Aşağıdaki yazıyı, ben yazmadım. Hoşuma gittiği için yayımladım...
GrupYORUM
Birkaç yıl önce; Rauf Tamer köşesinde, solu temsil eden kişilerin aslında, solun değerlerine uygun yaşamadığını; sosyalist gibi konuşup, kapitalist gibi yaşadıklarını yazmıştı. Rauf Tamer'in kişiliğini ayrıca anlatmaya gerek yok. Eğer bu düzen, sömürü ve talan düzeniyse; eğer bu düzen, hırsızlığa teşvik ediyorsa, Rauf Tamer de, köşesinde bunu alkışlayan, böylesi bir düzenin devamlılığı için kalem oynatan bir kişidir. Tamer, bununla da yetinmemiş, bu kirli işlerin bir parçası da olmuştur. İşte bu Rauf Tamer, bütün solu, özü sözü bir olmamakla karalamıştır.
Peki Rauf Tamer gibilerin referansı nedir?
Kirlenmenin alabildiğine hızla yayıldığı bir dünyada, kuşkusuz solda durduğunu iddia eden birçok kişi ve kesim de bu kirlenmeden payını alıyor. Bir yanda, siyasetten, örgütlenmeye, yaşam biçimine dek, saflığı ve temizliği savunanlar; diğer yanda, solun içine de sızmış olan, kirlenme ve yozlaşma. Burjuva politikalarıyla hayatı yorumlayan reformizm; solun değerlerini, burjuvaziden aldığı köhnemiş ahlak ve politikalarla çürütüyor. Dili, yaşayışı, politik çözümlemeleriyle, yozlaşmış, pis bir politikacılık, sol adına ortaya çıkıyor; solu temsil ettiğini iddia ediyor. Devrimciliğin değerleri zedeleniyor. Tüm bu başlıklar altında, devrimcilik kirletiliyor. Emperyalizmin kültürü, diliyle, ahlakıyla beyinleri zehirliyor. Düzenin vitrinindeki solculuk işte böyle bir şey. Bunun için, Rauf Tamer gibiler değerlerimize dil uzatabiliyor.
...
5 Kasım 2002 tarihli, Radikal Gazetesi'nin kültür sanat sayfasında, Aslı Atasoy imzalı mini bir dosya yayınlandı. Dünyada, özellikle yaşadığımız günlerde yaşanan politik gelişmelerle, "ideolojik müzik" yapanların güçlü çıkışlar yaptığından; Türkiye'de ise politik çalkantılara rağmen, politik müziğin ivme kaybettiğinden hareket eden Atasoy; teybini, içinde bizim de yeraldığımız birçok sanatçıya uzatıp, görüş almış. Aslı Atasoy, Türkiye'de politik müziğin ölüm ve kahramanlık gibi temalara odaklandığını, kadın, eşcinsellik, aşk, küreselleşme gibi konuların gözardı edildiğini belirtiyor.
Olabilir. İnsanlar durdukları yerden değerlendirme hakkına sahip olabilirler ama bu yaptıkları değerlendirmenin doğru olacağı anlamına gelmez. Ancak biz, bu yazıda, bunların üzerinde durmayacak, değinip geçeceğiz. Asıl gelmek istediğimiz konu, bu röportajlar içinde yer alan, Yapımcı Bülent Forta'nın söyledikleri. Bugün, ÖDP'nin yönetim mekanizmalarında yer alan Forta, Türkiye'de '80 öncesi süreçten bu yana politik arenada varolmuştur. Bu yüzden, Forta'nın görüşleri, bir müzik yapımcısı olmanın ötesindedir. Kendisinden bağımsız olarak, politik bir bakışı da yansıtmaktadır.
Forta, Türkiye'de politik müziğin,'70'lerde, halk müziğinden beslenerek şekillendiğini ve bu müziğin geciktiğini belirtiyor. '80 sonrası ise, ağırlıklı olarak grup müziğinin belirdiğini, '85'le birlikte tıkanmanın başladığını ve "getto"laştığını vurguluyor. Bulutsuzluk Özlemi'nin kendini tekrar ettiğini, Yorum'un dinleyici kitlesinin daraldığını vurguluyor. Değerlendirme kendisine aittir. Bu arada, Yorum'un enteresan bir vaka olduğunu, bir dönem okul işlevini gördüğünü belirtmeden de edemiyor. Bu yazıyla, Forta'nın, yeni şarkılar çıkması konusunda umutsuz olduğunu öğreniyoruz. Biz araya girelim ve Forta'nın tespit ettiği tıkanmanın başladığı '85'te, Grup Yorum'un kurulduğunu ekleyelim. Forta, asıl önemli sözünü söylüyor ve tüm dünyada dinlenebilecek bir müzik yapılmadığını, daha çok "sol gettoya" hitap edildiğini belirtiyor.
Devrimciliğin yükselen değer olmaktan çıktığı, dönemlerin olmazsa olmazıdır. Küçük burjuvazi arayışlara başlar. Kelimeler, tanımlamalarda keşfe çıkılır. Politikaya "yeni" soluklar getirilir. Zorluklar karşısında, "başka türlü bir şey" aranır. Türkiye'de, özellikle 12 Eylül sonrası birçok siyasi hareket bu noktaya savrulmuştur. İlk başlarda, masumane bir arayış, yeni bir örgütlenme üzerine tartışma gibi görünen bu durum. Bugün gelinen noktada, emperyalizmin pompaladığı sivil toplumculuğa saplanmıştır. Bunun en bariz örneği, Bülent Forta'nın da dahil olduğu siyasi geleneğin, bugün geldiği noktadır.
Bugün gelinen noktada, tüm liberaller, sivil toplumcular solda durur gibi görünürler. Fakat, bu ropörtajda kullanılan "getto" ifadesi bile hayata bakışın nasıl farklılaştığının, göstergesidir. Devrimciliğin büyüdüğü, örgütlenmenin yayıldığı yerlerde sivil toplumculuk ve liberalizm hayat bulamaz. Bugün, Forta'nın kullandığı bu üslup, halkın örgütsüzlüğünün yarattığı bir üsluptur. Halkın örgütlülüğünde coşan ve yine abartılı tespitler yapan bu anlayış, kendince umutsuz bulduğu dönemlerde, solu gettolaşmakla eleştirir. Kendi yaptığı siyaseti ise alabildiğine olumlar. Ne gariptir ki, onların siyasetini halk hiç anlamaz. O yüzden de, tespitlerinde tepeden bakan bir üslup hakimdir. Forta, devrimcileri gettolaşmakla eleştiriyor. Biz de sormadan edemiyoruz. Burası, 1940'ların Polonya'sı mı? Yoksa buhranlı yılların Amerika'sı mı? Forta, sınıflarüstü ve siyasetler üstü bir havada böyle bir tespit yapıyor. Aslında bu üslubu tespit olarak nitelemek onu fazla ciddiye almak olur. Forta, siyasi bir kişiliktir. Ama tüm avrupa solcuları gibi siyasi olmaktan öte bir sosyolog gibi konuşmaktadır. İktidar hedefi olan hiçbir siyasi anlayış böylesine kolay sözler edemez. Söylediklerinin doğru olduğunu kabul etsek bile, içinde, özeleştiri taşımayan sorumsuz bir cümledir.
Bülent Forta, bu tespiti, müzik yapımcısı olarak mı böyle konuşuyor? ÖDP saflarında siyaset yapan, bir kimlikle mi söylüyor? Bidiğimiz kadarıyla ÖDP, kendini "en sol" olarak niteleyen bir parti. Öyleyse, gettolaşmamızdaki payı nedir? Ya da en solcular bu gettolaşmadan payını almamış mıdır? Seçim döneminde, meydanlarda, neden bu tespitlerini duyamadık diye merak ediyoruz. Acaba biz mi diyalektik düşünemiyoruz?
Bu siyaset biçiminde iktidar hedefi yoktur. İktidar hedefi olmayan bir solculuk düşünülemez. İktidar hedefi olmayan bir solculuk olsa olsa sivil toplumculuktur. Biliyoruz ki, Forta'nın siyasi geleneği 12 Eylül mahkemelerinde iktidar hedefleri olmadığını belirtmişlerdir. Bugün, emperyalizmin denetiminde ve icazetinde siyaset yapma biçimidir bu akıllı solculuk. Emperyalizmin onayladığı kadar muhalif, emperyalizmin onayladığı kadar solcu. Dengelerin "en solu"ndaki siyasettir bu O yüzden de, devrimcilik, geri kalmış bir iddiadır onlar için. Marjinalleşmiş bir hayat tarzıdır. Ne garip değil mi? Bir yandan,iktidar da bu söylemlerle ve siyasetle devrimcileri halktan yalıtmaya çalışıyor. Katliamlar, F tipleriyle devrimcileri yıldırmayı, düşüncelerinden soyutlamayı ve halktan koparmayı amaçlıyor. Bir yandan da, Forta gibi dost görünenler, "getto" diyerek güya devrimcileri aşağılamaya çalışıyor.
Bu kafaları tanıyoruz. Bu kafalar, solun görmüş geçirmiş akıl hocalarıdır. Hiçbir zaman sosyalizmi istememiş, burjuva demokrasisinin hülyalı semalarında dolaşmıştır. İstedikleri asıl olarak burjuva demokrasisidir. Onun için, Avrupa Birliği gözlerini ışıtmıştır. Çünkü, yorgundurlar. Çünkü, sanırlar ki, AB demokrasisinde solda siyaset meydanı bunlara kalacaktır. Burjuvaziyle, burjuvazinin arenasında at oynatmaya çalışırlar, beceremezler. Yüzlerine gözlerine bulaştırırlar.
Fakat, asla vazgeçmezler. Çünkü, siyaseti bir geçim kapısı olarak görürler. Varlıklarını, reddiyeye borçludur. Reddettikleri kendileri bile olsa. Bunlar, siyasetin hiçbir yerine sızamadıklarında, oturdukları apartmanın yöneticiliği için kıyasıya bir savaş verirler.
Diyelim ki sol gettolaştı. Peki öyle olsun. Peki o başımıza musallat ettiğiniz Beyoğlu solculuğu nedir? Beyoğlu'na sıkışıp kalmış solculuk mu bizi kurtuluşa ulaştıracak. Diyelim ki sol gettolaştı. Öyleyse, neden gettolardan oy istemenin manası nedir?
Tabi bu siyasete bizim aklımız basmaz. Burjuvaziden öykünme siyaset anlayışı tüm hücrelerine sinmiştir. Bu seçimin iki galibi çıkınca, burjuva medya bastırıp liderler istifa etmeli deyince ve bir iki partiden bu sinyal gelince, ÖDP "lideri" de, kurultaya gideceğini açıkladı. Her şeyiyle burjuvazinin kuyruğuna takılmış, bir siyaset anlayışı. Meclise giremediniz, geçen seçimde girememiştiniz. O zaman geçen seçimde niye istifa etmezsiniz? Kuşkusuz, buna da bir cevap vardır ama biz anlamayız.
Bu siyasi gelenek, kendi kültürünü yaratmıştır. En azından bunu başarmıştır. Sağdan soldan alınma da olsa bir kültürü vardır. Eskiden bir dili de vardı. Örneğin, geşmişte, ayakları yine de ülke toprağına basardı. Getto demezlerdi. Tekkeci derlerdi. Şimdi getto diyorlar. Biz o tabirleri bile özledik.
Yazımızın başında, Rauf Tamer'in yazdıklarından bahsetmiştik. Bir tarafta, rüzgarın yönüne göre eğilip bükülmeden mücadele edenler, bir yandan da rüzgar gülleri. Ve maalesef bizim vitrinimiz diye bunlar sunuluyor. Biz sesimizi daha gür çıkarmadıkça, biz daha çok örgütlenmedikçe olmadıkça bu ayıp sürecek. Solu onlar temsil ediyor gibi görünecek. İnsanın ne olduğunu yetenekleri ve etiketi değil seçenekleri ve tercihleri belirler. Onlar seçimini yapmıştır. Biz, onları sivil toplumcu düşleriyle başbaşa bırakacağız. Bizim de günümüz gelecek...
tıkla