Ömer F. Kurhan: Aydın Orak’a Yanıt
İstanbul Şehir Tiyatrosu eski Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya, Aydın Orak’ın “ ‘Kürtçe tiyatro sadece Güneydoğu’da yapılmalı’ mı?” yazısında dile getirdiği bazı iddialarını yalanladığı ve beni de bir çeşit dezenformasyona katkı sunmakla eleştirdiği bir açıklama yapmıştı. Bunun üzerine bir açıklama yaparak amacımın dezenformasyon hizmeti vermek olmadığını, Aydın Orak’ın iddiasına gerçek haber değeri verilemeyeceğini, ama böyle bir sonuç çıkıyorsa Orhan Alkaya’dan ve okurlardan özür dilediğimi söylemiştim. Yine, Tiyatro Dergisi sitesinde yayımlanan “Kürtçe Tiyatro Gündemi – 2” başlığı taşıyan yazımda Orhan Alkaya’nın yalanlamasının asıl muhatabının Aydın Orak olduğunu belirtmiştim.
Orhan Alkaya’nın açıklamasının üzerinden iki hafta geçtikten sonra, 28 Haziran 2009 tarihli “Alkaya ve Kurhan’a Yanıt” başlığıyla yayımlanan açıklamasında, Aydın Orak birkaç noktayı dile getirdi:
(1) “Kürtçe tiyatro sadece Güneydoğu’da yapılmalı” sözü Orhan Alkaya’ya aittir; yani Orhan Alkaya’nın yalanlaması gerçeğe dayanmıyor.
(2) Orhan Alkaya’nın gündem yapılmasının nedeni genel sanat yönetmenliğinden alınması ya da “düşene bir tekme de benden” anlayışı değil, Adnan Tönel’in bir aktarımına düzeltme yapmaktır.
(3) Devlet Kürtçeye ve Türkçeden farklı anadillere sahip topluluklara karşı ayrım yapmayı sürdürürken Türk tiyatrocular Kürt tiyatrosunun sorunlarına duyarsız kalmaktadır.
Birinci nokta, “Orhan Alkaya gerçekte ne dedi?” sorusunun yanıtı belgeli bir şekilde verilemediği sürece spekülatif kalmaya mahkumdur. Orhan Alkaya, Aydın Orak’ın iddiasını net bir şekilde yalanlamaktadır.
Bu tartışmanın başlamasına vesile olan Adnan Tönel’in “Bir gün DT’de Kürtçe Oyun Oynanabilecek mi?” başlığı taşıyan ve 25 Mayıs 2009 tarihli Birgün gazetesinde yayımlanan köşe yazısıdır. Bu yazı, Devlet Tiyatroları sahnelerinin Kürtçe oyunlara açılmasını umut verici bir gelişme olarak değerlendirmekte ve artık meselenin edebi zemine de taşınmasını savunmaktadır. Yani Kürtçe oyun yazımını teşvik etmek için devlet ve şehir tiyatroları da devreye girmelidir. Orhan Alkaya’ya gönderme şu şekilde yapılmaktadır:
“Tiyatro Avesta’nın, Kürt aydını Musa Anter'in hayatından yola çıkarak Cihan Şan aracılığıyla yazdığı, "Araf / İki Ülke Arasında" adlı Kürtçe yapıtının oyuncusu Aydın Orak'ın, geçen yıl Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde yönettiğim bir panelde, Şehir Tiyatroları Genel Sanat yönetmeni Orhan Alkaya'ya sorduğu ‘İstanbul Şehir tiyatroları neden Kürtçe oyun sahnelemiyor?’ sorusuna, Orhan Alkaya'nın ‘Kürtçe repertuvarın oluşması için önce Kürtçe tiyatro yapıtlarının yazılması gerekli’ sözü, tam da bu noktada çokça tartışılacağa benziyor. Ancak unutulmamalı ki bu istek zamanla karşılık bulmaya başlayacaktır. Öyle ki, devlet ve şehir tiyatroları, nitelikli Kürtçe oyun yazım atölyeleri oluşturarak ve bu alanda nitelikli eserlerin oluşturulmasına ön ayak olarak desteklerini gösterebilirler. Kürtçe yazan yazarlar da dramaturg olarak kadroya alınabilirler.”
Bu göndermeden Orhan Alkaya’nın İstanbul Şehir Tiyatroları’nın kapılarını Kürtçe tiyatroya kapalı tuttuğu gibi bir sonuç çıkmadığı gibi, Kürtçe repertuar oluşturulmasının şart olduğunu söylediği anlaşılıyor. Adnan Tönel de bunun bir süreç işi olduğunu belirtiyor ve ne gibi yapıcı adımların atılabileceğini tartışmaya açıyor.
Bana göre Orhan Alkaya’nın açıklamasında işaret ettiği Genç Günler’deki “Mem û Zîn” gösterisi, istenirse pekâlâ bu sürecin başlangıcı olarak yorumlanabilir. Mezopotamya Dans adına Apo Kaya’nın bu gösterinin eser hırsızlığının ürünü olduğunu söylemesi, Orhan Alkaya’nın bu suça iştirak ettiğini göstermez. Apo Kaya’nın açıklamasının gösterim yapıldıktan sonra yapıldığını ve İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun daha önce Mezopotamya Dans tarafından uyarılmadığını biliyoruz. Asıl mesele şu ki eser hırsızlığı ile İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun Kürtçe tiyatroya kapalı tutulup tutulmadığı iki ayrı konudur. Birisi diğerini doğrulamaz ya da yanlışlamaz.
Varsayalım ki Orhan Alkaya gerçekten de bir panelde Kürtçe tiyatronun sadece Güneydoğu’da yapılmasını ima eden sözler sarf etti, bu sözleri hangi bağlamda ifade ettiği ve konu hakkında daha başka neler söylediği de önemlidir. Bunlar bir bütün olarak değerlendirildikten sonra İstanbul Şehir Tiyatroları kapısını Kürtçe tiyatroya kapatmak istedi mi, istemedi mi daha iyi anlaşılabilir düşüncesindeyim.
Aydın Orak’ın Orhan Alkaya’ya dönük “düşene bir tekme de benden” yaklaşımı geliştirip geliştirmediğine gelince: Yanıt verme noktasında beni bağlayan esas olarak bu ikinci noktadır ve bu düşüncem devam ediyor. Aydın Orak’ın iddiasını Orhan Alkaya karşıtı kampanyanın bir parçası olarak, yani Orhan Alkaya şunu yaptı, bunu yaptı, bir de çıkıp İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun kapılarını Kürtçe tiyatroya kapadı şeklinde okumak mümkün.
Ben bu konuda Aydın Orak’ın kendi yazısını daha dikkatli değerlendirmesini öneriyorum. Aradan yıllar geçtikten sonra iddiasını Orhan Alkaya karşıtı kampanya ile ilişkilendirmek kolay olmayacaktır. Gelecekte bu ilişkilendirmeyi ancak tarihçi gibi davranmaya çalışan ve sezon içi gelişmelere de odaklanan bir yorumcu yapabilir. Fakat bugün, tiyatroya meraklı herhangi bir okur bu ilişkilendirmeyi kolaylıkla ve hatta kendiliğinden yapabilir.
Elbette ki Aydın Orak’ın asıl amacı Kürtçe tiyatroya dönük ayrımcılığı dile getirmek ve Adnan Tönel’in iyimserliğinin abartılı olduğunu gösteren örnekler vermek. Fakat İstanbul Şehir Tiyatroları bağlamında verdiği örnek, ne yazık ki meseleyi şahsileştirmekte, daha karmaşık görünen süreci ve olguları göz ardı etmektedir. Orhan Alkaya’nın Kürtçe tiyatroya nasıl yaklaştığını bir panelde akılda kalan sözlere indirgeyerek açıklamaya çalışmak yanlış; bunu kabul etmek gerekiyor.
Bir konuda Aydın Orak’la hem fikirim: “En başta Türk sanatçı ve tiyatrocuların kafası değişmeli ki, ardından devlet ve diğer kurumların kafasını değiştirebilsin.” Fakat bu tip önermelerin duruma göre tiyatro alanında Kürt / Türk ayrımını tescil etmek gibi imaları olabiliyor. Kürtçe tiyatro bölgesinde gettolaşma ile karışık bir içerden oryantalizm eğiliminin yaygın olduğunu ve kendisini bu şekilde kabul ettirmeye çalıştığını düşünüyorum.
Oysa Kürtçe tiyatronun Türkiye tiyatrosu ile bağlantısını içerden ve öncü konumlar alarak kurmaya ihtiyacı var. Bu anlamda Kürtçe tiyatronun karşı karşıya kaldığı ayrımcılığı da konu alabilecek çeşitli kampanyaların “Türk tiyatrosuna” ihale edilmesi pek makul görünmüyor. Ayrıca doğrudan ayrımcılıkla ilgili olmayan kampanya konuları da Kürtçe tiyatro bölgesinde gündem olmak zorunda değil mi? Örneğin sezon sonuna doğru, tiyatro yayıncılığı alanında, küfür ve kirlenmeyi teşvik eden çizgiye karşı bir kampanya örgütlendi. Pekiyi Kürtçe tiyatro bölgesindeki tiyatrocular bu konuda olumlu ya da olumsuz görüş ve tavır belirleyip tartıştılar mı? Ne yazık ki bu sorunun yanıtı kocaman bir “hayır”dır. Hatta ben bu kampanyanın kale alındığından da şüpheliyim. Bu durumda “Nasıl bir tiyatro yayıncılığı?” sorusunun muhatabı sadece “Türk tiyatroculardır” demek doğru olur mu?
Tiyatro camiasına kültürel çoğulcu bir perspektifı kazandırmak adına Kürtçe tiyatro bölgesinin uyarıcı bir işlev gördüğüne kuşku yok. Fakat bu, buluşmalara ve ortaklığa dayalı ilişkilerin kurulmasında aşama kaydedildiği anlamına gelmiyor. Bu nedenle Kürtçe tiyatro bölgesi topu dışarı atmayı bırakmalı, tiyatro muhalefetinin önde gelen bileşenlerinden birisi haline gelmeyi hedeflemeli ve tiyatro gündeminin aktif bir bileşeni gibi hareket etmelidir.
Bu yanıt yazısının sınırları içinde açmam mümkün değil, ama “Türk tiyatrosunun” kültürel çoğulcu perspektifi içselleştirme sorunu yaşamasında Kürtçe tiyatro bölgesinin yaşadığı çeşitli zaafların da belirleyici olduğunu düşünmekteyim. Ne yazık ki bu, özellikle 2000’li yılların basit bir gerçeğidir. Güncel olarak somutlayacak olursam: Örneğin Devlet Tiyatroları Genel Müdürü’nün Kürtçe tiyatro hakkındaki açıklamaları karşısında Kürtçe tiyatro bölgesinden nasıl çıkışlar yapılacağını merakla beklemekteyim.
Son olarak Aydın Orak’ın Kürtçe tiyatro bölgesinde Türkiye tiyatrosu ile bağ kurma ve etkin konumlar alma adına çaba gösteren bir Kürt tiyatrocusu olduğundan kuşku duymadığımı belirtmek isterim. Hatta yıllardır bu konuda fazlasıyla yalnız kaldığı ve risk üstlendiği düşüncesindeyim. Bu tip tartışmalar tek tek kişileri aşıyor ve bilgi / eleştiri platformlarının eksikliğine / yetersizliğine rağmen yürüyor. Normalde Kürtçe tiyatro adına çok daha fazla tiyatrocunun ve kurumun ortaya çıkıp söylem geliştirmesi gerekir. Bu şekilde, düşünce zenginliği oluşturmak ve Türkiye tiyatrosu çerçevesinde kültürel politik tavır belirsizliğini gidermek daha kolay hale gelecektir.
İlgili linkler (Eskiden yeniye)
Ömer F. Kurhan: Kürtçe Tiyatro Gündemi
Orhan Alkaya: Düzeltmeye Başlıyoruz 1: Ö. F. Kurhan ve Kürtçe Tiyatro
Ömer F. Kurhan’ın, Orhan Alkaya’nın eleştirisine açıklaması
Aydın Orak: “Kürt tiyatrosu tartışması: Orhan Alkaya ve Ömer F. Kurhan'a yanıt
Haber Giriş Tarihi: 29 Haziran 2009
(Kaynak: Yalan makinesi)
İstanbul Şehir Tiyatrosu eski Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya, Aydın Orak’ın “ ‘Kürtçe tiyatro sadece Güneydoğu’da yapılmalı’ mı?” yazısında dile getirdiği bazı iddialarını yalanladığı ve beni de bir çeşit dezenformasyona katkı sunmakla eleştirdiği bir açıklama yapmıştı. Bunun üzerine bir açıklama yaparak amacımın dezenformasyon hizmeti vermek olmadığını, Aydın Orak’ın iddiasına gerçek haber değeri verilemeyeceğini, ama böyle bir sonuç çıkıyorsa Orhan Alkaya’dan ve okurlardan özür dilediğimi söylemiştim. Yine, Tiyatro Dergisi sitesinde yayımlanan “Kürtçe Tiyatro Gündemi – 2” başlığı taşıyan yazımda Orhan Alkaya’nın yalanlamasının asıl muhatabının Aydın Orak olduğunu belirtmiştim.
Orhan Alkaya’nın açıklamasının üzerinden iki hafta geçtikten sonra, 28 Haziran 2009 tarihli “Alkaya ve Kurhan’a Yanıt” başlığıyla yayımlanan açıklamasında, Aydın Orak birkaç noktayı dile getirdi:
(1) “Kürtçe tiyatro sadece Güneydoğu’da yapılmalı” sözü Orhan Alkaya’ya aittir; yani Orhan Alkaya’nın yalanlaması gerçeğe dayanmıyor.
(2) Orhan Alkaya’nın gündem yapılmasının nedeni genel sanat yönetmenliğinden alınması ya da “düşene bir tekme de benden” anlayışı değil, Adnan Tönel’in bir aktarımına düzeltme yapmaktır.
(3) Devlet Kürtçeye ve Türkçeden farklı anadillere sahip topluluklara karşı ayrım yapmayı sürdürürken Türk tiyatrocular Kürt tiyatrosunun sorunlarına duyarsız kalmaktadır.
Birinci nokta, “Orhan Alkaya gerçekte ne dedi?” sorusunun yanıtı belgeli bir şekilde verilemediği sürece spekülatif kalmaya mahkumdur. Orhan Alkaya, Aydın Orak’ın iddiasını net bir şekilde yalanlamaktadır.
Bu tartışmanın başlamasına vesile olan Adnan Tönel’in “Bir gün DT’de Kürtçe Oyun Oynanabilecek mi?” başlığı taşıyan ve 25 Mayıs 2009 tarihli Birgün gazetesinde yayımlanan köşe yazısıdır. Bu yazı, Devlet Tiyatroları sahnelerinin Kürtçe oyunlara açılmasını umut verici bir gelişme olarak değerlendirmekte ve artık meselenin edebi zemine de taşınmasını savunmaktadır. Yani Kürtçe oyun yazımını teşvik etmek için devlet ve şehir tiyatroları da devreye girmelidir. Orhan Alkaya’ya gönderme şu şekilde yapılmaktadır:
“Tiyatro Avesta’nın, Kürt aydını Musa Anter'in hayatından yola çıkarak Cihan Şan aracılığıyla yazdığı, "Araf / İki Ülke Arasında" adlı Kürtçe yapıtının oyuncusu Aydın Orak'ın, geçen yıl Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde yönettiğim bir panelde, Şehir Tiyatroları Genel Sanat yönetmeni Orhan Alkaya'ya sorduğu ‘İstanbul Şehir tiyatroları neden Kürtçe oyun sahnelemiyor?’ sorusuna, Orhan Alkaya'nın ‘Kürtçe repertuvarın oluşması için önce Kürtçe tiyatro yapıtlarının yazılması gerekli’ sözü, tam da bu noktada çokça tartışılacağa benziyor. Ancak unutulmamalı ki bu istek zamanla karşılık bulmaya başlayacaktır. Öyle ki, devlet ve şehir tiyatroları, nitelikli Kürtçe oyun yazım atölyeleri oluşturarak ve bu alanda nitelikli eserlerin oluşturulmasına ön ayak olarak desteklerini gösterebilirler. Kürtçe yazan yazarlar da dramaturg olarak kadroya alınabilirler.”
Bu göndermeden Orhan Alkaya’nın İstanbul Şehir Tiyatroları’nın kapılarını Kürtçe tiyatroya kapalı tuttuğu gibi bir sonuç çıkmadığı gibi, Kürtçe repertuar oluşturulmasının şart olduğunu söylediği anlaşılıyor. Adnan Tönel de bunun bir süreç işi olduğunu belirtiyor ve ne gibi yapıcı adımların atılabileceğini tartışmaya açıyor.
Bana göre Orhan Alkaya’nın açıklamasında işaret ettiği Genç Günler’deki “Mem û Zîn” gösterisi, istenirse pekâlâ bu sürecin başlangıcı olarak yorumlanabilir. Mezopotamya Dans adına Apo Kaya’nın bu gösterinin eser hırsızlığının ürünü olduğunu söylemesi, Orhan Alkaya’nın bu suça iştirak ettiğini göstermez. Apo Kaya’nın açıklamasının gösterim yapıldıktan sonra yapıldığını ve İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun daha önce Mezopotamya Dans tarafından uyarılmadığını biliyoruz. Asıl mesele şu ki eser hırsızlığı ile İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun Kürtçe tiyatroya kapalı tutulup tutulmadığı iki ayrı konudur. Birisi diğerini doğrulamaz ya da yanlışlamaz.
Varsayalım ki Orhan Alkaya gerçekten de bir panelde Kürtçe tiyatronun sadece Güneydoğu’da yapılmasını ima eden sözler sarf etti, bu sözleri hangi bağlamda ifade ettiği ve konu hakkında daha başka neler söylediği de önemlidir. Bunlar bir bütün olarak değerlendirildikten sonra İstanbul Şehir Tiyatroları kapısını Kürtçe tiyatroya kapatmak istedi mi, istemedi mi daha iyi anlaşılabilir düşüncesindeyim.
Aydın Orak’ın Orhan Alkaya’ya dönük “düşene bir tekme de benden” yaklaşımı geliştirip geliştirmediğine gelince: Yanıt verme noktasında beni bağlayan esas olarak bu ikinci noktadır ve bu düşüncem devam ediyor. Aydın Orak’ın iddiasını Orhan Alkaya karşıtı kampanyanın bir parçası olarak, yani Orhan Alkaya şunu yaptı, bunu yaptı, bir de çıkıp İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun kapılarını Kürtçe tiyatroya kapadı şeklinde okumak mümkün.
Ben bu konuda Aydın Orak’ın kendi yazısını daha dikkatli değerlendirmesini öneriyorum. Aradan yıllar geçtikten sonra iddiasını Orhan Alkaya karşıtı kampanya ile ilişkilendirmek kolay olmayacaktır. Gelecekte bu ilişkilendirmeyi ancak tarihçi gibi davranmaya çalışan ve sezon içi gelişmelere de odaklanan bir yorumcu yapabilir. Fakat bugün, tiyatroya meraklı herhangi bir okur bu ilişkilendirmeyi kolaylıkla ve hatta kendiliğinden yapabilir.
Elbette ki Aydın Orak’ın asıl amacı Kürtçe tiyatroya dönük ayrımcılığı dile getirmek ve Adnan Tönel’in iyimserliğinin abartılı olduğunu gösteren örnekler vermek. Fakat İstanbul Şehir Tiyatroları bağlamında verdiği örnek, ne yazık ki meseleyi şahsileştirmekte, daha karmaşık görünen süreci ve olguları göz ardı etmektedir. Orhan Alkaya’nın Kürtçe tiyatroya nasıl yaklaştığını bir panelde akılda kalan sözlere indirgeyerek açıklamaya çalışmak yanlış; bunu kabul etmek gerekiyor.
Bir konuda Aydın Orak’la hem fikirim: “En başta Türk sanatçı ve tiyatrocuların kafası değişmeli ki, ardından devlet ve diğer kurumların kafasını değiştirebilsin.” Fakat bu tip önermelerin duruma göre tiyatro alanında Kürt / Türk ayrımını tescil etmek gibi imaları olabiliyor. Kürtçe tiyatro bölgesinde gettolaşma ile karışık bir içerden oryantalizm eğiliminin yaygın olduğunu ve kendisini bu şekilde kabul ettirmeye çalıştığını düşünüyorum.
Oysa Kürtçe tiyatronun Türkiye tiyatrosu ile bağlantısını içerden ve öncü konumlar alarak kurmaya ihtiyacı var. Bu anlamda Kürtçe tiyatronun karşı karşıya kaldığı ayrımcılığı da konu alabilecek çeşitli kampanyaların “Türk tiyatrosuna” ihale edilmesi pek makul görünmüyor. Ayrıca doğrudan ayrımcılıkla ilgili olmayan kampanya konuları da Kürtçe tiyatro bölgesinde gündem olmak zorunda değil mi? Örneğin sezon sonuna doğru, tiyatro yayıncılığı alanında, küfür ve kirlenmeyi teşvik eden çizgiye karşı bir kampanya örgütlendi. Pekiyi Kürtçe tiyatro bölgesindeki tiyatrocular bu konuda olumlu ya da olumsuz görüş ve tavır belirleyip tartıştılar mı? Ne yazık ki bu sorunun yanıtı kocaman bir “hayır”dır. Hatta ben bu kampanyanın kale alındığından da şüpheliyim. Bu durumda “Nasıl bir tiyatro yayıncılığı?” sorusunun muhatabı sadece “Türk tiyatroculardır” demek doğru olur mu?
Tiyatro camiasına kültürel çoğulcu bir perspektifı kazandırmak adına Kürtçe tiyatro bölgesinin uyarıcı bir işlev gördüğüne kuşku yok. Fakat bu, buluşmalara ve ortaklığa dayalı ilişkilerin kurulmasında aşama kaydedildiği anlamına gelmiyor. Bu nedenle Kürtçe tiyatro bölgesi topu dışarı atmayı bırakmalı, tiyatro muhalefetinin önde gelen bileşenlerinden birisi haline gelmeyi hedeflemeli ve tiyatro gündeminin aktif bir bileşeni gibi hareket etmelidir.
Bu yanıt yazısının sınırları içinde açmam mümkün değil, ama “Türk tiyatrosunun” kültürel çoğulcu perspektifi içselleştirme sorunu yaşamasında Kürtçe tiyatro bölgesinin yaşadığı çeşitli zaafların da belirleyici olduğunu düşünmekteyim. Ne yazık ki bu, özellikle 2000’li yılların basit bir gerçeğidir. Güncel olarak somutlayacak olursam: Örneğin Devlet Tiyatroları Genel Müdürü’nün Kürtçe tiyatro hakkındaki açıklamaları karşısında Kürtçe tiyatro bölgesinden nasıl çıkışlar yapılacağını merakla beklemekteyim.
Son olarak Aydın Orak’ın Kürtçe tiyatro bölgesinde Türkiye tiyatrosu ile bağ kurma ve etkin konumlar alma adına çaba gösteren bir Kürt tiyatrocusu olduğundan kuşku duymadığımı belirtmek isterim. Hatta yıllardır bu konuda fazlasıyla yalnız kaldığı ve risk üstlendiği düşüncesindeyim. Bu tip tartışmalar tek tek kişileri aşıyor ve bilgi / eleştiri platformlarının eksikliğine / yetersizliğine rağmen yürüyor. Normalde Kürtçe tiyatro adına çok daha fazla tiyatrocunun ve kurumun ortaya çıkıp söylem geliştirmesi gerekir. Bu şekilde, düşünce zenginliği oluşturmak ve Türkiye tiyatrosu çerçevesinde kültürel politik tavır belirsizliğini gidermek daha kolay hale gelecektir.
İlgili linkler (Eskiden yeniye)
Ömer F. Kurhan: Kürtçe Tiyatro Gündemi
Orhan Alkaya: Düzeltmeye Başlıyoruz 1: Ö. F. Kurhan ve Kürtçe Tiyatro
Ömer F. Kurhan’ın, Orhan Alkaya’nın eleştirisine açıklaması
Aydın Orak: “Kürt tiyatrosu tartışması: Orhan Alkaya ve Ömer F. Kurhan'a yanıt
Haber Giriş Tarihi: 29 Haziran 2009
(Kaynak: Yalan makinesi)