TİYATROM ve Ertuğrul Faciası(19 Şubat 2010)
Son zamanlarda Kumbaracı50, 6’dan Sonra Tiyatro ve “Yala Ama Yutma” oyunu etrafında dönen tartışma ve haberlere odaklanmıştım. Vakit gazetesinin Kumbaracı50’de sahnelenecek, Özen Yula’nın yazdığı “Yala Ama Yutma” oyununu ve sonrasında Garaj İstanbul’da sahne aldığını duydukları “Dar-ûl Love”ı hedef gösteren yayınlar yapması tiyatro camiasını ciddi bir sınava soktu. Bir anda medya, belediye ve tiyatro örgütlerinin tamamının işin içine girdiği bir vaka ile karşı karşıya kaldık.
Fakat bir iki günlüğüne bu vakaya ilgimi kesintiye uğratmak zorunda kaldım. Afyon belediye tiyatrosunda yönetici konumda olan iki kişinin görevine son verildiği ve belediyeye bağlı kültür merkezi binasının yıkılmasının planlandığı duyumlarının gerçekliğini araştırmak üzere İstanbul’dan yola çıkan gurup (grup) içinde ben de vardım. İstanbul’a döndüğümde ilk işlerimden birisi, Vakit gazetesinin saldırılarına dönük gelişmelere odaklanmak oldu.
İnternet ortamında yaptığım taramada, Tiyatro Yayıncıları Birliği (TİYAB) üyelerinin teşvikiyle 2009-2010 sezonunda yeniden yayın hayatına dönen TİYATROM’da, site yöneticisi Ertuğrul Timur’un 15 Şubat 2010 tarihli "Karanlığa Karşı Duracaksak Önce İçimizdeki Karanlıklardan, İkiyüzlülüklerden, Çifte Standartlardan Kurtulalım" yazısına da göz attım. Bu yazıda, “Yala Ama Yutma” vakasına ilişkin geliştirilen yorumun ötesinde dikkatimi çeken bazı noktalar oldu.
Örneğin kurucusu olduğu ama sonrasında hukuksuz bir şekilde ayrıldığı, bu nedenle tutumunu kınayan Tiyatro Yayıncıları Birliği’ne (TİYAB) giydirmek gibi bir girişim var. Ertuğrul Timur’un adeta tanrısal bir edayla üzerine yükselip retorik parlattığı teatral “biz” evrenine “karanlık”, “ikiyüzlülük” ve “çifte standartların” hükmettiği tezi öne sürülüyor. Ertuğrul Timur bu tezi ispat etmek için, önce kurucuları arasında yer aldığı, sonrasında kargaşaya sürüklediği ve hukukunu tanımaksızın keyfim bilir diyerek ayrıldığı TİYAB’ı kendince köşe (köşeye) sıkıştırmaya ve manipüle etmeye çalışıyor.
TİYAB'la ilgili olumsuz yargısını kanıtlamak için de, en azından benim şaşırmadığım biçimde, magazin usulü bir ihbarda bulunmuş: TİYAB'ta TEB OYUN adına temsilcilik yapan ve hali hazırda TEB genel sekreterliği görevini sürdüren Metin Boran kendisine "linçci" diyen kişilerle (Coşkun Büktel ile Hilmi Bulunmaz) bir kafede buluşmuş ve Ertuğrul Timur'a göre olay yaratması beklenen bu skandal buluşmanın ardından ödüllendirilerek "linçciler" listesinden azat edilmiş. Konuya vakıf olmayanlar için bir not düşelim: Ertuğrul Timur şu meşhur imzacısı olduğumuz temiz tiyatro ya da tiyatro yayıncılığında küfür ve hakareti kınayan kampanyadan söz ediyor. Bu kampanyanın muhatapları temiz tiyatro kampanyasını "linç" olarak değerlendirmişlerdi.
Bu nasıl bir işmiş? Üstelik Metin Boran Ertuğrul Timur'un kınanması için "en hararetli davrananlardan" imiş. Bu tespiti nasıl yapmış, o belli değil. Acaba bu hararet tespitini yaparken bir "haber" (daha doğrusu dedikodu) kaynağına mı dayanmış? O da belli değil.
Pekiyi Metin Boran küfüre ve hakarete karşıyız diyen ve buluştuğu kişileri hedefleyen kampanyadan imzasını mı çekmiş? Ertuğrul Timur'un ihbarında böyle bir bilgiye de yer verilmiyor. Metin Boran, bu kişilerle onları yayıncı olarak muhatap almak ve birlikte tiyatro yayıncılığı adına kamuya dönük iş yapmak için mi buluşmuş? Bunu da iddia edemiyor.
Ne yapmış? Onlarla buluşmuş, muhtemelen çay ya da kahve içmiş ve sohbet etmişler. Pekiyi TİYAB üyelerine bu kişilerle buluşma ya da görüşme yasağı mı koymuş ve herkesi bir masanın etrafında toplayarak bir şeylerin üzerine intikam yemini mi ettirmiş? O da değil. Sadece küfür ve hakareti meşru kabul ettikleri sürece, yayıncı olarak muhatap alınmamaları gerekir demiş. Ayrıca bu konuda tüm tiyatro kamuoyunu uyarmış ve karşı taraf da “linç” suçlamasını bu nedenle geliştirmiş. TİYAB bu suçlamaya yayınlar üzerinden yanıt verme gereği duymamış, yanıt vermeye ya da yayıncılık bağlamında bir şekilde ilişki kurmaya çalışanları da uyarmış.
Ertuğrul Timur ben onlarla habercilik bağlamında işbirliği yaptığımda eleştirildim, ama Metin Boran onlarla buluşunca niçin eleştirilmiyor ya da bu jesti mahkûm edilmiyor diye soruyor. Soruyor, çünkü hala şahsi mücadele / kamusal mücadele ayrımını yapamıyor. Bu nedenle hızla magazin yayıncılığı kulvarına giriyor ve şahsi problemlerini kamuya mal etmeye çalışmak / yansıtmak gibi narsistik ve benlik yüceltmesine dayalı bir yayıncılığa imza atıyor. Sonra da tiyatronun geneli üzerine yüksek perdeden atıp tutmaya kalkıyor.
Ne demek istiyorsun, biraz daha açar mısın diyenler olabilir. Bu konunun gereksiz bir şekilde uzaması pahasına biraz daha açıklık getirmeye çalışayım:
Bu vakada Ertuğrul Timur, şahsi mücadele / kamusal mücadele ayrımını yapamadığı gibi haber verme / ihbar etme ayrımını da yapamıyor. Bu nedenle, şüpheden şaibe yaratmak ya da ön yargılı okumalara yer vermekten kaçınmasını beklemek anlamsızdır. Bir ihbar bildiriminden hareketle haber üretme şansı olsa bile, bu ihbarcıların işi değil, ciddi habercilerin, yazarların ya da yayıncıların işi olabilir. Metin Boran hakkında şaibe yaratırken hiç sanmıyorum ki Metin Boran'ı aramış, şüphesini dile getirmiş ve soru sormuş olsun. Bu araştırmayı yapmak için sorumlu bir yayıncı gibi davranmak, dedikodu, şaibe ya da dezenformasyona dayalı ve basın yayın ahlakına da aykırı tutumlardan uzak durmak gerekir.
Ertuğrul Timur, sadece bir taşla TİYAB'ı içerden sallamayı hedeflememiş. Hızını alamayıp ikinci bir taşı da Türkiye Tiyatrolar Birliği'ne katılan İATPG'ye fırlatmış. Söylediği şu: İATP-G, TİYAB'ın Ertuğrul Timur'un kınanmasını konu alan bildirisini tashih edilmeyen şekliyle yayınlamış. Bu nasıl görmezden gelinebilirmiş? Oysa İATP-G göz göre göre TİYAB'ın iradesini çiğnemiş. Böylece bir güzel TİYAB'ın altını üstüne getirdikten sonra, sıra sanal alemde kurguladığı krizi kurumlar arası çerçeveye taşırmaya gelmiş.
Burada da haberci olamayan, ihbar ve de şaibe yaratma üzerine kurulu bir tarzda ısrar eden bir "yayıncı" ile karşı karşıyayız. Kendisine bir ipucu vermekle yetinelim (işimiz kendisine habercilik hizmeti vermek değil): Bu vakada TİYAB'ın özür dilemesi gereken bir muhatabı vardır: İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi. Fakat bildiğim kadarıyla bu özür dilenmemiştir. İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi de TİYAB'da yaşanan kargaşayı ve konunun hayati olmadığını göz önüne alarak, konuyu özel olarak gündemleştirmemiş, ama özür dilenmediği için de bildiriyi tashih edilmeyen biçimiyle özellikle sitesinde muhafaza etmiştir.
Bulmaca gibi mi? Biraz habercilik yaparak (sorunlu görülen bir tavırda muhatapların görüşü alınarak) bulmaca kolaylıkla çözülebilir. Fakat bunun için önce dedikodu, şaibe ve dezenformasyondan medet ummayan bir yayıncı olabilmek gerekiyor. Acaba İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi niçin geçmişte TİYAB bildirisinin tashih içermeyen versiyonunu sitesinde muhafaza etti? sorusunu sormayı ve yanıtını aramayı akıl etmek gerekiyor.
Yazısından anladığım kadarıyla TİYAB'da yaşanan tashih krizinin de baş aktörü kendisiymiş ve farklı bir şekilde kınanmak için aslanlar gibi mücadele etmiş. TİYAB'da olmadığı halde nasıl aslanlar gibi mücadele ettiğini ben anlayamadım, ama bir şekilde pençeyi attığı gibi herkesi yerine oturtmuş. Yalnız bir nokta dikkatimi çekti: "linç" demiyor da hakkında "aforoz" gibi bir kararın alınması girişiminden söz ediyor. İşin içine Türkiye Tiyatrolar Birliği'ni de katmış. İtiraf etmem gerekirse, söylenenlerden hiçbir şey anlamadım. Fakat yazının bir şey gösterme kaygısı olmadığı için, ne demek istemiş, anlamaya çalışmanın pek bir manası yok. Kendisine göre haklı nedenlerle, bir çeşit sanal alemden sallamalar resitali vermeye çalışmış.
Bir ara Türkiye Tiyatrolar Birliği TİYATROM'u protesto mu ediyor? diye bir soru sorulmuştu. Ertuğrul Timur şikâyet ediyormuş, niçin örgütün bazı açıklamaları bana ulaştırılmıyor diye. Bunun üzerine ben "protesto etmeye bile değmez" görüşümü beyan etmiş ve bu tip bir girişimin anlamsızlığını belli bir yorumla dile getirmek istemiştim. Sonuçta insanlar oyunlarını ve etkinliklerini duyurmak, yazılarını dolaşıma sokmak, yeri geldiğinde haber olmak istiyorlar. Alan da memnun veren de görüntüleri çizilerek tiyatro yayıncılığımız yuvarlanıp gidiyor. Yine bu yazıyı uzatmak pahasına, ne demek istediğimi biraz daha açayım:
Tiyatro yayıncılığı alanında en azından küfür ve hakarete dayalı söylemlerin aşılması konusunda belli bir mesafe kaydedildiğini düşünüyorum. Fakat dedikodu ve şaibeyi gerçek diye yutturmaya çalışmayı da içeren magazincilik tutkusundan tiyatro yayınlarının alt medya olmaya mahkum olmasına bir yığın sorun öyle kolayca ve kısa zamanda çözülebilecek cinsten değildir. Öncelikle pratik seçenekler, örnekler sergilemek, tutarlı olmak gerekir. Dahası, tiyatro yayınlarında kurumsal ciddiyetin oturtulması, asgari buluşma ilkelerinin tayin edildiği ve dayanışma kültürünün öne çıkarıldığı birlik yapılarının inşası gibi zorlu bir yolda ilerlemeyi de göze almak gerekir.
Bu anlamda, 2009-2010 sezonunda yeniden yayın hayatına giren TİYATROM bir seçenek üretememiş; sezon başında tiyatro camiasının gündemine giren örgütlü tiyatro sürecini yayıncılık bölgesinde kargaşaya sürükleyen, benim "Ertuğrul faciası" dediğim olayın zemini haline gelmiştir. TİYAB'dan ayrılma kararı bir gece ansızın ‘Alem buysa kral benim’ denilerek alınmış, TİYATROM'a katkı sunmak için etrafında toplaşan hiç kimsenin görüşüne başvurulmamıştır. En azından benim yakın çevremde, TİYATROM'un yeniden yayın hayatına girmesini destekleyen ve emek vermeyi taahhüt eden birçok yazarın orada yazmayı bırakmasının nedeni budur. Sonuçta TİYATROM örgütlü değil, örgütsüz ve ben merkezcil tiyatro sürecinin (güya Ertuğrul Timur'un şikâyet ettiği tiyatro camiasında yaşanan hukuk, etik tanımama eğiliminin çok doğal bir sonucunun) öznesi haline gelmiştir.
Türkiye’de koşullar değişmekte, bundan tiyatro ve tiyatro yayıncılığı da nasibini almaktadır. İATP-G'nin bıraktığı mirası pisliğe bulaştırmaya çalışmak ya da sanal manipülasyonlarla örgütlü mücadeleyi kargaşaya sürükleme alışkanlığında ısrar etmek de bir yoldur. Fakat TİYATROM'da geliştirilen bu yaklaşım artık fazlasıyla bildik ve neredeyse çalıntıdır. Geçmişte İATP-G'ye çamur atmak isteyenlerin nasıl tescilli dezenformatörler haline geldiklerini en iyi Ertuğrul Timur'un bilmesi gerekir. Örtülü ya da açık, tiyatro hakkında kıyamet alametleri ilanında bulunacağım diyerek kurnazlığa, oradan da dezenformasyona yatırım yapanların tiyatronun asıl ihtiyacı olan örgütlü / birleşik mücadele kültürüne katabilecekleri bir şey yoktur.
NOT: Ertuğrul Timur'un söz konusu yazısının bir bölümü de Kumbaracı50’nin sitesinde yayınlanan “Yala Ama Yutma” ile ilgili bildirinin niçin dar bir tiyatro çevresine açıldığını, yoksa birilerinin dışlandığını mı sorguluyor ve sansüre, tehdide karşı nasıl mücadele verilir dersleri veriyor. Oysa sorduğu sorunun cevabını kendisinin çok önce verip örnek bir vaka yarattığını hemen anlaması gerekirdi. Nasıl ki Ertuğrul Timur kendine göre nedenlerle "hızla" örgütlü tiyatro sürecinden firar eylemiştir, o bildiriyi hazırlayanlar da kendilerine göre nedenlerle hızla bildiriyi birilerine açmış, ama başka birilerine açmayı sakıncalı bulmuşlardır. Açsalar, örneğin Türkiye Tiyatrolar Birliği'nin bildiriye gözü kapalı imza vermeyeceğini tahmin etmişlerdir. Tıpkı Ertuğrul Timur'un TİYAB'dan kopma biçiminin ya da örgütlü tiyatro sürecinde önce gönüllü katılım gösterip sonra kayıplara karışma tavrının TTB gibi örgütlerden gözü kapalı destek görmeyeceğini tahmin edebileceği gibi.
(Kaynak: Ömer F. Kurhan TİYATRO YAZILARI)
Son zamanlarda Kumbaracı50, 6’dan Sonra Tiyatro ve “Yala Ama Yutma” oyunu etrafında dönen tartışma ve haberlere odaklanmıştım. Vakit gazetesinin Kumbaracı50’de sahnelenecek, Özen Yula’nın yazdığı “Yala Ama Yutma” oyununu ve sonrasında Garaj İstanbul’da sahne aldığını duydukları “Dar-ûl Love”ı hedef gösteren yayınlar yapması tiyatro camiasını ciddi bir sınava soktu. Bir anda medya, belediye ve tiyatro örgütlerinin tamamının işin içine girdiği bir vaka ile karşı karşıya kaldık.
Fakat bir iki günlüğüne bu vakaya ilgimi kesintiye uğratmak zorunda kaldım. Afyon belediye tiyatrosunda yönetici konumda olan iki kişinin görevine son verildiği ve belediyeye bağlı kültür merkezi binasının yıkılmasının planlandığı duyumlarının gerçekliğini araştırmak üzere İstanbul’dan yola çıkan gurup (grup) içinde ben de vardım. İstanbul’a döndüğümde ilk işlerimden birisi, Vakit gazetesinin saldırılarına dönük gelişmelere odaklanmak oldu.
İnternet ortamında yaptığım taramada, Tiyatro Yayıncıları Birliği (TİYAB) üyelerinin teşvikiyle 2009-2010 sezonunda yeniden yayın hayatına dönen TİYATROM’da, site yöneticisi Ertuğrul Timur’un 15 Şubat 2010 tarihli "Karanlığa Karşı Duracaksak Önce İçimizdeki Karanlıklardan, İkiyüzlülüklerden, Çifte Standartlardan Kurtulalım" yazısına da göz attım. Bu yazıda, “Yala Ama Yutma” vakasına ilişkin geliştirilen yorumun ötesinde dikkatimi çeken bazı noktalar oldu.
Örneğin kurucusu olduğu ama sonrasında hukuksuz bir şekilde ayrıldığı, bu nedenle tutumunu kınayan Tiyatro Yayıncıları Birliği’ne (TİYAB) giydirmek gibi bir girişim var. Ertuğrul Timur’un adeta tanrısal bir edayla üzerine yükselip retorik parlattığı teatral “biz” evrenine “karanlık”, “ikiyüzlülük” ve “çifte standartların” hükmettiği tezi öne sürülüyor. Ertuğrul Timur bu tezi ispat etmek için, önce kurucuları arasında yer aldığı, sonrasında kargaşaya sürüklediği ve hukukunu tanımaksızın keyfim bilir diyerek ayrıldığı TİYAB’ı kendince köşe (köşeye) sıkıştırmaya ve manipüle etmeye çalışıyor.
TİYAB'la ilgili olumsuz yargısını kanıtlamak için de, en azından benim şaşırmadığım biçimde, magazin usulü bir ihbarda bulunmuş: TİYAB'ta TEB OYUN adına temsilcilik yapan ve hali hazırda TEB genel sekreterliği görevini sürdüren Metin Boran kendisine "linçci" diyen kişilerle (Coşkun Büktel ile Hilmi Bulunmaz) bir kafede buluşmuş ve Ertuğrul Timur'a göre olay yaratması beklenen bu skandal buluşmanın ardından ödüllendirilerek "linçciler" listesinden azat edilmiş. Konuya vakıf olmayanlar için bir not düşelim: Ertuğrul Timur şu meşhur imzacısı olduğumuz temiz tiyatro ya da tiyatro yayıncılığında küfür ve hakareti kınayan kampanyadan söz ediyor. Bu kampanyanın muhatapları temiz tiyatro kampanyasını "linç" olarak değerlendirmişlerdi.
Bu nasıl bir işmiş? Üstelik Metin Boran Ertuğrul Timur'un kınanması için "en hararetli davrananlardan" imiş. Bu tespiti nasıl yapmış, o belli değil. Acaba bu hararet tespitini yaparken bir "haber" (daha doğrusu dedikodu) kaynağına mı dayanmış? O da belli değil.
Pekiyi Metin Boran küfüre ve hakarete karşıyız diyen ve buluştuğu kişileri hedefleyen kampanyadan imzasını mı çekmiş? Ertuğrul Timur'un ihbarında böyle bir bilgiye de yer verilmiyor. Metin Boran, bu kişilerle onları yayıncı olarak muhatap almak ve birlikte tiyatro yayıncılığı adına kamuya dönük iş yapmak için mi buluşmuş? Bunu da iddia edemiyor.
Ne yapmış? Onlarla buluşmuş, muhtemelen çay ya da kahve içmiş ve sohbet etmişler. Pekiyi TİYAB üyelerine bu kişilerle buluşma ya da görüşme yasağı mı koymuş ve herkesi bir masanın etrafında toplayarak bir şeylerin üzerine intikam yemini mi ettirmiş? O da değil. Sadece küfür ve hakareti meşru kabul ettikleri sürece, yayıncı olarak muhatap alınmamaları gerekir demiş. Ayrıca bu konuda tüm tiyatro kamuoyunu uyarmış ve karşı taraf da “linç” suçlamasını bu nedenle geliştirmiş. TİYAB bu suçlamaya yayınlar üzerinden yanıt verme gereği duymamış, yanıt vermeye ya da yayıncılık bağlamında bir şekilde ilişki kurmaya çalışanları da uyarmış.
Ertuğrul Timur ben onlarla habercilik bağlamında işbirliği yaptığımda eleştirildim, ama Metin Boran onlarla buluşunca niçin eleştirilmiyor ya da bu jesti mahkûm edilmiyor diye soruyor. Soruyor, çünkü hala şahsi mücadele / kamusal mücadele ayrımını yapamıyor. Bu nedenle hızla magazin yayıncılığı kulvarına giriyor ve şahsi problemlerini kamuya mal etmeye çalışmak / yansıtmak gibi narsistik ve benlik yüceltmesine dayalı bir yayıncılığa imza atıyor. Sonra da tiyatronun geneli üzerine yüksek perdeden atıp tutmaya kalkıyor.
Ne demek istiyorsun, biraz daha açar mısın diyenler olabilir. Bu konunun gereksiz bir şekilde uzaması pahasına biraz daha açıklık getirmeye çalışayım:
Bu vakada Ertuğrul Timur, şahsi mücadele / kamusal mücadele ayrımını yapamadığı gibi haber verme / ihbar etme ayrımını da yapamıyor. Bu nedenle, şüpheden şaibe yaratmak ya da ön yargılı okumalara yer vermekten kaçınmasını beklemek anlamsızdır. Bir ihbar bildiriminden hareketle haber üretme şansı olsa bile, bu ihbarcıların işi değil, ciddi habercilerin, yazarların ya da yayıncıların işi olabilir. Metin Boran hakkında şaibe yaratırken hiç sanmıyorum ki Metin Boran'ı aramış, şüphesini dile getirmiş ve soru sormuş olsun. Bu araştırmayı yapmak için sorumlu bir yayıncı gibi davranmak, dedikodu, şaibe ya da dezenformasyona dayalı ve basın yayın ahlakına da aykırı tutumlardan uzak durmak gerekir.
Ertuğrul Timur, sadece bir taşla TİYAB'ı içerden sallamayı hedeflememiş. Hızını alamayıp ikinci bir taşı da Türkiye Tiyatrolar Birliği'ne katılan İATPG'ye fırlatmış. Söylediği şu: İATP-G, TİYAB'ın Ertuğrul Timur'un kınanmasını konu alan bildirisini tashih edilmeyen şekliyle yayınlamış. Bu nasıl görmezden gelinebilirmiş? Oysa İATP-G göz göre göre TİYAB'ın iradesini çiğnemiş. Böylece bir güzel TİYAB'ın altını üstüne getirdikten sonra, sıra sanal alemde kurguladığı krizi kurumlar arası çerçeveye taşırmaya gelmiş.
Burada da haberci olamayan, ihbar ve de şaibe yaratma üzerine kurulu bir tarzda ısrar eden bir "yayıncı" ile karşı karşıyayız. Kendisine bir ipucu vermekle yetinelim (işimiz kendisine habercilik hizmeti vermek değil): Bu vakada TİYAB'ın özür dilemesi gereken bir muhatabı vardır: İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi. Fakat bildiğim kadarıyla bu özür dilenmemiştir. İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi de TİYAB'da yaşanan kargaşayı ve konunun hayati olmadığını göz önüne alarak, konuyu özel olarak gündemleştirmemiş, ama özür dilenmediği için de bildiriyi tashih edilmeyen biçimiyle özellikle sitesinde muhafaza etmiştir.
Bulmaca gibi mi? Biraz habercilik yaparak (sorunlu görülen bir tavırda muhatapların görüşü alınarak) bulmaca kolaylıkla çözülebilir. Fakat bunun için önce dedikodu, şaibe ve dezenformasyondan medet ummayan bir yayıncı olabilmek gerekiyor. Acaba İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi niçin geçmişte TİYAB bildirisinin tashih içermeyen versiyonunu sitesinde muhafaza etti? sorusunu sormayı ve yanıtını aramayı akıl etmek gerekiyor.
Yazısından anladığım kadarıyla TİYAB'da yaşanan tashih krizinin de baş aktörü kendisiymiş ve farklı bir şekilde kınanmak için aslanlar gibi mücadele etmiş. TİYAB'da olmadığı halde nasıl aslanlar gibi mücadele ettiğini ben anlayamadım, ama bir şekilde pençeyi attığı gibi herkesi yerine oturtmuş. Yalnız bir nokta dikkatimi çekti: "linç" demiyor da hakkında "aforoz" gibi bir kararın alınması girişiminden söz ediyor. İşin içine Türkiye Tiyatrolar Birliği'ni de katmış. İtiraf etmem gerekirse, söylenenlerden hiçbir şey anlamadım. Fakat yazının bir şey gösterme kaygısı olmadığı için, ne demek istemiş, anlamaya çalışmanın pek bir manası yok. Kendisine göre haklı nedenlerle, bir çeşit sanal alemden sallamalar resitali vermeye çalışmış.
Bir ara Türkiye Tiyatrolar Birliği TİYATROM'u protesto mu ediyor? diye bir soru sorulmuştu. Ertuğrul Timur şikâyet ediyormuş, niçin örgütün bazı açıklamaları bana ulaştırılmıyor diye. Bunun üzerine ben "protesto etmeye bile değmez" görüşümü beyan etmiş ve bu tip bir girişimin anlamsızlığını belli bir yorumla dile getirmek istemiştim. Sonuçta insanlar oyunlarını ve etkinliklerini duyurmak, yazılarını dolaşıma sokmak, yeri geldiğinde haber olmak istiyorlar. Alan da memnun veren de görüntüleri çizilerek tiyatro yayıncılığımız yuvarlanıp gidiyor. Yine bu yazıyı uzatmak pahasına, ne demek istediğimi biraz daha açayım:
Tiyatro yayıncılığı alanında en azından küfür ve hakarete dayalı söylemlerin aşılması konusunda belli bir mesafe kaydedildiğini düşünüyorum. Fakat dedikodu ve şaibeyi gerçek diye yutturmaya çalışmayı da içeren magazincilik tutkusundan tiyatro yayınlarının alt medya olmaya mahkum olmasına bir yığın sorun öyle kolayca ve kısa zamanda çözülebilecek cinsten değildir. Öncelikle pratik seçenekler, örnekler sergilemek, tutarlı olmak gerekir. Dahası, tiyatro yayınlarında kurumsal ciddiyetin oturtulması, asgari buluşma ilkelerinin tayin edildiği ve dayanışma kültürünün öne çıkarıldığı birlik yapılarının inşası gibi zorlu bir yolda ilerlemeyi de göze almak gerekir.
Bu anlamda, 2009-2010 sezonunda yeniden yayın hayatına giren TİYATROM bir seçenek üretememiş; sezon başında tiyatro camiasının gündemine giren örgütlü tiyatro sürecini yayıncılık bölgesinde kargaşaya sürükleyen, benim "Ertuğrul faciası" dediğim olayın zemini haline gelmiştir. TİYAB'dan ayrılma kararı bir gece ansızın ‘Alem buysa kral benim’ denilerek alınmış, TİYATROM'a katkı sunmak için etrafında toplaşan hiç kimsenin görüşüne başvurulmamıştır. En azından benim yakın çevremde, TİYATROM'un yeniden yayın hayatına girmesini destekleyen ve emek vermeyi taahhüt eden birçok yazarın orada yazmayı bırakmasının nedeni budur. Sonuçta TİYATROM örgütlü değil, örgütsüz ve ben merkezcil tiyatro sürecinin (güya Ertuğrul Timur'un şikâyet ettiği tiyatro camiasında yaşanan hukuk, etik tanımama eğiliminin çok doğal bir sonucunun) öznesi haline gelmiştir.
Türkiye’de koşullar değişmekte, bundan tiyatro ve tiyatro yayıncılığı da nasibini almaktadır. İATP-G'nin bıraktığı mirası pisliğe bulaştırmaya çalışmak ya da sanal manipülasyonlarla örgütlü mücadeleyi kargaşaya sürükleme alışkanlığında ısrar etmek de bir yoldur. Fakat TİYATROM'da geliştirilen bu yaklaşım artık fazlasıyla bildik ve neredeyse çalıntıdır. Geçmişte İATP-G'ye çamur atmak isteyenlerin nasıl tescilli dezenformatörler haline geldiklerini en iyi Ertuğrul Timur'un bilmesi gerekir. Örtülü ya da açık, tiyatro hakkında kıyamet alametleri ilanında bulunacağım diyerek kurnazlığa, oradan da dezenformasyona yatırım yapanların tiyatronun asıl ihtiyacı olan örgütlü / birleşik mücadele kültürüne katabilecekleri bir şey yoktur.
NOT: Ertuğrul Timur'un söz konusu yazısının bir bölümü de Kumbaracı50’nin sitesinde yayınlanan “Yala Ama Yutma” ile ilgili bildirinin niçin dar bir tiyatro çevresine açıldığını, yoksa birilerinin dışlandığını mı sorguluyor ve sansüre, tehdide karşı nasıl mücadele verilir dersleri veriyor. Oysa sorduğu sorunun cevabını kendisinin çok önce verip örnek bir vaka yarattığını hemen anlaması gerekirdi. Nasıl ki Ertuğrul Timur kendine göre nedenlerle "hızla" örgütlü tiyatro sürecinden firar eylemiştir, o bildiriyi hazırlayanlar da kendilerine göre nedenlerle hızla bildiriyi birilerine açmış, ama başka birilerine açmayı sakıncalı bulmuşlardır. Açsalar, örneğin Türkiye Tiyatrolar Birliği'nin bildiriye gözü kapalı imza vermeyeceğini tahmin etmişlerdir. Tıpkı Ertuğrul Timur'un TİYAB'dan kopma biçiminin ya da örgütlü tiyatro sürecinde önce gönüllü katılım gösterip sonra kayıplara karışma tavrının TTB gibi örgütlerden gözü kapalı destek görmeyeceğini tahmin edebileceği gibi.
(Kaynak: Ömer F. Kurhan TİYATRO YAZILARI)