıradakiler" dizisinde yığının (Türk toplumu) bireyleri (Arka sıradakiler deki öğrenci, öğretmen, idareci her biri) kendilerine biçilmiş rolü oynamaktadır.

Arka sıradakiler dizisinde nedir uygun görülen modeller?
Eğer öğrenciler fakir aile çocuklarıysa bataktadır, her türlü fenalığa hazırdır, suç işlemeye meyillidir. Tıpkı Amerikan filmlerinde insanların kafasına sokulduğu gibi. Varoşlarda yaşayanlar, gettolarda büyüyenler, maddi durumu kötü olanlar, zenciler suça meyillidir. Onlar her zaman suç işlemeye hazırdır. Düzensiz pejmude yaşamı tercih etmiştir. Görüldüğü gibi Arka sıradakilerde fakir aile çocuklarına biçilen modelle Amerikan filmlerinde, dizilerinde getto çocuklarına ve zencilere biçilen model aynıdır. Bu kalıbı yerleştirdiğinizde artık bu kesimin içinden gelenler biz garibansak çalmak çırpmak bireysel asilikler, düzensizlikler doğamızda var, ne yapalım şartlar bize bu rolü yüklemiş psikolojisine itelenirken toplumun genelinde yerleştirilen düşünce ise garibansa suça meyillidir, varoşda yaşıyorsa her tür pislik ondan gelebilir yargısına yavaş yavaş hazırlanmıştır.Bu yığının bireyleri öncelikle duyarsızlaştırılmalıdır ve bir robot mekanikliği içinde kendinden istenildiği gibi davranmalıdır, yaşamı ,dünyayı asla sorgulamamalı, kendi dışındakilerin sorunlarına,dünyanın sorunlarına kayıtsız kalmalıdır. Ülkesini ve dünyayı ilgilendiren durumlarda bile, yüzeysel bakmalıdır Oysa 70'lerde varoş denilince akla gelen insan modeli sendikalı, örgütlü emekçi mahalleleridir.
Eğer bu düzende öğretmen iseniz : Size biçilen rol bu çocukları adam edemezsiniz. Zaten devlet okulunda çok da zor ve keyifsiz şartlardasınız. Burada öğretmen dersini anlatır çıkar gider. O halde siz de kendinizi hırpalamayın bu rol size uygun bulunmuştur. Toplumda böyle zaten öğretmenler diye kafaya yerleştirmiştir. O halde devlet okulunda hele varoş semtlerinde hiç bir şey olmaz kardeşim. ya bir an önce imkanları iyi sosyal tesisleri zengin bir özel okula kapağı atmalı, ya da böyle gelmiş gider. Herkes kemal öğretmen olamaz zaten. baksanıza yazarlar bir tane Kemal öğretmen yaratmış tüm öğretmenleri idealist göstermemiş. Demek ki öğretmen varoşda istemeden çalışıyorsa genel anlamıyla böyle bir tiptir. çok da yadırgamamalı. İşte kafaya yerleştirilen öğretmen modeli. Bu yığının bireyleri öncelikle duyarsızlaştırılmalıdır ve bir robot mekanikliği içinde kendinden istenildiği gibi davranmalıdır, yaşamı ,dünyayı asla sorgulamamalı, kendi dışındakilerin sorunlarına, dünyanın sorunlarına kayıtsız kalmalıdır. Ülkesini ve dünyayı ilgilendiren durumlarda bile, yüzeysel bakmalıdır Oysa böyle miydik? Köy enstitülü yılların öğretmenleri değil varoş Türkçe konuşulamayan köylere dek gidip ahırlarda bile eğitim vermediler miydi? 60'ların, 70'lerin öğretmenleri idealist ve toplumun aydın, örgütlü, ilerici kesimleri değil miydi? Ama öğretmen rolü değiştirilmeye ve bu dizideki genel öğretmen imajı kanıksatılmaya çalışılıyor.

Ülkesini ve dünyayı ilgilendiren durumlarda bile, yüzeysel bakmak Melih Tepeli coşkun Büktel yazı dizisinde dile getirmişti. Öğretmen Kemal tiplemesi sözde diziye nitelik getiren, değer katan doğruyu gösteren , dizide gençleri ve dolaysıyla seyirciyi iyiye yönlendirecek karakter gibi sunuluyor. Oysa Öğretmen kemal de düzenin uşaklığını yapan toplumsal örgütlü sosyal çözümler yerine çocuklara devletine itaat edip bireyselliği aşılayan aya gitmekten uzayda dolaşmaktan pembe hayallerden bahseden gerçek çözümler yerine yüzeysel bakışlara yönelten bir karakterdi.
PEKİ COŞKUN BÜKTEL VE BÜTÜN SENARYO YAZARLARI ÖZELLİKLE Mİ ORTAYA ÇIKIP HADİ GELİN BİR DİZİ YAZALIM VE EMPERYALİSTLERE, YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİNE HİZMET EDELİM, TOPLUMU SOSYAL, ÖRGÜTLÜ, İDEALİST, İLERİCİ, AYDIN TAVIRLARDAN ALIKOYUP BİREYCİ YAPACAK, VAROŞDA YAŞAYANLARI POTANSİYEL SUÇLUYMUŞ GİBİ SUNACAK ŞEKİLDE GÖSTERELİM, İNSANLARA ÖRGÜTLÜ SOSYAL YAPILARDA ÇÖZÜM ARAMAK YERİNE ARKA SIRADAKİLERDE "ÖĞRETMEN KEMAL" SILA DİZİSİNDE "BORAN AĞA" GİBİ ÇAREYİ BİREYSEL İDOLLERDE, BİREYSEL KAHRAMANLARA BEL BAĞLAMAKDA GÖSTERELİM DİYOR?

Elbette dizi yazarları, yönetmenleri, oyuncuları bilerek isteyerek bunu yapmıyor. Ama TV'lerin işleyişi içindeki mekanizma doğal ayıklama yöntemi ile "bilinçsizce de olsa bunu üretenlere" geçit veriyor.

Örneğin bugün Hilmi Bulunmaz yada Orhan Aydın bir gençlik dizisi yazıp götürecek olsa ne olacağını tahmin etmek zor değil. Tabi ki yayın şartlarımıza uygun değil, sizin bu dizi izlenmez, reyting yapmaz vb denilip buruşturulup atılacaktır.
Neden? Çünkü onlar varoş çocuklarını potansiyel suçlu göstermeyecektir, çözüm olarak iyi bir öğretmenin güzel sözlerini sunmayacaktır. Çözümü öğretmen de olsa bir tek karaktere bağlamayacak kurtuluşu bireysel kahramanlar yaratmakta göstermeyecektir.

Doğal olarak da bir sosyalist kişi Hilmi Bulunmaz yada Orhan Aydın TV için hiç de uygun bir yazar değildir.
Toplumcu ve toplum gerçekçi bir Tuncer Cücenoğlu'nun öğretmen oyunu ve o oyundaki öğretmen karakteri de TV ler için uygun değildir.

Bu nedenle de Tuncer Cücenoğlu'nun oyunları 30 dile çevrilse de Türk TV'leri için aranan bir yazar asla değildir. İşte bu tür dizileri yazanlar hadi şu emperyalist kanala hizmet edip toplumu yanlış yönlendirelim diye bilinçle yola çıkmasa da doğal seçilme ile bu işbirliği gelecektir.
Neden ? Çünkü örneğin Coşkun Büktel'in hiç bir zaman bir ideolojisi olmadığına göre metne ideoloji katmayacaktır öyle bir endişe duyulmayacak yazar türüdür. Coşkun Büktel toplumcu olmadığı gibi hiç bir zaman sosyal yapılarda örgütlenmelerde olmamış oralara güven duymamıştır , burun kıvırmıştır. O halde çözüm örgütlenmede, çözüm bir kahraman bir tek doğru kişide değil topyekün davranmakta demeyecektir o halde böyle bir endişe de gereksiz. Coşkun Büktel polisiye, macera yazmış biridir, oh bu iyi izlenilirliği artıracaktır. Coşkun Büktel gerçekçi değil fantazi yazardır, oh bu da iyi izlenilirliği artıracaktır.

O halde doğal olarak onun sunduğu bir teklifin kabul görme olasılığı yüksektir, yada Birol Güven'e , Hamdi Alkan'a peki kardeşim yap bu diziyi dendiğinde Hamdi Alkan'ın başını ağrıtacak şeyler yazmayacağına güvendiği tatlısu yazarı bellidir ona gidilecektir. Gidip de Hilmi Bulunmaz'a, Orhan Aydın'a , Tuncer Cücenoğlu'na gel denecek değil ya!
Yani beyin yıkamaya gelen emperyalist sermaye ile Büktel gibi yazarların buluşması bilerek, birbirlerini tanıyarak bir işbirliği olmasa da At hırsızlarıyla, ucuz çalıntı at almaya gelenlerin at pazarında buluşması kadar doğal bir sirkülasyonun sonucudur.

Beyinsizleştirmek için tüketen, tüketirken beyinsizleştiren bir araçtır televizyon. Onları yönetenlerse emperyalizmin yerli uşaklarıdır.İnsanları kendi istemleri dışında, fark ettirmeden değiştirip yönlendiriyorlar. Analizi yapılmış toplumda seçiyor, alıyor, yerine başka bir değeri koyuyorlar. Bu eylemin adı : manipülasyon.

Bir eğlence aracı olarak görülen televizyon, öncelikle bireyleri kendisine tiryaki yapıyor.Daha sonra da beyin yıkıyor.Birbirinin evine misafirliğe giden insanlar bile,artık kendi aralarında ,gayet insani sohbetlerini bile yapamıyor.Artık yalnızca birlikte televizyon izleniliyor. Misafirlik, kavramı artık misafirlik niteliğini kaybetmiştir. İletişim birbiriyle değil,televizyonla kuruluyor.Okuma belirli bir emeğe çabaya ve isteğe bağlı olarak yapılan kişiyi geliştirici bir davranıştır. Okuyan insan, insanın yaptığı her eylemde olduğu tarzda,belirli bir yoğunlaşma ile sözcükleri, birbirine anlamlarıyla bağlayarak cümlelerin anlamına nüfuz eder. TV ise sayfalarca anlatılan bir olayı,çok daha kısa bir sürede,görüntülerle anlatır. Anlamak için kendimizi bu görüntülere bırakmamız yeterlidir. Çoğu zaman sözcükler yoktur zaten. Bir kitapta olduğu kadar ,derinlemesine düşünce ve olaylara dalmamıza gerek ve olanak yoktur. Bir yandan izlerken, bir yandan da hızla geçen görüntüler düşünmemize olanak tanımaz. En azından bu olanağı vermez. Sadece bize sunulan şeyi tüketiriz.Her türden program belirli ve olabildiğince geniş bir kitleyi hedeflediği için,aynı anda profesörün de okul yüzü görmemişin de izlemesi ,ama bizim gibi cehalet boyutu yüksek ülkelerde,daha çok cahil kesimlerin izlemesi dikkate alınarak hazırlandığından fazlaca derinlik taşımaz. Televizyon tarafından kaydedilen bir gelişmeyle gelişmiş bir toplum hali hazırda var olmamıştır. İmajlar, dikkat çeken görüntüler, konunun özünden çok daha önemlidir.. Televizyon kanallarının da kapitalist sistemde birer şirket olduğunu ve yaptığı her şeyi kar amacıyla yaptığını peşinen kabul edersek, öncelikle, var olan kalabalıkları kendilerine bağlamak , bağımlı kılmak hedefleridir. Bu nedenle, kafa yorucu, düşünmeye zorlayıcı hiçbir şey yayınlamazlar. Çoğu zaman reklam bombardımanlarının gürültüsü eşliğinde gelen diziler, izleyici toplayamadıkları için, yarıda bırakılır. Sunucularına,yapımcılarına olağanüstü sıfatlar vererek imajlarını sürekli yüksek tutmaya çalışırlar. İki paralık bir insana ENKIRMAN, milyonların sevgilisi, süperstar vb adlar takarak lanse etmeye çalışırlar sürekli. Bir kaç saniyede bir geçen görüntü bombardımanında insanlar sersem edilir. Ama asla kişisel gelişimde işe yarayan bilgi bulamazsınız.HATTA ÇOĞU YERDE CİDDİ HABERLERİN AYRINTISINA GİRİLMEZKEN, BİRBİRİNİ ALDATAN ARTİST SEVGİLİLER, YAKALANMA ANI, türünden toplum ahlakını olumsuz yönde etkileyecek haberler,ciddi habermiş gibi lanse edilir. Televizyonun hipnotize ettiği kalabalıklar ise,kendi sorunlarını unutup, kocası tarafından boynuzlanan kalburüstü kadına üzülmeye başlarlar. Dinsel,ulusal konulardaki haberlerse, abartılarak, kitleler tahrik edilerek, özel efektlerle verilir. Belirli bir konuda insanların dikkati bir süre tutulup, ansızın başka bir konuya ya da görüntüye atlanılır. Sürekli tutmak için her tür numara yapılır izleyiciyi Tv karşısında... 

REKLAMLAR

Reklamlar en rahatsızlık veren programlardır. Asıl işi, bir şeyleri tüketmek ve tükettirmek olan TV'LER ikide bir reklamlara girerek, o an hiç aklınızda olmayan deterjan markasını, o an hiç düşünmek istemediğimiz falanca bankayı zorla gündemimize sokarlar;hem de filmin en heyecanlı yerinde,tam da bu kadar merak etmişken kahramanın ne yapacağını,kız için bu kadar üzülmüşken tam da. O noktada üzülme ,merak ve heyecan duygularımızın orta yerine diş macunu veya araba lastiği görüntüleri zorla sokulur. Bu durumdan nefret etmemiz bile,ilgimizin çekilmesini engelleyemez, hatta sağlar.İnsanlar gerçek yaşamda var olan eğlencelerden soğutulur. Düğünler artık eğlence misyonunu kırsal kesimde de tümüyle kaybetmiştir nerdeyse. Sohbetler ortadan kaldırılmıştır. İnsanlar birbirine misafirliğe gidince bile, karşılıklı çaylarını yudumlarken, birbirine dair, bir sohbete bırakmazlar kendilerini.Size “nasılsın” derken veya “iyilik işte iş güç uğraşıyoruz” derken bile gözlerinin Tv de olduğunu kaç defa görmüş ve içerlemişsinizdir. Bağımlı TV izleyicisinin artık gerçek yaşamdan çok sanal bir yaşamı oluşmuştur bile ayrımına varmadan. Aynı evde baba , ana, çocuklar arasında, kanal kavgaları oldukça yaygındır. Ekonomisi birazcık düzgün olanlar,ayrı ayrı Tv ler alarak,ayrı ayrı odalara kapanmışlar ve birbirinden izole olmuşlardır. Sürekli çoğalan milyonlarca boşanma olayının, aileden kopuk büyüyen ve bunun sorunlarını hayat boyu yaşayacak olan çocukların bu durumuna nedenler çoktur ama bu nedenlerden çok önemli birisi de işte bu iletişim kopukluğunda tv nin etkisidir. Sanal yaşam bağımlıları, günlük yaşamlarının diğer kısmındaki sohbetlerinde bile TV dizilerini konuşur hale gelmiştir artıkO kadar öyle ki,onların sevdikleri şarkılar ve şarkıcılar,” işte 1 numara “ diye sunulur onlara;onlar seçmez. Güzel kadın ,yakışıklı erkek nasıl bir şeydir? bu sorunun cevabı kişilerin kendileri tarafından değil TV tarafından verilir.Öylesine ki,emperyalizm,geri kalmış ülkelere sürekli kendi kültürünü yayan filmler satar. ABD kanlı diktatörlüğünün askerlerini sürekli olarak, kahraman olarak tanıtır dünya halklarına. Öyle ki, günlük yaşamında hiç silah görmeyen çocuklar ve büyükler, her gece evlerinde TV lerini açıp mutlaka silahları görürler. Bu durumda bunları anlatmayan gazeteler, bunlara araç olanlar ve sesi soluğu kesilmiş emirkulu yetkililerin durumu , tek sözle, rezalettir. Toplumsal olayları anlatan haberlerde,olaya karışanların neden karıştığı söylenmez. Adını bilmediğimiz gruplar vardır, bunlar neyi savunuyor. Hizbullah neyi savunuyor, FALANCA ÜLKEDEKİ GERİLLALAR NE ADINA SAVAŞIYOR, bunu söyleseler bile iki kelimeyi geçmez.. ama silahlar bombalar kan dehşet görüntüleri, sadist bir iştahla gösterilir. TV iç savaşların hazırlayıcısı gibi çalışıyor. Tv cinselliği de sonuna kadar kullanır. Devlet işlerinden çok artistlerin bacakları ön plana geçer çoğu zaman. Ülkenin geleceğine dair haberlerin sayısı daha azaltılır.Ve kitle sadece hipnotize olmanın aymazlığı içinde,gelen tehlikeyi değil,sahadaki gol ü tartışır.Haberlerin önem sırasını birileri belirler.Ülke ile ilgili önemli bir haberi hem kısa hem geri sıralara koyarken, bir artistin kocasını nasıl aldattığının görüntülerini daha uzun ve ön planda verebilir.Bunun örnekleri çoktur. Katilleri ve soyguncuları masum ,masumları ise suçlu gibi gösterebilirler. Sonuçta zaten haberlerin hızlı akışı sırasında önemliler önemsizleştirilebilir,önemsizlerse önem kazanabilir.Haber niteliği taşımayan ve kimseyi ilgilendirmeyen basit ve kişisel olaylar, insanların gündemini gaspedebilir. Akşam yemeklerinde, moralimiz kaç kez tecavüze uğramıştır haber adı altında.

DİZİLER. Tuhaf bir karışım taşır dizi filmler.O ülkede,o izleyicinin oturmak bir yana hayalini bile görmediği evler,arabalar,güzel kadınlar , yakışıklı erkekler vardır.Müthiş akıcı aşklar yaşanır,olmadık sürprizler gerçekleşir. Çağdaş uygar kültürlü insanlardır ama silahları vardır. Çağdaş uygardırlar ama modaya uygun olarak aşiret mensubudurlar. Kültürlü okumuşturlar ama kan davaları vardır. Bu tür dizilerde tarihsel olaylar sonuna kadar kullanılır.Menderesin idam edilişi veya Atatürk'ün bir aşkı da yakınlarından geçer olayların. Başka bir gezegende gibidir her şey,ne işsizlik vardır ne açlık. Giderek yaşı kırkı geçmiş esnaf da sakalını dizideki adam gibi kestirip keçi sakalı yapar veya evdeki kadın saçını o tarzda boyatır. insanları sömürerek semirip tatlı aşklar yaşayanlar bir dizide masum sevgi dolu aşklarıyla ideal model olarak sunulurken onların sömürdüğü varoş insanları suça meyilli gösterilir, potansiyel suçlu olarak kafalara yerleştirilir ve onları düzenin istediği şekilde eğitip düzenin iyi ve köleleşmiş vatandaşları yapacak öğretmen Kemal kurtarıcı olarak gönderilir! Emperyalizme güdümlü çalışan onca kanal sonuç olarak aklı uyuşmuş,beyni ve algıları dumura uğramış kalabalıklar yaratır. İletişimi birbirinden kopuk,başkaları kavramını tanımayan,anlama yeteneği güdükleşmiş kalabalıklar Kahramanların tüm kötüleri öldürdüğü,çizgi filmler…Aslında herkesin ÖLDÜRMECE oynadığı,herkesin birbirini acımasızca öldürdüğü çizgi filmler.. Bu filmlerde sürekli öldürenler öncelikle sevimli oluyor.. Katillerin kahraman olduğu,öldürmenin gerekli ve normal olduğu çizgi filmler çocukları tv ye tutsak etmekle kalmayıp, onların körpe dimağlarına şiddetin tohumlarını ekmektedir. Geleceğin katillerine,silahı ve öldürmeyi makul bir oyuncak gibi sunan bu filmler sömürge yönetimleri tarafından en küçük bir eleştiriye bile uğramaz.Çocuklar emperyalist kültür odakları için,çok önemlidir.Geleceğin büyüklerini, tam istedikleri ölçütlerde, ailelerin, eğitimcilerin, devlet yetkililerinin gözü önünde istediği gibi yetiştirirler.Yalnızca TV değil,bilgisayar oyunları da ,birer öldürme oyunundan başka bir şey değildir. Potansiyel katil psikolojisini, eğlence adı altında beyinlere şırınga eder emperyalist kültür. Burada oluşturulan atmosfer, sağlıklı anlama, kavrama yani düşünme olgularını ortadan kaldırmaktadır.Burada öldürme oyunu eğlencedir, oyundur. Giderek çocuklar sokakta oyun oynamayı bırakır. Artık arkadaşlık kavramı da buna göre patolojik bir biçim almak zorundadır. Beyinsizleştirme operasyonuna uygun bir yapılanmadır bu.Yarışma proğramlarından reklamlara kadar TV artık insan beyninin yamulması için yapılmış bir araçtır.Asıl amaç tüketime yöneliktir. Hazır eğlencedir TV ancak, insanların özdeşleşeceği tiplere reklam yaptırtılır.Dizi filmlerdeki ünlü kahramanı makarna satarken görebiliriz.Ya da saygısızca filmin en güzel yerinde sanal reklam uygulaması adı altında bize deterjan tanıtımı yapılır.TV de esas yapılmaya çalışılan öncelikle herkesin kendisiyle özdeşleşebileceği karakterler üretmek ve tüketmektir.

TARİHİNİ BULAMADIĞIMIZ VE BUGÜN ASIL KAYNAĞINDA SİLİNMİŞ BİR BİLDİRİ

KAMUOYUNA Kitle iletişim araçlarının asil görevi kamuoyunu bilgilendirmek, olan bitenden haberdar etmektir. Bu gerçek evrensel olarak kabul gördüğü için çağdaş demokrasilerde kitle iletişim araçları saygı görürler ve bu konumlarına uygun sorumluluk taşımaları beklenir. Ancak Türkiye’de kitle iletişim araçlarının yöneticilerinin toplumsal sorumluluklarını göz ardı etme eğilimi giderek güçlenmektedir. Bazı yayın organlarında habercilik unutulmuş gibidir. Türk halkını yakından ilgilendiren pek çok önemli sorun, gazetelerden ve haber bültenlerinden dışlanmış, yurttaşların daha fazla bilgilenmeye gereksinim duyduğu önemli konular ihmal edilmeye başlanmıştır. Toplumun geleceğini belirleyen uluslararası gelişmeler konusunda bile doğru, güvenilir ve bilgilendirici haber alınması neredeyse olanaksız hale gelmiştir. Basmakalıp, yüzeysel ve duygulara seslenen bir habercilik anlayışı geleceğimizi tehlikeye sokar nitelik almaktadır. Kitle iletişim araçlarımız haber adi altında, plaj manzaralarını, ünlülerin özel yasam görüntülerini magazin programlarından ana haber bültenlerine taşınmaktadırlar. Çığırtkanlık inanılmaz boyutlara ulaşmış, haber sunma üslupları değişmiş, sürekli tekrar edilen sahnelerin yer aldığı, suç, şiddet ve cinselliğin sömürüldüğü bir habercilik üslubu geliştirilmiştir. Sorumlu haberciliğin yerini sorunlu habercilik almıştır.. Gazete okurları ve televizyon izleyicileri bilgilendirilmesi gereken yurttaşlar değil, sadece müşteri/tüketici olarak algılanmakta, tiraj ve izlenme oranı kaygısı gerçek, doğru, tarafsız haber verme anlayışını ortadan kaldırmaktadır. Gelinen noktada, kitle iletişim araçları bilgilendirici, aydınlatıcı habercilik yapmamaktadır. Habercilik kurallarının ve meslek ilkelerinin göz ardı edilmesi iletişim mesleğine duyulan güveni ve saygıyı yok edecek boyutlara ulaşmaktadır. Bu durum iletişim alanında yetiştirilmeye çalışılan yeni kuşakları da olumsuz yönde etkilemektedir. İletişim mesleğinin iyi yetişmiş, bilgi ve beceri düzeyi yüksek insanlar tarafından değil, bilgisizliği, düzeysizliği on planda tutan anlayışla yürütüldüğü yargısına kapılmaktadırlar. Bu gençlerin yetişmesini tehlikeye atan bir durumdur. İletişim Fakültelerinin Dekanları olarak, yukarıda özetlenmeye çalışılan durumdan son derece üzüntülü olduğumuzu kamuoyuna duyurmak istiyoruz. Türk halkının doğru, eksiksiz, çabuk ve tarafsız olarak bilgilendirilmesi için nitelikli habercilerin yetiştirilmesine çalışan insanlar olarak, kitle iletişim araçlarını sorumluluklarını yerine getirmeye çağırıyoruz. Bu çağrımız mesleğe yeni başlamış bir iletişimciden, en deneyimli gazeteciye kadar herkesedir. Habercilik kurallarına ve meslek ilkelerine gösterilecek saygı, demokrasiye saygı demektir. İLETİŞİM FAKÜLTELERİ DEKANLARI YÜRÜTME KURULU BAŞKANI Prof. Dr. Korkmaz Alemdar Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı

COŞKUN BÜKTEL'İN BAŞKALARI
ADINA İFADELERİ GERÇEK DIŞI
MI?

(Büktel'in sitesinden)

Özdemir Nutku skandalını açığa çıkarmamızdan sonra, Hilmi Bulunmaz siteleri dışında hiçbir tiyatro sitesinin (hatta hiçbir yazarın, hiçbir tiyatrocunun) CD kaydıyla iki kere iki dört gibi saptanmış bu iftira skandalına karşı tavır koymaya cesaret edemediğini artık sağır sultan bile biliyor. Özdemir Nutku'nun (ve izleyen süreçte bütün Türk tiyatrosunun) ciğerinin kaç para ettiğini bir röntgen filmi gibi açıkça ortaya koyan skandalın CD filmini görmüş kişiler (Can Doğan, Ulvi Alacakaptan, Coşkun Irmak, vb...) o CD filminin içeriği hakkında benim ve CD'yi ortaya çıkaran Şahin Ergüney'in söylediği her şeyi (Örneğin, bakınız: Ergüney, "Theope Üzerine Özdemir Nutku'ya Yanıt")onaylıyorlar. Yani Nutku'nun açıkça iftira ettiğini kabul ediyorlar. Coşkun Büktel sitesinin yan sütununda günlerce yukarıdaki paragrafın da yer aldığı bir yazıya yer verdi (hala da yer veriyor)

Burada Can Doğan, Ulvi Alacakaptan ve Coşkun Irmak'ın Coşkun Büktel'in izlettiği CD üzerine kendisinin ve Şahin Ergüney'in söylediği her şeyi onayladıklarını ve Özdemir Nutku'nun iftira ettiğini kabul ettiklerini iddia etmektedir.
Bunun üzerine bu üç kişiye sorduk. CD'yi izlediğiniz ve bu CD'de gördüklerinizden sonra Büktel'in söylediği her şeyi onayladınız mı? Özdemir Nutku iftira etmiştir diyor musunuz?

Coşkun Irmak emaillerimizi yanıtsız bıraktı. Bu sorunun yanı sıra yazı dizimizde geçen kendisiyle ilgili diğer iddiaları da yanıtsız bırakmış oldu.

Ulvi Alacakaptan ise daha önce kendisine yönelik eleştirel yazılarımızı ve bizleri ismen tanımıyor olmasını gerekçe göstererek bizimle uzunca bir diyalogdan yana olmadığının altını çizmekle birlikte "Ben sadece bu iki şahıs (Hilmi Bulunmaz - Coşkun Büktel'i kastederek) tiyatrocudur dedim ve öyledirler, Çamur savaşına bulaşmaya niyetim yok iyi bildiniz." açıklamasında bulundu.

Şehir Tiyatroları Yönetmen ve oyuncusu aynı zamanda www.sehirtiyatrolari.com editörü Can Doğan ise sitemiz yazarlarından Deniz Keyif'in sorusunu şu şekilde yanıtladı
Sevgili Deniz kardeşim,aradan çok uzun zaman geçti. kelimeleri verbatim hatırlamam mümkün değil.ancak Coşkun Büktel, Özdemir hoca ile ilgili bir iddia ortaya atmıştı ve sonra da gelip bize o video kaydını seyrettirdi. siz de tam deşifre edebildiğinize göre bu kayıt her yerde var. Dediğim gibi kelime kelimehatırlamam mümkün değil ama neticede önemli olanın Özdemir hoca'nın bir başka theope'den söz etmesidir. bildiğim kadarıyla da böyle bir oyun yokturortada. benim açımdan mesele bundan ibarettir.Şimdi gelelim "iftira" kelimesini de içeren meseleye. bakınız tekraren söylüyorum ki söz konusu video kaydını seyrettiğimde Özdemir hoca'nın bir başka theope'den sözettiğini gördüm ve duydum. benim konuyla ilgim budur.Onun dışında asla benim ağzımdan çıkmamış, imzamla yayınlanmamış bir ifade beni bağlamaz. Yani Coşkun öyle yazdı diye öyle değildir. Ve benim sayısız siteye bulaşmış böylesi münasebetsiz yazışmaları takip edip yalanlayacak ne halim var ne vaktim. Kaldı ki Coşkun'un sitesinde de bana maledilip tırnak içinde yazılan bir ifade yok. sevgilerimle deniz kardeşim.
Görüldüğü gibi Can Doğan Coşkun Büktel'in sitesinde yer alan Coşkun Büktel'in ve Şahin Ergüney'in söylediği her şeyi onayladıklarını ve Özdemir Nutku'nun iftira ettiğini kabul ettikleri türündeki açıklamalarını kabul etmemektedir, benim ağzımdan böyle bir ifade çıkmamıştır, beni bağlamaz, Coşkun yazdı diye öyle değildir.

(Biz sevgili Can Doğan'ın kibarlık yaparak "Coşkun yazdı diye öyle değildir" açıklamasının Türkçe mealini Coşkun Büktel gerçeği yazmamıştır diye tercüme edebiliriz, bunun bir nüans öte söylemi ise Coşkun Büktel yalan söylemektedir anlamına gelebilmektedir.

Can Doğan'da Ulvi Alacakaptan'da açık net ifadeler kullanmaktan kaçınsalar da Coşkun Büktel'in ve Şahin Ergüney'in söylediği her şeyi onayladıklarını ve Özdemir Nutku'nun iftira ettiğini kabul ettikleri türünde hiç bir ifadeleri , açıklamaları olmadığını beyan etmektedirler.

(Can Doğan sadece İzlediği kayıtta Özdemir Nutku'nun bir başka Theope'nin varlığından söz ettiğini duyduğunu belirtmektedir ki bunu zaten herkes biliyor. Özdemir Nutku'nun ifadesini Coşkun Büktel'in değiştirerek yayınladığını ise yazı dizimizde ispatlamıştık)

SORUYORUZ!

COŞKUN BÜKTEL !

Üç somut isim de sayarak pek çok kişinin "CD kaydını izledikten sonra" senin ve Şahin Ergüney'in yazdığınız her şeyi doğruladığını, Özdemir Nutku'nun sana iftira ettiğini kabul ettiklerini iddia ediyorsun.

Senin ve Şahin Ergüney'in yazdığı her şeyi doğrulayan ve Özdemir Nutku Theope konusunda Coşkun Büktel'e iftira atmıştır diyen kimdir, kimlerdir?

Çıksınlar ve "Evet ben aynen bu şekilde, Coşkun Büktel'in yazdığı her şeye katılıyorum, Özdemir Nutku iftira etmiştir" açıklamasında bulunsunlar.

Haydi açıkça , mertçe Türkçe bu ifadeyi kuracak (artık herkesin tanıdığı müritlerin dışında) bir tek şahidin, bir tek senin bu ifadelerini aynen doğrulayan taraftarın var ise çıksınlar kendi ağızlarından yada kendi kalemlerinden bunu açık ve net şekilde yazsınlar. Bunu yapacak bir tek kişi çıkmadığı takdirde sen tiyatro kamuoyu "Acaba Coşkun Büktel yalan mı söylüyor, iftiramı ediyor" diye düşünecektir. ve biz de sana her ortamda bu soruyu yinelemeyi tekrar edeceğiz!

Bu ilk değil

Coşkun Büktel daha önce de kendilerini protesto etmek üzere kurulan gruptan insanların çıktığı yolunda sözde onlara dayandırdıkları ifadeler kurmuşlardı. Bu ifadelerin hemen ardından biz bu kişilerle temasa geçip kendi ağızlarından böyle bir şeyin söz konusu olmadığı açıklamalarını yayınlamıştık. Bu kişilerden birisi de yine Can Doğan'dı.

Bakınız Can Doğan'a Coşkun Büktel'i ve Hilmi Bulunmaz'ı (ettikleri videolu ve yazılı küfürlerden dolayı) protesto edenler grubundan çıktığınızı açıklamaktalar, doğru mudur diye sorduğumuzda bize verdiği yanıt şu şekilde olmuştur:
CAN DOĞAN : Bu ikili beni özellikle mi ayrılmış gibi gösteriyor? çok matrak... birini hiç tanımıyorum, coşkun"uysa 25 yıldan fazladır tanırım... oldum olası coşkun'un çok fazla zamanı vardır... keşke bu işlerle uğraşacağına oyun yazsa, belki de sahnede de oynanabilecek bir oyun yazmayı becerebilir...bence siz de fazla uğraşmayın.. siz uğraştıkça coşkun coşacaktır...

Görüldüğü gibi Coşkun Büktel insanlar adına, onların ağzındanmışcasına zaman zaman kendince kendi lehinde açıklamalarda bulunmakta, insanların üzerinde kurduğu psikolojik yıpratıcı polemik yayınlarıyla nasıl olsa kimsenin çıkıp yalanlanmayacağını zannetmektedir.

Şu sıralarda da tiyatro dünyasının ve Devlet Tiyatroluların bir çok mensubunun aslında kendisine hak verdiğini ama görevleri gereği çekinip açıklamada bulunmadıkları şeklinde hayali açıklamaları Kazım Şimşek aracılığı ile işlemeye çalışan Coşkun Büktel yine insanların suskunluğunu kendi lehine çarpıtmak istemektedir.

Oysa biz çok iyi biliyoruz ki Coşkun Büktel'in lehinde en ufak bir açıklama yapılmış dahi olsa karşısındaki kişinin neler yaşayacağını, zor durumda kalıp kalmayacağını asla düşünmeden büyük bir iştahla ortaya döküp saçardı.
Kişilerin söylemedikleri ifadeleri onlar adına söylemişler gibi ifade edip yazabilen, bu yalan ifadeleri yazmaktan kaçınmayan Büktel gerçekten kendisine hak verilmiş olsa bunları aylarca defalarca yeniden yeniden ortaya saçıp dökerdi.

Coşkun Büktel mürit derecesinde kendine bağladığı sayıları 4 ü geçmeyen kişi dışında bir tek taraftar bulamamış, yıllardır kopardığı yaygara incir çekirdeğini bile dolduramamıştır. Bir kez daha yineliyoruz

Çıksınlar ve "Evet ben aynen bu şekilde, Coşkun Büktel'in yazdığı her şeye katılıyorum, Özdemir Nutku iftira etmiştir" açıklamasında bulunsunlar.

Haydi açıkça , mertçe Türkçe bu ifadeyi kuracak (artık herkesin tanıdığı müritlerin dışında) bir tek şahidin, bir tek senin bu ifadelerini aynen doğrulayan taraftarın var ise çıksınlar kendi ağızlarından yada kendi kalemlerinden bunu açık ve net şekilde yazsınlar. Bunu yapacak bir tek kişi çıkmadığı takdirde sen tiyatro kamuoyu "Acaba Coşkun Büktel yalan mı söylüyor, iftiramı ediyor" diye düşünecektir. ve biz de sana her ortamda bu soruyu yinelemeyi tekrar edeceğiz!