28 Aralık 2009 Pazartesi

rüzgârda kırılacak şemsiyeler iste benden

büyük fırtınalar ülkesinin kül renkli sabahlarına tutsak adam
yılgınlığın çılgın yığıntılarından sıyrıl artık
kendine gel
rüzgârda kırılacak şemsiyeler iste benden
yangında yakılacak kitaplar
dağların gizil renkli düşlerinde yosun tutmuş hâtıralar iste
benden mutlaka kendine ait bir şeyler iste
yoruldum artık sana ait olan emanetleri taşımaktan

benden
rüzgârda kırılacak şemsiyeler
yangında yakılacak kitaplar
ve dağların gizil renkli düşlerinde yosun tutmuş hâtıralar istemesini istediğim adam
yollar senin ayak seslerini
dağlar sınırsız kahkahanın tınısını dinlemek istiyor
gözler tuz renkli umut istiyor senden
senin için
sadece senin için istiyor

hilmi bulunmaz
28 aralık 2009

23 Aralık 2009 Çarşamba

Yeni bir tiyatro örgütü kuruldu!

Devrimci Halk Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları ve Tiyatro Oyuncuları Meslek Beraberliği ve Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Cemiyeti ve Çağdaş Tiyatro Yapımcıları Loncası ve Avrupai Çocuk ve Gençlik Tiyatroları İnisiyatifi ve Sarı Rengi Seven Tiyatro İşçileri Sendikası Girişimi ve Trakya ve Anadolu Akademik Tiyatro Diplomasisi ve Madrid ile Mardin Sanat Üretimi İyiniyet Gösterisi ve Türki Cumhuriyetler Tiyatrolar Birliği'ni Yaşatma ve Güzelleştirme Vicdanını Canlandırma Hareketi

Şimdi henüz daha hiçbir mevzu konuda karar alamasa da, tiyatro örgütü teşkilatları enflasyonuna tepki ve reaksiyon göstermek için kurulup tesis edilen teşkilatımızın örgütlenmesi, tamamıyla özverili ve fedakar insanların mürekkep hâle gelip oluşum meydana getirebilmekle mümkün mertebe olasılaşacaktır.

DHTOBÇTOMBOYÇCÇTYLAÇGTİSRSTİSGTAATDMMSÜİGTCTBYGVCH
ADINA
MERKEZ KOMİTESİ GİRİŞİM TEŞEBBÜSÜ

18 Aralık 2009 Cuma

Yırtık Atlet

Sabri Can Locva
18 Aralık 2009


Kimi insanlar vardır yırtık don giyer, kimi insanlar vardır yırtık donla yerleri siler. Don deyip küçümsememeli; don yaşadığımız hayatı belirtir. Kimileri donla, kimileri donsuz yaşar.

***

Orta durumlu ufak bir mahallede yağmurlu bir sabah.

Yırtık atletli adam: Ağabeyim çok üşüyorum be. Allahın varsa bir ekmek parası.

Baba: Yürü git be adam, gene şarap alacaksın değil mi? Param neden boşa gitsin? Haydi, başka kapıya!

Yırtık atletli adam: Ağabeyim yapma, etme. Ben zaten şarap içmem ki. Ağabey hem 80 kuruştan batmazsın.

Baba: Ohooo, öyle her gün boşa 80 kuruş harcasam, benim halim ne olur? Hem düzgün bir insan olsan, bu durumlara düşmezdin.

Yırtık atletli adam: (Kızar.) Ağabey, insanlığıma laf ettirmem. Bende, sende olmadığı kadar insanlık var.

Baba: (Yakasına yapışır.) Hadi oradan be sefil. Bana, insan kılığındaki hayvanları anlatma.

Yırtık atletli adam: Asıl sen kendine bak! Tat kat giyinmişsin, hayvanlığın belli olmasın diye, bak bak (göğsünü gösterir) ben çırılçıplakım, neysem oyum yani.

Baba: Çırılçıplaklık atletinin yırtıklığından olmasın. (Kahkaha atar.)

Yırtık atletli adam: O yırtık dediğin atlet ne çıplaklıklar kapattı, ne haykırışlar gördü, ama hep sıcak kaldı, senin gibi donsuz gezmiyorum ya. Yırtık pırtık da olsa, bir atletim var.

Baba: Hatırlat da onu da alayım senden bizim hanım belki evi siler. (Tekrar kahkaha atar.)

Yırtık atletli adam: Doğru sizin evde don da yoktur şimdi, onu da veririz, yüreğimiz bizi ısıtır.

Baba: Ay! Edebiyatını yiyeyim ne biliyorsun da böyle konuşuyorsun.

Yırtık atletli adam: Sizin bilmediğiniz tek şeyi biliyorum.

Baba: (Merak eder.) Neyi biliyorsun ulan? Neyi bildiğini söyle de, biz de bilelim.

Yırtık atletli adam: Hayatı biliyorum be ağabeyim, hayatı biliyorum.

Baba: (Sinirlenir.) Sen hiçbir bok bilmezsin! Ne kiran var, ne de çocuğun! Bütün gün burada zıbarıyorsun, her gün başka bir yerde takılıyorsun, hadi yaylan benim çok işim var.

Yırtık atletli adam: (Arkasından.) Senin de bizim gibilere işin düşer, hayatı anlarsın, edebiyatın nerede olduğunu işte o zaman öğrenirsin.

Yırtık atletli adam: (Kendi kendine.) Bugün de aç kaldık e ne yapalım, biz de yüreğimizle doyarız. Yol gözüktü, bu olay bugün için ağır oldu, bir yere geçip yatayım da kendilerini insan sananları daha fazla korkutmayayım.

Okul çıkışı öğrenciler kendi aralarında şakalaşırlarken, biri Yırtık Atletli Adam'ın bir kuytuda uyuduğunu fark eder, koşarak yanına gider ve...

Çocuk: Ağabey sen burada üşümüyor musun?

Yırtık atletli adam: Kimsin ulan sen, ne hakla bana soru soruyorsun?

Çocuk: Pardon ağabey, rahatsız mı ettim?

Yırtık atletli adam: (Şaşırır) Hayır rahatsız etmedin delikanlı. Yine beni pataklamaya geldiler sandım.

Çocuk: Ağabey seni dövüyorlar mı?

Yırtık atletli adam: Boş ver delikanlı, bu bizim kaderimiz. Hadi çek git. Seni görmesinler yanımda sana da bağırırlar, kimbilir belki seni de döverler.

Çocuk: Bağırsınlar, dövsünler be ağabey. Umurumda değil.

Yırtık atletli adam: (Şaşırır) Vay be, ilk defa biri beni destekledi. Benim yüzümden hayata rest çekti.

Çocuk: (Sessizce kulağına yaklaşır.) Ağabey, sessizce yaşamaktan bıktım, her gün senin yanına gelebilir miyim?

Yırtık atletli adam: (Kendi kendine) Yani yırtık atlet giymek istiyor.

Çocuk: Efendim ağabey.

Yırtık donlu adam: (Toparlanır.) Yok bir şey delikanlı. Kendi kendime söyleniyordum. Bu günüm biraz kötü başladı da...

Çocuk: Ne oldu ki?

Yırtık atletli adam: Zaten benim her günüm böyle başlar, ama bu sefer kendini insan sananlar biraz fazla ileri gittiler.

Çocuk: Ağabey seni dövdüler mi?

Yırtık atletli adam: (Gülümser. Fakat içi yanıyordur.) Her gün dövüyorlar zaten, bugün yırtık atletime laf ettiler.

Çocuk: Yapma ya! Ağabey senin bir ailen yok mu?

Yırtık atletli adam: Olmaz mı delikanlı?

Çocuk: Peki neredeler?

Yırtık atletli adam: İşte buradalar.

Çocuk: Ağabey ben neden göremiyorum?

Yırtık atletli adam: Delikanlı, benim ailem bütün sokaklar. Özellikle boş, bomboş olanları.

Çocuk: Diğer türlü ailen yok mu? Yani nasıl derler? Bayağı, herkesin ailesi nasılsa...

Yırtık atletli adam: Evlat bizim gibilerin aileleri olmaz.

Anne: Can! Oğlum çabuk buraya gel.

Yırtık Atletli Adam: Delikanlı, annen çağırıyor, sonra görüşürüz.

Çocuk: (Umutlanır.) Görüşeceğiz değil mi?

Yırtık atletli adam: Görüşeceğiz.

Anne: (Kızar.) O adamın yanında ne işin var? Can, o adamlar bizim gibi değil.

Çocuk: (Kendi kendine.) Doğru, değiller. Çünkü onlar gerçek insanlar. Onların yaşamlarında hiçbir bir sahte an yok.

Bir başka okul çıkışı saatinde Can'ı almaya babası gider ve karşısına çıkan adamın dün sabah tartıştığı Yırtık Atletli Adam olduğunu görür.

Baba: (Çok sinirlenir.) Ulan sen ne biçim bir adamsın, ben sana benimle uğraşma demedim mi? Tamam senden öyle kurtulamadıysam nasıl kurtulacağımı şimdi göreceksin.

Çocuk babasının elinden tutar, fakat babası onu hiç umursamaz.

Çocuk: (Arkasından.) Uf! Baba, hep aynısın, hiç dinlemiyorsun.

Yırtık atletli adam: Dur delikanlı, biz böyle lafları çok duyduk, en fazla döverler.

Çocuk: Ama ağabey benim babamı tanımıyorsun.

Yırtık atletli adam: Tanısam ne değişecek?

Çocuk: Çok şey.

Yırtık atletli adam: Neden?

Çocuk: Çünkü benim babam bir avukat.

Yırtık atletli adam: Yani bu sefer sadece dövmeyecekler diyorsun. (Korkusuzca gülümser.)

Çocuk: Evet.

Baba birkaç dakika sonra yanında iki polisle gelir ve hep beraber karakola yönelirler.

Komiser: Ooo Sefa Bey hoş geldiniz.

Baba: Hoş bulacağız inşallah komiserim. (Gülümserler.)

Komiser: Problem nedir?

Baba: Komiserim işim başımdan aşkın bir de bu sefille uğraşıyorum. (Yırtık atletli adamı gösterir.) Sen işini bilirsin, al şunu başımdan.

Komiser: Anladım Sefa Bey, böyleleriyle Mehmet ilgileniyor. (Bağırır.) Mehmet! Evlat al şu sefili, senin sıcak kollarına emanet ediyorum. (Üçü de kahkaha atarlar.)

Mehmet: Tabii komiserim, zevkle. (Kahkaha atar.)

Çocuk: Ama baba hiç dinlemiyorsun.

Baba: Sus senin ifadeni evde alacağım.

Yırtık atletli adam: Bırak delikanlı, ben böyle durumlara alışkınım.

Mehmet: (Karnına yumruk atar.) Bakalım bana da alışabilecek misin? (Kahkaha atar, adamın kollarını büker ve sahnenin dışına çıkarlar.)

Uzun bir sohbet ve kahve faslı sonrası...

Baba: Sağ olun komiserim, sizin işiniz de bana düşer, o zaman ben de sizin işinizi görürüm.(Kahkaha atarlar.)

Komiser: Tabii ki de Sefa Bey, bir elin nesi var, iki memurun sesi var. (Kahkaha atarlar.)

Karakoldan çıktıklarında çocuk anlaşılamayacak bir şey yapar ve babasının elinden özgürce çekip elini uçar gider. Boş sokaklara doğru koşar ve herkes oyun bitti deyip dışarı çıkarken yırtık atletli adam sahneye gelir.

Yırtık atletli adam: Ne acı bir şeydir kendi çıkarlarınca insanları yargılamak

Bu ülke böyle oldukça insanlar bir olamayacak. Zengin, fakir ne fark eder? Uçurumdan atlasa ikisi de ölür, bu bencillikler neyi çözer? İkisinde de aynı can, aynı kan, aynı beyin var. Fakat birinde yürek yok, birinde var. Kim kim olmadığını anlamadıkça, böyle oyunlar yazılmaya devam edecek. Hey! Sen, bu oyunu okuyan / izleyen! Ne kadar insansın? Aynaya bakınca ne görüyorsun, uykuya dalınca ne hayal ediyorsun? Sen sıcak yuvanda rahatsızken, onlar buz gibi soğukta rahattırlar mı zannediyorsun?

14 Aralık 2009 Pazartesi

şimdi ölüm var sırada

ağız dolusu gülüp
sağanak hâlinde yağan yağmur gibi ağladım
sert bir buğdayın kırılma sesi vardı kulaklarımda
beyaz bir gülün henüz doğmamış goncasını gördüm
şimdi ölüm var sırada
rahatça ölebilirim

ne bir imam gelsin başıma
ne bir papaz
bir kedi sesi yeter bana
bir de köpek hırıltısı
kedi sıçsın buhar kokan toprağıma
köpek işesin
nasıl olsa rahatça öldüm
bunu herkes bilsin

bir ağaç dikilsin üzerime
zayıf
çıplak
her zaman ilgiye muhtaç
bir ağaç dikilsin
üzerimdeki ağacın bir insan kolu gibi uzanan
zayıf
çıplak
ilgiye muhtaç dallarına
kuşlar konsunben döndükçe sert bir buğdayın kırılma sesiyle toprağın derininde
ağacın yaprakları titresin
sağanak hâlinde bir yağmur yağsın
benim
ağacın
zayıf
çıplak
ilgiye muhtaç dallarına
beyaz bir gül bekletmesin goncasını
doğursun


fotoğraf ve şiir: hilmi bulunmaz

13 Aralık 2009 Pazar

8 Aralık 2009 Salı

TOMEB'İN ÇÖP KUTUSU

TÜRKİYE TİYATRO KURULTAYI ANKARA BULUŞMASI ÜZERİNE


Erhan Gökgücü - TOMEB Başkanı (08.12.2009)


İstanbul’da 12 Eylül’de bazı kuruluşların önayak oldukları ve tiyatro sanatının sorunları için güç birliği amaçlı bir kurultay düzenlenmiş ve konu ile ilgili bazı kuruluşlar bir araya gelerek çalışmalar yaptıklarını ifade etmişlerdi..TOMEB İstanbul’daki buluşmaya bir bildiri ile katılarak görüşlerini bildirmişti. 21-22 Kasım günleri bu kez Ankara’da, Ankara Tiyatro Festivali içinde ve TAKSAV’ın ev sahipliğinde 2. Kurultay gerçekleşti. 2. Kurultayın daha başlangıcında TOMEB’in dikkatini 3 unsur çekti:

1-Katılım ağırlıklı olarak yurdun her yönünden gelen üniversite tiyatroları ile yarı profesyonel denilebilecek grup temsilcileri, bir kaç profesyonel özel tiyatro ve bunların oluşturdukları örgütlerden ve OYÇED’den oluşmuştu. Hem özel hem de ödenekli tiyatroyu temsil eden tek kuruluş TOMEB’di ve oluşumun kararlarının alınacağı bildirilen bu kurultaya TOMEB; İŞTİSAN, Kültür-Sanat Sen, DETİS ile Işık Der’in neden çağırılmadığı sorusuna doyurucu bir yanıt alamadı. TOBAV bir bildiri ile katılmıştı.

2- Toplantı Kurultay adını taşımak için gerekli her türlü yapısal organizasyondan uzaktı ve bunu TOMEB ifade etti. Gerçekten bu durum iki gün boyunca çalışma yöntemi üzerinde sık sık oturum yöntemi değişimi ve yapılacağı belirtilen çalıştayların oluşmaması, çalışılmaması ile kendini belli etti.

3- Salondaki üniversite tiyatrolarının ve özellikle profesyonel ölçütte Kürtçe tiyatro yapanların temsilcisi yalnızca kendi sorunları için aramızda bulunduklarını konuşmalarında belli ettiler; genel tiyatro hareketi adına öneri bulunmak bir yana, profesyonellerin sorun ve çözümlerinin tartışıldığı sürelerde açık ilgisizlikleri belirgindi.

Oturum, girişim komitesinin ve TAKSAV’ın kısa birer “Hoş geldiniz” konuşmasıyla açıldı ve Nedim Saban’ın ülkemizde bu günlerde tiyatro sanatının sıkıntılarını ve önümüzdeki tehlikeleri dile getirdiği sıcak, doğru ve güzel konuşmasıyla açıldı. Söz arasında şunu da belirteyim, Orhan Aydın bu toplantıya hazırlıklı gelen ve bu nedenle etkin ve gerekeni söyleyen ender temsilcilerden biriydi.

Oturumun 1.gününde TOMEB, bazı temsilcilerin değişikliği nedeniyle İstanbul’daki toplantıya ilettiği görüşlerini okudu, açıkladı. Bu yazı temelde güç birliğine gereksinim olduğu, ancak önce ilkelerin, sonra işleyiş modelinin saptanması ve KESK-DİSK bünyelerinde örgütlenmenin yararı ile nihai hedefin ülkemizin koşullarına adapte edilmiş bir sanatlar konseyi yasası olması doğrultusundaydı. TOMEB bu dönemde yaygın olan ”herkesin kapısının önünü temizlemesiyle sanat sokağının temiz olamayacağı” görüşünü sundu; salt tiyatro değil tüm sanatsal sorunların nihai hedef olması gerekliliğini belirtti ve 2.gün ise ilk bildirisinin açıklaması ve nihai hedef için model önerisini sundu.Bu yazı aşağıdadır.

Ağırlıklı olarak bir çatı örgütü kurma fikrine önce TOMEB, OYÇED ve Orhan Aydın karşı durdular. Orhan Aydın sendikalaşmayı savundu ve genel kurulu yeni bir çatı örgütü kurma fikrinden TOMEB’in ayrı statülerdeki kurum ve kuruluşların yasal olarak bir araya gelemeyecekleri açıklamasına oturumdaki hukukçunun da katılması ile, olgunun bir güç birliği girişimi şeklinde nitelenmesine karar verildi.

2 günlük konuşma ve tartışmalar sonucunda, konuşulan ve kağıda dökülen ilkeler ile işleyiş ve bir arada gereken tepkiyi verme yöntemleri üzerine kararların girişim komitesince yazıya dökülerek ilgili tüm sanat kuruluşlarına iletilmesi, bu karar önerilerinin yönetim kurullarınca irdelendikten sonra imza aşamasına gelinmesi kararına varıldı.

Bu bir araya gelişlerin ülkemizdeki tiyatro hareketi için yararlı olacağını düşünen TOMEB, yukarıda belirtilen eksikliklere karşın böylesi bir girişimin zorluğunu ve girişimcilerin iyi niyetini bildiğinden, söz konusu 2 kurultayı düzenleyenlere içtenlikle teşekkürü bir borç bilir ve bu ilk adımların ivme kazanması için elinden geleni yapacağını açıklar.

(Kaynak: iatp-g)

***

Ayrıca bakınız:
Bayrak faşistlerinin tarihinden
"Fransız kaşığıyla Türk boku yeme çabası"*
Havanda su dövenlerin sansürü

Yalan makinesi ve küfürbaz Mustafa Demirkanlı'nın sözde küfre karşı kampanyasına alet olanların imzaladıkları metni ve alet olanları teşhir ediyoruz!

Linç imzacıları listesi

Tiyatroya Fransız kalan TOBAV'ın çöp kutusu!

Bulunmaz'ın notu: Türkiye dramatik yazarlığının Everest'i ve "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun" Theope'nin yazarı Coşkun Büktel ile Bulunmaz Tiyatro yöneticisi, Avrupa Birliği emperyalizmi karşıtı, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için, "KINIYORUZ!" aldatıcı başlıklı bir LİNÇ KAMPANYASI başlatan yalan makinesi, küfürbaz ve LİNÇ KAMPANYASI ana sponsoru Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın kuyruğundan asla ayrılmayan TOBAV'a ait aşağıdaki metinde bulunan bazı sözcükleri, "TOBAV'ın dil bilinci"ni okurlarımıza teşhir etmek için biz kırmızılaştırdık!


***


TOBAV: “Devlet Tiyatroları Özerk Bir Yapı Olarak Kurulmuştur Siyasetin ve Bakanların Müdahelesine Kapalıdır”


Bayram öncesi, tiyatro kamuoyunun dikkatini çeken ve endişelendiren bir durum yaşandı.

Kültür ve Turizm Bakanı, Devlet Tiyatroları’nın varoluşu ile ilgili bazı açıklamalar yaptı.

Bu açıklamalar, tiyatro alanında uzmanlığını kanıtlamış kişi ve kuruşlarda rahatsızlık yarattı.

Öncelikle, “Devlet Tiyatrolarına verilen devlet desteğinin kaldırılarak, Anadolu’da tiyatro yapan guruplara dağıtılması halinde daha çok seyirciye ulaşılacağı” şeklinde beyan edilen düşünce, bir düşünce beyanından çok Bakanlığın resmi görüşü imiş gibi algılandı.

Oysa bu düşüncenin Sayın Bakanın kişisel görüşü olduğu açıktı.

Ancak yine de bu görüşün bakanlığı etkileyeceği, Bakanlığın, Sayın Bakanın düşüncelerinden etkileneceği şeklinde haklı bir endişe yaratması da normaldir.

Kaldı ki söz konusu kişisel düşünce, çalışma alanı ve uzmanlık konusu Tiyatro olan kişilerde ve sivil toplum kuruluşlarında da rahatsızlık yarattı.

Sayın Bakanın bu konularda açıklama yapmadan önce, uzmanlık kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları ile görüş alış verişinde bulunması, konuyla ilgili etraflı bilgilenmesi gerekirdi.

Sanatta kalite ve kantite sorunun bizler ve ülkemiz açısından nasıl değerlendirildiğini, bu değerlendirme sonucunda varılacak sistem uygulamalarının neler olabileceği konusunda yaklaşık 30 yıla varan bir zaman dilimi içinde yapılmış olan çalışmalar hakkında bilgilenmesi gerekirdi.

TOBAV Sayın Bakana, Devlet Tiyatroları’nın bir memur kuruluşu olmadığını anlatan, kuruluş kanunu ve konuk olduğu 657 sayılı yasa ile çelişen noktaları dile getiren bir çalışma dosyası vermiş idi. Kaldı ki mensuplarının komşu haklar nedeni ile fikri haklar yasası kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olan bir kurumun “devlet memuru” veya “devlet dairesi” olarak değerlendirilmesi söz konusu bile olmamalıdır.

İşte bu temel ayrıntı gözden kaçırıldığında, siyaseten kültür ve turizm bakanı olanlar, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünü, Bakanlığın memurlarının çalıştığı bir devlet dairesi olarak görme eğilimine girmektedirler. Hatta bir bakan bu konuda “Parayı ben vericem, onlar özerk olacaklar öyle mi !” Ardından “davul benim boynumda olacak tokmak onların elinde !” diyerek görüşünü pekiştirmiştir.

Devlet kavramı ve verilen paranın kendi parası olmadığını, parayı verenin de kendisi olmadığını düşünmemiş hatta, devleti de kendi malı zannetmeye başlamıştı o bakan ! Sanat alanına sahipsiz bir bostana girmiş gibi, özensiz yaklaşımlarda bulunan bu bakan, çok tepki aldı ! Görevinden ayrıldı ! Bizler, Sayın Ertuğrul Günay’ın bu bakanlığa getirilmesine, bu nedenlerle sevinmiştik. Bu yaşadığımız özensizliklerin, hatalı yaklaşımların ve bilgi alışverişinde bulunulmama döneminin biteceğini düşünmüştük. Pek çok olumlu gelişme de oldu. Bunları yazılı olarak da yeri geldiğinde belirttik.


daha anlaşılır bir dünya için sanat

art for better understanding of the world


Ancak, bayram öncesi Sayın Bakan’ın , Devlet Tiyatrolarının Kürtçe oyun oynaması konusundaki açıklamaları bizleri şaşırttı. Bu da demokratik ülkelerde örneği görülmemiş bir açıklamaydı. Acaba, İngiltere Kültür Bakanı da bunu yapıyor mu ? Kraliyet Sanat Tiyatrosunun hangi dilde oyun oynayacağı konusunda görüşünü, bu tiyatronun yöneticilerine danışmadan, sivil toplum kuruluşları ve meslek birliklerinden görüş almadan mı yapıyor?

Afrikalı sömürgeleriyle karışımı zenginlik olarak görmesine rağmen, dil konusunda tutucu olan Fransız’lara ne demeli ? Andre Malraux ya da Jack Lang, Commedie Frances in Arapça oyun oynayabileceği konusunda hiç beyanat vermiş midir acaba ? Nerede AB kriterleri? Kültür alanında sanat alanında hiç kriter yok mu ? Yoksa ortada kriter filan da mı yok? Ülkesinde etnik çeşitlilik olan ülkelerin tiyatrosu ile ilgili bir inceleme yapılmış olsaydı, bakanlık dünya da böyle bir uygulamanın olmadığını bilirdi ! Ne geçmiş Sovyetler Birliğinde, ne Rusya Federasyonu’nda, ne İngiltere’de, ne Amerika’da, ne Fransa’da !... Örnekler çoğaltılabilir.

Ulusal tiyatrolar o ülkenin resmi dili ne ise o dil ile konuşurlar. Farklı diller için olanaklar yaratılacak ise bunun için yeni sistemler kurulur. Tıpkı TRT 6 in kurulması gibi. Eğer, durum belirtildiği şekilde değerlendirilecek olsaydı, TRT 6 in kurulması da gereksiz sayılmalıydı. Söz konusu yayınların TRT 1 tarafından yapılması sağlanırdı. Hatta, yayıncılığın gelişmesi açısından TRT ye verilen devlet desteği de kaldırılıp özel televizyonlara verilebilirdi. O zaman daha çok kişi TV izlerdi şeklinde genel yaklaşımlar yapılabilirdi.

Bizler, belirtmiş olduğumuz örnekler nedeniyle; Devlet Tiyatrolarının 60 cı yılının kutlandığı bu sanat sezonunda; bu mesleği yapanların birikimlerine, uzmanlığına ve sanatsal özerkliklerine saygı gösterilmesinin, en az diğer uzmanlık alanları kadar önemli olduğunu; tüm siyasilerimize ve kamu oyumuza duyurmayı çok önemli bir sorumluluk olarak değerlendiriyoruz. Tüm sanat akademilerini, meslek birliklerini, sivil toplum kuruluşlarını ve tüm tiyatroları da, gerçek bir demokrasi kültürü adına, bu sorumluluğa sahip çıkmaya davet ediyoruz.

TOBAV YÖNETİM KURULU

(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)

***

Ayrıca bakınız:
Bayrak faşistlerinin tarihinden
"Fransız kaşığıyla Türk boku yeme çabası"*
Havanda su dövenlerin sansürü

Yalan makinesi ve küfürbaz Mustafa Demirkanlı'nın sözde küfre karşı kampanyasına alet olanların imzaladıkları metni ve alet olanları teşhir ediyoruz!

Linç imzacıları listesi

1 Aralık 2009 Salı

Olmayanı olmuş gibi, olanı olmamış gibi gösterme çabasının dayanılmaz hafifliği yada bir yalanın toplumsal anatomisi; O. Akgül - H. Bulunmaz diyalogu!

"YARDIMCI DOÇENT"LERİN ALLAH YARDIMCISI OLSUN!!!


Hilmi Bulunmaz
17 Eylül 2009


Kurucusu ve sahibi olduğum Sosyalist kimlikli OYUN dergisine editör olarak atama gafletinde bulunduğum Bulunmaz Tiyatro'nun "Yazarlık Kursu" öğrencilerinden Ozan Akgül, cin olmadan adam çarpmanın yanı sıra, yalan söylemeye de başladı. Yine kendisi gibi Bulunmaz Tiyatro'nun "Yazarlık Kursu" öğrencilerinden ve OYUN dergisine genel yayın yönetmeni olarak atama gafletinde bulunduğum, suç ortağı Toprak Karaoğlu'yla birlikte, OYUN dergisini "LENİN'sizleştirme"ye kalkıştıkları için, her ikisini de görevden uzaklaştırdım. Bu uzaklaştırılmayı içine bir türlü sindiremeyen İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü birinci sınıf öğrencisi Akgül, eline aldığı kalemi bir oyuncak gibi kullanma alışkanlığında olduğundan, yazar olma yeteneğini bir türlü geliştiremiyor. Adını andığım bölümün başkanı Yardımcı Doçent (Doç) Doktor Kerem Karaboğa'ya, Tiyatro Eleştirisi ve Teorisi Anabilim Dalı Başkanı Yardımcı Doçent (Doç.) Doktor Fakiye Özsoysal'a, Dramaturji ve Dramatik Yazarlık Sanatı Anabilim Dalı Başkanı Yardımcı Doçent Doktor Yavuz Pekman'a Allah kuvvet versin, Allah yardım etsin! Bütün bu "Yardımcı Doçent"lerin Allah yardımcısı olsun!!!

***

Şimdi gelelim, Ozan Akgül'ün desteksiz yalanlarına verdiğimiz kanıtlı yanıtların diyalog biçimindeki kurgusuna:

Yazının devamını okumak için lütfen TIKLAYINIZ!

30 Kasım 2009 Pazartesi

burası maasai mara

burada maasailer yaşar
ve buradaki maasailer

maa dilini konuşup
maa dilinde aşık olurlar

burası maasai mara

buradaki maasailer
hızlı yaşayıp genç ölürler
ve maa dilinde ağlayıp
maa dilinde gülerler

maasailer
çimeni ve çimenin rengini
gökyüzünü ve gökyüzünün türküsünü
sütü ve sütün verdiği bütün gücü
yağmuru ve yağmurun bereketini severler

maasailerin vatanı maasai mara
yeşil
mavi
beyaz
kırmızı
siyahtır

çimen
gökyüzü
süt
tehlike
yağmurdur
maasai mara

maasai mara
tepeden tırnağı barış
baştan aşağı liyakattır


şiir: hilmi bulunmaz
foto: evren şentürk

28 Kasım 2009 Cumartesi

Bir bayram günümüz from BTV on Vimeo.

ekmek yemek için geldim dünyaya
yedim
su içmek için geldim
içtim
zaman zaman aç kalsam da
kavgamın ateşiyle doydum

başkaları da ekmek yemek için gelsin
yesin
su içmek için gelsin

içsin
zaman zaman aç kalsa da
kavgasının ateşiyle doysun

kavga etmek için geldim dünyaya
ettim
zaman zaman yenilsem de
ekmeğimin ateşiyle yendim

başkaları da kavga etmek için gelsin
etsin
zaman zaman yenilse de
ekmeğinin ateşiyle yensin


şiir: hilmi bulunmaz

28 Kasım 2009 günü çektiğimiz fotoğraflar

















27 Kasım 2009 Cuma

Ömer Faruk Kurhan, her yazısında "SUÇ İŞLEME" eğiliminde!

Tiyatro Kamuoyuna

TİYAB’ın 17 Kasım 2009’da yaptığı toplantıda gündem maddelerinden birisi de TİYAB üyesi TİYATROM'un sahibi ve editörü Ertuğrul Timur'un TİYAB'dan ayrıldığını bildiren ve toplantıya katılmayacağını belirten mesajı oldu. Aynı zamanda bu bildirimin TİYATROM ve Facebook üzerinden kamuoyuna duyurulduğu da görüldü. Bütün bunlar ayrılmanın bir adabı, hukuku olmalıdır uyarılarına rağmen yaşandı.

Bu noktaya nasıl gelindiği ele alındığında, 17 Kasım 2009 tarihli TİYAB toplantısında tartışılan konular ve ulaşılan sonuçlar özetle şunlardır:

1) Ertuğrul Timur'un 14. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali ile ilgili haber hazırlarken, daha önce TEMİZ TİYATRO kampanyası ile protesto edilen ve hakarete dayalı yayıncılık yaptığı tespit edilen Hilmi Bulunmaz'dan yardım istemesinin ilkesel olarak yanlış olup olmadığı tartışıldı. TİYAB'ın ulaştığı sonuç, Hilmi Bulunmaz'ın hakarete dayalı yayıncılık çizgisini halihazırda terk etmediği, kişisel de olsa bu türden bir yayıncılık çizgisini koruyan birisinden haber yapmak üzere yardım istenmesinin ilkesel olarak yanlış olduğudur.

2) TİYATROM'un mahremiyeti içinde ele alınması gereken sorunların doğrudan TİYAB'ın iç yazışma ortamına taşınması konusu tartışıldı. TİYAB'ın ulaştığı sonuç, Ertuğrul Timur'un üslup sorunlarını da içerecek şekilde TİYATROM'daki anlaşmazlıkları doğrudan TİYAB'a mal etmesinin kurumsal ayrım çizgilerinin gözetemediğini gösterdiği ve ilkesel olarak yanlış olduğudur.

3) TİYATROM adına TİYAB'ın kuruluşuna katılan, fakat sonrasında hukuksuz bir şekilde TİYAB'ı terk eden Ertuğrul Timur'un, örgütlü bir tiyatro ortamını hedefleyen Türkiye Tiyatro Kurultayı Koordinasyon Komitesi'nde yayıncılık alanını temsil etmesinin doğru olmadığına karar verildi.

Bütün bu gelişmelerin ışığında ve aldığımız kararlar gereği, Tiyatrom’un sahibi ve editörü Ertuğrul Timur’un TİYAB’dan özür dilemesini bekliyoruz.

TİYATRO YAYINCILARI BİRLİĞİ

(Kaynak: iatp-g)

25 Kasım 2009 Çarşamba

23 Kasım 2009 Pazartesi

urladan ankaraya


Nedim Saban
23 Kasım 2009


Öncelikle Orhan Aydın’dan izin alarak sanat korkakların işi değildir demek istiyorum.

Sanat korkakların işi değildir diyerek başlayalım söze.

Korkakların işi olsaydı, Urla’da 4O derecenin altında, kışın soğuk günlerinde de, üşüdüğümüzde bir battaniyeye gereksinimimiz olacağını öngörüp, bu battaniyeyi -_40 derecede birbirimizle paylaşmanın önünü açmazdık.

Bakın arkadaşlar, hava sıcakken, tek bir battaniyeyi paylaşma kahramanlığı yapmak çok kolaydır ama bıçak kemiğe dayandığında, o battaniye değere biner.

Hele hele şimdilerde domuz gribi var değil mi?

Battaniyeden mikrop geçme bahanesi uydurmak içten değil.

O zaman battaniye, ilk sahibinde mi kalmalı?

Yoksa yine, her şeye rağmen paylaşılmalı mı?

En çok üşüyene mi uzatmalıyız battaniyeyi? Yoksa kendini en çok üşür gibi gösterene mi?

Ya hiç üşüdüğünü belli etmeyenin çok ihtiyacı varsa?

Ya da solcu söylemimize sığınarak, küçük parçalara mı ayırsak battaniyeyi? Göstermelik olarak herkes yararlanır gibi görünür ama herkes üşümeye devam eder!

…..

Arkadaşlar, sanat korkakların işi değildir.

Hele hele şu dönemde tiyatro yapabilmek, başlıbaşına cesaret ister.

Biz tiyatroyu varolabilmek için yapıyorsak eğer, aydınların halen hapislerde yattığı, telekulak skandallarının yaşandığı Türkiye’de, bırakın tiyatro yapmayı, onurlu bir biçimde varolabilmek bile cesaret istiyor.

Gönül bugünkü kurultayda tiyatro estetiği üzerine konuşmamızı, çalıştaylarımızı bu yönde yoğunlaştırmamızı dilerdi ancak Türk Tiyatrosu şu anda çok daha zorlu bir süreç yaşamakta.

Ne yazık ki tiyatro estetiği tartışmaları bir başka bahara kalacak gibi görünüyor.

Tiyatro estetiğini sorgulayacak olan eleştirmenin bile yazı yazma özgürlüğü elinden alınmıştır. Bir tiyatro eleştirmeni bir yazı kaleme aldığı anda, sanatçı dostlarımız bile hedef şaşırtmakta, polemik konuları yaratılmakta, “sen benim kim olduğumu biliyor musun” tartışmaları, “sen benim kimlerden olduğumu biliyor musun”a kadar varmaktadır.

Ne yazık ki artık ödenekli tiyatrolarda oyun yönetenler bile, “o yönetimin adamı”, “bu yöneticinin adamı” oldukları için ülkedeki akademik tiyatro eleştirisi mekanizmasını bile sorgular olmuşlar, “sana bu yazıyı kimin adamları yazdırttı ” mantığıyla saldırı mekanizması geliştirmeye başlamışlardır.

Kaldı ki, kartel medyasında bugünün rafine olmuş sanat eleştirmeni zaten yerini çoktan kaybetmiş, internettede klavyesi olan konuşuyor aşamasına geçmiştir.

Bu bağlamda, 21.yüzyıl tiyatrosunda dünya yepyeni bir yapılanmayı konuşurken, Türk Tiyatrosu kısır tartışmalardan öteye gidemez olmuştur. Ancak, bu kısır döngünün aşılması için, her anlamda ifade özgürlüğüne gerek vardır ki, işte bu kurultay, bu hedefe dönüktür.

Bu kurultayda sadece tiyatro sanatçılarının kendilerini ifade etmeleri değil, eleştirmenlerin de kendilerini özgürce ifade edebilmeleri amaçlanmaktadır.

Bunun için, dayanışma en önemli gerekliliktir.

Bizler, Urla’da bu yola başkoyduğumuzdan beri, örneğin Mustafakemalpaşa’da yerel seçimlerde siyasi erkin değişmesinden sonra bir ödenekli tiyatronun baskı görmesine hemen karşı çıktık ve hemen sonuç aldık.

İTÜ Taşkışla Sahnesi’nde dekanlık tarafından siyasi baskılar nedeniyle salonları ellerinden alınan arkadaşlarımızın yanında olduk.

Bugünkü kurultayda yapılacak olan çalıştayları beklemeden kolları sıvadık, yani Urla’da devraldığımız battaniyeleri -40 dereceyi beklemeden, hemen uzattık.

İstanbul’da, Beşiktaş Belediyesi’nin desteğini alarak, sel felaketinden hasar gören Aziz Nesin Vakfı yararına bir festival gerçekleştirdik. Her hafta oyunlar düzenleyerek, oyunlarımızın gelirlerini vakfa bağışlıyoruz.

Bizler, çatı örgütlenmesini kurduğumuz şu süreçte projelerimizi anlatmak yerine, yaptıklarımızla varolmanın daha doğru olduğunu düşünüyoruz.

Çünkü kaybedecek bir dakikamız bile yoktur.

Urla’dan Ankara’ya kadar mevsim yazdan kışa dönmüş olabilir, ancak ne yazık ki, Türkiye’de karanlıktan aydınlığa doğru bir dönüş sözkonusu değil.

O yüzden güneşin hareketlerine aldanarak, yapay hareketlenmelere kanmayalım!

Bir tiyatro yasası için bugün bu kurultayda mücadele verelim.

Birbirimizle değil, statükoyla kavga edelim.

Bugünkü zamanı bu yönde olumlu olarak kullanalım.

Aksi halde, yeni anayasadan sanat kavramı bir gecede bir darbeyle çıkartıldığı zaman, hangi battaniyeye sarılacağımızı bilemeyiz.

Sansüre karşı, bugün burada mücadele verelim.

Duymak istediğimiz ve istemeyeceğimiz her şey için, sağcısı ve solcusunun da ifade özgürlüğü için savaşalım.

Oyunların hiçbir biçimde açık ya da kapalı şekilde sansürlenmesine izin vermeyelim.

Burada ifade özgürlüğüne destek verirken, ne yazık ki içine atıldığım ve başta Ömer Faruk kurhan olmak üzere Türkiye Tiyatrolar Birliği’ndeki tüm dostlarımın aydın sorumluluğuyla kınadığı ırkçılık konusuna değinmeden geçemeyeceğim. Sanatçı aydın olmak zorunda değildir, cahil bir kişi de duyarlılıklarını kullanarak tiyatro sanatının içinde yer alabilir tabi ancak sanatçı hiçbir biçimde savaşa, önyargıya, insanlık suçlarına, ırkçılığa destek veremez, prim veremez, alet olamaz.

Özellikle, bugünlerde, Barış İçin Sanat Girişimi gibi sivil toplum örgütlenmeler yapılanırken, biz sanatçılar 18 Mayıs gibi onurlu yürüyüşlere imza atarken, “insanı insana düşüren hiçbir kavgaya destek veremeyiz.

Düşmanımın düşmanı benim dostumdur diyerek dost kazandığımızı sanıp, o dönem çıkarlarımıza uymayan ya da çatıştığımız bir kişiyi ötekileştirerek ırkçılığa prim verirsek, birgün tüm kalelerimiz düşecektir.

Birbirimizi sevmek, hatta saymak zorunda değiliz.

Birbirimizin oyunlarını beğenmek zorunda olmadığımız gibi, gün gelir, ilerideki kurultaylarda birbirimizi estetik olarak eleştirecek günlerin de ortamı oluşur.

Türkiye Tiyatrolar Birliği Dönem Sözcüsü Arkadaşımız Zafer Gecegörür’ün bir yanlış anlamadan kaynaklanan oyun adı konusundaki karışıklığı bugün burada tartışacak olgunluğa sahibiz çünkü onun etik değerlerine, sanatsal duyarlılığına güveniyoruz.

Ancak tartışılamayacak bir konu, bir insanı, dili, dini, ırkı, politik görüşü, düşünceleri cinsiyeti, cinsel seçimi üzerinden yargılamaktır. Tiyatroda ve yaşamda cinsiyetçilik, ırkçılık ve en basitten insanı insan yapan değerlerin yanında olmalıyız. Bu konuda fazla bilgi sahibi olmamakla birlikte, tiyatro yayıncılarının da bir çalışma içinde olduğunu biliyorum.

Çatı örgütlenmesine gidilen bu süreçte her anlamda fikir birliğine değil ama birleşmeye gerek vardır, eylem kırmaya değil.

İstanbul’da 85 tiyatro topluluğu, 32 kültür sanat kurumu, 8 sivil toplum kuruluşu, 9 tiyatro örgütünün katıldığı ve alınan kararla bugün yenilenen bu kurultayın sonucunda bir çatı örgütlenmesi kurulması hedeflenmektedir. Bunu gerçekleştirmek, aydın olarak ve sanatçı olarak sorumluluğumuzdur.

Bu yapılanmaya destek vermek zorunluluğu yok tabi. Destek vermeyenlere kırılmak, kızmak çocukça olur. Ancak, niye destek verilmediğini bilmek gerekir.

Ancak düşmanımın düşmanı benim dostumdur diyerek, bu önemli yapılanmayı kısır tartışmalara çekmeyelim, kişisel kavgalarla Türk Tiyatrosu’nun olası aydınlık geleceğini karartmayalım.

Feridun Çetinkaya adlı eleştirmen arkadaşımız belki bu yapılanmadan hoşlanmadığı için, belki düşmanımın düşmanı benim dostumdur dediği için , belki de Tuncay Özinel’in sözünden gerçekten rahatsız olmadığı için olsa gerek, onu kınamak gereğini duymamıştır. Buna da saygı duymak gerektiği gibi, kendisine cevap hakkı tanımak, en önemlisi kısırdögü haline gelmiş Bulunmaz/ Büktel polemiğini bu tertemiz alana taşımamak gerekir. Bu nedenle Tiyatro Dergisi’nin Çetinkaya’nın tekzip metnini yayınlaması gerektiğini düşünüyorum. Bundan daha önemlisi, Özinel’in saldırılarının oklarının hedefi olduğum halde, hiçbir komplo teorisi üretmeyelim. Özinel’in söyleminden rahatsız olmadığını söyleyen Çetinkaya’yı koşulsuz olarak ırkçı ilan etmek ne kadar doğrudur tartışılır. Dünyada ve ülkemizde ırkçılık alenen yasakken, ne yazık ki Özinel’i kınayan google grup, onun saldırılarını halen denetlemeden yayınlayabilmekte ve Özinel’in sekreterliğini yaptığı dernek bu konuda hiçbir açıklama yapmamaktadır. Bütün bu gerçekler göz önüne alındığında, ne yazık ki, 2010 Türkiye’sinde bu hedef göstermelere belki de alışmamız gerekiyor. Cadı avını kanıksamamız mümkün değil tabi, bize sahip çıkanlara teşekkürü bir borç bilip, bu konuda susanları da tarihin yargılamasına bırakmak gerek.

Heinrik İbsen, Hortlaklar oyununda, insanın geçmişin suçlarıyla doğduğundan sözeder.

Geçmişi temizlemek sözkonusu olmadığı gibi, unutmak, sıfırlamak mümkün değil tabi.

Ancak gelecekte yapmamız gerekenler çok yüklü olduğu için, hortlakların bizi avlamasına izin vermemelim.

Bugün Tiyatro Kurultayı’nda, geçmişteki söylemleri ve kısır döngüleri boşlayıp, geleceğe yoğunlaşalım,

Tiyatroda cadı kazanının kaynadığı yaygın bir söylem.

Son yıllarda cadı avını andıran bir karalama da var zaten.

İktidarın bize dayattığı avın tuzağına düşmemek için, önce aydınlık geleceğimizi sağlamlaştırmamız, geleceğimizi aydınlaştırmamız lazım.

Bunu yaparsak, geçmişin karanlık bulutları, gelecekte üzerimize yağmur olarak yağar ve bizi ferahlatır.

Ömer Faruk Kurhan, her yazısında "SUÇ İŞLEME" eğiliminde!

Aziz Nesin'in Başına Gelen Azizlikler

Son dönemde tiyatro alanında yakından takip ettiğim olaylardan birisi Bartın Sanat Tiyatrosu’nun Aziz Nesin’den uyarladığı “BİRTAKIM AZİZLİKLER” adlı oyununun aynı adı taşıyan Genco Erkal uyarlamasıyla ilişkisi üzerine dönen tartışmalardı. Araya Tuncay Özinel’in Nedim Saban’la polemiğinde Türkiye Yahudi cemaatini aşağılayan / düşmanlaştıran söylemi girince, ırkçılık gündemi öne geçmiş oldu. Irkçılığa karşı Türkiye Tiyatro Kurultayı Koordinasyon Komitesi tavır aldıktan sonra “BİRTAKIM AZİZLİKLER” meselesine döneyim dedim. Fakat bu defa da Tuncay Özinel’in yargısız infaza kurban gittiğini iddia eden Feridun Çetinkaya paraziti girdi araya.

Halihazırda Irkçılık gündemi henüz tüketilmemiş görünse de, “BİRTAKIM AZİZLİKLER” konusundaki ikinci yazımı tamamlamaya karar verdim. Bu konuda ilk TİYATROM’da yazmıştım. Önemli bulduğum açıklamaları ekleyerek o yazıyı güncelledim. Güncellenmiş son hali tiyatro yazılarımı arşivlediğim kişisel blogumda (fkurhan.blogspot.com) duruyor.

Bartın Sanat Tiyatrosu adına Zafer Gecegörür, kurgusunun kendisine ait olduğunu ve Genco Erkal’ın uyarlamasından da yararlandıklarını söylediği oyunun izin alınmaksızın aynı adla oynanmasının hata olduğunu kabul etti ve bu konuda özeleştirisini verdi. Öte yandan Bartın Sanat Tiyatrosu’nun Genco Erkal’ın uyarlamasıyla ilişkisinin emek kırsızlığı kapsamına girip girmediği meselesi karanlıkta kaldı. Çünkü Genco Erkal dâhil bu konuda şüpheleri olduğunu söyleyenler iki uyarlamayı ciddi bir şekilde karşılaştırma zahmetine girmediler.

Ben bu süreçte esas olarak Aziz Nesin’in mağdur edildiğini düşünüyorum. Zaten bu nedenle bu yazıya “Aziz Nesin’in Başına Gelen Azizlikler” adını koydum. Sağlıklı bir tavır geliştirmeye çalışan tek kişi Genco Erkal ile Zafer Gecegörür arasında bir uzlaşma yaratmaya çalışan Yener Aksu oldu. Hata ne ise tespit edilmesine yardımcı olmaya, taraflar arasında bir hukuk oluşturmaya çalıştı. Bu çabasına hak ettiği değerin verildiği söylenemez. Yener Aksu’nun açıklamasının ardından Genco Erkal’ın yaptığı açıklama azizlik yapmaktan ibarettir. Hukuk oluşturma çabasını öne çıkarmak ve geliştirmek yerine, biraz olsun taşları yerinden oynatabildiysem bana ne mutlu türünden bir şeyler söyledi. Dahası, sorunun çözülmediği, ama ne kadar yüce gönüllü olduğunu göstermek üzere Bartın Sanat Tiyatrosu’nun oyununu engellemeyeceği mesajını verdi. Sadece oyunun adının değiştirilmesini istedi.

Şu anlaşılabilir bir durumdur: Genco Erkal’ın örneğin Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği’ne başvurmak aklına gelmemiştir; çünkü bu kurumdan bir beklentisi kalmamıştır. Öte yandan, Genco Erkal’ın güvenilir bir şekilde karşılaştırmayı yaptıracağı entelektüel bir çevreye sahip olmadığını iddia etmek yanlış olur. Yani kendi deyimiyle taşları yerinden oynatmak yetmiyor; aynı zamanda yanlışları gösterip taşları yerli yerine oturtmak gerekiyor.

Buna karşılık Bartın Sanat Tiyatrosu’nun ayrı bir kurguya sahip olduğunu söyledikleri oyunlarının Genco Erkal’ın uyarlamasından farkını gösterecek bir açıklama yapmamış olması da manidardır. “Sakın oyunun adı gibi oynanan oyun da aynı olmasın?” şüphesine bir yanıt oluşturmak gerekmez mi? İspat yükümlülüğü suçlayana aittir ilkesi var olmasına vardır; fakat ayrı bir uyarlamanın adı kullanılmış ve o uyarlamadan da yararlanılmışsa, ispat yükümlülüğü sadece suçlayana aittir demek bir yere kadar doğrudur.

Tiyatro forumları çeşitli sorunların ortaya atılması ve tartışılması açısından faydalı olabiliyor; fakat sorunlar orta yerde bırakılmayacaksa, tiyatro forumlarını aşan mekanizmaların harekete geçirilmesi gerekiyor. “BİRTAKIM AZİZLİKLER” KİMİN? tartışmasında hali hazırda eksik olan, bilimsellik, araştırma ve hukuktur.

Aziz Nesin bu yaklaşımı hak etmiyor ve en hafif terimle birtakım azizliklere uğradığını kabul etmek gerekiyor. İş başa düştü deyip şu iki uyarlamayı ben karşılaştırıp ulaştığım sonuç hakkında bir açıklama yapayım isteğine kapıldığımı itiraf etmeliyim. Fakat emek hırsızlığı iddiasını sorgusuz sualsiz kabul edenlerin yapmış olması gereken bir ev ödevini üstüme almak bir türlü içime sinmiyor.

Yine de Aziz Nesin’e ödenmesi gereken bir borcumuz olduğunu düşünmeye devam ediyorum. Muhtemelen bir süre daha bekleyecek ve sönümlenmiş görünen bu tartışmanın karanlıkta bırakılan en önemli noktasını aydınlatmaya çalışacağım. Umarım bu arada şüpheciliğin ötesine geçip şaibe yaratmayı marifet edinenlerden birisi, özeleştiri verme olgunluğunu da göstererek başta yapması gerekeni sonradan yapmayı akıl eder.
23 Kasım 2009

Ömer F. Kurhan fkurhan@gmail.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Ömer F. Kurhan: “Irkçılığın Avukatlığına Soyunan Feridun Çetinkaya’nın Kullanım Ömrü Çabuk Bitti”
Ömer F. Kurhan “Feridun Çetinkaya’nın Irkçılığın Avukatlığına Soyunması Neyi İma Ediyor?”
Türkiye Tiyatro Kurultayı Ankara Buluşması’na Doğru
Ömer F. Kurhan: “Barış İçin Sanat Hareketi ve Tiyatromuzun Çatı Örgütü”
Tiyatronun Çatı Örgütü Nedir?
“Şişli’de bir kıraathanede…”
Kurultay’a Doğru Özgür Başkaya Yapımı Tuhaf Bir Ankara Toplantısı
“Sabahattin Eyüboğlu’nun Hakkı Sabahattin Eyüboğlu’na”
Örgütlü Bir Tiyatro İçin Türkiye Tiyatro Kurultayı
Türkiye Tiyatro Buluşması ve Tiyatroların Örgütlenmesi

(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)

22 Kasım 2009 Pazar


ÇATI ÖRGÜTLENMESİ "TÜRKİYE TİYATROLAR BİRLİĞİ"



A.Ertuğrul Timur
aetimur@gmail.com


Tiyatroda çatı örgütlenmesi bir süredir tiyatro gündeminde. Ben tiyatro yayıncılığını ve tiyatroya olan ilgimi kestiğim bir dönemde başladığı için sonradan dahil oldum. İstanbul buluşması ile kendimi içerisinde buldum ve Orhan Aydın'ın önerisi ile de komisyonda görev aldım. Fakat açıkçası toplantılarda düzenli bulunamadım ve hala tam olarak bu bünyeyi tam tanıyabilmiş yada bu bünyeye tam adapte olabilmiş değilim. Bu nedenle yazacaklarım zaten kendi içerisinde konuşulmuş konular olabilir, yanılgılarım olabilir. Ama Çatı örgütlenmesinin içerisinde olanlar bu yazacaklarımı ben merak ediyorsam yada ben düşünüyorsam dışarıdan başkaları da merak ediyor , düşünüyor diye ölçü kabul edip gerekirse yanıtlayarak bir açılıma vesile olabilirler.

Öncelikle benim çatıdan anladığım nedir? Eğer tiyatroda bir çatı örgütlenmeden bahsediliyorsa bunu iki türlü yorumlamak mümkün.

1- Zaten var olan Tiyatro örgütlerinin ortak bir üst yapılanmada bir araya gelmeleridir ki bunun adı konfederasyondur

2- Sınırlama olmaksızın (Amatör-Profesyonel-Genç-Çocuk Tiyatrocuları-Geleneksel Tiyatrocular, il il tiyatrocular vb) tüm tiyatro kapsamındakilerin kendi örgütlülükleri varken yada olmaksızın bir üst tanımlamada "tiyatrocular" geniş başlığı altında da bir araya gelmeleridir. Bu bireysel , topluluk bazında yada örgüt bazında olabilir.

Peki gözlemlediğim kadarıyla bu çatı bunlardan hangisi? Aslında belki ikisi de olma yolunda diyebiliriz. Tiyatroda zaten var olan örgütleri bir araya getirme çabası var. TODER, TOBAV, ASSITEJ, İATP-G, ATÇ, OYÇED adları geçiyor, toplantılara buralardan yönetici yada insanlar katılıyor. En azından geniş katılımlı toplantıda buralardan temsilciler var.

Ama İstanbul'da komisyona baktığımızda tam olarak bu manzarayı göremiyoruz . Eğer bu zaten var olan örgütlerin bir konfederasyonlaşması gibi çatı olsaydı iş kolaydı. Bu örgütlerin yöneticileri yada temsilcileri bir araya gelirdi ve "Ortak sıkıntılarımız neler, müştereklerimiz neler?, Hangi temel koşulların altına imza atmalı nerede ne zaman nasıl dayanışmalar geliştirmeliyiz" konularını ele alırlar bir anlamda tiyatro dernekleri konfederasyonunu çatısını çatarlardı. Ondan sonra anayasaya mı müdahale edilecek, Kültür Bakanlığına mı gidilecek, yoksa ortak eylem mi yapılacak bunlar kurulacak komisyonlarda ele alınıp hızla yol alınırdı. Her bir örgüt de bu alınan kararları kendi üyelerine duyurur, toparlar, kendi kitlesini seferber ederdi. Böylece belki İzmir'de, İstanbul'da, Ankara'da kitlesel salon toplantılarına dahi gereksinim duymadan kaç örgüt var ise onların yönetici yada temsilcilerinin bir araya gelmesi ile bu çatı (konfederasyon) hayata geçirilirdi.

Oysa şimdi İstanbul'daki komisyona bakıyoruz. Evet NHKM çevresinden Orhan Aydın, İATP-G çevresinden Ömer F.Kurhan, Fırat Güllü, ATÇ'den Mehmet Esatoğlu var ama TOBAV, TODER, ASSITEJ, OYÇED gibi örgütlerin temsilcileri komisyon toplantılarında yok. Çok sevgili arkadaşım Adnan Tönel var ama Adnan Tönel oyuncu, sanatçı, akademisyen ve gazeteci yanları olsa da bir örgüt yada örgüt temsilcisi değil, tiyatroda tek başına bir birey. Ertuğrul Timur var ama Ertuğrul Timur bir tiyatro örgütü temsilcisi değil. ASSITEJ ve/veya ÇOGED yok ama çocuk tiyatroları adına konuşan bir Ceren Okur var (ki oraların temsilcisi olarak değil kendi adına var) En fazla tiyatrocuyu temsil ettiği kağıt üzerinde varsayılan TODER başkanı Ali Yaylı kamuya açık salon toplantısında var ama komisyonda yok. İSTİŞAN yok, ASSITEJ'in resmi bir sözcüsü yok, OYÇED yok. Yani görünen şudur ki buna tam olarak zaten var olan örgütlerin konfederasyonlaşması gibi bir çatı olarak en azından şimdilik bakamayız.

Şimdilik daha çok amatör yada yarı profesyonellerin daha gayretli olduğu, bireysel özveri ve çabaların daha önde görüldüğü, TODER, TOBAV gibi var olan örgütlerinse karşı olmadığı, yakın olduklarını hissettirdikleri ama örgüt olarak çok da varlıkları hissedilemeyen , Ödenekli tiyatro çalışanlarının ise onca sorun yaşayan birimlerden olmalarına ve sayıca en kalabalık topluluklar olmalarına karşın ara ki bulasın denecek kadar az olduğu bir noktadayız. Bireysel çabaların olduğu yerde de birilerinin öne çıkması, yada birilerinin öne çıkmış gibi görünmesinin zaman zaman getirdiği sıkıntılar da yaşanabiliyor.

Peki örgütsel anlamda bir araya gelişi şimdilik bir kenara bırakırsak bölgesel bir temsilden söz edebilir miyiz? Şimdi burada tiyatrom bölge temsilciliğiyle kıyaslarsam; Ben tiyatrom adına bir tek adamı da bölge temsilcisi ilan edebilirim. Zira bu örgütlülük değildir. Bir tek adam gider şehrindeki tiyatro haberlerini toparlar, isterse oradaki tiyatrocularla hiç tanışmaya bile gerek duymadan gişeden, lobiden broşür toplar, gider seyirci gibi izler fotoğraf çeker ve bana o bölgede, o ilde tiyatro adına yapılanları haber yapar ve o bölgedeki tiyatral etkinliklerden bizi haberdar eder bu da yetebilir. Evet benim için o kentten bana haber ileten kişi o kentin temsilcisi olmaya yetebilir.

Fakat bir örgütlülükten söz ediyorsak ve örneğin Trabzon temsilcisi diyorsak bu kişinin asgari de olsa Trabzon'da bulunan tiyatro tüzel kişiliklerini yada tiyatrocuları temsil hakkını elde edebilecek yeterlikte çevresi, yetkilendirilmişliği olması gerekir diye düşünüyorum. Örneğin Zafer Gecegörür Bartın Kültür Sanat Derneğinin başkanıdır bu anlamda Bartın'ı temsil ettiği düşünülebilir. Fakat diğer 71 vilayet için böyle bir temsilden söz edemeyiz zira bölge bölge, kent kent bir tiyatro örgütlenmesi de yok ki onların temsilcileri bir araya gelmiş çatıyı kuruyor olsun. Bu anlamda da baktığımızda bir bölgeler üstü örgütlenmelerden de söz etmek mümkün görünmüyor. Ama İstanbul, Ankara ve İzmir görece daha örgütlü daha katılımcı elbette. Karadeniz bölgesinde ise bir kollektif girişimin sanıyorum hayata geçirilmesi gündemde.

Bütün bunlardan yola çıkarak artık kesin bir dille diyebiliriz ki bu çatı örgütlenmesi örgütlerin konfederasyonu değil ayrım gözetmeksizin tüm tiyatro bireysel yada tüzel kişiliklerine açık geniş tabanlı bir örgütlenme girişimidir. Tiyatro Derneklerinin de kısmen yanında yada yakınında durduğu, Türkiye geneline açık (ama maalesef henüz Tiyatronun güçlü olduğu iller de dahil çoğu ile ulaşılamamış) daha çok bireysel veya toplulukların içerisinde olduğu bir yapılanma söz konusudur.

Bana sorarsanız bu durumda bu bir çatı örgütünden çok genele açık , Genel topyekün bir tiyatrocular örgütlenmesidir. İstanbul'da benim de katıldığım ve kısa da olsa konuşmacı olduğum toplantıda da çıkan tablo buydu ve katılanlar daha çok ya kendi adına yada toplulukları adına oradaydılar ve zaten bir çoğunun konuşması da topyekün örgütlenme heyecanından çok kendilerinin yada topluluklarının yaptıklarının değişik tiyatrocular önünde tanıtma fırsatı gibi değerlendirildi.

NASIL BİR BİRLİKTELİK NASIL BİR ÜST ÖRGÜTLENME?

Eğer çatı ile tiyatroda geniş tabanlı bir örgütlenmeden söz ediliyorsa burada homojen değil heterojen bir yapılanma olacaktır elbette. Bu tür teknik, akademik yada yabancı literatüre ait kelimeleri yazılarımda kullanmaktan nefret ederim fakat şu an anlatmak istediğimi anlatacak daha uygun bir tanımlama doğrusu aklıma gelmiyor. Bu terimlerini herkesin bilmek zorunda olmadığını düşünerek örneklersem homojen karışımı şeker ve suyun birleşimine, heterojene ise çerez tabağındaki çerezlere benzetebiliriz. Şeker ve su birleştiğinde artık bu ne şekerdir ne de sudur yeni bir şeydir "şekerli sudur". Onları ne ayrı ayrı görebilirsiniz nede kimyasal işlemlere tabi tutmadan ayıramazsınız. Ama çerez tabağındaki karışık çerezler her zaman için leblebiler, fındıklar, fıstıklar olarak ayrı ayrı kimliklerini koruyacaktır.

Bu çatı örgütlenmesi de aynen böyledir. Atatürk'çüsü, sosyalisti, liberali, siyasal rengi olmayanı bir arada ortaklaşmaktadır. Birleşip tek olmak gibi bir kaygı olmadığı gibi bünyedeki herkesin diğerinin her görüşünü, eylemini, icraatini onaylaması, katılması da gerekmez kıyasıya eleştirme hakkı da bakidir. Bu durumda artık ön şartların geçmişten gelen kırgınlıkların belli ölçüde rafa kaldırıldığını da gözlemlemek mümkün. Fakat bu elbette kayıtsız şartsız herkesin diğerine sessiz kalması demek değildir. Tüzükler, yönergeler, kararlar bunun içindir ve örgütlenme ortak çıkar ve düşünceler etrafında dışarıya karşı bir güç olmak kadar iç denetimi de başkaca bir hukuk yada kolluk gücüne başvurmaksızın giderebilmek içindir.

Örgütlülük dışarıya karşı bir ortak güç olduğu , kazanımların kapısını açtığı gibi kendi iç hukukunu ve yaptırımlarını getirecektir.

Bu örgütlenmeden sonra örgüt üyesi çocuk tiyatrolarını mı sorgularsınız, yada üyelerinin organize ettiği bir festivalde verilen ödülü mü sorgularsınız, tacizcilik duyumlarınızı mı sorgularsınız, çıkar menfaat ilişkilerini mi sorgularsınız bunu gerek duyunca iç kurullarda gündeme getirir ve örgütlülüğün getirdiği iç disiplin ve yaptırım gücünden yararlanırsınız. Nasıl ki barolar, tabipler odası üyelerini gerektiğinde bir çok haktan hatta meslekten mene dek kendi bünyesinde çözebiliyorsa sizin de örgütlülük disiplininden gelen bir yaptırımınız güçlü bir örgütlenme ile mümkündür. Örgütlülük dışarıya karşı bir ortak güç olduğu , kazanımların kapısını açtığı gibi kendi iç hukukunu ve yaptırımlarını getirecektir. Bu anlamda bir iki topluluk ve onların sözcüleri dışında ön şart yada onlar varsa biz yokuz şeklinde reddediş görülmemiş, geçmişte karşıt olsa da bugün asgari müştereklerde bir araya geliş sağlanmıştır ve elbette sevindiricidir. Bu ne kadar sonuna dek sürdürülebilecek ve gerçek örgütlenme başarılabilecektir merak ve umutla beklemekteyiz.

Elbette ki örgütlenmede homojen şekilde duran farklı kesimlerin öncelikleri de farklıdır. Kamu kuruluşlarında çalışan tiyatrocular öncelikle meslek birliğinin sağlanmasından, yasayla güvence altına alınmaktan söz etmektedir, çocuk tiyatrosu yapanlar bu alandaki sorunlardan söz etmektedir, amatörlerin sorunu başkadır, kimilerinin sorunu salt salon bulabilmekten ibarettir, bir kısmının sorunu yönetsel erklere karşı muhalif bir duruşu gösterebilmektir, kimileri içinse orada olmanın nedeni salt biz de tiyatrocu olarak tescillenelim duygusudur. Bu yada çok daha fazla beklenti ve nedenle bu çatı örgütlenmesine dahil olunmuş olunabilir ki bunların her biri doğal beklentilerdir. Örgütlenme her bir kesimin diğerinin sorunlarından, varlığından haberdar olması, gerektiğinde sahip çıkıp destek vermesi içindir. Burada öncelikleri belirleyecek olan ortak kaygı ve ortak çıkarları oluşturan maddelerle başlayıp sürecektir.

Çatı Örgütlenmesi heyecan vericidir ve bu heyecanın dinmeden gelişeceğine umutla bakıyorum

(Kaynak: tiyatrom.com)