Hilmi Bulunmaz, İtalya'nın Campania bölgesindeki Amalfi'de; komünizm anlayışı pek uyuşmasa da, bir "Alternatif Komünist Partisi" afişi önünde (Foto: Cemal Bulunmaz)
Hilmi Bulunmaz
21 Haziran 2009
Şu bir kuraldır; her öz kendi biçimi oluşturur. Her konu, kendi derinliği oranında değerlendirilmeyi hak eder. Derin bir konuya, yüzeysel bir değerlendirme yaptığınızda, bu davranışınız sırıtır yada yüzeysel bir konuya, derinlikli bir değerlendirme yaptığınızda, o da sırıtır.
Yaklaşık bir yıldır, kurucusu ve yöneticisi olduğum Bulunmaz Tiyatro'da, uzun yıllar düşünü gördüğüm "yazarlık çalışmaları"nı sürdürüyorum. Böyle bir çalışma sürdürmemin nedeni, emeğin iktidarına giden yolda, ilerici, sosyalist donanımlı yazarların yetişmesine katkıda bulunmak. Ben, sadece "ben" olarak yaşayan sanatçılardan olmadığım için, başka toplumsal görevlerimin yanına, böyle bir görev yükledim. Hiçbir kimseden destek görmediğim böyle bir yazarlık çalışmasına gelenler oldu; bu çalışmadan gidenler oldu. Ne yazık ki, uzun soluklu bir çalışma yürütemedim. Ancak, üç-beş aydır, düzenli diyebileceğim bir çalışma yürütebiliyorum. Çalışmamızın düzenliliğe evrilmesinde Ozan Akgül, Toprak Karaoğlu ve Leman Koç’un önemli payları var. Zaman zaman Leman Koç, bu sürekliliği sekteye uğratsa da, Akgül ve Karaoğlu, inatçı karakteriyle bu çalışma sürecini ivmelendiriyorlar.
Ozan Akgül, inatçılığı sayesinde, "Doğum" adlı oyununu kitaplaştırıp, OYUN dergisindeki yazarlığının yanı sıra, tiyatroyun.blogspot.com'da da yazılar yazdı. Akgül, kendi sitesinde de yazılarını yayımlıyor.
Toprak Karaoğlu’nun inatçılığı da, beş sayı yayınladıktan sonra kuluçkaya yatan OYUN dergisinin genel yayın yönetmeni olmasına ve bu dergide yazılar yazmasına neden oldu.
Leman Koç, hem OYUN dergisinde ve hem de sitelerimizde yazılar yayımlamaya başladı. Son derecede duyarlı bir yazar olan Koç, gelecekte çok önemli yapıtlara imza atabilecek.
Tabii ki, bu arada, yukarıda adlarını sıraladığımız yazarlar, aynı zamanda oyun yazma çalışmalarını da sürdürüyorlar. Özellikle Ozan Akgül, âdeta bir "oyun yazma makinesi" gibi sürekli olarak oyunlar üretiyor.
Gelelim konumuza…
Ben, OYUN dergisinin sahibi olmama karşın, bazı öneriler dışında, derginin "yayın siyasası"na pek müdahale etmiyorum. Bu tavrımı bilen derginin genel yayın yönetmeni Toprak Karaoğlu, son derecede rahat hareket edebiliyor. Örnekse, yedinci sayıda yayınlanması için "Nedim Saban ve arafta kalmış tarafsızlara!" yazımı önerdiğimde, Toprak, bu yazıyı hiç okumamasına ve Ozan "birazcık" okumasına karşın, bu yazının kişisel olduğunu söyleyip yayınlayamayacaklarını dile getirdiler. Ben de, okumadıkları bir yazıyı yayınlamama tavırlarına karış çıktığım için, OYUN dergisinin yedinci sayısına hiçbir yazı vermeyeceğimi belirtim. Ancak, daha önce söz vermiş bulunduğum için, in yer face hakkında küçük bir yazı yazabileceğimi dile getirdim.
Hiçbir yanını benimsemediğim ve bana, halkıma, emekçilere, gelecekte oluşacak iktidara hiçbir katkıda bulunacağını sanmadığım yüzeysel bir akım olan in yer face hakkında, yüzeysel ve kısa bir değerlendirme yapacağım.
***
Bazı insanlar vardır; "kargadan başka kuş tanımaz"lar. Ben de o insanlardan biriyim. Benim için tiyatro sanatı, dünyayı değiştirmek ve estetize etmek için kullanılan bir araçtır. Ben, dünya hâllerini, bilindik bir tepside sunan tiyatro biçimlerinden pek hoşlanmıyorum. Bilindik sorunsalları, sözde bilinmedik bir biçimde sunan tiyatrolardan da hiç hoşlanmıyorum. Hattâ nefret ediyorum. Bu duygumu gizlemek, okurları kandırmak anlamına gelir. Ben, okurları kandırmayı asla doğru bulmuyorum. Okurla yazar arasındaki en sağlam köprünün, "samimiyet köprüsü" olduğunu düşünüyorum.
In yer face, bence, dünya tiyatro evrenine yenilikler katmayan bir "şey". Tam da sözlük anlamında bir "şey": "Madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb.nin yerine kullanılan, belirsiz anlamda bir söz." Oysa "söz": "Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi"dir.
Ben, tiyatro sanatını, işçi sınıfının iktidara yürümesi için düşünüp, bu nedenle tiyatro sanatı yapan biri olduğumdan, yan yollara saparak bir "şey" yaptığını iddia eden tiyatrolara hiç sıcak bakmıyorum. "Dök içini rahatla" yada "tavernaya gidip birkaç tabak kır" mantığına yakın bir anlayışla yan yollara saptırıcı bir etkiyle insanları yönlendiren akımlardan biri olan in yer face'in Türkiye’deki mümessiline bakıldığında, durum bir biçimde anlaşılır boyut kazanır:
"DOT ya da Tiyatro DOT, İstanbul'da bulunan ve Britanya'da doğmuş olan In-yer-face akımı oyunlarını Türkiye'de ilk kez sahneleyen özel tiyatrodur." (Bakınız: VİKİPEDİ)
İngiltere’de doğup büyümüş olan in yer face’in Türkiye mümessili DOT, işçi sınıfının iktidarı için tiyatro yapmayan bir grup olduğu için, gayet haklı olarak birtakım burjuva akımlarına teslim olacaktı ve DOT da öyle yaptı. Hiçbir oyununu izlemediğim, izlemek istemediğim halde, bunu nereden anlıyorum? Her şeyden önce, DOT’un Kültür Bakanlığı çanağı yalamasından anlıyorum. DOT'un tam bilet fiyatının 40 TL olmasından anlıyorum. Ayrıca, kendilerine yada izleyicilerine güvenmek yerine, sponsorlara güvenmesi nedeniyle DOT’un ta başından beri, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için çalışan bir anlayışla hareket ettiğinden anlıyorum. DOT’un hiçbir yerde sosyalizm vurgusu yapmamasından anlıyorum.
Peki, her tiyatro topluluğu sosyalist sanat yapmak zorunda mı? Tabii ki böyle bir zorunluluk yok. Kapitalizmin egemen olduğu bir süreç ve coğrafyada, zâten hemen hemen tüm tiyatro toplulukları, yaşamı kendilerine göre tiyatralize ederlerken, aynı zamanda toplumun kapitalize edilmesine katkıda bulunmuş olurlar. Hele, sponsorlara sırtını yaslayan tiyatro toplulukları, ister istemez kapitalizmi kutsamış olurlar. In yer face'in beşinci kolu DOT da bunu yapıyor. Bilsar ve Kültür Bakanlığı’nın sponsorluğuna sırtını yaslayan DOT, ister istemez, ta işin başından, hattâ kurulurken, kapitalist tiyatro yapmaya karar verdiğini açıklamış oluyor.
DOT, hem “ilerici” ve hem de kapitalist işler yapmaya karar vermiş olacak ki, topluma ilericilik yanılsaması aşılayacak bir akımın etkisinde kalıp, bu akımın etki gücüyle, toplumu kapitalize etmeye yönelmiş. İngiltere’de doğup büyümüş in yer face, yüzünü kapitalizme dönmesine karşın, aslında pek de dönmüyormuş gibi yapan bir topluluk için bulunmaz Hint kumaşıdır. In yer face, iki yüzlülük içerisinde tiyatro yapabilme olanağı bulmak isteyenler için biçilmiş kaftandır. Hem ilericilerle kol kola girip, hem de kapitalistlerin yanında saf tutmak isteyen tiyatro esnafı için, ideal bir örtüdür.
Kuramsal hiçbir altyapısı bulunmayan in yer face, uygulamanın verdiği "yenilik" ve “çeşitlilik”le kitleleri kapitalizme bağımlı kılmak için önemli uyuşturuculardan biridir. Bedensel çıplaklık, erotizm, pornografik imgeler, şiddet, kan, döl ve akla gelebilecek her türden kışkırtıcı ve fışkırtıcılarla kendine tiyatronun ön koltuklarında yer bulan in yer face, bir kelebek denli olamayacak ömrüyle, topluma hiçbir şey veremeyeceği gibi, toplumun savaşım gücünü örseleyip sündürerek, toplumsal ve toplumcu düşüncenin erozyona uğramasına neden olmak kaygısıyla soluk alıyor.
İnsana derinlik duygusu veren kitaplardan çok, yüzeysellik çağrıştıran "gazete kültürü"nü ve tarihsel bilinçten kopuk bir dille kaleme alınmış oyunları piyasaya süren in yer face'istler, bırakınız insanların gerçeklerle yüz yüze gelmelerini, kendileriyle yüz yüze gelmek için bile aynaya bakmaktan ürkebiliyorlar kanısındayım.
In yer face, "yüzümüze karşı söylenmiş sözler ve devinimler" denilebilecek bir söylemle piyasaya sürülse de, bence, tepkiselliği bile yüzüne gözüne bulaştıran yada böyle bir tepkiselliği kerhen kullanan bir akım.
Burjuva, küçük burjuva duyarlılıklara hitâp eden in yer face, kendilerine "küçük sevinçler bulan" tiyatro gruplarının sığınabilecekleri bir kapitalist mağara olarak varlığını koruyor.
Tiyatroya küfürü, argoyu, kan ve dölü boca eden in yer face, tiyatrodaki küfür yayıncılığını bile hoş görmemize neden olabilecek ipuçları taşıyor. Küfrü bile sıradanlaştıran bu tiyatro anlayışı yasaklanmalı mı? Asla! Hiçbir tiyatro anlayışının yasaklanması doğru olmadığı gibi, bu anlayışın da yasaklanması doğru olmaz. Ancak, in yer face’in, her fırsatta, mutlaka mahkum edilmesi gereken bir anlayış olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Bizce, sosyalizme hizmet etmeyen hiçbir tiyatro akımı, sürekli olarak sorgulanıp yargılanmalı. Özellikle, kendilerine ve izleyicilerine değil; sponsorlara güvenerek tiyatro yapan topluluklar, sol söylem kullansalar bile, kapitalizmi yeniden inşa ettikleri için, onların bu söylemlerine de güvenmemek gerekir. Allah’tan DOT, böyle bir söylem geliştirmeyi bile denemiyor.
Peki, in yer face’in anavatanı İngiltere’deki uygulamalar nasıl? Bilmiyorum. Şimdilik, öğrenmek de pek içimden gelmiyor. Bu konuda merak şeytanı beni dürtüklemiyor!