Hilmi Bulunmaz
5 Haziran 2009
Nedim Saban, 21 Mayıs 2009 tarihinde, "TEMİZ YAYINCILIK" başlığıyla bir yazı yayımladı. Bizi yakından ilgilendiren bu yazıyı değerlendiriyoruz.
Saban, diyor ki:
..........İnternet medyasında uzun zamandır süregelen Hilmi Bulunmaz/ Coşkun Büktel, Mustafa Demirkanlı/ Ertuğrul Timur polemiğinin Temiz Yayıncılık kampanyasıyla sona ereceğini umuyordum.
Saban’ı değerlendirelim:
Baştan, hemen şunu belirtmeliyim; benim, herhangi bir kişiyle bireysel bir sorunum yok; olamaz da. Benim için asal çelişki; sınıfsal, siyasal ve ideolojiktir. Ben, sosyalist bir düşünüşe sahip olduğumdan, kapitalist mantıkla siyaset ve sanat yapan insanların ideolojisine karşı tepki gösteriyorum. Yani, Mustafa Demirkanlı ve Ertuğrul Timur'a, kapitalist kültür ürettikleri için karşıyım. Demirkanlı'yla birkaç kez karşılaşıp, birkaç kez telefonlaşmanın; bir de onun bürosunda, hiçbir konuda anlaşamayacağımız konusunda anlaşmış gibi bir ruh durumuyla ayrılmanın ötesinde, hiçbir ilişkimiz olmadı. Sanırım, ölünceye dek Demirkanlı'yla anlaşabilme zemini bulamayacağız. Yineliyorum, bunun tek bir nedeni var; Demirkanlı kapitalist kültür taşıyıcısı, bense sosyalist kültür oluşturan biriyim. Demirkanlı, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için çabalarken; ben, emekçilerin iktidarına giden yolu döşeyen kültürü oluşturuyorum. Timur da, yüzeysel bakıldığında (ona sadece ve ancak yüzeysel bakılabilir), sosyalist sinyaller vermesine karşın, son derecede tehlikeli bir kapitalist kültür taşıyıcısıdır. Timur, Demirkanlı denli yalın bir kapitalist kültürcüsü olmadığından, insanlarda ikircikli değer yargıları oluşumuna neden oluyor. İyi niyetli tiyatrocular, Timur'un bu ikircikli değer yargısı oluşturan anlaşılmazlığı nedeniyle, yanılsama içerisine girip, bu düzeysiz kişiyi, ilerici sanabildiği gibi, sosyalist bile sanabiliyorlar. Dolayısıyla, benim taşıdığım dünya görüşüyle, "diğerleri"nin taşıdığı dünya görüşü çelişkisinin sona ereceği konusunda hiçbir zaman umutlanmamak gerekir.
Saban, diyor ki:
..........Hatta Mustafa Demirkanlı’ya bu kampanyaya destek vereceğimi söyledim. Bu kampanya hakkında ilk yazıyı ben yazmak istiyordum. Araya 18 Mayıs tiyatro eylemi girdi, ilk yazıyı yazmak mümkün olamadı, umarım bu son yazı olur. (Benim için ilk ve sondur)
Saban’ı değerlendirelim:
Demirkanlı'nın herhangi bir edimine destek vermeye kalkışmak, bana göre, kapitalist kültürün oluşumuna omuz vermektir. Kapitalist kültürün oluşumuna omuz verenlerle, benim bir arada eylemlilik yapıp, "faşizme karşı omuz omuza" sloganını atmam olası değil. Ancak, Aykut Dokuzışıklar gibi bir faşistin saldırısına uğrayan olursa, hemen en yakın meydana gidip, "faşizme karşı omuz omuza" sloganını atabilirim. Yeter ki insanlar mağdur olmasınlar! "KINIYORUZ!" başlığı nedeniyle tamamıyla insanları yanıltan özde kirli, sözde temiz linç kampanyasında ilk yazıyı sen yazsaydın, ilk tepkiyi sen alırdın. İyi ki ilk yazıyı sen yazmadın. İki köpek (Çiço) fotoğrafıyla beslediğin "TEMİZ YAYINCILIK" başlıklı yazın, linç kampanyası konusunda, senin için ilk ve son yazı olabilir. Ancak, benim için, bu yazdığım yazı, linç kampanyası konusunda, ne ilk, ne de son yazı olacaktır. Ömrüm yettikçe, gücüm oldukça, bu konuda yazmayı sürdüreceğim.
Saban, diyor ki:
..........Bu polemiği son derece yakışıksız ve çirkin bulduğum için, kendi adıma son yazı olacak. Yani polemiğin içine girmem!
Saban’ı değerlendirelim:
Demirkanlı ve Timur, polemik ölçütleriyle hareket edebilecek zekâ düzeyine sahip değiller. Dolayısıyla ortada polemik adına bir eylemlilik yok. Bir propaganda savaşı söz konusu. Ortada müthiş bir sanal linç kampanyası var. Tiyatral faşistlerin, gerçekçi yazar Coşkun Büktel ve sosyalist tiyatro sanatçısı Hilmi Bulunmaz'a yönelik; sanatsal ifade olanaklarını imha etme isteği var. Senin bu "polemik" sürecine girmemen, hijyenik ortamı seven her aydının gösterdiği tavrın fotokopisidir. Seni anlayabiliyorum. Zâten ben, seni her zaman anlayabildim.
Saban, diyor ki:
..........Niçin girmem?
..........Vaktim yok, çok önemli bir adam olduğum için mi? Yoo, insan iki saat erken uyanır ve vakit bulur isterse.
Saban’ı değerlendirelim:
İnsanın yazmak için, tiyatral faşizme karşı çıkabilmesi için vakit bulması, her zaman için olasıdır. Yeter ki tiyatral faşizme karşı çıkabilecek niyete ve yüreğe sahip olabilsin! Yeter ki, kirlilikle mücadele ederken, "kirlenmeyi" göze alabilsin!
Saban, diyor ki:
..........Çok önemli bir adamım, dedikodu sevmem diye mi? Aman yapmayın, herkes dedikoduya bayılır. Ama dedikodunun değişik formatları var. Bazıları dedikodu programı seyreder, kimidedikodu yaparken çekirdek çıtlatır, kimi interneti gıdıklar, kimi dedikodunun içine büyük sözcükler koyup, onu sosyalist söylemmiş gibi gösterir!
Saban’ı değerlendirelim:
Ortaya karışık sözler edip öznesiz tümce kursa da, Saban'ın bazı sözlerinin kimi imlediği ortada. Örnekse, "içine büyük sözcükler koyup, onu sosyalist söylemmiş gibi gösterir!" sözlerinin, benim için kullanıldığı kanısındayım. Hiçbir insan, sosyalist görünerek, hiçbir kişisel çıkar elde edemez. En azından ben böyle düşünüyorum. Aslında, hiç kapitalist olmadığı halde, kapitalist görünüm sahibi olabilmek için şişinenler bir şeyler kazanabilirler. En azından çanak yalamayı hak edebilirler! Mustafa Demirkanlı’yı biraz daha yakından izlediğinizde, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Ben, emekçilerin iktidara yürümesi için sosyalist sanat yapan bir insan olduğum için, sosyalist söylemden yanayım ve bundan hiçbir zaman pişmanlık duymadım.
Saban, diyor ki:
..........Peki niye girmeyeceğim polemiğin içine! Eee tabi, serde azıcık bulaşığa bulaşmama korkusu da var. Hilmi, benim çocukluk arkadaşımdır. Bilir misiniz, çocukluk arkadaşlarınızı 30 yıl görmeseniz de höt derseniz korkarlar sizden. Anladığım kadarıyla bu Hilmi, ara sıra kendini tutamayıp pek de bulunmaz olmayan şeyler yapıyormuş. Onlara azzz sonra değineceğim.Fakat bu polemiğe girmeme ve böylece son yazıya imza atma nedenimin, beş temel nedeni var:
Saban’ı değerlendirelim:
Burada hangi bulaşıktan bahsedildiği açık değil. Neredeyse anlamak olanaksız. Tabii ki, herkes dilediği gibi yaşamını örgütleyebilir. Ancak biz, her zaman için bulaşığa bulaşmayı çok seviyoruz. Her ne denli yaşlarımız birbirine çok yakın olmasa da, Saban çok küçük yaşta tiyatroya bulaştığı için, çeyrek asırdır tanışırız. Ben, Bilsak Tiyatro Atölye'deki çalışmalarımı yürütürken, Saban yanımıza çok sık gelirdi. Yoksa yirmi dört saat olarak Bilsak'ın binasında mı yaşardı(?) Saban'ın, neredeyse çocuk yaşında kurduğu Beş Kafadarlar Tiyatrosu'ndan biri olmasam da Saban’la bir zamanlar muhabbetimiz, muhabbetkuşlarının muhabbetinden bile daha cıvıltılıydı. Ama İstanbul’da çok köprü var; çok köprü altı var ve çok sular akıyor! "Höt" sözcüğünün şakacıktan kullanıldığını ayrımsasam da, şunu unutmam olası değil; çocukluk arkadaşlığı hoştur, ancak sınıfsal arkadaşlık daha hoştur. Şimdi gelelim Beş Kafadar'lardan Saban'ın felsefesinin beş temel ilkesine:
Saban, diyor ki:
..........1) Polemiğe çekilen isimler Özdemir Nutku’lar, Talat Halman’lar, yahu politik olarak katılın ya da katılmayın hayatlarını bilime adamış olan kişiler. Şu dönemde bir bilim adamı kaybetmeye hakkımız var mı? Tam da bizden bu beklenirken?
Saban’ı değerlendirelim:
İmdi geldik zurnanın zırt dediği yere… Benim için sınıfsal çıkarlar, saltık anlamdaki bilimden daha önemli. Eğer bilim adamları, sosyalizme hizmet etmiyorlarsa, onlarla anlaşmak zorunda değilim. Sosyalizme hizmet etmemesine karşın, yalan-dolana bulaşmayan bir ahlak içerisinde yaşayan bilim adamlarına da pek soğuk baktığımı söyleyemem. Ancak, Özdemir Nutku'nun iftiracılığı belgelendi. Nutku'nun belgeli iftirasına karşın, hiç kimse kusura bakmasın, ben böyle bir bilim adamını zâten daha baştan yitirmişim demektir. Talât Sait Halman'a gelince; adam 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı olarak, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için gerekli tüm desteğini sundu. Yineliyorum; Özdemir Nutku ve Talât Sait Halman, benim için, en azından günümüzde yitirilmiş bilim adamlarıdır. Şeriat gelecek korkusuyla, iftiracı yada 12 Mart Faşizmi’ne hizmet etmiş kişilere sarılamam. Bana hiç kimse kırk katır yada kırk satırı dayatmasın. Ne faşizmi, ne de şeriatı kabul ediyorum. Asla!...
Saban, diyor ki:
..........2) Coşkun Büktel’i, herhalde (?) sevmem. Herhalde diyorum çünkü tanımıyorum. Bir ikidefa selam verdim, almadı. Böyle zorla selam alan tipler vardır, gıcık ederler beni. Acaip sevdiğim bir yazar da var aralarında. Dostum aynı zamanda. Ama kendisine selam vermek için 450 kalori harcamak gerek. Uğraşmıyorum. Polemiğe niye girmiyorum biliyor musunuz, hiç sevmediğim, selam bile vermediğim, Coşkun Büktel uğruna? Çünkü onun da entelektüel birikimine saygım var. (Entelektüel zekasından kuşkuluyum ama olsun ) Bu Coşkun Büktel, Theope diye çok önemli bir eser yazdı. Theope’yi ister tersten, ister düzden okuyun, önemlidir bence. Ardından, bir akıl oyunu olan Shakespeare’siz Herifler geldi. O da zekiceydi. Sonra Büktel, kendisini öfkeye verdi. Bu da bir yol. Biliyorsunuz, dünyada öfke edebiyatı diye bir şey var! (Bkz. John Osborne) Yazsana adam. Öfkeni yeni oyunlar yazarak kus. Yok bizim Büktel, yazmakla, internetten küfür etmeyi karıştırdı. İşte ben hiç sevmediğim, 450 kalori harcamamak için selam vermeyeceğim Büktel’in yeni eserlerini beklediğim için polemiğe girmek istemiyorum ve bu konudaki son yazıma bu nedenle imza atıyorum.
Saban’ı değerlendirelim:
Büktel'in selam almayacak bir adam olduğuna hiçbir zaman tanık olmadım. Ancak, aranızda yaşanmış olduğunu iddia ettiğin duruma da müdahale etme hakkına sahip değilim. Ancak Theope ve Shakespeare'siz Herifler'le ilgilenmen, senin açından iyi olmuş. 2. madde Büktel'le ilgili olduğu için pek değinme gereksinimi duymuyorum. Ancak şu denli söylemekte yarar var: Büktel, yeni Theope'ler yazsın; onlar da oynanmasın mı? Özdemir Nutku, yeni yazılacak Theope'lere de iftira mı atsın?
Saban, diyor ki:
..........3) Ertuğrul Timur, çok önemli bir insan. Sosyalist olarak yazıyor, sosyalist olarak yaşıyor. Tiyatronun pisliklerini gördü, kenara çekildi. Ama sosyal anlamda, gençleri örgütleme ve çevresine yararlı işler yapmayı sürdürdü. Onu tanımıyorum. Bir iki kez yazıştık, dostça selamlaştık. Onu sayıyorum. Yıpranmasını istemiyorum. Polemiğe girersem, onların ya da ötekilerin tarafına çekilirim. Ne fenerli, ne galatalı olmaktan korkan salak tavırlı sanatçılardan değilim. Ama Ertuğrul’un dostluğunu kaybetmek istemem.
Saban’ı değerlendirelim:
Timur, senin için çok önemli bir insan olabilir. Hattâ, TİMur'u MİTolojik bir varlık olarak da görebilirsin. Bunu, son derecede anlayışla karşılayabilirim. Ancak, sosyalist olarak yazmıyor, sosyalist olarak yaşamıyor. Aslında Timur, hiçbir zaman yazmıyor ve hiçbir zaman yaşamıyor. Sadece ağız ishali olmuş gibi, çiziktirip duruyor. Dünyaya gelmiş olduğu için, kendiliğinden ve anlamsızca yaşayıp gidiyor. Timur, tiyatronun pisliklerini görmek istemediği gibi, kendisi pislik oluşturucusu biri. Timur'u hiç kimse yıpratmıyor; Timur, hem kendi kendisini yıpratıyor ve hem de toplumu yıpratıyor. Toplumun yozlaşması için yeminli bir düzeysizleştirici olarak yaşıyor, çalışıyor Timur. Ben, biz, seni yada herhangi bir kişiyi tarafımıza çekmek için özel bir çaba harcamadık, harcamayız. Böyle bir çekincen olmasın. Ben, Galatasaraylıyım; ama hiçbir Galatasaraylıdan yardım talep etmedim, etmem. Zor durumda kalan bir Fenerbahçeli olursa, ona da yardım etmeden çekinmem. Beni Galatasaraylı yada Fenerbahçeli olmak hiç heyecanlandırmadığı gibi Milli Takım da pek heyecanlandırmıyor. Ben takımları, sınırları, dinleri, bayrakları pek sevmiyorum. Ertuğrul’un dostluğuyla baş başa kalmanızda hiçbir sakınca yok. Ben, bu dostluk nedeniyle hiç yüksünmem!
Saban, diyor ki:
..........4) Feridun Çetinkaya çok önemli bir insan. Analitik zekaya sahip, tiyatro adına önemli yazılara imza atıyor.Onu tanımıyorum. Bir iki kez yazıştık, telefonda konuştuk. Böyle adamlar kolay kolay yetişmez Onu sayıyorum. Yıpranmasını istemiyorum. Polemiğe girersem, onların ya da ötekilerin tarafına çekilirim. Ne fenerli, ne galatalı olmaktan korkan salak tavırlı sanatçılardan değilim. Ama Feridun’un dostluğunu kaybetmek istemem.
Saban’ı değerlendirelim:
Feridun'la anlaşamadığımız konular bulunmasına karşın, bu konuda sana çok yakın düşüncelere sahibim. Çetinkaya, gerçekten son derecede önemli biri.
Saban, diyor ki:
..........5) Demirkanlı’nın kişiliğini bilmem, fazla tanımam ama dile kolay 16 yıldır bir dergi yaşatıyor. Bakın internet sitesi ayakta tutmak başkadır, matbaasıyla, SSK’sıyla, vergisiyle uğraşmak başka. Mustafa mutlaka yanlışlar yapmıştır. Çocukluk arkadaşım olmadığı için hött desem korkutamam ama saygı duyarım bu adama! Yıpranmasını istemiyorum. Polemiğe girersem, onların ya da ötekilerin tarafına çekilirim. Ne fenerli, ne galatalı olmaktan korkan salak tavırlı sanatçılardan değilim. Ama Mustafa’nın dostluğunu kaybetmek istemem. ( Kaldı ki ben Rahmi Dilligil’i insan olarak çok severim, bu konuda Mustafa ile karşı karşıya da gelmişimdir. Tiyatro Dergisi’nde oyunlarım hakkında kötü eleştiriler çıkmıştır ve umarım hem kötü, hem iyi yazılar çıkmaya devam eder. Fakat bu dergiyi yaşatmak bir sosyal sorumluluktır kanımca. )
Saban’ı değerlendirelim:
Demirkanlı'nın kişiliğini bilmemen, son derecede doğal. Çünkü adamda kişilik namına bir şey yok. Adam yıllardır dergi çıkarıyor; ama yıllardır sürekli olarak yalan söylüyor. Adama aylardır dergisinin tirajını soruyoruz, ısrarla yanıtlamaktan kaçınıyor. Demirkanlı, dergisini 3000 bastığını iddia ediyor, biz, "Buna kargalar bile güler!" diyoruz; adamdan çıt çıkmıyor. Adam ısrarla susuyor. Yeni Tiyatro dergisi ve OYUN dergisi matbaadan aldıkları faturalarını hiç çekinmeden yayınlıyorlar; Demirkanlı, Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları'ndan sürekli olarak reklam almasına karşın, ısrarla tirajını açıklamaktan kaçınıyor. Ben de dergi çıkarıyorum. Dergi çıkarmak pek de zor bir iş değil. Demirkanlı, sadece dergi çıkarıyor. Ben, birçok işimin yanı sıra dergi çıkarıyorum. Hiç de şikayetçi değilim, hiç de destek beklemiyorum. Mustafa'nın doğru yaptığı hiçbir şey yok ki! Demirkanlı, her zaman için yanlış işler yapıyor. Demirkanlı'ya saygı duyanların kişiliğinden kuşkuya düşerim. Bu kişi, çocukluk arkadaşım olsa bile! Demirkanlı, tüm Türkiye tiyatrosunu yıpratmak için dünyaya gelmiş biriyken, bu adamın yıpranmamasını istemek, en hafif deyimle ironik davranmak anlamına gelir. Mustafa'nın dostu olmak, hızla, hem de şimşek hızıyla Mustafalaşmak demektir. Hayırlı uğurlu olsun! Demirkanlı'nın iğrençlikler üreten dergisini yaşatmak, bir sosyal sorumsuzluktur. Türkiye tiyatrosunun çürümesine destek sunmaktır!
Saban, diyor ki:
..........Ulan Nedim Saban, sen ne kadar çanak yalayıcıymışsın ki, sırf dost kaybetmemek için, polemikten korkuyorsun?
Saban’ı değerlendirelim:
Ne kadar çanak yalayıcısı olduğunu tam olarak saptayamayız. Ancak, Kültür Bakanlığı çanağını sürekli olarak yaladığının ayrımındayız.
Saban, diyor ki:
..........2009, 2010, 2011, 2012, 2013,2014 ( yapılırsa genel seçimlere kadar) dost kaybetme yılı değildir. 27 Mart tarihinde AKM önündeki konuşmamda avazım çıktığı kadar bağırdım, sonra da sesim geri gelsin diye dört gün iğne yedim. Birbirimizi sevmek zorunda değiliz ama memleketin ortak çıkarlarında birleşmek zorundayız diye düşünüyorum.
Saban’ı değerlendirelim:
Ben, birkaç istisna dışında, şimdiye dek hemen hemen hiç oy kullanmadım! Seçimlerle halkın gerçek inisiyatifinin yaşama yansıyabileceği kanısında değilim. Dost kaybetme bölümüne gelince, ben hiçbir zaman dost yitiririm korkusuyla yaşamadım. Yineliyorum; benim için sınıfsal savaşım ön planda gelir. Memleketin ortak çıkarı diye, sınıflarüstü bir argümanla hareket etmem, edemem. Kusura bakılmasın ama bende "Kemalizm hastalığı" henüz oluşmadı.
Saban, diyor ki:
..........Nedir ortak çıkarlar? En basitinden üretme hakkı, konuşma özgürlüğü, “ben Atatürk’ü seviyorum ya da sevmiyorum, Marksistim, Leninistim, Komünistim, ateistim, laik değilim ” diyebilme hakkı!
Saban’ı değerlendirelim:
Ben hakların verileceğine değil; alınacağına inanan bir dünya görüşüne sahibim. Yani Marksist, Leninist, Komünistim. Bendeki "hastalıklar" bunlar.
Saban, diyor ki:
..........Bu nedenle dün Amatör Tiyatrolar Çevresi’nin de çağrısını son derece doğru bulduğumu yineliyorum.
Saban’ı değerlendirelim:
Amatör Tiyatrolar Çevresi'nin çağrısı, çemberden bile yuvarlak ifadelerle kurulmuş. Ancak ATÇ'nin, linç çağrıcılarıyla birlikte hareket etmemeleri bile sevindirici.
Saban, diyor ki:
..........Kaldı ki, insan Tiyatro Dergisi’nin ya da tiyatroyun sitesinin ya da Coşkun Büktel’in sitesinin ziyaretçisi olduğu zaman Augusto Boal hakkında geniş bir yazı okumak ister, oyunculuk teknikleri hakkında bilgilenmek ister! Kime ne Demirkanlı ile Bulunmaz kavgasından? (Çok mu ünlüsünüz de, sizin birbirinizle kavganızla ilgilensin necip milletimiz? Ya da pek mi yakışıklısınız da, yakışıksız hareketlerinizle dikkat çekiyorsunuz?)
Saban'ı değerlendirelim:
Augusto Boal'ı severim. Ancak, kendimi de severim. Ünlü olup olmama ölçütüm hiçbir zaman olmadı. Burjuvaziye hizmet eden, Kültür Bakanlığı çanağı yalamayı sürdüren, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapan biri olsaydım, sanırım çok daha ünlü biri olurdum. Benim için ünlü olmak değil; "dünlü" olmak daha önemli.
Saban, diyor ki:
..........Demirkanlı beni Temiz Yayıncılık konusunda aradığında ilk yazıyı yazacağımı söyledim, destekleyeceğimi söyledim, maili çok kişiye ulaştıracağımı söyledim ama imza vereceğimi söylemedim. Belki de aramızda iletişimsizlik olmuştur, imza da vermişimdir.
Saban’ı değerlendirelim:
Demirkanlı'yla işbirliği yapma hakkına her zaman sahipsin. Bu bir seçim meselesi. Bu bir dünya görüşünün hayatiyet kazanması. Ancak, unutmamakta yarar var: "Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim." Demirkanlı, çocukluk arkadaşın olmamasına karşın, senin arkadaşlığına çok güvenmiş olmalı ki, senin imzanı kullanmakta hiçbir sakınca görmemiş. Demirkanlı'nın klasik numaralarıdır bunlar. Adam tescilli yalancı olduğu için, adamdan her türlü hokkabazlık beklenir.
Saban, diyor ki:
..........( Ne güzel değil mi, imzaları ver ver, sonra Öztürk Serengil’in aydınlar dilekçesini kooperatifçağrısı sanması gibi önce sağa, sonra sola…)
Saban’ı değerlendirelim:
Demirkanlı'nın yalan makinesi, küfürbaz, linç çağrıcılarının ana sponsorlarından olduğunu bildiğimden, senin imzanın, senin iraden dışında atıldığına emin olabiliyorum. Bunun için Öztürk Serengil örneği biraz abartı gibi duruyor. Ayrıca, "Aydınlar Dilekçesi" dönemindeki faşizmle, şimdiki faşizm aynı düzeyde değil. Şimdi, hiç olmazsa, yapay da olsa, bir demokratikleşme söylemi piyasayı dolaşabiliyor. En azından 12 Eylül Faşizmi lideri Kenan Evren, Marmaris'te tuvalleri, boyaları, fırçalarıyla baş başa. Evren, şu anda ancak tuvallere fırça atabiliyor.
Saban, diyor ki:
..........Eee doğrusu serde azıcık Bulunmaz/ Büktel korkusu da yok değil….
Saban’ı değerlendirelim:
İçinde azıcık tiyatro aşkı, minnacık bir insanlık kırıntısı kalan kişide, mutlaka "Bulunmaz / Büktel korkusu" bulunmalı. Tabii ben, bu "korku" sözcüğünü, sözlükteki anlamı olan; "Bir şeye karşı duyulan güvensizlik, çekingenlik." anlamında kullanmıyorum. "Sosyalist Bulunmaz / gerçekçi Büktel ne derler?" düşüncesinin sorusunu sürekli olarak sorabilme cesaretine sahip olmak biçiminde kullanıyorum.
Saban, diyor ki:
..........Bu korkumu psikyatrımla paylaşmak için paracıklarımı ayırmayı düşünürken, kapı çaldı.
Saban’ı değerlendirelim:
"Bulunmaz / Büktel korkusu" için ruh hekimine değil, vicdanına danışman gerekir.
Saban, diyor ki:
..........Bu saatte (07.14) kapı çalmaz…. Neyse polis değilmiş. Dün saatimi tamire vermiştim. Erken uyandığımı bildiği için saatçi çocuk, işe gitmeden önce çatkapı yapmış .
Saban’ı değerlendirelim:
Zamanı doğru anlamak için sık sık saatimizi kontrol etmemiz gerektiği gibi, tiyatroyu doğru anlamak için de sık sık vicdanımızı kontrol etmemiz gerekir. Bu kontroller için linç kampanyacılarına değil, çocuk yürekli insanlara güvenmekte yarar var.
Saban, diyor ki:
..........Bankamı aradım geçen gün. Kredi kartı borcunu geciktirdiğimi biliyorum. Ödemek üzere onlar aramadan, ben çatkapı ettim. Telefondaki operatör doktor "Yakın takiptesiniz" dedi. Serde serserilik var, telefonlar da banka tarafından dinlemeye alınıyor ya, bir çığlık benden: "Polise mi verdiniz?" Kadıncağız, sakinleştirdi: "Öyle değil efendim , biz takip ediyoruz"
Saban’ı değerlendirelim:
Kredi kartım hiçbir zaman olmadığı ve kredi kartı sahibi olanlarla hiç sohbet etmediğim için, kredi kartı bölümüyle ilgili olarak görüş belirtmem pek doğru olmaz. Ancak, telefon bölümüyle ilgili bazı görüşlerim var. Telefonlarımın, bir zamanlar (belki hâlâ) dinlendiğini düşünüyorum. Özellikle 12 Eylül Faşizmi sürecinde, Hasdal Tutukevi'nde (Aslında orası bir askerî kışlaydı ve birçok askerî kışla gibi işkencehaneye dönüştürülmüştü.) tutukluyken, işkence gördüğümde, işkencecilerin beni benden daha fazla tanıdıklarına tanık olmuştum. Yaptığım telefon konuşmalarının tümünün dinlendiği kanısına varmam bu işkenceler sırasında olmuştu. Şeriatçılığa karşı orduya yaslanmanın ne denli yanlış olduğunu, Hasdal Askerî Kışlası’nda anlamak bana yetti. Yetmeyenler, askerlik türküleri eşliğinde, laiklik sloganı atabilirler.
Saban, diyor ki:
..........Şimdi, bu Bulunmaz/ Büktel de bizim toplumsal paranoyamızdan faydalanarak bir yol geliştirmişler. (Pardon şu anda yanıma köpeğim Çiço geldi)
Saban'ı değerlendirelim:
Biz, hiçbir zaman insanların toplumsal paranoyasından faydalanarak bir yol geliştirmeyiz. Bunu ancak alçaklar yapar. Bunu ancak şerefsizler yapar. Biz, şeriattan korkanların, askerî mantığa teslim olmalarını bile anlayışla karşılıyoruz. Biz, laiklerin darbeci yanından korkup şeriatçıların şemsiye altına sığınanları bile anlayışla karşılıyoruz. Bizce önemli olan; ne şeriatçılardan, ne de askerî darbeden medet ummaktır. Ancak, biz böyle düşünüyoruz diye, hiç kimsenin paranoyasından faydalanamayız. Biz, görüşlerimizi yazar geçeriz. İnsanlar buna katılır yada katılmaz. Katılmayanların bir kısmı da, yalanlarla destekledikleri linç kampanyası düzenler. Bizim için bunların çok büyük belirleyiciliği yok. Biz, gerçeklerin, bir gün mutlaka, ama mutlaka yalanları alt edeceğine inanıyoruz.
Saban, diyor ki:
..........Kendilerine karşı gelen herkesi teşhir etme, adlandırma, sınıflandırma.
Saban’ı değerlendirelim:
Evet, bu konuda, bir biçimde haklısın. Biz, bizi linç etmek isteyenlere alkış tutamayız. Bir yanağımıza tokat atana, diğer yanağımızı uzatamayız. Biz, bize haksız yere bir tokat atana, haklı olduğumuz için beş tokat atarız. Kimse bizden peygamberlik beklemesin. Bizim derdimiz, gerçeklerin ve sosyalizmin egemen olması için mücadele etmek. Biz, teşhiri, adlandırmayı, sınıflandırmayı, mücadelenin ilk adımı olarak görüyoruz.
Saban, diyor ki:
..........Onların yanındaysan bulunmazsın, yanlarında değilsen, bulunursun.
Saban’ı değerlendirelim:
Nedim, benim soyadımdan yola çıkarak "bulunmazsın" dokundurması yapıyor. Bu nedenle hiçbir kızgınlık içerisinde değilim. Hatta son derecede hoşuma gidiyor. Türkiye tiyatrosunun hızla, hem de şimşek hızıyla çürümesine gönlü el vermeyip, bu konuda canla başla çalışan iki önder var: Büktel ve Bulunmaz. Bu önderler de, haklı olarak ölçüt koyma hakkına sahipler. Bu önderlerin "yanındaysan bulunmazsın, yanlarında değilsen, bulunursun" Bu hep böyle olacak. Bu durum, kampanya sözcüğünün içerdiği anlam gibi dönemsel ve geçici olmayacak. Yapısal ve kalıcı olacak.
Saban, diyor ki:
..........Çanak yalayıcısın!
Saban’ı değerlendirelim:
Evet, çanak yalayıcısın! Yalnız şunu net olarak belirtmekte yarar var: "Çanak yalayıcısı!" lafı, sadece bana ait. Bu söz, Coşkun Büktel'i bağlamaz. Büktel, çanak yalama sözünü hiçbir zaman benimsemedi. Büktel'in ilkelerine uygun düşmeyen bu lafı, ben, hem ilkelerime uygun düşmesi ve hem de bu sözü ağız dolusu söyleyebilme cesareti ve durumuna sahip olduğum için kullanıyorum. Çünkü, Kültür Bakanlığı çanağı yalayabilmek için, önce bir tiyatro sahibi olmak ve ardından çanak yalamak için proje geliştirmek gerekir. Benim de birkaç kez yaladığım bu çanak için, Büktel'in ne durumu müsait, ne de Büktel, ilkesel olarak çanak yalamaya karşı. Tabii ki, bu benim görüşüm. Büktel, karşıtını beyan ederse, onu da yayınlarım.
Saban, diyor ki:
..........Evet, bir dönem, ben çanak yalayıcısı köpek olmuştum çünkü Bakanlıktan yardımı alıyor tiyatrom. (Tamam Çiço, sakin ol, oğlum)
Saban’ı değerlendirelim:
Yukarıda belirttim; birkaç kez, ben de Kültür Bakanlığı çanağı yalamıştım. Ancak, bu çanağın bok koktuğunu anladıktan sonra, yalamama kararı aldım. Sen de, bu çanağı yalamaktan vazgeçersen, senin de ilkelerini ve cesaretini seve seve gündeme getiririm. Yeter ki çanak yalamayı bırak. Hem bu anlamda durumlarımız da birbirine çok yakın. Sen, tatlıcılık yaparak tiyatroyu sürdürüyorsun; ben, kuyumculuk yaparak tiyatroyu sürdürüyorum. Benim kuyumculuk yapmamın başat nedeni, bağımsız ve sosyalist tiyatro yapma isteği. Kültür Bakanlığı çanağı yalayarak bağımsız tiyatro yapılamaz.
Saban, diyor ki:
..........Çiço, biz hangi bakanlıklardan yardım alıyorduk?
Saban’ı değerlendirelim:
Ben, köpekleri insanlar denli sevdiğim için, Çiço yerine yanıt verebilirim; Kültür Bakanlığı’ndan. AKP'li Ertuğrul Günay'ın emrindeki bakanlıktan. Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yıkılması için gayret gösteren bakanlıktan. AKM'nin karartılması için çaba harcayan bakanlıktan.
Saban, diyor ki:
..........Evet Sanayi, Dışişleri, İçişleri, Tarım ve Hayyyvancılıkkkk….
Saban’ı değerlendirelim:
Türkiye tiyatrosunu çürütenler; sanayi, dışişleri, içişleri, tarım ve hayvancılık bakanlıkları da çanak yalatsalar, onların uzattığı çanağı da seve seve yalarlar. Sen, her ne denli, şaka yapmaya çalışsan da, ben, bir köpek duyarlılığıyla, senin ve diğer çanak yalayanların ruh durumunu sezebiliyorum.
Saban, diyor ki:
..........Sonra Atatürk Kültür Merkezi eyleminden sonra, ödeneğimizi yarıya düşürdüler.Herhalde bizden artan parayla AKM’yi onarıyorlardır!
Saban’ı değerlendirelim:
Sen Atatürk Kültür Merkezi eylemine katıldığın için ödeneğini (çanak yalamanı) yarıya düşürmüşler. Biz, kapitalizmin tümüne karşı olduğumuz için (hoş çanak yalamak için dilekçe verme zorunluluğu var ama) bize küçük bir balık kılçığı bile yalatmazlar ( hoş biz de yalamayız).
Saban, diyor ki:
..........Mustafa Demirkanlı , ben kooperatif yardımı sandığım halde , temiz yayıncılık kampanyasının altına imzamı koymuş, Baktım ki , birden linç kampanyacısı oluvermişim.
Saban’ı değerlendirelim:
Demirkanlı, neden senin imzanın kullanılabileceğini düşünüyor da, örnekse, neden Özgür Başkaya yada Mehmet Esatoğlu'nun imzalarının kullanılabileceğini düşünemiyor? Senden böyle bir sinyal mi almış? Yazdığın yazı bile o denli yuvarlak ve tutulacak kulpa sahip değil ki, her niyete yenebilen muza benziyor. Örnekse Özgür Başkaya, o denli net şeyler söyleyebiliyor ki, sözlerinin köşelerini görüp, tutulacak kulpu anlayabiliyorsunuz. Başkaya, 11 kişiden oluşan Danışma Kurulu üyesinin, 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman’a, 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nde verilen “Emek Ödülü”ne çok net biçimde karşı çıkmasına karşın, sen bu konuda hiçbir görüş belirtmedin. Bu yazında da Halman’ı kutsayan sözler edebiliyorsun.
Saban, diyor ki:
..........( Yahu çocuklara bile arkadaşını sıfatlandırma diyoruz. “güzel” “akıllı” deme, tanımlarsan tanıyamazsın çünkü)
Saban’ı değerlendirelim:
Ben, iki çocuk büyüttüm; ikisine de sürekli olarak "arkadaşlarını mutlaka sınıflandır" dedim. Benim için birincil olan "sınıf"landırmak, tanımlamak, yaftalamaktır. Bir kişiyi tanıyabilmek için, o kişiyi sınıflandırmak gerekir. Dünya görüşümüz farklı olduğu için, doğal olarak farklı düşünüyoruz.
Saban, diyor ki:
..........Şimdi imzamı geri çeksem, demokrat olacağım.
Saban’ı değerlendirelim:
Sadece insan olacaksın. İnsan olabilenin demokrat yada başka bir şey olma hakkı vardır. Ayrıca ben, demokratlık konusunda pek istekli bir kişi değilim. Demokratlık da sınıfsaldır.
Saban, diyor ki:
..........İmzam yerinde dursa… (dur Çiço, sana oyuncağını, yazı bittikten sonra vereceğim.)
Saban’ı değerlendirelim:
İmzan yerinde durabilirdi. İmzanı o pislik kuyusundan çekmekle, kendini kurtarmış oldun. Beni, bizi değil. Daha önce, sürekli olarak vurguladığımız gibi, milyonlarca imza da toplanmış olsaydı, bizim için pek bir şey değişmezdi. Biz, yine bildiğimizi okurduk. Biz, yine gerçekleri ve sosyalizmi savunurduk. Bizim varlık nedenimiz bu; başka türlü davranamayız!
Saban, diyor ki:
..........Temiz Yayıncılık Kampanyası pek de temiz durmuyor çünkü taraflar birbirlerine masadan masaya meyve göndermeye devam ediyorlar. Demirkanlı’ya temiz yayıncılık kampanyasına başlar başlamaz, tüm kirli yayınları kesmek yaraşırdı ama o , halen devam etti.
Saban’ı değerlendirelim:
Bizimle Demirkanlı’yı, Timur’u, Kurhan’ı, Törtop’u, Kaya’yı aynı bağlamda değerlendirmen hiç hoş değil. Böyle davranman, art niyet içermiyorsa, bilgisizlik içeriyor. Gündemi takip etmediğin kanısındayım. Ayrıca gündemi takip etmek zorunda değilsin. Ancak, takip etmediğin gündem hakkında yazı yazmamanda yarar var. Yine de yazarsan, er yada geç yanıtını veririm. Yalan, küfür, linç, iftira kaynağı olan Demirkanlı’dan temiz yayıncılık beklemek, ölüden öpücük beklemeye benzer. Ölüler öpüşemezler!
Saban, diyor ki:
..........Kaldı ki, işin sonunda, savcılar polisler var, ki solcunun solcuyu savcı polis mahkemeyle korkutması zaten nahoş!
Saban'ı değerlendirelim:
Solcu, solcuyu mahkemeye vermezse, kendisi mahkeme kurup işkence bile yapabilir. Tabii bu solcu sözcüklerine tırnak koymayı unutmayalım; "solcu"! Bu arada Demirkanlı, Timur, Kurhan, Törtop, Kaya… tırnaklı olsun, tırnaksız olsun, solculuk konusunda sınıfta kaldılar. Bu linç kampanyası tam bir terazi oldu. Bu kampanyaya imza verenler; yalana, küfre, iftiraya, sansüre, sağcılığa, kapitalizme, faşizme destek sunmuşlardır. Bu kampanyaya karşı çıkanlar, tırnaklı yada tırnaksız solculuğa destek sunmuşlardır.
Saban, diyor ki:
..........Evli olmadığım için günün önemli bir bölümünü internette geçirdiğim halde temiz yayıncılık kampanyasında imzam olduğunu Feridun Çetinkaya’dan öğrendim. Ama farz edin ki imza vermişim, Bulunmaz Tiyatro’nun, bin kişinin kenetlendiği 18 Mayıs eylemine, sırf onların aleyhinde imzam var diye katılmaması, tuhaf değil mi? Yahu orada 20 yıldır kavgalı olan kişiler kenetleniyor. Sen, eylemin söylemini beğenmiyorsan katılmazsın, bu demokratik hakkındır, ama ben varım ya da diğer imzacılar var diye gelmemek, sana karşı gelene hemen bir sıfat yakıştırmak, işte Hilmi Bulunmaz, genel seçimler yapılana kadar, sana bunu yasaklıyorum.
Saban’ı değerlendirelim:
Hem tescilli yalancı, küfürbaz Demirkanlı’nın özde kirli, sözde temiz tiyatro kampanyasından haberin olacak ve hem de bu pislik kuyusunda hangi pisliklerin imzası bulunduğuna bakmayacaksın; bize pek inandırıcı gelmese de, senin beyanın aksi yönde olduğu için, sana inanmak zorundayız. Biz karşıtını kanıtlayamayacağımıza göre, senin sözlerin gerçek muamelesi görür. Ben, biz (Bulunmaz Tiyatro), 18 Mayıs eylemine, siyasal nedenlerle katılmadık. Ayrıca, bizi linç etmek isteyenleri de teşhir etmek için, 18 Mayıs eylemini "kullandık". Bizi linç etme kampanyası düzenlenmeseydi de, siyasal nedenlerle o yürüyüşe katılmazdık. Çünkü, ben, Kemalizm’e değil; sosyalizme gönül düşürmüş biriyim. Hemen hemen hiçbir genel seçimde oy kullanmadığım için, önümüzdeki genel seçimlerde de kullanmayacağım. Dolayısıyla, seçimlerin bir belirleyiciliği yok benim için. Kendime seçimlerde oy kullanmayı yasakladığım gibi, Kemalizm’e destek vermeyi de yasakladım.
Saban, diyor ki:
..........Çocukluk arkadaşım Hilmi’ye höt demek için telefon açtığımda, onun sosyalist ahlağından bir kez daha emin oldum. “Sana karşı ayrımcılık yapılırsa, yine yanındayım” diye kapattı telefonu.
Saban’ı değerlendirelim:
Ben, çocukluk arkadaşım da olsa, biri bana "höt" dediğinde, benim tek bir yanıtım olur: "Al sana bir Goethe (okunuşu Göte)". Alman şair ve oyun yazarı Johann Wolfgang von Goethe’yi (okunuşu Göte) sevdiğim için, bana "höt" diyen herkese, böyle yanıt veriyorum. Bir "höt"le yetinmeyip iki kiz "höt"leyene, "al sana Brecht" diyorum. Üç kez "höt"leyene de "size Lenin yakışıyor" diyorum.
Saban, diyor ki:
..........Burak Caney diye kusmuktan bir sanal kahraman yaratılması, insanların özeline girilmesi,aptal saptal fotomontajlarla zaman harcayarak yetenek köreltmeler konusunda mutlaka iki tarafın da söyleyecekleri vardır.
Saban’ı değerlendirelim:
Aslında iki taraf diye bir şey yok. Yani, Burak Caney'i otopsi masasına yatırabilecek tek taraf var: Bulunmaz/Büktel tarafı. Çünkü Burak Caney, Bulunmaz/Büktel’e saldırmak için yaratıldı! Türkiye tiyatrosunun genel nüfusu bu konuda "tarafsız" kalırken. Demirkanlı/Timur, Burak Caney'i savunmak için, onu kendi(lerinden biri olarak) gördükleri için, onları da Burak Caney bağlamında kategorize ediyoruz. Fotomontaj imalatı konusunda Burak Caney, Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı, ne kadar da çok birbirlerine benziyorlar. Yeteneksizlik konusunda Caney, Timur, Demirkanlı, ne kadar da çok birbirlerinin aynısı durumdalar!
Saban, diyor ki:
.........."Düşmana, düşmanın teknikleriyle saldırıyoruz!"
Saban’ı değerlendirelim:
Düşmana, hak ettiği tekniklerle "saldırıyoruz".
Saban, diyor ki:
..........Ben de diyorum ki, siz birbirinizden nefret ediyorsunuz ama düşman değilsiniz, olamazsınız! Daha doğrusu olmamalısınız, olsanız da çaktırmamalı, bu konuda çok fazla kalori harcamamalısınız.
Saban’ı değerlendirelim:
Biz, düşman bile olamayacak denli birbirimizden uzağız. Düşmanın bile bir insan yanı vardır. Ne yazık ki, linç çağrıcısı Demirkanlı ve Timur’un insanlıktan nasibini almadıkları, hızla, hem de şimşek hızıyla Burak Caney'leştikleri ortada.
Saban, diyor ki:
..........Amatör Tiyatrolar Çevresi’nin bildirisinde olduğu gibi, bu saldırılarda magazin teknikleri kullanılması, depolitizasyon oyunlarına başvurulması, aslında tarafların beyinlerinin sadece yüzde onluk kısmını kullanmalarından ibarettir!
Saban’ı değerlendirelim:
Bizim beynimizin ne denli kullanıldığı konusunda net oran verdiğine göre, senin ölçütleri sağlam bir "beyinölçer" sahibi olduğun belli(!) Ancak biz, beynin hangi oranda kullanıldığından çok, kime karşı kullanıldığına bakıyoruz. Demirkanlı/Timur, Türkiye tiyatrosunu hızla kirleten insanlar olduğu için, bunlara karşı beynimizin tüm olanaklarını kullanmaya çaba harcıyoruz.
Saban, diyor ki:
..........Şimdi tarafların beyinlerinin, varsa diğer yüzde doksanını gösterme zamanı gelmiştir çünküvarsa düşmanlar örgütlenmekte ve varsa düşmanlar aynen bu kavgaları beklemektedir.Hep olumsuzluklardan mı sözedeceğiz, biz en önce tatlıcıyız, değil mi efendim:
Saban’ı değerlendirelim:
Demirkanlı/Timur’un, soyut düşmanlardan bile daha tehlikeli olduğunu düşünüyoruz. Bunların, şeriatçılardan da, askeri dikta özlemcilerinden de daha tehlikeli kişiler olduklarını düşünüyoruz.
Saban, diyor ki:
..........Yazının başında kim dedikoduyu sevmez demiştik ya,bu siteleri sırf kim kime düşmüş diye okuyan pek çok kişi vardır. Şimdi, site sahipleri,varsa beyinlerinin yüzde doksanını kullanarak, işi akademik eleştiri boyutlarına taşımak zorundadırlar.
Saban’ı değerlendirelim:
Demirkanlı/Timur pisliğinden kurtulamayan bir tiyatro coğrafyasında, akademik eleştiri ölçütlerinin yerleşmesi olanaksızdır. Öncelikle, Demirkanlı/Timur’un bu coğrafyadan hızla uzaklaşmaları gerekir. Pisliklerini fışkırtabilecekleri başka karanlık coğrafyalara iltica etmeleri gerekir. Bu çöpten bile daha değersiz kişiler, Türkiye tiyatrosundaki Kırım Kongo Kenesi rolünü bırakmaları gerekir. Ya temizlenmeliler yada biran önce karanlıklar ülkesine iltica etmeliler.
Saban, diyor ki:
..........2) Hazır Özdemir Hocalar, Talat Hocaları bile aşağılamışken, daha iyisini yapın da görelim. Kendi kendinizin çıtasını yükselttiniz.
Saban’ı değerlendirelim:
Bence, Coşkun Büktel, Theope'yi yazarak, Özdemir Nutku'dan daha önemli işler yapmıştır; en azından hiç kimseye iftira atmamıştır. Yine bence, Hilmi Bulunmaz, sosyalist anlayışla tiyatro yapan Bulunmaz Tiyatro'yu kurarak, Talât Sait Halman'dan daha önemli işler yapmıştır; hiç olmazsa faşist bir hükümetle işbirliği yapmamıştır.
Saban, diyor ki:
..........3) Coşkun Büktel, Türk Tiyatrosu’nun korkulan adamıdır ama Türk Tiyatrosu’na faydası sadece Theope değil: Ali Taygun gerçeği olmuştur! Amerika’da tiyatro öğrencisiyken (gençtim, güzeldim), Barış Derneği davasından tutuklu Ali Taygun için imza topluyordum ve Robert Brustein (ki artık ben de artık Şehir Tiyatroları kurumunu yıpratmamak için genel sanat yönetmeni hakkında sansür ve sanatçı hakları dışında genel seçimlere kadar tek bir söz yazmamaya karar verdim...isterlerse Amerika’nın politik figürü Robert Brustein hakkında bir araştırmayı tiyatroyun’a armağan ederim ) başta olmak üzere, herkes Taygun için genius (dahi) diyordu ve düşünmeden imza veriyordu. Sonra değerli Ali Taygun hapisten çıktı, kendisine selam vermek için sırasıyla 150/ 250/350/450 kalori harcamak lazım geldi. Ancak Theope’ye çattıktan sonra, haddim olmayarak söyleyeyim rejisör olarak ciddi biçimde genius çizgisini tutturmak için zorlanır oldu. Yani Coşkun Büktel, bir yazar olarak bir yönetmeni ciddi biçimde zorladı. Büktel’den herhalde her yönetmen korkar. Ama belki Büktel yazar, Bulunmaz yönetir, ya da yeni bir genius bulunur ya da hapiste birisi varsa ona imza desteği verilir.
Saban’ı değerlendirelim:
Senin de Theope'nin değerini anlaman sevindirici. Keşke bir de Özdemir Nutku iftirasına karşı çıkabilecek yürekliliği gösterebilsen.
Saban, diyor ki:
..........Çiço havladığı için, lafı şöyle bağlıyorum.
Saban’ı değerlendirelim:
Çiço’nun havlaması, Demirkanlı/Timur’un yazı yazmalarından daha değerlidir. Bırak da Çiço rahatça havlasın.
Saban, diyor ki:
..........Temiz Yayıncılık çağrısına imza verdiysem, ben bunu bal gibi kooperatif çağrısı sanmıştım. İmza geri çekilecekse, bunu bal gibi geri çekiyorum.
Saban’ı değerlendirelim:
Senin imzanı Demirkanlı/Timur sitelerine eklediklerine göre, bırak da onlar düşünsünler! Sen imza vermediğine göre, imzanın geri çekilmesi diye bir durum söz konusu olamaz. Üzülmene hiç gerek yok!
Saban, diyor ki:
..........Ama imzamı geri çektiğim için, Hilmi Bulunmaz beni kahraman ilan edecekse, “erken kalkanın kahraman olduğu bir çağda” aman bu kahramanlık kalsın. O zaman iki üç imza daha veriyorum!
Saban’ı değerlendirelim:
Ben, asla ve asla hiçbir kahramana ihtiyaç duyan biri değilim. Sosyalist olmama karşın, sosyalist kahramanlara bile işkillenerek bakan bir karaktere sahibim.
Saban, diyor ki:
..........İmza vermeseydim, zaten bu kampanya çok temiz olmadığı için şimdiden sonra kesinlikle vermezdim.
Saban’ı değerlendirelim:
İmzayı sen mi verdin, Demirkanlı/Timur mu senin yerine evrakta sahtecilik yapıp senin imzanı kullandılar? Beni yine çelişkiye düşürmeye başladın. Ne demek; "İmza vermeseydim,"?
Saban, diyor ki:
..........Sitelerinizin değerini bilin. Zamanında deniz manzaralı siteleri kapmışsınız. Erkenden doğalgaz bağlatmışsınız. Ziyaretçileriniz var diye şımarmayın. Türkiye’de kaçak inşaat diktirmekten daha kolay bir şey yok. Sitenizin üzerine iki kat çıkarlar vallahi!
Saban’ı değerlendirelim:
Sitelerimizin değerini biliyoruz. Çünkü bu siteleri biz kurup, bu duruma biz getirdik. Kültür Bakanlığı, Efes Pilsen ve Lions'lardan yardım alarak bu duruma gelmedik. Dolayısıyla şımarmamız söz konusu olamaz. Sitemizin üzerine değil iki kat, değil bir kat, değil yarım yada çeyrek kat; bir tuğla bile koymaya kalkışana gerekli yanıtı veririz.
Saban, diyor ki:
..........Birbirinizle kavga etmeye devam edecekseniz, temiz yayıncılık dahil olmak üzere ne yaparsanız yapın, ama o zaman ben de buradan şu çağrıyı yaparım: Ey eleştirmenler, tiyatro sahipleri, tiyatrocular, sivil toplum örgütleri gelin birleşelim,onlar kavga etsinler, biz bu kavgaya taraf olmamak için temiz yayıncılığı başlatalım:
Saban’ı değerlendirelim:
Ayrı ayrı, zaman zaman bize karşı olunacağına; birlikte ve aynı zaman diliminde karşı olunursa, daha çok seviniriz, mücadelemiz daha anlamlı hale gelir. Türkiye tiyatrosunun bütün çanak yalayıcıları, lütfen birleşiniz!
Saban, diyor ki:
..........BUGÜNDEN İTİBAREN MEMLEKETİN EN BÜYÜK KAVGASININ BU OLDUĞUNU SANANLARA, HİÇBİR BASIN BÜLTENİ, FOTOĞRAF, HABER, YAZI, ARAŞTIRMA GÖNDERMEYELİM.
Saban’ı değerlendirelim:
Memnun oluruz, mesut oluruz, bahtiyar oluruz. Topluma hiçbir şey verme niyeti bulunmayan; sadece ve sadece Kültür Bakanlığı çanağı yalamak için tiyatro yapanlar bize "BASIN BÜLTENİ, FOTOĞRAF, HABER, YAZI, ARAŞTIRMA" göndermezlerse seviniriz.
Saban, diyor ki:
..........Bırakın, sadece birbirlerini yazsınlar.
Saban’ı değerlendirelim:
Sadece Demirkanlı/Timur’u değil, Türkiye tiyatrosunu kirleten tüm pislikleri, sonuna dek yazarak mahkum etmeyi sürdüreceğiz. Bunu hiçbir Allah'ın kulu engelleyemez!