18 Mart 2008 Salı

Demirkanlı, hedef saptırıyor


Ulvi Alacakaptan’a…
.
Merhaba, bir önceki yazımda size yazacağımı belirtmiştim, bu iki arkadaşınızı korumaya çalışmanızı anlayabildiğimi, anlayışla yaklaştığımı belirttikten sonra belki takip edememişsinizdir diye biraz geriye giderek aktarmaya çalışacaktım, ama Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel o kadar hızlı bir biçimde önüne gelen herkese küfrediyor ki –evet hakaretin ötesinde açık açık küfrediyorlar- klavyelerini ve kişisel sitelerini insanları aşağılamak için kullanıyorlar, ilgi bile kurmaya gerek duymadan, sizin için de belki… yakında…diyecektim ki diyemeden siz de nasibinizi aldınız: Alçak ve şerefsiz oluverdiniz. Suçunuz? Tiyatrom.com’da yazmak, yani tanımadıkları insanlara bile küfretmekten geri durmayanlar o kadar pervasızca küfrediyorlar ki tanıdıkları da nasibini alıyor, sizin de payınıza düştüğü gibi. Muhtemelen sizden özür dilemişlerdir veya dileyeceklerdir, peki hiç tanımadıkları insanlar ne olacak?

Ben Hilmi Bulunmaz’ı tanımam hiçbir biçimde ilişkimiz olmamıştır. Coşkun Büktel’le tanışırım, “Theope”si yayınlandığında destek olarak dergi de ilanını da yayımlamıştık, kaldı ki öncesinde zımnen beni ve Yılmaz Öğüt’ü hırsızlıkla suçlamış olmasına rağmen. Şöyle olmuştu: Biz oyun kitapları basmaya başlamıştık, toplu eserler olarak yayımlıyorduk, Büktel’in tek oyunu vardı, “Theope”, Yılmaz Bey tek olarak basmayı kabul etti, ama Büktel 5.000 adet basılmasında ısrar etti, (O zamanlar, yanılmıyorsam 2.000 adet basılıyordu.) gerekçesi ise yayıncıların, 2.000 deyip daha fazla bastıklarıydı, yani hırsızlık yaptıkları…

Neyse deyip geçtik, basmadık kitabı. Sonrasında Coşkun’la da özel bir çatışmamız olmadı, onun ısrarcı tavırları, suçlayıcı tavırları, zaman zaman yaşanan polemikler. Bu polemikler, Coşkun’un sitesinde de bizim sitede de duruyor, merak edersen bakabilirsin. Çoğu anlamsız ve gereksiz, ama o zaman yaşanmış, yaşanabilir. Kaldı ki o dönemlerde ne küskünlük ne de öfke vardı, özel olarak oturup konuşmayız ama karşılaştığımızda selamlaşır, ayaküstü laflardık…

Hilmi Bulunmaz’ı tanıdığına göre anlatmama gerek yok. Büktel’le tanıştılar, Büktel’i sevdi, daha öteye giderek tapınmaya başladı. Ama sorunu, Büktel’in iyi yazar olması, ilkeli olması değildi sanırım, çok sevdikleri tiyatro da elle tutulur bir başarılarının olmamasıydı, belki de ortak kaderleri… Büktel’in o akıl almaz “Beni aforoz ediyorlar.” saplantısıyla buluşmuştu belki de, çünkü Bulunmaz’ı da birileri engelliyordu. Nazım Hikmet oyunları yapmasına izin verilmiyordu. Evet, epey önce geçerliydi bu söylediği, ama artık Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatroları bile Nazım sahneliyordu, bunu tarihte takılı kalmışçasına sürekli tekrarlaması, soru sormayan insanlara karşı kendini kahraman gibi gösterme hevesiydi sanırım. Ben yanılıp sordum.

"Örneğin hep merak ederim, sürekli egemen güçler tarafından engellendiğinizi, salonunuzun basıldığını söyler durursunuz. En son hangi tarihte basıldı salonunuz, kim bastı, hangi gerekçe ile bastı? Lütfederseniz, öğrenmiş oluruz. Bir de basılmaya devam ediyorsa, lütfen bilgilendirin, sizin vekil sıfatı ile ortalıkta dolaşmanız, kimlik arayışında olmanız ayrı, engellenmeniz, varsa herhangi bir üretiminizin yasaklanması ayrı bir konudur. Elimden gelen tüm gücümle sizin ve üretiminizin yanında olacağıma hiç kuşkunuz olmasın. Yeter ki haber verin, öğrenelim.Unutmazsınız değil mi, en son ne zaman, kim tarafından, hangi gerekçe ile oyununuzun engellendiğini iletmeyi. No'lur unutmayın." Demirkanlı'yı değerlendirelim: (Hilmi Bulunmaz)En son 23 Haziran 2000'de basıldı. Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü bastı. İskanı (oturum izni) olmayan binada (Aznavur Pasajı) iş yapmamız nedeniyle. 10 katlı binada hiçbir yer basılmadı. Bizden yıllar sonra, İdil Kültür Merkezi basıldı. Devlet, kapitalizme hizmet edenleri basmıyor, rahatsız etmiyor, kolluyor. Sosyalizmi savunanları basıyor, rahatsız ediyor, başka türlü kolluyor!... Hayır, basılmaya devam etmiyor. Egemenlerce artık iş yapamaz duruma getirildiğimiz için, bir de Avrupa Emperyalizmi'ne şirin görünme nedeniyle, artık basmıyorlar…Sizin elinizden bizim ve bizin gibi sosyalistler için hiçbir şey gelmez. Gelse gelse devlete gammazlamak gelebilir. Bu arada, neden kim tarafından basıldığımızı öğrenmek istiyorsun? Basan kişinin elini yada bir başka organını öpmek yada yalamak için mi?!...

İşte yanıtımı aldım… Sanki düzeyin bu olduğunu bilmiyormuşum gibi. En son 2000 yılında iskanı olmadığı için basılmış, yani sosyalistlik filan değilmiş mesele, olamazdı da, olamazdı çünkü o tarihte çok sular akmış, yöntemler çok değişmişti, Altıncı Lenin’i(!) artık tanık olarak mahkemeye çağırmıyorlardı. Aslında bu yanıtla birlikte durmam gerekirdi, karşımdaki psikolojiyi anlamam gerekirdi ama becerememişim.

Coşkun’la polemiklerimiz, ona dergide yer vermemem, “Skandal” dizilerini önemsememem, doğrudan Bulunmaz’ı da bana düşman etti. Sanırım çokça Coşkun’un dolduruşuyla oldu, ama o da hazırmış, bir düşmansız kendini ifade etmesi mümkün değil.

Öncesine bakarsak, şahsi sitesinde hakkımda, dalga geçen yazılar yazdı, hakaretlerde bulundu önemsemedim, ta ki, “dur yahu şu adamın sitesine iyice bir bakayım” diyene kadar.

Okuduklarıma inanamadım, gözlerim yerinden fırladı. Şu satırları yazabilmişti:

“Mehmet Akan yoğun bakıma alınmış...

…Halkın ruhunu yok eden televizyon canavarına ruhunu teslim eden Mehmet Akan, yıllar önce ölmüştü. 67 yaşında bir ceset olan Akan’ın fiziksel ölümü pek bir anlam taşımıyor… (7.7.2006)

Bir ölüm haberi daha gelecek
“Kralın soytarısı, padişahın dalkavuğu, burjuvazinin tiyatrocusu” olan insanlardan biri Lale Oraloğlu yoğun bakımda. Seksen iki yaşında olan Oraloğlu, doğal bir sürecin sonuna geldi. Ölecek…

Beyin kanaması geçiren Oraloğlu, kendine gelir gibi olduğu anlarda neler düşünüyor?.. Çok merak ediyorum doğrusu…

“Politik ve ekonomik sosyeteye hizmet edeceğime, işçi sınıfına hizmet etmiş olsaydım daha doğru bir iş yapmış olur muydum?..” Bu ve buna benzer sorular soracak düşünce kırıntılarına sahip bir insan olabilir mi Oraloğlu?.. (Salı, 28 Kasım 2006)

(H. Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel (1) )”

Kanımı dondurmuştu, çok sevdiğim Mehmet Ağabey buna layık mıydı? Lale Oraloğlu bu sözleri hak edecek ne yapmıştı? H. Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel (1) başlıklı yazıyı yayımladıktan sonra ne oldu dersiniz?

Aynı yazıları alıp tekrar birinci sayfasına taşıdı. Artık her adımlarını birlikte atan Coşkun’dan da tek satır tepki gelmedi tabii arkadaşına, dürüstlüğüyle maruf Büktel üç maymunu oynamaya başladı. Eğer Mehmet Ağabey’in dizilerde oynamaktan başka suçu yoksa, yukarıdaki satırlar senin için de geçerli olmalı, değil mi? Bulunmaz bir gün kızarsa, hoşuna gitmeyen bir şey yaparsan, benzerlerini, belki de çok daha ağırlarını senin için de yazar.

Düşünsene, ağır hastasın, ölümü kucaklamaya yaklaşmışsın, son bir hamle yapıp, Bulunmaz’ın sitesine bakıvermişsin: “Ulvi Alacakaptan yoğun bakıma alınmış...

…Halkın ruhunu yok eden televizyon canavarına ruhunu teslim eden Ulvi Alacakaptan, yıllar önce ölmüştü. 67 yaşında bir ceset olan Alacakaptan’ın fiziksel ölümü pek bir anlam taşımıyor… (7.7.200X)

En azından canın acımaz mı? Yıllardır, tiyatro diye didinip durmuşsun, kızın hasta ilaç almakta zorlanıyorsun, bebeğine çikolata alırken düşünüyorsun, alamayınca ağlıyorsun. Ev kirası, yemek parası, otobüs bileti bile sorun… Yıl 1980… yenilmişsin, küçük kapıların da kapanmış, açlığa mahkumsun, ama yaşamak zorundasın… Tiyatro yapamıyorsun, özel televizyonlar arka arkaya açılıyor, teklifler ardı ardına geliyor, ağırına gidiyor, ama bebeğine bakamamak daha da ağırına gidiyor. Direncin kırılıyor, mesleğini yapıyorsun, oyunculuk yapıyorsun, para da kazanıyorsun, tutunuyorsun, ama ellerin kan ter içinde, uykuların kaçıyor, kâbuslar görüyorsun, yaşaya kalabilmek için dalga geçiyorsun hayatla… içindeki fırtınayı ancak yakınındakiler görebiliyor, bir kısmını o da. Sonra biri kalkıyor: “…Halkın ruhunu yok eden televizyon canavarına ruhunu teslim eden Ulvi Alacakaptan, yıllar önce ölmüştü. 67 yaşında bir ceset olan Alacakaptan’ın fiziksel ölümü pek bir anlam taşımıyor… (7.7.200X)” diyor, diyebiliyor. Hem de Sosyalist(!) kimliğini haykıra haykıra…Dalga geçer gibi, “Altın, elmas, zümrüt ticareti yapacak, video kaydında benim çok param var, 200 metrekarelik, bahçesinde köpeği olan, kapısında biri 2008 model iki arabam duran evim var.” diyen, diyebilen bir sosyalist(!) yazacak bunları.

Bir arkadaşlığımız olmadı bugüne kadar, seni Orhan’dan (Alkaya) çok dinledim, uzaktan da izlemişimdir, acılarını bilirim, saygı duyarım, bu satırlar senin için yazıldığı zaman da haykıracağım, bir başkası için de…

Seversin, sevmezsin bilemem… ama 17 yılı geride bırakan bir tiyatro dergisi yayımlıyorum, hiçbir şey yapmamışsam, bu kadar zamanın belleğini aktarıyorum, elli sene sonra gerekecek bir kişiye belki de.

Bir dergi çakıl taşıyla yayımlanmıyor herhalde, ofisin kirasını da öpücükle ödemiyoruz, çalışan, emek veren arkadaşlarımıza, seni tiyatroyla tanıştırdım para, mara isteme de demiyoruz. Suçum ne? Reklam almak. Reklam alarak “çanak yalamak”, hem de kimin tarafından: “Uzun yıllardır ülkemizde elmas kalem konusunda çalışan Bulunmaz, bu konuda dünyanın önde gelen kuruluşlarındandır.” denen kişi tarafından. İstersen burada elmas, konusuna girmeyelim, emperyalizmle ilişkisini, Bulunmaz’la doğrudan ilişkisini ve elmasın kanlı tarihini irdelemeyelim, bizim konumuz televizyonlar ve reklam almak. O sadece işini yapıyor, bir elmas emekçisi. Sen, dizilerde oynadığın için, ben çıkarttığım dergiye reklam aldığım için. Tabii o paracıklarını HSBC bankta istiflemekten rahatsız olmuyor, ne de olsa ticaret yapıyor, ticaret emekçisi, “dünyanın önde gelen kuruluşlarından” da olduğuna göre HSBC bankla çalışır ama biz reklam alamayız, suç. Ne yapar, her gün “çanak yalayıcı” diye yayın yapar.

Şöyle bir düşün. Her gün, ama her gün birileri çıkıp da: “Show TV’nin çanağını yalayan Alacakaptan.” dese, de ki Fortis Bank reklamında oynadın, o biri çıkıp her gün: “Fortis Bank baktı ki bizi satın alamaz, Ulvi Alacakaptan’ı satın aldı, onu maniple edebilir ancak.” dese ve bunu sürekli söylese, napardın? Hem de önüne gelene saldıran bu adam, Kuyumcu Dünyası dergisi olarak Nezih Demirkent’e ilanlarla taziyelerini sunmuşsa, bence hiçbir sakıncası yok, ama insanları kategorize ederken Demirkent’le Mehmet Ağabey’e biçtikleri role, Mehmet Ağabey’e hakaretlerine itirazım var. Sahi o zamanlar neden tepki vermediniz, rahatsız olmayacağınızı düşünemem, belki görmemişsinizdir.

Bu adam çıkıp da, “Sahte Oyun Dergisi aranıyor, bulanlar…” diye dalga geçsin, “Tiyatro… Tiyatro… ayın ortasında çıktı” diye dalga geçsin, ama kopyala yapıştır olarak internette yayımlanmış yazılardan derlediği dergisini 4 sayı anca çıkartabilsin ve pişkin pişkin insanlarla dalga geçsin… Bu hangi ahlaka sığar sizce? Sosyalist ahlaka sığar mı? İslami ahlaka, hatta burjuva ahlakına sığar mı?

İlke, kişilere göre yer değiştirmez, yanlış varsa veya katılmıyorsan, katılmazsın, istiyorsan eleştirirsin… öyle değil mi Sayın Alacakaptan? Bu vatandaş, ödenekli kurum oyuncularına karşı olabilir, bir iki tanesini kenarda tutup özel tiyatrolara da karşı olabilir… bu onun görüşüdür. Amma, bir dernekte arkadaşı başkan diye ilkelerini değiştirmez, “karşıyız ama 27 Mart kutlamalarına katılacağız” demez, dememeli. TODER dün kimlerden oluşuyorsa bugün de aynı üyelerden oluşuyor. Bugün başkan sizsiniz, Yönetim Kurulu’ndaki arkadaşınız Nurhan Damcıoğlu da olabilirdi. Sanıyor musunuz ki yine “TODER’İN YANINDAYIZ” başlıkları, alkışları olurdu? Olmazdı değil mi? Hatta, TODER hedef tahtasında bile olurdu. Sizce ilke bu kadar esnek midir? İyi tanırsınız, Coşkun Büktel bu davranışları ilkeli tavırlar olarak mı tanımlıyordur, yoksa arkadaşı diye sesini mi çıkarmıyordur? Ben çok iyi tanımadığım için yorum yapmak istemiyorum.

Ertuğrul Timur; tiyatrom.com yayıncısı, aynı zamanda Tiyatro… Tiyatro…’nun da Yayın Kurulu üyesidir ama ödüllere de karşıdır. Bizim ödül haberlerini yapmaz, “karşıyım ama bu benim de içinde olduğum dergi” demez, ilkesini, görüşünü muhafaza eder. Ben de saygı duyarım, ama; “Her kim ki 3. Abdulhamid'in sansürcü sitesi olan tiyatrom.com da yazarsa alçaktır, şerefsizdir.” bu cümleye saygı duyamam, bir sivil toplum kuruluşu başkanı ve tiyatrom yazarı olarak sizin de bu görüşe saygı duymayacağınızı ve tepkinizi dernek olarak vereceğinizi beklediğimi itiraf etmeliyim. Belki de Yönetim Kurulunuz toplanamamıştır, siz de şahsi tepkinizi bu nedenle ertelemişsinizdir.

Tiyatrooyun’a desteğimi şartlı vermiştim, şahsınıza ve TODER’e yönelik yayınlarını sevmedim, onaylamıyorum. Facebook’daki tartışmalarınızı da takip ettim, ama sitede böyle bir yayın olmaz. Bunu yayıcısına da ilettim, yazı desteğimi durduruyorum.

Fakat size şunu da sormak istiyorum. Tiyatro Dergisi ve portalı, tiyatrom ve Ertuğrul Timur’un TODER’e bir tavrı, karşı duruşu oldu mu? Sizin bildiğiniz bir durum var mı? Varsa da bunun yanıtını siz verirdiniz zaten, değil mi? Ama sanırım şu üslupta değil: “Yalan Makinesi Mustafa Demirkanlı, Sansür Makinesi A. Ertuğrul Timur (nam-ı diğer 3. Abdülhamid) ve onların beslemesi İftira Makinesi Burak Caney tarafından yıpratılmak istenen TODER'in yanındayız... 27 Mart Dünya Tiyatro Günü anlayışına karşı olmamıza karşın, faşist yayıncıların saldırısını püskürtmek için, TODER'in eylemine katılacağız...Tiyatro sanatının emekçi örgütü olan TODER'e üye ol, destekle, eylemine katıl. Faşist yayıncılara haddini bildir!...”

Bu ne Sayın Alacakaptan? Sizce ne bu? Nasıl bir mantık, nasıl bir kör öfke? Şimdi kalkıp, Tiyatro Dergisi ve tiyatrodergisi.com.tr’nin TODER’i yıpratmaya çalıştığını ispatla sana limuzin, vermezsem… ispatlayamazsan…, diye komiklik mi yapmalıyım? Bu yaman çelişki karşısında siz söyleyecek bir söz buluyorsanız, lütfen iletin. Çok değil bir yıl önce 27 Mart'ı reddeden, yerine 1 Mayıs'ı önerip, kendi kendine bildiri(!) yazan bu vatandaştaki bu yaman çelişkinin nedeni nedir acaba? Sadece sizi sevmesi mi, yoksa sürekli küfrettiği oyunculara karşı bir özeleştiri mi? Ne dersiniz? Sizce hangisi? Aslında size yönelik bir soru değil tabii ki, sadece birlikte anlamaya çalışalım diye...

Biliyorsunuz değil mi, yalanlarım yirmi sekiz oldu. Onun kadar tuzu kuru olsam, vaktim bu kadar boş olsa, blogspot’larını tarar, işime geldiği gibi kurgular beş yüz tane yalan bulurum, sizin yazılarınızı tarasam 20-25 de sizde yalan bulurum, siz oturup kendinize göre kurgulasanız Bulunmaz’ın bulduklarından ayrı bir yirmi de siz bulursunuz benimle ilgili. İyi güzel de, deli saçmalarını art arda sıralayıp yayınlıyor, Büktel sitesine alıyor, sonra Bulunmaz, Coşkun Büktel haber yaptı diye, Coşkun’a link vererek tekrar haber yapıyor. Sonra da her ikisi de “yalancılığı ispatlanmış Demirkanlı” diye yargı belirtiyor ve yayınlıyor. Size yapılsa ne yapardınız? Gerçekten merak ediyorum, ne yapardınız? Üstelik, “Hele bir suç duyurusunda bulunun da dünyanın kaç bucak olduğunu görün…” diye tehdit edilirseniz ne yapardınız?

Ulvi Alacakaptan, sitenizdeki yazılarınızı ve gazetelerdeki yazılarınızı alt alta sıralasam: “Alacakaptan’ın Kirli Çamaşırları” başlıklarıyla yayımlasam, ne derdiniz? Nasıl bir tepki verirdiniz?

Levent Çağlayan Hilmi Bulunmaz’la yaşadıklarını aktardığı mail tiyatrom.com da yayımlandı, ben de alıntı yapıp link verdim. Cevap: “Not: Demirkanlı, yukarıdaki suçlamasını kanıtlarsa, "ben orospu çocuğuyum" diye Taksim Meydanı'nda bağıracağım. Kanıtlayamazsa, Demirkanlı ve Levent Çağlayan'ın orospu çocuğu olduğunu, her fırsatta dile getireceğim!...HB

Buna dersin, rica etsem benim adıma bir tepki belirler misin?

Gerçekten bu iki insanı, kendi kendilerini tiyatrocu diye ilan ettikleri ve birer klavyeleri ve blogspotları olduğu için savunuyor musunuz? Sizin de içinde yer aldığınız tiyatrom.com yazarlarına “Alçak ve şerefsiz” denmesine hiç tepkiniz yok mu? TODER olarak ve ayrıca Ulvi Alacakaptan olarak. Tepkiniz varsa da geç kaldınız, artık tiyatrom.com’da yayımlanamaz, ama biz yayımlarız.

Son olarak, bu insan, dalga geçerek, insanları tahrik ederek ne yapmak istiyor bilemedim ama ne yapacağımı artık daha iyi biliyorum.

“İlgili tüm yazıların, video kayıtlarının mahkeme tarafından resmi tespiti yapıldığı için artık açıklayabilirim. Açacağım davalar hukuk davaları olacak, ceza davası açıp açmama konusunda hala kararsızım, aslında açmayı düşünmüyordum da, ama Bulunmaz’ın yukarıdaki aktardığım tehdit dolu satırları, meydan okuması beni kararsız bıraktı, tetikledi. Kendime yenilirsem, savcılığa suç duyurusunda da bulunabilirim, dediğim gibi kararsızım. Açılacak davalar: H. Hilmi Bulunmaz’a, Coşkun Büktel’e ve videoları yayan/yayımlayan sıfatlarıyla da Kazım Şimşek’e ve Cemal Bulunmaz’a olacaktır.” demiştim, kararsız kaldığım konu suç duyurusunda bulunmaktı, o konuda da kararımı verdim. Madem ki “Haydi ama Demirkanlı; mahkemeyi bekliyoruz!...” diyor, olur demekten başka bir şey kalmıyor geriye. “Olur” ama çok acele etme bu ülkede yargı yavaş ilerliyor, suç duyurusu konusunda daha çok oğlu Cemal’i ve Kazım Şimşek’i düşünüyordum ama bu adam düşünmüyorsa, kendi abuk kavgasına ortak etmekten erinmiyorsa, onlar da kocaman adamlar, her küfre ortak olduklarını hatta uluslar arası ve büyük okunurluk oranı olan sitelerde yaymanın biraz daha ağır bir suç olduğunu bilemeyecek kadar cahil değillerdir, onlar da bilerek katılıyorlardır.

Aslında yazacak, dertleşecek çok şey var ama seni de sıkmayayım, madem ki iş yargıya gitti, artık susayım, bana ve Ertuğrul’a edilen küfürlere karşı; “aman bunlara bulaşmaya değmez” demeyeceğine göre hakimler, baksınlar kararlarını versinler.

Ama sözün özünü Can Doğan tiyatrooyun’un küfürbazları protesto grubunda yazmış, haklıymış…

“Bu ikili beni özellikle mi ayrılmış gösteriyor? Çok matrak… Birini hiç tanımıyorum, Coşkun’uyla 25 yıldan fazladır tanışırım. Oldum olası Coşkun’un çok zamanı vardır… keşke bu işlerle uğraşacağına oyun yazsa. Belki de sahnede de oynanabilecek bir oyun yazmayı becerebilir… Bence siz de fazla uğraşmayın… siz uğraştıkça Coşkun coşacaktır…”

Artık bu gerçeği ben de anlasam iyi olacak… Bir eğlenceleri daha ellerinden kayıyor bu yazımla birlikte.

Kendinize iyi bakın, sevgiyle...

19 Mart 2008

(Kaynak: tiyatrodergisi, "Ulvi Alacakaptan'a...")