16 Haziran 2009 Salı

Yalan Makinesi Mustafa Demirkanlı'nın kankası, Burak Caney ruhlu Vandal Ahmet Ertuğrul Timur'un (nam-ı diğer 3. Abdülhamid) dayanılmaz çöp kutusu / 90

Yalan makinesi ve küfürbaz Mustafa Demirkanlı ile yaşam cahili Yaşam Kaya'nın kankası sansür makinesi Ahmet Ertuğrul Timur (nam-ı diğer 3. Abdülhamid), çarpıtmalarını ısrarla ve inatla sürdürüyor. (HB)


15 Haziran 2009 Pazartesi

A.E.TİMUR "KAPİTALİZMİN BASİT OYUNLARI VE OYUNLARIN FİGÜRANLARI"

15 Yıl kadar önceydi.Bir Üniversitede görevli olduğum yıllar. Ayrıca Eğitim-Sen kampüs temsilcisiydim. Ekonomik tedbirler gerekçe gösterilerek hademeden öğretim üyesine eleman alımı durdurulmuştu. Emekli olanların, ölenlerin yerine bile eleman alınamıyordu. Üniversitenin ana merkezinden uzak kampüsünde 3 katlı bir okul. Yüzlerce öğrenci, onlarca öğretim üyesi ve görevlisi ama sadece ve sadece iki hademe. Emekliye ayrılan olmadığı için yeterince profesör, doçent, öğretim görevlisi ve memur vardık ama sadece 2 hadememiz kalmıştı. İki hademe ile sınıflar, odalar, bürolar, koridorlar, sınıf dışı diğer eğitim alanları bahçe temizlenecek, süpürülecek, paspaslanacak, camlar silinecek ayrıca ofis getir-götürü yapacaklar, çay demleyecekler vs vs.
Bir gün kapısını çalıp girdiğimde bir doçent arkadaşın elinde klasik süpürge odasını süpürmesine denk gelmiştim. Önce dolaba süpürgeyi saklamak için bir anlık hamle yapsa da hemen vazgeçti çünkü ünvanıyla böbürlenmeyecek ve kendini sırça köşkte görmeyecek denli doğal ve alçakgönüllüydü. Bir defasında da laboratuarda musluk açık kalınca hafta sonu her yeri su basmış ve okulda kim varsa profesörlerden, doçentlere, büro memurlarına merdivenlerden aşağı su süpürmüştük.
Hiç unutamadığım bir olay da bir öğrenci ÖSS de bölümümüzü kazanmış, kayıt yaptırmaya gelmiş ve örümcek içinde merdivenleri, sınıfları, artık arkası görünmeyen camları görünce "Ben o kadar dersanelere gidip, yüzlerce test çözüp , sabahlara kadar ders çalıştım bunun için miydi?" diye resmen hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Ona bölümümüzün akademik olarak aslında ne kadar güçlü olduğunu, bir üniversitenin, bir fakültesinin bir bölümünde tam 11 profesör, 6 doçent, 20 öğretim görevlisi olduğunu (ama 2 hademe) olduğunu anlatmıştık. Özel üniversitelerde ışıl ışıl PVC kaplı koridorlar, renkli pırıl pırıl dolaplar, tertemiz sınıf ve sıralar olsa da çoğunun değil bir tek bölüm yada fakülte koca üniversitede toplam sadece ve sadece bir iki profesör zor olduğunu, okutmanlarla dersleri doldurduğunu anlatmaya çalıştık.
Bu hademesizlik daha fazla yürümedi ve üniversite kendi döner sermayesiyle taşeron temizlikçiler almaya karar verdi ve iki taşeron temizlik elemanı da bize düştü. Böylece bizim iki hademe sadece hoca odalarını, büroları ve getir götür işlerini, taşeronlar ise sınıf ve koridorları üstlendi. Normalde sigortasızlık, üç kuruşa çalışma, sosyal haklardan mahrumiyet anlamına gelen ve insanları köleleştiren taşeronlaşmaya karşı olmamıza karşın yüzlerce öğrencinin yaşadığı okulda salgın hastalıklar başlamadan gelen bu takviyeye bir bakıma da memnun olmuştuk. Yani sistem bize ölümü gösterip sıtmaya razı etmişti.
Bölümümüz ana kampüs ve bağlı olduğumuz fakülteden kopuk olduğu için benim istemeye istemeye de olsa Fakülte Genel sekreterinin yapması gereken bazı idarecilik konularını da üstlenmek zorunda kalmama neden olmuştu. Bu nedenle zaman zaman bu elemanların işlerini denetlemem, ilgilenmem de gerekiyordu. Bu taşeron temizlik firmasının iki elemanıyla ayrı ayrı zamanlarda ve tek konuşmalarımda bir gerçekle yüzleşecek ve güleyim mi ağlayayım mı şaşıracaktım. Bunları üç kuruşa çalıştıran temizlik firması her ikisine de birbirinden habersiz ayrı ayrı ünvan bahşetmişti(!) Birisine sen o binanın temizlik amirisin, diğerine sen binada bizim şirket temsilcimizsin. demiş, bu elma şekerleriyle aldatmıştı. Elemanın birisi elinde süpürge koridor süpürüyor ama böbürlenerek "Ben aslında binanın temizlik amiriyim" diye gururlanıyordu. Diğeri cam silerken aslında şirket temsilcisi olmasını vurguluyordu.
Kapitalizm unvanları elma şekeri gibi kullanıyordu. asgari ücretle ve güvenceden uzak eleman çalıştırıyor ama sen amirsin, sen temsilcisin, sen bilmem ne müdürüsün diyordu. Benzer bir komediye de şu bakkallara dağıtım yapanlarda rastlamıştım. Dükkanın kapısına (süt, peynir, dondurma, bisküvi vb) arabası yaklaşıyor içinde iki kişi. Biri şöför diğeri... Diğeri ne biliyor musunuz? Satış müdürü. Evet evet adı müdür. Hayır ben asla bu dağıtım görevlisi arkadaşın yaptığı arabadan malı indirme dükkana getirme, fatura kesme işini küçümsemiyorum verilen her emeğe ve her türden emekçiye saygı duyarım ama dikkat çekeceğim şirketlerin bu ünvanları nasıl bir kandırmaca ve sömürü aracı yaptığıdır.
Müdür dediğinizde aklınıza neler gelir? Sekreteri olmasa bile önce bir makam odası, bir makam koltuğu, yetki, ve onun altında çalışan en az 4-5 eleman (belki kat kat fazlası) Şimdi gelelim bizim bisküvi şirketi müdürüne. Bu müdürlerin makam odaları kamyonette şöförün yanı. Emrindeki elemanlar olsa olsa sadece şöför. Yetkisi firma adına fatura kesip para almak. Ünvanı müdür. Peki ünvan sorumluluğuna karşı aldığı ödenek? "Sıfır" üç kuruş kuru maaşa devam.
Peki ya bankalarda durum farklı mı?
Bankalardaki kadar ünvan hiç bir yerde yoktur. Müdür, İkinci müdür, müdür yardımcısı (ikinci müdür ve müdür yardımcısı farklıdır) servis yönetmeni, şefler, satış temsilcileri, bireysel müşteri temsilcileri, portföy yönetmenleri ve daha bankacı olmadığımdan şu an hatırlayamadığım yığınla ünvan. Kaçının makam odası var derseniz sadece şube müdürlerinin. Kaçının altında elemanları var derseniz her biri diğerinin altı ama kendisi de ünvanlı. Hiç mi düz personel yok? var elbet. Bankaya gireli henüz fazla olmamış kasa açan (yani önde müşteriyle ilgilenen iki yada üç kişi. Diğerleri hep ünvanlı. Bazen 10 lira çekecek kişi bile önce kuyruğa yetişemeyen iki memura bakar ve hemen arkasında masada oturmuş verilecek kredilerle vs uğraşan ikinci müdüre çıkışıverir "Orda oturacağına müşteriye baksana, kuyruğu görmüyor musun?" Zavallım ikinci müdür, yada müdür yardımcısı yada şef yada bilmem ne amiri makamsız makam sahipliğini belli edecek bir hamle yapar ama nafile. "Bakmayın benim şu köşede masanın kenarına ilişmişliğime.., ben aslında ikinci müdürüm ve ben müşteriye bakmam, ben kredi onaylarıyla vs ilgilenmek zorundayım, Allah kahretsin ki benim de işim başımdan aşkın ama ünvanım var..." diyemez.
Eskiden bir müessese de bir müdür olurdu. Şimdi müdürden geçilmiyor. Kapitalizm insanı insana kullandırtmanın da boş ünvanlarla insanları avutmanın da yolunu unvan dağıtmakta bulmuş. Eskiden insanlar sosyal hakları için birlikte mücadele verir, eylem yapar , iş bırakırdı. Şimdi herkesi unvanlandırarak bunun önüne geçmiş. Sen diğerinin şefisin, diğeri senin ikinci müdürün, beriki onun bilmem ne temsilcisi. Kapitalizm ünvanları bol keseden dağıtarak herkesi kendi sopasının bir parçası kendisinin bir maşası eylemiş, sosyal hakları budadıkça boş ünvanlarla beyinleri köreltmiş, her birini diğerinin bekçisi eylemiş! Alt-üst ilişkileriyle donatıp grev halayında eşit ve kolkola olmanın yolunu kesmiş! adeta Suni ara sınıflar yaratmış makamlar dağıtarak!
Bu yazı da nereden çıktı, sanatla tiyatroyla ne ilgisi var dediğinizi duyar gibiyim. Efendim şu malum şahıslardan birisi bir dergi çıkardı malumunuz. Dergi kadrosu kendisi dahil dört kişiden ibaret. Yazan dört kişi okuyan da muhtemelen dört kişi ve yakın çevreleri. Ama bu dört kişiden ibaret yazar, çizer, okur kadrosunu sıralamış "........ sorumlu yazı işleri müdürü" , "......... genel yayın yönetmeni" , "........... dergi sahibi" geriye de garibim bi kadıncağız kalmış dergideki tek unvansız yazar olarak...
Dergi çıkarıyorlar mı çıkarıyorlar.
Hem de matbaada basılıyor, faturası bile var , hem de binnnn tane basılmış.. (Daha önceki dergi denemesinde bana 10 tane birden yollamıştı yine her tanıdığına onar onar yolluyorsa tükenir de)
Ama? Ama işte o kadar gerisi yok. gerisi kendini tatmin. Sen genel yayın yönetmenisin, sen yazı işleri müdürüsün, ben patronum, dergimiz var çalış Osman Çiftlik senin :)))))

Çalış Osman Çiftlik Senin : Gülmece yazarı Rifat Ilgaz kapitalizmin insanları nasıl kandırdığını bu öyküsüyle çok güzel hicvetmiş. "Kuyumcu" da gençleri kullanmayı iyi biliyor doğrusu
Karnını güne verip yatmak yok. öyle! Üzerine güneş doğmayacak! Sahip çıkacaksın bu çiftliğe!
Bu çiftlik kimin Osman?
Osman`ın, tam yirmi yıldır bu çiftliğe ortak olması gerekirdi, Himmet Ağa`nın dediğine bakılırsa...
Ne ortağı, sahibi!
Çiftlik onundu. Tapusu üzerine olmasa da bu iki üç dönümlük fındıklık, derenin alt yanındaki elma bahçesi... Şu kedibaş armutları, kirenler, tönkeller... Avaltındaki karamancarlar, mısırlar... Çalılardaki fasulyeler...
Çalış Osman çiftlik senin!
Yazı işleri müdürü sensin,
genel yayın yönetmeni beriki.
yazar da sensin satacak müşteri bulacak da..
En kötüsü yazan da sensin..,
okuyan da...
Ben dergi çıkarıyorum diye egomu tatmin edeceğim sana da kendi egonu tatminine pay düşecek!
Çalış osman dergi senin.
yazan da sensin,
okuyan da,
haftasonları kursa gelen de.
Hem dergide yazarsın,
hem hala yazarlık kursiyeri...
Ama üzülme 2 kursiyer daha çıkarsa
size orda da "hocalık" payesi de veririm
olur bir ünvanınız daha.
Fena mı eşe dosta hava da atarsınız, maksat egosal tatmin olun, mutlu olun!
Sosyal hobi arayan iki kişi, bir de ego tatmincisi varlıklı adam. var mı daha ötesi?
http://www.pegem.net/kitabevi/3587-Calis-Osman-Ciftlik-Senin-kitabi.aspx

(Kaynak: Adımızı veremeyecek denli alçak Ahmet Ertuğrul Timur)