burada maasailer yaşar
ve buradaki maasailer
maa dilini konuşup
maa dilinde aşık olurlar
burası maasai mara
buradaki maasailer
hızlı yaşayıp genç ölürler
ve maa dilinde ağlayıp
maa dilinde gülerler
maasailer
çimeni ve çimenin rengini
gökyüzünü ve gökyüzünün türküsünü
sütü ve sütün verdiği bütün gücü
yağmuru ve yağmurun bereketini severler
maasailerin vatanı maasai mara
yeşil
mavi
beyaz
kırmızı
siyahtır
çimen
gökyüzü
süt
tehlike
yağmurdur
maasai mara
maasai mara
tepeden tırnağı barış
baştan aşağı liyakattır
şiir: hilmi bulunmaz
foto: evren şentürk
Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'a ait bu site, sosyalist kültürün oluşumuna katkıda bulunmak amacıyla yayınlanıyor.
30 Kasım 2009 Pazartesi
28 Kasım 2009 Cumartesi
ekmek yemek için geldim dünyaya
yedim
su içmek için geldim
içtim
zaman zaman aç kalsam da
kavgamın ateşiyle doydum
başkaları da ekmek yemek için gelsin
yesin
su içmek için gelsin
içsin
zaman zaman aç kalsa da
kavgasının ateşiyle doysun
kavga etmek için geldim dünyaya
ettim
zaman zaman yenilsem de
ekmeğimin ateşiyle yendim
başkaları da kavga etmek için gelsin
etsin
zaman zaman yenilse de
ekmeğinin ateşiyle yensin
şiir: hilmi bulunmaz
yedim
su içmek için geldim
içtim
zaman zaman aç kalsam da
kavgamın ateşiyle doydum
başkaları da ekmek yemek için gelsin
yesin
su içmek için gelsin
içsin
zaman zaman aç kalsa da
kavgasının ateşiyle doysun
kavga etmek için geldim dünyaya
ettim
zaman zaman yenilsem de
ekmeğimin ateşiyle yendim
başkaları da kavga etmek için gelsin
etsin
zaman zaman yenilse de
ekmeğinin ateşiyle yensin
şiir: hilmi bulunmaz
27 Kasım 2009 Cuma
Ömer Faruk Kurhan, her yazısında "SUÇ İŞLEME" eğiliminde!
Tiyatro Kamuoyuna
TİYAB’ın 17 Kasım 2009’da yaptığı toplantıda gündem maddelerinden birisi de TİYAB üyesi TİYATROM'un sahibi ve editörü Ertuğrul Timur'un TİYAB'dan ayrıldığını bildiren ve toplantıya katılmayacağını belirten mesajı oldu. Aynı zamanda bu bildirimin TİYATROM ve Facebook üzerinden kamuoyuna duyurulduğu da görüldü. Bütün bunlar ayrılmanın bir adabı, hukuku olmalıdır uyarılarına rağmen yaşandı.
Bu noktaya nasıl gelindiği ele alındığında, 17 Kasım 2009 tarihli TİYAB toplantısında tartışılan konular ve ulaşılan sonuçlar özetle şunlardır:
1) Ertuğrul Timur'un 14. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali ile ilgili haber hazırlarken, daha önce TEMİZ TİYATRO kampanyası ile protesto edilen ve hakarete dayalı yayıncılık yaptığı tespit edilen Hilmi Bulunmaz'dan yardım istemesinin ilkesel olarak yanlış olup olmadığı tartışıldı. TİYAB'ın ulaştığı sonuç, Hilmi Bulunmaz'ın hakarete dayalı yayıncılık çizgisini halihazırda terk etmediği, kişisel de olsa bu türden bir yayıncılık çizgisini koruyan birisinden haber yapmak üzere yardım istenmesinin ilkesel olarak yanlış olduğudur.
2) TİYATROM'un mahremiyeti içinde ele alınması gereken sorunların doğrudan TİYAB'ın iç yazışma ortamına taşınması konusu tartışıldı. TİYAB'ın ulaştığı sonuç, Ertuğrul Timur'un üslup sorunlarını da içerecek şekilde TİYATROM'daki anlaşmazlıkları doğrudan TİYAB'a mal etmesinin kurumsal ayrım çizgilerinin gözetemediğini gösterdiği ve ilkesel olarak yanlış olduğudur.
3) TİYATROM adına TİYAB'ın kuruluşuna katılan, fakat sonrasında hukuksuz bir şekilde TİYAB'ı terk eden Ertuğrul Timur'un, örgütlü bir tiyatro ortamını hedefleyen Türkiye Tiyatro Kurultayı Koordinasyon Komitesi'nde yayıncılık alanını temsil etmesinin doğru olmadığına karar verildi.
Bütün bu gelişmelerin ışığında ve aldığımız kararlar gereği, Tiyatrom’un sahibi ve editörü Ertuğrul Timur’un TİYAB’dan özür dilemesini bekliyoruz.
TİYATRO YAYINCILARI BİRLİĞİ
(Kaynak: iatp-g)
TİYAB’ın 17 Kasım 2009’da yaptığı toplantıda gündem maddelerinden birisi de TİYAB üyesi TİYATROM'un sahibi ve editörü Ertuğrul Timur'un TİYAB'dan ayrıldığını bildiren ve toplantıya katılmayacağını belirten mesajı oldu. Aynı zamanda bu bildirimin TİYATROM ve Facebook üzerinden kamuoyuna duyurulduğu da görüldü. Bütün bunlar ayrılmanın bir adabı, hukuku olmalıdır uyarılarına rağmen yaşandı.
Bu noktaya nasıl gelindiği ele alındığında, 17 Kasım 2009 tarihli TİYAB toplantısında tartışılan konular ve ulaşılan sonuçlar özetle şunlardır:
1) Ertuğrul Timur'un 14. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali ile ilgili haber hazırlarken, daha önce TEMİZ TİYATRO kampanyası ile protesto edilen ve hakarete dayalı yayıncılık yaptığı tespit edilen Hilmi Bulunmaz'dan yardım istemesinin ilkesel olarak yanlış olup olmadığı tartışıldı. TİYAB'ın ulaştığı sonuç, Hilmi Bulunmaz'ın hakarete dayalı yayıncılık çizgisini halihazırda terk etmediği, kişisel de olsa bu türden bir yayıncılık çizgisini koruyan birisinden haber yapmak üzere yardım istenmesinin ilkesel olarak yanlış olduğudur.
2) TİYATROM'un mahremiyeti içinde ele alınması gereken sorunların doğrudan TİYAB'ın iç yazışma ortamına taşınması konusu tartışıldı. TİYAB'ın ulaştığı sonuç, Ertuğrul Timur'un üslup sorunlarını da içerecek şekilde TİYATROM'daki anlaşmazlıkları doğrudan TİYAB'a mal etmesinin kurumsal ayrım çizgilerinin gözetemediğini gösterdiği ve ilkesel olarak yanlış olduğudur.
3) TİYATROM adına TİYAB'ın kuruluşuna katılan, fakat sonrasında hukuksuz bir şekilde TİYAB'ı terk eden Ertuğrul Timur'un, örgütlü bir tiyatro ortamını hedefleyen Türkiye Tiyatro Kurultayı Koordinasyon Komitesi'nde yayıncılık alanını temsil etmesinin doğru olmadığına karar verildi.
Bütün bu gelişmelerin ışığında ve aldığımız kararlar gereği, Tiyatrom’un sahibi ve editörü Ertuğrul Timur’un TİYAB’dan özür dilemesini bekliyoruz.
TİYATRO YAYINCILARI BİRLİĞİ
(Kaynak: iatp-g)
25 Kasım 2009 Çarşamba
24 Kasım 2009 Salı
23 Kasım 2009 Pazartesi
urladan ankaraya
Nedim Saban
23 Kasım 2009
Öncelikle Orhan Aydın’dan izin alarak sanat korkakların işi değildir demek istiyorum.
Sanat korkakların işi değildir diyerek başlayalım söze.
Korkakların işi olsaydı, Urla’da 4O derecenin altında, kışın soğuk günlerinde de, üşüdüğümüzde bir battaniyeye gereksinimimiz olacağını öngörüp, bu battaniyeyi -_40 derecede birbirimizle paylaşmanın önünü açmazdık.
Bakın arkadaşlar, hava sıcakken, tek bir battaniyeyi paylaşma kahramanlığı yapmak çok kolaydır ama bıçak kemiğe dayandığında, o battaniye değere biner.
Hele hele şimdilerde domuz gribi var değil mi?
Battaniyeden mikrop geçme bahanesi uydurmak içten değil.
O zaman battaniye, ilk sahibinde mi kalmalı?
Yoksa yine, her şeye rağmen paylaşılmalı mı?
En çok üşüyene mi uzatmalıyız battaniyeyi? Yoksa kendini en çok üşür gibi gösterene mi?
Ya hiç üşüdüğünü belli etmeyenin çok ihtiyacı varsa?
Ya da solcu söylemimize sığınarak, küçük parçalara mı ayırsak battaniyeyi? Göstermelik olarak herkes yararlanır gibi görünür ama herkes üşümeye devam eder!
…..
Arkadaşlar, sanat korkakların işi değildir.
Hele hele şu dönemde tiyatro yapabilmek, başlıbaşına cesaret ister.
Biz tiyatroyu varolabilmek için yapıyorsak eğer, aydınların halen hapislerde yattığı, telekulak skandallarının yaşandığı Türkiye’de, bırakın tiyatro yapmayı, onurlu bir biçimde varolabilmek bile cesaret istiyor.
Gönül bugünkü kurultayda tiyatro estetiği üzerine konuşmamızı, çalıştaylarımızı bu yönde yoğunlaştırmamızı dilerdi ancak Türk Tiyatrosu şu anda çok daha zorlu bir süreç yaşamakta.
Ne yazık ki tiyatro estetiği tartışmaları bir başka bahara kalacak gibi görünüyor.
Tiyatro estetiğini sorgulayacak olan eleştirmenin bile yazı yazma özgürlüğü elinden alınmıştır. Bir tiyatro eleştirmeni bir yazı kaleme aldığı anda, sanatçı dostlarımız bile hedef şaşırtmakta, polemik konuları yaratılmakta, “sen benim kim olduğumu biliyor musun” tartışmaları, “sen benim kimlerden olduğumu biliyor musun”a kadar varmaktadır.
Ne yazık ki artık ödenekli tiyatrolarda oyun yönetenler bile, “o yönetimin adamı”, “bu yöneticinin adamı” oldukları için ülkedeki akademik tiyatro eleştirisi mekanizmasını bile sorgular olmuşlar, “sana bu yazıyı kimin adamları yazdırttı ” mantığıyla saldırı mekanizması geliştirmeye başlamışlardır.
Kaldı ki, kartel medyasında bugünün rafine olmuş sanat eleştirmeni zaten yerini çoktan kaybetmiş, internettede klavyesi olan konuşuyor aşamasına geçmiştir.
Bu bağlamda, 21.yüzyıl tiyatrosunda dünya yepyeni bir yapılanmayı konuşurken, Türk Tiyatrosu kısır tartışmalardan öteye gidemez olmuştur. Ancak, bu kısır döngünün aşılması için, her anlamda ifade özgürlüğüne gerek vardır ki, işte bu kurultay, bu hedefe dönüktür.
Bu kurultayda sadece tiyatro sanatçılarının kendilerini ifade etmeleri değil, eleştirmenlerin de kendilerini özgürce ifade edebilmeleri amaçlanmaktadır.
Bunun için, dayanışma en önemli gerekliliktir.
Bizler, Urla’da bu yola başkoyduğumuzdan beri, örneğin Mustafakemalpaşa’da yerel seçimlerde siyasi erkin değişmesinden sonra bir ödenekli tiyatronun baskı görmesine hemen karşı çıktık ve hemen sonuç aldık.
İTÜ Taşkışla Sahnesi’nde dekanlık tarafından siyasi baskılar nedeniyle salonları ellerinden alınan arkadaşlarımızın yanında olduk.
Bugünkü kurultayda yapılacak olan çalıştayları beklemeden kolları sıvadık, yani Urla’da devraldığımız battaniyeleri -40 dereceyi beklemeden, hemen uzattık.
İstanbul’da, Beşiktaş Belediyesi’nin desteğini alarak, sel felaketinden hasar gören Aziz Nesin Vakfı yararına bir festival gerçekleştirdik. Her hafta oyunlar düzenleyerek, oyunlarımızın gelirlerini vakfa bağışlıyoruz.
Bizler, çatı örgütlenmesini kurduğumuz şu süreçte projelerimizi anlatmak yerine, yaptıklarımızla varolmanın daha doğru olduğunu düşünüyoruz.
Çünkü kaybedecek bir dakikamız bile yoktur.
Urla’dan Ankara’ya kadar mevsim yazdan kışa dönmüş olabilir, ancak ne yazık ki, Türkiye’de karanlıktan aydınlığa doğru bir dönüş sözkonusu değil.
O yüzden güneşin hareketlerine aldanarak, yapay hareketlenmelere kanmayalım!
Bir tiyatro yasası için bugün bu kurultayda mücadele verelim.
Birbirimizle değil, statükoyla kavga edelim.
Bugünkü zamanı bu yönde olumlu olarak kullanalım.
Aksi halde, yeni anayasadan sanat kavramı bir gecede bir darbeyle çıkartıldığı zaman, hangi battaniyeye sarılacağımızı bilemeyiz.
Sansüre karşı, bugün burada mücadele verelim.
Duymak istediğimiz ve istemeyeceğimiz her şey için, sağcısı ve solcusunun da ifade özgürlüğü için savaşalım.
Oyunların hiçbir biçimde açık ya da kapalı şekilde sansürlenmesine izin vermeyelim.
Burada ifade özgürlüğüne destek verirken, ne yazık ki içine atıldığım ve başta Ömer Faruk kurhan olmak üzere Türkiye Tiyatrolar Birliği’ndeki tüm dostlarımın aydın sorumluluğuyla kınadığı ırkçılık konusuna değinmeden geçemeyeceğim. Sanatçı aydın olmak zorunda değildir, cahil bir kişi de duyarlılıklarını kullanarak tiyatro sanatının içinde yer alabilir tabi ancak sanatçı hiçbir biçimde savaşa, önyargıya, insanlık suçlarına, ırkçılığa destek veremez, prim veremez, alet olamaz.
Özellikle, bugünlerde, Barış İçin Sanat Girişimi gibi sivil toplum örgütlenmeler yapılanırken, biz sanatçılar 18 Mayıs gibi onurlu yürüyüşlere imza atarken, “insanı insana düşüren hiçbir kavgaya destek veremeyiz.
Düşmanımın düşmanı benim dostumdur diyerek dost kazandığımızı sanıp, o dönem çıkarlarımıza uymayan ya da çatıştığımız bir kişiyi ötekileştirerek ırkçılığa prim verirsek, birgün tüm kalelerimiz düşecektir.
Birbirimizi sevmek, hatta saymak zorunda değiliz.
Birbirimizin oyunlarını beğenmek zorunda olmadığımız gibi, gün gelir, ilerideki kurultaylarda birbirimizi estetik olarak eleştirecek günlerin de ortamı oluşur.
Türkiye Tiyatrolar Birliği Dönem Sözcüsü Arkadaşımız Zafer Gecegörür’ün bir yanlış anlamadan kaynaklanan oyun adı konusundaki karışıklığı bugün burada tartışacak olgunluğa sahibiz çünkü onun etik değerlerine, sanatsal duyarlılığına güveniyoruz.
Ancak tartışılamayacak bir konu, bir insanı, dili, dini, ırkı, politik görüşü, düşünceleri cinsiyeti, cinsel seçimi üzerinden yargılamaktır. Tiyatroda ve yaşamda cinsiyetçilik, ırkçılık ve en basitten insanı insan yapan değerlerin yanında olmalıyız. Bu konuda fazla bilgi sahibi olmamakla birlikte, tiyatro yayıncılarının da bir çalışma içinde olduğunu biliyorum.
Çatı örgütlenmesine gidilen bu süreçte her anlamda fikir birliğine değil ama birleşmeye gerek vardır, eylem kırmaya değil.
İstanbul’da 85 tiyatro topluluğu, 32 kültür sanat kurumu, 8 sivil toplum kuruluşu, 9 tiyatro örgütünün katıldığı ve alınan kararla bugün yenilenen bu kurultayın sonucunda bir çatı örgütlenmesi kurulması hedeflenmektedir. Bunu gerçekleştirmek, aydın olarak ve sanatçı olarak sorumluluğumuzdur.
Bu yapılanmaya destek vermek zorunluluğu yok tabi. Destek vermeyenlere kırılmak, kızmak çocukça olur. Ancak, niye destek verilmediğini bilmek gerekir.
Ancak düşmanımın düşmanı benim dostumdur diyerek, bu önemli yapılanmayı kısır tartışmalara çekmeyelim, kişisel kavgalarla Türk Tiyatrosu’nun olası aydınlık geleceğini karartmayalım.
Feridun Çetinkaya adlı eleştirmen arkadaşımız belki bu yapılanmadan hoşlanmadığı için, belki düşmanımın düşmanı benim dostumdur dediği için , belki de Tuncay Özinel’in sözünden gerçekten rahatsız olmadığı için olsa gerek, onu kınamak gereğini duymamıştır. Buna da saygı duymak gerektiği gibi, kendisine cevap hakkı tanımak, en önemlisi kısırdögü haline gelmiş Bulunmaz/ Büktel polemiğini bu tertemiz alana taşımamak gerekir. Bu nedenle Tiyatro Dergisi’nin Çetinkaya’nın tekzip metnini yayınlaması gerektiğini düşünüyorum. Bundan daha önemlisi, Özinel’in saldırılarının oklarının hedefi olduğum halde, hiçbir komplo teorisi üretmeyelim. Özinel’in söyleminden rahatsız olmadığını söyleyen Çetinkaya’yı koşulsuz olarak ırkçı ilan etmek ne kadar doğrudur tartışılır. Dünyada ve ülkemizde ırkçılık alenen yasakken, ne yazık ki Özinel’i kınayan google grup, onun saldırılarını halen denetlemeden yayınlayabilmekte ve Özinel’in sekreterliğini yaptığı dernek bu konuda hiçbir açıklama yapmamaktadır. Bütün bu gerçekler göz önüne alındığında, ne yazık ki, 2010 Türkiye’sinde bu hedef göstermelere belki de alışmamız gerekiyor. Cadı avını kanıksamamız mümkün değil tabi, bize sahip çıkanlara teşekkürü bir borç bilip, bu konuda susanları da tarihin yargılamasına bırakmak gerek.
Heinrik İbsen, Hortlaklar oyununda, insanın geçmişin suçlarıyla doğduğundan sözeder.
Geçmişi temizlemek sözkonusu olmadığı gibi, unutmak, sıfırlamak mümkün değil tabi.
Ancak gelecekte yapmamız gerekenler çok yüklü olduğu için, hortlakların bizi avlamasına izin vermemelim.
Bugün Tiyatro Kurultayı’nda, geçmişteki söylemleri ve kısır döngüleri boşlayıp, geleceğe yoğunlaşalım,
Tiyatroda cadı kazanının kaynadığı yaygın bir söylem.
Son yıllarda cadı avını andıran bir karalama da var zaten.
İktidarın bize dayattığı avın tuzağına düşmemek için, önce aydınlık geleceğimizi sağlamlaştırmamız, geleceğimizi aydınlaştırmamız lazım.
Bunu yaparsak, geçmişin karanlık bulutları, gelecekte üzerimize yağmur olarak yağar ve bizi ferahlatır.
Nedim Saban
23 Kasım 2009
Öncelikle Orhan Aydın’dan izin alarak sanat korkakların işi değildir demek istiyorum.
Sanat korkakların işi değildir diyerek başlayalım söze.
Korkakların işi olsaydı, Urla’da 4O derecenin altında, kışın soğuk günlerinde de, üşüdüğümüzde bir battaniyeye gereksinimimiz olacağını öngörüp, bu battaniyeyi -_40 derecede birbirimizle paylaşmanın önünü açmazdık.
Bakın arkadaşlar, hava sıcakken, tek bir battaniyeyi paylaşma kahramanlığı yapmak çok kolaydır ama bıçak kemiğe dayandığında, o battaniye değere biner.
Hele hele şimdilerde domuz gribi var değil mi?
Battaniyeden mikrop geçme bahanesi uydurmak içten değil.
O zaman battaniye, ilk sahibinde mi kalmalı?
Yoksa yine, her şeye rağmen paylaşılmalı mı?
En çok üşüyene mi uzatmalıyız battaniyeyi? Yoksa kendini en çok üşür gibi gösterene mi?
Ya hiç üşüdüğünü belli etmeyenin çok ihtiyacı varsa?
Ya da solcu söylemimize sığınarak, küçük parçalara mı ayırsak battaniyeyi? Göstermelik olarak herkes yararlanır gibi görünür ama herkes üşümeye devam eder!
…..
Arkadaşlar, sanat korkakların işi değildir.
Hele hele şu dönemde tiyatro yapabilmek, başlıbaşına cesaret ister.
Biz tiyatroyu varolabilmek için yapıyorsak eğer, aydınların halen hapislerde yattığı, telekulak skandallarının yaşandığı Türkiye’de, bırakın tiyatro yapmayı, onurlu bir biçimde varolabilmek bile cesaret istiyor.
Gönül bugünkü kurultayda tiyatro estetiği üzerine konuşmamızı, çalıştaylarımızı bu yönde yoğunlaştırmamızı dilerdi ancak Türk Tiyatrosu şu anda çok daha zorlu bir süreç yaşamakta.
Ne yazık ki tiyatro estetiği tartışmaları bir başka bahara kalacak gibi görünüyor.
Tiyatro estetiğini sorgulayacak olan eleştirmenin bile yazı yazma özgürlüğü elinden alınmıştır. Bir tiyatro eleştirmeni bir yazı kaleme aldığı anda, sanatçı dostlarımız bile hedef şaşırtmakta, polemik konuları yaratılmakta, “sen benim kim olduğumu biliyor musun” tartışmaları, “sen benim kimlerden olduğumu biliyor musun”a kadar varmaktadır.
Ne yazık ki artık ödenekli tiyatrolarda oyun yönetenler bile, “o yönetimin adamı”, “bu yöneticinin adamı” oldukları için ülkedeki akademik tiyatro eleştirisi mekanizmasını bile sorgular olmuşlar, “sana bu yazıyı kimin adamları yazdırttı ” mantığıyla saldırı mekanizması geliştirmeye başlamışlardır.
Kaldı ki, kartel medyasında bugünün rafine olmuş sanat eleştirmeni zaten yerini çoktan kaybetmiş, internettede klavyesi olan konuşuyor aşamasına geçmiştir.
Bu bağlamda, 21.yüzyıl tiyatrosunda dünya yepyeni bir yapılanmayı konuşurken, Türk Tiyatrosu kısır tartışmalardan öteye gidemez olmuştur. Ancak, bu kısır döngünün aşılması için, her anlamda ifade özgürlüğüne gerek vardır ki, işte bu kurultay, bu hedefe dönüktür.
Bu kurultayda sadece tiyatro sanatçılarının kendilerini ifade etmeleri değil, eleştirmenlerin de kendilerini özgürce ifade edebilmeleri amaçlanmaktadır.
Bunun için, dayanışma en önemli gerekliliktir.
Bizler, Urla’da bu yola başkoyduğumuzdan beri, örneğin Mustafakemalpaşa’da yerel seçimlerde siyasi erkin değişmesinden sonra bir ödenekli tiyatronun baskı görmesine hemen karşı çıktık ve hemen sonuç aldık.
İTÜ Taşkışla Sahnesi’nde dekanlık tarafından siyasi baskılar nedeniyle salonları ellerinden alınan arkadaşlarımızın yanında olduk.
Bugünkü kurultayda yapılacak olan çalıştayları beklemeden kolları sıvadık, yani Urla’da devraldığımız battaniyeleri -40 dereceyi beklemeden, hemen uzattık.
İstanbul’da, Beşiktaş Belediyesi’nin desteğini alarak, sel felaketinden hasar gören Aziz Nesin Vakfı yararına bir festival gerçekleştirdik. Her hafta oyunlar düzenleyerek, oyunlarımızın gelirlerini vakfa bağışlıyoruz.
Bizler, çatı örgütlenmesini kurduğumuz şu süreçte projelerimizi anlatmak yerine, yaptıklarımızla varolmanın daha doğru olduğunu düşünüyoruz.
Çünkü kaybedecek bir dakikamız bile yoktur.
Urla’dan Ankara’ya kadar mevsim yazdan kışa dönmüş olabilir, ancak ne yazık ki, Türkiye’de karanlıktan aydınlığa doğru bir dönüş sözkonusu değil.
O yüzden güneşin hareketlerine aldanarak, yapay hareketlenmelere kanmayalım!
Bir tiyatro yasası için bugün bu kurultayda mücadele verelim.
Birbirimizle değil, statükoyla kavga edelim.
Bugünkü zamanı bu yönde olumlu olarak kullanalım.
Aksi halde, yeni anayasadan sanat kavramı bir gecede bir darbeyle çıkartıldığı zaman, hangi battaniyeye sarılacağımızı bilemeyiz.
Sansüre karşı, bugün burada mücadele verelim.
Duymak istediğimiz ve istemeyeceğimiz her şey için, sağcısı ve solcusunun da ifade özgürlüğü için savaşalım.
Oyunların hiçbir biçimde açık ya da kapalı şekilde sansürlenmesine izin vermeyelim.
Burada ifade özgürlüğüne destek verirken, ne yazık ki içine atıldığım ve başta Ömer Faruk kurhan olmak üzere Türkiye Tiyatrolar Birliği’ndeki tüm dostlarımın aydın sorumluluğuyla kınadığı ırkçılık konusuna değinmeden geçemeyeceğim. Sanatçı aydın olmak zorunda değildir, cahil bir kişi de duyarlılıklarını kullanarak tiyatro sanatının içinde yer alabilir tabi ancak sanatçı hiçbir biçimde savaşa, önyargıya, insanlık suçlarına, ırkçılığa destek veremez, prim veremez, alet olamaz.
Özellikle, bugünlerde, Barış İçin Sanat Girişimi gibi sivil toplum örgütlenmeler yapılanırken, biz sanatçılar 18 Mayıs gibi onurlu yürüyüşlere imza atarken, “insanı insana düşüren hiçbir kavgaya destek veremeyiz.
Düşmanımın düşmanı benim dostumdur diyerek dost kazandığımızı sanıp, o dönem çıkarlarımıza uymayan ya da çatıştığımız bir kişiyi ötekileştirerek ırkçılığa prim verirsek, birgün tüm kalelerimiz düşecektir.
Birbirimizi sevmek, hatta saymak zorunda değiliz.
Birbirimizin oyunlarını beğenmek zorunda olmadığımız gibi, gün gelir, ilerideki kurultaylarda birbirimizi estetik olarak eleştirecek günlerin de ortamı oluşur.
Türkiye Tiyatrolar Birliği Dönem Sözcüsü Arkadaşımız Zafer Gecegörür’ün bir yanlış anlamadan kaynaklanan oyun adı konusundaki karışıklığı bugün burada tartışacak olgunluğa sahibiz çünkü onun etik değerlerine, sanatsal duyarlılığına güveniyoruz.
Ancak tartışılamayacak bir konu, bir insanı, dili, dini, ırkı, politik görüşü, düşünceleri cinsiyeti, cinsel seçimi üzerinden yargılamaktır. Tiyatroda ve yaşamda cinsiyetçilik, ırkçılık ve en basitten insanı insan yapan değerlerin yanında olmalıyız. Bu konuda fazla bilgi sahibi olmamakla birlikte, tiyatro yayıncılarının da bir çalışma içinde olduğunu biliyorum.
Çatı örgütlenmesine gidilen bu süreçte her anlamda fikir birliğine değil ama birleşmeye gerek vardır, eylem kırmaya değil.
İstanbul’da 85 tiyatro topluluğu, 32 kültür sanat kurumu, 8 sivil toplum kuruluşu, 9 tiyatro örgütünün katıldığı ve alınan kararla bugün yenilenen bu kurultayın sonucunda bir çatı örgütlenmesi kurulması hedeflenmektedir. Bunu gerçekleştirmek, aydın olarak ve sanatçı olarak sorumluluğumuzdur.
Bu yapılanmaya destek vermek zorunluluğu yok tabi. Destek vermeyenlere kırılmak, kızmak çocukça olur. Ancak, niye destek verilmediğini bilmek gerekir.
Ancak düşmanımın düşmanı benim dostumdur diyerek, bu önemli yapılanmayı kısır tartışmalara çekmeyelim, kişisel kavgalarla Türk Tiyatrosu’nun olası aydınlık geleceğini karartmayalım.
Feridun Çetinkaya adlı eleştirmen arkadaşımız belki bu yapılanmadan hoşlanmadığı için, belki düşmanımın düşmanı benim dostumdur dediği için , belki de Tuncay Özinel’in sözünden gerçekten rahatsız olmadığı için olsa gerek, onu kınamak gereğini duymamıştır. Buna da saygı duymak gerektiği gibi, kendisine cevap hakkı tanımak, en önemlisi kısırdögü haline gelmiş Bulunmaz/ Büktel polemiğini bu tertemiz alana taşımamak gerekir. Bu nedenle Tiyatro Dergisi’nin Çetinkaya’nın tekzip metnini yayınlaması gerektiğini düşünüyorum. Bundan daha önemlisi, Özinel’in saldırılarının oklarının hedefi olduğum halde, hiçbir komplo teorisi üretmeyelim. Özinel’in söyleminden rahatsız olmadığını söyleyen Çetinkaya’yı koşulsuz olarak ırkçı ilan etmek ne kadar doğrudur tartışılır. Dünyada ve ülkemizde ırkçılık alenen yasakken, ne yazık ki Özinel’i kınayan google grup, onun saldırılarını halen denetlemeden yayınlayabilmekte ve Özinel’in sekreterliğini yaptığı dernek bu konuda hiçbir açıklama yapmamaktadır. Bütün bu gerçekler göz önüne alındığında, ne yazık ki, 2010 Türkiye’sinde bu hedef göstermelere belki de alışmamız gerekiyor. Cadı avını kanıksamamız mümkün değil tabi, bize sahip çıkanlara teşekkürü bir borç bilip, bu konuda susanları da tarihin yargılamasına bırakmak gerek.
Heinrik İbsen, Hortlaklar oyununda, insanın geçmişin suçlarıyla doğduğundan sözeder.
Geçmişi temizlemek sözkonusu olmadığı gibi, unutmak, sıfırlamak mümkün değil tabi.
Ancak gelecekte yapmamız gerekenler çok yüklü olduğu için, hortlakların bizi avlamasına izin vermemelim.
Bugün Tiyatro Kurultayı’nda, geçmişteki söylemleri ve kısır döngüleri boşlayıp, geleceğe yoğunlaşalım,
Tiyatroda cadı kazanının kaynadığı yaygın bir söylem.
Son yıllarda cadı avını andıran bir karalama da var zaten.
İktidarın bize dayattığı avın tuzağına düşmemek için, önce aydınlık geleceğimizi sağlamlaştırmamız, geleceğimizi aydınlaştırmamız lazım.
Bunu yaparsak, geçmişin karanlık bulutları, gelecekte üzerimize yağmur olarak yağar ve bizi ferahlatır.
Ömer Faruk Kurhan, her yazısında "SUÇ İŞLEME" eğiliminde!
Aziz Nesin'in Başına Gelen Azizlikler
Son dönemde tiyatro alanında yakından takip ettiğim olaylardan birisi Bartın Sanat Tiyatrosu’nun Aziz Nesin’den uyarladığı “BİRTAKIM AZİZLİKLER” adlı oyununun aynı adı taşıyan Genco Erkal uyarlamasıyla ilişkisi üzerine dönen tartışmalardı. Araya Tuncay Özinel’in Nedim Saban’la polemiğinde Türkiye Yahudi cemaatini aşağılayan / düşmanlaştıran söylemi girince, ırkçılık gündemi öne geçmiş oldu. Irkçılığa karşı Türkiye Tiyatro Kurultayı Koordinasyon Komitesi tavır aldıktan sonra “BİRTAKIM AZİZLİKLER” meselesine döneyim dedim. Fakat bu defa da Tuncay Özinel’in yargısız infaza kurban gittiğini iddia eden Feridun Çetinkaya paraziti girdi araya.
Halihazırda Irkçılık gündemi henüz tüketilmemiş görünse de, “BİRTAKIM AZİZLİKLER” konusundaki ikinci yazımı tamamlamaya karar verdim. Bu konuda ilk TİYATROM’da yazmıştım. Önemli bulduğum açıklamaları ekleyerek o yazıyı güncelledim. Güncellenmiş son hali tiyatro yazılarımı arşivlediğim kişisel blogumda (fkurhan.blogspot.com) duruyor.
Bartın Sanat Tiyatrosu adına Zafer Gecegörür, kurgusunun kendisine ait olduğunu ve Genco Erkal’ın uyarlamasından da yararlandıklarını söylediği oyunun izin alınmaksızın aynı adla oynanmasının hata olduğunu kabul etti ve bu konuda özeleştirisini verdi. Öte yandan Bartın Sanat Tiyatrosu’nun Genco Erkal’ın uyarlamasıyla ilişkisinin emek kırsızlığı kapsamına girip girmediği meselesi karanlıkta kaldı. Çünkü Genco Erkal dâhil bu konuda şüpheleri olduğunu söyleyenler iki uyarlamayı ciddi bir şekilde karşılaştırma zahmetine girmediler.
Ben bu süreçte esas olarak Aziz Nesin’in mağdur edildiğini düşünüyorum. Zaten bu nedenle bu yazıya “Aziz Nesin’in Başına Gelen Azizlikler” adını koydum. Sağlıklı bir tavır geliştirmeye çalışan tek kişi Genco Erkal ile Zafer Gecegörür arasında bir uzlaşma yaratmaya çalışan Yener Aksu oldu. Hata ne ise tespit edilmesine yardımcı olmaya, taraflar arasında bir hukuk oluşturmaya çalıştı. Bu çabasına hak ettiği değerin verildiği söylenemez. Yener Aksu’nun açıklamasının ardından Genco Erkal’ın yaptığı açıklama azizlik yapmaktan ibarettir. Hukuk oluşturma çabasını öne çıkarmak ve geliştirmek yerine, biraz olsun taşları yerinden oynatabildiysem bana ne mutlu türünden bir şeyler söyledi. Dahası, sorunun çözülmediği, ama ne kadar yüce gönüllü olduğunu göstermek üzere Bartın Sanat Tiyatrosu’nun oyununu engellemeyeceği mesajını verdi. Sadece oyunun adının değiştirilmesini istedi.
Şu anlaşılabilir bir durumdur: Genco Erkal’ın örneğin Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği’ne başvurmak aklına gelmemiştir; çünkü bu kurumdan bir beklentisi kalmamıştır. Öte yandan, Genco Erkal’ın güvenilir bir şekilde karşılaştırmayı yaptıracağı entelektüel bir çevreye sahip olmadığını iddia etmek yanlış olur. Yani kendi deyimiyle taşları yerinden oynatmak yetmiyor; aynı zamanda yanlışları gösterip taşları yerli yerine oturtmak gerekiyor.
Buna karşılık Bartın Sanat Tiyatrosu’nun ayrı bir kurguya sahip olduğunu söyledikleri oyunlarının Genco Erkal’ın uyarlamasından farkını gösterecek bir açıklama yapmamış olması da manidardır. “Sakın oyunun adı gibi oynanan oyun da aynı olmasın?” şüphesine bir yanıt oluşturmak gerekmez mi? İspat yükümlülüğü suçlayana aittir ilkesi var olmasına vardır; fakat ayrı bir uyarlamanın adı kullanılmış ve o uyarlamadan da yararlanılmışsa, ispat yükümlülüğü sadece suçlayana aittir demek bir yere kadar doğrudur.
Tiyatro forumları çeşitli sorunların ortaya atılması ve tartışılması açısından faydalı olabiliyor; fakat sorunlar orta yerde bırakılmayacaksa, tiyatro forumlarını aşan mekanizmaların harekete geçirilmesi gerekiyor. “BİRTAKIM AZİZLİKLER” KİMİN? tartışmasında hali hazırda eksik olan, bilimsellik, araştırma ve hukuktur.
Aziz Nesin bu yaklaşımı hak etmiyor ve en hafif terimle birtakım azizliklere uğradığını kabul etmek gerekiyor. İş başa düştü deyip şu iki uyarlamayı ben karşılaştırıp ulaştığım sonuç hakkında bir açıklama yapayım isteğine kapıldığımı itiraf etmeliyim. Fakat emek hırsızlığı iddiasını sorgusuz sualsiz kabul edenlerin yapmış olması gereken bir ev ödevini üstüme almak bir türlü içime sinmiyor.
Yine de Aziz Nesin’e ödenmesi gereken bir borcumuz olduğunu düşünmeye devam ediyorum. Muhtemelen bir süre daha bekleyecek ve sönümlenmiş görünen bu tartışmanın karanlıkta bırakılan en önemli noktasını aydınlatmaya çalışacağım. Umarım bu arada şüpheciliğin ötesine geçip şaibe yaratmayı marifet edinenlerden birisi, özeleştiri verme olgunluğunu da göstererek başta yapması gerekeni sonradan yapmayı akıl eder.
23 Kasım 2009
Ömer F. Kurhan fkurhan@gmail.com
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Ömer F. Kurhan: “Irkçılığın Avukatlığına Soyunan Feridun Çetinkaya’nın Kullanım Ömrü Çabuk Bitti”
Ömer F. Kurhan “Feridun Çetinkaya’nın Irkçılığın Avukatlığına Soyunması Neyi İma Ediyor?”
Türkiye Tiyatro Kurultayı Ankara Buluşması’na Doğru
Ömer F. Kurhan: “Barış İçin Sanat Hareketi ve Tiyatromuzun Çatı Örgütü”
Tiyatronun Çatı Örgütü Nedir?
“Şişli’de bir kıraathanede…”
Kurultay’a Doğru Özgür Başkaya Yapımı Tuhaf Bir Ankara Toplantısı
“Sabahattin Eyüboğlu’nun Hakkı Sabahattin Eyüboğlu’na”
Örgütlü Bir Tiyatro İçin Türkiye Tiyatro Kurultayı
Türkiye Tiyatro Buluşması ve Tiyatroların Örgütlenmesi
(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)
Son dönemde tiyatro alanında yakından takip ettiğim olaylardan birisi Bartın Sanat Tiyatrosu’nun Aziz Nesin’den uyarladığı “BİRTAKIM AZİZLİKLER” adlı oyununun aynı adı taşıyan Genco Erkal uyarlamasıyla ilişkisi üzerine dönen tartışmalardı. Araya Tuncay Özinel’in Nedim Saban’la polemiğinde Türkiye Yahudi cemaatini aşağılayan / düşmanlaştıran söylemi girince, ırkçılık gündemi öne geçmiş oldu. Irkçılığa karşı Türkiye Tiyatro Kurultayı Koordinasyon Komitesi tavır aldıktan sonra “BİRTAKIM AZİZLİKLER” meselesine döneyim dedim. Fakat bu defa da Tuncay Özinel’in yargısız infaza kurban gittiğini iddia eden Feridun Çetinkaya paraziti girdi araya.
Halihazırda Irkçılık gündemi henüz tüketilmemiş görünse de, “BİRTAKIM AZİZLİKLER” konusundaki ikinci yazımı tamamlamaya karar verdim. Bu konuda ilk TİYATROM’da yazmıştım. Önemli bulduğum açıklamaları ekleyerek o yazıyı güncelledim. Güncellenmiş son hali tiyatro yazılarımı arşivlediğim kişisel blogumda (fkurhan.blogspot.com) duruyor.
Bartın Sanat Tiyatrosu adına Zafer Gecegörür, kurgusunun kendisine ait olduğunu ve Genco Erkal’ın uyarlamasından da yararlandıklarını söylediği oyunun izin alınmaksızın aynı adla oynanmasının hata olduğunu kabul etti ve bu konuda özeleştirisini verdi. Öte yandan Bartın Sanat Tiyatrosu’nun Genco Erkal’ın uyarlamasıyla ilişkisinin emek kırsızlığı kapsamına girip girmediği meselesi karanlıkta kaldı. Çünkü Genco Erkal dâhil bu konuda şüpheleri olduğunu söyleyenler iki uyarlamayı ciddi bir şekilde karşılaştırma zahmetine girmediler.
Ben bu süreçte esas olarak Aziz Nesin’in mağdur edildiğini düşünüyorum. Zaten bu nedenle bu yazıya “Aziz Nesin’in Başına Gelen Azizlikler” adını koydum. Sağlıklı bir tavır geliştirmeye çalışan tek kişi Genco Erkal ile Zafer Gecegörür arasında bir uzlaşma yaratmaya çalışan Yener Aksu oldu. Hata ne ise tespit edilmesine yardımcı olmaya, taraflar arasında bir hukuk oluşturmaya çalıştı. Bu çabasına hak ettiği değerin verildiği söylenemez. Yener Aksu’nun açıklamasının ardından Genco Erkal’ın yaptığı açıklama azizlik yapmaktan ibarettir. Hukuk oluşturma çabasını öne çıkarmak ve geliştirmek yerine, biraz olsun taşları yerinden oynatabildiysem bana ne mutlu türünden bir şeyler söyledi. Dahası, sorunun çözülmediği, ama ne kadar yüce gönüllü olduğunu göstermek üzere Bartın Sanat Tiyatrosu’nun oyununu engellemeyeceği mesajını verdi. Sadece oyunun adının değiştirilmesini istedi.
Şu anlaşılabilir bir durumdur: Genco Erkal’ın örneğin Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği’ne başvurmak aklına gelmemiştir; çünkü bu kurumdan bir beklentisi kalmamıştır. Öte yandan, Genco Erkal’ın güvenilir bir şekilde karşılaştırmayı yaptıracağı entelektüel bir çevreye sahip olmadığını iddia etmek yanlış olur. Yani kendi deyimiyle taşları yerinden oynatmak yetmiyor; aynı zamanda yanlışları gösterip taşları yerli yerine oturtmak gerekiyor.
Buna karşılık Bartın Sanat Tiyatrosu’nun ayrı bir kurguya sahip olduğunu söyledikleri oyunlarının Genco Erkal’ın uyarlamasından farkını gösterecek bir açıklama yapmamış olması da manidardır. “Sakın oyunun adı gibi oynanan oyun da aynı olmasın?” şüphesine bir yanıt oluşturmak gerekmez mi? İspat yükümlülüğü suçlayana aittir ilkesi var olmasına vardır; fakat ayrı bir uyarlamanın adı kullanılmış ve o uyarlamadan da yararlanılmışsa, ispat yükümlülüğü sadece suçlayana aittir demek bir yere kadar doğrudur.
Tiyatro forumları çeşitli sorunların ortaya atılması ve tartışılması açısından faydalı olabiliyor; fakat sorunlar orta yerde bırakılmayacaksa, tiyatro forumlarını aşan mekanizmaların harekete geçirilmesi gerekiyor. “BİRTAKIM AZİZLİKLER” KİMİN? tartışmasında hali hazırda eksik olan, bilimsellik, araştırma ve hukuktur.
Aziz Nesin bu yaklaşımı hak etmiyor ve en hafif terimle birtakım azizliklere uğradığını kabul etmek gerekiyor. İş başa düştü deyip şu iki uyarlamayı ben karşılaştırıp ulaştığım sonuç hakkında bir açıklama yapayım isteğine kapıldığımı itiraf etmeliyim. Fakat emek hırsızlığı iddiasını sorgusuz sualsiz kabul edenlerin yapmış olması gereken bir ev ödevini üstüme almak bir türlü içime sinmiyor.
Yine de Aziz Nesin’e ödenmesi gereken bir borcumuz olduğunu düşünmeye devam ediyorum. Muhtemelen bir süre daha bekleyecek ve sönümlenmiş görünen bu tartışmanın karanlıkta bırakılan en önemli noktasını aydınlatmaya çalışacağım. Umarım bu arada şüpheciliğin ötesine geçip şaibe yaratmayı marifet edinenlerden birisi, özeleştiri verme olgunluğunu da göstererek başta yapması gerekeni sonradan yapmayı akıl eder.
23 Kasım 2009
Ömer F. Kurhan fkurhan@gmail.com
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Ömer F. Kurhan: “Irkçılığın Avukatlığına Soyunan Feridun Çetinkaya’nın Kullanım Ömrü Çabuk Bitti”
Ömer F. Kurhan “Feridun Çetinkaya’nın Irkçılığın Avukatlığına Soyunması Neyi İma Ediyor?”
Türkiye Tiyatro Kurultayı Ankara Buluşması’na Doğru
Ömer F. Kurhan: “Barış İçin Sanat Hareketi ve Tiyatromuzun Çatı Örgütü”
Tiyatronun Çatı Örgütü Nedir?
“Şişli’de bir kıraathanede…”
Kurultay’a Doğru Özgür Başkaya Yapımı Tuhaf Bir Ankara Toplantısı
“Sabahattin Eyüboğlu’nun Hakkı Sabahattin Eyüboğlu’na”
Örgütlü Bir Tiyatro İçin Türkiye Tiyatro Kurultayı
Türkiye Tiyatro Buluşması ve Tiyatroların Örgütlenmesi
(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)
22 Kasım 2009 Pazar
ÇATI ÖRGÜTLENMESİ "TÜRKİYE TİYATROLAR BİRLİĞİ"
A.Ertuğrul Timur
aetimur@gmail.com
Tiyatroda çatı örgütlenmesi bir süredir tiyatro gündeminde. Ben tiyatro yayıncılığını ve tiyatroya olan ilgimi kestiğim bir dönemde başladığı için sonradan dahil oldum. İstanbul buluşması ile kendimi içerisinde buldum ve Orhan Aydın'ın önerisi ile de komisyonda görev aldım. Fakat açıkçası toplantılarda düzenli bulunamadım ve hala tam olarak bu bünyeyi tam tanıyabilmiş yada bu bünyeye tam adapte olabilmiş değilim. Bu nedenle yazacaklarım zaten kendi içerisinde konuşulmuş konular olabilir, yanılgılarım olabilir. Ama Çatı örgütlenmesinin içerisinde olanlar bu yazacaklarımı ben merak ediyorsam yada ben düşünüyorsam dışarıdan başkaları da merak ediyor , düşünüyor diye ölçü kabul edip gerekirse yanıtlayarak bir açılıma vesile olabilirler.
Öncelikle benim çatıdan anladığım nedir? Eğer tiyatroda bir çatı örgütlenmeden bahsediliyorsa bunu iki türlü yorumlamak mümkün.
1- Zaten var olan Tiyatro örgütlerinin ortak bir üst yapılanmada bir araya gelmeleridir ki bunun adı konfederasyondur
2- Sınırlama olmaksızın (Amatör-Profesyonel-Genç-Çocuk Tiyatrocuları-Geleneksel Tiyatrocular, il il tiyatrocular vb) tüm tiyatro kapsamındakilerin kendi örgütlülükleri varken yada olmaksızın bir üst tanımlamada "tiyatrocular" geniş başlığı altında da bir araya gelmeleridir. Bu bireysel , topluluk bazında yada örgüt bazında olabilir.
Peki gözlemlediğim kadarıyla bu çatı bunlardan hangisi? Aslında belki ikisi de olma yolunda diyebiliriz. Tiyatroda zaten var olan örgütleri bir araya getirme çabası var. TODER, TOBAV, ASSITEJ, İATP-G, ATÇ, OYÇED adları geçiyor, toplantılara buralardan yönetici yada insanlar katılıyor. En azından geniş katılımlı toplantıda buralardan temsilciler var.
Ama İstanbul'da komisyona baktığımızda tam olarak bu manzarayı göremiyoruz . Eğer bu zaten var olan örgütlerin bir konfederasyonlaşması gibi çatı olsaydı iş kolaydı. Bu örgütlerin yöneticileri yada temsilcileri bir araya gelirdi ve "Ortak sıkıntılarımız neler, müştereklerimiz neler?, Hangi temel koşulların altına imza atmalı nerede ne zaman nasıl dayanışmalar geliştirmeliyiz" konularını ele alırlar bir anlamda tiyatro dernekleri konfederasyonunu çatısını çatarlardı. Ondan sonra anayasaya mı müdahale edilecek, Kültür Bakanlığına mı gidilecek, yoksa ortak eylem mi yapılacak bunlar kurulacak komisyonlarda ele alınıp hızla yol alınırdı. Her bir örgüt de bu alınan kararları kendi üyelerine duyurur, toparlar, kendi kitlesini seferber ederdi. Böylece belki İzmir'de, İstanbul'da, Ankara'da kitlesel salon toplantılarına dahi gereksinim duymadan kaç örgüt var ise onların yönetici yada temsilcilerinin bir araya gelmesi ile bu çatı (konfederasyon) hayata geçirilirdi.
Oysa şimdi İstanbul'daki komisyona bakıyoruz. Evet NHKM çevresinden Orhan Aydın, İATP-G çevresinden Ömer F.Kurhan, Fırat Güllü, ATÇ'den Mehmet Esatoğlu var ama TOBAV, TODER, ASSITEJ, OYÇED gibi örgütlerin temsilcileri komisyon toplantılarında yok. Çok sevgili arkadaşım Adnan Tönel var ama Adnan Tönel oyuncu, sanatçı, akademisyen ve gazeteci yanları olsa da bir örgüt yada örgüt temsilcisi değil, tiyatroda tek başına bir birey. Ertuğrul Timur var ama Ertuğrul Timur bir tiyatro örgütü temsilcisi değil. ASSITEJ ve/veya ÇOGED yok ama çocuk tiyatroları adına konuşan bir Ceren Okur var (ki oraların temsilcisi olarak değil kendi adına var) En fazla tiyatrocuyu temsil ettiği kağıt üzerinde varsayılan TODER başkanı Ali Yaylı kamuya açık salon toplantısında var ama komisyonda yok. İSTİŞAN yok, ASSITEJ'in resmi bir sözcüsü yok, OYÇED yok. Yani görünen şudur ki buna tam olarak zaten var olan örgütlerin konfederasyonlaşması gibi bir çatı olarak en azından şimdilik bakamayız.
Şimdilik daha çok amatör yada yarı profesyonellerin daha gayretli olduğu, bireysel özveri ve çabaların daha önde görüldüğü, TODER, TOBAV gibi var olan örgütlerinse karşı olmadığı, yakın olduklarını hissettirdikleri ama örgüt olarak çok da varlıkları hissedilemeyen , Ödenekli tiyatro çalışanlarının ise onca sorun yaşayan birimlerden olmalarına ve sayıca en kalabalık topluluklar olmalarına karşın ara ki bulasın denecek kadar az olduğu bir noktadayız. Bireysel çabaların olduğu yerde de birilerinin öne çıkması, yada birilerinin öne çıkmış gibi görünmesinin zaman zaman getirdiği sıkıntılar da yaşanabiliyor.
Peki örgütsel anlamda bir araya gelişi şimdilik bir kenara bırakırsak bölgesel bir temsilden söz edebilir miyiz? Şimdi burada tiyatrom bölge temsilciliğiyle kıyaslarsam; Ben tiyatrom adına bir tek adamı da bölge temsilcisi ilan edebilirim. Zira bu örgütlülük değildir. Bir tek adam gider şehrindeki tiyatro haberlerini toparlar, isterse oradaki tiyatrocularla hiç tanışmaya bile gerek duymadan gişeden, lobiden broşür toplar, gider seyirci gibi izler fotoğraf çeker ve bana o bölgede, o ilde tiyatro adına yapılanları haber yapar ve o bölgedeki tiyatral etkinliklerden bizi haberdar eder bu da yetebilir. Evet benim için o kentten bana haber ileten kişi o kentin temsilcisi olmaya yetebilir.
Fakat bir örgütlülükten söz ediyorsak ve örneğin Trabzon temsilcisi diyorsak bu kişinin asgari de olsa Trabzon'da bulunan tiyatro tüzel kişiliklerini yada tiyatrocuları temsil hakkını elde edebilecek yeterlikte çevresi, yetkilendirilmişliği olması gerekir diye düşünüyorum. Örneğin Zafer Gecegörür Bartın Kültür Sanat Derneğinin başkanıdır bu anlamda Bartın'ı temsil ettiği düşünülebilir. Fakat diğer 71 vilayet için böyle bir temsilden söz edemeyiz zira bölge bölge, kent kent bir tiyatro örgütlenmesi de yok ki onların temsilcileri bir araya gelmiş çatıyı kuruyor olsun. Bu anlamda da baktığımızda bir bölgeler üstü örgütlenmelerden de söz etmek mümkün görünmüyor. Ama İstanbul, Ankara ve İzmir görece daha örgütlü daha katılımcı elbette. Karadeniz bölgesinde ise bir kollektif girişimin sanıyorum hayata geçirilmesi gündemde.
Bütün bunlardan yola çıkarak artık kesin bir dille diyebiliriz ki bu çatı örgütlenmesi örgütlerin konfederasyonu değil ayrım gözetmeksizin tüm tiyatro bireysel yada tüzel kişiliklerine açık geniş tabanlı bir örgütlenme girişimidir. Tiyatro Derneklerinin de kısmen yanında yada yakınında durduğu, Türkiye geneline açık (ama maalesef henüz Tiyatronun güçlü olduğu iller de dahil çoğu ile ulaşılamamış) daha çok bireysel veya toplulukların içerisinde olduğu bir yapılanma söz konusudur.
Bana sorarsanız bu durumda bu bir çatı örgütünden çok genele açık , Genel topyekün bir tiyatrocular örgütlenmesidir. İstanbul'da benim de katıldığım ve kısa da olsa konuşmacı olduğum toplantıda da çıkan tablo buydu ve katılanlar daha çok ya kendi adına yada toplulukları adına oradaydılar ve zaten bir çoğunun konuşması da topyekün örgütlenme heyecanından çok kendilerinin yada topluluklarının yaptıklarının değişik tiyatrocular önünde tanıtma fırsatı gibi değerlendirildi.
NASIL BİR BİRLİKTELİK NASIL BİR ÜST ÖRGÜTLENME?
Eğer çatı ile tiyatroda geniş tabanlı bir örgütlenmeden söz ediliyorsa burada homojen değil heterojen bir yapılanma olacaktır elbette. Bu tür teknik, akademik yada yabancı literatüre ait kelimeleri yazılarımda kullanmaktan nefret ederim fakat şu an anlatmak istediğimi anlatacak daha uygun bir tanımlama doğrusu aklıma gelmiyor. Bu terimlerini herkesin bilmek zorunda olmadığını düşünerek örneklersem homojen karışımı şeker ve suyun birleşimine, heterojene ise çerez tabağındaki çerezlere benzetebiliriz. Şeker ve su birleştiğinde artık bu ne şekerdir ne de sudur yeni bir şeydir "şekerli sudur". Onları ne ayrı ayrı görebilirsiniz nede kimyasal işlemlere tabi tutmadan ayıramazsınız. Ama çerez tabağındaki karışık çerezler her zaman için leblebiler, fındıklar, fıstıklar olarak ayrı ayrı kimliklerini koruyacaktır.
Bu çatı örgütlenmesi de aynen böyledir. Atatürk'çüsü, sosyalisti, liberali, siyasal rengi olmayanı bir arada ortaklaşmaktadır. Birleşip tek olmak gibi bir kaygı olmadığı gibi bünyedeki herkesin diğerinin her görüşünü, eylemini, icraatini onaylaması, katılması da gerekmez kıyasıya eleştirme hakkı da bakidir. Bu durumda artık ön şartların geçmişten gelen kırgınlıkların belli ölçüde rafa kaldırıldığını da gözlemlemek mümkün. Fakat bu elbette kayıtsız şartsız herkesin diğerine sessiz kalması demek değildir. Tüzükler, yönergeler, kararlar bunun içindir ve örgütlenme ortak çıkar ve düşünceler etrafında dışarıya karşı bir güç olmak kadar iç denetimi de başkaca bir hukuk yada kolluk gücüne başvurmaksızın giderebilmek içindir.
Örgütlülük dışarıya karşı bir ortak güç olduğu , kazanımların kapısını açtığı gibi kendi iç hukukunu ve yaptırımlarını getirecektir.
Bu örgütlenmeden sonra örgüt üyesi çocuk tiyatrolarını mı sorgularsınız, yada üyelerinin organize ettiği bir festivalde verilen ödülü mü sorgularsınız, tacizcilik duyumlarınızı mı sorgularsınız, çıkar menfaat ilişkilerini mi sorgularsınız bunu gerek duyunca iç kurullarda gündeme getirir ve örgütlülüğün getirdiği iç disiplin ve yaptırım gücünden yararlanırsınız. Nasıl ki barolar, tabipler odası üyelerini gerektiğinde bir çok haktan hatta meslekten mene dek kendi bünyesinde çözebiliyorsa sizin de örgütlülük disiplininden gelen bir yaptırımınız güçlü bir örgütlenme ile mümkündür. Örgütlülük dışarıya karşı bir ortak güç olduğu , kazanımların kapısını açtığı gibi kendi iç hukukunu ve yaptırımlarını getirecektir. Bu anlamda bir iki topluluk ve onların sözcüleri dışında ön şart yada onlar varsa biz yokuz şeklinde reddediş görülmemiş, geçmişte karşıt olsa da bugün asgari müştereklerde bir araya geliş sağlanmıştır ve elbette sevindiricidir. Bu ne kadar sonuna dek sürdürülebilecek ve gerçek örgütlenme başarılabilecektir merak ve umutla beklemekteyiz.
Elbette ki örgütlenmede homojen şekilde duran farklı kesimlerin öncelikleri de farklıdır. Kamu kuruluşlarında çalışan tiyatrocular öncelikle meslek birliğinin sağlanmasından, yasayla güvence altına alınmaktan söz etmektedir, çocuk tiyatrosu yapanlar bu alandaki sorunlardan söz etmektedir, amatörlerin sorunu başkadır, kimilerinin sorunu salt salon bulabilmekten ibarettir, bir kısmının sorunu yönetsel erklere karşı muhalif bir duruşu gösterebilmektir, kimileri içinse orada olmanın nedeni salt biz de tiyatrocu olarak tescillenelim duygusudur. Bu yada çok daha fazla beklenti ve nedenle bu çatı örgütlenmesine dahil olunmuş olunabilir ki bunların her biri doğal beklentilerdir. Örgütlenme her bir kesimin diğerinin sorunlarından, varlığından haberdar olması, gerektiğinde sahip çıkıp destek vermesi içindir. Burada öncelikleri belirleyecek olan ortak kaygı ve ortak çıkarları oluşturan maddelerle başlayıp sürecektir.
Çatı Örgütlenmesi heyecan vericidir ve bu heyecanın dinmeden gelişeceğine umutla bakıyorum
(Kaynak: tiyatrom.com)
A.Ertuğrul Timur
aetimur@gmail.com
Tiyatroda çatı örgütlenmesi bir süredir tiyatro gündeminde. Ben tiyatro yayıncılığını ve tiyatroya olan ilgimi kestiğim bir dönemde başladığı için sonradan dahil oldum. İstanbul buluşması ile kendimi içerisinde buldum ve Orhan Aydın'ın önerisi ile de komisyonda görev aldım. Fakat açıkçası toplantılarda düzenli bulunamadım ve hala tam olarak bu bünyeyi tam tanıyabilmiş yada bu bünyeye tam adapte olabilmiş değilim. Bu nedenle yazacaklarım zaten kendi içerisinde konuşulmuş konular olabilir, yanılgılarım olabilir. Ama Çatı örgütlenmesinin içerisinde olanlar bu yazacaklarımı ben merak ediyorsam yada ben düşünüyorsam dışarıdan başkaları da merak ediyor , düşünüyor diye ölçü kabul edip gerekirse yanıtlayarak bir açılıma vesile olabilirler.
Öncelikle benim çatıdan anladığım nedir? Eğer tiyatroda bir çatı örgütlenmeden bahsediliyorsa bunu iki türlü yorumlamak mümkün.
1- Zaten var olan Tiyatro örgütlerinin ortak bir üst yapılanmada bir araya gelmeleridir ki bunun adı konfederasyondur
2- Sınırlama olmaksızın (Amatör-Profesyonel-Genç-Çocuk Tiyatrocuları-Geleneksel Tiyatrocular, il il tiyatrocular vb) tüm tiyatro kapsamındakilerin kendi örgütlülükleri varken yada olmaksızın bir üst tanımlamada "tiyatrocular" geniş başlığı altında da bir araya gelmeleridir. Bu bireysel , topluluk bazında yada örgüt bazında olabilir.
Peki gözlemlediğim kadarıyla bu çatı bunlardan hangisi? Aslında belki ikisi de olma yolunda diyebiliriz. Tiyatroda zaten var olan örgütleri bir araya getirme çabası var. TODER, TOBAV, ASSITEJ, İATP-G, ATÇ, OYÇED adları geçiyor, toplantılara buralardan yönetici yada insanlar katılıyor. En azından geniş katılımlı toplantıda buralardan temsilciler var.
Ama İstanbul'da komisyona baktığımızda tam olarak bu manzarayı göremiyoruz . Eğer bu zaten var olan örgütlerin bir konfederasyonlaşması gibi çatı olsaydı iş kolaydı. Bu örgütlerin yöneticileri yada temsilcileri bir araya gelirdi ve "Ortak sıkıntılarımız neler, müştereklerimiz neler?, Hangi temel koşulların altına imza atmalı nerede ne zaman nasıl dayanışmalar geliştirmeliyiz" konularını ele alırlar bir anlamda tiyatro dernekleri konfederasyonunu çatısını çatarlardı. Ondan sonra anayasaya mı müdahale edilecek, Kültür Bakanlığına mı gidilecek, yoksa ortak eylem mi yapılacak bunlar kurulacak komisyonlarda ele alınıp hızla yol alınırdı. Her bir örgüt de bu alınan kararları kendi üyelerine duyurur, toparlar, kendi kitlesini seferber ederdi. Böylece belki İzmir'de, İstanbul'da, Ankara'da kitlesel salon toplantılarına dahi gereksinim duymadan kaç örgüt var ise onların yönetici yada temsilcilerinin bir araya gelmesi ile bu çatı (konfederasyon) hayata geçirilirdi.
Oysa şimdi İstanbul'daki komisyona bakıyoruz. Evet NHKM çevresinden Orhan Aydın, İATP-G çevresinden Ömer F.Kurhan, Fırat Güllü, ATÇ'den Mehmet Esatoğlu var ama TOBAV, TODER, ASSITEJ, OYÇED gibi örgütlerin temsilcileri komisyon toplantılarında yok. Çok sevgili arkadaşım Adnan Tönel var ama Adnan Tönel oyuncu, sanatçı, akademisyen ve gazeteci yanları olsa da bir örgüt yada örgüt temsilcisi değil, tiyatroda tek başına bir birey. Ertuğrul Timur var ama Ertuğrul Timur bir tiyatro örgütü temsilcisi değil. ASSITEJ ve/veya ÇOGED yok ama çocuk tiyatroları adına konuşan bir Ceren Okur var (ki oraların temsilcisi olarak değil kendi adına var) En fazla tiyatrocuyu temsil ettiği kağıt üzerinde varsayılan TODER başkanı Ali Yaylı kamuya açık salon toplantısında var ama komisyonda yok. İSTİŞAN yok, ASSITEJ'in resmi bir sözcüsü yok, OYÇED yok. Yani görünen şudur ki buna tam olarak zaten var olan örgütlerin konfederasyonlaşması gibi bir çatı olarak en azından şimdilik bakamayız.
Şimdilik daha çok amatör yada yarı profesyonellerin daha gayretli olduğu, bireysel özveri ve çabaların daha önde görüldüğü, TODER, TOBAV gibi var olan örgütlerinse karşı olmadığı, yakın olduklarını hissettirdikleri ama örgüt olarak çok da varlıkları hissedilemeyen , Ödenekli tiyatro çalışanlarının ise onca sorun yaşayan birimlerden olmalarına ve sayıca en kalabalık topluluklar olmalarına karşın ara ki bulasın denecek kadar az olduğu bir noktadayız. Bireysel çabaların olduğu yerde de birilerinin öne çıkması, yada birilerinin öne çıkmış gibi görünmesinin zaman zaman getirdiği sıkıntılar da yaşanabiliyor.
Peki örgütsel anlamda bir araya gelişi şimdilik bir kenara bırakırsak bölgesel bir temsilden söz edebilir miyiz? Şimdi burada tiyatrom bölge temsilciliğiyle kıyaslarsam; Ben tiyatrom adına bir tek adamı da bölge temsilcisi ilan edebilirim. Zira bu örgütlülük değildir. Bir tek adam gider şehrindeki tiyatro haberlerini toparlar, isterse oradaki tiyatrocularla hiç tanışmaya bile gerek duymadan gişeden, lobiden broşür toplar, gider seyirci gibi izler fotoğraf çeker ve bana o bölgede, o ilde tiyatro adına yapılanları haber yapar ve o bölgedeki tiyatral etkinliklerden bizi haberdar eder bu da yetebilir. Evet benim için o kentten bana haber ileten kişi o kentin temsilcisi olmaya yetebilir.
Fakat bir örgütlülükten söz ediyorsak ve örneğin Trabzon temsilcisi diyorsak bu kişinin asgari de olsa Trabzon'da bulunan tiyatro tüzel kişiliklerini yada tiyatrocuları temsil hakkını elde edebilecek yeterlikte çevresi, yetkilendirilmişliği olması gerekir diye düşünüyorum. Örneğin Zafer Gecegörür Bartın Kültür Sanat Derneğinin başkanıdır bu anlamda Bartın'ı temsil ettiği düşünülebilir. Fakat diğer 71 vilayet için böyle bir temsilden söz edemeyiz zira bölge bölge, kent kent bir tiyatro örgütlenmesi de yok ki onların temsilcileri bir araya gelmiş çatıyı kuruyor olsun. Bu anlamda da baktığımızda bir bölgeler üstü örgütlenmelerden de söz etmek mümkün görünmüyor. Ama İstanbul, Ankara ve İzmir görece daha örgütlü daha katılımcı elbette. Karadeniz bölgesinde ise bir kollektif girişimin sanıyorum hayata geçirilmesi gündemde.
Bütün bunlardan yola çıkarak artık kesin bir dille diyebiliriz ki bu çatı örgütlenmesi örgütlerin konfederasyonu değil ayrım gözetmeksizin tüm tiyatro bireysel yada tüzel kişiliklerine açık geniş tabanlı bir örgütlenme girişimidir. Tiyatro Derneklerinin de kısmen yanında yada yakınında durduğu, Türkiye geneline açık (ama maalesef henüz Tiyatronun güçlü olduğu iller de dahil çoğu ile ulaşılamamış) daha çok bireysel veya toplulukların içerisinde olduğu bir yapılanma söz konusudur.
Bana sorarsanız bu durumda bu bir çatı örgütünden çok genele açık , Genel topyekün bir tiyatrocular örgütlenmesidir. İstanbul'da benim de katıldığım ve kısa da olsa konuşmacı olduğum toplantıda da çıkan tablo buydu ve katılanlar daha çok ya kendi adına yada toplulukları adına oradaydılar ve zaten bir çoğunun konuşması da topyekün örgütlenme heyecanından çok kendilerinin yada topluluklarının yaptıklarının değişik tiyatrocular önünde tanıtma fırsatı gibi değerlendirildi.
NASIL BİR BİRLİKTELİK NASIL BİR ÜST ÖRGÜTLENME?
Eğer çatı ile tiyatroda geniş tabanlı bir örgütlenmeden söz ediliyorsa burada homojen değil heterojen bir yapılanma olacaktır elbette. Bu tür teknik, akademik yada yabancı literatüre ait kelimeleri yazılarımda kullanmaktan nefret ederim fakat şu an anlatmak istediğimi anlatacak daha uygun bir tanımlama doğrusu aklıma gelmiyor. Bu terimlerini herkesin bilmek zorunda olmadığını düşünerek örneklersem homojen karışımı şeker ve suyun birleşimine, heterojene ise çerez tabağındaki çerezlere benzetebiliriz. Şeker ve su birleştiğinde artık bu ne şekerdir ne de sudur yeni bir şeydir "şekerli sudur". Onları ne ayrı ayrı görebilirsiniz nede kimyasal işlemlere tabi tutmadan ayıramazsınız. Ama çerez tabağındaki karışık çerezler her zaman için leblebiler, fındıklar, fıstıklar olarak ayrı ayrı kimliklerini koruyacaktır.
Bu çatı örgütlenmesi de aynen böyledir. Atatürk'çüsü, sosyalisti, liberali, siyasal rengi olmayanı bir arada ortaklaşmaktadır. Birleşip tek olmak gibi bir kaygı olmadığı gibi bünyedeki herkesin diğerinin her görüşünü, eylemini, icraatini onaylaması, katılması da gerekmez kıyasıya eleştirme hakkı da bakidir. Bu durumda artık ön şartların geçmişten gelen kırgınlıkların belli ölçüde rafa kaldırıldığını da gözlemlemek mümkün. Fakat bu elbette kayıtsız şartsız herkesin diğerine sessiz kalması demek değildir. Tüzükler, yönergeler, kararlar bunun içindir ve örgütlenme ortak çıkar ve düşünceler etrafında dışarıya karşı bir güç olmak kadar iç denetimi de başkaca bir hukuk yada kolluk gücüne başvurmaksızın giderebilmek içindir.
Örgütlülük dışarıya karşı bir ortak güç olduğu , kazanımların kapısını açtığı gibi kendi iç hukukunu ve yaptırımlarını getirecektir.
Bu örgütlenmeden sonra örgüt üyesi çocuk tiyatrolarını mı sorgularsınız, yada üyelerinin organize ettiği bir festivalde verilen ödülü mü sorgularsınız, tacizcilik duyumlarınızı mı sorgularsınız, çıkar menfaat ilişkilerini mi sorgularsınız bunu gerek duyunca iç kurullarda gündeme getirir ve örgütlülüğün getirdiği iç disiplin ve yaptırım gücünden yararlanırsınız. Nasıl ki barolar, tabipler odası üyelerini gerektiğinde bir çok haktan hatta meslekten mene dek kendi bünyesinde çözebiliyorsa sizin de örgütlülük disiplininden gelen bir yaptırımınız güçlü bir örgütlenme ile mümkündür. Örgütlülük dışarıya karşı bir ortak güç olduğu , kazanımların kapısını açtığı gibi kendi iç hukukunu ve yaptırımlarını getirecektir. Bu anlamda bir iki topluluk ve onların sözcüleri dışında ön şart yada onlar varsa biz yokuz şeklinde reddediş görülmemiş, geçmişte karşıt olsa da bugün asgari müştereklerde bir araya geliş sağlanmıştır ve elbette sevindiricidir. Bu ne kadar sonuna dek sürdürülebilecek ve gerçek örgütlenme başarılabilecektir merak ve umutla beklemekteyiz.
Elbette ki örgütlenmede homojen şekilde duran farklı kesimlerin öncelikleri de farklıdır. Kamu kuruluşlarında çalışan tiyatrocular öncelikle meslek birliğinin sağlanmasından, yasayla güvence altına alınmaktan söz etmektedir, çocuk tiyatrosu yapanlar bu alandaki sorunlardan söz etmektedir, amatörlerin sorunu başkadır, kimilerinin sorunu salt salon bulabilmekten ibarettir, bir kısmının sorunu yönetsel erklere karşı muhalif bir duruşu gösterebilmektir, kimileri içinse orada olmanın nedeni salt biz de tiyatrocu olarak tescillenelim duygusudur. Bu yada çok daha fazla beklenti ve nedenle bu çatı örgütlenmesine dahil olunmuş olunabilir ki bunların her biri doğal beklentilerdir. Örgütlenme her bir kesimin diğerinin sorunlarından, varlığından haberdar olması, gerektiğinde sahip çıkıp destek vermesi içindir. Burada öncelikleri belirleyecek olan ortak kaygı ve ortak çıkarları oluşturan maddelerle başlayıp sürecektir.
Çatı Örgütlenmesi heyecan vericidir ve bu heyecanın dinmeden gelişeceğine umutla bakıyorum
(Kaynak: tiyatrom.com)
21 Kasım 2009 Cumartesi
nedim saban
Profili göster
Diğer seçenekler 12 Kasım, 22:12
Kimden: "nedim saban"...@superonline.com>
Tarih: Fri, 13 Nov 2009 05:12:14 +0200
Yerel: Perş 12 Kasım 2009 22:12
Konu: Re: denetimsiz google groupları ve faşist köpekler
Yanıtla Yazarı yanıtla Yönlendir Yazdır İleti dizisini görüntüle Aslını göster Bu iletiyi bildir Bu yazarın iletilerini bul
Sevgili Tiyatro Dünyası Okuyucuları,
Sözümona Tuncay Özinel'in Ömer Faruk Kurhan'a yanıt yazıyormuş gibi tüm bir grupa yazdığı ve anladığım kadarıyla herhangi bir grup yöneticisi tarafından okunmadan dolaşıma sokulan şantajcı köpek Tuncay Özinel'in sözümona Caddebostan Kültür Merkezi ile ilgili olan ama sıkıştığı anda her Irkçı aşağılık köpek gibi hemen din ya da etnik köken karşıtı bir söyleme dönen mailini kınamak için tüm ırkçıları kınamak ve aynı zamanda google grupların denetimsizliğini kınamak için Tuncay Özinel'e tam yedi kez şantajcı köpek şantajcı şantajcı şantajcı şantajcı şantajcı şantajcı şantajcı köpek diyorum. (Sekizinci şantajcı köpek de Tatlıcı Tombak'tan bonustur) Bir halk sanatçısı olduğunu iddia eden (zavallı gerçek halk sanatçıları Muammer Karaca'lar, Ulvi Uraz'lar, ) şantajcı Tuncay Özinel şimdi Yüzleşme adlı oyunu ile ilgili sözümona bir gerçek varmış gibi (!) tartışmayı başka bir yere çekmeye çalışıyor. Şu hassas dönemde toplumun dengeleriyle oynayarak, çok tehlikeli birşey yapıyor. Beni korkutacağını, sindireceğini, susturacağını sanıyor. Oysa ben ne yazık ki, özellikle son dönemde düşmanlarımla düşmanlarımın dilinde savaşmayı, dostlarımla dostlarımın dilinde sevişöeyi çok iyi öğrendim.(Bunu bana kazandıran Barbaros Şansal'a teşekkürler) Yüzleşme'nin oynandığı dönemde bir ödül jürisindeydim ve oyunda oynayan genç oyuncuların ödül alması için ne kadar çaba harcadığımı o dönem jüride olan arkadaşlarım bilir. Tuncay Özinel, benden provda oyunu izlememi istemişti. Sadece yapıcı eleştirilerimi dile getirdim.Savaş karşıtı bir canlı bomba sahnesinin prova aşamasında yeniden düşünülmesini ve barış öneren bir oyuna yaraşmadığını önerdim ve politik duruşum nedeniyle bu oyununun yanında olamayacağımı bildirdim. Bunun da kökenimle hiçbir ilgisi yok, politik duruşum ve sözgelimi daha geçen hafta imzaladığım Barış İçin Sanatçı Girişimi ile yakından ilgisi var..Bir canlı bombanın Filistinli, İsrailli, Türk, Kürt, Lübnanlı, İranlı, Iraklı, Amerikan, Rus, Bosnalı, kimseyi öldürmesini kabul edemem. Şimdi sanki benim hayattaki vazifem toplu satış yapmakmış gibi, hem de o dönem ödül almış, ya da ödüle aday olmuş oyuncuları şahit göstererek, şantaj yapması kendisini solcudan sanan bu Kadıköylüye yakışmıyor. 18 kasım eyleminin Kadıköy'e yaraşmayan bu kişilerin suratına tükürme eylemine dönüşmesi gerekip gerekmediğini düşünüyorum açıkçası. Kusura bakmasın ama kendisi meslektaşım olamaz ama bana karşı şahit gösterdiği yetenekli kişiler, meslektaşlarımdır. Birkaç mail öncesinde kendisinde Çehov parıltısı gören genç yazar, Özinel, AYRICA BÜTÜN BUNLARIN CADDEBOSTAN KÜLTÜR MERKEZİ PROTESTOSUYLA NE ALAKASI VAR?
......
Tuncay Özinel ne yazık ki 24 saat içinde 24 yalan söylemektedir.. Bu maili görenler benim nasıl böyle bir söylem içine girdiğimi görüp, beni kınayabilirler, ancak topluma açık bir grubu denetimsizce istismar ederek, insanların kökenleri, dinleri, dillerine küfür edenlere, açık açık şantaj yapanlara, sanki bir bildikleri varmış da, kamuoyundan saklıyorlarmış gibi ortalığı bulandıranlara ben ŞANTAJCI KÖPEK demenin az bile olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki, köpek, çok sevdiğim bir hayvan. Ama tek kusuru iradesi dışında insanların üzerine saldırtılabilir olmasıdır. Tuncay Özinel, utanmadan AKM yandığında ağladığını söylüyor! Kadıköy'deki minik Süreyya operasına çok sevinmiş. Yani, toplumun bilinçaltına, AKM'den vazgeç, Süreyya ile idare et'i yerleştirebiliyor. Bir de utanmadan, Kadıköy'deki 6 tane tiyatro salonunu halkevlerine benzetiyorlar. Oradan genç sanatçı yetişiyormuş. Lütfen halkevlerine saygısızlık etmeyiniz. Barış Manço'da, genç sanatçıların önünü nasıl tıkadığınız herkesin malumudur. Süreyya Operası ve Kadıköy'deki 6 salon tabi ki çok önemlidir ama halkevlerinin ve AKM'nin yeri apayrıdır. ...... Tuncay Özinel, bu yazılanlardan, Ömer Faruk Kurhan'a googlegroups üzerinde yazdığı mailinde CKM olayından yeni haberi olduğunu söylüyor. Oysa 9 Kasım Pazartesi, beni telefonla aramıştır. Kendisini bir büyüğüm gibi görerek CKM sorununu anlattım. Beni aradığında,zaten başkanla görüşmüştü. Bana CKM için açık açık söylediklerini yazarsam, bu kez devlet yardımı almak için kağıt üzerinde göstermelik 25 oyun sergilediği Barış Manço'ya sığınamama tehlikesi doğacaktır. Hadi bari bu kez ben söylemeyerek, şantajcı köpek olma riskini üzerime ! Farkındaysanız yalanlarla dolu mailinde hiçbirşey bilmediğini iddia eden Özinel, " Leyla'nın Evi" projesi'nin tüm detaylarından haberdar olduğu gibi, protestoda CKM'nin maketinin yakılacağını bile biliyor. Tek bilmediği şey ise, Selami Öztürk ile Caddebostan Kültür Merkezi konusunun defalarca konuşulduğu. Ayrıca CKM'de ayrımcılığa uğrayan tek grup Tiyatrokare değildir, başkanın bilgisinde olan en az on grup var. Kaldı ki konu, sadece Caddebostan değil.... Konu, belediyelerin şeffaf bir politika gütmemesidir. CKM yönetimi, sezon başında sadece yeni oyunları ağırlayacağını söylediğinde, bunu saygıyla karşıladık. Ancak on gün sonra karşımıza bambaşka bir uygulama çıktı. CKM yönetimi, 5 yıl için, merkezin Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu'na tahsis edildiğini söylerse , bunu da saygıyla karşılarız. Yap işlet devret modeli diye bir model var. Örneğin Büyükçekmece'de gayet şeffaf bir biçimde uygulanıyor. , CKM, Aysa'ya kiralanır, Aysa da burayı dilediği gibi işletebilir. Bu da bir yoldur. Ya da Küçükçekmece, Zeytinburnu modeli vardır. Bu durumda bir kurul oyunları izler, dilediği oyunu seçer, dilemediğini seçmez. Hiç kimse bu kurula neden benim oyunumu almadın diyemez çünkü sözkonusu kurul oyunları sübvanse ederek, halka düşük bilet fiystıyla sunar. Kaldı ki CKM yönetimi, işi Zülfü livaneli'nin metnini okuma koşulu koymaya yani sansür uygulamaya götürecek kadar ilerletmiştir. İşin acı tarafı, demokratik bir protesto eylemini kışkırtarak, başka bir yöne çeken, hedef şaşırtan ve bütün bunları tiyatro uğruna yaptığını söyleyen kişilerin varlığıyla tiyatromuz yerinde saymaktadır. On yılda Kadıköy'e altı tiyatro binası armağan eden Selami Öztürk, bir protestodan gerekli mesajı alabilecek erişkinliğe sahip bir kişidir. Kültür müdürü, basın danışmanını görevlendirerek sorunları çözebliir ya da görmezden gelmeye devam edebilir. Kendisinin Tuncay Özinel'in sözcülüğüne ihtiyacı olduğunu hiç sanmıyorum.
----- Original Message -----
From: tuncay özinel
To: tiyatrodunyasi@googlegroups.com
Sent: Friday, November 13, 2009 2:39 AM
Subject: {Tiyatro Dünyası} Re: kadıköy belediye başkanı ve gazanfer özcan
SAYIN KURHAN,
Nedim Saban'ın bu düzeysiz çıkışını sanırım desteklemiyorsunuz. Kendisine ben de aynı düzeye inmeden cevap vermeye çalıştım. Anlaşılmayan şu: Ben tüm CHPli belediyeler iyidir,eleştirmeyelim filan demiyorum. Tam aksine Geçtiğimiz yıl Türk tiyatrosuna destek vermedikleri için Beşiktaş ve Avcılar belediye beşkanları ile tartışıp kötü kişi oldum. Özellikle Beşiktaş belediye başkanına...@gmail.com To: tiyatrodunyasi@googlegroups.com
Sayın Özinel,
Kamuoyunu ilgilendiren Nedim Saban'ın tiyatro alanı dışındaki mesleki faaliyetleri değil. Tüketicisi olmadığım için TOMBAK'ın ürünleri ne kadar memnun edici onu da bilmiyorum. "Aysa prodüksiyonu savunacak değilim ama en az onun kadar Türk tiyatrosunu çıkar amaçlı kullanan Nedim Saban’ı da savunamayız" diyorsunuz. Tiyatro Kare'nin piyasa üzerinde tekel kurmak ve yerel yönetimlerle ilişkilerini bu şekilde kullanmak gibi icraatları mı olmuş?
İnsaflı olalım ve Kadıköy Belediyesi'ni eleştirirken kantarın topuzunu kaçırmayalım diyorsanız, zaten bu yönde verileri sunmaya çalışıyorsunuz. Sadete gelecek olursak, İstanbul'da salon sayısının giderek arttığı (sadece CHP'li belediyelerin çalışmaları ile değil) bir vakadır. Fakat bunların amacı ve nasıl kullanıldığı oldukça tartışmalıdır. CKM tartışmaları da buna bir örnektir. Aysa prodüksiyonu savunamıyorsanız, bu vakada Kadıköy Belediyesi'ni de savunmak kolay değildir.
Bildiğim kadarıyla CKM tartışmalarının asıl konusu Nedim Saban'ın bir prodüksiyonu için Beşiktaş ya da Kadıköy belediyelerinden destek isteyip istememesi değil, belediyenin denetiminde olması gereken bir salonun tekelci bir icraata sahne olması. Biz de bu harekete destek verirken tekelci bir uygulamaya itiraz ediyoruz. Harekete destek verenlerin asgari müştereğinin Tiyatro Kare'ye yardım meselesi olduğunu hiç sanmıyorum.
Anladığım kadarıyla siz de Belediye-Aysa ilişkisinde bir sorun olduğunu kabul ediyorsunuz. Fakat yazdıklarınızdan CKM tartışmalarının yerine Tiyatro Kare ya da Nedim Saban tartışmasını geçirmeye çalıştığınız anlaşılıyor. Yani diyorsunuz ki, tiyatrocu tiyatrocunun kurdu olmalıdır.
Biz bu anlayışa itiraz ediyoruz Sayın Özinel. Eğer CKM'ye dönük tepkilerde haksızlık değil ama bir aşırılık, saptırma vs. görüyorsanız, hareketin içinden ve yapıcılığı esas alarak müdahale etmeniz gerekirdi. İthamlarınıza dönük olarak Nedim Saban mecburen size ağır bir karşılık verdi. Bu şekilde CKM'deki Aysa-Belediye tekelciliği aradan sıyrılır mı bilmemem, ama tiyatrocuyu tiyatrocuya kırdırma senaryosunun devreye girdiğine hiç kuşku yok
Bu uğursuz senaryonun başarısızlığa uğraması dileğiyle...
12 Kasım 2009 06:27 tarihinde tuncay özinel...@hotmail.com> yazdı:
----------------------------------------------------------------------------
NEDİM SABAN YALANI BIRAKİP İNSAFA GEL
Burada Aysa prodüksiyonu savunacak değilim ama en az onun kadar Türk tiyatrosunu çıkar amaçlı kullanan Nedim Saban’ı da savunamayız. Nedenine gelince : Bizzat kendisinden de öğrendiğim gibi Nedim Saban Kadıköy ve Beşiktaş belediyelerinden Zülfü Livaneli’nin oyunu için 180 milyar istemiştir. Bu parayı alamayan Saban CKM’yi bahane ederek protesto gösterilerine başlamıştır.
Ben tiyatrocuyum. Hiç unutmuyorum AKM yandığı gün Taksim’de ağlamıştım. Oysa benim hele o tarihlerde AKM’de oynayabilme hayalim bile yoktu. Aynı biçimde Kadıköy belediyesi Süreyya operasını restore edip açtığı gün de ağladım. Ben Süreyya’da oynayacak değilim. Ama çocukluğum Kadıköy’de geçti. Süreyya sinemasına her girişimde içim acır ve orasını tiyatro salonu olarak düşünürdüm.
Kadıköy Belediyesini neden mi savunuyorum. İncelendiğinde sanata ve özellikle de tiyatro sanatına verdiği önem ve destek için. Açıkçası Selami Öztürk geldiğinde Kadıköy’de Halk eğitim ve Şehir tiyatroları dışında tek bir salon yoktu. Sanırım doksanaltı yılı idi Selami Öztürk yeni başkan olmuştu. Halk Eğitim’de oynadığımız bir oyunun galasına geldi. Finalde alkışı durdurup kendisine sesendim. “Bak başkan gördüğün şu kadro _ Halit Akçatepe,Ayşen Gruda,Ercan Yazgan başta olmak üzere- bizler Türk tiyatrosunun önemli çalışanlarıyız. Kadıköy’de salon yok. Bu kadro evde çalışarak oyun çıkarttık. Senden Kadıköy’e tiyatro salonları istiyoruz. Bize söz ver.” Ve Selami Öztürk bize o gün söz verdi. Ve sözünü de tuttu. BARIŞ MANÇO KÜLTÜR MERKEZİ,HALİS KURTÇA KÜLTÜR MERKEZİ VE CKM arkasından da SÜREYYA OPERASI. Şimdi de Kozyatağı’nda yapılan yeni salon. Hangi belediye bu sanata bu kadar kucak açtı dersiniz. Üstelik bu salonlardan amatör ve profesyonel bir çok tiyatro hiçbir ücret ödemeden yararlanıyor.
Her yıl yapılan “KADIKÖY TİYATRO FESTİVALİ ni halk değerlendiriyor merak etmeyin. Festivalde halk öğlen saatlerinden itibaren kuyruk oluşturuyor. Böylece özel tiyatrolar olarak ne yazık giriş ücretlerimiz yüksek olduğu için halka tiyatromuz ulaşmış oluyor. Ayrıca Kadıköy halkı da değerlendiriyor.
Sevgili tatlıcı TOMBAK’ı şimdi de sol ticaretine başladığı için kutlamak gerek. Tebrikler. Bu konuda da söyleyecek sözümüz ve bilgilerimiz var. Ama şimdilik susuyoruz.
---------------------------------------------------------------------------- Hotmail: Trusted email with Microsoft's powerful SPAM protection. Sign up now.
-- Ömer F. Kurhan
Profili göster
Diğer seçenekler 12 Kasım, 22:12
Kimden: "nedim saban"
Tarih: Fri, 13 Nov 2009 05:12:14 +0200
Yerel: Perş 12 Kasım 2009 22:12
Konu: Re: denetimsiz google groupları ve faşist köpekler
Yanıtla Yazarı yanıtla Yönlendir Yazdır İleti dizisini görüntüle Aslını göster Bu iletiyi bildir Bu yazarın iletilerini bul
Sevgili Tiyatro Dünyası Okuyucuları,
Sözümona Tuncay Özinel'in Ömer Faruk Kurhan'a yanıt yazıyormuş gibi tüm bir grupa yazdığı ve anladığım kadarıyla herhangi bir grup yöneticisi tarafından okunmadan dolaşıma sokulan şantajcı köpek Tuncay Özinel'in sözümona Caddebostan Kültür Merkezi ile ilgili olan ama sıkıştığı anda her Irkçı aşağılık köpek gibi hemen din ya da etnik köken karşıtı bir söyleme dönen mailini kınamak için tüm ırkçıları kınamak ve aynı zamanda google grupların denetimsizliğini kınamak için Tuncay Özinel'e tam yedi kez şantajcı köpek şantajcı şantajcı şantajcı şantajcı şantajcı şantajcı şantajcı köpek diyorum. (Sekizinci şantajcı köpek de Tatlıcı Tombak'tan bonustur) Bir halk sanatçısı olduğunu iddia eden (zavallı gerçek halk sanatçıları Muammer Karaca'lar, Ulvi Uraz'lar, ) şantajcı Tuncay Özinel şimdi Yüzleşme adlı oyunu ile ilgili sözümona bir gerçek varmış gibi (!) tartışmayı başka bir yere çekmeye çalışıyor. Şu hassas dönemde toplumun dengeleriyle oynayarak, çok tehlikeli birşey yapıyor. Beni korkutacağını, sindireceğini, susturacağını sanıyor. Oysa ben ne yazık ki, özellikle son dönemde düşmanlarımla düşmanlarımın dilinde savaşmayı, dostlarımla dostlarımın dilinde sevişöeyi çok iyi öğrendim.(Bunu bana kazandıran Barbaros Şansal'a teşekkürler) Yüzleşme'nin oynandığı dönemde bir ödül jürisindeydim ve oyunda oynayan genç oyuncuların ödül alması için ne kadar çaba harcadığımı o dönem jüride olan arkadaşlarım bilir. Tuncay Özinel, benden provda oyunu izlememi istemişti. Sadece yapıcı eleştirilerimi dile getirdim.Savaş karşıtı bir canlı bomba sahnesinin prova aşamasında yeniden düşünülmesini ve barış öneren bir oyuna yaraşmadığını önerdim ve politik duruşum nedeniyle bu oyununun yanında olamayacağımı bildirdim. Bunun da kökenimle hiçbir ilgisi yok, politik duruşum ve sözgelimi daha geçen hafta imzaladığım Barış İçin Sanatçı Girişimi ile yakından ilgisi var..Bir canlı bombanın Filistinli, İsrailli, Türk, Kürt, Lübnanlı, İranlı, Iraklı, Amerikan, Rus, Bosnalı, kimseyi öldürmesini kabul edemem. Şimdi sanki benim hayattaki vazifem toplu satış yapmakmış gibi, hem de o dönem ödül almış, ya da ödüle aday olmuş oyuncuları şahit göstererek, şantaj yapması kendisini solcudan sanan bu Kadıköylüye yakışmıyor. 18 kasım eyleminin Kadıköy'e yaraşmayan bu kişilerin suratına tükürme eylemine dönüşmesi gerekip gerekmediğini düşünüyorum açıkçası. Kusura bakmasın ama kendisi meslektaşım olamaz ama bana karşı şahit gösterdiği yetenekli kişiler, meslektaşlarımdır. Birkaç mail öncesinde kendisinde Çehov parıltısı gören genç yazar, Özinel, AYRICA BÜTÜN BUNLARIN CADDEBOSTAN KÜLTÜR MERKEZİ PROTESTOSUYLA NE ALAKASI VAR?
......
Tuncay Özinel ne yazık ki 24 saat içinde 24 yalan söylemektedir.. Bu maili görenler benim nasıl böyle bir söylem içine girdiğimi görüp, beni kınayabilirler, ancak topluma açık bir grubu denetimsizce istismar ederek, insanların kökenleri, dinleri, dillerine küfür edenlere, açık açık şantaj yapanlara, sanki bir bildikleri varmış da, kamuoyundan saklıyorlarmış gibi ortalığı bulandıranlara ben ŞANTAJCI KÖPEK demenin az bile olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki, köpek, çok sevdiğim bir hayvan. Ama tek kusuru iradesi dışında insanların üzerine saldırtılabilir olmasıdır. Tuncay Özinel, utanmadan AKM yandığında ağladığını söylüyor! Kadıköy'deki minik Süreyya operasına çok sevinmiş. Yani, toplumun bilinçaltına, AKM'den vazgeç, Süreyya ile idare et'i yerleştirebiliyor. Bir de utanmadan, Kadıköy'deki 6 tane tiyatro salonunu halkevlerine benzetiyorlar. Oradan genç sanatçı yetişiyormuş. Lütfen halkevlerine saygısızlık etmeyiniz. Barış Manço'da, genç sanatçıların önünü nasıl tıkadığınız herkesin malumudur. Süreyya Operası ve Kadıköy'deki 6 salon tabi ki çok önemlidir ama halkevlerinin ve AKM'nin yeri apayrıdır. ...... Tuncay Özinel, bu yazılanlardan, Ömer Faruk Kurhan'a googlegroups üzerinde yazdığı mailinde CKM olayından yeni haberi olduğunu söylüyor. Oysa 9 Kasım Pazartesi, beni telefonla aramıştır. Kendisini bir büyüğüm gibi görerek CKM sorununu anlattım. Beni aradığında,zaten başkanla görüşmüştü. Bana CKM için açık açık söylediklerini yazarsam, bu kez devlet yardımı almak için kağıt üzerinde göstermelik 25 oyun sergilediği Barış Manço'ya sığınamama tehlikesi doğacaktır. Hadi bari bu kez ben söylemeyerek, şantajcı köpek olma riskini üzerime ! Farkındaysanız yalanlarla dolu mailinde hiçbirşey bilmediğini iddia eden Özinel, " Leyla'nın Evi" projesi'nin tüm detaylarından haberdar olduğu gibi, protestoda CKM'nin maketinin yakılacağını bile biliyor. Tek bilmediği şey ise, Selami Öztürk ile Caddebostan Kültür Merkezi konusunun defalarca konuşulduğu. Ayrıca CKM'de ayrımcılığa uğrayan tek grup Tiyatrokare değildir, başkanın bilgisinde olan en az on grup var. Kaldı ki konu, sadece Caddebostan değil.... Konu, belediyelerin şeffaf bir politika gütmemesidir. CKM yönetimi, sezon başında sadece yeni oyunları ağırlayacağını söylediğinde, bunu saygıyla karşıladık. Ancak on gün sonra karşımıza bambaşka bir uygulama çıktı. CKM yönetimi, 5 yıl için, merkezin Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu'na tahsis edildiğini söylerse , bunu da saygıyla karşılarız. Yap işlet devret modeli diye bir model var. Örneğin Büyükçekmece'de gayet şeffaf bir biçimde uygulanıyor. , CKM, Aysa'ya kiralanır, Aysa da burayı dilediği gibi işletebilir. Bu da bir yoldur. Ya da Küçükçekmece, Zeytinburnu modeli vardır. Bu durumda bir kurul oyunları izler, dilediği oyunu seçer, dilemediğini seçmez. Hiç kimse bu kurula neden benim oyunumu almadın diyemez çünkü sözkonusu kurul oyunları sübvanse ederek, halka düşük bilet fiystıyla sunar. Kaldı ki CKM yönetimi, işi Zülfü livaneli'nin metnini okuma koşulu koymaya yani sansür uygulamaya götürecek kadar ilerletmiştir. İşin acı tarafı, demokratik bir protesto eylemini kışkırtarak, başka bir yöne çeken, hedef şaşırtan ve bütün bunları tiyatro uğruna yaptığını söyleyen kişilerin varlığıyla tiyatromuz yerinde saymaktadır. On yılda Kadıköy'e altı tiyatro binası armağan eden Selami Öztürk, bir protestodan gerekli mesajı alabilecek erişkinliğe sahip bir kişidir. Kültür müdürü, basın danışmanını görevlendirerek sorunları çözebliir ya da görmezden gelmeye devam edebilir. Kendisinin Tuncay Özinel'in sözcülüğüne ihtiyacı olduğunu hiç sanmıyorum.
----- Original Message -----
From: tuncay özinel
To: tiyatrodunyasi@googlegroups.com
Sent: Friday, November 13, 2009 2:39 AM
Subject: {Tiyatro Dünyası} Re: kadıköy belediye başkanı ve gazanfer özcan
SAYIN KURHAN,
Nedim Saban'ın bu düzeysiz çıkışını sanırım desteklemiyorsunuz. Kendisine ben de aynı düzeye inmeden cevap vermeye çalıştım. Anlaşılmayan şu: Ben tüm CHPli belediyeler iyidir,eleştirmeyelim filan demiyorum. Tam aksine Geçtiğimiz yıl Türk tiyatrosuna destek vermedikleri için Beşiktaş ve Avcılar belediye beşkanları ile tartışıp kötü kişi oldum. Özellikle Beşiktaş belediye başkanına
Sayın Özinel,
Kamuoyunu ilgilendiren Nedim Saban'ın tiyatro alanı dışındaki mesleki faaliyetleri değil. Tüketicisi olmadığım için TOMBAK'ın ürünleri ne kadar memnun edici onu da bilmiyorum. "Aysa prodüksiyonu savunacak değilim ama en az onun kadar Türk tiyatrosunu çıkar amaçlı kullanan Nedim Saban’ı da savunamayız" diyorsunuz. Tiyatro Kare'nin piyasa üzerinde tekel kurmak ve yerel yönetimlerle ilişkilerini bu şekilde kullanmak gibi icraatları mı olmuş?
İnsaflı olalım ve Kadıköy Belediyesi'ni eleştirirken kantarın topuzunu kaçırmayalım diyorsanız, zaten bu yönde verileri sunmaya çalışıyorsunuz. Sadete gelecek olursak, İstanbul'da salon sayısının giderek arttığı (sadece CHP'li belediyelerin çalışmaları ile değil) bir vakadır. Fakat bunların amacı ve nasıl kullanıldığı oldukça tartışmalıdır. CKM tartışmaları da buna bir örnektir. Aysa prodüksiyonu savunamıyorsanız, bu vakada Kadıköy Belediyesi'ni de savunmak kolay değildir.
Bildiğim kadarıyla CKM tartışmalarının asıl konusu Nedim Saban'ın bir prodüksiyonu için Beşiktaş ya da Kadıköy belediyelerinden destek isteyip istememesi değil, belediyenin denetiminde olması gereken bir salonun tekelci bir icraata sahne olması. Biz de bu harekete destek verirken tekelci bir uygulamaya itiraz ediyoruz. Harekete destek verenlerin asgari müştereğinin Tiyatro Kare'ye yardım meselesi olduğunu hiç sanmıyorum.
Anladığım kadarıyla siz de Belediye-Aysa ilişkisinde bir sorun olduğunu kabul ediyorsunuz. Fakat yazdıklarınızdan CKM tartışmalarının yerine Tiyatro Kare ya da Nedim Saban tartışmasını geçirmeye çalıştığınız anlaşılıyor. Yani diyorsunuz ki, tiyatrocu tiyatrocunun kurdu olmalıdır.
Biz bu anlayışa itiraz ediyoruz Sayın Özinel. Eğer CKM'ye dönük tepkilerde haksızlık değil ama bir aşırılık, saptırma vs. görüyorsanız, hareketin içinden ve yapıcılığı esas alarak müdahale etmeniz gerekirdi. İthamlarınıza dönük olarak Nedim Saban mecburen size ağır bir karşılık verdi. Bu şekilde CKM'deki Aysa-Belediye tekelciliği aradan sıyrılır mı bilmemem, ama tiyatrocuyu tiyatrocuya kırdırma senaryosunun devreye girdiğine hiç kuşku yok
Bu uğursuz senaryonun başarısızlığa uğraması dileğiyle...
12 Kasım 2009 06:27 tarihinde tuncay özinel
----------------------------------------------------------------------------
NEDİM SABAN YALANI BIRAKİP İNSAFA GEL
Burada Aysa prodüksiyonu savunacak değilim ama en az onun kadar Türk tiyatrosunu çıkar amaçlı kullanan Nedim Saban’ı da savunamayız. Nedenine gelince : Bizzat kendisinden de öğrendiğim gibi Nedim Saban Kadıköy ve Beşiktaş belediyelerinden Zülfü Livaneli’nin oyunu için 180 milyar istemiştir. Bu parayı alamayan Saban CKM’yi bahane ederek protesto gösterilerine başlamıştır.
Ben tiyatrocuyum. Hiç unutmuyorum AKM yandığı gün Taksim’de ağlamıştım. Oysa benim hele o tarihlerde AKM’de oynayabilme hayalim bile yoktu. Aynı biçimde Kadıköy belediyesi Süreyya operasını restore edip açtığı gün de ağladım. Ben Süreyya’da oynayacak değilim. Ama çocukluğum Kadıköy’de geçti. Süreyya sinemasına her girişimde içim acır ve orasını tiyatro salonu olarak düşünürdüm.
Kadıköy Belediyesini neden mi savunuyorum. İncelendiğinde sanata ve özellikle de tiyatro sanatına verdiği önem ve destek için. Açıkçası Selami Öztürk geldiğinde Kadıköy’de Halk eğitim ve Şehir tiyatroları dışında tek bir salon yoktu. Sanırım doksanaltı yılı idi Selami Öztürk yeni başkan olmuştu. Halk Eğitim’de oynadığımız bir oyunun galasına geldi. Finalde alkışı durdurup kendisine sesendim. “Bak başkan gördüğün şu kadro _ Halit Akçatepe,Ayşen Gruda,Ercan Yazgan başta olmak üzere- bizler Türk tiyatrosunun önemli çalışanlarıyız. Kadıköy’de salon yok. Bu kadro evde çalışarak oyun çıkarttık. Senden Kadıköy’e tiyatro salonları istiyoruz. Bize söz ver.” Ve Selami Öztürk bize o gün söz verdi. Ve sözünü de tuttu. BARIŞ MANÇO KÜLTÜR MERKEZİ,HALİS KURTÇA KÜLTÜR MERKEZİ VE CKM arkasından da SÜREYYA OPERASI. Şimdi de Kozyatağı’nda yapılan yeni salon. Hangi belediye bu sanata bu kadar kucak açtı dersiniz. Üstelik bu salonlardan amatör ve profesyonel bir çok tiyatro hiçbir ücret ödemeden yararlanıyor.
Her yıl yapılan “KADIKÖY TİYATRO FESTİVALİ ni halk değerlendiriyor merak etmeyin. Festivalde halk öğlen saatlerinden itibaren kuyruk oluşturuyor. Böylece özel tiyatrolar olarak ne yazık giriş ücretlerimiz yüksek olduğu için halka tiyatromuz ulaşmış oluyor. Ayrıca Kadıköy halkı da değerlendiriyor.
Sevgili tatlıcı TOMBAK’ı şimdi de sol ticaretine başladığı için kutlamak gerek. Tebrikler. Bu konuda da söyleyecek sözümüz ve bilgilerimiz var. Ama şimdilik susuyoruz.
---------------------------------------------------------------------------- Hotmail: Trusted email with Microsoft's powerful SPAM protection. Sign up now.
-- Ömer F. Kurhan
(Kaynak: Google grupları / Tiyatro Dünyası)
nedim saban
Profili göster
Diğer seçenekler 13 Ekim, 10:52
Kimden: "nedim saban"...@superonline.com>
Tarih: Tue, 13 Oct 2009 10:52:27 +0300
Yerel: Salı 13 Ekim 2009 10:52
Konu: Re: {Tiyatro Dünyası} Re: hamlet
Yanıtla Yazarı yanıtla Yönlendir Yazdır Kişisel ileti Aslını göster Bu iletiyi bildir Bu yazarın iletilerini bul
Mehmet Bey,
Ben size Sahnetozu üzerinden çok daha sıcak bir yanıt yazdım. Yayınlanmadıysa bu benim sorunum değil. Telefon ettiğiniz zaman ise yurtdışında bir festivaldeydim ve zaten hemen ilk telefonun ardından siz yazıyı Sahnetozu üzerinden yayınlamıştınız. Kimseyi kimseye şikayet etme gibi bir stilimin olmadığını beni tanıyanlar çok iyi bilir. devlet sanatçılarıyla ilgilenseydim, yaz sıcağında Arslanköye gitmezdim. Ya da bir önceki yazım Türkiye'nin ilk transseksüel tiyatrocularıylaydı! Bu tartışmayı burada kapatarak, sanat tartışmalarında buluşmayı diliyorum. Zaten neyi tartışmak istediğinizi anlayamadım. Ümmiye Hanım, sizden aldığı eğitime borçlu olmadığını söylüyor. Mersin'de aşağılandığını söylüyor ama sizi suçlamıyor ki! Bence merceği güzel bir olaya çevirelim. Arslanköy gibi bir yerde iki tane tiyatro var, Hamlet oynanıyor. Keşke tüm Tükiye böyle olsa diyelim. Güzel oluşumlar üzerinden polemiğe girmeyelim. Farkındaysanız yazımda gerek ödülün, gerek devlet yardımının polemiğini bile yapmadım, sadece güzel bir oluşuma destek verdim. Sizin de öyle yapmanızı dileyerek, iyi bir sezon geçirmenizi umuyorum.
Message -----
From: mehmet tekkanat
To: tiyatrodunyasi@googlegroups.com
Sent: Monday, October 12, 2009 11:35 PM
Subject: {Tiyatro Dünyası} Re: hamlet
Sayın Nedim Saban; elbette siz Sayın Ümmiye Hanım'ın size söylediklerini yazmışsınız. Bunda anlaştık zaten. Ümmiye Hanım, benim verdiğim kurslara geldi ve diğer kursiyerlerime ne verebildiysem kendisine de yardımcı olmaya çalıştım. Ama "kendisiyle, ya da köylü vatandaşlarımla kim nasıl alay etmiş" bu konuyu çözemedim. Eğer böyle bir durum olmuşsa, böyle bir densizliği kim ya da kimler yapmış? "Mersinli tiyatrocular" diye genelleme hoş değil. Yıllardır Mersinli gençleri yetiştirmeye çalışmış ve son on yılda 30'dan fazla gencimizi konservatuarlara kazandırmış "bir Mersinli tiyatrocu" olarak üzüntü duymaktayım. Ayrıca polemik yapma gibi bir derdim asla olamaz. Zahmet edip telefonlarımıza çıksaydınız, ya da sekreterinize verdiğimiz telefonumuza dönseydiniz daha iyi anlaşırdık sanırım. Ama etiketimizde "devlet sanatçısı" yazmadığı için mi bir yanıt yazma gereğini duymadığınız gibi, bizi Sayın Faik Beye şikayet ediyorsunuz? Ümmiye Hanım'a eğitim verenler gazete de okuyor, dergi de. Gelişmeleri yakından takip ediyor ve köylülerimizin başarıları ve ödülleriyle gurur duyuyor, hiç merak etmeyin. Saygılarımla... Mehmet tekkanat
------------------------------------------------------------------------------
From: nedimsa...@superonline.com
To: tiyatrodunyasi@googlegroups.com
Subject: {Tiyatro Dünyası} hamlet
Date: Mon, 12 Oct 2009 06:58:38 +0300
Sevgili Faik Ertener,
Burada bir yanlış anlama sözkonusu. Lütfen emek veren köylü kadınlar üzerinden polemik yapılmasına alet olma sevgili dostum. Arslanköy tiyatrosunun kurucusu olan ve yazıma konu olan Ümmiye Hanım, sizin köyü ziyaret ettiğiniz tarihte Mersin'e taşınmıştı ve tiyatro dersleri alıyordu. Aynı dönemde, tiyatro topluluğu mecburen ikiye bölündü. Ancak, Ümmiye hanım, tiyatro dersi almadan önce de, oyunlar yazmış ve bu ekibi kurmuştur. Ve tiyatro dersi almadan önce birgün tiyatronun ne olduğunu merak ederek köylü arkadaşlarıyla Mersin'e inmiş, Mersin'de tiyatro izlerken alay konusu olmuştur. Ben, bana anlattıklarını aynen kaleme aldım. Bunları sahnetozu grubuna da yazdım ama nedense maillerim halen gruba düşmedi. Kendi memleketinde alay konusu olan Ümmiye Hanım, aynı şalvar ve lastik ayakkabıyla yurtdışında ödül alır ve ayakta alkışlanır! Eğitim aldıktan sonra, Arslanköy'e döner ve ikinci topluluğu kurar. Bu arada, ilk kurduğu topluluk, köyün okulunun müdürü tarafından desteklenmektedir. Ancak Hamlet'i oynayan topluluk, onlar değildir. O topluluk, devlet desteği aldığı gibi, Ümmiye Hanım'ın yazdığı oyunla Afife Jale ödülü de almıştır. Sizin de davet ettiğiniz topluluk, sanırım budur. Ümmiye Hanım, Milliyet Sanat Dergisi'ndeki söyleşimizde eğitim aldığını açık açık söylüyor zaten. Ancak eğitim almadan önce de oyunlar yazmış. İşin ilginç yanı, yazı Ağustos sayısında yayınlandı ama tepkiler ancak yazı Sahnetozu grubuna ve bloga düştükten sonra Eylül sonunda gelmeye başladı. Buradan da şu çıkarımı yapıyorum, Ümmiye Hanım'a eğitim verenler gazete, dergi bile okumuyorlar galiba! Biliyorsunuz bugüne kadar mesleğim adına hiçbir tartışmadan kaçmadım, doğruları savundum, yanlış birşey yaptımsa özür diledim ama eğer üreten pırıl pırıl bir insanı vurmaya kalkarlar, üzerinden prim yapmaya çalışırlarsa ayıplarım doğrusu!
(Kaynak: sahnetozu)
Profili göster
Diğer seçenekler 13 Ekim, 10:52
Kimden: "nedim saban"
Tarih: Tue, 13 Oct 2009 10:52:27 +0300
Yerel: Salı 13 Ekim 2009 10:52
Konu: Re: {Tiyatro Dünyası} Re: hamlet
Yanıtla Yazarı yanıtla Yönlendir Yazdır Kişisel ileti Aslını göster Bu iletiyi bildir Bu yazarın iletilerini bul
Mehmet Bey,
Ben size Sahnetozu üzerinden çok daha sıcak bir yanıt yazdım. Yayınlanmadıysa bu benim sorunum değil. Telefon ettiğiniz zaman ise yurtdışında bir festivaldeydim ve zaten hemen ilk telefonun ardından siz yazıyı Sahnetozu üzerinden yayınlamıştınız. Kimseyi kimseye şikayet etme gibi bir stilimin olmadığını beni tanıyanlar çok iyi bilir. devlet sanatçılarıyla ilgilenseydim, yaz sıcağında Arslanköye gitmezdim. Ya da bir önceki yazım Türkiye'nin ilk transseksüel tiyatrocularıylaydı! Bu tartışmayı burada kapatarak, sanat tartışmalarında buluşmayı diliyorum. Zaten neyi tartışmak istediğinizi anlayamadım. Ümmiye Hanım, sizden aldığı eğitime borçlu olmadığını söylüyor. Mersin'de aşağılandığını söylüyor ama sizi suçlamıyor ki! Bence merceği güzel bir olaya çevirelim. Arslanköy gibi bir yerde iki tane tiyatro var, Hamlet oynanıyor. Keşke tüm Tükiye böyle olsa diyelim. Güzel oluşumlar üzerinden polemiğe girmeyelim. Farkındaysanız yazımda gerek ödülün, gerek devlet yardımının polemiğini bile yapmadım, sadece güzel bir oluşuma destek verdim. Sizin de öyle yapmanızı dileyerek, iyi bir sezon geçirmenizi umuyorum.
Message -----
From: mehmet tekkanat
To: tiyatrodunyasi@googlegroups.com
Sent: Monday, October 12, 2009 11:35 PM
Subject: {Tiyatro Dünyası} Re: hamlet
Sayın Nedim Saban; elbette siz Sayın Ümmiye Hanım'ın size söylediklerini yazmışsınız. Bunda anlaştık zaten. Ümmiye Hanım, benim verdiğim kurslara geldi ve diğer kursiyerlerime ne verebildiysem kendisine de yardımcı olmaya çalıştım. Ama "kendisiyle, ya da köylü vatandaşlarımla kim nasıl alay etmiş" bu konuyu çözemedim. Eğer böyle bir durum olmuşsa, böyle bir densizliği kim ya da kimler yapmış? "Mersinli tiyatrocular" diye genelleme hoş değil. Yıllardır Mersinli gençleri yetiştirmeye çalışmış ve son on yılda 30'dan fazla gencimizi konservatuarlara kazandırmış "bir Mersinli tiyatrocu" olarak üzüntü duymaktayım. Ayrıca polemik yapma gibi bir derdim asla olamaz. Zahmet edip telefonlarımıza çıksaydınız, ya da sekreterinize verdiğimiz telefonumuza dönseydiniz daha iyi anlaşırdık sanırım. Ama etiketimizde "devlet sanatçısı" yazmadığı için mi bir yanıt yazma gereğini duymadığınız gibi, bizi Sayın Faik Beye şikayet ediyorsunuz? Ümmiye Hanım'a eğitim verenler gazete de okuyor, dergi de. Gelişmeleri yakından takip ediyor ve köylülerimizin başarıları ve ödülleriyle gurur duyuyor, hiç merak etmeyin. Saygılarımla... Mehmet tekkanat
------------------------------------------------------------------------------
From: nedimsa...@superonline.com
To: tiyatrodunyasi@googlegroups.com
Subject: {Tiyatro Dünyası} hamlet
Date: Mon, 12 Oct 2009 06:58:38 +0300
Sevgili Faik Ertener,
Burada bir yanlış anlama sözkonusu. Lütfen emek veren köylü kadınlar üzerinden polemik yapılmasına alet olma sevgili dostum. Arslanköy tiyatrosunun kurucusu olan ve yazıma konu olan Ümmiye Hanım, sizin köyü ziyaret ettiğiniz tarihte Mersin'e taşınmıştı ve tiyatro dersleri alıyordu. Aynı dönemde, tiyatro topluluğu mecburen ikiye bölündü. Ancak, Ümmiye hanım, tiyatro dersi almadan önce de, oyunlar yazmış ve bu ekibi kurmuştur. Ve tiyatro dersi almadan önce birgün tiyatronun ne olduğunu merak ederek köylü arkadaşlarıyla Mersin'e inmiş, Mersin'de tiyatro izlerken alay konusu olmuştur. Ben, bana anlattıklarını aynen kaleme aldım. Bunları sahnetozu grubuna da yazdım ama nedense maillerim halen gruba düşmedi. Kendi memleketinde alay konusu olan Ümmiye Hanım, aynı şalvar ve lastik ayakkabıyla yurtdışında ödül alır ve ayakta alkışlanır! Eğitim aldıktan sonra, Arslanköy'e döner ve ikinci topluluğu kurar. Bu arada, ilk kurduğu topluluk, köyün okulunun müdürü tarafından desteklenmektedir. Ancak Hamlet'i oynayan topluluk, onlar değildir. O topluluk, devlet desteği aldığı gibi, Ümmiye Hanım'ın yazdığı oyunla Afife Jale ödülü de almıştır. Sizin de davet ettiğiniz topluluk, sanırım budur. Ümmiye Hanım, Milliyet Sanat Dergisi'ndeki söyleşimizde eğitim aldığını açık açık söylüyor zaten. Ancak eğitim almadan önce de oyunlar yazmış. İşin ilginç yanı, yazı Ağustos sayısında yayınlandı ama tepkiler ancak yazı Sahnetozu grubuna ve bloga düştükten sonra Eylül sonunda gelmeye başladı. Buradan da şu çıkarımı yapıyorum, Ümmiye Hanım'a eğitim verenler gazete, dergi bile okumuyorlar galiba! Biliyorsunuz bugüne kadar mesleğim adına hiçbir tartışmadan kaçmadım, doğruları savundum, yanlış birşey yaptımsa özür diledim ama eğer üreten pırıl pırıl bir insanı vurmaya kalkarlar, üzerinden prim yapmaya çalışırlarsa ayıplarım doğrusu!
(Kaynak: sahnetozu)
nedim saban
Profili göster
Diğer seçenekler 21 Kasım, 07:39
Kimden: "nedim saban"...@superonline.com>
Tarih: Sat, 21 Nov 2009 07:39:06 +0200
Yerel: Ctesi 21 Kasım 2009 07:39
Konu: bu bir polemik değildir, bir savunmadır
Yanıtla Yazarı yanıtla Yönlendir Yazdır Kişisel ileti Aslını göster Bu iletiyi bildir Bu yazarın iletilerini bul
Tiyatro Sanatçılarının Dikkatine,
Tuncay Özinel nefret söylemlerini başka bir yöne çekmeye çalışıyor. Kendisi bu grup üzerinden yazdığı ağır sözlere cevap vereceğine, Yüzleşme oyununa sığınıyor.
Ben, Filistin sahnesinden hoşlanmamışım.
Siz Tiyatrocuları, tiyatro sanatçılarını, tiyatroseverleri yanıltıyor.
Ben oyunu izlemişim, Filistin sahnesinden rahatsız olmuşum. Bakın, yine hedef gösteriyor.
Ben, oyunu filan izlemedim. Çok hasta olduğum bir dönem, hastalığıma rağmen, meslektaş dayanışması göstererek provaya gittim ve oradaki bir canlı bomba sahnesine takıldım. (Sadece ona değil tabi ). Daha önce de yazdığım gibi politik duruşum nedeniyle bu sahnedeki canlı bomba konusundaki önerilerimi belirttim. Ayrıca oyun o kadar eksik ve yanlıştı ki, o konuda da tüm yapıcı eleştirilerimi söyledim. Yani sözkonusu olan yalnızca canlı bomba değildi, Böyle ciddi bir oyuna yaraşmayacak saçmasapan müzikler, eski püskü dekorlar vardı. Bu kötü şeyler, kendini aşmaya çalışan bir yazarın n çabalarını gölgeliyordu. En önemlisi benim çok beğendiğim, ödül alan genç oyuncuların da performanslarını gölgede bırakacaktı. Canlı bombalar ise son derece yanlış mesajdı. Buna politik duruşum nedeniyle karşı çıktım, etnik kökenim nedeniyle değil. Yani daha önce de yazdığım gibi, bombanın bir İsrailliye, Filistinliye, Bosnalıya, Lübnalıy, Amerikalıya, Iraklıya,Kürde, Araba, Türke; Hırvata, Rusa, Japona gitmesi, bir kadını, çocuğu öldürmesi, doğa dengesini bozması beni son derece tedirgin etti. . Adam öldürmenin karşısındayım. Hele hele sahnede bunun yandaşı olan bir oyunu kabul edemem.
Bir de rüşvet teklif etmek ne demek?
Yani, bu sahneyi kaldır, sana para vereyim!
Ne adına?
Herhalde mensup olduğum örgüt adına (!) filan demek istiyor.....
Ne kadar ağır, iğrenç bir suçlama! Komik ötesi.
İşin ilginç yanı, bana en yazıları yazan mahkemelik olduğum, binlerce kişinin kınadığı ırkçılığın ötesinde bir kişi de tesadüfen (!) Özinel ile aynı şeyleri yazmış, Kadıköy Belediyesi eylemi hakkında.
Ne tesadüf değil mi, geçen Çarşamba Özinel'in ortaya attığı iddialar bana ırkçı bir biçimde saldıran araştırmacı (!) gazeteci tarafından somut gerçekler gibi ortaya atılmış. CKM eyleminin nedeni, Caddebostan'ın tek bir organizasyon şirketine peşkeş çekilmesi değil, Zülfü Livaneli'nin oyununun denetleme isteği değil, benim Kadıköy Belediyesi'nden sponsorluk alamama konusundaki kuyruk acımmış.
( Halbukki Habertürk Gaszetesinde Ckm Müdürü ve Selami Bey, Livaneli'nin metnini vermeyi red ettiğimizi söylemişler, bir de Nisan ayında dilekçe vermemize rağmen tarihi kaçırdığımızı iddia etmişler....)
Bu magazin gazetecisinin google group yazışmalarından haberdar olması ve tam Özinelle aynı şeyleri yazması da çok büyük bir tesadüf hakikaten.
Ben Özinel'i savcılığa filan vermeyeceğim çünkü bir tiyatrocunun 2010 yılında böyle sözlerle deşifre olması ayıptır, tiyatro sanatını zedeler.
Bu arada Can Törtop'un halen Özinel'in maillerini denetlemeden yayınlamasını kınıyorum. Bir haftada ne rüşvetçiliğim, ne örgüt üyeliğim(!!!!!!!), ne şantajcılığım (!!!!!!!!) kaldı. Bu gruba üye olan ve beni tanımayan meslektaşlarım var. İyi ki, siyasi duruşum ve kimliğimle son derece şeffaf ve ortadayım. Verilmeyecek hiçbir hesabım yok ancak açık biçimde hedef gösterildim. Şu kritik dönemde son derece ürkütücü ve çirkin ötesi!
Eğer moderatör denetlemeyecekse, bence Özinel'in bilgisayarının içine azıcık Xanax atmak gerek.
Bu konudaki son mesajımdır.
Bugün aydınlık Türkiye'de tiyatroların örgütlenmesi için bir kurultay yapıyoruz.
Tuncay Özinel'i, sekreterliğini yaptığı dernek adına bu kurultayın İstanbul buluşmasına davet ettiğimizde, amatörlerle bir araya gelmeyeceğini, bu yapılanmada işi olmayacağını anlattı, bize telefonda hakaretler savurdu.
Şimdi mail grubundan Sinop'a mavi boncuk dağıtıyor, Türk Tiyatrosu belgeseli yapacağını söylüyor, en güzel günlerini amatör olarak yaşadığını söylüyor.
Yazdıklarının içeriğini Türkiye coğrafyasındaki tiyatrocuların kınadığı ortada ama bence sekreterliği yaptığı dernekteki profesyoneller (!) onu ayıpladıysa, ihraç etmeli. Halen ayıplamasdılarsa, kendilerini ayıplamalılar.
(Kaynak: Google gruplar / Tiyatro Dünyası)
Profili göster
Diğer seçenekler 21 Kasım, 07:39
Kimden: "nedim saban"
Tarih: Sat, 21 Nov 2009 07:39:06 +0200
Yerel: Ctesi 21 Kasım 2009 07:39
Konu: bu bir polemik değildir, bir savunmadır
Yanıtla Yazarı yanıtla Yönlendir Yazdır Kişisel ileti Aslını göster Bu iletiyi bildir Bu yazarın iletilerini bul
Tiyatro Sanatçılarının Dikkatine,
Tuncay Özinel nefret söylemlerini başka bir yöne çekmeye çalışıyor. Kendisi bu grup üzerinden yazdığı ağır sözlere cevap vereceğine, Yüzleşme oyununa sığınıyor.
Ben, Filistin sahnesinden hoşlanmamışım.
Siz Tiyatrocuları, tiyatro sanatçılarını, tiyatroseverleri yanıltıyor.
Ben oyunu izlemişim, Filistin sahnesinden rahatsız olmuşum. Bakın, yine hedef gösteriyor.
Ben, oyunu filan izlemedim. Çok hasta olduğum bir dönem, hastalığıma rağmen, meslektaş dayanışması göstererek provaya gittim ve oradaki bir canlı bomba sahnesine takıldım. (Sadece ona değil tabi ). Daha önce de yazdığım gibi politik duruşum nedeniyle bu sahnedeki canlı bomba konusundaki önerilerimi belirttim. Ayrıca oyun o kadar eksik ve yanlıştı ki, o konuda da tüm yapıcı eleştirilerimi söyledim. Yani sözkonusu olan yalnızca canlı bomba değildi, Böyle ciddi bir oyuna yaraşmayacak saçmasapan müzikler, eski püskü dekorlar vardı. Bu kötü şeyler, kendini aşmaya çalışan bir yazarın n çabalarını gölgeliyordu. En önemlisi benim çok beğendiğim, ödül alan genç oyuncuların da performanslarını gölgede bırakacaktı. Canlı bombalar ise son derece yanlış mesajdı. Buna politik duruşum nedeniyle karşı çıktım, etnik kökenim nedeniyle değil. Yani daha önce de yazdığım gibi, bombanın bir İsrailliye, Filistinliye, Bosnalıya, Lübnalıy, Amerikalıya, Iraklıya,Kürde, Araba, Türke; Hırvata, Rusa, Japona gitmesi, bir kadını, çocuğu öldürmesi, doğa dengesini bozması beni son derece tedirgin etti. . Adam öldürmenin karşısındayım. Hele hele sahnede bunun yandaşı olan bir oyunu kabul edemem.
Bir de rüşvet teklif etmek ne demek?
Yani, bu sahneyi kaldır, sana para vereyim!
Ne adına?
Herhalde mensup olduğum örgüt adına (!) filan demek istiyor.....
Ne kadar ağır, iğrenç bir suçlama! Komik ötesi.
İşin ilginç yanı, bana en yazıları yazan mahkemelik olduğum, binlerce kişinin kınadığı ırkçılığın ötesinde bir kişi de tesadüfen (!) Özinel ile aynı şeyleri yazmış, Kadıköy Belediyesi eylemi hakkında.
Ne tesadüf değil mi, geçen Çarşamba Özinel'in ortaya attığı iddialar bana ırkçı bir biçimde saldıran araştırmacı (!) gazeteci tarafından somut gerçekler gibi ortaya atılmış. CKM eyleminin nedeni, Caddebostan'ın tek bir organizasyon şirketine peşkeş çekilmesi değil, Zülfü Livaneli'nin oyununun denetleme isteği değil, benim Kadıköy Belediyesi'nden sponsorluk alamama konusundaki kuyruk acımmış.
( Halbukki Habertürk Gaszetesinde Ckm Müdürü ve Selami Bey, Livaneli'nin metnini vermeyi red ettiğimizi söylemişler, bir de Nisan ayında dilekçe vermemize rağmen tarihi kaçırdığımızı iddia etmişler....)
Bu magazin gazetecisinin google group yazışmalarından haberdar olması ve tam Özinelle aynı şeyleri yazması da çok büyük bir tesadüf hakikaten.
Ben Özinel'i savcılığa filan vermeyeceğim çünkü bir tiyatrocunun 2010 yılında böyle sözlerle deşifre olması ayıptır, tiyatro sanatını zedeler.
Bu arada Can Törtop'un halen Özinel'in maillerini denetlemeden yayınlamasını kınıyorum. Bir haftada ne rüşvetçiliğim, ne örgüt üyeliğim(!!!!!!!), ne şantajcılığım (!!!!!!!!) kaldı. Bu gruba üye olan ve beni tanımayan meslektaşlarım var. İyi ki, siyasi duruşum ve kimliğimle son derece şeffaf ve ortadayım. Verilmeyecek hiçbir hesabım yok ancak açık biçimde hedef gösterildim. Şu kritik dönemde son derece ürkütücü ve çirkin ötesi!
Eğer moderatör denetlemeyecekse, bence Özinel'in bilgisayarının içine azıcık Xanax atmak gerek.
Bu konudaki son mesajımdır.
Bugün aydınlık Türkiye'de tiyatroların örgütlenmesi için bir kurultay yapıyoruz.
Tuncay Özinel'i, sekreterliğini yaptığı dernek adına bu kurultayın İstanbul buluşmasına davet ettiğimizde, amatörlerle bir araya gelmeyeceğini, bu yapılanmada işi olmayacağını anlattı, bize telefonda hakaretler savurdu.
Şimdi mail grubundan Sinop'a mavi boncuk dağıtıyor, Türk Tiyatrosu belgeseli yapacağını söylüyor, en güzel günlerini amatör olarak yaşadığını söylüyor.
Yazdıklarının içeriğini Türkiye coğrafyasındaki tiyatrocuların kınadığı ortada ama bence sekreterliği yaptığı dernekteki profesyoneller (!) onu ayıpladıysa, ihraç etmeli. Halen ayıplamasdılarsa, kendilerini ayıplamalılar.
(Kaynak: Google gruplar / Tiyatro Dünyası)
20 Kasım 2009 Cuma
ÇÖP ADAM KURHAN'IN ÇÖP KUTUSU / 10
Ömer F. Kurhan: “Irkçılığın Avukatlığına Soyunan Feridun Çetinkaya’nın Kullanım Ömrü Çabuk Bitti”
Nedim Saban’la polemiğinde açıkça Türkiye Yahudi cemaatini aşağılayan ve tehdit unsuru olarak gösteren ifadeleriyle muhatabını susturmayı deneyen Tuncay Özinel’i yargısız infaz kurbanı ilan eden Feridun Çetinkaya, tiyatrodergisi.com.tr’da bir “tekzip” yayınlatmayı denemiş.
Doğal olarak tiyatrodergisi.com.tr editörü bu talebi ciddiye bile almamış. Zekâsını kullanma ve akıl yürütme kapasitesi dibe vurmuş görünen Feridun Çetinkaya, ırkçılık içeren, ırkçılığı savunan ve ırkçılığı ırkçılık değilmiş gibi sunan yazıları yayınlamaktan uzak durmanın Tiyatro Yayıncıları Birliği’nin ilke kararı olduğunu doğal olarak anlamıyor.
Buradan bir kez daha kendisine sesleneyim:
Şu anda benim tarafımdan ciddiye alınmanın tek nedeni var: Teşhir edilmek. Irkçılık bir insanlık suçudur ve görüldüğü her yerde üzerine gidilmelidir. Bu eylemin gereğini yerine getirmenin ötesinde Feridun Çetinkaya’yı ciddiye almanın bir anlam ve önemi yoktur. Efendime hizmet edeyim derken ırkçılığa da bulaşma ve bulaştığı ırkçılık pisliğini örtbas etme gayreti içindedir. Feridun Çetinkaya’nın ırkçılığı desteklemedim savunusuna gelecek olursam. Akıl yürütmesi örneğin şöyle bir şey:
Dün seni gördüğümde selam vermiştim. / Bugün seni gördüğümde selam vermedim. / Öyleyse bugün seni gördüğümde selam vermemiş olamam.
Şimdi bu akıl yürütmenin absürtlüğü ortadadır sanırım. Gelelim Feridun Çetinkaya absürtlüğüne:
2009 Ocak ayında Aykut Işıklar ırkçılık yaptığında ırkçılığa karşı çıktım. / 2009 Kasım ayında Tuncay Özinel ırkçılık yaptığında ırkçılığa karşı çıkmadım ve savundum. / Öyleyse 2009 Kasım ayında Özinel ırkçılık yaptığında ırkçılığa karşı çıkmamış ve savunmuş olamam.
Feridun Çetinkaya’nın “tekzip” diye yolladığı paçavranın özü bundan ibarettir. Son incisi şu: “Tuncay Özinel’in linç edilmesine, bir kalemde bu kadar kolay bir şekilde ‘ırkçı’ ilan edilmesine vicdanım el vermediği için …” Daha önce yargısız infaz edildi dediği Tuncay Özinel’in ırkçılık yapmadığını savunamıyor. “Vicdanı” da ırkçılığa tavır alanların aleyhine çalışıyor.
Sonuç: Irkçılık şebekesinin öne sürdüğü bir piyon olarak Feridun Çetinkaya’nın kullanım ömrü çok çabuk bitmiştir. Irkçı söylemin sahiplerine gözyaşı dökerek durumu idare etmeye çalışıyor.
20 Kasım 2009
Editörün notu: Ömer F. Kurhan’ın açıkladığı TİYAB’ın ilke kararının dışında “tekzip” adı altında gönderilen yazıyı yayımlamamamızın bir diğer nedeni, bizim yayınlarımızda “çöp kutusu” diye bir bölüm yok, insanları aşağılayarak, “yanıt hakkını çöp kutusunda yayımladık, git çöp kutusuna bak” diyerek insanları aşağılamayı hiç düşünmedik. Bir diğer not, Çetinkaya önce adlı adınca yazılı ve video kayıtlarında “O… Çocuğu” diye küfreden, sonrasında TDK ile açıklamaya çalışan arkadaşlarını ya onaylasın ya da kınasın ki dürüstlüğüne, kemikli bir entelektüel olduğuna inanalım. Çok arzu ediyorsa tiyatroyunblog’un çöp kuyusu diye tanımladıkları bölümde de yayımlanan Kurhan’ın yazısına orada yanıt versin.
Ayrıca, arkadaşlarına şunu söylemelisin: \"Benim eski yazımı değil, Ömer F. Kurhan\'ın beni eleştirdiği yazımı yayınlamanız daha doğru olur, benim \"ırkçılıkla\" suçlandığım yazımı es geçmiş, eski yazımı kullanmışsınız, okuru salak yerine koymak olmuyor mu?\"
mailto:fkurhan@gmail.com
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Ömer F. Kurhan “Feridun Çetinkaya’nın Irkçılığın Avukatlığına Soyunması Neyi İma Ediyor?”
Türkiye Tiyatro Kurultayı Ankara Buluşması’na Doğru
Ömer F. Kurhan: “Barış İçin Sanat Hareketi ve Tiyatromuzun Çatı Örgütü”
Tiyatronun Çatı Örgütü Nedir?
“Şişli’de bir kıraathanede…”
Kurultay’a Doğru Özgür Başkaya Yapımı Tuhaf Bir Ankara Toplantısı
“Sabahattin Eyüboğlu’nun Hakkı Sabahattin Eyüboğlu’na”
Örgütlü Bir Tiyatro İçin Türkiye Tiyatro Kurultayı
Türkiye Tiyatro Buluşması ve Tiyatroların Örgütlenmesi
Sol ve Kürtçe Tiyatro
(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)
Nedim Saban’la polemiğinde açıkça Türkiye Yahudi cemaatini aşağılayan ve tehdit unsuru olarak gösteren ifadeleriyle muhatabını susturmayı deneyen Tuncay Özinel’i yargısız infaz kurbanı ilan eden Feridun Çetinkaya, tiyatrodergisi.com.tr’da bir “tekzip” yayınlatmayı denemiş.
Doğal olarak tiyatrodergisi.com.tr editörü bu talebi ciddiye bile almamış. Zekâsını kullanma ve akıl yürütme kapasitesi dibe vurmuş görünen Feridun Çetinkaya, ırkçılık içeren, ırkçılığı savunan ve ırkçılığı ırkçılık değilmiş gibi sunan yazıları yayınlamaktan uzak durmanın Tiyatro Yayıncıları Birliği’nin ilke kararı olduğunu doğal olarak anlamıyor.
Buradan bir kez daha kendisine sesleneyim:
Şu anda benim tarafımdan ciddiye alınmanın tek nedeni var: Teşhir edilmek. Irkçılık bir insanlık suçudur ve görüldüğü her yerde üzerine gidilmelidir. Bu eylemin gereğini yerine getirmenin ötesinde Feridun Çetinkaya’yı ciddiye almanın bir anlam ve önemi yoktur. Efendime hizmet edeyim derken ırkçılığa da bulaşma ve bulaştığı ırkçılık pisliğini örtbas etme gayreti içindedir. Feridun Çetinkaya’nın ırkçılığı desteklemedim savunusuna gelecek olursam. Akıl yürütmesi örneğin şöyle bir şey:
Dün seni gördüğümde selam vermiştim. / Bugün seni gördüğümde selam vermedim. / Öyleyse bugün seni gördüğümde selam vermemiş olamam.
Şimdi bu akıl yürütmenin absürtlüğü ortadadır sanırım. Gelelim Feridun Çetinkaya absürtlüğüne:
2009 Ocak ayında Aykut Işıklar ırkçılık yaptığında ırkçılığa karşı çıktım. / 2009 Kasım ayında Tuncay Özinel ırkçılık yaptığında ırkçılığa karşı çıkmadım ve savundum. / Öyleyse 2009 Kasım ayında Özinel ırkçılık yaptığında ırkçılığa karşı çıkmamış ve savunmuş olamam.
Feridun Çetinkaya’nın “tekzip” diye yolladığı paçavranın özü bundan ibarettir. Son incisi şu: “Tuncay Özinel’in linç edilmesine, bir kalemde bu kadar kolay bir şekilde ‘ırkçı’ ilan edilmesine vicdanım el vermediği için …” Daha önce yargısız infaz edildi dediği Tuncay Özinel’in ırkçılık yapmadığını savunamıyor. “Vicdanı” da ırkçılığa tavır alanların aleyhine çalışıyor.
Sonuç: Irkçılık şebekesinin öne sürdüğü bir piyon olarak Feridun Çetinkaya’nın kullanım ömrü çok çabuk bitmiştir. Irkçı söylemin sahiplerine gözyaşı dökerek durumu idare etmeye çalışıyor.
20 Kasım 2009
Editörün notu: Ömer F. Kurhan’ın açıkladığı TİYAB’ın ilke kararının dışında “tekzip” adı altında gönderilen yazıyı yayımlamamamızın bir diğer nedeni, bizim yayınlarımızda “çöp kutusu” diye bir bölüm yok, insanları aşağılayarak, “yanıt hakkını çöp kutusunda yayımladık, git çöp kutusuna bak” diyerek insanları aşağılamayı hiç düşünmedik. Bir diğer not, Çetinkaya önce adlı adınca yazılı ve video kayıtlarında “O… Çocuğu” diye küfreden, sonrasında TDK ile açıklamaya çalışan arkadaşlarını ya onaylasın ya da kınasın ki dürüstlüğüne, kemikli bir entelektüel olduğuna inanalım. Çok arzu ediyorsa tiyatroyunblog’un çöp kuyusu diye tanımladıkları bölümde de yayımlanan Kurhan’ın yazısına orada yanıt versin.
Ayrıca, arkadaşlarına şunu söylemelisin: \"Benim eski yazımı değil, Ömer F. Kurhan\'ın beni eleştirdiği yazımı yayınlamanız daha doğru olur, benim \"ırkçılıkla\" suçlandığım yazımı es geçmiş, eski yazımı kullanmışsınız, okuru salak yerine koymak olmuyor mu?\"
mailto:fkurhan@gmail.com
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Ömer F. Kurhan “Feridun Çetinkaya’nın Irkçılığın Avukatlığına Soyunması Neyi İma Ediyor?”
Türkiye Tiyatro Kurultayı Ankara Buluşması’na Doğru
Ömer F. Kurhan: “Barış İçin Sanat Hareketi ve Tiyatromuzun Çatı Örgütü”
Tiyatronun Çatı Örgütü Nedir?
“Şişli’de bir kıraathanede…”
Kurultay’a Doğru Özgür Başkaya Yapımı Tuhaf Bir Ankara Toplantısı
“Sabahattin Eyüboğlu’nun Hakkı Sabahattin Eyüboğlu’na”
Örgütlü Bir Tiyatro İçin Türkiye Tiyatro Kurultayı
Türkiye Tiyatro Buluşması ve Tiyatroların Örgütlenmesi
Sol ve Kürtçe Tiyatro
(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)
TAKSAV, ancak linççilerle el ele ayakta durabiliyor!
Oğuzhan Müftüoğlu, Can Yücel, Rıfat Ilgaz, Emil Galip Sandalcı, Baskın Oran, Fikret Başkaya, Korkut Boratav, Halit Çelenk, Ali Asker, Halil Ergün, Aytaç Arman, Erbil Tuşalp, Gençay Gürsoy, Haluk Gerger, Ufuk Uras, Hayri Kozanoğlu tarafından kurulan Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf'ın (TAKSAV) 2008 yılında düzenlediği 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali'nde, hem de "Emek Ödülü"yle onurlandırılan 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman (Talât Sait Halman, the Minister of Culture of Turkey during fascist March 12th stroke, who has been awarded)
12 MART FAŞİZMİ'NE KARŞI ÇIKAMAYAN, 12 EYLÜL FAŞİZMİ'NE KARŞI ÇIKAMADIĞI GİBİ,
"TİYATRODA IRKÇILIĞA SON!"
DA DİYEMEZ!!!
LİNÇ KAMPANYASI ana sponsoru Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın www.tiyatrodergisi.com.tr sitesindeki haberi aşağıya aktarıyoruz. (HB)
***
Tiyatroların Ankara Buluşması Başlıyor
TAKSAV'ın düzenlediği 14. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali'nin ev sahipliği yaptığı Türkiye Tiyatro Kurultayı Ankara Buluşması 21- 22 Kasım 2009'da yapılıyor.
Ülkemizin profesyonel, amatör tüm tiyatro örgütlenmelerini buluşturma, karşılıklı görüş alışverişi yaparak bir araya getirme hedefiyle yola çıkan çalışmalar geçtiğimiz Temmuz ayında İzmir Urla'da başladı.
Türkiye Tiyatrolar Birliği'nin çağrısıyla İzmir'de buluşan tiyatro toplulukları ve tiyatro örgütü temsilcileri "Tiyatromuzun çatı örgütünün inşası, tiyatro alanında iletişim ve ilişki kopukluğunun giderilmesiyle mümkündür diyerek" çıktıkları yolda bir yanda toplantılar, eylemlilikler örgütleyerek öte yanda buluşmalar gerçekleştirerek önemli adımlar attılar.
12 Eylül 2009'da İstanbul'da bir kurultay düzenleyen tiyatro örgütleri, topluluklar ve sanatçılar 8 sivil toplum kuruluşu, 9 tiyatro örgütü, 32 kültür-sanat kurumu, 85 tiyatro topluluğu Türkiye'nin değişik illerinden sayıları 200'e varan sanatçı ile buluşmayı başardılar.
Kurultay sonrası çalışmalarını sürdüren koordinasyon komitesi aradan geçen iki buçuk ay sonra tiyatro örgütlerini ve sanatçıları yeni bir buluşmayla bir araya getiriyor.
İki gün boyunca " Tiyatro ve Örgütlenme" üzerine bir gündemle toplanacak olan Ankara Buluşması'nda katılımcılar, örgütlenme ve örgütlerin birliğinden oluşacak çatı örgütlenmesi konusunda tartışmalar yaparak bir sonuca gitmeye çalışacaklar.
Ankara Necatibey Caddesi'nde İMO Rüştü Özal Salonu'nda gerçekleşecek Türkiye Tiyatro Kurultayı Ankara Buluşması çalışmalarına 21 Kasım 2009 günü saat 13.00 de başlayacak.
Genişbilgi: e-mail: info@tiyatro-kurultayı.org
Ankara için: (LİNÇÇİ) Nurkut İlhan (05426265790) ve Gamze Yılmaz (05356005256)
İstanbul ve Trakya için: (LİNÇÇİ) Fırat Güllü (05332415998)
İzmir için: (LİNÇÇİ) Orçun Masatçı (05072275897)
Anadolu için: (LİNÇÇİ) Zafer Gecegörür (05325135393)
(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)
***
Not: Yukarıdaki yazıya (LİNÇÇİ) sözcüğünü biz ekledik.
12 MART FAŞİZMİ'NE KARŞI ÇIKAMAYAN, 12 EYLÜL FAŞİZMİ'NE KARŞI ÇIKAMADIĞI GİBİ,
"TİYATRODA IRKÇILIĞA SON!"
DA DİYEMEZ!!!
LİNÇ KAMPANYASI ana sponsoru Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın www.tiyatrodergisi.com.tr sitesindeki haberi aşağıya aktarıyoruz. (HB)
***
Tiyatroların Ankara Buluşması Başlıyor
TAKSAV'ın düzenlediği 14. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali'nin ev sahipliği yaptığı Türkiye Tiyatro Kurultayı Ankara Buluşması 21- 22 Kasım 2009'da yapılıyor.
Ülkemizin profesyonel, amatör tüm tiyatro örgütlenmelerini buluşturma, karşılıklı görüş alışverişi yaparak bir araya getirme hedefiyle yola çıkan çalışmalar geçtiğimiz Temmuz ayında İzmir Urla'da başladı.
Türkiye Tiyatrolar Birliği'nin çağrısıyla İzmir'de buluşan tiyatro toplulukları ve tiyatro örgütü temsilcileri "Tiyatromuzun çatı örgütünün inşası, tiyatro alanında iletişim ve ilişki kopukluğunun giderilmesiyle mümkündür diyerek" çıktıkları yolda bir yanda toplantılar, eylemlilikler örgütleyerek öte yanda buluşmalar gerçekleştirerek önemli adımlar attılar.
12 Eylül 2009'da İstanbul'da bir kurultay düzenleyen tiyatro örgütleri, topluluklar ve sanatçılar 8 sivil toplum kuruluşu, 9 tiyatro örgütü, 32 kültür-sanat kurumu, 85 tiyatro topluluğu Türkiye'nin değişik illerinden sayıları 200'e varan sanatçı ile buluşmayı başardılar.
Kurultay sonrası çalışmalarını sürdüren koordinasyon komitesi aradan geçen iki buçuk ay sonra tiyatro örgütlerini ve sanatçıları yeni bir buluşmayla bir araya getiriyor.
İki gün boyunca " Tiyatro ve Örgütlenme" üzerine bir gündemle toplanacak olan Ankara Buluşması'nda katılımcılar, örgütlenme ve örgütlerin birliğinden oluşacak çatı örgütlenmesi konusunda tartışmalar yaparak bir sonuca gitmeye çalışacaklar.
Ankara Necatibey Caddesi'nde İMO Rüştü Özal Salonu'nda gerçekleşecek Türkiye Tiyatro Kurultayı Ankara Buluşması çalışmalarına 21 Kasım 2009 günü saat 13.00 de başlayacak.
Genişbilgi: e-mail: info@tiyatro-kurultayı.org
Ankara için: (LİNÇÇİ) Nurkut İlhan (05426265790) ve Gamze Yılmaz (05356005256)
İstanbul ve Trakya için: (LİNÇÇİ) Fırat Güllü (05332415998)
İzmir için: (LİNÇÇİ) Orçun Masatçı (05072275897)
Anadolu için: (LİNÇÇİ) Zafer Gecegörür (05325135393)
(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)
***
Not: Yukarıdaki yazıya (LİNÇÇİ) sözcüğünü biz ekledik.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)