Siyasal ve ideolojik yakınlığımız bulunmamasına karşın, önemli bir konuya değindiği için, yazısına yer veriyorum:
Bedri Baykam
Önce bir parantezle CHP’li dostlarımdan özür diliyorum: Haluk Koç’un Genel Başkan adaylığı çıkışının gayri ciddiliği hakkında bir değerlendirmeyi önümüzdeki günlerde yapacağım. Baykal’ın yıllardır partiye sunamadığı “Parti içi demokrasi”nin öncülüğünü, Baykal’ın emirleri doğrultusunda o kapıları kapalı tutanlar üstlenemez!
Atatürk’e son saldırı sanat ortamından geldi. Küratör Hou Hanru, 2. Cumhuriyetçi “meslektaşlarının” kendisine altın platformda sunduğu sözde çok kesin ve değerli tarihsel bilgileri kafasına göre çalkalamış ve vurdumduymaz bir ukalalıkla kesin vargılarını ortaya koyuvermiş: “Kemalist proje tarafından savunulan modernleşme modelinin yine de sisteme dahil bazı çözülemez çelişkilerin ve ikilemlerle dolu, tepeden inme bir dayatma olması: reformların devrimci birer araç olarak gerekli olmasına rağmen yarı askeri bir şekilde dayatılması, demokrasi ilkesine aykırıydı”! Hou Hanru’yu bundan on beş yıl kadar önce Paris’te tanıdım. Uluslararası sanat ortamının “sen benim sırtımı kaşı, ben seninkini” mantığıyla piyasaya sunduğu şartlar üstünden kendine kariyer çizmeye çalışan genç bir küratördü. Artık global dünyanın bienal/kavram sipariş noktalarından biri oldu. Bu gibi alanlar sanat adamlarına çok pratik otobanlar sağlarlar. Hem globalizmi kullanırsınız, hem de onu eleştirir görünürsünüz.
Şu tesadüfe bakın ki, geçen hafta, “50 Yılımın Bilançosu”nu çıkarırken, bana bu yaşamda en büyük acıyı veren noktanın, entellerin oportünist ihanetleri olduğunu vurgulamıştım. İşte Hanru’nun sorumsuz metni, Marmara Üniversitesi dekanı Nazan Erkmen ve aynı üniversitenin bir çok öğretim üyesince bir bildiriyle kınandıktan sonra, bu “büyük takım” hemen ayaklandı!
Bu toplu karşı hücum, Erkmen ve arkadaşlarının görüşlerine içerikle karşılık vermeye gayret eden bir tavır filan da değildi. Bodoslama Hanru’nun anti-Kemalist söylemine destek verilirken, kınamayı yayınlayanlar, hemen 2.Cumhuriyetin alameti farikaları olan şablon kelimelerin hışmına uğradılar. Bu bildiriyi imzalatan güç “tepeden inmeci ‘çağdaş Türk aydını’ piyesini sürdürmeye meraklı hocalar”mış ve bu ‘devlet ideolojisi’nin yansımasıymış, bu Cumhuriyet’in kökenlerini eleştirmek doğal olarak Hanru’nun hakkıymış, Erkmen ve arkadaşları yasakçı zihniyetin sözcüleriymiş!
Bangır bangır “Sanat hiç bu kadar iyimser olmamıştı” sloganı ile yola çıkan bir bienal, en özgür şekilde milyonlarca Euro’ya mal olarak bu topraklarda yapılabilirken, bu devlet ve kurucusunun, bu işin baş aktöründen bu gülünç saldırıyı görmesinin neresi “iyimserlik” acaba?
Bir kere Garanti Platform’un başındaki Vasıf Kortun, Hanru’yu yönlendiren eski takım arkadaşı. Bu Cumhuriyete ve kurucusuna, onu savunanlara, yakın durmayı hiç sevmeyen Kortun’un Hanru’yla bu konuları da “etraflıca” konuşmuş olabileceği açık. “Atatürk put mu? Bu devletin kuruluşu tartışılmayacak mı?” diye Çinli küratörün avukatlığına soyunan Kortun dışında, İKSV de bu metnin Hanru’nun beyin imalatı olmadığını şu sözlerle kanıtlıyor. “Hanru’nun söz konusu düşüncelere Çağla Keyder, Sibel Bozdoğan, Reşat Kasaba gibi ‘önde gelen’ (!) bilim adamlarının kitaplarından yararlanarak geliştirdiğini” bizlere kanıtlıyor”. Olay o kadar komik ve açık ki… Hanru herhalde İlhan Selçuk, Alpaslan Işıklı ve bizlerle beslenecek değildi ya!
Hanru’ya soralım: Bu sergiyi İran’da açabilir misin? 22 Temmuz’u, bu Cumhuriyete karşı alınan rövanş olarak görüyormuşsun. Atatürk Cumhuriyeti’nin AKP’ye rağmen hala ayakta kalan kalıntıları sayesinde o dev erotik minyatür heykelleri Antrepo’ya koyabildiğini bile anlayamadın mı?
Bir çift laf da sevgili yazar çizer meslektaşlarıma: Arkadaşlar, ne bu tutuculuk, ne bu faşizm? Orhan Pamuk, Cumhuriyeti “terminatör” ilan ettiğinde, onun görüşlerini açıklaması, “düşünce özgürlüğü”oluyor, (ki biliyorsunuz bence de öyle) ama Nazan Erkmen Bienal ve Hanru’yu eleştirmek istediğinde, burada hemen alelacele takkeler ters yüz ediliyor ve bu sefer Erkmen ne yazık ki (!) “tutucu, dar kalıplı” bir insan olmakla suçlanıp, susturulmaya çalışılıyor.
En acı nokta yine ne biliyor musunuz? Kimi meslektaşlarımın bu eleştirileri mantık ve tarihsel içerikle yanıtlayacaklarına hemen “sanatı devlet ideolojisinin bir yansıması olarak gören zihniyetin temsilcileri” olarak değerlendirebilmeleri! Bu nasıl bir küstahlıktır! Onca saygın meslektaşına “bu fikirler senin değil, devletin, sen bunları savunamazsın” diye susturmaya çalışmak!
Bütün 2. Cumhuriyetçilerin temel ortak noktaları var: Eleştiriye kapalı olmaları, anti-demokrat olmaları, kara çarşafın körü körüne avukatı ve yayıcısı haline gelebilmeleri! Hanru’nun eleştirdiğimiz zavallılık ve türevlik kokan, önüne konmuş olduğu belli sözlerini ne kadar yazmaya hakkı varsa, herkesin de bir o kadar bu sözleri eleştirme hakkı vardır.