Tiyatro çalışması yürüten sendikaların etkinliklerini duyurmak istiyoruz.
***
Tiyatro, kapitalistlerin inisiyatifine terk edilemeyecek denli soylu bir sanattır!
Tiyatro, küçük burjuva ruhunu yellendirmek isteyen snoplara teslim edilemeyecek denli önemli bir sanattır! (HB)
Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'a ait bu site, sosyalist kültürün oluşumuna katkıda bulunmak amacıyla yayınlanıyor.
27 Mart 2009 Cuma
DEMİRKANLI'NIN ÇÖP KUTUSU / 2
Aşağıda sunduğumuz çöp hükmündeki yazıda geçen "tabi" sözcüğünün karşılığı, Vikisözlük'te şöyle belirtilmiştir:
Anlamlar:
[1] (eskimiş) bağımlı
[2] (eskimiş) bağlı
[3] (eskimiş) basan
[4] (eskimiş) basıcı
[5] (eskimiş) basımcı
[6] (eskimiş) uyruk
"http://tr.wiktionary.org/wiki/tabi" adresinden alındı.
TAM 1 YIL SONRA TİYATROM’A DAİR
Sayın Ömer Faruk Kurhan son dönemde yoğun bir şekilde Tiyatro yayıncılığını konu alan çalışmalara ve yazılara imza atmıştır. Tabi tiyatro yayıncılığını konu edinen yazılardan söz edince doğal olarak bir döneme imza atmış olan tiyatrom.com'dan da sıklıkla bahsetmiştir. Tiyatrom daha yolun başlarındayken ikinci yılında bir üniversite öğrencisi tarafından tez konusu edilmişti. Ama ondan bu yana ilk kez bir başkası tiyatrom üzerine bu denli kapsamlı yazıyor. Bu nedenle yanıtlamakta biraz geciktim. Zira bu denli ele alınan bir konu tiyatrom ise benim de yanıtlarım uzun uzadıya olacaktı ve bir türlü başlayamadım.
Mümkün Olduğunca Sayın Ömer Faruk Kurhan'ın yazdıklarına bağlı kalarak yazmaya çalışacağım. Mavi (Biz kırmızı yaptık. HB) italik kısımlar Ömer F.Kurhan’dan alıntıdır.
Ömer F.Kurhan "Tiyatro Yayıncılığına Kısa Bir Bakış" başlıklı yazısında tiyatrom’a ilişkin şu tespitleri yapmıştır.
Ertuğrul Timur’un sık sık dile getirmiş olduğu gibi, yeni dönemde büyük bir topluluk ve gösteri çeşitlenmesi vardır. İstanbul merkezli sayılabilecek bu vaka, zamanla Türkiye’nin değişik bölgelerine de yayılacaktır. Tiyatrom bu olguyu dayanak kabul etti ve “amatör” / yarı profesyonel / profesyonel ayrımı gözetmeden kapsamlı bir internet yayıncılığı yapılabileceğini gösterdi. Bu bağımsız tiyatro haberciliğinin devrim niteliğindeki bir atılımı olarak kabul edilebilir. Profesyonel olmayan tiyatro, ilk defa arka bahçe olmaktan kurtulmuş ve Tiyatrom’da istemediği kadar sesini yükseltme olanağı bulmuştu.
Sayın Kurhan haklıdır, Tiyatrom'un belki de en büyük özelliği bu sanat dalındaki herkesi birden yakalayabilmiş olmasıdır. Bu konunun akademisyenleri de henüz bir lise öğrencisi de tiyatro adına bir şeyler bulabildiği gibi kendini burada ifade etme olanağı da bulmuştur. Aslına bakarsanız tiyatrom.com önce Genç Tiyatro adıyla doğduğu ve sadece okul topluluklarına destek olmayı amaçladığı için temelinde okul toplulukları ve amatörler vardır. Bu nedenle de başlangıçta tamamen devamında ve son güne kadar da öğrenci toplulukları ve amatörler hep eşit koşullarda temsil hakkı bulmuştur. Bunda elbette benim yaşamımın her döneminde çocukların, gençlerin çok önemli yeri olmasının, her bulunduğum alanda onlara yer açmamın (gazetelerdeki mizah köşelerim, yönetiminde bulunduğum radyolar gibi) gençlere ve çocuklara yaklaşımımdan ve onlara mutlaka fırsat tanınmasının gereğine işaret etmem etkili olmuştur. Öte yandan sadece tiyatronun değil her tür sanatın ve edebiyatın sadece amatörce yapılmasına, sanatın hiç kimsenin geçim kaynağı olmamasına sanatta ve yazın dünyasında gerçek özgürlüğün sadece ve sadece amatörce yapıldığında başarılacağına olan inancım da amatörlere saygı duymamı ve onlara gerektiğince yer vermemi sağlamıştır. zaten tiyatrom'un kendi yayıncılığı da amatördür. Amatör başlamış amatör sürmüştür. (Sanırım amatörlükten kastımın acemilik olmadığını açmama gerek yok)
Dolaysıyla aslında yadırganacak olan ve beni de ilk başlarda şaşırtan tiyatrom'da amatörlere, öğrencilere yer açılması değil tam tersine profesyonellerin ve akademisyenlerin de kendini burada ifade etmeye, buradan yararlanmaya başlamasıdır. Ki bunda da etken bu alanda ciddiyetle, düzenlilikle yayınlanan fazla alternatif olmaması, tiyatrom'un körler sağırlar birbirini ağırlar durumundan çıkıp geniş kitlelere ulaşabilmesi etkili olmuş ve bu kesimler de tiyatrom'dan yararlanmayı seçmiştir.
Tiyatrom zaman zaman kamuoyu nabzını tutmaya, okur profilini tespit etmeye çalışmıştır. İşte bunlardan sonuncuya bakarsak ;
Tiyatrom Okur Profili toplam 1432 kişinin katılımı ile :
Okul Tiyatrosundayım (258) 18.02%
Amatör Oyuncu yada yönetmenim (243) 16.97%
İyi bir seyirciyim (188) 13.13%
Profesyonel Oyuncu yada yönetmenim (177) 12.36%
Ödev araştırmak için girdim (170) 11.87%
Ortalama bir seyirciyim (133) 9.29%
Tiyatro Bölümü Öğrencisiyim (93) 6.49%
Tamamen tesadüfen girdim (37) 2.58%
Bu alanda akademisyenim (35) 2.44%
Yazar , eleştirmen yada medya çalışanıyım (29) 2.03%
Tiyatro sektöründeyim ama sanatçı değilim (28) 1.96%
Hiçbiri (41) 2.86%
Görüleceği gibi son döneme dek okul topluluğu ve amatör topluluk üyeleri tiyatrom'un en fazla okur kitlesini oluşturmaktadır. Ama hemen hatırlatmalıyım ki tiyatro bölümü öğrencisiyim diyenlerin %6,5 da kalması tiyatro bölümünde okuyanların çok azının tiyatrom'u takip ettiği anlamına gelmeyecektir. Elbette ki Türkiye genelinde tiyatro bölüm öğrencisi sayısı zaten sınırlıdır ve bu oran diğer bütün okurlarla kıyaslanma oranıdır tiyatro bölümünde olup tiyatrom okuyanlar %6,5 , okumayanlar %93.5 gibi bir anlama gelmez.
Öte yandan iyi bir seyirciyim %13.13 , ortalama bir seyirciyim %9.29 olarak görünse de ankete okul topluluğundayım, amatör tiyatrodayım yada ödev aramak için girdim diyenler de aynı zamanda birer seyircidir de. Dolaysıyla tiyatrom sadece tiyatro yapanların sesini, fikrini, sorunlarını duyurduğu bir platform değil ayrıca tiyatrocuların seyirciye ulaşmakta kullandığı bir yoldur da. Bu anlamda profesyonel tiyatroya da seyirci katkısı sunarken amatörlerin de belki de anne-baba, arkadaşlar dışında dışardan seyircilere de ulaşmasında da bir köprü olmuştur ki bunu bazı topluluklar dile getirmiş seyirci sayılarındaki gözle görülür artışı hissedebilmiştir. Ama tiyatrom'un amatörlere en büyük katkısı sanıyorum eskiden kendi çapında yapılan ve sadece kendi güçleri oranında yakın çevrelerine duyurabildikleri festivalleri duyup katılmaları olmuştur. Türkiye'nin dört bir yanından topluluklar birbirlerinin festivalinden haberdar olup başvurmaya ve bir sahnede daha fazladan oyun sahneleme fırsatlarını değerlendirmeye başlamıştır.
Peki bu tiyatrom'la mı başlamıştır diyebilmek için öncesine bakmakta yarar var. Tiyatrom'dan önce sadece iki tiyatro sitesinden bahsedebiliyoruz. Tiyatronline ve sehirtiyatrolari.com. Ve maalesef sehirtiyatroları.com zaten sınırlı bir yayın kapsamında ve tiyatronline da ise amatörler ancak minik duyurular arasına girebilmekteydi. Tiyatrom'da öğrenci ve amatörler manşete girmek de dahil profesyonellerle eşit hatta daha fazla görünmeye başlayınca diğer siteler içinde bu önemsenecek bir büyük kitle olarak görünmeye başlamıştır.
Yine sayın Ömer F.Kurhan'ın bir başka yazısından devam edelim.
Eski Tiyatrom Editörü Ertuğrul Timur’a Bir İtiraz ve Çağrı
Bütün bunlar olup biterken Ertuğrul Timur’a bir itirazım olduğunu belirtmek isterim: Tiyatro yayıncılığına tümden son verme kararını kabullenmemiz pek mümkün değildir. Tiyatrom’un bir yerden sonra sürdürülemez hale geldiği düşüncesine ben de katılıyorum. Zaten bir kişinin böyle bir yayının altından nasıl kalkabildiğine her zaman hayret etmişimdir. Fakat kapanmanın ne anlama geldiğini derli toplu ele alabilmeliyiz. Nostaljik bir anma eylemi gerçekleştirmek için değil, önümüzü görebilmek için…
Doğrusu ya bugün tiyatrom'un yayınlandığı dönemdeki içeriğine bakınca buna ben de hayret ediyorum. Tiyatrom'un altından nasıl kalkabildim inanın bugün ben de şaşkınlık içerisindeyim. Bir dergi bir ekip tarafından hazırlanır. Örneğin Mustafa Demirkanlı'nın tiyatro dergisi en az olduğu döneminde (yayın kurulu vb hariç) üç kişilik bir ekibin ürünüdür. Ve ayda bir dergi çıkarır bu ekip. Elbette onların benden fazla olarak matbaaya koşuşturmak, dağıtımla ilgilenmek, reklam görüşmeleri yapmak, vergi vb türü resmi prosedürlerle ilgilenmek gibi işleri de var ama yayın içeriği olarak baktığımızda tiyatrom'un her bir sayısının yazı, tanıtım, eleştiri, haber zenginliğiyle bir dergiye bedel içeriği olmaktaydı ve üstelik haftalıktı. Yani tek başına ayda 4 sayı dergi çıkarmak gibi bir iş.
Kaldı ki bir basılı dergide her sayı üç, beş bilemediniz on oyun tanıtırsınız. Oysa internet sitesi olunca ve tüm Türkiye'yi kapsayınca bir sezonda 600-700 oyunun tek tek tanıtım sayfalarını hazırlamak, her yeni bilgi geldikçe bu sayfalara yeniden dönmek ve değişiklikler yapmak var.
Daha da önemlisi her gün onlarca emaili ayıklamak, haberleştirmek, onlarcasını tek tek yanıtlamak var. Amatörlerin, öğrencilerin isteklerine cevap verebilme çabası var. Yukarıdaki istatistiklerde gördük hiç azımsanmayacak seyirciye de hitap ediyorsak sadece polemikler, tiyatro dünyasında yaşanan haberler değil oyun sayfaları da titizlikle hazırlanmalıydı, eksiksiz sunulmalıydı.
Yada %11.87 kişi ödev araştırmak için girdim diyorsa kaynak sayfalar zenginleştirilmeliydi. Tiyatro alanında internette ne kadar az döküman olduğu ortadayken ve siz de bu alanın en büyük yayınını çıkarıyorum diyorsanız kaynaklık etme göreviniz de oluşuveriyordu. Bütün bunlar elbette 8 koca yıla yayılan bir emeğin birikimiydi ve ben asıl geçimimi sağladığım işe günde 8 saat, hiç bir kazanç sağlamadığım tiyatrom'a ise günde 10-12 saat ayırıyordum. Oradan bazıları iş buldu, bazıları oyuncu buldu, salon buldu, ekmek kapısını tiyatrom araladı, bazıları oyununu orada gördü sevinçten havalara uçtu bunu bilmenin ağır yükü ve sorumluluğu vardı tabi.
Şimdi sanırım bunca emek ve çabanın sonrasında tiyatrom'a rahatça ve küstahça laf etmeye kalkan iki, üç kendini bilmeze neden öfke duyduğum daha net anlaşılacaktır. Kapsamını ve benden aldıklarını şimdi düşününce asla yeni bir tiyatrom yaratmaya cesaret edemezdim sanırım.
Güncel tiyatro yayıncılığı araştırma, soruşturma ve tartışma süreçlerine odaklanarak mı kendisini var edecek, yoksa gönüllü ya da gönülsüz üç maymunculuk ile dedikodu siyaseti arasında sıkışıp kalacak mı? Asıl dert budur. Bu noktada, Ertuğrul Timur’dan bir şekilde tiyatro yayıncılığına dönmesini talep etmek hakkımızdır diye düşünmekteyim.
Aslında bunların her biri bir diğerini besleyen unsurlardır. Yani bir yayında tüm Türkiye'deki tüm oyunların tanıtımı var ise insanlar bu hafta bir oyuna gitsek ama hangisine diye karar vermek için bu siteye girer, ödev, tez hazırlayacaksa kaynak bulmak için bu siteye girer, bu siteye çok girilince de tiyatronun dertleri sorunları daha çok kişiye duyurulmuş olur, AKM yıkılacakmış denilince daha fazla kamuoyuna ulaşılmış olur.
Yani bu doğru hedef kitlenin doğru bir reytngle yakalanması ve bundan yararlanılıp o kitleye seslenebilme olanağının sunulmasıdır. sayın Ömer F.Kurhan zaman zaman yazışmalarımızda az çok Hilmi Bulunmaz'ın bloğunu da genel konseptde bir tiyaro sitesi gibi anmıştır. Oysa şimdi düşününüz, bu hafta sonu bir oyun izlemek istiyorsunuz orada kaç oyun tanıtımı bulabilirsiniz? Çocuğunuzu bir oyuna götürmek istiyorsunuz kaç çocuk oyunu yer almıştır orada? Yada bir tiyatrocunun hayatını araştıracaksınız kimi bulabilirsiniz? Yada araştırma konunuz ışık tekniği bu konuda ne bulabilirsiniz? Oysa bunlar birbirini destekleyecek unsurlardır. Bunlardan herhangi biri için girsin ki sizin araştırma, soruşturmanıza da, köşe yazınıza da, tiyatro dünyasının sorununa da görüp tanık olsun.
Eğer siz salt belli bir misyonla belli bir gruba hitap eden bir yayın çıkaracaksanız tamam sorun yok, ama bir genel konseptten, bir genel okura yönelik tiyatro yayıncılığından söz ediyorsanız bunun kapsamını göz ardı edemezsiniz. Tiyatrom'a hergün en az 50-60 hafta sonlarına doğru yüzlerce kişi google da "çocuk tiyatroları" yazıp aratarak giriyordu. O halde tiyatroya yada topluma hizmet ediyorum deyip ama bizim kapsamımızda çocuk tiyatrosu yok derseniz daha baştan kocaman bir kesimi dışlayıp atmış olursunuz. Belki o kişi çocuk oyunu seçmek için girecek ama kendisinin de bir oyun ilgisini çekecek ve gitmek isteyecek... Ya da AKM yıkılıyormuş diye okuyup irkilecek...
Dönüş danışmanlık biçiminde mi olur, haber dosyaları hazırlama biçiminde mi, yoksa daha kapsamlı sorumluluklar alarak mı, bilemiyorum. Fakat tecrübeli ve Tiyatrom’la yepyeni bir perspektif oluşturmuş bir yayıncının zaten aşırı kadro fakirliği içinde yüzen tiyatro yayıncılığı alanından çekilmesi, giderilmesi çok zor bir kan kaybına işaret etmektedir.
Ertuğrul Timur'un tiyatro yayıncılığına dönüşü söz konusu değildir. Tiyatrom'un yada tiyatrom stilinin dönüşünü ise ilerleyen satırlarda ele alabiliriz.
Ertuğrul Timur’un “Mehmet Atak Dosyası” ortadadır. Böyle bir dosya hazırlama kapasitesine sahip kaç yayıncı var? Kadro fakirliğinin okur bilinci üzerinde yarattığı sonuçların yapıcı olduğu iddia edilemez herhalde. Kan kaybı derken bunu kast ediyorum. İşler iyiye gideceğine daha da kötüye gidiyor. Bulunmaz’dı, Büktel’di vs. bu kan kaybından besleniyorlar. Kopyala yapıştır, bir de kendine göre haber başlığı icat et, al sana tiyatro haberciliği…
Doğrusunu söylemek gerekirse Mehmet Atak dosyasını abarttığınızı düşünüyorum. internet çağında bu o kadar kolay ki. Google başına oturup "Mehmet Atak okuma tiyatrosu" yazıp arattığınızda açılan sayfaları 1-2 saat boyunca sabırla tıkladınız mı benim ulaştığım tüm bilgilere ve küpürlere ulaşmanız mümkün. Bunun üzerine şahit diye adları sıralanan tiyatroculardan da tanıdığınız varsa bir mesaj yada telefonla yahu böyle bir şey var sen nasıl hatırlıyorsun bu konuyu diye sormanız yeterli. Mehmet Atak dosyasını bir kenara bırakırsak 8 yıl içerisinde tiyatrom'un gerçekten ortaya çıkardığı çok önemli haberler ve dosyalar olmuştu. Adana Seyhan'da kapatılan salondan sansürlenen oyunlara, Şehir Tiyatrolarında , Devlet Tiyatrolarında yaşanan bir çok olaya, İzmit’te yaşananlara, şehir tiyatrolarında Tickettürk yolsuzluğu iddialarına, onlarca haberi ilk biz duyurduk, bir çok ulusal gazete, TV bizden aldı haberi, kiminde kamuoyu da yaratıp geri püskürttüklerimiz de oldu, hayatımda hiç gitmediğim bir şehirde bir tiyatro salonu kurtarılmasına vesile olduğum da oldu. Nasıl oluyordu da bu geri planda yaşananları hep tiyatrom bulup ortaya çıkarıyordu? Tiyatrom'un bir sürü ilde, bir sürü yerde muhabirleri mi vardı? Bunun sırrını açıklayayım size....
Eğer siz korkmadan çekinmeden bir şeyleri haber yapıyorsanız, bir de bu alanda az denilmeyecek bir okura ulaştırıyorsanız, haber yapmakla kalmayıp peşini bırakmıyor kampanyalarla sonuç almaya gidiyorsanız bir süre sonra haber ağınız kendiliğinden oluşuyor. Siz çekinmeden, kayırmadan, ürkmeden haber yaptığınız için başı sıkışan, bir takım şeylere şahit olan size başvuruyor. Dolaysıyla da bunları ilk siz haber yapıyor, dosyalar oluşturabiliyorsunuz. örneğin vatandaşın bir yolsuzluk sorunu olsa bunu Reha Muhtar'a mı haber verir Uğur Dündar'a mı? Tabi ki araştırmacı gazetecilik yaptığı dönemlerdeki bu tür konuların üzerine gitmesinden dolayı tercih Uğur Dündar oluyordu ve o da kendisine akan bu pasları gole çeviriyordu. Biz de ekran başında helal olsun adam nerden buluyor, nereden araştırıyor neleri ortaya çıkarıyor diye izliyorduk. Benim tiyatro dünyasıyla uzaktan yakından hiç ilgim olmaması benim için avantaj oldu ve ben ister DSP'li seyhan belediyesi, ister AKP'li İzmit belediyesi, İster Şehir Tiyatrosu, ister devlet tiyatrosu ne öğrendimse çekinmeden haber yaptım dolaysıyla da haber akmaya başladı. Yani hem çıkarsız ilişkisiz bağlantısız olmam hem de oyun tanıtımı, kaynak sayfalar, çocuk tiyatrosu vb deyip ayrım yapmadan zengin bir site yapmanın sonucu çok okura ulaşıyor olmam bu haberlerin , dosyaların tiyatrom'a akmasını sağladı. Eh, bunu da yapabiliriz diyen herkes yapabilir, Ertuğrul Timur'un tiyatro yayıncılığına dönmesi şart değil elbette.
Kadro fakirliğinin okur bilinci üzerinde yarattığı sonuçların yapıcı olduğu iddia edilemez herhalde. Kan kaybı derken bunu kast ediyorum. İşler iyiye gideceğine daha da kötüye gidiyor. Bulunmaz’dı, Büktel’di vs. bu kan kaybından besleniyorlar. Kopyala yapıştır, bir de kendine göre haber başlığı icat et, al sana tiyatro haberciliği…
Bulunmaz yada Büktel'in tiyatro haberciliği yaptığını sanmıyorum. Sanırım Bulunmaz da artık üç yıldır falan internette var. Ama bugüne dek kaynağı kendine ait yada birinci elden kendine ulaşmış kaç haber yaptı bakmak gerek. Bildiğim kadar bir Mehmet Tekkanat, bir Orçun Masatçı, Bir de Orhan Aydın herkese yollarken onlara da yolluyor yazı yada haberlerini. Gerisi kes kopyala üstüne de 3 satır ahkam kes yayınla. Bir şeyden beslendikleri falan da yok, tiyatro dünyasının ciddiye aldığı da yok. zaten nerden neyi bulup okuyacaklar ki ciddiye alsınlar? Sonuçta amatör blog mantığıyla tren gibi alt alta eklenen yazı girdileri. Bir konu aramaya yada bir süre önce yayınlanmış bir yazıya ulaşmaya kalksanız bulamazsınız. Onlarca kez tekrarlamalar arasında kaybolup gidersiniz. Bakmayın siz şu kadar kişiye ulaştık dediklerine de. Bildiğim kadar google adsense ile istatistiklerine bakıyorlar ki o da sağlıklı değil.
Onlar beslense beslense google dan tesadüfi aramalarla bulunmalarından besleniyorlar ki google da çıksalar da insanlar bir konu bulduk diye girseler de gayriciddi yayınları karşısında sonuçsuz kalıp kapatıp çıkıyorlardır. Yani bir şeyden beslenmedikleri gibi kimsenin de dikkate aldığı yok.
Bugün tiyatrom kapanalı bir yıl olduğu halde benim emailime hala ısrarla günde 40-50 tiyatro haberi geliyor bende tek tek siliyorum. Eğer Hilmi Bulunmaz tiyatro dünyasında ciddiye alınıyor olsa ona da bu haber akışı çoktan başlamış olurdu da o da tiyatro dünyasından, tiyatro dergisinden diye ibareler koymak zorunda kalmadan birinci elden aldığı haberi yayınlardı. Tiyatro yayıncılığında elbette asıl sorun onlar yada onların varlığı değil o tür parazit yayınlar radyoda da karşımıza çıkardı ama biz net dinleyebileceğimiz istasyonları bulana dek ibreyi çevirirdik. Tiyatro kamuoyu da olayları objektif, zengin içerik ve net bir sesle ortaya koyacak yayınlar olduğu takdirde bunlara yönelecektir.
Yine Ömer F.Kurhan'ın bir başka yazısı
Tiyatrom’un Kapanması Ne Anlama Geliyor?
Ertuğrul Timur 2008 Mart ayında Tiyatrom’u kapatmaya hazırlanırken yedi tane yazı yayımladı. Kapanışın ilan edildiği hafta her gün bir yazı yazıldı. Bunlar “VEDA SAYISI”nda yayımlandı ve http://www.tiyatrom.com/index3.htm linkinden ulaşmak mümkün.Bu yedi yazının ilkinde, Bulunmaz-Büktel ikilisinin Tiyatrom’a dönük bıktırıcı saldırılarının kapanmada belirleyici olmasa da yıpratıcı bir faktör olduğunu belirtildi. Fakat asıl şikâyet konusu bu saldırı karşısında tiyatro çevrelerinin duyarsızlığı ve müdahaleden uzak durmaları.
Evet ben bu duyarsızlıktan şikayetçiydim ve bu duyarsız kitle için artık parmağımı bile kımıldatmak içimden gelmiyordu. Ama bu sadece bu konuya duyarsızlıkları meselesi değildir. Tiyatro dünyasında genel bir duyarsızlık vardı. Kendilerinin mağdur olmadığı hiç bir konuya duyarlı değillerdi neredeyse hiç biri. Lütfen Bu konudaki yazımı da okuyunuz.
Düşünün Harbiye yıkılmasın diye eylem yapıyoruz Harbiye'den asıl ekmek yiyen tiyatrocular ortada yok. Orhan Aydın, Orhan Kurtuldu toplamış kendi kitlesini, TMMOB var plastik sanatçıların temsilcisi var, siyasal bir gençlik örgütü doldurmuş orayı, duyarlı tiyatroseverler var ama şehir tiyatrolular perdenin arkasından seyrediyor. Neden? Çünkü oradaki muhalif örgütlenme İŞTİSAN dı ve o da Orhan Alkaya Volkan Sağırosmanoğlu, Macit Koper falandı. Ama iktidar uyanıklık yapıp onları şehir tiyatrosunda iktidar yapınca muhalefet bitiverdi, kepçenin önüne ilk ben yatarım diyenler yapılacak salona övgüler dizmeye başladı, sanatçıların vasıfsız işçi yapılması iğrençliğini savunmaya kalktı, .
Oysa onlardan bazıları yakın zamana kadar bana bilgi sızdırıyorlardı, AKP'li belediyeye salvo ateş püskürttüğümüz yazıların kaynağını sağlıyorlardı. Demek ki Orhan Alkaya'nın, Volkan Sağırosmanoğlu'nun kaygısı ne AKP imiş, ne Türkiye halkının özgür sanatla daha aydınlanmasıymış, ne de Şehir Tiyatroları imiş, tek kaygıları kendilerinin orada var olması ve iyi bir yerlere gelmesiymiş. Ben bir kurumda işçi olarak çalışırken oradan bana şehir tiyatroları basın sorumluluğu görevi teklif edildi geri çevirdim. Yada Orhan Alkaya çok sevgili dostum Volkan Sağırosmanoğlu artık orada iktidar oldu ben nasıl yararlanabilirim demedim. Çünkü ilkeli olmak vardı yaşamsal değerlerim vardı.
Onların bu tutumu, tiyatro dünyasının duyarsızlığı fena halde kanıma dokundu ve tiyatrom'a noktayı koymadan uzun bir yazı dizisi ile şehir tiyatrolarının son sekiz yılını özetleyip yaşananları bir bir anlatıp Orhan Alkaya ekibini de eleştirip noktaladım. (Lütfen linke tıklayıp okuyunuz)
Toplumsal olmayan mücadeleler beni ilgilendirmiyor, ama artık çok daha netti ki herkesin mücadelesi sadece kendi içinmiş. Bu durumda fena halde kullanıldığınızı hissediyorsunuz. Bakın Coşkun Büktel eserini oynatmadılar diye DT'ye veryansın ediyor ama orada işe girmek içinde başvurmuş. Yarın gel bu kurumun şu makamına deseler “ben AKP'li bir bakanın emrine girmem” demez koşar. (Hilmi Bulunmaz bunu yapmaz, dizi de yazmaz ama Coşkun Büktel yapar) Coşkun Büktel'in kavgasının ilkesel, ideolojik, toplumsal değil kişisel kavga olduğunu bildiğim için arkasında durmadım ben. (Mesela Tiyatrodan insan Manzaralarını kitabını ele alın kitap salt kendisini mağdur edenleri deşifre etmek için, kendinden başka hiç bir tiyatro sorunundan dolayı başka bir tek isim yok mu tiyatroda?)
Ama meğer bunların her biri birer Coşkun Büktel'miş. Sosyalist geçmişiyle tanıdığımız Orhan Alkaya daha bir ay önce kepçenin altına yatarım derken Genel Sanat Yönetmeni olunca yepyeni tiyatro binası diye yutturulacak Çok Amaçlı salonu Kadir Topbaş'la birlikte savunmaya başlamışsa ben kimin için, kimlerle, neyin kavgasını veriyorum? Ne için günde 8-10 saatimi harcayıp uykusuz kalıyorum? Sayın Ömer F.Kurhan veda yazılarımdan önce yazdığım Bu Sanatçılar için Değer mi? başlıklı yazımı da okumasını öneririm
Kaldı ki bir tek bu değil onlarca örneği var. Ben yeri geldi İATP-G yi de aynı şekilde suçladım. Yahu tamam iyi güzel çok doğru ve verimli işler yapıyorlar ama AKM yıkılacak, Harbiye kapanacak deniyor sokaktaki sütçüye mikrofon uzatılınca görüş bildiriyor da İATP-G, OYÇED, ASSITEJ bunlar tiyatro örgütü değil mi neden yoklar? Neden sesleri çıkmıyor? Yani olumsuz bile olsa bir görüş bildirilmez mi? Ödenekli tiyatroya karşıyız o nedenle de taraf değiliz deseler bile razıyım ama olumsuz anlamda bile yoklar. Kaldı ki İATP-G ye de bu sorumu bir yazıyla yöneltmiştim
Bugün, Üstün Akmen gibi pozitif enerji yaymaya çalışan tiyatro eleştirmenleri dahi Türkiye tiyatrosuna dönük gelecek endişesi içinde olduklarını açıklamak zorunda kalıyorlar. Bunlar Tiyatrom’un kapanışını doğrulayan çıkışlardır: 2000’lerdeki tiyatro patlaması ne aydınlanma ne de politik duyarlılık adına pek bir şey vaat etmiyor. Dolayısıyla, Tiyatrom devam etse bile yine bir ekip kurulamayacak ve organik geri besleme kanalları açılamayacaktı.
Ben bir kaç çeşit tiyatrocu tandım. Bunların içinde tiyatroyu tapınma gibi yapanlar da var. Öyle ki sahnenin büyüsüne kapılmışlar. Kültür Bakanlığı çıksa dese ki alın size bedava salon, her birinize de maaş bağlıyorum yani para kaygınız yok dese bunlar seyirciyi de dışlar. Aman seyirci ortamı bozuyor der ve her akşam boş salonda çıkıp sahnede oynar oynar inerler. Bir nevi mastürbasyon gibi bir nevi ayin gibi. "Sahnenin büyüsü" onlar için yeterli neden. Tabi böyle olunca da ne toplumcu tiyatro, ne seyirci, ne insanlara aktarılacak duygu ve düşünce hiç biri önemli değil. Öyleleri de benim umurumda değil. Onlar sahnede mutlu olacak ayin yada mastürbasyon yapacak diye yokum ben.
Tiyatrom'u açarken ilk yazımda ne demiştim ? Bir muhalif güç olarak tiyatro, bir aydınlanma aracı olarak tiyatro. Kendi sorunlarına bile sahip çıkmayıp kolayca satılmış insanlara dönüşüveriyorlarsa ben daha neden ve kimin için uğraşacaktım? İşte benim tiyatro yayıncılığından çekilmem için en büyük nedenlerden biri de budur tiyatroculara yeterli güvenimin kalmayışı. Başka alanlarda daha yararlı olacağım düşüncesi.
Ekip konusuna gelince evet ekip çıkmayacaktı ve çıkmadı da. Zaman zaman bu çağrıyı yaptım işte en son çağrım budur
Tiyatrom kapanırken şu söylense daha iyi olabilirmiş: Ben hâlâ buradayım; bu işi gerçekten paylaşarak ve hakkını vererek yapmak isteyenler öne çıksın. Şahsen ben Tiyatrom’un sekiz yıllık tiyatro yayıncılığı deneyiminin sonlandırılmasını bir meydan okuma olarak değerlendirme eğilimindeyim.
Ömer F.Kurhan yazısını bu şekilde noktalamış. Ben zaten son gün dahi bu çağrıyı yaptım. Varsa gönüllüler çıksın vereyim devam ettirsin. Ama çıkmadı. Bugün de diyorum ki hayır ben artık burada değilim, eğer nasıl bir yayıncılık konusunda toplantılar yaparsanız deneyim ve görüşlerimi aktarmak için katılırım. Ama ben artık burada değilim.. Ama tiyatrom burada. Arşivi de herkesin ortak malıdır. Varsa yapacaklar buyursun. Ama bana sorarsanız kapsamlı, geniş, objektif, haber atlamadan, bıkmadan tek tek önemseyerek her haberi takip edecek her oyunu tek tek tanıtacak, her emaili yanıtlayacak bir ekip kurulursa ve böyle bir site başarılırsa zaten çok kısa zamanda bu boşluğu dolduracaktır adı tiyatrom adresi tiyatrom.com olmasa da.
Meydan okumaya gelince evet tiyatrom’un son eylemi bir intihar eylemi ve intihar eylemiyle meydan okumaydı, doğrudur.
Haber Giriş Tarihi: 27 Mart 2009
(Kaynak: Mustafa Demirkanlı'nın tiyatrodergisi.com.tr sitesi)
***
COŞKUN BÜKTEL, “ÇIPLAKSIN VE ÜSTELİK SEN KRAL DEĞİLSİN!”
Ertuğrul Timur (28.03.2009)
KOMEDİ GİBİ BİR GERÇEK : COŞKUN BÜKTEL HİLMİ BULUNMAZ’I SANSÜRLEDİ”
Coşkun Büktel şirretlik olarak da adlandırılan ve insanlara karşı küstahça tutumuyla yıldırmayı ve bu küstahlıktan onları kaçırmayı başardığı için kendisini ve savlarını kesin doğru gibi görüyor ve yansıtıyordu. İnsanların onun bu küstah ve mantık dışı tutumunun karşısında onu ve iddialarını dikkate almama tercihini kendi galibiyetine ve haklılığına yoruyordu.
Fakat en nihayetinde birinin Coşkun Büktel’in kulağına “Sen çıplaksın ve üstelik de kral falan değilsin” diye bağırması gerekiyordu ve bu görev de yine bana düştü.
Doğrusu ya ortalıkta muzaffer komutan edasında dolaşan Coşkun Büktel’in süngüsünü indirmek sandığımdan da çok daha kolay oldu. Kendi yarattığı efsanesi tuz buz olup yere çalınırken Büktel ve müritleri de çaresizce son debelenmelerini yaşadı.
İnsanları ismimi ve ismini vermeden suçlamam vecizesini(!) yedi yaladı yuttu. Oysa bir özdeyiş der ki : Aptallar kişilerle, orta zekadakiler olaylarla, zekiler ise kuramlarla ilgilenir, tartışır. Coşkun Büktel daha en baştan birinci merhaleyi yani kişilerle uğraşmayı kendine tarz olarak seçerken zeka seviyesini mi sergilemişti yoksa işine böylesi mi gelmişti bilemiyorum ve Coşkun Büktel’in zekası üzerine hakaret sanılabilecek yorumlar yapmaktan da kaçınıyorum zira hakaret benim tarzım değildir. (Hak edene bile!)
Coşkun Büktel’in iflas eden diğer iddiası ise başkalarını dezonformasyonla suçlaması idi ki Mehmet Atak olayıyla bugüne dek tiyatro dünyasında gelmiş geçmiş en büyük dezenformasyona alet olduğunu en aptal birinin bile anlayacağı şekilde ortaya serdik ama Coşkun Büktel (benden değil) okurlarından özür dileyerek “Aldatılmışım, dezenformasyona neden olmuşum, Mehmet Atak’ın iddiaları doğru olmadığı gibi beyanları da gerçek dışıymış” yazamadı.
Neden?
Coşkun Büktel en aptalların bile anlayabileceği belgeleri anlayamayacak kadar aptal mıdır? Hayır yine Coşkun Büktel’in zekası üzerine yorum yazmayacağım çünkü hakaret benim tarzım değildir bu yorumu okuyanlara bırakıp bunu da geçiyorum.
Yine Coşkun Büktel “belge belge” diye tuttururken belge diye sakladığı video kaydının aslında kendini haklı değil haksız çıkardığını gayet iyi biliyor olsa gerek ki yıllarca bunu yayınlamadı. Ancak sevgili rakibi Burak Caney bulup ortaya çıkarınca yayınlamak zorunda kaldı. Böylece de belge var dediği video kaydının belge değil zırva olduğu, haklılığını değil yanıltmacı yayıncılığını sergilediği de ortaya çıktı.
Kaldı ki video kaydı dünyanın hiçbir yerinde tek başına delil sayılmazken Coşkun Büktel bu video yada şahitlerle mahkemeye gitmek yerine gizleyip tehdit aracı gibi kullanmayı seçmişti. Neden? Acaba Coşkun Büktel elindeki video kaydının hiçbir şeyi ispatlamadığının farkında değil miydi? Yada bunu bir belge zannedecek kadar aptal mıydı? Hayır, hayır yine bu paragrafta da ben Coşkun Büktel’in zekası üzerine yorum yapmayacağım kararı da yorumu da okuyanlara bırakacağım.
Ve kendi mızıldanmalarına yer vermeyenleri, yada müritlerinin küfürlü sinkaflı hakaretlerine yer vermeyeni sansürcülükle suçlayan Coşkun Büktel’in aslında sansür konusu üstünde bu kadar dururken sanırım bir gün biri çıkıp ona “Sen çıplaksın ve üstelik kral da değilsin” deyince nasıl sansürcü olabileceğini hesaplayamamıştı. Acaba Coşkun Büktel despot kimliğinin, işine gelmeyince sansürcü hatta faşist damarının farkında değil miydi bunca yaşına dek?
Hayır hayır Coşkun Büktel başarılı bir yazar olmayabilir, eserleri ödüller almış, tiyatrolarda sahnelenmiş olmayabilir ama aptal olduğunu gerçekten ve tüm kalbimle söyleyeyim ki hiç ama hiç sanmıyorum. O aptal değildir, onun tek sorunu insanların aptal olduğunu sanmasıdır.
Çünkü
insanları ismini vererek suçlayınca isimlerini verdiği için kesin kendisini haklı göreceklerini sanmaktadır. Öyle ya insanlar aptaldı sırf isim verdin diye demek ki sen haklısın sanacak.
Dezenformasyonu için özür dilese Coşkun Büktel gibi hırslı ve mağrur birine yakışmayacaktı o halde bir daha o konuya hiç değinmeyip bu yanlış bilgilerle okurlarını bırakabilirdi çünkü okurlarının aptal yerine konulmuş olması umurunda değildi, önemli olan kendi mağrur gururu idi.
Elimde tartışmasız belge var diye yaygara yapmasının etkili olacağını ve insanların fazla kafa yormadan ve videoyu izleme gereği duymadan Özdemir Nutku’yu suçlayacağını sanıyordu insanları aptal sanıyordu ya…
Sansürcülük yaparken de yine insanları aptal zannedecekti insanlar okumayacak, kendisine “sen çıplaksın üstelik kral da değilsin” denilmesini gözlerden saklayabilecek sanıyordu. Çöp kutusu formülünün aptal yerine koyduğu insanlara yutturabileceğini ve sansürcülüğünü gizleyebileceğini sanıyordu.
Kendi seviyelerine yakın bir dil ve yöntem kullanan Burak Caney’in kendisini rezil etmek için kullandığı dansözlü fotomontajları öne çıkarırsa bizi bertaraf edeceğini, somut soruları gözlerden kaçırabileceğini zannetmesi de aptallığından değil insanları aptal sanmasındandı.
İşin en garibi ise Coşkun Büktel insanları aptal yerine koyarken şartlı refleks yaratıyor ve iddialarını “En aptalların bile anlayacağı dille yazılmış” türünde ibarelerle yayınlıyordu. Oysa ki onu gerçekten sadece ve sadece en aptallar anlamış olmalıydı ki sadece ve sadece 2-3 kişi yanında yer almıştı.
Efendim Coşkun Büktel nihayet birisi çıkıp da “Sen çıplaksın ve üstelik de kral mral değilsin üstelik de rezilin tekisin” deyince ve bunu ortaya serince kalakaldı. Ne satır satır, ne paragraf paragraf ne kabaca yanıt veremedi. Aptallar için yazılmış dizisinde kullandığı kaleminin tiyatro kamuoyunda işe yaramaması ile şaşakaldı. Ama yine de insanları aptal yerine koymaktan ve yine bir kez daha aldatabileceğini zannetmekten geri duramıyor.
Bunun son örneğini de dün akşam (26.3.2009) gördük.
Coşkun Büktel Tiyatrom’un bugüne kadar sansürlediği, yayınlamadığı tek yazı olan Hilmi Bulunmaz’ın kaleminden çıkma “lağım çukuru” “şerefsiz” “sıçarım sıvarım” “sıçtığın yere kadar kovalarım” gibi hakaret, küfür ve sinkaflarla dolu fikir(!) yazısını kendisinin özgürce yayınladığını iddia etti. Oysa baktığınız zaman bu yazı öncesi bu yazıya dair ve bu yazıdan sonrası yazılmış bir çok yazışma, bu yazışmalara konu olmuş linkler, bu linklerde geçen iddialar vs vs yani yığınla abur cubur var ama asıl sansürlenmiş olan küfürlü sinkaflı yazı yok!
Yani Hilmi Bulunmaz’ın kaleminden çıkma yüksek fikir eseri “lağım çukuru” “şerefsiz” “sıçarım sıvarım” “sıçtığın yere kadar kovalarım” gibi hakaret, küfür ve sinkaflarla dolu fikir(!) yazısı ortada yok…
Coşkun Büktel ya bu küfürlü sövgülü hakaretli yazıyı bir türlü yayınlayamadı müridinin yazdıklarından utandı ve Hilmi Bulunmaz’ı sansürledi
Ya da bir kere daha insanları aptal sanıp linklerle yazı öncesi sonrası yazının kendisi değil yazıya dair yazışmalarla okuru yine kandırabileceğini sandı.
Coşkun Büktel !
Artık aç kulağını ve yüzleş!
Sen artık çıplaksın hem de rezilce gözler önündesin
Ve üstelik de sen kral mral değilsin
Ve daha da vahimi sana inanan 2,5 kişiyi bilmem ama
Başka hiç kimseyi kandıramıyorsun
Çünkü sen öyle zannetsen de hiç kimse aptal değil!
İyisi mi sen git dizilerini yazmaya devam et
Onların zeka seviyesine seslenmeye devam et…
Ya burada somut sorulmuş sorulara cevap ver
Ya dezenoformasyonun, sansürlerin için özür dile
Ya da çek git be kardeşim
Biz de işimize bakalım
Zira kişilerle uğraşmaktan çok daha önemli konularımız var bizim.
Değmezsin be Coşkun Büktel
Vallahi de billahi de bu kadar vakit ayırmama değmezsin
Çekil kenara da işimize bakalım.
Not: Coşkun Büktel Arka sıradakiler adlı dizide yazdığını gizlemiş sonra kendini senaryo doktoru (script writer) olarak tanıtmayı seçmişti. Hilmi Bulunmaz da bu doktor terimini sevmiş sağlıkçılığa, ameliyatçılığa öykünmüştür.
Parantez içindeki İngilizce script writer ile parantez dışındaki "senaryo doktoru" ne kadar örtüşüyor derseniz http://www.seslisozluk.com/?word=script&ssQBy=0 den script i bulabilirsiniz.
Script: senaryo, Komut Dosyası, el yazısı şeklinde matbaa harfleri, senet, konuşmacının elindeki notlar, yazılı metin, betik, sınav kâğıdı, sinema TV senaryo, diyalog, alfabe anlamlarına gelmektedir.
Writer ise yazar anlamındadır. Script writer olarak bir tanımlama ise sözlükte geçmemektedir. mektup, senet, alfabe gibi ilgisiz anlamları atarsak
script writer sinema tv dizi senaryo yazarı anlamına gelmektedir. Senaryo doktorluğu gibi uydurukça terimlerle yada ingilizce tanımlamalarla konumunu hafifletse de sanıyoruz bu düpedüz bildiğimiz Dizi senaryo yazarlığıdır. Coşkun Büktel burada dahi aldatmacılık örneği sergilemeyi seçmektedir.
Bu dizinin izleyicilerinin zeka düzeyine ilişkin ana kaynağından izlenim edinebilirsiniz http://www.mint.com.tr/arkasiradakiler/?p=553
İŞTE COŞKUN BÜKTEL'İN DİZİSİYLE HİTAP ETTİĞİ SEYİRCİ KİTLESİNDEN COŞKUN BÜKTEL'İN DİZİSİNE İLİŞKİN YÜZLERCE GÖRÜŞTEN(!) SADECE BİR SAYFA :
1478 esma diyor ki: 23 Mart 2009 20:37 senı sevıyorummmmmmmmmmmmmmmmmmmmm
1477 alici diyor ki: 23 Mart 2009 14:32 zehra nerden çıktı yhaaaa zehra kim ali kimm
1476 Başak diyor ki: 22 Mart 2009 20:38 çok yakışıklısın.
1475 derya diyor ki: 22 Mart 2009 19:57 saffete tam lafi verdin haa
1474 sss diyor ki: 21 Mart 2009 17:31 bence aliyle eda değil bence aliyle zehra sewgili olcak ilerleyen zamanda
1473 cemre diyor ki: 20 Mart 2009 20:54 hayır olamaz lütfen yalan söylüyorum de melis
1472 gamze diyor ki: 20 Mart 2009 15:27 ben sana inanıodum senin mavi sakal olmadığını biliodum ama nie edaya kötü davranıyosun
1471 ah ah diyor ki:
19 Mart 2009 23:51 Ali sende cok iyi birisin….bence sacini biraz uzatmalisin oyle daha karizmatik oluyorsun hadi gozun aydin gercek mavi sakal bulundu ama gercekden bulunmasini istemiyordum cunki mavi sakal diziye renk katiyordu oyle diyilmi cocuklar??
1470 melisss diyor ki: 19 Mart 2009 15:59 arkadaşlar karmatürk radyoda bugün telefonla ali bağlandı ve edayla aralarında bir şey olmayacakmış ilerleyen zamanlardada
1469 ayla diyor ki: 19 Mart 2009 15:44 seni çok seviyorum çok yakışıklısın yaaaaaaaaaaaaa
1468 cemre diyor ki: 18 Mart 2009 22:28 hayır ayrılmadı.trafik kazası geçirdi o yüzden bu aralar dizide oynamıyor.galiba bu sezonon sonuna kadarda oynamıcak.gibi yani…ayrıca ali bencede edaya yüz vermesin.ama şimdilik.yazık olmasın ikisinede.bak ne güzel ali edaya aşıktı.şimdide yavaş yavaş eda aliye aşık oluyo.ali aşkta eşitlik istediğini söylemişti.işte şimdi edayla arasındaki ilişki eşit duruma geliyo
1467 efe diyor ki: 18 Mart 2009 20:04 gozun aydın alı sende bu mavı sakal dan kurtuldun bence edaya yuz verme bı sure ama sonra bırlıkte olun bu arada yadıgar tamamen dızıden ayrıldımı bılen var mı var sa lutfen yardım pls
1466 büşra diyor ki: 18 Mart 2009 15:29 çok karizma, entellektüel takılıyo yakışıyoda bırak edayıda yaw
1465 begüm diyor ki: 17 Mart 2009 22:44 evet bencede birlikte olsunlar
1464 ten.....Su.... diyor ki: 16 Mart 2009 22:14 alinin yaptiqi doqru simdilik yüzvermesin ama ilerde eda aliden ümidini kesmeden beraber olsunlar
1463 cemre diyor ki: 16 Mart 2009 21:54 eee gün olur devran döner diye boşuna dememişler.bi zamanlar sen edanın peşinde koşuyodun.ona sinama teklifinde bulunuyodun.ama o sana yüz vermiyodu.hatta seni ve yadigarı yedek lastik olarak görüyodu.şimdide o seni sinemya çağırıyo ama bu seferde sen yüz vermiyosun.
1462 GüLnİhAl diyor ki: 16 Mart 2009 15:15 Oh be sonunda hersey acığa cıktı sende kurtuldun ali hadi bakalım gözün aydın cok seviniorum rahata cıktığına dayaklar yedin,silahla vuruldun ama yinede pes etmedin gercek sevgi bu işte romanlar yazıcam die bir kızın hayatını bitirmek diil seni cok seviorum ali kendine iyi bak byesssssss
1461 sevgi diyor ki: 13 Mart 2009 17:49 ali hepinizi çok seviyorum
(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)
***
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 1
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 2
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 3
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 4
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 5
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 6
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 7
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 8
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 9
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 10
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 11
***
DEMİRKANLI'NIN ÇÖP KUTUSU / 1
DEMİRKANLI'NIN ÇÖP KUTUSU / 2
***
Çöp Biraderler; Yalancı Mustafa Çöp, Sansürcü Ahmet Ertuğrul Çöp, Karanlık İşçisi Ömer F. Çöp, aynı çöplükte buluşup seri iftira imâlatına başladılar!
Anlamlar:
[1] (eskimiş) bağımlı
[2] (eskimiş) bağlı
[3] (eskimiş) basan
[4] (eskimiş) basıcı
[5] (eskimiş) basımcı
[6] (eskimiş) uyruk
"http://tr.wiktionary.org/wiki/tabi" adresinden alındı.
TAM 1 YIL SONRA TİYATROM’A DAİR
Sayın Ömer Faruk Kurhan son dönemde yoğun bir şekilde Tiyatro yayıncılığını konu alan çalışmalara ve yazılara imza atmıştır. Tabi tiyatro yayıncılığını konu edinen yazılardan söz edince doğal olarak bir döneme imza atmış olan tiyatrom.com'dan da sıklıkla bahsetmiştir. Tiyatrom daha yolun başlarındayken ikinci yılında bir üniversite öğrencisi tarafından tez konusu edilmişti. Ama ondan bu yana ilk kez bir başkası tiyatrom üzerine bu denli kapsamlı yazıyor. Bu nedenle yanıtlamakta biraz geciktim. Zira bu denli ele alınan bir konu tiyatrom ise benim de yanıtlarım uzun uzadıya olacaktı ve bir türlü başlayamadım.
Mümkün Olduğunca Sayın Ömer Faruk Kurhan'ın yazdıklarına bağlı kalarak yazmaya çalışacağım. Mavi (Biz kırmızı yaptık. HB) italik kısımlar Ömer F.Kurhan’dan alıntıdır.
Ömer F.Kurhan "Tiyatro Yayıncılığına Kısa Bir Bakış" başlıklı yazısında tiyatrom’a ilişkin şu tespitleri yapmıştır.
Ertuğrul Timur’un sık sık dile getirmiş olduğu gibi, yeni dönemde büyük bir topluluk ve gösteri çeşitlenmesi vardır. İstanbul merkezli sayılabilecek bu vaka, zamanla Türkiye’nin değişik bölgelerine de yayılacaktır. Tiyatrom bu olguyu dayanak kabul etti ve “amatör” / yarı profesyonel / profesyonel ayrımı gözetmeden kapsamlı bir internet yayıncılığı yapılabileceğini gösterdi. Bu bağımsız tiyatro haberciliğinin devrim niteliğindeki bir atılımı olarak kabul edilebilir. Profesyonel olmayan tiyatro, ilk defa arka bahçe olmaktan kurtulmuş ve Tiyatrom’da istemediği kadar sesini yükseltme olanağı bulmuştu.
Sayın Kurhan haklıdır, Tiyatrom'un belki de en büyük özelliği bu sanat dalındaki herkesi birden yakalayabilmiş olmasıdır. Bu konunun akademisyenleri de henüz bir lise öğrencisi de tiyatro adına bir şeyler bulabildiği gibi kendini burada ifade etme olanağı da bulmuştur. Aslına bakarsanız tiyatrom.com önce Genç Tiyatro adıyla doğduğu ve sadece okul topluluklarına destek olmayı amaçladığı için temelinde okul toplulukları ve amatörler vardır. Bu nedenle de başlangıçta tamamen devamında ve son güne kadar da öğrenci toplulukları ve amatörler hep eşit koşullarda temsil hakkı bulmuştur. Bunda elbette benim yaşamımın her döneminde çocukların, gençlerin çok önemli yeri olmasının, her bulunduğum alanda onlara yer açmamın (gazetelerdeki mizah köşelerim, yönetiminde bulunduğum radyolar gibi) gençlere ve çocuklara yaklaşımımdan ve onlara mutlaka fırsat tanınmasının gereğine işaret etmem etkili olmuştur. Öte yandan sadece tiyatronun değil her tür sanatın ve edebiyatın sadece amatörce yapılmasına, sanatın hiç kimsenin geçim kaynağı olmamasına sanatta ve yazın dünyasında gerçek özgürlüğün sadece ve sadece amatörce yapıldığında başarılacağına olan inancım da amatörlere saygı duymamı ve onlara gerektiğince yer vermemi sağlamıştır. zaten tiyatrom'un kendi yayıncılığı da amatördür. Amatör başlamış amatör sürmüştür. (Sanırım amatörlükten kastımın acemilik olmadığını açmama gerek yok)
Dolaysıyla aslında yadırganacak olan ve beni de ilk başlarda şaşırtan tiyatrom'da amatörlere, öğrencilere yer açılması değil tam tersine profesyonellerin ve akademisyenlerin de kendini burada ifade etmeye, buradan yararlanmaya başlamasıdır. Ki bunda da etken bu alanda ciddiyetle, düzenlilikle yayınlanan fazla alternatif olmaması, tiyatrom'un körler sağırlar birbirini ağırlar durumundan çıkıp geniş kitlelere ulaşabilmesi etkili olmuş ve bu kesimler de tiyatrom'dan yararlanmayı seçmiştir.
Tiyatrom zaman zaman kamuoyu nabzını tutmaya, okur profilini tespit etmeye çalışmıştır. İşte bunlardan sonuncuya bakarsak ;
Tiyatrom Okur Profili toplam 1432 kişinin katılımı ile :
Okul Tiyatrosundayım (258) 18.02%
Amatör Oyuncu yada yönetmenim (243) 16.97%
İyi bir seyirciyim (188) 13.13%
Profesyonel Oyuncu yada yönetmenim (177) 12.36%
Ödev araştırmak için girdim (170) 11.87%
Ortalama bir seyirciyim (133) 9.29%
Tiyatro Bölümü Öğrencisiyim (93) 6.49%
Tamamen tesadüfen girdim (37) 2.58%
Bu alanda akademisyenim (35) 2.44%
Yazar , eleştirmen yada medya çalışanıyım (29) 2.03%
Tiyatro sektöründeyim ama sanatçı değilim (28) 1.96%
Hiçbiri (41) 2.86%
Görüleceği gibi son döneme dek okul topluluğu ve amatör topluluk üyeleri tiyatrom'un en fazla okur kitlesini oluşturmaktadır. Ama hemen hatırlatmalıyım ki tiyatro bölümü öğrencisiyim diyenlerin %6,5 da kalması tiyatro bölümünde okuyanların çok azının tiyatrom'u takip ettiği anlamına gelmeyecektir. Elbette ki Türkiye genelinde tiyatro bölüm öğrencisi sayısı zaten sınırlıdır ve bu oran diğer bütün okurlarla kıyaslanma oranıdır tiyatro bölümünde olup tiyatrom okuyanlar %6,5 , okumayanlar %93.5 gibi bir anlama gelmez.
Öte yandan iyi bir seyirciyim %13.13 , ortalama bir seyirciyim %9.29 olarak görünse de ankete okul topluluğundayım, amatör tiyatrodayım yada ödev aramak için girdim diyenler de aynı zamanda birer seyircidir de. Dolaysıyla tiyatrom sadece tiyatro yapanların sesini, fikrini, sorunlarını duyurduğu bir platform değil ayrıca tiyatrocuların seyirciye ulaşmakta kullandığı bir yoldur da. Bu anlamda profesyonel tiyatroya da seyirci katkısı sunarken amatörlerin de belki de anne-baba, arkadaşlar dışında dışardan seyircilere de ulaşmasında da bir köprü olmuştur ki bunu bazı topluluklar dile getirmiş seyirci sayılarındaki gözle görülür artışı hissedebilmiştir. Ama tiyatrom'un amatörlere en büyük katkısı sanıyorum eskiden kendi çapında yapılan ve sadece kendi güçleri oranında yakın çevrelerine duyurabildikleri festivalleri duyup katılmaları olmuştur. Türkiye'nin dört bir yanından topluluklar birbirlerinin festivalinden haberdar olup başvurmaya ve bir sahnede daha fazladan oyun sahneleme fırsatlarını değerlendirmeye başlamıştır.
Peki bu tiyatrom'la mı başlamıştır diyebilmek için öncesine bakmakta yarar var. Tiyatrom'dan önce sadece iki tiyatro sitesinden bahsedebiliyoruz. Tiyatronline ve sehirtiyatrolari.com. Ve maalesef sehirtiyatroları.com zaten sınırlı bir yayın kapsamında ve tiyatronline da ise amatörler ancak minik duyurular arasına girebilmekteydi. Tiyatrom'da öğrenci ve amatörler manşete girmek de dahil profesyonellerle eşit hatta daha fazla görünmeye başlayınca diğer siteler içinde bu önemsenecek bir büyük kitle olarak görünmeye başlamıştır.
Yine sayın Ömer F.Kurhan'ın bir başka yazısından devam edelim.
Eski Tiyatrom Editörü Ertuğrul Timur’a Bir İtiraz ve Çağrı
Bütün bunlar olup biterken Ertuğrul Timur’a bir itirazım olduğunu belirtmek isterim: Tiyatro yayıncılığına tümden son verme kararını kabullenmemiz pek mümkün değildir. Tiyatrom’un bir yerden sonra sürdürülemez hale geldiği düşüncesine ben de katılıyorum. Zaten bir kişinin böyle bir yayının altından nasıl kalkabildiğine her zaman hayret etmişimdir. Fakat kapanmanın ne anlama geldiğini derli toplu ele alabilmeliyiz. Nostaljik bir anma eylemi gerçekleştirmek için değil, önümüzü görebilmek için…
Doğrusu ya bugün tiyatrom'un yayınlandığı dönemdeki içeriğine bakınca buna ben de hayret ediyorum. Tiyatrom'un altından nasıl kalkabildim inanın bugün ben de şaşkınlık içerisindeyim. Bir dergi bir ekip tarafından hazırlanır. Örneğin Mustafa Demirkanlı'nın tiyatro dergisi en az olduğu döneminde (yayın kurulu vb hariç) üç kişilik bir ekibin ürünüdür. Ve ayda bir dergi çıkarır bu ekip. Elbette onların benden fazla olarak matbaaya koşuşturmak, dağıtımla ilgilenmek, reklam görüşmeleri yapmak, vergi vb türü resmi prosedürlerle ilgilenmek gibi işleri de var ama yayın içeriği olarak baktığımızda tiyatrom'un her bir sayısının yazı, tanıtım, eleştiri, haber zenginliğiyle bir dergiye bedel içeriği olmaktaydı ve üstelik haftalıktı. Yani tek başına ayda 4 sayı dergi çıkarmak gibi bir iş.
Kaldı ki bir basılı dergide her sayı üç, beş bilemediniz on oyun tanıtırsınız. Oysa internet sitesi olunca ve tüm Türkiye'yi kapsayınca bir sezonda 600-700 oyunun tek tek tanıtım sayfalarını hazırlamak, her yeni bilgi geldikçe bu sayfalara yeniden dönmek ve değişiklikler yapmak var.
Daha da önemlisi her gün onlarca emaili ayıklamak, haberleştirmek, onlarcasını tek tek yanıtlamak var. Amatörlerin, öğrencilerin isteklerine cevap verebilme çabası var. Yukarıdaki istatistiklerde gördük hiç azımsanmayacak seyirciye de hitap ediyorsak sadece polemikler, tiyatro dünyasında yaşanan haberler değil oyun sayfaları da titizlikle hazırlanmalıydı, eksiksiz sunulmalıydı.
Yada %11.87 kişi ödev araştırmak için girdim diyorsa kaynak sayfalar zenginleştirilmeliydi. Tiyatro alanında internette ne kadar az döküman olduğu ortadayken ve siz de bu alanın en büyük yayınını çıkarıyorum diyorsanız kaynaklık etme göreviniz de oluşuveriyordu. Bütün bunlar elbette 8 koca yıla yayılan bir emeğin birikimiydi ve ben asıl geçimimi sağladığım işe günde 8 saat, hiç bir kazanç sağlamadığım tiyatrom'a ise günde 10-12 saat ayırıyordum. Oradan bazıları iş buldu, bazıları oyuncu buldu, salon buldu, ekmek kapısını tiyatrom araladı, bazıları oyununu orada gördü sevinçten havalara uçtu bunu bilmenin ağır yükü ve sorumluluğu vardı tabi.
Şimdi sanırım bunca emek ve çabanın sonrasında tiyatrom'a rahatça ve küstahça laf etmeye kalkan iki, üç kendini bilmeze neden öfke duyduğum daha net anlaşılacaktır. Kapsamını ve benden aldıklarını şimdi düşününce asla yeni bir tiyatrom yaratmaya cesaret edemezdim sanırım.
Güncel tiyatro yayıncılığı araştırma, soruşturma ve tartışma süreçlerine odaklanarak mı kendisini var edecek, yoksa gönüllü ya da gönülsüz üç maymunculuk ile dedikodu siyaseti arasında sıkışıp kalacak mı? Asıl dert budur. Bu noktada, Ertuğrul Timur’dan bir şekilde tiyatro yayıncılığına dönmesini talep etmek hakkımızdır diye düşünmekteyim.
Aslında bunların her biri bir diğerini besleyen unsurlardır. Yani bir yayında tüm Türkiye'deki tüm oyunların tanıtımı var ise insanlar bu hafta bir oyuna gitsek ama hangisine diye karar vermek için bu siteye girer, ödev, tez hazırlayacaksa kaynak bulmak için bu siteye girer, bu siteye çok girilince de tiyatronun dertleri sorunları daha çok kişiye duyurulmuş olur, AKM yıkılacakmış denilince daha fazla kamuoyuna ulaşılmış olur.
Yani bu doğru hedef kitlenin doğru bir reytngle yakalanması ve bundan yararlanılıp o kitleye seslenebilme olanağının sunulmasıdır. sayın Ömer F.Kurhan zaman zaman yazışmalarımızda az çok Hilmi Bulunmaz'ın bloğunu da genel konseptde bir tiyaro sitesi gibi anmıştır. Oysa şimdi düşününüz, bu hafta sonu bir oyun izlemek istiyorsunuz orada kaç oyun tanıtımı bulabilirsiniz? Çocuğunuzu bir oyuna götürmek istiyorsunuz kaç çocuk oyunu yer almıştır orada? Yada bir tiyatrocunun hayatını araştıracaksınız kimi bulabilirsiniz? Yada araştırma konunuz ışık tekniği bu konuda ne bulabilirsiniz? Oysa bunlar birbirini destekleyecek unsurlardır. Bunlardan herhangi biri için girsin ki sizin araştırma, soruşturmanıza da, köşe yazınıza da, tiyatro dünyasının sorununa da görüp tanık olsun.
Eğer siz salt belli bir misyonla belli bir gruba hitap eden bir yayın çıkaracaksanız tamam sorun yok, ama bir genel konseptten, bir genel okura yönelik tiyatro yayıncılığından söz ediyorsanız bunun kapsamını göz ardı edemezsiniz. Tiyatrom'a hergün en az 50-60 hafta sonlarına doğru yüzlerce kişi google da "çocuk tiyatroları" yazıp aratarak giriyordu. O halde tiyatroya yada topluma hizmet ediyorum deyip ama bizim kapsamımızda çocuk tiyatrosu yok derseniz daha baştan kocaman bir kesimi dışlayıp atmış olursunuz. Belki o kişi çocuk oyunu seçmek için girecek ama kendisinin de bir oyun ilgisini çekecek ve gitmek isteyecek... Ya da AKM yıkılıyormuş diye okuyup irkilecek...
Dönüş danışmanlık biçiminde mi olur, haber dosyaları hazırlama biçiminde mi, yoksa daha kapsamlı sorumluluklar alarak mı, bilemiyorum. Fakat tecrübeli ve Tiyatrom’la yepyeni bir perspektif oluşturmuş bir yayıncının zaten aşırı kadro fakirliği içinde yüzen tiyatro yayıncılığı alanından çekilmesi, giderilmesi çok zor bir kan kaybına işaret etmektedir.
Ertuğrul Timur'un tiyatro yayıncılığına dönüşü söz konusu değildir. Tiyatrom'un yada tiyatrom stilinin dönüşünü ise ilerleyen satırlarda ele alabiliriz.
Ertuğrul Timur’un “Mehmet Atak Dosyası” ortadadır. Böyle bir dosya hazırlama kapasitesine sahip kaç yayıncı var? Kadro fakirliğinin okur bilinci üzerinde yarattığı sonuçların yapıcı olduğu iddia edilemez herhalde. Kan kaybı derken bunu kast ediyorum. İşler iyiye gideceğine daha da kötüye gidiyor. Bulunmaz’dı, Büktel’di vs. bu kan kaybından besleniyorlar. Kopyala yapıştır, bir de kendine göre haber başlığı icat et, al sana tiyatro haberciliği…
Doğrusunu söylemek gerekirse Mehmet Atak dosyasını abarttığınızı düşünüyorum. internet çağında bu o kadar kolay ki. Google başına oturup "Mehmet Atak okuma tiyatrosu" yazıp arattığınızda açılan sayfaları 1-2 saat boyunca sabırla tıkladınız mı benim ulaştığım tüm bilgilere ve küpürlere ulaşmanız mümkün. Bunun üzerine şahit diye adları sıralanan tiyatroculardan da tanıdığınız varsa bir mesaj yada telefonla yahu böyle bir şey var sen nasıl hatırlıyorsun bu konuyu diye sormanız yeterli. Mehmet Atak dosyasını bir kenara bırakırsak 8 yıl içerisinde tiyatrom'un gerçekten ortaya çıkardığı çok önemli haberler ve dosyalar olmuştu. Adana Seyhan'da kapatılan salondan sansürlenen oyunlara, Şehir Tiyatrolarında , Devlet Tiyatrolarında yaşanan bir çok olaya, İzmit’te yaşananlara, şehir tiyatrolarında Tickettürk yolsuzluğu iddialarına, onlarca haberi ilk biz duyurduk, bir çok ulusal gazete, TV bizden aldı haberi, kiminde kamuoyu da yaratıp geri püskürttüklerimiz de oldu, hayatımda hiç gitmediğim bir şehirde bir tiyatro salonu kurtarılmasına vesile olduğum da oldu. Nasıl oluyordu da bu geri planda yaşananları hep tiyatrom bulup ortaya çıkarıyordu? Tiyatrom'un bir sürü ilde, bir sürü yerde muhabirleri mi vardı? Bunun sırrını açıklayayım size....
Eğer siz korkmadan çekinmeden bir şeyleri haber yapıyorsanız, bir de bu alanda az denilmeyecek bir okura ulaştırıyorsanız, haber yapmakla kalmayıp peşini bırakmıyor kampanyalarla sonuç almaya gidiyorsanız bir süre sonra haber ağınız kendiliğinden oluşuyor. Siz çekinmeden, kayırmadan, ürkmeden haber yaptığınız için başı sıkışan, bir takım şeylere şahit olan size başvuruyor. Dolaysıyla da bunları ilk siz haber yapıyor, dosyalar oluşturabiliyorsunuz. örneğin vatandaşın bir yolsuzluk sorunu olsa bunu Reha Muhtar'a mı haber verir Uğur Dündar'a mı? Tabi ki araştırmacı gazetecilik yaptığı dönemlerdeki bu tür konuların üzerine gitmesinden dolayı tercih Uğur Dündar oluyordu ve o da kendisine akan bu pasları gole çeviriyordu. Biz de ekran başında helal olsun adam nerden buluyor, nereden araştırıyor neleri ortaya çıkarıyor diye izliyorduk. Benim tiyatro dünyasıyla uzaktan yakından hiç ilgim olmaması benim için avantaj oldu ve ben ister DSP'li seyhan belediyesi, ister AKP'li İzmit belediyesi, İster Şehir Tiyatrosu, ister devlet tiyatrosu ne öğrendimse çekinmeden haber yaptım dolaysıyla da haber akmaya başladı. Yani hem çıkarsız ilişkisiz bağlantısız olmam hem de oyun tanıtımı, kaynak sayfalar, çocuk tiyatrosu vb deyip ayrım yapmadan zengin bir site yapmanın sonucu çok okura ulaşıyor olmam bu haberlerin , dosyaların tiyatrom'a akmasını sağladı. Eh, bunu da yapabiliriz diyen herkes yapabilir, Ertuğrul Timur'un tiyatro yayıncılığına dönmesi şart değil elbette.
Kadro fakirliğinin okur bilinci üzerinde yarattığı sonuçların yapıcı olduğu iddia edilemez herhalde. Kan kaybı derken bunu kast ediyorum. İşler iyiye gideceğine daha da kötüye gidiyor. Bulunmaz’dı, Büktel’di vs. bu kan kaybından besleniyorlar. Kopyala yapıştır, bir de kendine göre haber başlığı icat et, al sana tiyatro haberciliği…
Bulunmaz yada Büktel'in tiyatro haberciliği yaptığını sanmıyorum. Sanırım Bulunmaz da artık üç yıldır falan internette var. Ama bugüne dek kaynağı kendine ait yada birinci elden kendine ulaşmış kaç haber yaptı bakmak gerek. Bildiğim kadar bir Mehmet Tekkanat, bir Orçun Masatçı, Bir de Orhan Aydın herkese yollarken onlara da yolluyor yazı yada haberlerini. Gerisi kes kopyala üstüne de 3 satır ahkam kes yayınla. Bir şeyden beslendikleri falan da yok, tiyatro dünyasının ciddiye aldığı da yok. zaten nerden neyi bulup okuyacaklar ki ciddiye alsınlar? Sonuçta amatör blog mantığıyla tren gibi alt alta eklenen yazı girdileri. Bir konu aramaya yada bir süre önce yayınlanmış bir yazıya ulaşmaya kalksanız bulamazsınız. Onlarca kez tekrarlamalar arasında kaybolup gidersiniz. Bakmayın siz şu kadar kişiye ulaştık dediklerine de. Bildiğim kadar google adsense ile istatistiklerine bakıyorlar ki o da sağlıklı değil.
Onlar beslense beslense google dan tesadüfi aramalarla bulunmalarından besleniyorlar ki google da çıksalar da insanlar bir konu bulduk diye girseler de gayriciddi yayınları karşısında sonuçsuz kalıp kapatıp çıkıyorlardır. Yani bir şeyden beslenmedikleri gibi kimsenin de dikkate aldığı yok.
Bugün tiyatrom kapanalı bir yıl olduğu halde benim emailime hala ısrarla günde 40-50 tiyatro haberi geliyor bende tek tek siliyorum. Eğer Hilmi Bulunmaz tiyatro dünyasında ciddiye alınıyor olsa ona da bu haber akışı çoktan başlamış olurdu da o da tiyatro dünyasından, tiyatro dergisinden diye ibareler koymak zorunda kalmadan birinci elden aldığı haberi yayınlardı. Tiyatro yayıncılığında elbette asıl sorun onlar yada onların varlığı değil o tür parazit yayınlar radyoda da karşımıza çıkardı ama biz net dinleyebileceğimiz istasyonları bulana dek ibreyi çevirirdik. Tiyatro kamuoyu da olayları objektif, zengin içerik ve net bir sesle ortaya koyacak yayınlar olduğu takdirde bunlara yönelecektir.
Yine Ömer F.Kurhan'ın bir başka yazısı
Tiyatrom’un Kapanması Ne Anlama Geliyor?
Ertuğrul Timur 2008 Mart ayında Tiyatrom’u kapatmaya hazırlanırken yedi tane yazı yayımladı. Kapanışın ilan edildiği hafta her gün bir yazı yazıldı. Bunlar “VEDA SAYISI”nda yayımlandı ve http://www.tiyatrom.com/index3.htm linkinden ulaşmak mümkün.Bu yedi yazının ilkinde, Bulunmaz-Büktel ikilisinin Tiyatrom’a dönük bıktırıcı saldırılarının kapanmada belirleyici olmasa da yıpratıcı bir faktör olduğunu belirtildi. Fakat asıl şikâyet konusu bu saldırı karşısında tiyatro çevrelerinin duyarsızlığı ve müdahaleden uzak durmaları.
Evet ben bu duyarsızlıktan şikayetçiydim ve bu duyarsız kitle için artık parmağımı bile kımıldatmak içimden gelmiyordu. Ama bu sadece bu konuya duyarsızlıkları meselesi değildir. Tiyatro dünyasında genel bir duyarsızlık vardı. Kendilerinin mağdur olmadığı hiç bir konuya duyarlı değillerdi neredeyse hiç biri. Lütfen Bu konudaki yazımı da okuyunuz.
Düşünün Harbiye yıkılmasın diye eylem yapıyoruz Harbiye'den asıl ekmek yiyen tiyatrocular ortada yok. Orhan Aydın, Orhan Kurtuldu toplamış kendi kitlesini, TMMOB var plastik sanatçıların temsilcisi var, siyasal bir gençlik örgütü doldurmuş orayı, duyarlı tiyatroseverler var ama şehir tiyatrolular perdenin arkasından seyrediyor. Neden? Çünkü oradaki muhalif örgütlenme İŞTİSAN dı ve o da Orhan Alkaya Volkan Sağırosmanoğlu, Macit Koper falandı. Ama iktidar uyanıklık yapıp onları şehir tiyatrosunda iktidar yapınca muhalefet bitiverdi, kepçenin önüne ilk ben yatarım diyenler yapılacak salona övgüler dizmeye başladı, sanatçıların vasıfsız işçi yapılması iğrençliğini savunmaya kalktı, .
Oysa onlardan bazıları yakın zamana kadar bana bilgi sızdırıyorlardı, AKP'li belediyeye salvo ateş püskürttüğümüz yazıların kaynağını sağlıyorlardı. Demek ki Orhan Alkaya'nın, Volkan Sağırosmanoğlu'nun kaygısı ne AKP imiş, ne Türkiye halkının özgür sanatla daha aydınlanmasıymış, ne de Şehir Tiyatroları imiş, tek kaygıları kendilerinin orada var olması ve iyi bir yerlere gelmesiymiş. Ben bir kurumda işçi olarak çalışırken oradan bana şehir tiyatroları basın sorumluluğu görevi teklif edildi geri çevirdim. Yada Orhan Alkaya çok sevgili dostum Volkan Sağırosmanoğlu artık orada iktidar oldu ben nasıl yararlanabilirim demedim. Çünkü ilkeli olmak vardı yaşamsal değerlerim vardı.
Onların bu tutumu, tiyatro dünyasının duyarsızlığı fena halde kanıma dokundu ve tiyatrom'a noktayı koymadan uzun bir yazı dizisi ile şehir tiyatrolarının son sekiz yılını özetleyip yaşananları bir bir anlatıp Orhan Alkaya ekibini de eleştirip noktaladım. (Lütfen linke tıklayıp okuyunuz)
Toplumsal olmayan mücadeleler beni ilgilendirmiyor, ama artık çok daha netti ki herkesin mücadelesi sadece kendi içinmiş. Bu durumda fena halde kullanıldığınızı hissediyorsunuz. Bakın Coşkun Büktel eserini oynatmadılar diye DT'ye veryansın ediyor ama orada işe girmek içinde başvurmuş. Yarın gel bu kurumun şu makamına deseler “ben AKP'li bir bakanın emrine girmem” demez koşar. (Hilmi Bulunmaz bunu yapmaz, dizi de yazmaz ama Coşkun Büktel yapar) Coşkun Büktel'in kavgasının ilkesel, ideolojik, toplumsal değil kişisel kavga olduğunu bildiğim için arkasında durmadım ben. (Mesela Tiyatrodan insan Manzaralarını kitabını ele alın kitap salt kendisini mağdur edenleri deşifre etmek için, kendinden başka hiç bir tiyatro sorunundan dolayı başka bir tek isim yok mu tiyatroda?)
Ama meğer bunların her biri birer Coşkun Büktel'miş. Sosyalist geçmişiyle tanıdığımız Orhan Alkaya daha bir ay önce kepçenin altına yatarım derken Genel Sanat Yönetmeni olunca yepyeni tiyatro binası diye yutturulacak Çok Amaçlı salonu Kadir Topbaş'la birlikte savunmaya başlamışsa ben kimin için, kimlerle, neyin kavgasını veriyorum? Ne için günde 8-10 saatimi harcayıp uykusuz kalıyorum? Sayın Ömer F.Kurhan veda yazılarımdan önce yazdığım Bu Sanatçılar için Değer mi? başlıklı yazımı da okumasını öneririm
Kaldı ki bir tek bu değil onlarca örneği var. Ben yeri geldi İATP-G yi de aynı şekilde suçladım. Yahu tamam iyi güzel çok doğru ve verimli işler yapıyorlar ama AKM yıkılacak, Harbiye kapanacak deniyor sokaktaki sütçüye mikrofon uzatılınca görüş bildiriyor da İATP-G, OYÇED, ASSITEJ bunlar tiyatro örgütü değil mi neden yoklar? Neden sesleri çıkmıyor? Yani olumsuz bile olsa bir görüş bildirilmez mi? Ödenekli tiyatroya karşıyız o nedenle de taraf değiliz deseler bile razıyım ama olumsuz anlamda bile yoklar. Kaldı ki İATP-G ye de bu sorumu bir yazıyla yöneltmiştim
Bugün, Üstün Akmen gibi pozitif enerji yaymaya çalışan tiyatro eleştirmenleri dahi Türkiye tiyatrosuna dönük gelecek endişesi içinde olduklarını açıklamak zorunda kalıyorlar. Bunlar Tiyatrom’un kapanışını doğrulayan çıkışlardır: 2000’lerdeki tiyatro patlaması ne aydınlanma ne de politik duyarlılık adına pek bir şey vaat etmiyor. Dolayısıyla, Tiyatrom devam etse bile yine bir ekip kurulamayacak ve organik geri besleme kanalları açılamayacaktı.
Ben bir kaç çeşit tiyatrocu tandım. Bunların içinde tiyatroyu tapınma gibi yapanlar da var. Öyle ki sahnenin büyüsüne kapılmışlar. Kültür Bakanlığı çıksa dese ki alın size bedava salon, her birinize de maaş bağlıyorum yani para kaygınız yok dese bunlar seyirciyi de dışlar. Aman seyirci ortamı bozuyor der ve her akşam boş salonda çıkıp sahnede oynar oynar inerler. Bir nevi mastürbasyon gibi bir nevi ayin gibi. "Sahnenin büyüsü" onlar için yeterli neden. Tabi böyle olunca da ne toplumcu tiyatro, ne seyirci, ne insanlara aktarılacak duygu ve düşünce hiç biri önemli değil. Öyleleri de benim umurumda değil. Onlar sahnede mutlu olacak ayin yada mastürbasyon yapacak diye yokum ben.
Tiyatrom'u açarken ilk yazımda ne demiştim ? Bir muhalif güç olarak tiyatro, bir aydınlanma aracı olarak tiyatro. Kendi sorunlarına bile sahip çıkmayıp kolayca satılmış insanlara dönüşüveriyorlarsa ben daha neden ve kimin için uğraşacaktım? İşte benim tiyatro yayıncılığından çekilmem için en büyük nedenlerden biri de budur tiyatroculara yeterli güvenimin kalmayışı. Başka alanlarda daha yararlı olacağım düşüncesi.
Ekip konusuna gelince evet ekip çıkmayacaktı ve çıkmadı da. Zaman zaman bu çağrıyı yaptım işte en son çağrım budur
Tiyatrom kapanırken şu söylense daha iyi olabilirmiş: Ben hâlâ buradayım; bu işi gerçekten paylaşarak ve hakkını vererek yapmak isteyenler öne çıksın. Şahsen ben Tiyatrom’un sekiz yıllık tiyatro yayıncılığı deneyiminin sonlandırılmasını bir meydan okuma olarak değerlendirme eğilimindeyim.
Ömer F.Kurhan yazısını bu şekilde noktalamış. Ben zaten son gün dahi bu çağrıyı yaptım. Varsa gönüllüler çıksın vereyim devam ettirsin. Ama çıkmadı. Bugün de diyorum ki hayır ben artık burada değilim, eğer nasıl bir yayıncılık konusunda toplantılar yaparsanız deneyim ve görüşlerimi aktarmak için katılırım. Ama ben artık burada değilim.. Ama tiyatrom burada. Arşivi de herkesin ortak malıdır. Varsa yapacaklar buyursun. Ama bana sorarsanız kapsamlı, geniş, objektif, haber atlamadan, bıkmadan tek tek önemseyerek her haberi takip edecek her oyunu tek tek tanıtacak, her emaili yanıtlayacak bir ekip kurulursa ve böyle bir site başarılırsa zaten çok kısa zamanda bu boşluğu dolduracaktır adı tiyatrom adresi tiyatrom.com olmasa da.
Meydan okumaya gelince evet tiyatrom’un son eylemi bir intihar eylemi ve intihar eylemiyle meydan okumaydı, doğrudur.
Haber Giriş Tarihi: 27 Mart 2009
(Kaynak: Mustafa Demirkanlı'nın tiyatrodergisi.com.tr sitesi)
***
COŞKUN BÜKTEL, “ÇIPLAKSIN VE ÜSTELİK SEN KRAL DEĞİLSİN!”
Ertuğrul Timur (28.03.2009)
KOMEDİ GİBİ BİR GERÇEK : COŞKUN BÜKTEL HİLMİ BULUNMAZ’I SANSÜRLEDİ”
Coşkun Büktel şirretlik olarak da adlandırılan ve insanlara karşı küstahça tutumuyla yıldırmayı ve bu küstahlıktan onları kaçırmayı başardığı için kendisini ve savlarını kesin doğru gibi görüyor ve yansıtıyordu. İnsanların onun bu küstah ve mantık dışı tutumunun karşısında onu ve iddialarını dikkate almama tercihini kendi galibiyetine ve haklılığına yoruyordu.
Fakat en nihayetinde birinin Coşkun Büktel’in kulağına “Sen çıplaksın ve üstelik de kral falan değilsin” diye bağırması gerekiyordu ve bu görev de yine bana düştü.
Doğrusu ya ortalıkta muzaffer komutan edasında dolaşan Coşkun Büktel’in süngüsünü indirmek sandığımdan da çok daha kolay oldu. Kendi yarattığı efsanesi tuz buz olup yere çalınırken Büktel ve müritleri de çaresizce son debelenmelerini yaşadı.
İnsanları ismimi ve ismini vermeden suçlamam vecizesini(!) yedi yaladı yuttu. Oysa bir özdeyiş der ki : Aptallar kişilerle, orta zekadakiler olaylarla, zekiler ise kuramlarla ilgilenir, tartışır. Coşkun Büktel daha en baştan birinci merhaleyi yani kişilerle uğraşmayı kendine tarz olarak seçerken zeka seviyesini mi sergilemişti yoksa işine böylesi mi gelmişti bilemiyorum ve Coşkun Büktel’in zekası üzerine hakaret sanılabilecek yorumlar yapmaktan da kaçınıyorum zira hakaret benim tarzım değildir. (Hak edene bile!)
Coşkun Büktel’in iflas eden diğer iddiası ise başkalarını dezonformasyonla suçlaması idi ki Mehmet Atak olayıyla bugüne dek tiyatro dünyasında gelmiş geçmiş en büyük dezenformasyona alet olduğunu en aptal birinin bile anlayacağı şekilde ortaya serdik ama Coşkun Büktel (benden değil) okurlarından özür dileyerek “Aldatılmışım, dezenformasyona neden olmuşum, Mehmet Atak’ın iddiaları doğru olmadığı gibi beyanları da gerçek dışıymış” yazamadı.
Neden?
Coşkun Büktel en aptalların bile anlayabileceği belgeleri anlayamayacak kadar aptal mıdır? Hayır yine Coşkun Büktel’in zekası üzerine yorum yazmayacağım çünkü hakaret benim tarzım değildir bu yorumu okuyanlara bırakıp bunu da geçiyorum.
Yine Coşkun Büktel “belge belge” diye tuttururken belge diye sakladığı video kaydının aslında kendini haklı değil haksız çıkardığını gayet iyi biliyor olsa gerek ki yıllarca bunu yayınlamadı. Ancak sevgili rakibi Burak Caney bulup ortaya çıkarınca yayınlamak zorunda kaldı. Böylece de belge var dediği video kaydının belge değil zırva olduğu, haklılığını değil yanıltmacı yayıncılığını sergilediği de ortaya çıktı.
Kaldı ki video kaydı dünyanın hiçbir yerinde tek başına delil sayılmazken Coşkun Büktel bu video yada şahitlerle mahkemeye gitmek yerine gizleyip tehdit aracı gibi kullanmayı seçmişti. Neden? Acaba Coşkun Büktel elindeki video kaydının hiçbir şeyi ispatlamadığının farkında değil miydi? Yada bunu bir belge zannedecek kadar aptal mıydı? Hayır, hayır yine bu paragrafta da ben Coşkun Büktel’in zekası üzerine yorum yapmayacağım kararı da yorumu da okuyanlara bırakacağım.
Ve kendi mızıldanmalarına yer vermeyenleri, yada müritlerinin küfürlü sinkaflı hakaretlerine yer vermeyeni sansürcülükle suçlayan Coşkun Büktel’in aslında sansür konusu üstünde bu kadar dururken sanırım bir gün biri çıkıp ona “Sen çıplaksın ve üstelik kral da değilsin” deyince nasıl sansürcü olabileceğini hesaplayamamıştı. Acaba Coşkun Büktel despot kimliğinin, işine gelmeyince sansürcü hatta faşist damarının farkında değil miydi bunca yaşına dek?
Hayır hayır Coşkun Büktel başarılı bir yazar olmayabilir, eserleri ödüller almış, tiyatrolarda sahnelenmiş olmayabilir ama aptal olduğunu gerçekten ve tüm kalbimle söyleyeyim ki hiç ama hiç sanmıyorum. O aptal değildir, onun tek sorunu insanların aptal olduğunu sanmasıdır.
Çünkü
insanları ismini vererek suçlayınca isimlerini verdiği için kesin kendisini haklı göreceklerini sanmaktadır. Öyle ya insanlar aptaldı sırf isim verdin diye demek ki sen haklısın sanacak.
Dezenformasyonu için özür dilese Coşkun Büktel gibi hırslı ve mağrur birine yakışmayacaktı o halde bir daha o konuya hiç değinmeyip bu yanlış bilgilerle okurlarını bırakabilirdi çünkü okurlarının aptal yerine konulmuş olması umurunda değildi, önemli olan kendi mağrur gururu idi.
Elimde tartışmasız belge var diye yaygara yapmasının etkili olacağını ve insanların fazla kafa yormadan ve videoyu izleme gereği duymadan Özdemir Nutku’yu suçlayacağını sanıyordu insanları aptal sanıyordu ya…
Sansürcülük yaparken de yine insanları aptal zannedecekti insanlar okumayacak, kendisine “sen çıplaksın üstelik kral da değilsin” denilmesini gözlerden saklayabilecek sanıyordu. Çöp kutusu formülünün aptal yerine koyduğu insanlara yutturabileceğini ve sansürcülüğünü gizleyebileceğini sanıyordu.
Kendi seviyelerine yakın bir dil ve yöntem kullanan Burak Caney’in kendisini rezil etmek için kullandığı dansözlü fotomontajları öne çıkarırsa bizi bertaraf edeceğini, somut soruları gözlerden kaçırabileceğini zannetmesi de aptallığından değil insanları aptal sanmasındandı.
İşin en garibi ise Coşkun Büktel insanları aptal yerine koyarken şartlı refleks yaratıyor ve iddialarını “En aptalların bile anlayacağı dille yazılmış” türünde ibarelerle yayınlıyordu. Oysa ki onu gerçekten sadece ve sadece en aptallar anlamış olmalıydı ki sadece ve sadece 2-3 kişi yanında yer almıştı.
Efendim Coşkun Büktel nihayet birisi çıkıp da “Sen çıplaksın ve üstelik de kral mral değilsin üstelik de rezilin tekisin” deyince ve bunu ortaya serince kalakaldı. Ne satır satır, ne paragraf paragraf ne kabaca yanıt veremedi. Aptallar için yazılmış dizisinde kullandığı kaleminin tiyatro kamuoyunda işe yaramaması ile şaşakaldı. Ama yine de insanları aptal yerine koymaktan ve yine bir kez daha aldatabileceğini zannetmekten geri duramıyor.
Bunun son örneğini de dün akşam (26.3.2009) gördük.
Coşkun Büktel Tiyatrom’un bugüne kadar sansürlediği, yayınlamadığı tek yazı olan Hilmi Bulunmaz’ın kaleminden çıkma “lağım çukuru” “şerefsiz” “sıçarım sıvarım” “sıçtığın yere kadar kovalarım” gibi hakaret, küfür ve sinkaflarla dolu fikir(!) yazısını kendisinin özgürce yayınladığını iddia etti. Oysa baktığınız zaman bu yazı öncesi bu yazıya dair ve bu yazıdan sonrası yazılmış bir çok yazışma, bu yazışmalara konu olmuş linkler, bu linklerde geçen iddialar vs vs yani yığınla abur cubur var ama asıl sansürlenmiş olan küfürlü sinkaflı yazı yok!
Yani Hilmi Bulunmaz’ın kaleminden çıkma yüksek fikir eseri “lağım çukuru” “şerefsiz” “sıçarım sıvarım” “sıçtığın yere kadar kovalarım” gibi hakaret, küfür ve sinkaflarla dolu fikir(!) yazısı ortada yok…
Coşkun Büktel ya bu küfürlü sövgülü hakaretli yazıyı bir türlü yayınlayamadı müridinin yazdıklarından utandı ve Hilmi Bulunmaz’ı sansürledi
Ya da bir kere daha insanları aptal sanıp linklerle yazı öncesi sonrası yazının kendisi değil yazıya dair yazışmalarla okuru yine kandırabileceğini sandı.
Coşkun Büktel !
Artık aç kulağını ve yüzleş!
Sen artık çıplaksın hem de rezilce gözler önündesin
Ve üstelik de sen kral mral değilsin
Ve daha da vahimi sana inanan 2,5 kişiyi bilmem ama
Başka hiç kimseyi kandıramıyorsun
Çünkü sen öyle zannetsen de hiç kimse aptal değil!
İyisi mi sen git dizilerini yazmaya devam et
Onların zeka seviyesine seslenmeye devam et…
Ya burada somut sorulmuş sorulara cevap ver
Ya dezenoformasyonun, sansürlerin için özür dile
Ya da çek git be kardeşim
Biz de işimize bakalım
Zira kişilerle uğraşmaktan çok daha önemli konularımız var bizim.
Değmezsin be Coşkun Büktel
Vallahi de billahi de bu kadar vakit ayırmama değmezsin
Çekil kenara da işimize bakalım.
Not: Coşkun Büktel Arka sıradakiler adlı dizide yazdığını gizlemiş sonra kendini senaryo doktoru (script writer) olarak tanıtmayı seçmişti. Hilmi Bulunmaz da bu doktor terimini sevmiş sağlıkçılığa, ameliyatçılığa öykünmüştür.
Parantez içindeki İngilizce script writer ile parantez dışındaki "senaryo doktoru" ne kadar örtüşüyor derseniz http://www.seslisozluk.com/?word=script&ssQBy=0 den script i bulabilirsiniz.
Script: senaryo, Komut Dosyası, el yazısı şeklinde matbaa harfleri, senet, konuşmacının elindeki notlar, yazılı metin, betik, sınav kâğıdı, sinema TV senaryo, diyalog, alfabe anlamlarına gelmektedir.
Writer ise yazar anlamındadır. Script writer olarak bir tanımlama ise sözlükte geçmemektedir. mektup, senet, alfabe gibi ilgisiz anlamları atarsak
script writer sinema tv dizi senaryo yazarı anlamına gelmektedir. Senaryo doktorluğu gibi uydurukça terimlerle yada ingilizce tanımlamalarla konumunu hafifletse de sanıyoruz bu düpedüz bildiğimiz Dizi senaryo yazarlığıdır. Coşkun Büktel burada dahi aldatmacılık örneği sergilemeyi seçmektedir.
Bu dizinin izleyicilerinin zeka düzeyine ilişkin ana kaynağından izlenim edinebilirsiniz http://www.mint.com.tr/arkasiradakiler/?p=553
İŞTE COŞKUN BÜKTEL'İN DİZİSİYLE HİTAP ETTİĞİ SEYİRCİ KİTLESİNDEN COŞKUN BÜKTEL'İN DİZİSİNE İLİŞKİN YÜZLERCE GÖRÜŞTEN(!) SADECE BİR SAYFA :
1478 esma diyor ki: 23 Mart 2009 20:37 senı sevıyorummmmmmmmmmmmmmmmmmmmm
1477 alici diyor ki: 23 Mart 2009 14:32 zehra nerden çıktı yhaaaa zehra kim ali kimm
1476 Başak diyor ki: 22 Mart 2009 20:38 çok yakışıklısın.
1475 derya diyor ki: 22 Mart 2009 19:57 saffete tam lafi verdin haa
1474 sss diyor ki: 21 Mart 2009 17:31 bence aliyle eda değil bence aliyle zehra sewgili olcak ilerleyen zamanda
1473 cemre diyor ki: 20 Mart 2009 20:54 hayır olamaz lütfen yalan söylüyorum de melis
1472 gamze diyor ki: 20 Mart 2009 15:27 ben sana inanıodum senin mavi sakal olmadığını biliodum ama nie edaya kötü davranıyosun
1471 ah ah diyor ki:
19 Mart 2009 23:51 Ali sende cok iyi birisin….bence sacini biraz uzatmalisin oyle daha karizmatik oluyorsun hadi gozun aydin gercek mavi sakal bulundu ama gercekden bulunmasini istemiyordum cunki mavi sakal diziye renk katiyordu oyle diyilmi cocuklar??
1470 melisss diyor ki: 19 Mart 2009 15:59 arkadaşlar karmatürk radyoda bugün telefonla ali bağlandı ve edayla aralarında bir şey olmayacakmış ilerleyen zamanlardada
1469 ayla diyor ki: 19 Mart 2009 15:44 seni çok seviyorum çok yakışıklısın yaaaaaaaaaaaaa
1468 cemre diyor ki: 18 Mart 2009 22:28 hayır ayrılmadı.trafik kazası geçirdi o yüzden bu aralar dizide oynamıyor.galiba bu sezonon sonuna kadarda oynamıcak.gibi yani…ayrıca ali bencede edaya yüz vermesin.ama şimdilik.yazık olmasın ikisinede.bak ne güzel ali edaya aşıktı.şimdide yavaş yavaş eda aliye aşık oluyo.ali aşkta eşitlik istediğini söylemişti.işte şimdi edayla arasındaki ilişki eşit duruma geliyo
1467 efe diyor ki: 18 Mart 2009 20:04 gozun aydın alı sende bu mavı sakal dan kurtuldun bence edaya yuz verme bı sure ama sonra bırlıkte olun bu arada yadıgar tamamen dızıden ayrıldımı bılen var mı var sa lutfen yardım pls
1466 büşra diyor ki: 18 Mart 2009 15:29 çok karizma, entellektüel takılıyo yakışıyoda bırak edayıda yaw
1465 begüm diyor ki: 17 Mart 2009 22:44 evet bencede birlikte olsunlar
1464 ten.....Su.... diyor ki: 16 Mart 2009 22:14 alinin yaptiqi doqru simdilik yüzvermesin ama ilerde eda aliden ümidini kesmeden beraber olsunlar
1463 cemre diyor ki: 16 Mart 2009 21:54 eee gün olur devran döner diye boşuna dememişler.bi zamanlar sen edanın peşinde koşuyodun.ona sinama teklifinde bulunuyodun.ama o sana yüz vermiyodu.hatta seni ve yadigarı yedek lastik olarak görüyodu.şimdide o seni sinemya çağırıyo ama bu seferde sen yüz vermiyosun.
1462 GüLnİhAl diyor ki: 16 Mart 2009 15:15 Oh be sonunda hersey acığa cıktı sende kurtuldun ali hadi bakalım gözün aydın cok seviniorum rahata cıktığına dayaklar yedin,silahla vuruldun ama yinede pes etmedin gercek sevgi bu işte romanlar yazıcam die bir kızın hayatını bitirmek diil seni cok seviorum ali kendine iyi bak byesssssss
1461 sevgi diyor ki: 13 Mart 2009 17:49 ali hepinizi çok seviyorum
(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)
***
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 1
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 2
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 3
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 4
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 5
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 6
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 7
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 8
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 9
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 10
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 11
***
DEMİRKANLI'NIN ÇÖP KUTUSU / 1
DEMİRKANLI'NIN ÇÖP KUTUSU / 2
***
Çöp Biraderler; Yalancı Mustafa Çöp, Sansürcü Ahmet Ertuğrul Çöp, Karanlık İşçisi Ömer F. Çöp, aynı çöplükte buluşup seri iftira imâlatına başladılar!
26 Mart 2009 Perşembe
Hilmi Bulunmaz
26 Mart 2009
(Yatık sözcükler bana ait değil. HB)
25 Mart 2009 gecesi, saat 23.15’te, Coşkun Büktel’in uyarısıyla, "Dünya tiyatrolar haftasında tiyatro ve sanat her yönüyle Abbas Güçlü İle Genç Bakış" programını izlemek zorunda kaldım. Müjdat Gezen, Selçuk Yöntem, Nilgün Belgün ve Altan Erkekli'nin konuk olduğu Maltepe Üniversitesi’nden canlı yayın, Kanal D'deydi. Televizyon izleme alışkanlığım olmadığı için, Internet üzerinden izlediğim program, zaman zaman donup kalsa da, konuşulanları anladığım kanısındayım.
Sade suya tirit, "konuşmak için konuşmak" mantığının ötesine geçmeyen, geçemeyen, geçmemesi için yoğun çaba harcanan program, bence "kültür faşizmi"ne iyi bir örnekti. Maltepe Üniversitesi öğrencilerinin tıka basa doldurduğu salonda tam bir samimiyetsizlik vardı. Üniversite öğrencileri, genç olmalarının verdiği samimiyetle önemli sorular sorma cesareti gösterseler de, cesaretleri henüz teşebbüs aşamasındayken, başta Abbas Güçlü olmak üzere, konukların tamamı, bu teşebbüs aşamasındaki niyetlere bile hoşgörü gösterebilecek durumda değillerdi. Çünkü sahnede duranların (Abbas Güçlü, Müjdat Gezen, Selçuk Yöntem, Nilgün Belgün ve Atlan Erkekli) "Tanrı" ve salonda birer figüran gibi bekletilenlerin de "kul" olarak algılanmaları isteniyordu.
Örnekse, herhangi bir "Tanrı", herhangi "kul"un sorduğu herhangi bir soruyu beğenmediğinde, hemen parazit yapıp "Mikrofonu ağzına iyice yaklaştır!" diye bağırarak, "kul"unu azarlıyordu. Daha "dakika bir, gol bir" psikolojisi içerisindeki "kul", "Tanrı" karşısında ezilip büzülerek tuş oluyordu. "Kul" olduğunu unutup biraz diklenen olduğunda da, "Tanrılar"ın desibel derecesi artıveriyordu.Canımı sıkan bu durum, ertesi günümün de heba olmasına neden oldu. Can sıkıntımı hafifletebilmek için Abbas Güçlü'nün, güçlüden yana yayın yapan televizyonu Kanal D'nin Internet sitesine bir göz atayım dedim ve aşağıdaki soruya benzer "şey"lerle karşılaştım. "Tanrılar"ın homurdanmasına benzeyen bu "şey"leri, küçük fırça darbeleriyle değerlendirmek istiyorum:
- Tiyatrolar sinema ve televizyon karşısında yenildi mi?
– Böyle bir soru sormak, yanlış düşünmemize neden olacağı için, doğru bir yanıt verilse bile, bence yanlış bir sonuca ulaşmamıza neden olur. Tiyatro da, tıpkı sinema ve televizyon gibi egemenlerin emrinde olduğu için, bence bir yenilme söz konusu olmamıştır. Burjuvazi, imge oluşturucu araçlarını zenginleştirmiştir.
- Sanat ve siyasetin yolları kesişir mi?
– Bir meyvenin çekirdeğiyle ilişkisi neyse, sanatın da siyasetle ilişkisi odur. Sanatla siyaset, birbirinden ayrılmaz ikilidir. Sürekli olarak birbirlerinden beslenirler. Yolları kesişmez. Yolları birdir. Nasıl ki tekerleksiz araba hareket edemezse, siyasetsiz sanat yada sanatsız siyaset de hiçbir işe yaramaz.
- Türkiye'de sanat gereken desteği görüyor mu?
– Fazlasıyla. Özellikle tiyatro, birkaç istisna dışında Kültür Bakanlığı çanağı yalamadan ayakta duramıyor. Tiyatrolar, izleyicilerine güveneceklerine Kültür Bakanlığı çanağı yalayıp, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapıyorlar. Böylelikle, tiyatrocular, sanatçı olacaklarına, esnaf oluyorlar.
..........Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve Fazıl Say ile Genco Erkal arasındaki polemik, Mehmet Ali Erbil'in Başbakan'ın bile diline dolanan sert açıklamaları ile sanat ve siyaset ilişkisi yeniden gündeme geldi...
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, bu polemikte,"Nazım Hikmet sırtından para kazanma gayretlerinden" bahsetti. Ne var ki, sözünün gideceği adresi net olarak belirtmeyen Günay, böylelikle "kıvırmış" oldu. Oysa, çok uzun yıllardır, Genco Erkal, bizce "Nâzım Hikmet sırtından para kazanma gayretlerinden" hiç de vazgeçmiyor. Vazgeçmemekle birlikte, bir de Nâzım Hikmet’i sansür ediyor.
- Birçok tiyatronun kapanma noktasına geldiği ve birçok sanatsal projenin ödenek bulamadığı Türkiye'de sanat gereken desteği görüyor mu?
– Evet, örnekse sosyalist kimlikli Bulunmaz Tiyatro, polis marifetiyle sürekli olarak mühürlenip işlevsiz kılınırken, kendilerini devletin sıcak kollarına teslim eden kapitalist tiyatrolar Kültür Bakanlığı çanağı yalayarak, hangi sınıfa hizmet ettiklerini yaftalamış oluyorlar.
- Sanatın gelişmesi için siyasetin desteği şart mı?
- Yooo!... Sanatçı, zaten bir sınıfın siyasetini yaptığı için, kendiliğinden, o sınıfın siyasal desteğini almış oluyor. Kültür Bakanlığı çanağı yalayanlar, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için tiyatro yaparlarken, emekçilerden yana tavır alan tiyatrolar da sosyalist siyasetin işaret fişeklerine dikkat ediyorlar.
- Tiyatrocular neden geçimini tiyatrodan sağlayamaz hale geldi?
– İzleyicisine güvenmedikleri için. Kültür Bakanlığı çanağı yalamayı alışkanlık haline getirdikleri için.
- Sanatçıların siyasi görüşlerini açıklaması doğru mu?
– Açıklamasalar da olur. Kültür Bakanlığı çanağı yalayanlar sağcı, yalamayanlar solcudur. Doğal ki bu çok kaba bir kategoridir. Ayrıntılı olarak irdelenebilir.
- Türkiye'de sanata sansür uygulanıyor mu?
– "Allah’ına kadar!" Sansürü uygulayanların başında, tiyatro maskesi takan tiyatro karşıtları geliyor. Kim bunlar? İftiracı Özdemir Nutku, yalancı Mustafa Demirkanlı, 3. Abdülhamid Ahmet Ertuğrul Timur, Kazmacıbaşı Örhan Alkaya, Lemi Bilgin… Ve bu tiyatro simsarlarından güç alan politikacılar, yerel yöneticiler, mülki amirler… Ve daha bir sürü zavallı...
- Sanatçıların siyasete atılmaları partilerin oy oranını etkiler mi?
– Etkilese ne olur, etkilemese ne olur? Önemli olan sanatçının hangi sınıfı temsil ettiğii. Bizim için önemli olan emekçilerin evreninin zenginleşmesi, emekçilerin iktidara yürümesi.
26 Mart 2009
(Yatık sözcükler bana ait değil. HB)
25 Mart 2009 gecesi, saat 23.15’te, Coşkun Büktel’in uyarısıyla, "Dünya tiyatrolar haftasında tiyatro ve sanat her yönüyle Abbas Güçlü İle Genç Bakış" programını izlemek zorunda kaldım. Müjdat Gezen, Selçuk Yöntem, Nilgün Belgün ve Altan Erkekli'nin konuk olduğu Maltepe Üniversitesi’nden canlı yayın, Kanal D'deydi. Televizyon izleme alışkanlığım olmadığı için, Internet üzerinden izlediğim program, zaman zaman donup kalsa da, konuşulanları anladığım kanısındayım.
Sade suya tirit, "konuşmak için konuşmak" mantığının ötesine geçmeyen, geçemeyen, geçmemesi için yoğun çaba harcanan program, bence "kültür faşizmi"ne iyi bir örnekti. Maltepe Üniversitesi öğrencilerinin tıka basa doldurduğu salonda tam bir samimiyetsizlik vardı. Üniversite öğrencileri, genç olmalarının verdiği samimiyetle önemli sorular sorma cesareti gösterseler de, cesaretleri henüz teşebbüs aşamasındayken, başta Abbas Güçlü olmak üzere, konukların tamamı, bu teşebbüs aşamasındaki niyetlere bile hoşgörü gösterebilecek durumda değillerdi. Çünkü sahnede duranların (Abbas Güçlü, Müjdat Gezen, Selçuk Yöntem, Nilgün Belgün ve Atlan Erkekli) "Tanrı" ve salonda birer figüran gibi bekletilenlerin de "kul" olarak algılanmaları isteniyordu.
Örnekse, herhangi bir "Tanrı", herhangi "kul"un sorduğu herhangi bir soruyu beğenmediğinde, hemen parazit yapıp "Mikrofonu ağzına iyice yaklaştır!" diye bağırarak, "kul"unu azarlıyordu. Daha "dakika bir, gol bir" psikolojisi içerisindeki "kul", "Tanrı" karşısında ezilip büzülerek tuş oluyordu. "Kul" olduğunu unutup biraz diklenen olduğunda da, "Tanrılar"ın desibel derecesi artıveriyordu.Canımı sıkan bu durum, ertesi günümün de heba olmasına neden oldu. Can sıkıntımı hafifletebilmek için Abbas Güçlü'nün, güçlüden yana yayın yapan televizyonu Kanal D'nin Internet sitesine bir göz atayım dedim ve aşağıdaki soruya benzer "şey"lerle karşılaştım. "Tanrılar"ın homurdanmasına benzeyen bu "şey"leri, küçük fırça darbeleriyle değerlendirmek istiyorum:
- Tiyatrolar sinema ve televizyon karşısında yenildi mi?
– Böyle bir soru sormak, yanlış düşünmemize neden olacağı için, doğru bir yanıt verilse bile, bence yanlış bir sonuca ulaşmamıza neden olur. Tiyatro da, tıpkı sinema ve televizyon gibi egemenlerin emrinde olduğu için, bence bir yenilme söz konusu olmamıştır. Burjuvazi, imge oluşturucu araçlarını zenginleştirmiştir.
- Sanat ve siyasetin yolları kesişir mi?
– Bir meyvenin çekirdeğiyle ilişkisi neyse, sanatın da siyasetle ilişkisi odur. Sanatla siyaset, birbirinden ayrılmaz ikilidir. Sürekli olarak birbirlerinden beslenirler. Yolları kesişmez. Yolları birdir. Nasıl ki tekerleksiz araba hareket edemezse, siyasetsiz sanat yada sanatsız siyaset de hiçbir işe yaramaz.
- Türkiye'de sanat gereken desteği görüyor mu?
– Fazlasıyla. Özellikle tiyatro, birkaç istisna dışında Kültür Bakanlığı çanağı yalamadan ayakta duramıyor. Tiyatrolar, izleyicilerine güveneceklerine Kültür Bakanlığı çanağı yalayıp, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapıyorlar. Böylelikle, tiyatrocular, sanatçı olacaklarına, esnaf oluyorlar.
..........Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve Fazıl Say ile Genco Erkal arasındaki polemik, Mehmet Ali Erbil'in Başbakan'ın bile diline dolanan sert açıklamaları ile sanat ve siyaset ilişkisi yeniden gündeme geldi...
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, bu polemikte,"Nazım Hikmet sırtından para kazanma gayretlerinden" bahsetti. Ne var ki, sözünün gideceği adresi net olarak belirtmeyen Günay, böylelikle "kıvırmış" oldu. Oysa, çok uzun yıllardır, Genco Erkal, bizce "Nâzım Hikmet sırtından para kazanma gayretlerinden" hiç de vazgeçmiyor. Vazgeçmemekle birlikte, bir de Nâzım Hikmet’i sansür ediyor.
- Birçok tiyatronun kapanma noktasına geldiği ve birçok sanatsal projenin ödenek bulamadığı Türkiye'de sanat gereken desteği görüyor mu?
– Evet, örnekse sosyalist kimlikli Bulunmaz Tiyatro, polis marifetiyle sürekli olarak mühürlenip işlevsiz kılınırken, kendilerini devletin sıcak kollarına teslim eden kapitalist tiyatrolar Kültür Bakanlığı çanağı yalayarak, hangi sınıfa hizmet ettiklerini yaftalamış oluyorlar.
- Sanatın gelişmesi için siyasetin desteği şart mı?
- Yooo!... Sanatçı, zaten bir sınıfın siyasetini yaptığı için, kendiliğinden, o sınıfın siyasal desteğini almış oluyor. Kültür Bakanlığı çanağı yalayanlar, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için tiyatro yaparlarken, emekçilerden yana tavır alan tiyatrolar da sosyalist siyasetin işaret fişeklerine dikkat ediyorlar.
- Tiyatrocular neden geçimini tiyatrodan sağlayamaz hale geldi?
– İzleyicisine güvenmedikleri için. Kültür Bakanlığı çanağı yalamayı alışkanlık haline getirdikleri için.
- Sanatçıların siyasi görüşlerini açıklaması doğru mu?
– Açıklamasalar da olur. Kültür Bakanlığı çanağı yalayanlar sağcı, yalamayanlar solcudur. Doğal ki bu çok kaba bir kategoridir. Ayrıntılı olarak irdelenebilir.
- Türkiye'de sanata sansür uygulanıyor mu?
– "Allah’ına kadar!" Sansürü uygulayanların başında, tiyatro maskesi takan tiyatro karşıtları geliyor. Kim bunlar? İftiracı Özdemir Nutku, yalancı Mustafa Demirkanlı, 3. Abdülhamid Ahmet Ertuğrul Timur, Kazmacıbaşı Örhan Alkaya, Lemi Bilgin… Ve bu tiyatro simsarlarından güç alan politikacılar, yerel yöneticiler, mülki amirler… Ve daha bir sürü zavallı...
- Sanatçıların siyasete atılmaları partilerin oy oranını etkiler mi?
– Etkilese ne olur, etkilemese ne olur? Önemli olan sanatçının hangi sınıfı temsil ettiğii. Bizim için önemli olan emekçilerin evreninin zenginleşmesi, emekçilerin iktidara yürümesi.
25 Mart 2009 Çarşamba
KURHAN'IN ÇÖP KUTUSU / 1
Tiyatrom’un Kapanması Ne Anlama Geliyor?
Ömer F. Kurhan
25 Mart 2009
Daha önce sıra dışı ve esin verici bir tiyatro sitesi olarak Tiyatrom’un kapanmasını ele alacağımı söylemiştim. Bu sözümü biraz gecikmeli olarak bu yazıda yerine getirmeye çalışacağım.
Ertuğrul Timur 2008 Mart ayında Tiyatrom’u kapatmaya hazırlanırken yedi tane yazı yayımladı. Kapanışın ilan edildiği hafta her gün bir yazı yazıldı. Bunlar “VEDA SAYISI”nda yayımlandı ve www.tiyatrom.com/index3.htm linkinden ulaşmak mümkün.
Bu yedi yazının ilkinde, Bulunmaz-Büktel ikilisinin Tiyatrom’a dönük bıktırıcı saldırılarının kapanmada belirleyici olmasa da yıpratıcı bir faktör olduğunu belirtildi. Fakat asıl şikâyet konusu bu saldırı karşısında tiyatro çevrelerinin duyarsızlığı ve müdahaleden uzak durmaları.
Temel faktörler ise ikinci yazıda açıklanmış: “Ekip kuramadık. Dışardan yazı röportaj yollayan sayısı arttı ama bu ekip anlamına gelmeyen eklektik katkılardı ki, işi azaltmak bir yana bana düşen işi daha da arttırıyordu.”
Aynı yazıda dönemsel olarak Türkiye tiyatro ortamının açmazlarına vurgu yapılmış ve sadece Tiyatrom’u kapatmak değil, tümden tiyatro ortamından çekilmek gibi bir tavır sergilenmiş: “Ve hepsinden önemlisi de… bu ilk siteyi açıştaki amaçlarımı düşününce çok da güvencim kalmadı tiyatro dünyasına.”
Tiyatrom’un kapanış tarihinin 27 Mart Dünya Tiyatro Günü olarak tespit edilmesini, bir uyarı ve protesto olarak okumak mümkün.
Bugün, Üstün Akmen gibi pozitif enerji yaymaya çalışan tiyatro eleştirmenleri dahi Türkiye tiyatrosuna dönük gelecek endişesi içinde olduklarını açıklamak zorunda kalıyorlar. Bunlar Tiyatrom’un kapanışını doğrulayan çıkışlardır: 2000’lerdeki tiyatro patlaması ne aydınlanma ne de politik duyarlılık adına pek bir şey vaat etmiyor. Dolayısıyla, Tiyatrom devam etse bile yine bir ekip kurulamayacak ve organik geri besleme kanalları açılamayacaktı.
Ortada ciddi bir kirlenme ve nitelik sorunu var. Bundan en fazla geleceği temsil eden genç kuşaklar etkileniyor ve sadece bugün değil, yarınlar da riske atılıyor.
Benim bu konudaki görüşüm yıllardır bellidir: 2000’lerdeki tiyatro patlamasına entelektüel ve politik yaratıcılık eşlik etmedi. Tiyatrom’un kapanması da bu olgu ile doğrudan bağlantılıdır. Hâlâ ihtiyaç duyulan, aydınlanma ve politik duyarlılık adına yaratıcı ve öncü dinamiklerin örgütlenmesidir.
Tiyatrom’un sekiz yıllık tiyatro yayıncılığı deneyiminin karşı karşıya kaldığı açmaz sübjektif değildir. Bir şekilde zaten çürüdükçe çürüyen sisteme adapte olmalar, yenilenme adına ithal ikameci “yenilikler” peşinde koşmalar, siyasal tiyatro adına nostaljik anma ve kutlamalar ya da sol tiyatro adına ulusalcılaşıp AKP’ye yüklenir gibi yapmalar gerçekte çözüm değildi ve olamadı.
Tiyatroların çeşitlenmesi de sayısı da arttı, ama kültürel-politik bir nitelik sıçraması kaydedilemedi. Tiyatrom da bu nicelik patlamasına ayna tutmak zorunda kaldı. Kültürel politik bir duruşla gündeme müdahil olmaya ya da gündem yaratmaya kalktığında, hiçbir zaman yeterli katılım ya da desteği bulamadı.
Tiyatrom, Ertuğrul Timur’un “tek kişilik örgüt” gibi denilen olağanüstü performansı sayesinde dinamik ve öncü bir değişken olmayı başarmıştı. Fakat genel tavır şudur: Bir yayın organı çıksın, orada tanıtımımız yapılsın, yazıyorsak arada sırada yazılarımız da yayımlansın, ama bu yayın organına nitelik kazandırmak için oturup uğraşmaya ne vaktimiz ne de enerjimiz var.
Tiyatro yayıncılığına toplumsal aydınlanma işlevi yükleme ve kapsamlı bir şekilde tiyatro sanatıyla geri besleme ilişkisi kurma sorunları her zaman gündemde kalmaya devam edecektir. Sorun oturup gerçekten bu meseleyi ele almak ve ona göre bir yol tutturmak.
Bu işe gerçekten kimler istekli ve bir şeyler yapma uğraşında; en başta onların bir araya gelip konuşmaya başlaması, hedeflerin de ona göre belirlenmesi lazım.
Tiyatrom kapanırken şu söylense daha iyi olabilirmiş: Ben hâlâ buradayım; bu işi gerçekten paylaşarak ve hakkını vererek yapmak isteyenler öne çıksın.
Şahsen ben Tiyatrom’un sekiz yıllık tiyatro yayıncılığı deneyiminin sonlandırılmasını bir meydan okuma olarak değerlendirme eğilimindeyim.
mailto:fkurhan@gmail.com
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Teatral Kirlenmenin Önüne Geçilmesinde Kamusal Ciddiyet Esastır
Eski Tiyatrom Editörü Ertuğrul Timur’a Bir İtiraz ve Çağrı
Tiyatro Yayıncılığına Kısa Bir Bakış
(Kaynak: Mustafa Demirkanlı'nın tiyatrodergisi.com.tr sitesi)
***
Bir Sansür Balonu
Tiyatro alanında sık sık söylentiler ortaya atılır. Bunların kamusal olarak ne kadar ciddiye alınıp alınmayacağını bir yerde basın yayın organlarına taşınması ve tartışmaya değer bulması tayin eder. İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nda Sönmez Atasoy’un Yahya Kemal’i konu alan “Kendi Gök Kubbemiz” adlı eserinin sansüre uğradığı iddiası, ilk defa 5 Mart 2009 tarihli “Bayram Değil Seyran Değil… Şehir Tiyatrosu Yahya Kemal’i Niçin Öptü?” yazısıyla Nedim Saban tarafından ortaya atıldı. Ve uzun süre gündemde kaldı. Ben bu tartışmaya giderek külleniyor gözüyle bakıyordum. Fakat Tiyatro Dünyası’nda yazmaya başlayan Rıfkı Demirelli ısrarla sansür iddiasını gündemde tutuyor. Bu bir bakıma iyi oldu. Nedim Saban ve Rıfkı Demirelli’nin yazıları tiyatro alanında olup bitenler karşısında ilkesel yaklaşımın nasıl da kolayca aşınabildiğini gösteriyor. Yahya Kemal’in bir şiirinin “Kendi Gök Kubbemiz” oyunumdan çıkarılmasının yazarın iradesini çiğneyen bariz bir metin sansürü olmadığını daha en başta anlamıştık. Sansür edildiği söylenen şiirin gösteriye sonradan eklendiğini ve 2008-2009 sezonu gösterimlerinden çıkarıldığını da biliyoruz. Bu noktada merak edilen, bu çıkarma işleminin gösteri kadrosuna dışardan zorla dayatılıp dayatılmadığı oldu. Fakat açıklamalar gösterdi ki böyle bir durum yok. Bu durumda hâlâ Yahya Kemal’in şiiri sansür kurbanı oldu diyebilir miyiz? Daha da önemlisi, bu iddiayı ortaya atanların dönüp bu konuda yanıldık ya da yanıltıldık demeleri gerekmez mi? Fakat böyle bir açıklama yok. Aksine İ.B.B. Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği’nin örtülü bir diktatörlük kurduğu ve gösteri kadrosunun buna boyun eğdiğini ima eden ısrarlı söylemler var. Yani sansür iddiası komplo teorileriyle sürdürülüyor. Bu durumda, sansür iddialarına ev sahipliği yapan Tiyatro Dünyası’nın editöryal çizgisini sorgulamak kaçınılmaz hale geliyor. Tamam, Tiyatro Dünyası, Yahya Kemal’in sansüre uğradığı iddiasını bazı yazarlar aracılığıyla az çok gündemleştirdi. Fakat artık işin habercilik kısmına odaklanarak bir sonuca ulaşması gerekmiyor mu? Ortada kanıt diye sunulan belgeler, yazılı beyanlar, köşe yazıları vs. var, ama Tiyatro Dünyası şöyle ya da böyle bir sonuca ulaşamıyor. Söz konusu olan sanatsal, felsefi ya da kültürel-politik görüş ayrılıkları olsa bu durumu tuhaf karşılamak yanlış olur. Fakat söz konusu olan evrensel bir ilke olan ifade özgürlüğü ile ilgili. Bu durumda İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nı sansür şaibesi altında bırakmak sıradan bir eylem olarak kabul edilebilir mi? Tiyatro camiamızın sorunu şu: Evet, yer yer ilkesel çıkışlar yapılabiliyor. Örneğin Akşam gazetesi yazarı Aykut Işıklar İsrail katliamcılığını da kullanarak Nedim Saban’a Yahudi karşıtı ırkçı ifadelerle yüklendiğinde, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin öncülüğünde bir protesto gerçekleştirildi. Pek düzgün organize edilemese de, bir imza kampanyasıyla daha geniş kesimlerin protestoya katılımını sağlayan bir çıkış da yapıldı. Fakat benim istisnai bulduğum bu tip çıkışlar şu gerçeği değiştirmiyor: İlkesel aşınmalar hep ağır basmakta, söylenti ve dedi kodu kural haline gelmektedir. Yahya Kemal sansür edildi iddiasının, İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nda bitmesi beklenmemesi gereken iktidar çekişmelerinin ürünü olduğunu söylemek mümkün. Bu tavır, etik ve hukuki denetimden yoksun iktidar savaşlarına prim verdiği ölçüde teatral kirlenmeyi de teşvik ediyor. Bu arada ciddiyetle üzerine gidilmesi gereken vakalar da gümbürtüye gidiyor. Bu sadece profesyonel tiyatro bölgesinin sorunu değil; amatör” ve muhalif denilen tiyatro bölgelerine bakıldığında da benzer olaylar yaşanıyor. Her yerde olduğu gibi İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nda da iktidar çekişmelerinin yaşanması doğaldır. Fakat bu oyunun kurallarının olması gerekir. Örneğin iktidar çekişmesinde sansür bir araca dönüşüyorsa bu kabul edilemez. Aynı şekilde, temelsiz bir şekilde sansür iddialarının ortaya atılması da kabul edilemez. Bu tip yaklaşımlar daha doğru alternatiflerin üretimine değil, kirlenmeye hizmet eder. Daha önce çeşitli vesilelerle İ.B.B. Şehir Tiyatrolar çatısı altında yaşanan “Yedi Tepeli Aşk”ın bir sansür dayatması yaşadığını dile getirmiştim. Aynı dönemde çeşitli hassasiyetler nedeniyle açıkça gösterimi engellenen başka oyunlar da vardı. Niçin bunlar değil de “Yedi Tepeli Aşk” gündemi öne çıktı? Pekiyi çıktı da ne oldu? Tiyatro camiamız gümbür gümbür bir muhalafetle sansür dayatmasına, nihayetinde bu dayatmaya boyun eğilmesine ve oradan da başka engellemelere mi odaklandı? Mesele şu: Mevcut İ.B.B. Şehir Tiyatroları yönetiminin bir şekilde yıpratılıp iktidardan düşürülmesi gerekiyor. Bu nedenle yönetimin ölümcül hatalar yapması gerekiyor. Öyle ki, yeri geldiğinde sansür balonu uçurmakta sakınca görülmüyor. Evet, iktidarı ala aşağı etmek gibi bir istek ve hararet olduğu kesin; ama yerine ne koyacaksın ya da alternatif olarak neyi öneriyorsun, öneriyorsan niçin harekete geçmiyorsun belli değil. İktidar düşsün bir, sonrasına bakarız. Durum aynen yüksek siyaset sahnesinde olan bitenlere benziyor. Türkiye’de CHP ne kadar muhalefetse, Orhan Alkaya karşıtları da o kadar muhalefet. Olur olmaz itiraz et; gerisi tufan… Pekiyi Alkaya AKP mi? O da değil. Öyleyse bu olan bitenlerin anlamı ne? Geçenlerde Tiyatro Dünyası editörü Can Törtop’un Genco Erkal’la yaptığı söyleşinin ses kaydını dinledim. Genco Erkal’ın bir tespiti dikkatimi çekti. Uzun süre Dostlar Tiyatrosu genç seyircilerle buluşmakta zorlanmış. Fakat Beckett’in “Oyun Sonu” adlı eseri sahnelendiğinde arzulanan buluşma bir şekilde gerçekleşmiş. Doğrudur; tiyatro alanında dünya ve memleket meselelerini biraz ciddiye alan ve açmazlar karşısında umutsuzluğa kapılan gençler absürd tiyatroya yöneliyorlar. “Umurum mu?” demeye çalışanlar ise yine Genco Erkal’ın deyimiyle “kakara kikiri”lerle oyalanıyorlar - ki bu trend “Recep İvedik” fenomeniyle tavana vurmuş durumda. Yani ortada dünyayı değiştirmek isteyen belirgin bir gençlik dinamiği yok. Bir adım daha atarak, değişimi ve aydınlanmayı teşvik eden güçlü entelektüel çevreler var mı, bir de onu sorgulamak lazım – ki bu genç nesilleri aşıp da gençlerden şikayet edenleri bağlayan bir sorun. İ.B.B. Şehir Tiyatroları hakkında dönen tartışmalar da absürdizm ve kakara kikiri’ler arasında bir yerlerde dönüyor. Bu açmazın üstesinden gelmenin yolları var elbette. Bir tanesi de örneğin sansür ile sansür balonu arasındaki ayrımı gözetmek ve ona göre tutum geliştirmek.
Ömer F. Kurhan fkurhan@gmail.com
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Tiyatrom’un Kapanması Ne Anlama Geliyor?
Teatral Kirlenmenin Önüne Geçilmesinde Kamusal Ciddiyet Esastır
Eski Tiyatrom Editörü Ertuğrul Timur’a Bir İtiraz ve Çağrı
Tiyatro Yayıncılığına Kısa Bir Bakış
(Kaynak: Mustafa Demirkanlı'nın tiyatrodergisi.com.tr sitesi)
***
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 1
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 2
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 3
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 4
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 5
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 6
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 7
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 8
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 9
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 10
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 11
***
DEMİRKANLI'NIN ÇÖP KUTUSU / 1
***
Çöp Biraderler; Yalancı Mustafa Çöp, Sansürcü Ahmet Ertuğrul Çöp, Karanlık İşçisi Ömer F. Çöp, aynı çöplükte buluşup seri iftira imâlatına başladılar!
Ömer F. Kurhan
25 Mart 2009
Daha önce sıra dışı ve esin verici bir tiyatro sitesi olarak Tiyatrom’un kapanmasını ele alacağımı söylemiştim. Bu sözümü biraz gecikmeli olarak bu yazıda yerine getirmeye çalışacağım.
Ertuğrul Timur 2008 Mart ayında Tiyatrom’u kapatmaya hazırlanırken yedi tane yazı yayımladı. Kapanışın ilan edildiği hafta her gün bir yazı yazıldı. Bunlar “VEDA SAYISI”nda yayımlandı ve www.tiyatrom.com/index3.htm linkinden ulaşmak mümkün.
Bu yedi yazının ilkinde, Bulunmaz-Büktel ikilisinin Tiyatrom’a dönük bıktırıcı saldırılarının kapanmada belirleyici olmasa da yıpratıcı bir faktör olduğunu belirtildi. Fakat asıl şikâyet konusu bu saldırı karşısında tiyatro çevrelerinin duyarsızlığı ve müdahaleden uzak durmaları.
Temel faktörler ise ikinci yazıda açıklanmış: “Ekip kuramadık. Dışardan yazı röportaj yollayan sayısı arttı ama bu ekip anlamına gelmeyen eklektik katkılardı ki, işi azaltmak bir yana bana düşen işi daha da arttırıyordu.”
Aynı yazıda dönemsel olarak Türkiye tiyatro ortamının açmazlarına vurgu yapılmış ve sadece Tiyatrom’u kapatmak değil, tümden tiyatro ortamından çekilmek gibi bir tavır sergilenmiş: “Ve hepsinden önemlisi de… bu ilk siteyi açıştaki amaçlarımı düşününce çok da güvencim kalmadı tiyatro dünyasına.”
Tiyatrom’un kapanış tarihinin 27 Mart Dünya Tiyatro Günü olarak tespit edilmesini, bir uyarı ve protesto olarak okumak mümkün.
Bugün, Üstün Akmen gibi pozitif enerji yaymaya çalışan tiyatro eleştirmenleri dahi Türkiye tiyatrosuna dönük gelecek endişesi içinde olduklarını açıklamak zorunda kalıyorlar. Bunlar Tiyatrom’un kapanışını doğrulayan çıkışlardır: 2000’lerdeki tiyatro patlaması ne aydınlanma ne de politik duyarlılık adına pek bir şey vaat etmiyor. Dolayısıyla, Tiyatrom devam etse bile yine bir ekip kurulamayacak ve organik geri besleme kanalları açılamayacaktı.
Ortada ciddi bir kirlenme ve nitelik sorunu var. Bundan en fazla geleceği temsil eden genç kuşaklar etkileniyor ve sadece bugün değil, yarınlar da riske atılıyor.
Benim bu konudaki görüşüm yıllardır bellidir: 2000’lerdeki tiyatro patlamasına entelektüel ve politik yaratıcılık eşlik etmedi. Tiyatrom’un kapanması da bu olgu ile doğrudan bağlantılıdır. Hâlâ ihtiyaç duyulan, aydınlanma ve politik duyarlılık adına yaratıcı ve öncü dinamiklerin örgütlenmesidir.
Tiyatrom’un sekiz yıllık tiyatro yayıncılığı deneyiminin karşı karşıya kaldığı açmaz sübjektif değildir. Bir şekilde zaten çürüdükçe çürüyen sisteme adapte olmalar, yenilenme adına ithal ikameci “yenilikler” peşinde koşmalar, siyasal tiyatro adına nostaljik anma ve kutlamalar ya da sol tiyatro adına ulusalcılaşıp AKP’ye yüklenir gibi yapmalar gerçekte çözüm değildi ve olamadı.
Tiyatroların çeşitlenmesi de sayısı da arttı, ama kültürel-politik bir nitelik sıçraması kaydedilemedi. Tiyatrom da bu nicelik patlamasına ayna tutmak zorunda kaldı. Kültürel politik bir duruşla gündeme müdahil olmaya ya da gündem yaratmaya kalktığında, hiçbir zaman yeterli katılım ya da desteği bulamadı.
Tiyatrom, Ertuğrul Timur’un “tek kişilik örgüt” gibi denilen olağanüstü performansı sayesinde dinamik ve öncü bir değişken olmayı başarmıştı. Fakat genel tavır şudur: Bir yayın organı çıksın, orada tanıtımımız yapılsın, yazıyorsak arada sırada yazılarımız da yayımlansın, ama bu yayın organına nitelik kazandırmak için oturup uğraşmaya ne vaktimiz ne de enerjimiz var.
Tiyatro yayıncılığına toplumsal aydınlanma işlevi yükleme ve kapsamlı bir şekilde tiyatro sanatıyla geri besleme ilişkisi kurma sorunları her zaman gündemde kalmaya devam edecektir. Sorun oturup gerçekten bu meseleyi ele almak ve ona göre bir yol tutturmak.
Bu işe gerçekten kimler istekli ve bir şeyler yapma uğraşında; en başta onların bir araya gelip konuşmaya başlaması, hedeflerin de ona göre belirlenmesi lazım.
Tiyatrom kapanırken şu söylense daha iyi olabilirmiş: Ben hâlâ buradayım; bu işi gerçekten paylaşarak ve hakkını vererek yapmak isteyenler öne çıksın.
Şahsen ben Tiyatrom’un sekiz yıllık tiyatro yayıncılığı deneyiminin sonlandırılmasını bir meydan okuma olarak değerlendirme eğilimindeyim.
mailto:fkurhan@gmail.com
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Teatral Kirlenmenin Önüne Geçilmesinde Kamusal Ciddiyet Esastır
Eski Tiyatrom Editörü Ertuğrul Timur’a Bir İtiraz ve Çağrı
Tiyatro Yayıncılığına Kısa Bir Bakış
(Kaynak: Mustafa Demirkanlı'nın tiyatrodergisi.com.tr sitesi)
***
Bir Sansür Balonu
Tiyatro alanında sık sık söylentiler ortaya atılır. Bunların kamusal olarak ne kadar ciddiye alınıp alınmayacağını bir yerde basın yayın organlarına taşınması ve tartışmaya değer bulması tayin eder. İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nda Sönmez Atasoy’un Yahya Kemal’i konu alan “Kendi Gök Kubbemiz” adlı eserinin sansüre uğradığı iddiası, ilk defa 5 Mart 2009 tarihli “Bayram Değil Seyran Değil… Şehir Tiyatrosu Yahya Kemal’i Niçin Öptü?” yazısıyla Nedim Saban tarafından ortaya atıldı. Ve uzun süre gündemde kaldı. Ben bu tartışmaya giderek külleniyor gözüyle bakıyordum. Fakat Tiyatro Dünyası’nda yazmaya başlayan Rıfkı Demirelli ısrarla sansür iddiasını gündemde tutuyor. Bu bir bakıma iyi oldu. Nedim Saban ve Rıfkı Demirelli’nin yazıları tiyatro alanında olup bitenler karşısında ilkesel yaklaşımın nasıl da kolayca aşınabildiğini gösteriyor. Yahya Kemal’in bir şiirinin “Kendi Gök Kubbemiz” oyunumdan çıkarılmasının yazarın iradesini çiğneyen bariz bir metin sansürü olmadığını daha en başta anlamıştık. Sansür edildiği söylenen şiirin gösteriye sonradan eklendiğini ve 2008-2009 sezonu gösterimlerinden çıkarıldığını da biliyoruz. Bu noktada merak edilen, bu çıkarma işleminin gösteri kadrosuna dışardan zorla dayatılıp dayatılmadığı oldu. Fakat açıklamalar gösterdi ki böyle bir durum yok. Bu durumda hâlâ Yahya Kemal’in şiiri sansür kurbanı oldu diyebilir miyiz? Daha da önemlisi, bu iddiayı ortaya atanların dönüp bu konuda yanıldık ya da yanıltıldık demeleri gerekmez mi? Fakat böyle bir açıklama yok. Aksine İ.B.B. Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği’nin örtülü bir diktatörlük kurduğu ve gösteri kadrosunun buna boyun eğdiğini ima eden ısrarlı söylemler var. Yani sansür iddiası komplo teorileriyle sürdürülüyor. Bu durumda, sansür iddialarına ev sahipliği yapan Tiyatro Dünyası’nın editöryal çizgisini sorgulamak kaçınılmaz hale geliyor. Tamam, Tiyatro Dünyası, Yahya Kemal’in sansüre uğradığı iddiasını bazı yazarlar aracılığıyla az çok gündemleştirdi. Fakat artık işin habercilik kısmına odaklanarak bir sonuca ulaşması gerekmiyor mu? Ortada kanıt diye sunulan belgeler, yazılı beyanlar, köşe yazıları vs. var, ama Tiyatro Dünyası şöyle ya da böyle bir sonuca ulaşamıyor. Söz konusu olan sanatsal, felsefi ya da kültürel-politik görüş ayrılıkları olsa bu durumu tuhaf karşılamak yanlış olur. Fakat söz konusu olan evrensel bir ilke olan ifade özgürlüğü ile ilgili. Bu durumda İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nı sansür şaibesi altında bırakmak sıradan bir eylem olarak kabul edilebilir mi? Tiyatro camiamızın sorunu şu: Evet, yer yer ilkesel çıkışlar yapılabiliyor. Örneğin Akşam gazetesi yazarı Aykut Işıklar İsrail katliamcılığını da kullanarak Nedim Saban’a Yahudi karşıtı ırkçı ifadelerle yüklendiğinde, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin öncülüğünde bir protesto gerçekleştirildi. Pek düzgün organize edilemese de, bir imza kampanyasıyla daha geniş kesimlerin protestoya katılımını sağlayan bir çıkış da yapıldı. Fakat benim istisnai bulduğum bu tip çıkışlar şu gerçeği değiştirmiyor: İlkesel aşınmalar hep ağır basmakta, söylenti ve dedi kodu kural haline gelmektedir. Yahya Kemal sansür edildi iddiasının, İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nda bitmesi beklenmemesi gereken iktidar çekişmelerinin ürünü olduğunu söylemek mümkün. Bu tavır, etik ve hukuki denetimden yoksun iktidar savaşlarına prim verdiği ölçüde teatral kirlenmeyi de teşvik ediyor. Bu arada ciddiyetle üzerine gidilmesi gereken vakalar da gümbürtüye gidiyor. Bu sadece profesyonel tiyatro bölgesinin sorunu değil; amatör” ve muhalif denilen tiyatro bölgelerine bakıldığında da benzer olaylar yaşanıyor. Her yerde olduğu gibi İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nda da iktidar çekişmelerinin yaşanması doğaldır. Fakat bu oyunun kurallarının olması gerekir. Örneğin iktidar çekişmesinde sansür bir araca dönüşüyorsa bu kabul edilemez. Aynı şekilde, temelsiz bir şekilde sansür iddialarının ortaya atılması da kabul edilemez. Bu tip yaklaşımlar daha doğru alternatiflerin üretimine değil, kirlenmeye hizmet eder. Daha önce çeşitli vesilelerle İ.B.B. Şehir Tiyatrolar çatısı altında yaşanan “Yedi Tepeli Aşk”ın bir sansür dayatması yaşadığını dile getirmiştim. Aynı dönemde çeşitli hassasiyetler nedeniyle açıkça gösterimi engellenen başka oyunlar da vardı. Niçin bunlar değil de “Yedi Tepeli Aşk” gündemi öne çıktı? Pekiyi çıktı da ne oldu? Tiyatro camiamız gümbür gümbür bir muhalafetle sansür dayatmasına, nihayetinde bu dayatmaya boyun eğilmesine ve oradan da başka engellemelere mi odaklandı? Mesele şu: Mevcut İ.B.B. Şehir Tiyatroları yönetiminin bir şekilde yıpratılıp iktidardan düşürülmesi gerekiyor. Bu nedenle yönetimin ölümcül hatalar yapması gerekiyor. Öyle ki, yeri geldiğinde sansür balonu uçurmakta sakınca görülmüyor. Evet, iktidarı ala aşağı etmek gibi bir istek ve hararet olduğu kesin; ama yerine ne koyacaksın ya da alternatif olarak neyi öneriyorsun, öneriyorsan niçin harekete geçmiyorsun belli değil. İktidar düşsün bir, sonrasına bakarız. Durum aynen yüksek siyaset sahnesinde olan bitenlere benziyor. Türkiye’de CHP ne kadar muhalefetse, Orhan Alkaya karşıtları da o kadar muhalefet. Olur olmaz itiraz et; gerisi tufan… Pekiyi Alkaya AKP mi? O da değil. Öyleyse bu olan bitenlerin anlamı ne? Geçenlerde Tiyatro Dünyası editörü Can Törtop’un Genco Erkal’la yaptığı söyleşinin ses kaydını dinledim. Genco Erkal’ın bir tespiti dikkatimi çekti. Uzun süre Dostlar Tiyatrosu genç seyircilerle buluşmakta zorlanmış. Fakat Beckett’in “Oyun Sonu” adlı eseri sahnelendiğinde arzulanan buluşma bir şekilde gerçekleşmiş. Doğrudur; tiyatro alanında dünya ve memleket meselelerini biraz ciddiye alan ve açmazlar karşısında umutsuzluğa kapılan gençler absürd tiyatroya yöneliyorlar. “Umurum mu?” demeye çalışanlar ise yine Genco Erkal’ın deyimiyle “kakara kikiri”lerle oyalanıyorlar - ki bu trend “Recep İvedik” fenomeniyle tavana vurmuş durumda. Yani ortada dünyayı değiştirmek isteyen belirgin bir gençlik dinamiği yok. Bir adım daha atarak, değişimi ve aydınlanmayı teşvik eden güçlü entelektüel çevreler var mı, bir de onu sorgulamak lazım – ki bu genç nesilleri aşıp da gençlerden şikayet edenleri bağlayan bir sorun. İ.B.B. Şehir Tiyatroları hakkında dönen tartışmalar da absürdizm ve kakara kikiri’ler arasında bir yerlerde dönüyor. Bu açmazın üstesinden gelmenin yolları var elbette. Bir tanesi de örneğin sansür ile sansür balonu arasındaki ayrımı gözetmek ve ona göre tutum geliştirmek.
Ömer F. Kurhan fkurhan@gmail.com
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Tiyatrom’un Kapanması Ne Anlama Geliyor?
Teatral Kirlenmenin Önüne Geçilmesinde Kamusal Ciddiyet Esastır
Eski Tiyatrom Editörü Ertuğrul Timur’a Bir İtiraz ve Çağrı
Tiyatro Yayıncılığına Kısa Bir Bakış
(Kaynak: Mustafa Demirkanlı'nın tiyatrodergisi.com.tr sitesi)
***
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 1
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 2
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 3
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 4
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 5
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 6
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 7
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 8
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 9
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 10
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 11
***
DEMİRKANLI'NIN ÇÖP KUTUSU / 1
***
Çöp Biraderler; Yalancı Mustafa Çöp, Sansürcü Ahmet Ertuğrul Çöp, Karanlık İşçisi Ömer F. Çöp, aynı çöplükte buluşup seri iftira imâlatına başladılar!
23 Mart 2009 Pazartesi
Tescilli sansürcü Timur, sansürcülüğünü inkâr ediyor; tescilli yalancı Demirkanlı, yalancılığını gizliyor; Bulunmaz çalışanları,teşhirden vazgeçmiyor!
Ozan Akgül, Toprak Karaoğlu ve Emine Yalçın, tiyatro ve tiyatro yayıncılığı hakkında Hilmi Bulunmaz'la konuşuyorlar! from Cemal Bulunmaz on Vimeo.
Bulunmaz Tiyatro yöneticisi Hilmi Bulunmaz, "tiyatro sağlıkçısı" yardımcıları yazar Ozan Akgül, yazar Toprak Karaoğlu ve oyuncu Emine Yalçın'la birlikte, her pazar günü olduğu gibi, bu pazar günü de Türkiye tiyatrosunu "ameliyat masası"na yatırıp, bir "tiyatro cerrahı" olarak, tiyatro bedenindeki bozukluk, hastalık ve yaraları ince ince "ameliyat" ediyor.
Kanama olmayacak derecede tiyatrodaki kan dolaşımı dondurularak gerçekleştirilen bu "ameliyat", hızla, hem de şimşek hızıyla çürüyen Türkiye tiyatrosuna önemli bir müdahale olarak, tarihteki yerini alıyor.
Tam olarak 106.5 dakika süren bu "ameliyat"ın her saniyesi ilgiyle izlenmeyi hak ediyor. Yaklaşık 2 saat sürmesine karşın, bir ihtiyaca yanıt verdiği için, yukarıdaki "ameliyat"ı, çok kısa zaman içerisinde, tam 150 kişi izledi.
Coşkun Büktel, A. Ertuğrul Timur, Mustafa Şükrü Demirkanlı!...
23 Mart 2009 Pazartesi
Sorum Basit: “Evet” ya da “Hayır”. Hangisi?
Mustafa Demirkanlı
22.03.2009Büktel’i Her şeye Rağmen Adam Sanırdım Kendilerinden menkul dürüstlük anlayışları iflas etti sananlar, iflasın ne olduğunu bilmiyor demektir. Rezil olduklarını düşünenler bu ülkede her şey olunur ama rezil olunmaz’ı bilmiyorlar demektir. Ertuğrul Timur, Tiyatro Dergisi’ni ve beni bu süreçte savunma ihtiyacı duymuş ve bir yazı ile meseleyi toparlamış, sağ olsun. Ama gerek yok, yazı ile, laf ile, söz ile bu ikiliye hiçbir şey anlatılamaz, gerek de yok, onlar zaten kendilerini anlatıyorlar, “geri zekalıların bile anlayacağı” bir biçimde. Onun için yapılması gereken tek şey son on günün yazışmalarına bakmak. Ertuğrul Timur, Tiyatrom’un yayınına son verdikten sonra, tiyatrodan elini eteğini çekti, doğru da yaptı. Bir yıl sonra Bulunmaz&Büktel ikilisi saldıracak kimseyi bulamadıkları bir süreçte –ki onların tek besini birilerine saldırmaktır, tek başına kendilerini ifade edemezler- Timur’a sataştılar, Timur çok az tanık olduğum öfkesiyle, saldırılarının her birine detay detay yanıt verdi. Takip edenlerin bildiği gibi, Timur’un cevap haklarını engellediler, engellemekle kalmadılar “Çöp kutusu” icat edip yazılarını oraya attılar, akıllarınca aşağıladılar. Bizim yapmamız gereken, gerek Timur’a gerekse de aynı terbiyesiz ve seviyesiz tavra maruz kalan İATP-G’ye ve/veya Ömar F. Kurhan’a portalımızı açmaktı, açtık. Sonrasında neler oldu? Aşağıda aktaracağım. Timur, bu ikilinin faşizan baskılarına boyun eğmedi, kamuya açık ve video kaydına alınacak tartışmaya davet etti, sonucu da belirterek. “Size yanıtım buyurun seyircili bir salon ortamında yüz yüze polemiğe! Sinsi ya da açık sansürün olamayacağı tek alana davet ediyorum! Söz veriyorum masanın altında bana destek veren olup olmadığına bakmanıza da izin vereceğim! Şunu da hemen belirteyim ki sizin böyle bir cesaretiniz olduğunu sanmıyorum.” Tabii ki böyle bir cesaretleri yoktu, yanıt bile veremediler, sonrasında Bulunmaz bir video show’unda teke tek yapalım demiş, mahcup bir şekilde. Büktel de üzerine atlayıverdi. Saçma sapan yazılar, savlar ileri sürdü: Timur, aşağıdaki net soruma "net olmayan bir yanıt" gönderdi. Timur'un net olmayan yanıtını yine "Timur'un çöp kutusunda" yayınlıyoruz. Timur'un bundan sonraki sataşmalarını, (artık şeref ve haysiyetten bile bahsetse) yine çöp olarak yayınlayacak, ama (Timur aşağıda açıkladığımız Trabzon iftirasıyla ilgili şartımızı yerine getirinceye kadar) bu çöplerin duyurularıyla ana sayfamızın gündemini bir daha işgal etmeyeceğiz. Evet, ne alaka dediğinizi duyar gibiyim, oysa Trabzon iftirası dediği, olayın kahramanlarından biri olan Levent Çağlayan’ın yazılı açıklamaları ortada durup duruyor ve bu açıklamalar yapıldığında ne Büktel ne de Bulunmaz tek bir laf etmediler, karşı çıkmadılar. Ama zaten konu bu değil ki, gelin videoya da alınacak kamuya açık bir tartışmada ne söyleyecekseniz söyleyin, ben de söyleyeceklerim söyleyeyim, gelinin yeri darmış, sonra yeni dar gelmiş… sonrasını biraz aşağıda tamamlayacağım. Bu vıdı vıdının arasında not başlığı ile şöyle bir şey yayımladı Büktel: “NOT: Bizim "yalnızlığımıza" güvenerek, bize seyirciler önünde tartışma önerisi getirmiş olan iftiracı Timur, çöpe attığımız yazılarından birinde, Hilmi Bulunmaz'ın korkup o öneriyi reddettiğini söylüyor. Yani yine iftira atıyor: Bulunmaz, öneriyi reddetmedi. Hem kendisi hem de benim adıma, Timur'a kameradan verdiği cevapta (Bakınız: Bulunmaz, "8 Mart 2009 tarihli konuşma") bir karşı öneri getirdi: Timur'a, seyirci önünde ve tribün gürültüsü altında değil: kamera karşısında ve "teke tek" tartışalım, dedi. İster benimle, ister Büktel'le tartışabilirsin, dedi. Benimle tartışırsan orada Büktel olmaz, Büktel'le tartışırsan orada ben olmam; tartıştığımız mekanda, kamera başında durması için bile üçüncü bir kişi olmaz, dedi.” Kendilerini, kendilerinden menkul olarak “dürüst, mert, sözünün arkasında insanlar” olarak lanse etmeye çalışan bu acınası ikili, kendilerince şunu hesapladılar, Timur, bu öneriye yanaşmaz, biz de yırtmış oluruz. Ama, Timur’u tanımıyorlardı, tanımak gibi de bir niyetleri de yoktu, çünkü Timur’a yapılacak en son şeyi yapmışlar, birilerinim maşası olduğunu yazmışlardı, zaten Timur da bu “pis” tanımlamadan sonra buyurun, karşıma çıkın demişti. Ama dedim ya tanımıyorlardı, mürit yaşamına alışkın oldukları için herkesi kendileri gibi sanıyorlardı. Timur, uzun uzun kendine demokrat, hatta sosyalist diyenlerin halktan korkmamaları gerektiğini anlattı, ilkokul öğrencilerine ders verircesine uzattı da uzattı ve sonunda suratlarında patlayan şamarı nakşetti: “Görüşme esnasında sizin talebinize uygun olarak hiç kimse bulunmayacak bir gün ya da aynı günün değişik zaman dilimlerinde sadece Coşkun Büktel-Ertuğrul Timur, bir diğer zaman diliminde ise Hilmi Bulunmaz-Ertuğrul Timur’un katılımı ile olacaktır. Görüşmelerimizde masa üzerinde internet bağlantısı olacak, ihtiyaca göre internet üzerinden kanıtlar görüntüye girebilecek, konuşmacılar gerek duyuyorsa diğer belgelerini (video kaydı resim, belge vb gibi) projeksiyon sunumu ile yansıtarak kayda girmesini sağlayabileceklerdir.” Bütün dünyaları yıkıldı, kaçacak delik bulamaz oldular, bu yazı yazılana kadar da yanıtları boğazlarına düğümlenmiş olarak midelerinden çıkacak bir yol aramaya başladı. Büktel, yıllarca karşıma çıkacak bir kişi yok diye 3-5 okurunu dezenforme ettiğini sandı, kendini ve yakınındakileri avuttu ama artık deniz bitmişti. Peki Deniz Bitince Ne Yaptı Bu İkili? Anlatmayayım, son birkaç günün bloglarında tepeye çıkarttıkları haberlere göz atalım. Büktel’in -Fox Tv’ye yazdığı diziye reyting kazandırma çabası içinde olduğu- kişisel sitesi: 19 Mart: ““İFTİRACI VANDALLARIN İSİMLERİ DEĞİŞEBİLİR AMA YÖNTEMLERİ DEĞİŞMEZ Unutmamakta yarar var Coşkun Büktel / 7 Nisan 2007 (Yani 2 yıl önce) Büktel, yıl 2009, aylardan Mart, gel artık, günümüze gel. Timur, sizin önerinizi kabul etti, “olur” dedi, “tek tek gelin” dedi, “peki, kimse olasın” dedi. Heeey, yanıt bekliyor insanlar, müritlerin bile… Müridi Hilmi Bulunmaz ne yapıyor? Aynı yöntem; tek kale maç yaparak 3-5 iyi niyetli genci yanıltmak için elinden geleni, sahte tavır ve söylemlerle yanıltarak kendini avutmaya çalışıyor. Gündeme ilişkin tek satır yok. “Tescilli sansürcü Timur, sansürcülüğünü inkâr ediyor; tescilli yalancı Demirkanlı, yalancılığını gizliyor; Bulunmaz çalışanları, teşhirden vazgeçmiyor!” başlıkları attığı video görüntüleriyle “one man show” (yaparken, söylemlerine itiraz eden arkadaşlarına da en küçük bir saygı göstermeyerek, çoğul kullanıp, güç gösterdiğini sanarak sözümona iyiniyet beslediğini iddia ettiği iki genç insanı nasıl kullandığının da farkında değil demeyeceğim, hep yaptığını yapıyor: İnsanları kullanıyor.)ile sosyalistliğine inanmaya ve inandırmaya çalışıyor. Kendi deyim ve tavrıyla sorayım “Kardeşiiiiim, vıdı vıdı yapıp durma! Timur seni ve Şeyhini vıdı vıdıyı bırakın çıkın karşıma yüreğiniz varsa” diye davet etmedi mi? Etti. Bin bir dereden su getirdiniz. Hepsini kabul etti mi? Etti. Bu noktadan sonra kuyruğunuzu kıstırıp, “çöplüğünüze” gömüldünüz mü? Gömüldünüz. Sizin ahlakınız, sadece vur kaç üzerine mi oluşmuş, sizler bu kadar mı yüreksiz, bu kadar mı korkak ve de sıradan ahlaktan uzaksınız? Ertuğrul Timur size birkaç gömlek fazla geldiyse, nefret içeren kusmalarınızı kiminle tartışmak istersiniz? Hadi utanmayın, bizim çapımız Timur’a yetmez ama şu çıkarsa karşımıza onunla tartışırız demekten çekinmeyin, inanın ki, kimi gözünüze kestirdiyseniz onu ikna etmek için elimden geleni yaparım, korkak ve kaçak dövüşen “ikili”, yeter ki azıcık dürüst olun, mert olun, net olun. Büktel, bu cümle sana ait değil mi? “Benimle tartışırsan orada Büktel olmaz, Büktel'le tartışırsan orada ben olmam; tartıştığımız mekanda, kamera başında durması için bile üçüncü bir kişi olmaz, dedi.” Timur da şunu söyledi mi söylemedi mi? “Görüşme esnasında sizin talebinize uygun olarak hiç kimse bulunmayacak bir gün ya da aynı günün değişik zaman dilimlerinde sadece Coşkun Büktel-Ertuğrul Timur, bir diğer zaman diliminde ise Hilmi Bulunmaz-Ertuğrul Timur’un katılımı ile olacaktır. Görüşmelerimizde masa üzerinde internet bağlantısı olacak, ihtiyaca göre internet üzerinden kanıtlar görüntüye girebilecek, konuşmacılar gerek duyuyorsa diğer belgelerini (video kaydı resim, belge vb gibi) projeksiyon sunumu ile yansıtarak kayda girmesini sağlayabileceklerdir.” Siz de hiç utanma yok mu? Sansür ve dezenformasyon genel karakteriniz mi? Yalan sizin temel besininiz mi? Utanmak ve dürüst olmak sözcükleriyle hiç tanışmadınız mı? Herkesi ahmak mı sanıyorsunuz? Zavallılar, hadi bakalım tek kale maç yaparak bana ve dergime yönelik hakaretlerinizi tekrar “arşiv”den başlıklarıyla öne çıkartın, mastürbasyonunuzu yapıp, rahatlayınız, nasıl olsa korkaklığınızı, yalancılığınızı hiçbir zaman görmeyecek, kimsenin de görmediğini sanarak mutlu, mesut yaşayacaksınız, tıpkı Bulunmaz’ın yıllarca “devlet desteği” aldığını sakladığı gibi, tıpkı Bulunmaz’a sorduğum şu soruya yanıt vermediği gibi: “sonraki yıllarda devlet desteğine başvurdun mu?” Tekrar soruyorum: İki yıl üst üste devlet desteği aldıktan sonra, sonraki yıllardan birinde veya birden çoğunda devlet desteği almak için başvurdun mu? Çok zor bir soru mu? Yanıtını dergi kapağını ters çevirerek ve yalan yanlış söylemlerinle mi verdiğini sanacaksın. Sorum basit ve de tek sözcükle yanıtlanacak kadar basit: “evet” ya da “hayır”. Hangisi? Son söz: Hiç merak ettiniz mi? Neden kamuya açık tartışmadan kaçıyorlar? Hiç merak ettiniz mi? Neden kendi önerileri teke tek tartışmadan kaçıyorlar? Hadi merak edin ve bu küfürbaz, saldırgan ikiliyi değerlendirin. Hiç bir zaman gün yüzüne çıkamazlar, tehdit, küfür ve şantajla insanları sindirmeye, bıktırmaya, lanet olsun size deyip, susmaya sevk ederler ve siz bu nokaya gelince de zafer çoğlıklarını yükseltirler, tıpkı yarasalar gibidirler; ışıktan kaçarlar, gerçeklerden kaçarlar çünkü onların herşeyi yalandır, sahtedir. Tıpkı Bulunmaz'ın kuyumculuk yapıp, dizilerde oynayanlara küfrettiği gibi, tıpkı bu küfürleri sessizce onaylayan Büktel gibilerinin dizi yazarlığını sakladığı gibi, dizilerde oynayan ve mesleği oyunculuk olanlara küfreden Bulunmaz'ın arkadaşının dizi yazarlığına hiç ama hiç ses çıkartamadığı kadar ikiyüzlüdürler. Tıpkı Devlet Desteği alıp yıllarca gizleyerek, Devlet Desteği alanlara küfreden Bulunmaz gibi. Bunlar tıpkı, çok bildik, tanıdık siyasetçiler gibidirler; ne sorarsanız sorun onlar sadece kendi örümcek beyinlerindekileri haykırır, size asla yanıt vermez, asla ikiyüzlülüklerini kabul etmez. Onlar Bukalemun gibidirler asla tanıyamazsınız, sürekli biçim değiştirirler, sitelerinin başına özdeyiş gibi yazdılarını sahi sanmanızı isterler,asla ve asla utanmazlar isim vermeden suçladıklarından, asla utanmazlar kanıtsız, belgesiz insanları suçlamaktan, karalamaktan. Asla tükürdüklerini yalamaktan utanmazlar, yaladıkları tükürüklerini biriktirip tekrar tekrar kullanırlar. "Bunlar, Engerekler ve çıyanlardır, Bunlar, Aşımıza, ekmeğimize Göz koyanlardır, Tanı bunları, Tanı da büyü..." Ahmet ArifMustafa Demirkanli
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 04:06 0 yorum
Teatral Kirlenmenin Önüne Geçilmesinde Kamusal Ciddiyet Esastır
Ömer F. Kurhan
Neredeyse on yıldır kanayan bir yara olarak kabul ettiğimiz “tiyatro eğitiminde cinsel taciz” vakasında nihayet tiyatrocuların da iradesi devreye girer gibi oldu. Türkiye Tiyatrolar Birliği (TTB) yayımladığı bildiride, 1970’lerden beri muhalif tiyatro alanında konumlanan Mehmet Esatoğlu’na dönük taciz suçlamalarının bir araştırma komisyonunda ele alınması fikrine uzak düşmediğini açıkladı. Bu Mehmet Esatoğlu’na rağmen yayımlanan kurumsal bir açıklama değil; kendisi TTB’nin aktif üyelerinden. Dolayısıyla bildiride onun da imzası var. TTB bildirisi belirsizliğe ve soru işaretlerine ne kadar prim verirse versin, On yıllık gecikmeyle bu aşamaya gelinmesini olumlu bulduğumu belirtmek isterim. Meselenin bu kadar uzaması ve tarafların onayladığı bir araştırma komisyonunun hayata geçirilmesinde yaşanan gecikme, büyük ölçüde kurumsal hantallıktan, boş vermişliklerden ve hatta “Herkesin Tacizi Kendine!” anlayışından kaynaklanıyor. Ben bu vakada bazı sonuçlara ulaşılmasını, temelde tiyatrocuların iradesine değil, öğretmenler inisiyatifinin "EĞİTİMİN YOZLAŞTIRILMASINA VE SANATTA TACİZE VİCDANEN KARŞIYIM!" kampanyasına bağlıyorum. Meselenin kamusal ciddiyeti ancak bu aşamada daha anlaşılır hale geldi. Taciz konusunda başından beri bir taraf olan ve belli bir kanaat oluşturmanın ötesinde suçlamaların doğruluğunu savunan İATP-G ile Esatoğlu’nun da içinde yer aldığı ve taciz suçlamalarıyla ilgili farklı kanaatlere sahip TTB bileşenleri, ancak bu şekilde kamusal bir ciddiyet kazandırılamayan araştırma komisyonu fikrini hayata geçirme konusunda konuşmaya başladı. Buradan bir süredir tiyatro yayıncılığı alanında yaşanan ve indirgemeci bir bakış açısıyla “Timur / Büktel” ya da “Timur / Bulunmaz” ihtilafına geçmek istiyorum. İstenirse işin içine Mustafa Demirkanlı ve Ömer F. Kurhan da sokulabilir. Fakat bu tartışmanın lokomotifi Ertuğrul Timur; bu nedenle onun ismi öne çıkmaktadır. Kamuoyu açısından izlenmesi zor bu ihtilafın çözümü aslında çok basitti. Bu çözümü bizzat Ertuğrul Timur önerdi: Doğrudan kutuplaşmada yer almayan tiyatrocuların tanıklığına açık bir toplantı organize edilir ve Tiyatrom’a dönük sansür suçlaması orada ele alınır. Suçlamayı yapan Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattı bu öneriyi reddedince, zaten kendilerini mahkûm etmiş oldular. Çünkü artık onların savunduğu dedikodu yapma ve çamur atma özgürlüğüydü. Bu durumda sansür suçlamasının kendisini ciddi bir suçlama olarak ele almanın imkânı olabilir mi? Kamuyu (halkı) kale almayanı halk niye kale alsın? Hem sansür suçlaması yapacaksın, hem de ben bunu üçüncü kişilerin tanık olabileceği, sorularını sorabileceği bir ortamda tartışmam diyeceksin. Kendi adıma artık bu yayıncılık hattına yazı ya da haber göndermek gibi bir tavrı artık benimsemediğimi belirttim. Bunu keyfimden değil, tam da dedikodu ve çamur atma özgürlüğünü savunmak ve bunu sorgulanamaz hale getirmek gibi bir “ilkeye” imza attıkları için yaptım. Bu tam da Ertuğrul Timur’un dediği gibi “faşist” bir uygulamadır ve itiraz edilmesi gerekir. Bu ülkedeki siyasal faşizmin ayrıca teatral ve keyfi mikro-faşizmlerle beslenmesine ihtiyaç yoktur düşüncesindeyim. TTB’nin ve İATP-G’nin taciz suçlaması konusunda en azından konuşmaya başlaması, bu mikro-faşizmler dünyasının etkisiz kılınması adına önemli bir adımdır. Tiyatro yaparken evde kendi kendimize oynadığımız gibi oynamıyor, bunu kamusal bir sorumlulukla yapıyoruz. Umarım İATP-G ile TTB’nin zorlukla da olsa kurduğu iletişim, tiyatro alanında “kol kırılırsa yen içinde kalsın” duyarsızlıklarının aşılmasına ve magazin altı seviyede dedikodu ve suçlamaların mahkûm edilmesine katkıda bulunur.
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 04:03 0 yorum
Dünü ve Bugünü ile Tiyatro Yayıncılığımızda Burak Caney Hadisesi
A. Ertuğrul Timur - 21 Mart 2009
“BÜKTEL’İN BUGÜN İTİBARIYLA GELDİĞİ NOKTA BURAK CANEY’E SIĞINMAK”Coşkun Bükel ve Hilmi bulunmaz’ın artık normal düşünebildiğinden emin değilim ve ruhsal durumlarına yansıyan bu durumdan istemeden de olsa kendimi de bir anlamda sorumlu tutarak artık bu yazışmaların son bulmasını dilediğimi dile getirerek söze girmek istiyorum.Neden normal düşünebildiklerinden emin değilim açmam gerekiyor sanırım. Hatırlarsanız bizi (önce beni ardından da Ömer F.Kurhan’ı) sansürlemenin hemen öncesinde bir iddiaları vardı. Beni birilerinin yönlendirdiği, hatta yazılarımın yarısına kadar kendime, yarısından sonra ise arkamdaki ekibe ait olduğu gibi ecnnililer uydurmaya dek vardırmışlardı. (Ecinniler diyorum çünkü isim vermeden suçlamama prensipleri olduğuna göre bu arkamda olduğunu iddia ettikleri ekip “isimli” yani kişilerden değil de ecinnililerden oluşuyor olsa gerekti) Zaten madem öyle gelin yazıyla değil salon ortamında buluşalım bakalım o zaman da ağzımın içine yada beyin kıvrımlarıma cinler girmemişse, masa altında da gizlenip tüyo veren yoksa neye mal edeceksiniz görelim demiştim.Büktel ve Bulunmazın artık normal düşünemediklerine ilişkin tek bulgu bu değil elbet. Yine hatırlarsanız bütün yazdıklarımızın aslında kendilerini bloke etmek için, o gündeme taşıdıkları çok önemli konuları örtülemek için olduğunu iddia etmişler ve sonrası açık sansüre dek uzanacak sinsi sansürü de bu gerekçeyle başlatmışlardı (her sansürcünün kendince geçerli nedeni vardır, bunlar da bu gerekçeye ve birkaç ipe sapa gelmez gerekçeye sığınmışlardı)Efendim acaba o ülke ve tiyatro gündemine ilişkin o çoookkk önemli konuları nelermiş merakla beklemeye başladık. Ama bir de baktık ki bunlar hem bizi sitelerini bloke etmekle suçluyor, bu nedenle cevap hakkımızla sitelerinin bloke edilmeyeceğini açıklıyor (aslında sansür ediyor) hem de bizler üzerine kocaman manşetler atıp sayfalarca yazılar yazmaktan geri durmuyor. Bu durumda da evet sitelerini yine biz bloke ediyoruz ama bunu biz değil kendileri yapıyor. Bu durumda “Eee ne oldu sizin önemli gündem konularınız?” , “E…, ne oldu eyvah bloke ediliyoruz endişeleriniz?” deme ve “Eee, madem sayfalarınızda bize kocaman yerler ayıracaksanız neden bizi sansürlediniz?” diye sorma hakkımız da doğuyor. Yani kendi sansürcülük gerekçelerini kendileri ortadan kaldırmış olmadı mı şimdi?Hoş gerçi gerekçelerini de bir türlü tutturamadılar ya… İlk gün “savlamak” kelimemi iftira sayıp özür dilemezsem yazılarıma yer vermeyeceklerine, ikinci gün bunun çok sudan bahane olduğunu görüp sitelerini bloke ettiğim için ve aslında arkamda kökü dışarıda nifak tohumu ekipler olduğu, sitelerinin bloke olmaması gerekçesine, birkaç gün sonra da “Trabzon-video” skandallarından dolayı özür gerekçesine dayandırdılar. Yani her fırsatta yazıyorum “her sansürcünün mutlaka kendince haklı gerekçeleri vardır” Ama bunlar gerekçe uydurabilmekten bile aciz kaldılar. Bunların sansürünün karın ağrısına bağlı bir sansür olduğu her geçen gün daha netleşti.Efendim konumuza dönersek, Bulunmaz ve Büktel’in artık normal düşünemediğinin bir kanıtı da bugün itibarıyla ortaya çıktı. Bizim yazdıklarımıza yanıt veremeyenler, Mehmet Atak konusunda özür bile dilemeyi beceremeyenler, okurlarını dezonforme ettikleriyle kalanlar, bizim karşımızda sonuç alamayınca sanal kahramanları Burak Caney’i yeniden ve kendi elleriyle hortlatarak acındırma, mağduru oynama politikasını devreye soktular ama bunu yaparken de adeta bir mazoşist gibi davrandılar.Öyle ya, ciddi bir yazar fotomontajla dansöz kıyafetiyle çizilmiş resmini ana sayfadan bir kez daha servis edip arkadaşına da servis ettirirken bir kez de kendi eliyle kendisini mağdur etmiyor mu? Burak Caney bu fotomontajı bir kez kullandı ama bunlar kendi fotomontajlarını defalardır kullanıyor. Bu durumda mağduru oynamak adına kendilerini biraz daha rezil ediyorlar diyebiliriz ki bu da olsa olsa mazoşist bir mağduriyet oyunu olsa gerek.Elbette Coşkun Büktel durduk yerde bunu öne çıkarmadı. Veremediği cevapların getirdiği yıkım psikolojisiyle son çare olarak başvurdu. Ve daha önce de defalarca yaptığı gibi sinsi bir şekilde Burak Caney’le bizleri özdeşleştirme çabasına girişti. Oysa ki isterse Burak Caney’in bütün montajlarını alt alta sıralasın benim son bir haftadaki somut sorularımın yanıtı olmadığı, yaptığı gafları temizlemediği, iftirasını temize çıkarmadığı, sansürcülüğünü ve dezenformasyonunu gizleyemediği tiyatro kamuoyunca gayet net görülüyor. Bu sadece kafaları karıştırma beyinleri bulandırma girişimidir ki çok acemice, çok zavallıca ve sadece tıpkı Burak Caney’in yaptığı gibi kendini rezil etmektir başka hiçbir şey değil.Şimdi bu aşamada belki geçmişi yeterince takip etmemiş okurlar olduğunu düşünerek Burak Caney hadisesini özetlemekte yarar var. Daha önce de yazdığım bazı satırları detaylandırarak anlatacağım.TİYATRO DÜNYAMIZDA BURAK CANEY VAKASI :BURAK CANEY İLK NE ZAMAN NASIL DOĞDU?Burak Caney'in tiyatro dünyasına musallat olma tarihi Şubat 2007 sıralarıdır. (Kaynak Hilmi Bulunmaz'ın kendi siteleri.)Fakat o tarihlerde Burak Caney tüm tiyatro yayıncılarını hedef alan bir şekilde piyasaya çıkmış ve çeşitli tiyatro mail grup ve forum sayfalarını kullanmaktadır. Sezer Soykök’ün Hilmi Bulunmaz’ın sitesindeki yazısı bunun kanıtıdır : http://hilmibulunmaz.com/content/view/1023/109 İkinci kanıt da yine Hilmi Bulunmaz’ın sitesindeki o dönem Tiyatronline yazarı olan ihsan Ata’nın yazısıdır. http://hilmibulunmaz.com/content/view/1027/109Hilmi Bulunmaz’ın sitesi Burak Caney’in ortaya çıktığı tarih olarak Şubat 2007’yi ispatlamaktadır ki Şubat 2007 tarihinde henüz Hilmi Bulunmaz ile benim olumsuz hiçbir çatışmam, fikirsel tartışmam olmadığı gibi tam tersine Hilmi Bulunmaz sık sık tiyatromun ele aldığı konuları, açtığı kampanyaları desteklemektedir. Coşkun Büktel’le ise bu tarihte e-mail alışverişimiz dahi olmamıştır.Zaten yukarıda linklerini verdiğim yazılardan da görüleceği üzere Burak Caney önüne gelene sataşarak polemik yaratmaya çalıştığı bellidir. Sezer Soykök'ün yazısından anlıyoruz ki Burak Caney ilk doğduğunda Tiyatrom, Tiyatronline ve Tiyatro Oyun'a ağır bir şekilde saldırmıştır. Yani en çok okunan iki tiyatro sitesini ve sosyalist olduğu vurgusu yapan Tiyatro Oyunu hedef almıştır. Benim kişisel kanaatime göre tiyatrocuları değil tiyatro yayınlarını hedef alan bu kişi muhtemelen bir tiyatro yayını çıkarmayı ve o dönemde var olanları yıpratıp öne geçmeyi hedeflemektedir, ki ilerleyen süreçte gerçekten resmi uzantılı bir site açması (www.tiyatrooyun.org) ve bir iki ay geçmeden Türkiye Tiyatrolar Birliği’nden ödül bile alması bu kanımı güçlendirmektedir. Fakat umduğunu bulamamaktan ya da yalan üzerine kurduğu ekibi koruyamamaktan olsa gerek doğduğu gibi sır olarak kaybolup gitmiştir.ALTINI ÖNEMLE ÇİZİYORUM, BURAK CANEY İLK ORTAYA ÇIKTIĞINDA TİYATROM, TİYATRONLINE VE TİYATRO OYUNU HEDEF ALMIŞTIR. NE COŞKUN BÜKTELE NE DE HERHANGİ BİR TİYATRO YAZARI YADA OYUNCUSUNA YÖNELİK SALDIRISI OLMAMIŞTIR. Şimdi, Hilmi Bulunmaz’ın kendi sitesindeki kanıtlarıyla ortada olan bu gerçeği düşünerek, bir fikir jimnastiği yapalım.Coşkun Büktel’in başı sıkıştıkça imalı yolla Burak Caney’in biz olduğumuz iddiası gerçek olsa ancak şöyle bir saçma öngörü olması gerek : Hilmi Bulunmaz beni destekliyor, bir çok yazım ve kampanyam için destek veriyor, ama belki ilerde ben onunla ters düşerim, Bir Burak Caney diye sanal tip yaratayım, ilerde Hilmi Bulunmaz beni desteklemezse Hilmi Bulunmaz’ı yıpratmak için onu kullanırım. Hatta ilerde anlaşılmasın diye şimdi Burak Caney’i kendime de saldırtayım gibi bir komik durum söz konusu olurdu. Hele Coşkun Büktel için bu iddiayı uyarlarsak daha da komik bir hal alır. Bir yerlerde benim hiç tanımadığım bir yazar var, belki bir gün o bana saldırır bende şimdiden önlem alıp bir sanal karakter yaratayım ilerde gerek olunca böyle bir yazar çıkarsa Burak caney’e fotomontaj yaptırtırım…..Evet henüz Hilmi Bulunmaz’ı yeni tanımaya başladığım ve gayet uyumlu yaklaşımlarımız varken, Coşkun Büktel’i hiç tanımadığım bir dönemde Şubat 2007’de Burak caney diye bir sanal tip forum sayfalarında tiyatro yayınlarına ateş püskürtüp yıpratmaya çalışmaktadır.Bundan sanıyorum birkaç sonra tiyatrom’dan theope polemiğine yer vermesi talebi Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz tarafından yükseltilmiş, tiyatrom bu polemiğe en nihayetinde yer vermiş, fakat editör olarak ben de bu konuda düşüncelerimi yazarak “Ben Özdemir Nutku’ya hak veriyorum, böyle bir kurulun başında ben de olsam ve en ufak bir şüphe hissetmişsem araştırılmasını önerirdim” yorumu yazılmıştır.İşte ancak bu yazımın ardından kızılca kıyamet kopmuş ve daha bir gün öncesine dek Tiyatrom’u yorumları ve kampanyaları ile destekleyen Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel resmen savaş ilanı sayılabilecek yaklaşımla tiyatrom’a ateş püskürmeye başlamıştır. Ardından Theope polemiği başlamış, Hilmi Bulunmaz’ın ilk yanıtına Mustafa Demirkanlı’dan karşı yanıt, buna cevaben de Hilmi Bulunmaz’dan küfür, sövgü dolu yanıt gelmiştir. Bu poleimik bu seviyede tiyatromda sürdürülemez denilerek tarafımdan sonlandırılmıştır. Bunun ardı ise bugün bile halen süren tartışmayı aşıp adeta sanal çatışmaya dönüştürülmüş durumdur.Fakat, unutulmamalıdır ki :Tiyatrom küfürlerle, sövgülerle dolu “Theope” polemiğinin yayınını kestiğinde,Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel Tiyatrom'u sansürcülükle suçlayıp 3. Abdulhamid diye manşetler attığında,Bununla da yetinmeyip “Ertuğrul Timur penis büyütücü satıyor” diye iftiraya başvurduğundaHenüz Burak Caney bu yaşananlara dahil değildir.Ancak bu çatışma bir hayli ilerledikten sonra ki tabi çok hızlı tırmanmıştır, işte o zaman Burak Caney bu konuya da dahil olmuştur. Yukarıda da değindiğim gibi önceleri tüm tiyatro yayıncılarını hedef alırken bu kez tiyatro yayıncıları arasındaki çatışmayı dikkate alarak tarafları bu çatışma psikolojisi altında kullanmayı denemiş ve başarılı da olmuştur.Burak caney evet başarılı olmuştur ama bu iki taraflı başarıdır. Bir noktada bizim ona dayanmamızı sağlarken bizim üzerimizde, ortamı daha da gerip Hilmi Bulunmaz veCoşkun Büktel’i bize karşı kışkırtırken, geride sahte ipuçları bırakıp onları bize küfürler ettirecek kadar öfkelendirirken de onları kullanmıştır.Burak Caney’in sahtekarlıkları : Burak Caney ortamı germekle kalmayıp zaman zaman sahte ipuçları da bırakmaktaydı. Gönderdiği bir fotoğrafta , bir p.point sunumda bazen Microsoft yazar hanesinde Yaşam Kaya, bazen Ertuğrul Timur, bazen Mustafa Demirkanlı, Bazen Hilmi Bulunmaz adı görülüyordu.(Bir resim yada p.point üzerinde Mouse sağ tıklayıp özelliklere girdiğinizde görülen yazar adı. Bizlerin bunları yollayan aslında kim merakı ile belgeleri inceleme ihtimalini göz önüne alıyordu elbette ve ipuçları sunuyordu)Öyle ki aynı resmi birimize farklı, diğerine değiştirilmiş farklı adlar işleyerek gönderebiliyordu. Bizlerin birbirinden bağımsız davrandığı düşüncesiyle herkese farklı ipuçları sunuyordu. Amaç herkesi birbirine düşman yapmak herkesi birbirinden şüphelendirmekti.Oldukça da başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki bir ara bu tiyatro dünyasında geyik konusu oluyor, Burak Caney sen misin soruları şakalarla soruluyordu. “Hilmi Bulunmaz sana çalak yalayıcı demişti Burak Caney belki de sensin” iddiaları tiyatro çevrelerinde şaka konusu oluyordu. Herkesten şüphelenilebiliyordu hatta ve hatta Burak Caney en çok Hilmi Bulunmaz ile uğraştığı halde Burak Caney’in aslında Hilmi Bulunmaz olduğu iddiası dahi Tiyatronline editörü Yaşam Kaya tarafından ispatladığı iddiası ile dile getiriliyordu ama o dönem Hilmi ve Coşkun beylerin en az bizler kadar hışmına, alaylarına, aşağılamalarına maruz kalan Yaşam Kaya’da Burak Caney olarak anılabiliyordu.Artık ciddi yada gayriciddi olarak herkesin Burak caney olup olamayacağı iddiaları konuşulurken elbette ilk zanlılar Mustafa Demirkanlı ve Ertuğrul Timur ve bizim kadar olmasa da çok sıklıkla Yaşam Kaya olarak akla geliyordu. Çünkü Burak Caney en çok (hatta uzunca bir dönem sadece) Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel’e saldırıyordu, bunlarla en çok çatışma olanlar da bizlerdik. Burak Caney de bu kanıyı güçlendirmek üzere adeta bizi bizden fazla savunur hale geliyordu.Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel Burak Caney tarafından bugün yayınladıkları türden fotomontajlarla aşağılayıcı ifadelerle öfkeden kudurtulurken Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel’de bize saldırı dozunu günden güne artırıyordu, öyle ki Burak Caney O….. Ç……dur ve Mustafa Demirkanlı ve Ertuğrul Timur’dur diyecek kadar ileri gidebiliyorlardı. (onlar yazıyla ve videoyla bu kelimelerin açık halini defalarca kullanmıştır ben kısaltmalarla yazıyorum)İşte tam bu şartlarda Hilmi Bulunmaz ve coşkun Büktel Burak Caney’in oyununa gelip saldırganlaşırken biz de küfür yiyecek kadar sertleşmiş saldırılar karşısında Burak Caney’in oyununa gelip onun açtığı kampanyaya ve “Küfürbazları Kınıyoruz” grubuna üye olarak oyuna geliyorduk.Baştan beri zaten amaç tiyatro yayıncılarının çatışmasını kızıştırmaktı ve gerginliğin artmasıyla da bunu başardı.Öyle ki Hilmi Bulunmaz videolarla kameranın içine baka baka Burak Caney O…… Ç…. dur ve Burak Caney Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı ve Yaşam Kaya’dır demeyi de aşıp en son “tiyatrom yazarları şerefsizdir!” deme noktasına dek vardırmıştır öfkesini ve küfürlerini.Bilindiği gibi ben özeleştirimi verdim ve öfkeyle de olsa Burak Caney gibi bir bilinmezin açtığı küfürbazları protesto ediyoruz grubuna üye olmam ve link vermem hataydı, mücadelemizi kendimiz vermeliydik deyip özür dilemiştim, fakat Hilmi Bulunmaz yada Coşkun Büktel ne ettikleri küfürler için, ne şerefsiz dedikleri tiyatroma yazanlar için, ne de bu gerginliği tırmandırdıkları için özür dilemedikleri gibi ŞİMDİ ARTIK ORTADA OLMAYAN BURAK CANEYİN GEÇMİŞTEKİ HAZİNESİNİ KULLANARAK YİNE GERGİNLİĞİ TIRMANDIRMAYI TERCİH EDEBİLİYORLAR.Minik bir ara not: Hilmi Bulunmaz tiyatrom okurlarından ve yazarlarından hatta arkadaşı Ulvi Alacakaptan’dan büyük tepki alınca bir minik özür diledi ki bu bize hak veren tiyatrom yazarlarından özür dilerim demişti ki bu da bir tek kişiye tekabül eden özürdü zira diğer hiçbir tiyatrom yazarı Coşkun Büktel’e yada Hilmi Bulunmaz’a hak verir bir yazı kaleme almamıştı. Yani bu özürden çok o kişi dışındakilere hakaretini pekiştiren bir özür!)dü.İDDİALAR :Yukarıda da yazdığım gibi artık bir geyik konusuna dönen Burak Caney hadisesinde iddialar ortaya atılmış ama kimse kim yada kimler olduğunu ispatlayamamıştı. Ne ortaya çıkardık, %99 tamam diye açıklamalar yapan Hilmi Bulunmaz ve coşkun Büktel ispatlayabildi, ne de somut bir şekilde kanıtladım Burak Caney aslında Hilmi Bulunmaz’ın kendisi diyen Yaşam Kaya ispatlayabildi ne de bir başkası…HİLMİ BULUNMAZ BURAK CANEY’İN BEN OLMADIĞIMI ONAYLADITiyatrom’u kapadıktan bir süre sonra yukarıda da sıraladığım yanlış yanıltıcı ipuçları gibi ortaya salınan bir sahte ipucu ile yeniden tiyatrom’un dolaysıyla benim Burak Caney olduğum iddiası yine gündeme gelmiş, ama ben tiyatromu kapadıktan sonra yumuşayan ortamla az da olsa yakınlaşma başlamıştı ve Hilmi Bulunmaz’a dilerlerse bu işin artık ortaya çıkarılması için her tür açıklığı sunmaya hazır olduğumu belirtmiş, Hilmi Bulunmaz’ın son dönemdeki en uzun süreli öğrencilerinden olan İ.T.Ü. Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü mezunu ve bilgisayar, internet konusunda da hepimizden daha uzman olan Kazım Şimşek arkadaşla bağlantı kurmuştuk. Kazım Şimşek oldukça yapıcı, son derece değerli ve alanında gerçekten uzman bir kişidir. Şifrelerime dek açıkça ortaya koyup dilerse gelip evimde de işyerimdeki bilgisayarlarda da inceleme yapması için davet ettim. Kendisi bu konuya oldukça zaman ayırarak , mesai harcayarak karşılıklı yazışmalarımızla da konuyu inceden inceye ele aldı. Bana da son derece değerli önerileri oldu. Ve sonuç olarak Burak Caney’in ben olmadığım kanaatinden emin olunca Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel’de bu konuda biz teknik bilgisine güvendiğimiz Kazım şimşek’i hakem kıldık ve o ikna olmuşsa bizim için de tamamdır açıklamasında bulundu. DAHA SONRASIArtık Mustafa Demirkanlı, Ertuğrul Timur, Yaşam Kaya, Hilmi bulunmaz, Coşkun Büktel çatışması/tartışması son bulmuştu. Tiyatrom kapanmış, Tiyatro Dergisi yeni tasarım nedeniyle uzunca süre yayından çekilmiş, Yaşam Kaya da kabuğuna çekilmişti. Çatışma sürecinin sonlarına, sükunet sürecinin başlarına doğru Burak Caney bir siteyle ortaya çıktı. Resmi bir siteyle üstelik de. www.tiyatrooyun.org adıyla yayına geçti. Artık tiyatrom yoktu, tiyatro dergisi portalı yayın dışıydı ama bu kez alenen ve açıkça Burak Caney resmi sitesiyle Hilmi bulunmaz ve Coşkun Büktel çatışması sürecekti bir süre daha. Bu süreçte beni en çok hayal kırıklığına uğratan Üstün Akmen, Orhan Aydın, hatta çok sevgili mizahçı dostum Cihan Demirci ve gibi isimlerin bu ne idüğü belirsiz kişi yada kişilerce çıkarılan ve artık hileleri çok net ortaya çıkmış tiyatro sitesine yazı yazması oldu. Hatta Özdemir Nutku hoca dahi açık destek vermiş, Tuncer Cücenoğlu başyazar gibi yer bulmuştu. Hayal kırıklığı diyorum çünkü bu kişiler tiyatrom’a yazarken bir değer yarattığımı ve bu kişilerin de bu yaratılan değerden dolayı tiyatrom’a yazdıklarını düşünürdüm hep bu da bana motivasyon olurdu. Oysa bu kişiler daha dün bir bugün iki ortaya çıkan bir siteye , üstelik de yayıncısı belirsiz bu siteye de hiç düşünmeden yazabiliyorlardı.İkinci hayal kırıklığım ise daha birkaç aylık bir yayın olan ve yayıncısı sanal bir kişilik olan www.tiyatrooyun.org a Türkiye tiyatrolar Birliği bir ödül vermeyi uygun buluyordu ve bunu da sosyalist bir tiyatronun yönetmeni Orçun Masatçı öneriyordu. Bu aslında beni hiç ilgilendirmeyen durum olsa da gerçekten 8 yıl gece gündüz tiyatro yayıncılığına emek vermiş benim için hayal kırıklığıydı, zira her şey bu kadar kolay ve basit olmamalıydı. Sanıyorum ki o an Burak Caney adlı kişiye duyduğum öfke Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel’in montajlarını gördüklerinde Burak Caney’e duydukları öfkeden de büyüktü. Bu ödülün üzerine yazdığım kınama yazısını ne zaman istersen bizde yazabilirsin diyen ne Tiyatrodunyasi.com’a , ne Tiyatronline’a ne de Tiyatro dergisi portalına değil Hilmi Bulunmaz’ın sitesine yolladım, yayınlattım zira kendilerine bir özür borcum olduğunu da düşünüyordum.En baştan düşünülürse Burak Caney doğru zamanda rolünü oynamayı başarmış, kimini öfkeden kudurtup, kiminin biriken iç patlamasını sömürüp bir anlamda amacına ulaşmıştır. En son aşamada çok kısa bir zamanda adının önünde Türkiye gibi bir geniş çerçeve barındıran Türkiye Tiyatrolar Birliği’nden ödül dahi alabilmiştir.BUGÜNE GELİRSEK:EVET BİZLER DE HİLMİ BULUNMAZ VE COŞKUN BÜKTEL DE BU OYUNA, BU DOLDURUŞA GELDİK. BELKİ SERTLEŞEN BİR POLEMİK OLARAK BAŞLAYIP BİTECEKKEN BU İŞ KÜFÜRLERE HAKARETLERE DEK VARDI. AMA BUGÜN HALEN ARTIK ORTADA OLMAYAN BURAK CANEY BİLİNMEZİNİN BU DEFA COŞKUN BÜKTEL ELİYLE HORTLATILIP ORTAYA ÇIKARILMIŞ OLMASI DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR.COŞKUN BÜKTEL NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR? DİLİYORSA SESSİZ KALMAMA HAKKINI KULLANIP SORDUĞUM HİÇ BİR SORUYA YANIT VERMEZ, DİLİYORSA TİYATRO DÜNYASI GÖZÜ ÖNÜNDE MAHKUM OLUP SANSÜRCÜLÜĞÜ VE DEZENFORMASYONCULUĞU GÖZE ALABİLİR VE SANSÜRE DEVAM EDEBİLİR. AMA BU KONULARDA SESSİZ KALDIĞI İÇİN YENİDEN BURAK CANEY HAYALETİNİ CANLANDIRMASININ AMACI NEDİR? BUNUN DEVAMINDA YENİDEN KÜFÜRLER Mİ GELECEK? YARIN Kİ BAŞLIĞI BURAK CANEY O…. Ç… DUR VE ERTUĞRUL TİMUR, MUSTAFA DEMİRKANLI (BELKİ YENİ İSİM OLARAK YAŞAM KAYA YERİNE ÖMER F.KURHAN EKLENEREK) BURAK CANEY2DİR Mİ DİYECEKLER?LÜTFEN YAPMAYIN. BİZ BU FİLMİ İZLEDİK. ARTIK HİÇ KİMSE AYNI FİLME BİR KEZ DAHA KANMAZ, VE BEN ŞAHSEN BURAK CANEY’İ SİZDEN DE FAZLA LANETLİYORUM! ORTAMI KÜFÜRLE HAKARETLE GERMENİN ANLAMI YOK. DİLİYORSANIZ TARTIŞIRIZ, YÜZYÜZE , İKİLİ ÇOKLU, YAZILI.. DİLİYORSANIZ DİLEDİĞİNİZCE SERTLEŞEBİLİR SUÇLAMALARINIZ.. DİLİYORSANIZ DA YANIT VERMİYORUZ GÜNDEMİMİZİ KORUYORUZ DER SESSİZLİĞİ SEÇERSİNİZ. AMA ORTAMI BİR KEZ DAHA HAKARETE KÜFÜRE SAHTE CANAVARLARA BOĞMAYINIZ…
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:59 0 yorum
Coşkun Büktel Faşizmi !
Büktel despotizmi sansürden faşizme dönüşürken Büktel ünlü sansürcü 2. Abdulhamid'e bile rahmet okutuyor!Son bir haftadır tiyatro kamuoyu coşkun Büktel’i pek çok yönden tanıdı. Kurallarının, prensiplerinin sadece kendi işine geldiğinde prensip olduğunu, ama aleyhinde açıklamalara sıra gelince bütün kurallarının çöpe atılıverdiğine tanık oldu. İsim vermeden insanları suçlamam dedi, isim vermeden suçlamalar yaptı, Sansüre karşı olduğunu söyledi kendi sansürcülükle kalmayıp sadık müridi Hilmi Bulunmaz’ı da sansür bataklığına sürüklediAraştırmadan, belgelemeden suçlamalara karşı olduğunu söylerdi, Mehmet Atak’ın iddialarını gündeme getirmekle kalmadı birde Mehmet Atak’dan da ileri taşıyacak yorumlarla belgelemeden, şahitlere sormadan büyük lokmalar etti gerçekler karşısında ezildi. Kendine ait olmayan sözler, kendine mal edildiğinde kişileri şerefsizlikle suçlardı, bana ait olmayan cümlelerin bana ait olduğunda direndi, ispatlayamadı ve kendi değer yargılarıyla şerefsizliğini ispatladı. 1,5 yıl öncesinin yazılarını tek yanlı yansıtıp nesnel şartları açıklamadan gururla yeniden yeniden yayınlayan bir adam, eğer bu konuda da elinde gerçek belge olsa gururla ve zevkle yayınlardı tabii ki, ama iftira attığı için ispatlayamadı, şerefsizliği tercih etti. Sansür yapmak için bahane ararken (dünya üzerindeki her sansürcünün kendince haklı olduğu bahaneleri vardır, Büktel’de kendi bahanelerini bulmaya çalışacaktı elbette) uyduruktan bir kelime oyunu üzerinden “savlamak” sansürcülüğünü ilan etti, sonra bu bahanenin saçmalığı altında ezildi hemen bunun yerini Trabzon’dan adam getirtme iddiasına dönüştürdü. İddiayla ilgili yazılı beyan Levent Çağlayan tarafından kamuoyuna dönük olarak kendi kaleminden yayınlandığında yalanlayamadığını, yalanlamadığını hatırlatalım. Başkalarını okurlarını dezenforme etmekle suçlardı, Mehmet Atak’ın iddialarının asılsızlığı ve asıl Mehmet Atak'ın beyanlarında tutarsızlık olduğu asla inkar edilemeyecek belge ve şahitlerle ispatlandı, ama okurlarına yeni bilgileri iletmek yerine Mehmet Atak’ın asılsız iddialarını sayfalarında tutarak okurlarını dezenforme etti. Kaldı ki Sansür sadece sansür edilen kişiyi değil okurları da mağdur eden bir uygulamadır ve işte bunun en güzel örneğini de Coşkun Büktel’de gördük. Beni sansürleme bahanesi altında okurlarını yanlış bilgilerle bırakarak mağdur etmeyi seçerek sadece bana değil okurlarını da sansür illetinin mağduru etti. Satır satır, paragraf paragraf yanıt vermekten söz ederdi, bırakınız satır satırı en temel sorulara ve suçlamalara yanıt veremedi, bunun yerine kaçamak yapmayı seçti, bizlerin sesini kesmeyi, sansürlemeyi seçti. Şimdi de kendisi ve yandaşlarının sansürüyle yetinmeyen Büktel tam bir faşizan yaklaşımla yeni bir hamleye girişmiştir. Benim ve Ömer Faruk Kurhan’ın sesini kendi sitesinde ve sadık, sorgusuz sualsiz müridi Hilmi Bulunmaz’ın sitesinde kesen böylece antidemokrat yüzünü gösteren Büktel bununla yetinemedi. Kendisi ve yandaşları bizim sesimizi kesse de bizim sesimiz İATP-G sayfalarının yanı sıra Tiyatro Yayıncılığımızın halen süren en köklü yayını Tiyatro Dergisi portalı da bize özgür sesimizi kamuoyuna duyurmakta yer açtı. İşte burada Coşkun Büktel’in kendi ve yandaşlarının sitelerindeki antidemokratik tutumu faşizme dönüştü. Sadece kendi sansürlemekle kalmayıp, bizlerin sesine yer veren Tiyatro dergisine ve editörü Mustafa Demirkanlı’ya saldırıya geçti. Oysa daha iki gün önce Mustafa Demirkanlı, Coşkun Büktel’in övünçle sitesinde yayınladığı dizi reytingini kutlama inceliğini göstermişti. Olumlu, olumsuz hiçbir yorum yapmadan kutlamıştı. Ve yaşanan bu süreç içerisinde Mustafa Demirkanlı bazı küçük hatırlatıcı anekdotlar dışında neredeyse hiç bu polemiğe dahil olmamış, tartışmaya girmemiş daha çok mağdur edilmeye çalışılan benim ve Ömer F. Kurhan’ın sesine yer vermiş ve karşımızdakiler yanıt haklarımıza ya hiç yer vermezken ya da sinsi sansürle gözlerden kaçırırken Mustafa Demirkanlı yine demokrat bir tutumla bu kişilerin iddialarına da yer vermişti. Yani bugün şu aşamada Mustafa Demirkanlı duyarlı ve demokrat bir yayıncının yapması gerekeni yapmıştı. Ama Coşkun Büktel’in Mustafa Demirkanlı’ya saldırması için bu yeterliydi. Kendisiyle ilgili gerçekleri ortaya serdiğimiz yazıları yayınlamış olması yeterliydi. Mustafa Demirkanlı üzerinde müritleri gibi yaptırımı olmayan Büktel bunun yerine saldırmayı tercih etti. Geçmişte kalmış tartışmaları tek yönlü yansıtarak saldırıya geçti. Coşkun Büktel’e sadık bir mürit olduğunu her fırsatta sergileyen Hilmi Bulunmaz da Büktel’e bu konuda da gereken hizmete başladı ve kendi çöplüğünden Mustafa Demirkanlı’ya ve Tiyatro Dergisine yoğun bir salıdır başlattı. Zaten Hilmi Bulunmaz’ın ne sosyalist, ne dürüst olmayan yanını çok güzel sergileyen bir gerçeği, Devlet yardımı aldığını da ilk kez ortaya çıkaran ve kamuoyuna deşifre eden Mustafa Demirkanlı, Hilmi Bulunmaz’ın intikamcı saldırılarına hedef olmaya başlamıştı. Kendisi bu şaibeli devlet yardımını alıp bunu kamuoyundan gizleyerek diğer destek alanlara karşı efelik yapan Hilmi Bulunmaz, bu yardımlar karşılığı ne tavizler verdiğini, kendi iddiasındaki gibi o yıllarda hükümet borazanı olup olmadığını, Diğer devlet yardımı alanları hicvettiği “Çanak yalayan köpeğin” ne derece kendini de yansıttığını açıklamak yerine bunu unutturmayı ve Mustafa Demirkanlı’nın Yasal prosedürlerle ve yasal bir şekilde alınmış reklamları şaibeli göstermeye zaman harcamayı tercih etti. Büktel gerçekler karşısında, ortaya serilen karakteri karşısında giderek çaresizleşiyor, verecek yanıtı olmadığı gibi insana özgü bir tavır olan özrü de beceremiyor ve bu çıkmaz içinde kuyruğu sıkışmış kedi gibi hırçınlaşıp saldırganlaşıyor. Ama bu tutumu bizleri değil kendisini yok etmekte, eritmekte, tüketmektedir. Yani nereden bakarsanız bakınız şu son bir hafta Coşkun Büktel isimli zatın tam bir zavallılık sergilediği, zavallılaştıkça da saldırganlaştığı bir süreç oldu. Bu sürecin bana kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Ama bu dönem Türk tiyatrosuna önemli bir kazanç sağlamıştır. Bu da kendisini oyun yazarı olarak sunan bir kişinin karakter yapısının net bir şekilde görülmesini sağlamasıdır. Elbette kendisiyle birlikte sansürcülüğe, kanıtsız iddialara sürüklediği müritlerinin de ne olup ne olmadığı daha net görülmüştür. Bu nedenle bu süreç son derece yararlı geçmiştir. Bu kişiler çok güzel bir şekilde deşifre edilmiştir. Şimdi bize düşen tüm bunları bütün tiyatro ve sanat dünyasına olabildiğinde geniş çevrelere yayıp bu gayet net çıkan tablodan olabildiğince geniş kitleleri haberdar etmektir. Zira bu tür kişilerin varlığı herkesin zararınadır. Bu anlamda önümüzdeki günleri Büktel despotizminin, Büktel sansürcülüğünün, Büktel faşizminin ve yandaşlarının gerçek yüzlerini ortaya serme ve buna karşı ortak bir tavır almayı yaygınlaştırma süreci olacaktır. Zira bu despotizm , bu faşizm sadece bize karşı değil zaman zaman bütün tiyatro yayıncılarına ve tiyatro insanlarına karşı tehdit olarak kullanılmıştır, izin verirsek bundan sonra da kullanılacaktır. Ertuğrul Timur
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:57 0 yorum
Sansürden Baskıya Altı Aşama
A. Ertuğrul Timur- 19 Mart 2009
1-Önce "savlamak" kelimesi geçen yazımı bahane gösterip sansür şartı yapmak istediler
2-Sonra birinci dereceden tanığın yazılı beyanını yayınlandığında cevapsız bırakırken sansürlerine bahane şartı yaptılar
3-Daha sonra sadece başlıklarımızın kendi iddialarının manşette olduğu sitelerinde yer alacağını söyleyip ana yazılarımızı gözlerden kaçırmaya çalıştılar
4- En son aşamada artık başlıkların da esas sitelerinde yer almadan okurdan gizledikleri bölgede yayınlanacağını açıkladılar
5- Ama bugün gelinen aşamada esas sitelerinde başlık vermemekten de öte son bir kaç günlük yazılarımı çöplük adını verdikleri okurdan gizledikleri alanda bile yayınlamaz oldular
6- Gerçekleri okurlarının gözünden kaçırmaya çabalayanlar gizli bölümlerde de olsa aramalarda çıkıyor olması nedeniyle artık hiç yayınlamamayı seçmekle de kalmadı, bu gerçekleri yayınlayanları konu dışı noktalardan saldırılarla yıldırmaya sindirmeye çalışıyorlar.
İŞTE SOMUT SORULARA YANIT VEREMEYENLERİN REZİLCE MÜCADELE YÖNTEMLERİNDEN BİR ÖRNEK
Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz sorduğumuz onca soru karşısında dut yemiş bülbüle döndü.En son teketeke de evet dedik ama sanırım ona da cesaret edemeyip kendi tekliflerini yediler.Gündem konularımızda suskunluğu seçerken hep yaptıkları gibi tartışılan konulardaki somut sorular yerineKaçak göçek savaşmayı seçtiler. Tıpkı kaçarken köyleri yakıp yıkarak geri çekilen işgal ordusu gibiler.Mustafa Demirkanlı'nın dergi kapağının rengine, reklamlarının sayısına ve benim de mizah sitemdeki bir kolajatakılmak kafalarına balyoz gibi inen sorulardan daha kolay geldi.Ama bunu yaparken bile çuvalladı, sınıfta kaldı Hilmi bey!1- Bir kere oradaki el ve kol işareti yapan Recep İvedik montaj değil kendi tercihiyle verdiği ve bir çok yayında ve filminde yer almış pozudur2- Recep İvedik'le Recep Tayyip Erdoğan özdeşleştirmesi de geçtiğimiz hafta boyunca bütün medyada yer alan ve Deniz Baykal menşeli bir benzetmedir3- Recep Tayyip Erdoğan'ın seviyesiz tarzı nedeniyle gece 24.00 sonrası yayınlanması önerisi ise SHP'nin RTÜK'e resmi başvurusudur4- Altındaki yazı bir okurumuza aittir5- Hilmi Bulunmaz bunu Ertuğrul Timur'un sanat eseri gibi sunmuştur, elbet sanat eseri sayılabilecek mizah türü de vardır, ama her mizah ürünü sanat için değildir.6- Hayatta olan her şey tiyatronun da mizahın da kapsamındadır, mahallemizde, sokakta, orada burada bu el , kol işaretini yapan tipler var ise mizah da tiyatro da onları o şekilde canlandıracak, çizecektir. Bu da sıfır sansürcülük iddiasındaki Hilmi Bulunmaz'ın nasıl bir sıfır sansürcü zihniyette olduğunu sorgulatmaktadır. Eğer gerek var ise aynı işareti oyunda yapmaz mıydı merak etmekteyim7- Turgut Özal kendisini bir karikatürde bu şekilde çizen Gırgır dergisini dava etmiş davayı kazanmış ama bir üst mahkeme kararı bozmuştu. Hilmi Bulunmaz'ın da mizahta özgürlükçülük anlamında Özal'dan farkı olmadığını görmüş olduk8- Bir mizah sitesiyle tiyatro sitesi farklıdır ve hitap ettiği kitle de okurken okuyanın hoşgörü toleransı da değişiklik gösterir. Bir mizah sitesindeki "nah" işaretiyle bir tiyatro sitesinde şahıs adı verilerek edilmeye kalkılan küfürleri bir tutmak ancak aymazlıktır.9- Hilmi bulunmaz Burak Caney adlı şahısın kendileri için yaptığı fotomontajlarla bunu bir tutarak bir kez daha delilsiz kanıtsız ve sırf kafa karıştırmak için aklısıra özdeşleştirme yapmaktadır. Oysa internette yüzlerce fotomontaj yapıp yayınlayan kişi bulmanız mümkündür bu durumda binlerce kişiyi Burak Caney olarak suçlama hakkınız doğardı. Basit bir resim programı kullanabilen herkes fotoğraflarla benzer çalışma yapabilir, Hilmi Bulunmaz yapamıyor ise bu onun yeteneksizliğidir.10- Bu zoraki özdeşleştirme çabası yazdığım hiç bir soruya konuya yanıt veremeyenlerin ezildikleri konulardan kaçmak için Burak Caney adlı sanal düşmanlarının kanatları altına sığınmasıdır ve bu da çok nettir. Daha önce de benzer özdeşleştirmeler denemiş işi Burak Caney üzerinden başta bizler olmak üzere yüzlerce kişiye sövgülere vardırmıştır.11- Bütün bunlar Bu kişilerin (Hilmi Bulunmaz-Coşkun Büktel) bundan sonra da cevaplayamadıkları ezildikleri ve deşifre oldukları somut konulara karşı nasıl hilekarca ve türlü çeşitli sözde suçlar, kabahatler imal edebileceklerinin kanıtıdır, ve acizliklerinin somutlanmasıdır. Bundan sonraki imal edecekleri suni suçlamalar için kamuoyunu şimdiden uyarırırım.
FIKRA GİBİ BİR ANEKDOT"KÖRLER SAĞIRLAR BİRBİRİNİ YAYINLAR
"Tiyatro Bölümü Dramatik YAZARLIK bölümü mezunu ama YAZMA SORUNLU Feridun Çetinkayafanzininde Rıfkı Demirel'liyi 5,5 satırla değerlendirmiş..Coşkun Büktel'de Feridun Çetinkaya'nın Rıfkı Demirel'liyi 5,5 satırla değerlendirmesini 7 satırla değerledirmişBunu yaparken de asıl yazının sahibi Rıfkı Demirel'li yi değil 5,5 satırın sahibini övmüş.Hilmi Bulunmaz'daRıfkı Demirelli'yi değerlendiren Feridun Çetinkaya'yı Coşkun Büktel sunuşunu alıntılamış yayınlamış.Not: Bu yazı İATP-G ve tiyatro Dergisi tarafından yayınlanmayabilir, onlar konu dışına, minder dışına kaçmaya çalışırken biz konumuzun ciddiyetini koruyalım, fakat bu sahtakarca savaşım yöntemleri de deşifre edilmeli diye düşünüyorsanız elbette yayınlayabilirsiniz.Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel de dilerlerse (tamamı) çöplük olan yayınlarının istedikleri bölümünde yayınlayabilirler.
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:56 0 yorum
Teke Tek Görüşme Çağrısına Yanıtımdır
A. Ertuğrul TİMUR - 17 Mart 2009
HİLMİ BULUNMAZ’A YANIT
Hilmi Bulunmaz,Esasen kamuoyu önünde yazılı beyanla yaptığım teklifin yine kamuoyu önünde yazılı beyanla yanıtlanmasını etik olarak yapmanızı zorunlu görürdüm. Zira yazılı belge taraflarca eşit oranda muhafaza edilebilerek kayıt altına alınabilir. Oysa videolarınızın kontrolü siz de olduğu gibi teknik birtakım uğraşlar verilmeden flash dosyasına dönüşmüş videonun tarafımdan kayıt altına alınması mümkün olmayacaktır.Öte yandan videolarınızın izlenilirliğini tartışma konusu yapmak istemiyorum. Siz sayıları oldukça kabarık görüp bir hayli memnun olsanız da bu sayıların nasıl artığı malumunuzdur.VİDEOLARINIZIN İZLENİLİRLİĞİVideoların çok rağbet gördüğü günümüzde yüzlerce video sitesi sizin iradeniz dışında da olsa internette buldukları binlerce videoyu abuk sabuk başlıklar altında yayınlayabilmekte ve insanlar da ne olduğunu bilmeden önce merak edip tıklayıp ardından umduğunu bulamayıp birkaç saniye sonra kapatabilmektedir. Bunu geçen yıl itibarıyla sizin aleyhinizde propaganda yapan Burak Caney ya da Caneylere ait tiyatrooyun.org adlı site ispatlamış ve size ait oldukça ciddi videoların nasıl seks ve mizah videoları arasına yerleştirildiğini pek çok adresle göstermişti. Elbette ben zaten varlığı ve tarzı hepimiz tarafından ortak payda ile lanetlenmiş Burak Caney’e ait bu sitenin iddia ettiği gibi sizin ya da Kazım Şimşek’in iradesiyle yapılan bir hile olduğunu düşünmüyorum. Bu da o kişi ya da kişilerin sizi karalamak için kullandığı bir fırsat olarak kullanılmıştı o kadar. Ama bir şeyi de ortaya çıkarmıştı ki internet ortamına yüklediğiniz videolar, -sizin tercihinizle olmasa da- otomatik video tarama motorları ile alınıp onlarca abuk sabuk siteye servis ediliyor. Böylece de o onlarca siteden de merak edip tıklayanlarca da hit alıyorsunuz. Bu nedenle ben kendime ait videolarımı hiçbir video yayınlama sitesinde yayınlamıyor kendi host alanımda (Medyanoz.net) kendim yayınlıyorum. Video yayınlamaya önem verdiğiniz için size de öneririm. Evet izlenilirliğiniz bir hayli düşebilir salt kendi alanınızda yayınlanacağı ve kopyalanamayacağı için ama hiç olmazsa seks sitelerinde abuk sabuk yerlerde görünmemiş olursunuz.BİR DİĞER YÖNDENDoğal olarak ister iradeniz dışında bu tür yerlerde insanların karşısına videolarınızın çıkmasıyla oluşan video trafiği, ister kendi sitenizden bilerek isteyerek tıklayanlar olsun bu videolara bir kez tıkladığında videonuzun hiti artar. Bunlar 71 dakikanın tamamını oturup izlemiş midir yoksa onuncu saniyede kapatmış mıdır bunu ne siz ne de o video siteleri belgeleyemez.Doğal olarak da 71 dakikalık videonun herhangi bir dakikasında geçen ve 71 dakikalık videonun üç beş saniyesinde söylenilip geçilen bana cevabı ben izlemediğim gibi (Çünkü 71 dakikamı ayıracak kadar değerde bir üretimde bulunduğunuzu düşünmüyorum.) pek çok okurun bunun tamamını izlediğinden de kuşkuluyum.Dolaysıyla,Ben size yazılı çağrıda bulunmuşsam bunun yanıtını aynı zeminde ve aynı netlikte yazılı olarak almak isterim.Salon ortamında seyirci önünde tartışmaktan kaçınmanızı anlamakta güçlük çekmekteyim.Salonun seyirci dengesizliği gibi bir bahane ardına sığınıyorsanız dilerseniz bunu eşit sayıda seyirci davet etme şartına bağlayabiliriz. Bu 30’ar kişi de olabilir 100’er kişi de.Yalnızlığınızı vurgulamanızı da anlamış değilim. Zira senelerdir tiyatro yapıyorsunuz, senelerdir google üzerinden paralı reklamlarla öğrenci topluyorsunuz. Nerede bunca yılın birikimi öğrencileriniz? Nerede şu bugün şu kadar okunduk dediğiniz okurlarınız? Nerede Coşkun Büktel’in kitaplarını sattığı kitle? Nerede 10 yıldır propagandasını yaptığı konuda taraftarları?Salonda da örneğin hani şu çok tartışmasız kanıt dediğiniz Özdemir Nutku videosunu izletip ne kadar tartışmasız olduğunu salondaki seyirciden soracağız ve benim tiyatromda hileli saydığınız anketimi orada gerçek zamanlı yapacağız. Ben de kendi iddialarıma yönelik şahitleri belgeleri yayınlayacağım. Sizin yazılı olarak sorduğum ve yanıtlamadığınız soruları yüzünüze soracağım tabi siz de bana. Ve kararı izleyenlere bırakacağız. Bence bu teklifi bir daha düşünün bir sosyalist olarak kitlelerden korkmayın.Şimdi Büktel’in bizim yalnızlığımız vurgusu arabesk bir acındırma değil mi? Eğer bu yalnızlık acındırma içeren bir durumsa bu acınılası yalnızlığa acaba “neden?” diye sorgulamanızı yapıyor musunuz? Ve diyelim ki yalnızsınız ve Büktel, siz, Feridun Çetinkaya, Mehmet Atak üç beş kişiden ibaretsiniz. Yine de insan haklı olduğuna inandığı konuda hiçbir zeminde çıkıp doğrularını dile getirmez mi?Elbette bunlar uzun uzadıya sorgulanacak konular ama ben bu sorgulamayı önce sizin kendi içinizde yapmanızı önererek konumuza dönüyorum.KABUL!Siz benim önerimden kaçtınız, ben sizin önerinizi kabul ediyorum.Ancak yazılı beyanıma, yazılı çağrıma yazılı yanıt verdiğiniz takdirde sizinle ve Coşkun Büktel ile yüz yüze teke tek görüşme teklifinize karşılık önerimi sunuyorum.Görüşme sizin değil benim stüdyomda yapılacaktır. (Takdir edersiniz ki videoyu pek sevip sık sık kulansanız da bir tek sizde video yok.)Benim kullanımıma ait yarı profesyonel, HD kalitesinde iki adet kamerayla, yeterli ses, mikrofon ve ışık donanımına sahip stüdyomda reeltime DVD kayıtlı olarak yapılacak.Görüşme esnasında sizin talebinize uygun olarak hiç kimse bulunmayacak bir gün ya da aynı günün değişik zaman dilimlerinde sadece Coşkun Büktel-Ertuğrul Timur, bir diğer zaman diliminde ise Hilmi Bulunmaz-Ertuğrul Timur’un katılımı ile olacaktır.Görüşmelerimizde masa üzerinde internet bağlantısı olacak, ihtiyaca göre internet üzerinden kanıtlar görüntüye girebilecek, konuşmacılar gerek duyuyorsa diğer belgelerini (video kaydı resim, belge vb gibi) projeksiyon sunumu ile yansıtarak kayda girmesini sağlayabileceklerdir.Görüşmenin hiç kesintisiz, hiç montajsız kaydı görüşme bittikten 15 dakika gibi kısa bir süre sonra 10 adet çoğaltılıp sizin ve benim imzamla zarflanıp imzalarla mühürlenerek bu 10 kopya size, bana, Coşkun Büktel’e ve konuyla ilgilenen tiyatro yayınlarına teslim edilecektir. Bu yayınları herkes dilediği yayın organlarını, internet TV’leri gibi ortamlarda değerlendirme ve kamuoyuna sunma hakkına sahiptir. Zaten bu gibi kamusal alanlarda yayınlanması işinize gelmeyecekse baştan kendinize güvenmediğiniz anlamına gelecektir.Aynı ya da benzer teknik şartları sağladığınız takdirde elbette önereceğiniz başka mekanları da değerlendirmeye alabiliriz. Fakat gerçek zamanlı kayıt ve görüşmenin hemen ardından kısa sürede çoğaltılıp ortak imzayla mühürlenip belirlenen yerlere teslimi şartı olmazsa olmaz şartımdır.Görüşmeler karşılıklı belli sayıda soru yönelterek ve her bir soruya belli süre tanıyarak yapılabilir. (Örneğin siz bana ben size 10’ar soru ve her bir soru için 10’ar dakika yanıt hakkı gibi. Bu müzakere edilerek karara varılabilir.) Tüm sorular bittikten sonra belirli sürelerle her iki tarafın serbest değerlendirmesi için belirli bir final süresi konuşma hakkı tanınacaktır. Konuşma sıralaması kura ile tespit edilecektir.Tarihe yazılı belge olması açısından önce teketek görüşme çağrınızı, sonra da bu yanıtımı ve yanıtınızı YAZILI OLARAK bekliyorum.
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:55 0 yorum
Coşkun BÜKTEL Ya Düşündüğümüz Kadar Bile Zekaya Sahip Değil, Ya Da “ŞEREFSİZLİĞİNİ” Kendi Eliyle Tescil Etti…
A. Ertuğrul Timur - 16 Mart 2009
Dün (15 Mart 2009) itibarıyla Coşkun Büktel’e bir açık mektup yayınlamıştım. Bu açık mektubun nedeni Mehmet Atak’ın iddialarını araştırmadan yayınlayan ve okurlarını dezenforme eden Coşkun Büktel’e bana karşı değil, okurlarına karşı sorumluluk duymuyor musun? Ortaya çıkan yeni gerçeklerden okurlarının haberdar olması gerektiğini düşünmüyor musun? Sansür sadece yapılan kişiyi değil habersiz bırakılan okurları da mağdur eder gerçeğinden yola çıkarak hadi benim senin açından hiçbir değerim yoksa da okurlarını doğru bilgilendirmek adına bir açıklama yapmak zorunda değil misin sorularını yöneltmiştim.Bu sabah itibarıyla (16Mart 2009) Coşkun Büktel GÜYA bir yanıt verdi bana. Nasıl bir yanıtsa içerisinde Mehmet Atak’ın adı dahi geçmiyor. Esas konuya dair tek satır yok. Peki Coşkun Büktel’in GÜYA cevabında ne var?Benim seyirci önünde canlı polemik önerime Hilmi Bulunmaz’ın teketek görüşme teklifi var ve benim de hiçbir zaman dile getirmediğim bazı sözlerin bana mal edilmesi vardı.Coşkun Büktel yazısında“Bizim "yalnızlığımıza" güvenerek, bize seyirciler önünde tartışma önerisi getirmiş olan iftiracı Timur, çöpe attığımız yazılarından birinde, Hilmi Bulunmaz'ın korkup o öneriyi reddettiğini söylüyor. Yani yine iftira atıyor”Oysa bu bana mal ettiği cümleleri ben hiçbir zaman yazmamıştım. Kendimden oldukça emindim çünkü benim kamuoyunda “yazılı olarak” yaptığım çağrıya yine kamuoyu önünde “yazılı yanıt” beklemeyi ilke olarak doğru bulduğum için cevap verilmemiş saydığım için bu konuda tek kelime etmemiştim. Bu nedenle Büktel cevaplayamadığı soruların, Mehmet Atak konusunda düştüğü güçlüğün ızdırabı içerisinde artık sapla samanı karıştırmaya ve bana ait olmayan sözleri bana mal etmeye başlamıştı. Kendimden oldukça emin tavırla, ve bu kez onların diliyle “Büktel bu iddiaların bana ait olduğunu ispatla! İspatlayamazsan şerefsizsin” dedim.Tabi benim olmayan bir cümleyi benim hiçbir yazımda bulamayacağı için Büktel blöf yaparak yine kaypaklık yapmayı ve zaman geçirip konuyu atlatmayı umdu. Bu nedenle de “Timur, bu yazımın aşağıdaki "NOT" bölümündeki açıklamalarıma karşı, “Kanıtlamazsan Şerefsizsin” başlıklı bir cevap yazısını derhal yazmış ve Mustafa Demirkanlı da derhal basmış. Timur, eğer kanıtlarsam, o durumda hangi alçağın "şerefsiz" olacağını belirtmeyi unutmuş. Kanıtlamak için, bunu belirtmesini bekliyorum.”Derhal gereken yanıtı verdim. Senin için ne geçerliyse benim için de aynısı geçerlidir. Sen bu cümleleri benim yazımda bul göster, ben “Yanılmışım Büktel haklıymış özür diliyorum” diyeceğim ya da şerefsizliği kabul edeceğim. Veya sen bu bana ait olmayan yazıları bulamazsan kanıtlayamazsan aynı şekilde “Yanılmışım, Timur haklıymış özür diliyorum” diyeceksin ya da şerefsizliğini kabul edeceksin. İşte bu kadar net bir yanıt.Ama Büktel elbette bana ait olmayan bu yazıyı bulup kanıtlayamayacağından ve özür dilemek gibi , yanılmışım demek gibi insani duygulardan bihaber olduğu için yine kıvırmayı tercih etti. İnsanlıktan nasibini almış her insanın yapması gereken yanılmışım, başkasının (Ömer F.Kurhan’ın) yorumunu, sözlerini Ertuğrul Timur’a mal etmişim bu konuda Timur haklıdır, düzeltir özür dilerim” demekti.Ama bırakınız birbirinden önemli konularda Büktel’in dürüst davranmasını, bu kadar basit bir maddi hatadan dolayı dahi özür dileyemeyecek kadar zayıf karakterde ve insanlıktan uzakta.Bunun yerine ne yazmış?“Timur, aşağıdaki net soruma "net olmayan bir yanıt" gönderdi. Timur'un net olmayan yanıtını yine "Timur'un çöp kutusunda" yayınlıyoruz. Timur'un bundan sonraki sataşmalarını, (artık şeref ve haysiyetten bile bahsetse) yine çöp olarak yayınlayacak, ama (Timur aşağıda açıkladığımız Trabzon iftirasıyla ilgili şartımızı yerine getirinceye kadar) bu çöplerin duyurularıyla ana sayfamızın gündemini bir daha işgal etmeyeceğiz.”Benim yanıtımı net değil dememek ben bu yanıtı anlamadım demek. Bu denli net bir yanıtı anlamadığını itiraf etmek ise “Ben aptalım” demekle eşdeğer. Bu durumda ister istemez aklımıza gelen Coşkun Büktel ya sandığımız kadar bile zeka seviyesine sahip değil ki bu yanıtı anlayamıyor, ya da Şerefsizliğini kendi eliyle tescil etmiş oluyor. Ve bu şerefsizlik payesi altında ezilirken de sansürcülüklerinin dozunu bir kat daha artırdığını da resmen ilan etmiş oluyor. Elbette ki zaten aslı kanalizasyon olan sitelerinin çöp bölümü de beni ilgilendirmiyor ve zaten ben düşüncelerimi tiyatro kamuoyuna ulaştırıyorum, fakat sansürcülüklerinin ve Büktel&Bulunmaz faşizminin gün be gün artışına belge bırakıldığı için altını çiziyorum.Bir kez daha açıkça ve net şekilde yineliyorum :Coşkun BüktelSenin için ne geçerliyse benim için de aynısı geçerlidir. Sen bu cümleleri benim yazımda bul göster, ben “Yanılmışım Büktel haklıymış özür diliyorum” diyeceğim yada şerefsizliği kabul edeceğim. Veya sen bu bana ait olmayan yazıları bulamazsan kanıtlayamazsan aynı şekilde “Yanılmışım, Timur haklıymış özür diliyorum” diyeceksin yada şerefsizliğini kabul edeceksin.Büktel,Ya bu kadar net bir cevabı anlayamayacak kadar zeka sorunlu olduğunu, ya da bu kadar basit bir konuda basit bir maddi hatandan dolayı özür dileyemeyecek kadar insanlıktan uzak ve şerefsiz olduğunu sergileyeceksin. Haydi bakalımVe sana bir teklif daha:Eğer orta zekadaki herkesin rahatlıkla anlayabildiğini sen hala anlayamadığını ve net olmadığını iddia ediyorsan buyur sen yaz ben tekrarlayalım. Ama yapamayacaksın… Mide spazmları geçireceksin, kıvranacaksın ama tüm bu çektiğin ızdırabı basit bir insani eyleme, özür dileme ve düzeltme eylemine tercih edeceksin. Yazık…Büktel,Gerçekten bu denli biçare ve zavallı duruma düşmeni ben dahi arzulamazdım.
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:55 0 yorum
A. Ertuğrul Timur, bugün (16 Mart 2009) bana bir açık mektup göndermiş.
Coşkun BÜKTEL - 16 Mart 2009
Timur'un hiçbir yazısını yok etmedik, etmiyoruz. Biz de, (tıpkı bizden ve "sıfır sansür" ilkemizden nefret ettikleri için 3. Abdülhamid lakaplı sansürcü Timur'u destekleyen sansürcü sitelerin yaptığı gibi) Timur'un "yazılarını"(!) ayrı bir bölümde yayınlıyor; ama sansürcü sitelerden farklı olarak, yayınladığımız Timur iftiraları hakkında okurları uyarmak amacıyla, o iftira bölümüne, "Timur'un Çöp Kutusu" adını veriyoruz.Aşağıda bir kez daha alıntıladığımız şartımızı yerine getirmediği sürece (yani ona zarar vermek için "mafyatik yöntemlerle Trabzon'dan adam getirttiğimiz iftirası" için belge göstermediği veya bizi tatmin edecek ifadelerle özür dilemediği sürece) Timur'un yazılarına çöp muamelesi yapmaya ve onları yalnızca "Timur'un Çöp Kutusu"nda yayınlamaya devam edeceğiz. Timur'un "çöpleri" arasında, okurları kandırabilme ihtimali bulunan herhangi bir iftiraya rastlarsak, cevap veririz. Ama Timur'un onlarca sayfalık hacma ulaşan "çöplerindeki" her iftirayı cevaplamak zorunda değiliz. Timur'un iftira kuyusuna attığı her taşı ille de çıkarmaya çalışmak pek akılcı bir çaba olmazdı. Azılı sansürcülerin bize yönelttiği "sinsi sansürcü" iftirasına nasıl gülüp geçiyor ve aldırmıyorsak; herkesin her şeyi görmekte olduğuna inanarak, kafatasının içinde beyin yerine pirzola bulunmadıkça herhangi bir insanın o salak iftiraya kanacağını nasıl düşünmüyorsak; şu an itibariyle Timur'un ipe sapa gelmez iddia ve iftiralarını cevaplamak için mesai harcamaya gerek olduğunu da aynen öyle düşünmüyor ve unutmuş numarası yapan Timur'a şartımızı bir kez daha anımsatmayı yeterli buluyoruz:"Ama şimdi Timur, bu açıklamamıza da cevap vermek isterse, bu kez, mafya olduğumuza ve ona zarar vermek üzere Trabzon'dan adam getirttiğimize dair iftirasını (öyle iki şahitle filan değil, bizim Özdemir Nutku iftirasını kanıtlayan delillerimiz kadar) inandırıcı delillerle belgelemek, ya da "bizi tatmin edecek ifadelerle", özür dilemek zorundadır."(Kaynak: Büktel, "Hiçbir şeyden çekmedi kurduğu yanlış ittifaklardan çektiği kadar")NOT: Bizim "yalnızlığımıza" güvenerek, bize seyirciler önünde tartışma önerisi getirmiş olan iftiracı Timur, çöpe attığımız yazılarından birinde, Hilmi Bulunmaz'ın korkup o öneriyi reddettiğini söylüyor. Yani yine iftira atıyor:Bulunmaz, öneriyi reddetmedi. Hem kendisi hem de benim adıma, Timur'a kameradan verdiği cevapta (Bakınız: Bulunmaz, "8 Mart 2009 tarihli konuşma") bir karşı öneri getirdi: Timur'a, seyirci önünde ve tribün gürültüsü altında değil: kamera karşısında ve "teke tek" tartışalım, dedi. İster benimle, ister Büktel'le tartışabilirsin, dedi. Benimle tartışırsan orada Büktel olmaz, Büktel'le tartışırsan orada ben olmam; tartıştığımız mekanda, kamera başında durması için bile üçüncü bir kişi olmaz, dedi.Ama İATP-G ve Mustafa Demirkanlı tarafından bugünlerde adeta bayrak yapılan, Demirkanlı tarafından "efsane yayıncı" olarak tanımlanan Timur; arkasında birileri bulunmadıkça benim ya da Hilmi'nin karşısına çıkmaya cesaret edemediği için, öneriyi asıl kendisi reddetmiş olduğu halde; "Hilmi'nin korkup öneriyi reddettiğini" açıklamayı tercih etti.Hey gidi, İATP-G!... Hey gidi "koca" Boğaziçi Üniversitesi!...
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:54 0 yorum
Coşkun Büktel’e Açık Mektup
A. Ertuğrul Timur - 16 Mart 2009
Coşkun Büktel,Beni ve yazdıklarımı önemsemiyor görünsen de cevaplayamayıp altında ezildiğin sorular karşısında nasıl bir ruh halinde olduğunu ana sayfanda çok net sergiliyorsun.Fakat neden ana sayfanda yer verdiğin benim eski düşüncelerimi aramak için bu kadar uğraşıyorsun ki?Neden kendini bunca yormak? Çünkü ben bunların hepsini bugün yine söylüyorum.İste, ben hepsini yeniden yazayım.Zaten Feridun Çetinkaya'ya verdiğim yanıtta da vardı.Sadece şu farkla ki, ben o dönem ne gibi nesnel şartlar altında bu noktaya geldiğimi de anlatıyordum,sizin bana karşı tuzaklarınızı tutumlarınızı ve bunun karşılığında benim de olabilecek en insani tepkiyle "sizi yok saymayı ve sizinle ilgili bir tek yazıya bile yer vermeyeceğimi" açıklayarak.Zira senin gerektiğinde hakkında övgü bile olan satırları cevap hakkı diye kullanmak için yaptığın ayak oyunlarını çok iyi biliyoruz hepimiz. Bu durumda da içinde Coşkun Büktel geçen hiç bir yazıya yer vermeme, var olanları da silmeyi tercih etmiştim ki hiç bir yayıncı bir yazıyı yayınlarken bu yazıyı ben sonsuza dek tutmakla yükümlüyüm gibi bir şartla yayınlamaz. Güncellendikçe eski sayılarını arşivlemeyen onlarca site vardır.Coşkun Büktel,Nereye kadar kaçabileceğini sanıyorsun?İşte bir kez daha sorularla sıkıştın, bir kez daha insanlar delil diye tutturduğun videoyu izlemesine rağmen hiç de yüzde yüz tartışmasız hak vermedi sana. Ve hiç kimse de sandığın gibi aptal değil. Eğer öyle olsa on yılda taraftar sayın bir elin parmaklarını geçmez miydi?Coşkun Büktel,Artık ne zaman gerçeklerle yüzleşmekten kaçmayacaksın? Ne zaman kafanı kendi kumundan çıkarmaya cesaret edeceksin?Ve ne zaman azıcık da olsa dürüst olmayı deneyeceksin?Coşkun Büktel,Hadi diğer bütün her şeyi bir yana bırak,Mehmet Atak'ın iddialarını yayınladın ve hala ana sayfanda. Ve bu iddialar tarafımdan çürütülmekle kalmadı Mehmet Atak'ın dürüstlüğü hakkında ciddi şüpheler uyandıran kanıtları ortaya çıkardı.Coşkun Büktel,Hadi beni boşver,benim yanıt hakkımı da boşver,bana yapman gereken açıklamayı da boşver,Mehmet Atak’ın ipiyle kuyuya inip beni itham etmenden dolayı benden dilemen gereken özürü de boşver,hatta bu da dahil beni al kendi kafandaki çöp kutusuna fırlat at.Ama az ama çok bir okur kitlen var ve o okurlarına özür borçlu değil misin?O okurlarının da ortaya çıkan belgelere göre yeni gerçekleri okumak hakları değil mi, nerede insana saygın?Bir yazara yakıştı mı bu gerçeği insanlardan saklamak?Bu dezenformasyon olmadı mı şimdi?Hoşuna gitmedi diye yayınlamamak var mı?Bu senin tarihine kirli bir sayfa olarak kazınmayacak mı?Bunun vebalini taşıyabilecek misin her zaman karşına çıktığında ezilmeyecek misin?Coşkun Büktel,Bunu yayınlaman bana hiç bir şey kazandırmaz,senden gelecek özür de bana bir şey kazandırmaz,Ama senin onurundan dürüstlüğünden çok şey götürür!Bu doğrular ulaşması gereken kitleye kat kat fazla kişiye ulaştıo nedenle bana bir şey kazandırmazHatta sen ortaya çıkardığım belgeleri görmezden gelip diliyorsan onlar hiç yokmuş gibi yarın yine Mehmet Atak'ın yazdıklarını manşet yapBen bundan çok mutlu olurum çünkü seni biraz daha tanıtmaya ve ne olup ne olmadığını anlatmaya çok güzel bir örnek daha olur.Ne kadar okurun olduğunu ikimiz de biliyoruz.Arka sıradakiler dizisinin sadece TV reytingi değil senin sitenin reytingini artırdığını da ikimiz de biliyoruz.Boşuna mı arka sıradakiler dizisinden bahsettiğin gün birden reytinginin artıp rekor kırdık diye sevinmen?Elbette ki arama motorlarında bu dizinin hayranı Avrupa'lının teenage dediği muzip dille zıpçıktı denilen yaş grubu bu diziyi , dizideki oyuncu adlarını yazıp arattıkça senin sitende çıkıyor ve tıklıyorlar. Ve sen de reytingim artı diye seviniyorsun. Oysa ki bu şirin zıpçıktıların bu senin gri soğuk sitende polemiklere boğulmayıp Arka Sıradakiler’le ilgili ne var diye bakıp çıktıklarını sen de biliyorsun. Yok inanmam diyorsan sana ispatlarım da..Yani tiyatro çevrelerinde yaratacağın yankı on yıldır olduğu gibi bir çay kaşığı suda fırtına yaratmaktan öte olmayacak ama boşu boşuna onurunu bir kez de bu nedenle zedeleyeceksin hepsi bu. Tabi eğer senin için hala onur kelimesi bir anlam ifade ediyorsaEvet ben seni uyardım, insanlık görevimi yaptım, gel daha fazla onursuzlaşma, bu sansürcülüğün bana hiç bir şey kaybettirmez ama az da olsa okurlarından gerçeği ve iddialarının cevabını saklaman dezenformasyondur, sansürdür.Sen benim nesnel nedenlerini açıkladığım sana yönelik kısıtlamalarımı sansür mü sayıyorsun?Tamam diyelim ben sansürcüyümAma bu senin sansürcülüğünü temize çıkarır mı?Tarihe bütün olumsuzluklarının yanında şimdi de sansür ve dezenformasyonunla geçiyorsun.Hayırlı olsun.Bugün 16 mart 2009.Tarihe not düşelim.Coşkun Büktel Mehmet Atak'ın yazılı beyanını araştırmasız ve tereddüt etmeden yayınlayarak ve üzerine yorum girerek okurlarını yönlendirmiş, fakat bu iddiaların asılsızlığı bir yana Mehmet Atak’ın yazdıkları ve dile getirdikleri ile gerçekleri beyan etmediği gayet net ortaya çıkmışken Coşkun Büktel bunu görmezden gelmeyi ve okurlarını yanıltmayı tercih ederken sansürcülüğünü de dezenformasyoncu yanını da bir kez daha sergilemiştir!Coşkun Büktel,Şimdi bu yazdıklarımı çöpe atabilirsin.Gereken yerlere mesaj ulaşmıştır, ulaşacaktır.Senin nezdindeki değeri benim değil ancak senin değerini, senin dürüstlüğünü gösterecektir ve bu çöp kutusu ise aslında çöpe attığın kendi onurundur!Ertuğrul Timur - 16 Mart 2009
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:53 0 yorum
Mehmet Atak'ın Düzmece iddialarına belgelerle yanıt "Yalancı Kim?"
YALANCI KİM?
SİBEL Mİ, MEHMET Mİ, YOKSA HERKES Mİ?
"Yalancının ipiyle kuyuya inen kuyuda boğulur"
2002 de Bütün ulusal basın, bütün internet siteleri, sanat eleştirmenleri, İBŞT Basın Bürosu, Goethe Enstitü Basın Bürosu "Bu etkinliğin konsept tasarımı Sibel Aslan Yeşilay ve Mehmet Atak" açıklamasında bulunurken ve bu bilgiyi tarihe belge olarak bırakırken herkes mi yalan söylüyordu? herkes yalan söylerken Mehmet Atak armut mu topluyordu?
Konu 7 yıl aradan sonra Mehmet Atak'ın Coşkun Büktel'e yolladığı Tiyatrom'u ve Ertuğrul Timur'u irdeleyen bir yazı ile yeniden açıldı. Mehmet Atak'ın itirazı Goethe Enstitü ve İstanbul Devlet Tiyatrolarının 2004 yılında yaptığı Okuma Tiyatrosu etkinliğinden söz edilirken haber metinlerinde 2002 yılında yapılmış İBŞT-Goethe Enstitü organizasyonu Okuma Tiyatrosu etkinliğine atıfta bulunularak "Sibel Arslan Yeşilay'ın daha önce de İBŞT'de bu projenin önseli bir projenin tasarımcısı olduğundan" bir kaç kez söz edilmesinedir. Mehmet Atak 2002'de İBŞT organizasyonu olan bu projenin konsept tasarımı sadece kendisine ait olduğunu anlatmaya çalışarak, Sibel Aslan Yeşilay'a bu proje için sadece dramaturgluğu kendisinin teklif ettiğini, ve Sibel Aslan Yeşilay'ın asıl önemli katkısının ise hızlı çevirileri olduğunu iddia etmektedir.
Yani Mehmet Atak'a göre :
Sibel Aslan Yeşilay 2002 yılında düzenlenmiş Okuma Tiyatrolarında konseptten sorumlu değildir, konsept tasarımcısı değildir, Konsept tasarımı kendisine aittir, Doğal olarak da 2004 yılında İDT ile yapılan Okuma Tiyatrosunun tanıtımında Sibel Aslan'ın bu geçmişteki İBŞT Okuma Tiyatrosu konsept tasarımcısı olduğu yolundaki haberler yanlıştır.
MEHMET ATAK 2004 YILINDA 2002 YILINDAKİ OKUMA TİYATROSU KONSEPTİNİN KENDİSİNE AİT OLDUĞUNU VE SİBEL ASLAN YEŞİLAY'IN ADININ BU PROJENİN KONSEPT TASARIMINDA GEÇMESİNE İTİRAZ EDİYOR. OYSA 2002 YILINDA YANİ SICAĞI SICAĞINA BU ETKİNLİK YAŞANIRKEN NEREDEYSE TÜM GAZETELER KÜLTÜR SANAT SAYFASI HABERLERİNDE VE 3 SANAT YAZARI KÖŞE YAZISINDA BAKIN NE DİYOR:
2002 DE BÜTÜN YAYIN ORGANLARI BU PROJENİN KONSEPT TASARIMCISINI SİBEL ASLAN YEŞİLAY VE MEHMET ATAK OLARAK AÇIKLIYOR, BELGELİYOR... MUHTEMELEN BU BİLGİYİ DE İBŞT VE GOETHE ENSTİTÜ BASIN BÜROLARINDAN YADA BU ORGANİZASYONU GERÇEKLEŞTİRENLERDEN EDİNİYORLAR ELBETTE.
KÜPÜRLERİN İNTERNETTE HALA YAYINDA OLAN ADRESLERİ ALTLARINDA YAZILIDIR
28 Ocak 2002 Tarihli Hürriyet gazetesi İBŞT ve Goethe Enstitü işbirliği ile yapılan Okuma Tiyatrosunun "Konsept Tasarımı Mehmet Atak ve Bakırköy Belediye Tiyatrolarından Sibel Arslan Yeşilay" yazmıştı. Ama Mehmet Atak hem yazılı basında hem internet sayfasında bırakılan bu belgeye itiraz etmemişti
12 Şubat 2002 Milliyet Kültür sanat sayfaları... İBŞT ve Goethe Enstitü işbirliği ile yapılan Okuma Tiyatrosunun "Konsept Tasarımı Mehmet Atak ve Bakırköy Belediye Tiyatrolarından Sibel Arslan Yeşilay"
Diyelim ki, Milliyet'de yalan yazıyordu. Peki ama Mehmet Atak bu yanlışlığı 2 yıl sonra yada 7 yıl sonra değil yaşandığı dönemde neden düzeltmiyordu? üstelik de etkinlik 4 aya yayıldığı için bu tanıtımlar bir anlık yanlışlıkla ve yanlış yollanan bir tek bültenle değil 4 aya yayılarak yeni bültenlerle yeni haberlerle sürdürülüyordu.
28 ocak 2002 NTV-MSNBC Hay Allah... Bunlar da tarihe yanlış belge bırakıyordu. üstelik de etkinlik halen sürerken sıcağı sıcağına... Mehmet Atak o yıllarda gazete okumuyor muydu? gazetelerin internet sitelerine bakmıyor muydu? Basın bürosunun derlemelerine de dikkatini çeken yok muydu? nasıl aralıklarla tarihe bırakılan bu bilgiye itiraz yayınlatmıyordu?
19 Şubat 2002 ZAMAN... hadi Ocak sonunda bir iki gazetemiz yanlış bilgi aldı yanlış bilgi verdi. 20-25 gün sonra Zaman gazetesi de bu etkinliğin konsept tasarımcısı Sibel Aslan Yeşilay ve Mehmet Atak diyordu. Ve bu tarihlerde Mehmet Atak yurtdışında değildi çünkü oynuyordu, yönetiyordu. hiç birinden mi haberi olmamıştı bu kocaman gazetelerin?
Ve Günlük gazetelerin ve bunlara ait internet sitelerinin yanı sıra pek çok internet sitesi de aynen aynı bilgiye yer verecek ve Konsept tasarımı Sibel Aslan Yeşilay, Mehmet atak'a ait diyecek ve Mehmet Atak bu onlarca siteyi de görmeyecekti ta ki iki yıl sonra tiyatrom'da görene dek.. Sizce de tuhaf değil mi?
bitmedi....
Şubat 2002'de başlayıp Mayıs ayına dek ayda bir yada iki olmak üzere İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun Goethe Enstitüsü ile işbirliği yaparak bir "Okuma Tiyatrosu" etkinliği düzenler. Ülkemizde tanınmayan yeni Alman tiyatro yazarlarının eserlerine yer verilir. Okuma Tiyatrosu elbette bu gerçekleştiği süre içerisinde basında yer bulur, tanıtılır.
SANAT YAZARLARININ DA KÖŞE YAZILARINA KONU OLAN, UPUZUN KÖŞELERİN BU KONUYA AYRILDIĞI KÖŞE YAZILARINDA BAKALIM NE YAZILMIŞ, MEHMET ATAK'IN YILLAR SONRAKİ İDDİASINA KARŞIN O GÜNLERDE TARİHE NASIL BİR GERÇEK BIRAKILMIŞ.. ÜSTELİK DE BUNLARDAN BİR TANESİ MEHMET ATAK'I HER ZAMAN SAVUNMUŞ VE YAKIN ARKADAŞI OLAN BİR İSİM. ACABA MEHMET ATAK YAKIN DOSTU SEVİN OKYAY'IN TARİHE YANLIŞ BELGE BIRAKMIŞ OLMASINA NE DİYECEK YOKSA ARADAN YILLAR GEÇİNCE KENDİSİ Mİ YALAN SÖYLÜYOR???
Kültür-Sanat haberlerine fazlaca yer verilmeyen Türkiye'de bu haberlere gazetelerin kültür-sanat sayfalarında ve hatta köşe yazılarına bolca yer verilmiş nasıl olmuşsa.
Milliyet, Hürriyet, Sabah, Zaman, Yeni Asır, Radikal, NTV-MSNBC dahil hemen hemen her gazetede haber yer almış, Refik Durbaş, Sevin Okyay, Nurten Şehnaz köşe yazısı olarak konuya değinmiş. Bunların her birinde bu etkinliğin konseptinin İBŞT'den Mehmet Atak ve Bakırköy Belediye Tiyatrolarından Sibel Aslan Yeşilay'a ait olduğu belirtilmiştir.
Yani olay henüz gerçekleşirken, etkinlik tam başlama aşamasında ve başladıktan sonra sürerken (4 aylık bir zamana yayılmıştır) bütün gazetelerin kültür sanat sayfaları ve üç sanat yazarı bu etkinliği işliyor ve tümünde Konspt Mehmet Atak ve Sibel aslan Yeşilay'a aittir şeklinde haber yapılıyor. Bunları Mehmet Atak'ın görmemiş olması mümkün mü? Bir sanat insanı bir etkinlik gerçekleştirirken, ve tam da bu etkinliğin başladığı, sürdüğü dönemde kendisiyle ilgili bütün gazeteler, sanat yazarları yazı yazarken bunlardan habersiz kalmış olabilir mi?
19 Mart 2002 Radikal sanat eleştirmeni Sevin Okyay.. Bu konuda Sevin Okyay ayrı bir öneme sahip.. Çünkü Sevin Okyay sıkı bir Mehmet Atak hayranı ve dostu.. İBŞT ile yaşadığı her gerginlikte Mehmet Atak'ı hararetle savunmuş bir kalemdir. Yani Mehmet Atak'ın haklarını sıkı sıkıya savunan bir sanat yazarı da bir yazısını 2002 de yapılan bu etkinliğe ayırmış ve ne demiş? tarihe nasıl bir belge bırakmış? Sibel ve Mehmet Atak konsepti demiş...
Günlük ulusal gazetelerin az sayıdaki sanat köşe yazarları bir yazılarını Mehmet Atak'ın bu etkinliğine ayıracaklar ve Mehmet Atak bunlardan habersiz olacak öyle mi? Hay Allah.. Bakalım Refik Durbaş ne diyor, tarihe nasıl belge bırakıyor? Diyor ki.... "Konsept tasarımı Mehmet Atak ve Bakırköy Belediye Tiyatrolarından Sibel aslan yeşilay'a ait..." diyor!
Altı çizilecek bir nokta daha : Üstteki gazete kupürleri ve sanat yazarları kupürlerinden bir kısmıdır dahası vardır. Bütün tümünde bu etkinliğin konsept tasarımcısı olarak Sibel ve Mehmet birlikte anılır. Sadece Mehmet Atak'nın yakın dostu da olduğu duyumu aldığımız ve İBŞTden atıldığında hararetle savunucusu da olmuş Sevin Okyay dostluğun da etkisiyle olsa gerek tam 3 defa köşe yazısını bu etkinliğe ayırmış. İkisinde Sibel Aslan'ın adını bu anlamda geçirmezken o da bu konuyu en etraflıca ele aldığı yazıda her ikisini de anmış.
Yani Mehmet Atak'ın en yakın dostlarından bir sanat yazarı da bu etkinliğin konsept tasarımcılarından birinin de Sibel Aslan Yeşilay olduğunu açıklamışsa artık, Mehmet kardeşim hangi şahit?, hangi yanlış belge bırakmaktan söz ediyorsun sen?" diye sormak gerek sanırım.
- Peki 2002'de bu etkinlik yaşanırken ve bütün gazeteler, sanat yazarları bu etkinliğin konsept tasarımının Sibel Aslan Yeşilay ve Mehmet Atak'a ait olduğunu yazmış mı? Yazılı basından önce bakkallarımıza, oradan da evlere giren bu haber , bu tarihe bırakılmış belgeler, ayrıca bu gazetelerin internet sayfalarında da 2002 den bu yana tam 9 yıldır halen bugün bile durmuyor mu?
- Evet.
- Mehmet Atak buna itiraz etmiş mi?
- Hayır.
- Şimdi şu an dahi, başta büyük gazetelerin arşivleri olmak üzere onlarca sitede 2002 yılına ait bu haber aynen durmaya devam ediyor mu?
-Evet
- Mehmet Atak bunlara itiraz ediyor mu?
-Hayır
- Şimdi ne diyor?
"Bu projenin konsept tasarımı bana aitti. Sibel'e ben dramaturgluğu teklif ettim, onun dramaturg ve çevirmenlik katkısı olmuştu."
Bu durumda ya Mehmet Atak yalan söylüyor ya da Sabah, Hürriyet, Milliyet, Radikal, Zaman, NTV gazeteleri, Sevin okyay, Nurten Şehnaz, Refik Durbaş yalan haber yazıyor, dolaysıyla bunlara bilgi aktaran İBŞT ve Goethe enstitü de yalan açıklama yapıyor..
Varsayalım tüm bu gazeteler ve sanat yazarları yalan yazıyor, yanlış bilgi veriyor.
2002 de sıcağı sıcağına bu yanlış bilgi verilirken, tarihe basılı belge bırakılırken Mehmet Atak'ın bir karşı çıkışı, müdahalesi oluyor mu? Bu gazete ve sanat yazarlarına siz hem yazılı basında hem de internet sayfalarınızda tarihe yanlış belge bırakıyorsunuz diyor mu?
Herhangi bir yerde "Hayır bu projenin konsept tasarımı Sibel Aslan Yeşilay ve Mehmet Atak'a ait değildir, sadece bana aittir açıklaması yer alıyor mu?
Tümünün yanıtı hayır.
O halde 2002 yılında bir çok gazete ve sanat yazarının kaleminden bu projenin konsept tasarımının Mehmet Atak ve Sibel Aslan Yeşilay'a ait olduğu yazılarak yer alıyor, Mehmet Atak'da buna itiraz etmediği için bu bilgi bu şekliyle tescil edilmiş oluyor.
2002 DE ÇOKÇA YAZILI BASIN ORGANINDA VE İNTERNETTE YER ALAN BİLGİYE İTİRAZ ETMEYEN, BU ULUSAL BASINI, BÜYÜK MEDYA ORGANLARINI,
TÜRKİYE'NİN ZATEN AZ SAYIDA OLAN SANAT YAZARINI
GÖRMEYEN MEHMET ATAK
2004 DE BU MEHMET ATAK'A GÖRE YANLIŞ OLAN BİLGİYİ
SADECE TİYATROM'DA MI FARK EDİYOR?
2004'de BU YANLIŞ OLDUĞUNU İDDİA ETTİĞİ BİLGİYİ SADECE TİYATROM MU VERİYOR?
BAKALIM...
YIL 2004
Evet 2002'de etkinlik yaşanırken gazetelerde, köşe yazılarında bu projenin konsept tasarımı bu iki isme ait olarak anılmıştır ve tarihe not düşülmüş yeterince belge bırakılmış bir itiraz da olmamıştır.
Şehir Tiyatrolarında zaman hızlı akmış alışılmış çalkantılardan bu kez Mehmet Atak'da nasibini almış ve "Yeterince Verimli olmadığı" gerekçesiyle sözleşmesi iptal edilmiş, Mehmet Atak açtığı mahkemeyi kazanıp kuruma geri dönmüş sonra kendi isteği ile istifa edip ayrılmıştır. Mehmet Atak'a karşı bu tavrı, işten atılmasını umursayan ve kınayan az sayıdaki yayından birisi de Tiyatrom'du. Zira tiyatrom o dönem göreve gelen Nurullah Tuncer'in göreve geliş şeklinden ve kurumdaki dayatmalardan dolayı sıkı bir muhalifi idi. fakat İBŞT her zaman çift kutuplu bir yerdi ve bu atılmayı doğru bulanlar da vardı. Bunlar açıkça ortaya çıkıp bir işten atma olayını savunamadıklarından sahte isimlerle tiyatromun ve farklı sitelerin forum alanlarına online görüş yazıp kaçıyorlardı. (online yazılabilen kontrolden uzak forum sayfalarının sağlıksızlığı zaten daha sonra tartışılacak ve çok büyük bir okuyucu kitlesi getirmesine rağmen dürüst kullanılmadığı kararına varılıp Ulvi Alacakaptan'a yapılan hakaretlerden sonra da tamamen kaldırılacaktır) fakat forum sayfalarındaki aleyhte yazılara karşın tiyatrom resmi sayfaları bu konuda İBŞT karşıtı olarak Mehmet Atak'ın yanında yer alacaktır, belgelere yer verecektir. Fakat sonuçta Mehmet Atak önce atılmış, sonra mahkeme kararıyla dönse de istifa edip ayrılmıştır.
Sibel Aslan Yeşilay ise Bakırköy Belediye Tiyatrolarındaki görevini sürdürürken zaman zaman bu Okuma Tiyatrolarını da Goethe Enstitü sabit kalarak ikinci kurum değişerek devam ettirmiştir.
İşte bunlardan ikincisi de 2004 yılında İstanbul Devlet Tiyatrolarında gerçekleştirilendir.2004'de Sibel Aslan Yeşilay'ın organizasyonu ile bu defa İstanbul Devlet Tiyatroları ve Goethe Enstitü işbirliği ile yapılan "Okuma Tiyatrosu" etkinliğinin basın bildirileri yine basına ve internet sitelerine gönderilmiştir. Evrensel Gazetesi, Cumhuriyet Gazetesi ve bazı internet sitelerinin yanı sıra tiyatrom'da da yer alan haber metninde 2002'de Şehir Tiyatroları Goethe Enstitü işbirliği ile yapılan Okuma tiyatrosu bu etkinliğin öncülü olarak gösterilmiş, orada da Sibel Aslan Yeşilay'ın konsept tasarımcısı olduğundan söz edilmiştir.
İşte Mehmet Atak'ın itirazı tam da bu noktayadır.
Şimdi bir kez daha Mehmet Atak'ın eleştirisnden ilgili kısmı okuyalım.
(...) http://www.tiyatrom.com/ sitesine, Türkiye’ye döndükten sonra, haftada bir göz atıyordum. Bir gün İstanbul Devlet Tiyatroları'nda genç Alman tiyatro edebiyatı yazarlarının metinleriyle yapılan "okuma tiyatrosu"na dair bir yazıda, o projenin tasarımcısı mütercim-dramaturg Sibel Arslan Yeşilay'ın daha önce de İBBŞT'de bu projenin önseli bir projenin tasarımcısı olduğundan bir kaç kez söz ediliyordu. Biri Timur'un özel e-mail adresi olmak üzere, siteye iki e-mail atarak düzeltme talep ettim. Çünkü "hareketli enstalasyon ", "oyunculuk türleri" ve "okuma fiili" üzerine bir tür denemesi olan İBBŞT'deki performanslar benim orijinal tasarımımdı. Daha önce üzerinde uzun süre çalıştığımız ama fiiliyata geçiremediğim "Seeking For Helene" projesine dair bir vefa borcu olarak,Sibel'e hazır tasarımın dramaturgluğunu teklif etmiştim.Ki Şükrü Türen'in genel sanat yönetmenliği döneminde, kadrosu Bakırkoy Belediye Tiyatrosu'nda olan Sibel'in projede yer alabilmesi, idarenin tavrı nedeniyle epey zor gerçekleşmiş, epey mücadele edilmişti. İBBŞT ve Goethe Institute ortak yapımı olan projede, İBBŞT ortaklıkta üstlendiği yükümlülüklerin pek çoğunu yerine getirmemiş, bazı kostümler dahil borç alıp ya da arkadaşlarımın hibeleriyle cebimden karşılamak zorunda kalmıştım...Sibel'in projeye asıl katkısı, epey hızlı yapmak zorunda kaldığı dört oyun metni tercümesi olmuştu. Projede yardımcı yönetmen Aslı Öngören, yapım sorumlusu Ümran İnceoğlu ve oyuncu ya da çalıştırıcı olarak yer almış Ayça Telırmak (sevgili Marlene henüz merhum değildi), Celile Toyon, Rozet Hubeş, Bennu Yıldırımlar, Bensu Orhunöz, Zihni Göktay, Berrin Akdeniz, Betül Kızılok, Esin Umulu, Candan Sabuncu, Eftal Gülbudak, Ayşe Emel Mesci, Murat Bavlı, Fırat Tanış, Sevin Okyay, Serdar Orçin, Eray Kahya, Hale Akınlı, Mazlum Kiper, Sevinç Erbulak, Semah Tuğsel gibi sahışların şahitliklerini belirtmeme rağmen, Timur düzeltmeyi yayınlamadı ve projenin Sibel Arslan Yeşilay'ın tasarımı olduğu yönünde yanlış bir belge bırakmayı tercih etti.
(...) Tamamı için : http://iatp-g.blogspot.com/2009/03/birkac-anekdot.html
Eveeet 2002 de İBŞT'den ve Goethe Enstitüden geçilen basın bültenlerinde Sibel Aslan bu işin konsept tasarımcılarından yazacak, Bir çok kocaman , en tanınmış, en çok satan gazete ve sanat yazarı Sibel Aslan bu işin konsept tasarımcılarından diyecek Mehmet Atak bunlara itiraz etmeyecek ama 2004'e gelince bu etkinliğin öncülü denilmesine ve Sibel Aslan Yeşilay'ın da o ilk etkinliğin tasarımcısı olarak anılmasına itiraz edecek...
- MEHMET ATAK'IN İTİRAZI NEYEDİR?
2004'de yapılan etkinlikte 2002'deki etkinliğin öncül ve Sibel Aslan Yeşilay'ın da 2002'de yapılan etkinliğin konsept tasarımcısı olarak anılmış olmasınadır.
- 2002 de yapılan nedir?
- Genç Alman yazarlarını tanıtmak amaçlı okuma tiyatrosu.
- 2004'de yapılan nedir?
- Aynısı.
- 2002'de organizasyon kimler tarafından gerçekleştirilmiş?
- İBŞT ve Goethe Enstitü
- 2004'de kimler düzenlemiş?
- İDT ve Goethe Enstitü
- 2002'de bu projenin konsept tasarımcısı olarak kimler gösterilmiş?
- Sibel Aslan Yeşilay ve Mehmet Atak (Bir düzine yayın, 3 sanat yazarı, ve kurumun kendi basın bildirisindeki bu bilgiye Mehmet Atak dahil itiraz eden olmadığına göre bu bilgiyi tescil edilmiş doğru bilgi sayabiliriz)
- Bu durumda Sorun nedir?
- 2004 de yapılana 2002'dekinin öncülü denilmesi ve Sibel Aslan Yeşilay'ın da 2002'de yapılan bu etkinliğin konsept tasarımcısı olduğundan söz edilmesi.
- Bu bilgi doğru mudur?
- Bize göre doğru fakat eksiktir. Yalan değil eksik vardır. Evet nitelik itibarıyla, içerik ve amaç itibarıyla 2004'deki etkinlik ile 2002'deki aynıdır, öncülü sayılabilir. Evet Sibel Aslan Yeşilay 2002'deki etkinliğin konsept tasarımcı(larından biri)dir.
Yalan yada yanlış bir bilgi olduğu iddia edilemez, fakat elbette ki haber metnini yazıp basına ve internet sitelerine (dolaysıyla tiyatrom'a da) gönderenler "Bu etkinliğin öncülü 2002'de yapılandır ve Sibel Aslan Yeşilay onun da konsept tasarımcılığını yapmıştır" yerine
"Bu etkinliğin öncülü 2002'de yapılandır ve Sibel Aslan Yeşilay, Mehmet Atak ile birlikte onun da konsept tasarımcılığını yapmıştır"şeklinde açıklaması daha şık olurdu. Yani tiyatrom'da ve 2004'de de bir çok yayında yer alan bu bilgi yanlış yada yalan değil etik olarak şık değil ve eksiktir.
- Peki Mehmet Atak'ın itirazı buna mıdır? Yani benim de olduğum bir konuda ismimi anmayarak "sadece kendine mal etmiş" şeklinde bir itiraz mı var?
- Hayır. Mehmet Atak 2002'de Sibel Aslan Yeşilay'ın konsept tasarımcılarından olduğunu tümden reddediyor ve bu projenin konsept tasarımı bana aittir, Sibel'e ben dramaturgluk teklif ettim.., ve oyunların çevirilerini yaptı diyor.
- Bu durumda O halde yalancı kim? Bu konsept tasarımı sadece bana aittir diyen Mehmet Atak mı? Bu konsept tasarımı kendi adıyla anan Sibel Aslan Yeşilay ve bu proje Sibel Aslan Yeşilay ve Mehmet Atak'a aittir diyen bir düzine gazete, 3 sanat yazarı ve çokça internet sitesi mi?
- ................
EN SADIK TİYATROM OKURU MEHMET ATAK'A ŞÜKRANLARIMIZLA !
Mehmet Atak... yurtdışında da uzun yıllar bulunmuş, Türkiye'de de tiyatro sanatında önemli çalışmalara imza atmış.. Ama öyle birisi ki, Günlük gazeteleri okumuyor, Kültür sanat sayfalarını dergilerini okumuyor, Sanat eleştirmenlerini okumuyor.. Ne okuyor biliyor musunuz? Sadece ve sadece tiyatrom okuyor. Nasıl şükran duymayız kendisine...Zira Mehmet Atak 2002 de onca gazeteyi görmediği gibi 2004'de de yine gazetelerde, internet sitelerinde, sanat dergilerinde yer alan haber metinlerini yine görmemiş (okumuyor ya başka hiç bir yayın) ve o yayınlara da yollandığı gibi tiyatroma da yollanan haberi görmüş ve tam 5 yıldır tiyatrom'un peşinden kovalamış uygun zemini bulunca da gagalamış. Çok müteşşekiriz... Başka hiç bir yayın okumayıp, Sibel aslan Yeşilay'ın konsept tasarımcılığını 7 yıldır sadece bizde görüp okuyan Mehmet Atak gibi bir sadık okurumuza!
2002'DE OLDUĞU GİBİ 2004'DE MEHMET ATAK'SIZ "OKUMA TİYATROSU" DA ELBETTE SIRF TİYATROM'DA YER ALMAMIŞ, TİYATROM BU HABERİ KENDİLİĞİNDEN YUMURTLAMAMIŞ.. YİNE DİĞER BASIN ORGANLARINA GELDİĞİ GİBİ HABER METNİNE YER VERMİŞ...
VE YİNE BİR ÇOK İNTERNET SİTESİNDE DE RASTLIYORUZ HABERE... SADECE HİLMİ BULUNMAZ'IN SİTESİNDE YOK ZİRA HENÜZ İNTERNETTE HİLMİ BULUNMAZ VARLIK GÖSTERMEYE BAŞLAMAMIŞ. EĞER YAYINDA OLSAYDI MUHTEMELEN TİYATROM'DAN YADA TİYATRONLINE'DAN KES YAPIŞTIR YOLUYLA HEP YAPTIĞI GİBİ ÇALARAK SAYFALARINA AKTARACAKTI...
BAZI YAYINLAR HABER YAPMAKLA KALMAMIŞ, BU ORGANİZASYONUN MİMARI SİBEL ASLAN YEŞİLAY'LA UZUN UZUN SÖYLEŞİLER DE YAPMIŞ...
GELELİM MEHMET ATAK'IN TİYATROM'A YAZDIKLARINA
http://www.tiyatrom.com/ sitesine, Türkiye’ye döndükten sonra, haftada bir göz atıyordum. Bir gün İstanbul Devlet Tiyatroları'nda genç Alman tiyatro edebiyatı yazarlarının metinleriyle yapılan "okuma tiyatrosu"na dair bir yazıda, o projenin tasarımcısı mütercim-dramaturg Sibel Arslan Yeşilay'ın daha önce de İBBŞT'de bu projenin önseli bir projenin tasarımcısı olduğundan bir kaç kez söz ediliyordu. Biri Timur'un özel e-mail adresi olmak üzere, siteye iki e-mail atarak düzeltme talep ettim. Çünkü "hareketli enstalasyon ", "oyunculuk türleri" ve "okuma fiili" üzerine bir tür denemesi olan İBBŞT'deki performanslar benim orijinal tasarımımdı. Daha önce üzerinde uzun süre çalıştığımız ama fiiliyata geçiremediğim "Seeking For Helene" projesine dair bir vefa borcu olarak,Sibel'e hazır tasarımın dramaturgluğunu teklif etmiştim.Ki Şükrü Türen'in genel sanat yönetmenliği döneminde, kadrosu Bakırkoy Belediye Tiyatrosu'nda olan Sibel'in projede yer alabilmesi, idarenin tavrı nedeniyle epey zor gerçekleşmiş, epey mücadele edilmişti. İBBŞT ve Goethe Institute ortak yapımı olan projede, İBBŞT ortaklıkta üstlendiği yükümlülüklerin pek çoğunu yerine getirmemiş, bazı kostümler dahil borç alıp ya da arkadaşlarımın hibeleriyle cebimden karşılamak zorunda kalmıştım...Sibel'in projeye asıl katkısı, epey hızlı yapmak zorunda kaldığı dört oyun metni tercümesi olmuştu. Projede yardımcı yönetmen Aslı Öngören, yapım sorumlusu Ümran İnceoğlu ve oyuncu ya da çalıştırıcı olarak yer almış Ayça Telırmak (sevgili Marlene henüz merhum değildi), Celile Toyon, Rozet Hubeş, Bennu Yıldırımlar, Bensu Orhunöz, Zihni Göktay, Berrin Akdeniz, Betül Kızılok, Esin Umulu, Candan Sabuncu, Eftal Gülbudak, Ayşe Emel Mesci, Murat Bavlı, Fırat Tanış, Sevin Okyay, Serdar Orçin, Eray Kahya, Hale Akınlı, Mazlum Kiper, Sevinç Erbulak, Semah Tuğsel gibi sahışların şahitliklerini belirtmeme rağmen, Timur düzeltmeyi yayınlamadı ve projenin Sibel Arslan Yeşilay'ın tasarımı olduğu yönünde yanlış bir belge bırakmayı tercih etti.
Efendim Türkiye'ye dönünce (2004 yılında) fark etmiş ki......
İyi ama bu yanlış bilgi olduğunu iddia ettiğin bilgi ilk kez 2004 de değil 2002 de bir çok gazete ve köşe yazısında yer almış hatta 3 aya yayıldığı için bazılarında ikişer üçer kere tekrar yer almış her defasında aynı bilgi yer almış ve sen o zaman Türkiye'de üstelik de bu projenin başında yöneten oynayan kişiydin. O zaman bu kocaman gazetelerin Sibel Aslan bu projenin konsept tasarımcılarından yazdığını fark etmedin mi?
Sibel'e hazır projenin dramaturgluğunu teklif etmiştim...
İyi ama bir çok gazete Sibel Aslan Yeşilay'ı projenin dramaturgu olarak değil tasarım ortağı olarak anıyor nerede hangisine itiraz ettin? Ve bu bir lütuf, bir vefa borcu olarak ona bu görevi teklif ettim üstelik Sibel'i İBŞT'ye kabul ettirmek için çok uğraştım diye anlattığın Sibel Aslan Yeşilay halen kendi resmi sitesinde bu projenin tasarımcısı olduğunu yazıyor sen sibel Aslan'ın kendisine neden itirazını iletmedin, iletmiyorsun?
Sibel'in projeye asıl katkısı, epey hızlı yapmak zorunda kaldığı dört oyun metni tercümesi olmuştu.
Bazı gazete haberlerinde Sibel Aslan çevirmen olarak da yer alıyor ama tümünde aynı zamanda proje konsept tasarımcısı olarak da yazılmış bunlara neden itiraz etmedin? Bu yanlış bilgi olduğunu iddia ettiğin bu basın metnini 2002 de kim hazırlayıp dağıttı araştırdın mı?
Timur düzeltmeyi yayınlamadı ve projenin Sibel Arslan Yeşilay'ın tasarımı olduğu yönünde yanlış bir belge bırakmayı tercih etti.
- Timur (yani ben) 2004 yılında yani 2 yıl sonra bana iletilen basın bildirisine yer verdim.
- Oysa bu yanlış bilgi ve yanlış belgeler 2002 yılında sizin etkinlik asıl sürdüğü zaman Hürriyet, Milliyet, NTV, Zaman ve bir çok gazetede, ve birisi sizin yakın dostlarınızdan olan 3 sanat eleştirmeninin köşe yazısında çoktan belge niteliğinde tarihe geçmemiş miydi?
- Timur durduk yerde kendisine gönderilen onlarca haberden birinden şüphe duyup araştırma gereği duysa dahi bu 2002 tarihli gazete küpürlerine, yazılara ulaşıp bırakılmış bu bilgileri doğru sayması normal olmayacak mıydı?
- 2004 de gönderilen bu basın bildirisi de yine sadece Timur'un sitesinde değil pek çok internet sitesi ve gazetede yer almıştı hangilerine itiraz başvurusu yaptın?
ŞİMDİ GELELİM İŞİN BUGÜN VARDIRILAN BOYUTUNA
Mehmet Atak yaptığı etkinlikten 7 yıl, sibel Aslan'ın ikincisini yaptığı ve itirazım olmuştu dediği etkinlikten 5 yıl sonra yaniden bu konuyu açtı.
2002'de etkinlik sürerken etkinliğin Konsept tasarımcılarından biri Sibel Aslan yazılmasına itiraz etmeyen,
2004'de Sibel aslan bu etkinliğin ikincisini gerçekleştirirken pek çok yayın organında aynen yer alan ve bu kez daha da fazla Sibel Aslan'ın röportajlarla da öne çıkmasına da ses çıkarmayan, her iki defasında da onlarca yayında yer almasına karşın sadece tiyatrom'a itiraz yolladığından ve yayınlanmadığından söz eden Mehmet Atak neden 2009 yılına gelindiğinde bir açıklama yapma gereği duydu? Çünkü birileri Tiyatrom'un sansürcülüğünü sorguluyordu ve sadece kendi küfürlü yazılarından ibaret ve sadece kendi dayatmalarına ambargo konulmuş bu ikili yoğun şekilde tiyatrom'a karşı belge arayışındayken Mehmet Atak'da hem bir düzeltme yapmak hem de o dönem aklında kalan bu ukteyi dile getirmek istedi. Olabilir dedik, mağdur olduğunu düşünüyorsa yıllar sonra da hakkını arayabilir. Biz Sinsi sansürcü Coşkun Büktel yada Hilmi Bulunmaz değiliz ki geçen sene neden cevap vermedin?! diyelim. Yedi yıl sonra da olsa mağdur olan hesap sorabilir, biz de gerektiğinde özür de dileriz dedik.
Mehmet Atak bu açıklamayı yaptığında kendisini gecikmeksizin yanıtlama gereği duydum ve henüz bir araştırmaya girmeden yaptığım bu açıklamada elbette insan hafızasının yanıltıcı olabileceğini ve yanlış hatırlama ihtimalim de olabileceğini de belirterek bu konuda hatırladıklarımı yazdım.
Bu konuda sizin itiraz ettiğinizi, sizin itirazınızı yayınladığımı ve sizin itirazınıza itiraz olarak da Sibel Aslan Yeşilay'dan gelen açıklamayı yayınladığımı... sizden buna bir cevap, bir ikinci açıklama geldiğini hatırlamadığımı, zaten böyle bir ikinci aşama olsa sizin de bu kadar ayrıntılı yazan biri olarak yazınızda belirteceğinizi, O halde ilk itirazınızın ve Sibel Aslan'ın yanıtının tiyatrom'da yer almış olduğunu görmeme ihtimali olup olmadığını (sık sık yurtdışında bulunduğundan ve yoğunluğundan söz etmekteydi) dile getirdim ve bu yazının yer aldığı sitelere bu açıklamamı ilettim.
Acaba ben mi yanlış hatırlıyordum? Yoksa Mehmet Atak mı yanlış hatırlıyordu ya da itiraz yazısı yayınlandığında görmemiş miydi?
Sekiz yılda Yüzlerce tiyatro haberi yayınlamış birisi olarak kendimin yanlış hatırlamış olmasına da, Mehmet Atak'ın yanılıyor, yada görmemiş olmasına da yüzde elli şans veriyordum.
Fakat yukarıdaki onca küpürü, köşe yazısını, organize eden iki kurumun basın bültenini de görünce bırakınız yanılmayı Mehmet Atak'ın yalancı olma ihtimali bile belirmişti. Yani öyle ya dört ay süren ve dört aya yayılan haberlerde muhtelif tarihlerde farklı gazeteler Sibel aslan Yeşilay'da bu projenin konsept tasarımcısı diyorsa, ve Mehmet Atak'da dört aya yayılan bu haberlere itiraz etmiyorsa ama bugün çıkıp Sibel sadece Dramaturgdu, çevirmendi tarzında konuşuyorsa ya bütün bu gazeteler, köşe yazarları yalancıydı ya da Mehmet Atak. En iyi niyetimi kullanarak yok canım, yurtdışında da bulunmuş böyle saygın üstelik duyarlı, ilerici bir sanatçı yalancı olamaz demek ki o yayınların hiç birini görmemiş desem de.... Eh o zaman bunca ulusal büyük gazeteyi görmeyen adamın benim kendi yazısına ve o yazıya da gelen cevaba da yer verdiğimi görmeme olasılığı da artıyordu elbette.Bu durumda bir hayli zahmetli uğraşıyla bu kadar belgeye de dayandırdığım konuda kendime verdiğim şans yüzde elliden yüzde doksanbeşe çıktı. Bu kadar gazeteyi, köşe yazarını görmemiş itiraz etmemiş, düzlettirmemiş bir adam benim kendi itirazına yer verdiğimi de görmemişti muhtemelen. Koskoca dam yalan mı söyleyecekti?!!!
Fakat öte yandan Hilmi Bulunmaz'ın, Coşkun Büktel'in cevabımı yayınlamasıyla yetinmeyip bu kadar dalgın ve onlarca haberi görüp düzeltmemiş, tiyatromda yazısının çıktığını görmemiş bu adam bu sitelerde kendisine verdiğim yanıtı da göremeyebilir diye düşünüp ne yapıp edip e-mail adresini buldum ve kendisine de gönderdim.
MEHMET ATAK İLETİŞİM YOLUYLA BENİMLE KARŞILIKLI YÜZLEŞMEKTEN VE SOMUT SORULARIMI YANITLAMAKTAN KAÇINDI
İlk e-mailime nazik bir dille yanıt verdi. (Keşke hiç yanıtlamasaymış, senin yolladığın mail adresi yanlışmış bana ulaşmadı diyebilirdi ilerde)
Evet ilk emailime yanıt verdi fakat sorduğum soruları , benim yayınladığım yazısını görmemiş olma ihtimaline ilişkin sorularımı yanıtlamadı. Bu konuda yanıt vermek yerine Cumartesi anneleri, suçlu çocuklar vb üzerine yoğun çalışmasından söz edip daha sonra detaylıca okuyup yanıtlayacağını belirterek geçiştirdi.
Nazik yanıtı ve bu denli toplumcu yanı çok hoştu amaaaa, Coşkun Büktel'e beni şikayet emek için(!) ilettiği yazısına zaman ayırırken, benim sorularımı geçiştirip konuya bile girmemesi de bir nevi kaçamaktı sanki... Kendime verdiğim ihtimal bir puan daha artıp yüzde 96 oldu.
Bir kaç günlük beklemeden ve bu iddialarının üzerinden bir haftadan fazla geçmesinin ardından ikinci bir emaille daha somut bir dizi soru daha yönelttim ve yazdığı emaille benim onurumun sorgulandığı ve halen bazı sitelerde beni itham eder şekilde yer alan bu iddiaların bir an önce açıklığa kavuşturulması için açıklamanızı yazın isteğinde bulundum fakat yine yanıtlamamayı tercih etti. Bu kadar net, bu kadar kesin talebimin karşısında ise yanıtı hiç ses çıkarmamak oldu... Bir çok kişi için sükuut ikrardan gelir atasözüne dayanarak Sayın Atak'ın benimle karşılıklı yüzleşmekten ve sorularımı yanıtlamaktan kaçınması bile başlı başına yüzdeyüz haklılık nedenidir ama ben buradan da sadece yüzde iki daha ekledim.. Kaldı ki Sayın Ömer F.Kurhan'da kendisine yönelik çok ciddi eleştiriler dile getirmişti ve o sanıyorum bunları da görmedi.
Tıpkı 2002'deki onlarca gazete , yazı, site gibi
Tıpkı benim yer verdiğim Sibel Aslan'ın da cevapladığı iddiası gibi.
YÜZDE İKİ DE OLSA HALA BEN KENDİME YANILMA PAYI BİÇEBİLİRDİM Kİ....
MEHMET ATAK'IN ŞAHİT VAR MESELESİ DE FOS ÇIKTI!...
SİBEL ASLAN YEŞİLAY NE DİYOR?
Konuyla ilgili olarak bilgilendirdiğim ve o dönemki Mehmet Atak'ın iddiasını ve bu iddiaya kendi yanıtını yayınladığımı, bunun üzerine Mehmet Atak'dan bir yanıt gelmediğini böylece konunun kapandığını hatırlattığım Sibel Aslan bu hatırlatmalarımla ve doğruluğunun teyidi ile ilgili olumsuz bir karşı çıkış bildirmemekle birlikte, Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in dahil edildiği bu tartışmada asla yer almak istemediğini, benim de kendisini bu tartışmanın dışında tutmam ricasını dile getirdi.
Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in kendilerinden yana olmayan , hoşlarına gitmeyen bir tek cümle de dahi nasıl agresif ve saldırganlaştıklarını, ortada tartışılan müzakeresi yapılan konuyu bırakıp nasıl bu kişinin yaşamından hatalar arayarak karşılarındakileri yıpratmaya dönük yer yer iftira da içeren yayıncılık geliştirdiklerini bildikleri için insanların onlara bulaşmama isteği pek yabancı gelmedi bana.
Zira daha önce de pek çok arkadaşım ve tiyatro dünyasından insanlar belirli konular yaşanırken bana desteklerini açıklamış, bazı konularda düşüncelerini dile getirmiş ama bu düzeyde ve saldırganlık içindeki bu kişilerle polemik ve saldırı yaşamak istemedikleri için açıktan destek veremediklerinden yakınmışlardı. Bazılarına ise ben "Aman biz bu çamura bulaştık siz bulaşmayın" deyip engel olmuştum.
Bu nedenle Sibel Aslan Yeşilay'ın konunun yansıtıldığı kişiler ve yayınlardan dolayı çekincesini ve dışında kalma isteğini anlayabiliyorum, fakat sonuçta bir noktada Mehmet Atak tarafından bir anlamda yalancılıkla yada yanıltıcılıkla itham edilen kişi olduğu için yine de aman konunun dışında kalayım gibi bir isteği tam olarak onaylayamıyorum.
BİRİNCİ DERECEDEN ŞAHİT BAKIN NE DİYOR MEHMET ATAK'IN İDDİASI İLE İLGİLİ
Geçmişte kalmış bir projeyle ilgili bilgi alacaksanız en iyi bilgiyi o projede yer alan kişilerden alabilirsiniz elbette. Bu etkinliğin en önde gelen ismi Sibel Aslan Yeşilay ve Mehmet Atak'dır. Fakat ikisinin farklı yaklaşımını sorguladığımıza göre üçüncü isme bakalım. Üçüncü isim Mehmet Atak'ın da övgüyle söz ettiği ve benim internete bakmamı salık veren kişi diye bahsettiği ve bu tartışmalı etkinliğin yapım sorumlusu Ümran ince'dir. Ümran İnce ve Eftal Gülbudak çifti sekiz yılda tanıdığım yüzlerceye varan tiyatrocu içerisinde kesinlikle ve hiç tereddütsüz benim gözümde en güvenilir ve en övgüye değer insanların en başında gelir. Ümran İnce bu konuda ne derse tereddütsüz doğrudur deyip kabul etmeye hazır bir şekilde bağlantı kurdum. Üstelik de Mehmet Atak'da şahit olarak en başta ondan söz etmemiş mi? Bakalım Coşkun Büktel'in de (Kendi mafyatik denemelerine sıra gelince şahiti hiçe sayması ikilemini de unutarak)altını çizerek şahitler vaaar diye yaygara yaptığını da hatırlatarak bakalım birinci dereceden bu etkinliğin yapım sorumlusu Ümran İnce'ye...
Hemen ertesi gün Ümran İnce ile bağlantı kurarak ve kendisinin de şahit gösterildiğini belirtip konuyu sorduğumdaoldukça şaşırtıcı bir yanıt aldım.
"O proje Sibel'in projesiydi, Mehmet Atak sadece rejilerini yaptı."
Bu durumda Mehmet Atak'ın şahitlerin şehadetini almadan ve görüşlerini sormadan projede yer alan herkesin adını sıradan saydığı anlaşılmaktadır. Yani şahit var diye kadroyu bize şahit diye sıralarken şahiti kendisini yalanlıyordu...
Böylece Mehmet Atak'ın öne sürdüğü ve Coşkun Büktel'in de üstüne basa basa vurguladığı şahitler konusunun da bir balon olduğu ortaya çıkmıştır. Mehmet Atak tarafından en başta sıralanmış Ümran İnce bakın ne yanıt verdi :
Ertuğrulcuğum Merhaba,Ben konsept Mehmet Atak'a ait demiş olamam, çünkü okuma tiyatrosu Sibel'in projesiydi. Zaten okunan oyunlar da Sibel'in çevirileri. Mehmet sadece rejilerini yaptı.Mehmet'e bu konuda değil de ibşt'den stajyer kadrodan çıkarılması konusunda yazılanlar hakkında tiyatrom.com'u takip etmesini söylemiş ya da yazmak istediği varsa oraya yazabileceğini söylemiş olduğum yönünde hatırladıklarım var. O dönemde Mehmet'e destek verenler, vermeyenler vardı ve sanırım tiyatrom.com'a da taşınmıştı bunlar..
BUNCA BELGE VE BİRİNCİ DERECEDEN ŞAHİT ORTADAYKEN ARTIK TARTIŞILACAK BİR YANI KALMASA DA BEN DİĞER ŞAHİTLERE DE ULAŞMAYA ÇALIŞTIM
Kıvırılacak yanı kaldıysa hala kıvırılmaması için hiç biriyle kişisel tanışıklığım olmasa da diğer şahit olarak sıralananların da en az yarısına ulaşmayı denedim. Kimi çoktan medyatik olmuş bu kişilerin hiç birinden geri dönüş alamadım. Yani şahit gösterilenlerin olumsuz yada olumlu şehadeti, şahitliği yoktu ortada. Mehmet bey aksi yönde şahit bulup da şahitleri şahit huzurunda konuşturabilirse bizi de bilgilendirsin lütfen. Şahitleri şahit huzurunda deme nedenim elbette şahitlere güvenmemekten değil ama bu kadar belgeden sonra Mehmet beyin ben sordum benim söylediğim gibi açıkladılar demesine güvencimiz kalmadığındandır!
EFENDİM KONU BENİM AÇIMDAN KAPANMIŞTIR...
Bütün bu gazete küpürlerine, şahitlere ve halen yayında olan internet sayfalarına rağmen, üstelik bu bilgiler İBŞT ve Goethe Enstitü basın bildirileriyle bilgi olarak geçilmesine rağmen, Mehmet Atak'ın yakınen tanıdığı sanat yazarlarının da beyanına rağmen Mehmet Atak 2004'de yada 2009'da çıkıp bu projenin konsept tasarımı sadece bana aittir diyorsa yukarıdaki onca belgeye dayanarak "Mehmet Atak sen bir yalancısın" demiyorum. Ben ne savcıyım, ne yargıç. Bazıları bir tek kişinin beyanına dayanarak ve hiç bir araştırma yapmadan beni sansürcü ilan etmeye kalkabilir ama ben bir sanatçıyı hiç bir şeyle itham etmek istemiyorum.
Bütün bu gerçekler konuya içerisinde olmadığı halde Ömer F.Kurhan'ın ne denli doğru bir yaklaşım gösterdiğini de ispatlamıştır. Ömer F.kurhan bu kadar doğru bir sezinleme yaparken Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel bir kez daha yanılmayı, yanıltılmayı tercih etmiştir, zira bu yanılma işlerine gelmiştir. Tıpkı Emrah Özlek adlı sanal kişi nasıl onların duymak istediklerini söyleyerek yanıltmış ise bu defa sanal olmasa da, gayet gerçek olsa da, hatta sanatçı ünvanı taşısa da bir başkası çıkmış ve yine bunların duymak istediklerini söylediği için yanıltmıştır. Zaten bu kişilerden objektif bir yaklaışm da beklemek abestir.
ŞİMDİ BURADA BUNU AYYUKA ÇIKARMAYI DENEYEN, MAL BULMUŞ MAGRİBİ GİBİ ARAŞTIRMADAN ÜZERİNE ATLAYAN "HİLMİ BULUNMAZ VE COŞKUN BÜKTEL'E HİÇ BİR ŞEY DEMEYECEK MİSİN?" DİYE SORANLARINIZ OLABİLECEKTİR
ONLARA YANITIM ŞU OLACAKTIR
BIRAKIN ALLAHAŞKINA YAAAA!... ONLARI BU SAATTEN SONRA ADAM YERİNE KOYAN KİM?!...
BU SAATTEN SONRA ONLAR HELE ŞU ANA DEK DÖKÜLEN KİRLİ ÇAMAŞIRLARINI TOPLAYABİLSİNLER HELE...
HER TARAFTAN FIŞKIRDI BATTIKÇA BATTILAR, KANALİZASYONUN DİBİNDE BANA ÇÖPLÜKTEN BAHSEDİYORLAR... BEN ONLARI CİDDİYE ALIP MUHATTAP MI OLURUM ALLAHAŞKINA??? ANCAK ARADA EĞLENMEK İÇİN DALGA GEÇERİM ÇOK ÇOK ;)
ADAM BENİM ZATEN BUGÜN DE AYNEN DİLE GETİRMEKTEN ÇEKİNMEYECEĞİM BUGÜN DE AYNI GÖRÜŞTE OLDUĞUM YAZILARI BULUP BELGE (!!!) SUNARMIŞ GİBİ DOLDURUYOR SAYFASINI.
NEDEN?
ÇÜNKÜ SORDUĞUM HİÇ BİR SORUYA VERECEK YANITI YOK
NEDEN?
ÇÜNKÜ ARTIK ALENEN ORTAYA ÇIKMIŞ DÜZENBAZLIKLARINI, SANSÜRCÜLÜKLERİNİ, YALANLARINI KAMUFLE ETMEYE İHTİYACI VAR
BİR YANDAN BUNLAR BİZİM GÜNDEMİMİZİ BLOKE ETMEK İÇİN YAZIYORLAR DİYOR
DİĞER YANDAN KENDİLERİ BİZİMLE KOCAMAN SAYFALARINI DOLDURUYOR KENDİLERİNİ BİZİMLE BLOKE EDİYOR. AMA İDDİALARINA YOLLANAN AÇIKLAMALARI SANSÜRLÜYOR.
ELLE TUTULUR, CİDDİYE ALINIR, ADAM YERİNE KONULUR YANLARI MI KALMIŞ ALLAHAŞKINA?!!!
BEN SAYGIN BİR SANATÇI OLARAK GÖRDÜĞÜM MEHMET ATAK'IN İDDİASI KARŞISINDA HUZURSUZ OLMUŞTUM NEYSE Kİ KENDİ AÇIMDAN BU KONU ANLAŞILMIŞTIR, OKURA DA AKTARILMIŞTIR...
BELKİ MEHMET ATAK COŞKUN BÜKTEL YAKINLIĞININ NEREDEN GELDİĞİNİ MERAK EDENLER İÇİN AŞAĞIDA COŞKUN BÜKTEL'İN BELKİ DE KENDİNE MÜRİT YAPMAYI DA DENEDİĞİ MEHMET ATAK'A ÖVGÜSÜNE DAİR BİR KÜPÜR BULACAKSINIZ. BU KÜPÜR COŞKUN BÜKTEL'İN KENDİSİ KADAR RENKSİZ VE SOĞUK GRİ SİTESİNDENDİR.
DİP NOT :
1-KÜPÜRLERİN BÜYÜK BOYU İÇİN HER BİRİNİN ÜZERİNE TIKLAYINIZ. HER BİRİNİN ORİJİNAL KAYNAĞI ALTINA NOT DÜŞÜLMÜŞTÜR.
2- SAYIN ÖMER F.KURHAN'IN COŞKUN BÜKTEL FAN'LARI NİTELEMESİNİ İLK BAŞTA OLDUKÇA BENİMSEMİŞ VE DOĞRULAMIŞTIM, FAKAT ŞİMDİ BUNA İTİRAZ EDİYORUM. BU FANLIKTAN ÇOK ÖTE BİR DURUMDUR OLSA OLSA BUNUN TANIMLAMASI MÜRİTLİK OLARAK TANIMLANABİLİR. ZİRA FAN'LAR BİLE ZAMAN ZAMAN ELEŞTİREBİLİR, YADA KENDİ DOĞRULARINI ÖNCELİKLİ TUTAR AMA ANCAK BİR MÜRİT KAYITSIZ ŞARTSIZ VE TESLİMİYETTEDİR. HİLMİ BULUNMAZ'DA DA COŞKUN BÜKTEL'E KARŞI TİPİK MÜRİT ÖZELLİKLERİ GÖRMEK MÜMKÜNDÜR.
3- Bu yazı bana sayfalarını açanhttp://www.tiyatrodergisi.com.tr/ ve İATP-G sayfalarında yayınlanacaktır. Fakat onların site tasarımları bu şekilde bir sayfa hazırlanmasını olanaklı kılmadığı için kendi host alanımda hazırlanmış ve buraya link verilmesi ricası ile bu sitelere taşınmıştır.
4- UMARIM ÜMRAN İNCE'Yİ BUGÜNE KADAR ŞAHİT DİYE SUNUP BUNDAN SONRA DÜŞMAN ADDEDİP BASİT NUMARALARINIZI BU KEZ DE ONUN ÜZERİNDE DENEMEZSİNİZ.. HER HAMLENİZ SİZİ DAHA DA BASİTLEŞTİRİYOR BARİ ARTIK BUNU GÖRÜN...
Mehmet Atak - Coşkun Büktel flörtünden geçmiş yıllara dayalı bir kaç satır..
..
5- Bu yazı bundan sonraki hiç bir yazımın iletilmeyeceği gibi iddiaların yer aldığı sitelere gönderilmemiş, o blogların sahipleri kendi çöplüklerinde boğulmaya terk edilmişlerdir. Okurlarına karşı sorumlulukları nedeniyle yanıltıcı haberlerini düzeltmek adına alıntı yapabilirler de diyemiyorum zira tüm yaşamlarının ve tüm yazılarının zaten insanları yanıltmak üzerine kurulduğu artık çok net ortadadır.
FERİDUNMETRE
.lcdstyle{ /*Example CSS to create LCD countdown look*/background-color:black;color:yellow;font: bold 18px MS Sans Serif;padding: 3px;} .lcdstyle sup{ /*Example CSS to create LCD countdown look*/font-size: 80%}
/************************************************ Dynamic Countdown script- © Dynamic Drive (http://www.dynamicdrive.com)* This notice MUST stay intact for legal use* Visit http://www.dynamicdrive.com/ for this script and 100s more.***********************************************/ function cdtime(container, targetdate){if (!document.getElementById !document.getElementById(container)) returnthis.container=document.getElementById(container)this.currentTime=new Date()this.targetdate=new Date(targetdate)this.timesup=falsethis.updateTime()} cdtime.prototype.updateTime=function(){var thisobj=thisthis.currentTime.setSeconds(this.currentTime.getSeconds()+1)setTimeout(function(){thisobj.updateTime()}, 1000) //update time every second} cdtime.prototype.displaycountdown=function(baseunit, functionref){this.baseunit=baseunitthis.formatresults=functionrefthis.showresults()} cdtime.prototype.showresults=function(){var thisobj=this var timediff=(this.targetdate-this.currentTime)/1000 //difference btw target date and current date, in secondsif (timediff"+arguments[0]+" gün "+arguments[1]+" saat "+arguments[2]+" dakika "+arguments[3]+" saniye Yeni herhangi bir yazısına kalan süre"}else{ //else if target date/time metvar displaystring="" //Don't display any textalert("Christmas is here!") //Instead, perform a custom alert}return displaystring}
var futuredate=new cdtime("countdowncontainer", "february 25, 2010 18:25:00")futuredate.displaycountdown("gün", formatresults) var currentyear=new Date().getFullYear()//dynamically get this Christmas' year value. If Christmas already passed, then year=current year+1var thischristmasyear=(new Date().getMonth()>=11 && new Date().getDate()>25)? currentyear+1 : currentyearvar christmas=new cdtime("countdowncontainer2", "september 03, "+thischristmasyear+" 0:0:00")christmas.displaycountdown("gün", formatresults2)
Yaklaşık her altı ayda bir yazan ve her iki yazısından biri Coşkun Büktel'e methiye yada savunma olan Tiyatro Bölümü mezunu reklamcı Feridun Çetinkaya'nın tiyatro kapsamlı yeni bir yazısına ve bize yanıtına kalan süreyi buradan takip ederek bekleyebilirsiniz...
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:44 0 yorum
Tiyatrom'u Dezenformasyon ve Sansürle Suçlayan Mehmet ATAK'a Ertuğrul TİMUR'un Belgelerle Yanıtı
YALANCI KİM?SİBEL Mİ, MEHMET Mİ, YOKSA HERKES Mİ?"Yalancının ipiyle kuyuya inen kuyuda boğulur."Merhaba,İddialarında kendilerine hak vermediğim için Tiyatrom'u ve beni sansürcü ilan etmek için 1,5 yıldır yoğun çaba ve mesai harcayan, bu amaçla adeta yıldırma, baskı politikaları uygulayan, bunlardan da öte işi eşkiyalığa dek vardıran, mafyatik yöntemlere dek götürmeyi deneyen ama gerçeği balçıkla sıvayamadıkları gibi kendi iki yüzlülükleri, bencillikleri, çifte standartçılıkları ve en nihayetinde benim ve Ömer F.kurhan'ın sesini kesme çabalarıyla sansürcü kişilikleri artık ayan beyan ve tartışma götürmez şekilde gün yüzüne çıkmıştır.En son Tiyatro Dergisinde yayınlanan belge ile sözde sosyalist olduğunu iddia eden kişinin, sosyalistlik bir yana dürüst dahi olamadığı, iki yüzlü çifte standartçı yüzü bir kez daha sergilenmiştir.İşte bu ikili (Coşkun Büktel ve sadık müridi görüntüsü yansıtan Hilmi Bulunmaz) 1,5 yılı aşkın zamandır tiyatro dünyasının sevilen sitesi TİYATROM'a sansürcülük yaftası yapıştırmak için zaman zaman türlü iftiralar atmış ve tarafımdam her defasında püskürtülmüştü. Bu defa da sanatçı Mehmet Atak'ın yazılı beyanına dayanarak hiç bir araştırma yapmadan TİYATROM'u yine sansürcü olarak tanıtmaya girişmişlerdi. Oysa ki Mehmet Atak sanal bir kişi olmasa da bir süre önce bunları aldatmayı başaran sanal kişi Emrah Özlek'den çok da farklı bir şey yapmamıştı.Evet, titiz ve uzun bir araştırmanın nihayetinde bir değil pek çok kanıtla, Mehmet Atak'ın adeta blöf yapar gibi sunduğu birinci dereceden şahit beyanıyla ve Mehmet Atak'ın yakın dostu olduğunu da öğrendiğimiz sanat eleştirmeninin de yazdıklarıyla, İBŞT ve Goethe Enstitü’nün basına geçtikleri etkinlik bülteniyle, kısacası inkar edilemez pek çok kanıtla Mehmet Atak'ın yazdıklarının gerçeği yansıtmadığını bu ikiliye ve tiyatro kamuoyuna açıklıyorum. Bu süreç içerisinde saygınlığına inandığım ve amacım asla bir sanatçının saygınlığını zedelemek olmadığından, Sayın Mehmet Atak'la özellikle irtibat kurdum ve bazı somut soruları kendisine sordum. Fakat Mehmet Atak ilk e-mailime alakasız konulardan bahsederek, ikinciye ise yanıt vermeyerek suskunluğu seçti.Konuyu duyarlı davranan başta İATP-G, Tiyatro dergisi, Ömer F.Kurhan, Mustafa Demirkanlı olmak üzere tüm tiyatro kamuoyunun bilgisine saygıyla sunarım. Yazım belgelerden dolayı özel bir tasarım gerektirdiğinden ve İATP-G ve Tiyatro Dergisi internet tasarımları buna uygun olmadığından yazımı bana ait bir sitenin host alanı üzerinde kendim yayına verdim ve bu yayıncılardan yukarıdaki sunuş yazımın ardından bu özel sayfaya link vererek yayınlamalarını rica ediyorum.SaygılarımlaErtuğrul Timur – 14 Mart 2009
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:43 0 yorum
Tiyatro Adına Sansürcü ve Kirlilik Yaratan Yayıncılık Anlayışını Kınıyoruz
İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi - 14 Mart 20092008 yılında yayıncılığa veda eden TİYATROM’un editörü Ertuğrul Timur, geçmişte yazılmamış bir yazıyı sansür etmek gibi ancak şaka kabul edilebilecek bir iddia ile karşı karşıya kalmıştı. Doğal olarak bu iddiayı ciddiye almamış ve eleştiri sınırlarını aşıp küfür ve hakareti de içeren bir polemik zincirinin talihsiz bir unsuru olarak kabul etmiştik.Aradan bir yıldan uzun bir süre geçtikten sonra, bu saçma iddia bazı kişisel bloglar ve kamusal yayıncılık iddiasındaki OYUN sitesi aracılığıyla yeniden gündeme getirildi. Yapıcı emeğe saygısızlık olarak değerlendirdiğimiz bu yaklaşım karşısında TİYATROM ve Ertuğrul Timur’un yanında olduğumuzu açıklamıştık.Gelişmeler şunu göstermektedir: Lekeleyici bir çizginin de ötesine geçilmiş, Ertuğrul Timur’un açıklama talep eden yazıları açık sansürü de içeren uygulamalara tabi tutulmuştur. Son olarak Ertuğrul Timur’un suçlamayı tiyatrocuların tanıklığında, katılıma açık bir toplantıda ele alınması önerisini de kabul etmeyen sansürcü muhataplar, hiçbir şey olmamış gibi yayın kirliliğini sürdürmüşlerdir.Ertuğrul Timur’un hakkındaki suçlamalara yanıt verme hakkının hiçe sayılıp aşağılanmasını ve sansüre de başvurulmasını kınıyor, tiyatro adına kirlilik yaratan yayıncılık anlayışının karşısında olduğumuzu açıklama gereği duyuyoruz.
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:43 0 yorum
Tiyatro Yayıncılığında "Sansürle Suçlayanların Sinsi Sansürü"
Tiyatrom ve Tiyatroyu Sevenler: Eski TİYATROM sitesinin editörü Ertuğrul Timur, sansür iddiasıyla karşı karşıya kalınca, tarafların çeşitlendiği bir tartışma yaşandı. Suçlamayı yapan Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz'ın sitelerinde Ertuğrul Timur'un yazılarını ört bas etme ve sonrasında açık sansür uygulamaları yapıldı. Ertuğrul Timur tiyatrocuların da tanıklık edeceği bir tartışma ortamında sansür suçlamasının ele alınmasını önerdi.Büktel ve Bulunmaz, Ertuğrul Timur'un katılıma açık toplantı önerisini reddettiler.Küfür, hakaret, sövgü içeren bir yazıya yer vermediği için sansürcü davranmakla suçlanan ve bir yıl önce kapanmış olan tiyatrom.com sitesinin editörü Ertuğrul Timur tiyatro dünyasında polemikleri ve çeşitli iddialarıyla yer edinmeye çalışanları nihayet 1 yıl aradan sonra teşhir etmeye karar verdi ve bunu da kendisini sansürcülükle suçlayan kişilerin sitelerine de iletti.Diğer tiyatro yayınlarının tümünü sansürcülükle suçlayan ve sıfır sansür vaat eden Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'e ait siteler sansürcülük iddiasına yanıtla birlikte haklarında bir çok gerçek de ortaya çıkarınca önce bu yanıtları sıfır sansür vaatleri gereği yayınlasa da bir sinsi sansüre tabi tutarak gözlerden kaçırmayı, ardından açık sansürü uygulamaya koydular.Ertuğrul Timur'u destekleyen İATP-G (İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu Girişim) tiyatrom'un geçmişte tiyatro dünyasına verdiği büyük hizmetin ve yapıcı tavrının altını çizdi.Bu desteğin üzerine sansürlendiğini iddia eden ve kendileri sıfır sansür vadedenler İATP-G ve Ömer F. Kurhan'ın yazılarına da sansür uygulamaya başladı. Ertuğrul Timur tarafından "sinsi sansür" tarafından tabir edilen uygulamaya geçerek ve bununla da kalmayıp bu yanıtları asıl iddialarının yer aldığı sitelerinde değil Ertuğrul Timur ve İATP-G üyesi Ömer F. Kurhan'a hakaret niteliğinde "Çöp Kutusu" adıyla açtıkları bir blogda yayınlamaya ve burada da dizgisi, tasarımı bozuk bir şekilde yer vermeye başladılar.Yayıncılık etiği ve yasalar gereği cevap hakkı iddianın yer aldığı yayınlarda yer alması gerekirken hem farklı bir blog açıp, hem okunmayacak şekilde hem de çöp kutusu olarak nitelenerek hakaretle yer verilmesi sözde yazıların yayınlandığı ardına gizlenen bir yalan ve sansürden öte hakaret niteliği taşımaktadır.Tiyatro Dergisi, İATP-G , Tiyatrom internet sitesi eski okurları, Tiyatrom Facebook grup üyeleri ve Tiyatro severler durumu protesto ediyor.Bu kişilere ait blog ve sitelere haber, yazı gönderilmemesi ve tanınmaması yolunda görüşler ağırlık kazanıyor. Bu protestoyla paralel olarak İATP-G bu konuda bir ayrı blog açarak konuyla ilgili tüm yazılanları bu alanda toplamaya başladı. Ayrıca kapanışının ardından tam bir yıl geçen www.tiyatrom.com adlı siteyi www.tiyatrodunyasi.com sitesi de yaptığı özel haberle, ve okur görüşleriyle anıyor.Konuyla ilgili gelişmeleri izleyebileceğiniz yayınlar.http://iatp-g.blogspot.com/http://www.iatp-web.orghttp://www.tiyatrodergisi.com.tr http://www.tiyatrodunyasi.com
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:41 0 yorum
Tiyatro Yayıncılığı Alanında Sanal Lümpenlik ve Sonuçları
Ömer F. KURHAN - 10 Mart 2009Yaklaşık bir ay önce, benim BFK (Büktel’in Fanları Kulübü) üyesi olarak kabul ettiğim Feridun Çetinkaya, 2008 yılında yayın hayatına veda eden TİYATROM ve sahibi / editörü Ertuğrul Timur’a dönük sansürcü olma iddiasını gündeme getirdi. Bu iddiaya yer verilen yazının gerek Coşkun Büktel’in kişisel sitesinde gerekse Hilmi Bulunmaz'ın yönettiği OYUN’da yüceltilerek yayımlanmasının ardından, Ertuğrul Timur okur kimliğiyle yanıt verme hakkını kullandı ve sansür iddiasının sahiplerini ispata çağırdı.Fakat Büktel ve Bulunmaz, bu çağrıya yanıt vermedikleri gibi, yaklaşık iki yıl önce Büktel’in yazılmamış bir yazısının (var olmayan, ama var olduğunda – yazıldığında - TİYATROM’da yayımlanmış yazısının) sansür edildiğini iddia etmeyi sürdürdüler. TİYATROM’da hakaret içeren yazıların yayımlanmaması ilkesine itiraz edemediler, fakat Ertuğrul Timur’un onlarca sayfa tutan açıklamaları, basit bir gerçeğin, yani var olmayan (yazılmamış) bir yazının zaten sansürlenemeyeceğini açıklamaya nedense yetmedi.Hilmi Bulunmaz, BFK üyesi Çetinkaya’yı savunmak adına şunu iddia ediyordu: “Feridun Çetinkaya, "İATP-G 'Bazı' İnsan Hakları İhlallerine Karşı" başlıklı yazısında, benim "sıçıp sıvamak"lı yazımın sansürlenmesinden bahsetmiyor. Coşkun Büktel’in, o günlerde henüz yazılmamış yazısının, Timur tarafından sansürlenmesinden bahsediyor.”Büktel’in yazılmamış yazısına başrolün verildiği absürd sansür suçlaması giderek Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattının dezenformasyon ve demagojiye saplandığına işaret ediyordu. Bu absürdizm karşısında Ertuğrul Timur’un ısrarlı açıklama ya da özür talebini sürdürmesi, çok iddialı oldukları “sıfır sansür” ilkesini tehdit etmeye başladı. Bugüne kadar, daha ziyade tartışmadan kaçırma taktikleriyle ayakta tuttukları polemik krallıkları çöktü; çünkü Ertuğrul Timur'un açıklama ya da özür talebini yazılı olarak sürdürmesi karşısında paralize oldular. Büktel fanlarından Feridun Çetinkaya da bekledikleri performansı gösterememiş ve çok çabuk pes etmişti.Bu durum karşısında, Ertuğrul Timur’un yanıtını veremedikleri yazılarını gündemden düşürmek üzere arşive sepetleme taktiği uygulandı. OYUN sitesini takip altına alan Ertuğrul Timur “sinsi sansür” dediği bu tutumu deşifre edince, “yazılmamış yazıyı sansür” iddialarını sürdürmenin tek yolu kaldı: AÇIK SANSÜR. Böylece, “sıfır sansür” serüveni ifade özgürlüğünün açık ihlaliyle sonuçlanmış oldu.Büktel içine düştükleri berbat pozisyonu yana yakıla açıklamaya çalışırken hâlâ mağdurları oynuyordu. Bir okur çıka gelmiş, yazılmamış (var olmayan) bir yazısını sansürü nedeniyle özür dilemesi gerekirken, ne yazık ki adını veremediği bazı güç odaklarının kışkırtmasıyla sitelerini art arda yazdığı yazılarla bloke etmeye çalışmıştı. Bir süre sinsi sansür ve açık sansürle direnmek zorunda kalmışlar, ama nihayet bir çözüm bulmuşlardı: Bir çöplük blogu açarak yazıları oraya yığmak. Böylece sansür yapma eylemlerine son verme ve “sıfır sansür” ilkelerini tekrardan hayata geçirme imkânı doğmuştu.Gerçekten de, Ertuğrul Timur’un yanıt ya da özür talep eden yazıları “Timur’un Çöplüğü” adını verdikleri bloga sepetlendi. Açık sansür yerini hem sinsi hem aşağılayıcı sansüre bırakmıştı. Eğer Ertuğrul Timur’u destekler nitelikte bir yazı gönderirseniz onun da kaderi çöpü boylamaktı. Bunu tecrübe ederek öğrendim: Tabii ki küfür ve hakaret içermeyen bir yazım “iftira” ile suçlanarak sanal çöplüğe sepetlendi. Yani çöplüğe atılan sadece Ertuğrul Timur’un yazıları değildi. Böylece görüşlerine itiraz eden okur yorumlarını çöplüğe atmak gibi bir yayıncılık anlayışının sahipleri haline gelmeyi de başardırlar.Bununla da yetinmediler: Büktel'in yazısında hem kendilerine hem muhatap aldıkları insanlara dönük pornografi ve küfür içeren bir sayfaya "tek tıklamayla" ulaşılabilen bir link verdiler. Sayfaya bakıldığında kendilerini pornografik malzeme olarak kullanmış resimlere yer verildiği, buna karşılık onların da bu saldırıyı gerçekleştiren ve destekleyenlere “o… çocuğu” dedikleri görülüyordu. Aynı sayfanın altında ise, iki tiyatro yayıncısının resimleri verilerek “o… çocuklarına” iki örnek veriliyordu. Bu nedenle, İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi bu “tartışma” dosyasını hazırlarken, Büktel’in yana yakıla niçin sansüre başvurmak zorunda kaldıklarını anlatmaya çalıştığı yazısındaki linkleri silmek ve yazının sonuna bir uyarı notu düşmek zorunda kalmıştı.Her şeye rağmen yapıcı çıkış yine Ertuğrul Timur’dan geldi. Gelin dedi, bu meseleyi tiyatrocuların huzurunda, katılmak isteyen herkesin gözü önünde tartışarak halledelim. Büktel zaten ilkesizlik çukurunda debelenmekle meşguldü. Bulunmaz ise, Fatih Altaylı’ya özenip bir Tek’e Tek programı önerdi. Büktel’in yol göstericiliğinde pornografi ve açık hakareti de meşru gören magazin yayımcılığının doğal bir sonucu olarak, internet ortamında bedavaya getirdiği Bulunmaz TV’de reytingini yükseltme hayalleri kurmaktaydı. Kısacası, sansür, hakaret, aşağılama vs derken, iş kamusal alana inmeye, tarafların serbestçe görüşlerini ifade edecekleri katılımcı bir tartışma ortamı yaratmaya gelince, anında toz olmayı tercih ettiler.Tabii ki Ertuğrul Timur sosyalist ilkeler adına Hilmi Bulunmaz’ı güvenilir bulup derdini anlatabileceğini düşünmekle hata yaptı. Söylem yanıltıcı olabilir. “Leninist” ya da “anarko-komünist”, hangi sosyalist tiyatrocu gün boyu iç içe yaşadığı işçiler dururken internet üzerinden toplamaya çalıştığı gençlerle tiyatro yapmaya kalkar? TİYATROM’a taciz ve tecavüz girişimlerini tahlil ederken işin sınıfsal boyutunu ve hayal kırıklıkları ile oluşmuş seçkinci tercihleri ihmal etmemekte fayda var. Bulunmaz’ın Beyoğlu kozmopolitizminin "radikal" ve de yaygaracı bileşeni olmak için gösterdiği yirmi yıllık çabayı değerlendirirken, içinden geldiği ve sonrasında yönetici pozisyon da aldığı emekçi ortama yabancılaşmasına mı dikkat edeceğiz, yoksa sanal âlemde esip savurmalarına mı?Sonuç olarak Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattının internet ortamında tiyatro yayıncılığına kattıkları nedir? Buna, hayal kırıklıkları ve hınç duygusunun besleyip büyüttüğü “sanal lümpenlik” diyebiliriz. Tiyatro ortamındaki çürümeden besleniyor ve kendi tarzlarında bu çürümenin tamamlayıcı ve teşvik edici bir kutbunu temsil ediyorlar. TİYATROM ve Ertuğrul Timur niçin onları rahatsız etti? Çünkü tiyatro yayıncılığı alanında bir dönem popüler açılım da içeren yapıcı bir girişim olmayı başarmıştı. Bu girişim varlık nedenlerinin ortadan kalkması anlamına geliyordu. Yapıcı emeği aşağılamaya, küfretmeye, sansürlemeye bu nedenle ihtiyaç duydular. Onlar yenilmişse, herkes yenilmeliydi.Beklenmedik bir şekilde bu “tartışma” sürecine girilirken ben çok basit bir şey yapıyordum: Coşkun Büktel’in sahte entelektüel kabadayılığına ve “Theope” eksenli uydurmalarına meydan okuyordum. Tartışma daha başlangıç aşamasındayken söyleyecek bir sözü kalmadı. Yokluğunu ilan ettikleri ikinci Théophé’nin varlığı sadece bir ayrıntıdır. “Theope” aslında nasıl bir oyundur? İçinde tutarsızlıklar barındırır mı? Uzayıp giden “tiradları” Türkçe birer şiir harikası mı, yoksa yazarın savunduğu dünya görüşünü seyircinin kafasına çakmak üzere tasarlanmış nutuk atma denemeleri mi? İlk bakışta Antik Yunan tragedyası, daha çok Shakespeare tiyatrsou, biraz da Brecht tiyatrosunun harmanlandığı görülen bu eserin kurgusal aksaklıkları var mı? Gerçekten de Türk tiyatrosunun en hacimli ve kompleks eseri olma iddiasıyla yazılmış “Theope”nin ulaştığı gerçek sanatsal sonuçlar nelerdir? Antik mitoloji eksenli Türkçe oyun yazma geleneğinin en birinç eseri o mudur? Güldürü niteliğindeki televizyon skeçleri ya da kısa oyunları ya da “tadımlık” dizi film diyalogları sanatsal olarak ne kadar ciddiye alınabilir?Yıllar önce yanıtlanması gereken ve tiyatro alanındaki eleştiri kültürünün yerini tanıtımcılığa bırakması nedeniyle yanıtlanmamış bu ve benzeri soruları gündemime almış ve Büktel’in eleştirilerim karşısında vaat ettiği, ama bir türlü veremediği gümbürtülü yanıtını beklerken, TİYATROM etrafında bir tartışma başladı.Tabii ki bu tartışmada bir tarafım: Bugüne kadar iyi niyetinden ve yapıcı olma kaygısından şüphe etmediğim bir medya ve tiyatro emekçisinin yanında olmak entelektüel sorumluluk gereğidir. Fakat, sansüre de batma başarısı gösteren sanal lümpenliğe itiraz etmenin çözüm olmadığı, çözüm için gerekli ayrıntı bir jest olduğu gerçeği unutulmamalıdır. TİYATROM geride en azından bilimsel araştırmanın ihtiyaç duyduğu zengin bir miras bıraktı. Aydınlanmanın savunusu adına tabii ki bu mirasın kirletilmesine ve hiçleştirilmesine itiraz edeceğiz.Bu “tartışmanın” tiyatro adına önemli bir kazanımı, TİYATROM’un bıraktığı yapıcı mirasın açığa çıkarılması ve korunması olmuştur. Sanal lümpenliğin taciz ve tecavüz (daha kibar bir deyişle “vandalizm”) girişimleri boşa çıkarılmış ve nihayetinde yapıcı bir sonuç elde edilmiştir. Aksi takdirde, bütün o yazılıp çizilenler sınırlı da olsa bir zaman kaybı olmanın ötesine geçemeyecekti.Sıra bu kazanımın değerlendirilmesine gelmiştir.
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:39 0 yorum
Hilmi Bulunmaz'a Mektup
Ömer F. KURHAN - 9 Mart 2009Sayın Bulunmaz,Feridun Çetinkaya’nın İATP-G ile yaptığı manipülatif bir görüşmenin ardından yayımladığı yazısında, 2008 yılında yayın hayatına son veren TİYATROM’un sansürcü bir yayın yaptığı iddiasını yinelemesi, TİYATROM’un sahibi ve editörü Ertuğrul Timur’un 19 Şubat 2009 tarihli bir yanıt vermesine neden oldu. O günden başlayarak, onlarca sayfalık ve Çetinkaya ile Timur arasında bir ihtilafa indirgenemeyecek bir tartışma dosyası oluştu.Bu tartışmayı önemli kılan esas hususun, ilkesel olarak internette genel okur kitlesine dönük tiyatro yayıncılığının masaya yatırılması olduğu söylenebilir. İATP-G’nin, özelde Yayıncılık İnisiyatifi'nin TİYATROM’a yaklaşımı geçmişte eleştirel bazı yanlar içermekle birlikte, TİYATROM’un yayın çizgisinin kötü niyet içermediği ve tiyatro yayıncılığına yapıcı bir katkı sunduğu şeklindedir.O dönemi az çok yakından takip eden birisi olarak, TİYATROM’un hakaret ve küfürden arındırılmış bir yayıncılık çizgisi izlemeye çalışırken sansürcü konuma düşmemek için çaba gösterdiğini, hata yaptığını düşündüğü noktalarda özeleştiri vermekten kaçınmadığını düşünüyorum. Fakat bugüne gelindiğinde, aynı hassasiyetin Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattı tarafından gösterilmediğini görüyorum.“Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattı” ifadesine itiraz edebilirsiniz. Fakat bu yayıncılık hattının varlığı, Büktel tarafından 7 Mart 2009 tarihli “Hiçbir Şeyden Çekmedi Kurduğu Yanlış İttifaklardan Çektiği Kadar” yazısında açıkça ilan edilmiştir. Aynı yazıda Ertuğrul Timur’un yazılarının sansür edildiğini de itiraf etmektedir. Yine, sansürden vazgeçildiği noktada, editoryal düzeyde muhatabını aşağılayan bir “çöplük” blogu imal edildiğini ilan etmiştir. En kötüsü, yazısında pornografik ve muhataplarına (Ertuğrul Timur ve Mustafa Demirkanlı) “o… çocuğu” olarak işaret eden bir sayfaya yönlendirme yapılmıştır. Bu sayfa gerçekte hem Bulunmaz ve Büktel’i hem de muhataplarını aşağılayan bir içeriğe sahiptir. İyi niyetli bir yaklaşımla bir şaşkınlığın eseri olarak kabul edilebilir; fakat sonuç muhataplarına dönük ağır hakarettir.İş bu noktaya gelmişse, üç olasılıktan söz edilebilir: (1) Bu yayıncılık hattının yapıp ettiklerini tamamen görmezden gelmeye çalışmak; (2) protesto ve teşhire yönelmek; (3) mesele yazılı iletişimle çözülemiyorsa bir çeşit komisyon oluşumuna giderek tarafların bir araya geleceği yapıcı bir tartışma ortamı örgütlemek ve sonuçları kamuoyuna açıklamak.Sorunun birinci dereceden muhatabı olan Ertuğrul Timur’un önerisi bellidir: “…buyurun gelin sizinle istediğiniz ortamda insanların huzurunda tartışalım. İstediğiniz şekilde organize edilecek bir salon toplantısında tartışalım ve her birimiz elimizdeki verileri sunalım, düşüncelerimizi sunalım.” Bu öneriyi 8 Mart 2009 tarihli “Sayın Coşkun Büktel’e Yanıtımdır” adlı yazısında yapmaktadır. Dolayısıyla, oldukça makul görünen ve tarafların söz hakkına saygılı bu öneriyi kale almak durumundayız diye düşünüyorum.Eğer bu öneriye sıcak bakıyorsanız, artık yazılı biçimiyle sonuçları iç açıcı olmadığı belli bu tartışmaya nokta koyulabilir düşüncesindeyim.Saygılarımla…Ömer F. Kurhan1. NOT: Bu yazıyı yayımlanması talebiyle yollamıyorum. İçinde ağır bazı ithamların geçtiğinin farkındayım. Fakat Sayın Timur’un önerisini ciddiye almayarak mevcut tavrınızı sürdürme kararınız varsa, bu yazının yayımlanmasını talep ediyorum. Yanıtınızı bekliyorum.2. NOT: Mehmet Atak yerine yazma ihtiyacı duyduğunuz yazıyı ayrıca cevaplarım. Fakat uzun olacağını sanmıyorum. Çünkü ben kendisinden açıklama bekliyordum, sizden değil. Beni Sayın Timur'a dönük suçlamaları doğrudan bağlamıyor; zaten bu konuda kendisine yanıt verildi - ki yanıt veren Ertuğrul Timur’dan başkası başkası olamazdı. Beni ilgilendiren, suçlamanın mantığı ve içeriği. Ne yazık ki o da suçlayan değil, suçlanan açıklama yapmakla yükümlüdür kuralını benimsemiş. Bu noktayı "anarko-komünist" duyunuzla bir daha değerlendirin derim.İyi çalışmalar...Hilmi Bulunmaz'ın Yanıtı:Kurhan, iftira ve öneri içeren yeni bir yazı gönderdi. Kurhan’ın önerisiyle ilgili muhatabım A. Ertuğrul Timur’dur. Timur’a bu öneriyle ilgili yanıtımı 8 Mart 2009 günlü kamera önü konuşmamda verdim. İftira içeren yazısını yanıtlamayı düşünmediğim Kurhan’ın, söz konusu son yazısını "Timur’un Çöp Kutusu" bölümünde bir tıkla bulup okuyabilirsiniz.
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:22 0 yorum
Ömer F. Kurhan Dedikodu mu Yapıyor, Enformasyon mu Veriyor
Himi BULUNMAZ - 9 Mart 2009Kurhan, 7 Mart 2009 tarihli "Mehmet Atak Dedikodu mu Yapıyor, Enformasyon mu Veriyor?" başlıklı yazısını, her zamanki gibi yine sansürü ve skandalları (Örnekse bakınız: "Özdemir Nutku skandalı", "Talât Halman skandalı") örtbas etme telaşıyla, okurları yanıltıp sitemizi bloke ederek gündemimizi saptırmak amacıyla kaleme almış. Kurhan, tiyatral iktidarın sansür yada skandallarına karşı ne zaman bir tepki geliştirmeye kalkışsak, hemen karşı tepki vererek sansürün ve skandalların örtbas edilmesine yoğun bir çaba harcayıp; yanlışın doğru, doğrunun yanlış olarak algılanması için, adeta bir “yazı makinesi” gibi seri üretimde bulunuyor. Kurhan, okurlarımızın bilgilenmesinin önünde bir “dedikodu ustası” olarak, tüm “lafazanlık becerileri”(!)ni sergiliyor. Kurhan, kalemini, sansürün ve skandalların örtbas edilmesini her daim tercih eden tiyatral iktidarın hizmetine adamış görünüyor. Tiyatral iktidarın Kurhan’ı tebrik etmesi gerekiyor. İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!Bir hayli dramatik özel sorunlarım nedeniyle, Kurhan’ın, Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf’ın (TAKSAV) 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman’a verdiği "Emek Ödülü"nü eleştirdiğim bir yazıma karşı yazdığı ikinci yazısına (Bakınız: "Talat S. Halman'a Verilen Emek Ödülü Ve TAKSAV Tartışmaları – 2"), şimdiye dek, yanıt verebilecek bir olanak bulamadım. Bu nedenle, sonradan yazdığı yazılarına “değerlendirme” yapmamaya özen gösterdiğim Kurhan, "Mehmet Atak Dedikodu mu Yapıyor, Enformasyon mu Veriyor?" başlıklı yazısıyla, beni bu kararımdan dönmeye zorladı. Her ne kadar okurlarımız, Kurhan’ın düzeyini algılayabilecek donanıma sahip olsalar da, Kurhan’ın “düşünmekten bile hızlı yazdığı” yazılarını hiç okumamış “yeni okurlarım”ı aydınlatma göreviyle karşı karşıyayım. Kurhan’ın, esas konuyu gözden kaçırıp, kıytırık konularla demagoji yaptığını belirtmek zorundayım. Bir demagoji ustası olduğunu düşünen, zekası için değilse de, yazma konusundaki sürati nedeniyle, Kurhan bayağı başarılı(!) İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!Timur’un sansürcülüğünü, Timur, özür dilediği halde, Timur’dan çok Timurcu bir mantıkla savunmaya çalışan Kurhan, bizim, Mehmet Atak’ın "Birkaç anekdot" yazısına attığımız “Sansürün kanıksandığı tiyatromuzda, SS (Hitler'i müdafaa tümeni) mantığıyla hareket eden sansürcüleri SS (Sıfır Sansür) anlayışımızla deşifre ediyoruz.” başlığımızın dört satırlık hacminden bile rahatsızlık duyup, yine çarşaf gibi bir yazı döşenmiş. Timur’dan çok Timurcu, sansürcüden çok sansürcü olan Kurhan, "Mehmet Atak Dedikodu mu Yapıyor, Enformasyon mu Veriyor?" başlıklı yazısıyla, Internet ortamına bir “acaba” daha eklemeye çalışıyor. İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!Mehmet Atak, kaleme aldığı ve tam 23 tanık (Aslı Öngören, Ümran İnceoğlu, Ayça Telırmak, Celile Toyon, Rozet Hubeş, Bennu Yıldırımlar, Bensu Orhunöz, Zihni Göktay, Berrin Akdeniz, Betül Kızılok, Esin Umulu, Candan Sabuncu, Eftal Gülbudak, Ayşe Emel Mesci, Murat Bavli, Fırat Tanış, Sevin Okyay, Serdar Orçin, Eray Kahya, Hale Akınlı, Mazlum Kiper, Sevinç Erbulak, Semah Tuğsel) gösterdiği "Birkaç anekdot" başlıklı yazısında "sansürcü" sözünü kullanmamış. Atak, sansürcüye “sansürcü” dememiş.Peki ne demiş?"Timur düzeltmeyi yayınlamadı ve projenin Sibel Arslan Yeşilay'ın tasarımı olduğu yönünde yanlış bir belge bırakmayı tercih etti." demiş!Peki, Atak’ın bu sözünün Türkçe’deki karşılığı ne?SANSÜR.Sansür eylemini yapana ne denir?SANSÜRCÜ.Peki, bizim Atak’ın "Birkaç anekdot" başlıklı yazısına attığımız üst başlık ne?"Sansürün kanıksandığı tiyatromuzda, SS (Hitler'i müdafaa tümeni) mantığıyla hareket eden sansürcüleri SS (Sıfır Sansür) anlayışımızla deşifre ediyoruz."Dört satırlık bu sözümüze, editör olarak sahip çıkıyoruz. www.tiyatrom.com sitesinin editörü Timur’u, bana ve Coşkun Büktel’e uyguladığı sansür nedeniyle, sansürcü olarak yaftalamıştım, şimdi de Mehmet Atak’a uyguladığı sansür nedeniyle, Timur’u yeniden sansürcü olarak yaftalıyorum. Atak’ın “sansür” suçlamasına ("Timur düzeltmeyi yayınlamadı… yanlış bir belge bırakmayı tercih etti."), inatla gözlerini yuman ve sadece kendisi gözlerini yummakla kalmayıp, herkesin, sansür karşısında gözlerini yummasını savunmaya kalkışan karanlık işçisi Kurhan, demagoji yapmanın ötesine geçmiyor, geçemiyor. Çünkü, Kurhan’ın böyle bir niyeti olmadığı ortada. Karanlık işçiliğini inatla sürdüren Kurhan, yazdıklarıyla iktidarı besliyor. İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!Kurhan, Atak’ın her birinin adını verdiği 23 tanığa karşın, o tanıkların hiçbirini görmeye ve göstermeye yanaşmayarak (23 kişinin adını sansürleyerek) bir yazı kaleme alabiliyor. Kurhan, sansür iktidarının sürmesi için, tam 23 kişinin tanıklığına karşın, demagoji ustalığına güvenerek, somut gerçekleri örtbas etmeye çalışıyor. İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!Mehmet Atak’ın, sansürü mahkum ettiği enformasyon yazısına, dedikodu belgesi muamelesi yapma canbazlığı gösteren Kurhan, en hafif deyimiyle demagojik davranıp, okurları yanıltmak istiyor. Okurlarımızı geri zekâlılaştırmak için yoğun bir çaba harcayan Kurhan, sadece İATP-G ve kendi sitesini yeterli görmemiş olacak ki, bizim sitemizi de dedikodu, demagoji düzeyindeki yazılarıyla bloke etmeye çalışıyor. Demagoji ustalığını kullanarak, sansürü örtbas etmek isteyen Kurhan, üstlenmiş göründüğü görevi başarıyla yerine getiriyor. İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!***Yukarıdaki yazıyı hazırladıktan sonra, Coşkun Büktel’in sitesinde, "COŞKUN BÜKTEL; TİMUR’UN ATAK’A; BULUNMAZ’A VE BÜKTEL’E CEVAPLARINI DEĞERLENDİRİYOR" başlıklı yazısına eklediği "GÜNCELLEME 7 Mart 2009" notunu okudum:..........Timur, Atak'tan özür diledi ama Timur'un ardındaki "hınk deyiciler", Timur'dan çok Timurcu bir tavırla, (Atak'ın isim isim sıraladığı 20'den fazla tiyatrocunun tanıklığını kurnazca bir ahmaklıkla görmezden gelerek) Mehmet Atak'tan ve Atak'ın anekdotunu (en sıradan geri zekâlının bile kavrayabileceği nedenlerle) sansür suçlaması olarak değerlendirdiği için Hilmi Bulunmaz'dan, hesap sormaya kalkıyorlar. Laf canbazı olduklarını sanan bu kifayetsiz hokkabazlar, Atak'ın 23 tiyatrocu tanık (Aslı Öngören, Ümran İnceoğlu, Ayça Telırmak, Celile Toyon, Rozet Hubeş, Bennu Yıldırımlar, Bensu Orhunöz, Zihni Göktay, Berrin Akdeniz, Betül Kızılok, Esin Umulu, Candan Sabuncu, Eftal Gülbudak, Ayşe Emel Mesci, Murat Bavli, Fırat Tanış, Sevin Okyay, Serdar Orçin, Eray Kahya, Hale Akınlı, Mazlum Kiper, Sevinç Erbulak, Semah Tuğsel) sıraladıktan sonra kurduğu cümle ("Timur düzeltmeyi yayınlamadı ve projenin Sibel Arslan Yeşilay'ın tasarımı olduğu yönünde yanlış bir belge bırakmayı tercih etti.") sanki ciddi bir sansür suçlaması içermiyormuş gibi bir hava yaratmaya kalkışıyor; ve isimleri verilmiş 23 tanığı görmezden gelerek, o tanıklardan hiç söz etmeyerek, (çamuru altına, iki kere ikiyi beşe, karpuzu peştemala dönüştürmeyi bile mümkün kılacağına inandıkları) mugalata (laf salatası) yöntemiyle önemli ayrıntıları görmezden gelip, zurnanın zırt dediği yeri es geçip, kıldan tüyden alakasız şeylerle dikkatleri dağıtarak, güneşi (hatta "Özdemir Nutku skandalı"nı) bile örtbas edebileceklerini sandıkları gibi; sansürcü Timur'un bu yeni sansürünü bile (hatta Timur'un özür dilemiş olmasına rağmen) örtbas edebileceklerine güveniyor; okurların zekâsına açıkça küfretmekten çekinmiyorlar. Bu hokkabazların hiçbir kanıt, belge, kaynak, alıntı içermeyen, entelektüel taklidi bir "edadan" ibaret son hilekarlıklarını, hak ettikleri yere, "Timur'un çöplüğü" bölümüne koymak yerine, ana sayfasına koyarak, okurların dezenformasyonuna katkıda bulunduğu ve beni bu satırlara mesai harcamak zorunda bıraktığı için, Hilmi Bulunmaz'ı kınıyorum. ..........Bakınız: www.tiyatroyun.blogspot.com ***23 tanığı görmezden gelen (23 kişinin adına sansür koyan) Kurhan’ın yazısını, "Timur'un çöplüğü" bölümüne koymak yerine, OYUN’a koymam nedeniyle beni kınayan Coşkun Büktel’e hak veriyor ve Kurhan’ın yazısını, ait olduğu yere, "Timur'un çöplüğü"ne postalıyorum. Bundan böyle, Kurhan’ın dedikoduyu aşmayan yazılarını, "Timur’un çöplüğü"nde okuyabilirsiniz. Bize gönderdiği her yazıyı, mutlaka, ama mutlaka yayınlayacağız. Kurhan’ın yazılarına bir tıkla ulaşabilirsiniz. (Bakınız: "Timur’un çöp kutusu")Not: İşlerimin yoğunluğu nedeniyle, Kurhan’ın yazısına karşılık yazmakta geciktiğim için okurlarımdan özür dilerim.
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:21 0 yorum
Tiyatrom ve Sansür Tartışmalarına İlişkin Açıklama
A. Ertuğrul TİMUR - 1 Mart 2009İFTİRA, HAKARET, SÖVGÜ, MAFYA TEZGAHLARI VE TEHDİTLERLE İNTİHARA İTELENİRKEN TİYATROM'UN YANINDA OLMAYANLAR BUGÜN TİYATROM'UN OTOPSİSİNDE TEMİZ RAPORU SUNUYORLAR, TEŞEKKÜR EDERİM. Öncelikle İATP-G'nin (İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu Girişim) Tiyatrom'a yapıştırılmaya çalışılan sansürcülük iddiasında Tiyatrom'dan yana tavır alması nedeniyle teşekkür ediyorum. Esasen bu konuda artık hiç de yazmayı düşünmüyordum ve doğrusu ya sekiz yılda binlerce okurdan sadece üçünün “Tiyatrom sansürcü site” şeklinde; kendilerinin söyleyip kendilerinin inandığı deyiş üzerinde çok da duracak değildim. Ama İATP-G gibi bir tüzel kimlik, sonuç tiyatromdan yana olsa da bu üç kişiden ibaret söylemi ciddiye alıp üzerinde görüşme yapmışlar ise, ileride başkalarının da belki bu arkası boş sansürcü söylemlerini ciddiye alıp verileri değerlendirme yoluna gideceğini düşünerek en nihayetinde bu konuyu enine, boyuna ve son defa yazmaya karar verdim. Tiyatrom'un sekiz yıllık yayın yaşamı boyunca ve ardından geçen bir yılı da sayarsak 9 yıl boyunca sansürcülükle suçlanması sadece Coşkun Büktel ve İATP-G üyesi Ömer F.Kurhan’ın fan olarak tanımladığı bir kaç destekleyeni dışında bugüne dek hiç kimseden destek bulamamış bir iddiadır. İATP-G'nin bu iddiayı ciddiye alıp değerlendirme konusu, benim açımdan bu üç kişinin bir yılı aşkın süredir kendi kendilerine Tiyatrom sansürcüdür demesinden çok daha dikkate almam gereken bir konudur. Hem böylece İATP-G gibi bir tüzel kimlik bu yaşananları irdelemeye başlamışsa konu belki ilk kez tarafsız gözlerce irdelenir, akıtılmadan bırakılmış irin akıtılır, tiyatro dünyasının yüz karası yaşanmışlıkları da biraz daha kamuya mal olabilir. Ömer Kurhan’ın yazdığı satırları hatırlar isek : "İATP-G’nin tiyatro alanında insan hakları masası oluşturmak gibi bir misyonu olmadığı doğru bir tespittir. Öte yandan, bu tip bir oluşumun hayata geçirilmesine katkı sunma yükümlülüğü olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, asgari olarak gündemine giren hak ihlallerini ya da anti demokratik uygulamaları daha dikkatli değerlendirmesi ve netlik oluşturması gerektiğini de söyleyebiliriz." Bir-birbuçuk yıl önce açık tacizler, açık iftiralar zinciri ve yaşayan şahidin kendi kaleminden anlatımı ile üzerimizde uygulanmaya çalışılmış mafyatik yöntemler gizli, saklı, kanıtsız değil alenen ve kamuoyunun gözü önünde ve yayın yoluyla yapılmıştı. Her ne kadar bu tacizler “kadına taciz” olmasa da bir kişiye (bana) ve bir yayına (tiyatrom’a) açık tacizdi, cinsel taciz olmasa da kişiliğime tacizdi, hak ihlaliydi, antidemokratik uygulamalardı. O dönemde üzerimde uygulanan bu taciz ve iftiralara sessiz kalan tiyatro dünyasına karşı elbette bir yaptırımım olamazdı. Ama madem ki İATP-G artık bir anlamda, bir kısmına dahil olup masaya yatırmış, görüş beyan etmiştir, o halde yaşanmış gelişmeleri bütünüyle görmek ve değerlendirmek zorundadır, üstelik bu noktadan sonra bu değerlendirmenin bana yada tiyatrom’a değil kendilerine ve tiyatro dünyasının hayrına olacağı da açıktır. En azından muhatap olduğunuz kişileri tanımakla nasıl bir dil kullanmanız yada başınıza nelerin de gelebileceği konusunda bir fikriniz olabilecektir. Konu edinilen ve masaya yatırılan “tiyatrom’un sansürcü olup olmadığı” olduğuna göre oradan başlayalım. Tiyatrom'un Theope polemiğinde küfüre, hakarete varan polemiği sonlandırmak dışında sekiz yıl boyunca bir tek sansürleme yaptığına ilişkin bir bulgu bu Coşkun Büktel fanları tarafından yoğun bir şekilde araştırılmış ama bulunamamıştır. Sansürcülük iddialarına bir mesnet, bir dayanak bulabilmek için öylesine yoğun arama tarama yapmışlardır ki neticede Tiyatrom’un resmi sayfaları değil, bağımsız ve dileyenin anında online görüş yazabildiği, bu nedenle de zaman zaman risk de taşıyan mail-grup sayfalarında bir dönem Kemal Oruç tarafından yazılmış bir görüşün silindiği iddiasına “İşte 3.Abdulhamid Ertuğrul’un sansürcülüğünün ilk olmadığının belgesi” manşetleriyle verilmiştir. Fakat hemen ertesi gün Kemal Oruç bu iddiayı yalanlamış ve Tiyatrom’un özgürlükçü tutumundan övgüyle bahsederek söz konusu yazının kendi tarafından yazılmadığını, adının kullanılarak ve "Evlilik testi" gibi tiyatroyla hiç ilgisi olmayan spam/reklam amaçlı abuk bir yazı olduğunu ve kaldırılmasının da kendi isteği ve Tiyatrom editörü ile mutabakatla gerçekleştiğini yazarak bu üçlüyü tekzip etmiştir. Görüldüğü gibi, Tiyatrom'un sansürcülüğüne tartışma konumuz olan polemik dışında bir tek örnek yoktur, bulunamaz da. Bir tek sansürlenmiş yazı bir yayını sansürcü yapar mı? Evet yapar. Ama bunun da ne tür bir sansür olduğu olduğu bu yazıda irdelenecektir. Esasen Tiyatrom'da, TKP'den Anarşistlere, ÖDP'den Mazlum-Der'lilere çok geniş bir siyasi yelpazeden isimler bağımsız olarak kendi kalemlerinden çıkan yazılarıyla direkt yer bulabilmişlerdir. Artısı bu tür siyasal yapılanmalar genellikle kendi taraftar çevreleri içinde kalan yayıncılık yaparken, büyük medyada da doğal olarak yer bulamazken, Tiyatrom bu tür siyasal yapılanmaların kendi çevrelerini aşarak belki de ilk kez geniş bir okura ulaşmalarında önemli bir köprü olmuştur. Bunu özellikle veda yazılarında Orçun Masatçı, Tiyatro Avesta gibi siyasal tiyatro yapan grupların temsilcileri de aynen benzer ifadelerle vurgulamışlardır. Veda yazılarında düşüncelerini dile getiren Tiyatro Avesta yönetmeni gönderdikleri metne sadece Türkçe değil Kürtçe olarak da sayfalarında yer veren Tiyatrom'un bu tavrının onlarda yarattığı motivasyondan övgüyle söz etmiştir. Zaman zaman tiyatro kapsamının sınırları da aşılarak siyasal tartışmalara dek yer bulabilmiştir. Yine siyasal görüş zenginliğinin yanı sıra mevcut tüm tiyatro derneklerinin kamuoyuna seslenmek için tereddütsüz kullandıkları ortak zemin Tiyatrom olmuş, dönem dönem resmi web siteleri olmayan bu tiyatro derneklerine tiyatrom özel bölümler açarak ev sahipliği yapmıştır. Elbette ki siyasal, toplumsal bir duruş gerçekleştirmeyi hedeflemeyene hesap sorulmaz. Örneğin hiç kimse bir magazin gazetesine "Neden şu toplumsal konuya yer vermedin?" diye hesap sormaz. Ancak demokrat, politik bir misyonu üstlenmişse ve yer vermemişse hesap sorulabilir. Bu nedenle de tiyatronline.com, tiyatrokeyfi.com, tiyatrodunyasi.com, tiyatro.net gibi siteler belki bazı gündem olaylarına hiç değinmez, yaşanan gelişmeleri hiç olmamış gibi sayfalarına yansıtmaz ama yansıtmadılar diye de pek de kimse hesap sormaz. Zira onların yayın tercihleri, yayın politikaları budur. Dolaysıyla da hiç girmedikleri konulardan dolayı sansürcülükle de suçlanamazlar. Fakat toplumsal duyarlılık gösteren toplumcu ve çok sesli bir portre çizen bir yayın buna uygun davranmazsa hesabı sorulur, sorulmalıdır da. Bu nedenle Tiyatrom'un sorgulanmasını, sizin süzgecinizden geçirilmesini bu yanıyla olumlu bir yaklaşım olarak görmekteyim. Yayın yaşamım boyunca gördüğüm ve defalarca dile getirdiğim bir yanlış vardır. Bir yayının demokrat olması ille de her görüşe yer vermesi anlamına gelmez. Eğer demokrat olmak sorgusuz sualsiz her yazıya yer vermek olsaydı o halde örneğin 30 muhafazakar kişi bulunur koordine edilir ve örneğin Birgün gazetesinin yarısı bu şekilde her gün muhafazakar kalemlerce işgal edilebilirdi, ya da tersine Zaman gazetesine ben her gün gönüllü olarak kendi görüşlerim doğrultusunda yazı yazabilirdim. Elbette ki her yayının kendisine yollanan her yazıya ille de yer vermesi gibi bir beklenti baştan abestir, mantık dışıdır. Benim görüşüme göre yayıncılıkta demokrat olmak ille de benimsemediğiniz görüşlere de yer vermek demek değil, siz kendi doğrultunuzda yayın yaparken sizinle aynı şekilde düşünmeyenlerin, karşıt görüşlerde olanların da yayın yapabilme, kendi yayınlarını hayata geçirebilme, özgürlüğüne engel olmamanız hatta gerektiğinde onların bu hakkını savunmanızdır. Bu bağlamda Tiyatrom'un da elbette ille de kendisine her iletilen habere, yazıya, yoruma, soruna yer vermesinin şart olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki olabildiğince geniş toleranslı yayıncılığına karşın, neredeyse 8 yıl boyunca iletilmiş her haberi, yazıyı atlamaksızın yayınlamış olsak da zaman zaman sınırlarımız, kısıtlamalarımız olmuştur. Örneğin belli tarihten itibaren ilan ederek artık “Biz hiç bir tiyatro ödülü haberine yer vermiyoruz” diyebildik, ve buna yayın kurulu üyesi olduğum Tiyatro… Tiyatro… Dergisi ödülleri de dahildir. Ben bu ilkemi uygularken Yayın Yönetmeni Mustafa Demirkanlı da saygı ile karşılamış, ilkemi bozmamamı desteklemiştir. Bu anlamda Coşkun Büktel’in “theope” iddialarını da yeterince ikna edici bulmayıp onun bu iddialarını istediği yerde dile getirme hakkına engel olmadan biz yer vermeyebilirdik. Bu durumda da olsa olsa duyarsızlıkla suçlanabilirdik ama sansürcü olarak anılmazdık. Örneğin tiyatro.net bu iddiaya hiçbir zaman yer vermemiştir ama ne Coşkun Büktel ve fanlarınca ne başka birilerince sansürcü site olarak anılmamıştır. Tiyatrom zaten temelde “bireysellikten ibaret kalan mücadeleciliklere” de çok fazla taraftar olmamıştır. Maalesef ki tiyatro dünyamızda bireysellik had safhadadır. Örneğin bir Işıl Kasapoğlu'nu ancak kendisinin ödenek dışı bırakıldığında muhalifleşmesini, onun dışında neredeyse hiç bir konuda sesinin duyulmamasının bizde yansıması doğal olarak onu bir muhalif olarak çok da ciddiye almamamızı getirecektir. Buna benzer onlarca geçici ve kişiselliğe dayalı hak arayışını yayın yaşamımız boyunca gördük, ikna edici ve toplumsal yanının olduğuna inanmış isek yer verdik ikna edici bir iddia olarak görmemişsek ve toplumsal hiçbir yanı olmayan bir kuyruk acısı, bir intikamcılık sezinlemişsek yer vermedik. Şimdi buradan Coşkun Büktel ve "Theope" polemiğine geçersek; Elbette "inanın başka hiç bir sansürümüz olmadı" gerekçesi mazeret değildir, bir tek konuda, bir tek yazıdan ibaret bir sansür de bir yayının sansürcü sayılmasına neden olabilir. Fakat bunun bir sansür olup olmadığını anlamak için konuyu o dönemin nesnel koşulları içerisinde değerlendirmek gerekir. POLEMİK VE SANSÜRCÜ NİTELEMESİ ÖNCESİ İLİŞKİLERİMİZ: Öncelikle Sayın Coşkun Büktel "Theope ve Özdemir Nutku" konusunda ilk açıklamasını yolladığında Tiyatrom o dönem yayınına son vermişti. Daha sonra yoğun isteklerle 3 ay gibi bir zaman diliminin ardından yeniden açılmıştı. Bu kapanma sürecinde gelen yazıya da doğal olarak yer verilmemişti. Bu durumun gerçekliği Coşkun Büktel'in bu basın duyurusunu yollaması ve Tiyatrom'un ilk kapanışı tarihleriyle de ispatlanışsa da Coşkun Büktel için kendi yazdıkları ve kendi savları dışında her şey bir safsata, her şey çocukça bahane, her şey geçersiz mazeret anlamına geldiği için dikkate almamak işine gelmiştir. Bizim açımızdan elbette ki bireysel haksızlıklar da toplumsal çürümenin bir göstergesidir, toplumsal mücadeleden ayrılamaz ve elbette ki haber değeri vardır. Fakat pek çok sorunun yaşandığı, salonların kapatıldığı, yıkılmaya çalışıldığı, bir din bilgisi hocasının Kültür Sanat Dairesi’nin başına getirildiği, bale salonunun mescit yapıldığı ve daha onlarca yakıcı sorunun yaşandığı tiyatro gündeminde Coşkun Büktel'in haksızlığa ve iftiraya uğradığı savı bizim açımızdan kendisinin hissettiği ölçüde yakıcı gelmemiş olabilir ve dolaysıyla da kapalı olduğumuz dönemde yollanmış bu e-mail üç ay kadar sonra yeniden yayına geçince atladığımız konulardan biri olabilir. Tiyatrom ilk kapanış dönemi ardından açıldığında doğal olarak o günkü değişmiş gündemle yayınına başlamıştır. Fakat Coşkun Büktel, gerek kendi kişisel sitesinden, gerek Hilmi Bulunmaz'ın yayınladığı üç ayrı blog üzerinden yani toplamda dört koldan mütemadiyen Tiyatrom'un bu konuya yer vermediğini dile getirmeye başlamış, konuyu adeta psikolojik bir baskı aracına dönüştürmüşlerdir. Toplumsal hiç bir sorunda kendisini taraf olarak görmediğimiz, yaşanan onca sorun karşısında adeta hiçbir sorun yokmuş gibi davranan, ancak kendisi sistemden zarar gördüğünde herkesin örgütlü bir şekilde kendisine sahip çıkmasını bekleyenler elbette ki çok da sempatiyle karşılanamayacaktır. Bize göre de Coşkun Büktel o dönem itibarıyla bu tarzda bir karakter sergilemektedir. (Sadece bir kaç aydır sitesinde kendi dışında bazı sorunları sayfasına taşıdığını görmeye başladık.) Coşkun Büktel'in isyankarlığı bu anlamda toplumsal yanı olsa dahi bireysel durmaktadır. Kendi bireysel yaşanmışlığını toplumsallaştırma çabası olarak durmaktadır. Dolaysıyla da Coşkun Büktel için bir tek sorun vardır, bizler için pek çok sorun vardır yayıncı olarak üzerine eğilmemiz gereken. Bırakınız bir eserin "kopya olabilir incelenmesinde yarar var" şeklinde itham edilmesini, eserlerin bire bir çalınıp yayınlandığı, sahnelendiği bir ortamda Türkiye tiyatrosunun adeta çökertilmeye çalışıldığı iktidar döneminde Coşkun Büktel'in kendi mağduriyetinden yola çıkarak en üste oturtmaya çalıştığı sorunu günün koşullarında genel anlamda ne o denli yakıcı bir sorundur ne de Coşkun Büktel'in ben merkeziyetçi tutumu "ille de arkasında durulacak ve mücadelesi toplumsallaştırılacak" bir kişi görüntüsü vermekten uzak bir portredir. Kaldı ki eseri sahnelenirken sansürlenenler, sahnelenme aşamasında kaldırılanlar, yasaklanan çocuk oyunları ve daha pek çok sansürcülük konusunda Coşkun Büktel ya da sadece onun eserinin müdafaası için 6 ayda bir kalemini kullanan Feridun Çetinkaya'yı bir tek kere bir yazara ve bir eserlere sahip çıkan tutumda görmememiz de Tiyatrom gibi çok okunan bir sitenin, onun kişisel sorunundan yola çıkarak verdiği mücadelesinin yılmaz savunucuları olmamamızda elbette etkenlerdendir. COŞKUN BÜKTEL KENDİ HAKLILIĞINA VE DELİL VAR ŞAHİT VAR SAVLARINA KENDİSİ İNANIYOR MU? Coşkun Büktel bir başka eserinde kullanılan bazı unsurların çalınarak bir dizide kullanıldığına ilişkin dava açmıştır. Göğüse dövme yaptırılması (ki bugün yaz aylarında kıyı kentlerinde çarşıda yürüyüş yaparsanız ayaküstü göğsüne dövme yaptıran onlarca yerli, yabancı turiste rastlarsınız) ve ardından sevgilisinden ayrıldığı için bu dövmeyi silme, kazıma çabası (ki dövmesinden daha sonra kurtulmak isteyenlerin benzer şeyleri sıkça denediği de bilinen bir gerçektir) ama bunların kendi özgün buluşu olduğu ve çalındığı iddiası ile dava açmıştır. Coşkun Büktel’in eserimi çaldılar diye açtığı dava sürüyor mu yoksa kimin lehine sonuçlandı Coşkun Büktel artık bu konuya yer vermediği için bilemiyoruz. Bildiğimiz şu ki belki Hilmi Bulunmaz ya da İATP-G bu tür konularda hukuğa başvurmayı tercih etmeyen yapılarda olabilir ancak Coşkun Büktel gerçekten haklı olduğuna inandığı konuda gerektiğinde tereddüt etmeden yargıya başvurmaktadır, örneği vardır. O halde Özdemir Nutku hakkında elimde kanıt var, şahit var diyerek kamuoyunu ayağa kaldırmaya çabalarken öte yandan en ufak bir hukuki süreç başlatmadığı bir konuda bizim de onu yeterince inandırıcı, ikna edici ve onunla aynı yakıcı hezeyanda bulunmama hakkımız vardır. Eğer söz ettiği şekilde kanıtlı, şahitli bir haksızlıktan söz ediyorsa daha önce, çok daha tartışabilir bir nedenle başkalarına açtığı davayı neden Özdemir Nutku'ya yönelik açmak yerine kamuoyu baskısından medet ummaktadır? Coşkun Büktel'in, Özdemir Nutku skandalı olarak nitelendirdiği suçlamalarını yıllardır toplumsallaştırma çabası içerisinde olmasına karşın bugün hala baktığımızda tiyatro dünyasının da çok fazla bu konuyu sahiplenmediği, bunca çabaya karşın sadece bir elin parmakları kadar taraftar bulduğu iddiaları tiyatrom’un da ikna edici bulmama, yayınlamama hakkı da vardır elbette. Yüzlerce kişiden oluşan tiyatro dünyasında sadece Polat İnangül, Feridun Çetinkaya ve Hilmi Bulunmaz'dan ibaret kalındığı da görülmektedir ve bu sahiplenmenin bugün artık Ömer F. Kurhan tarafından adı konmuş bir "fanlaşma" olduğu da hissedilmiştir.. Neden bu bir fan girişimi gibidir, sorusunu kendimize sorarsak; Feridun Çetinkaya tiyatro eğitiminin ve birikiminin aksine öğrenebildiğimiz kadarıyla reklam sektöründedir ve bir tiyatro yayını (sanal fanzin) gerçekleştirmesine karşın tiyatronun birbirinden yakıcı sorunlarına neredeyse hiç değinmezken (ancak eskiden beri polemikte olduğu kişilere fırsatını buldukça yeni hamlelerde bulunmaktadır), verdiği görüntü itibarıyla Feridun Çetinkaya adeta yedekte saklanan, ancak ihtiyaç duyulduğu anda üçüncü bir kalem olarak ortaya çıkıp, kayıtsız şartsız bir Büktel savunuculuğuna soyunmaktadır ve bu da Ömer F. Kurhan'ın tanımlamasıyla fan görüntüsü vermekte, adeta Coşkun Büktel ve Feridun Çetinkaya adını özdeşleştirmekte “Coşkun Çetinkaya” yapmaktadır. Bu özdeşleştirmeyi anlatan bu isim türetmeyi Hilmi Bulunmaz’ın neden kınadığını anlamakta da güçlük çektim, zira kendisi isimlerle oynamada, isimlerden türetmeler yapmakta, isimlere ön, arka ekler koymakta adeta üstattır Örneğin, Aykut Dokuzışıklar, örhan Aklaya, 3 ve 4. Abdulhamid’ler gibi. Arama motorlarında bulunmaz kaygısını ise boş versin zira her yazı arama motorlarında bulunsun kaygısıyla yazılmıyor, Ömer F.Kurhan’ın özdeşleşmeyi anlatan iki ismin sentezini yaratması tam da amacına uygun bir kullanımdır) Fanlıkla suçlanan diğer isim Hilmi Bulunmaz’a gelirsek, Sayın Bulunmaz hemen her konuda toplumsal ve sosyalist bir duyarlılık gösterse de Coşkun Büktel konusunda gösterdiği taraftarlık diğer konulardaki ve sosyalist tutumlarındaki tarzda değil adeta birtakım taraftarının kayıtsız şartsız takımını savunması gibi nüksetmektedir. Zira örneklemek gerekirse, Hilmi Bulunmaz'ın en can alıcı konularından birisi tiyatro insanlarının (sadece sosyalist olanlar değil tüm tiyatrocular için) dizilerde ve medyada yer alması af edilemez bir suçtur. Oysa aynı Hilmi Bulunmaz için Coşkun Büktel'in bir dönemler mafya komedi dizisi "Ana"da oynamış olması, halen "Arka Sıradakiler" adlı bir TV dizisinde kısmen yazarlık yaptığını öğrendiğimizde doğal olarak bu tür çalışmalara en ağır eleştirilerde bulunan Hilmi Bulunmaz'ın tutumunu merakla bekledik. Fakat en ufak bir şekilde konuya girmediğini de gözlemledik. Oysa şunları yapabilirdi: "Evet Ben Coşkun Büktel'i şu şu yönlerden savunuyorum her zaman arkasındayım ama bu yönünü de şiddetle kınıyorum." Diyebilirdi, demedi ya da diyemedi. Veya Coşkun Büktel'in eserlerinin ödenekli kurumlara girmesi engellenmiş, o da istemeyerek medyada yer almış diyebilirdi, ki bu durumda benzer mazeretler medyada yer alan herkes için sıralanabilir ve mutlaka herkesin geçerli nedenleri olabilecektir. (Kimi tiyatro bölümünü bitirmiştir ama kendisine tiyatroda yer bulamamıştır, kimi salonunun kirasını, vergi borcunu çıkaramamıştır, mecbur oynamıştır gibi…) Veya Hilmi Bulunmaz bu konuda üçüncü bir şık olarak "Ben genel anlamda medyaya karşıyım, ama Coşkun Büktel'in bu dizileri farklıdır, yararlıdır, onaylıyorum" diyebilirdi. Ya da son bir şık olarak; "Coşkun Büktel benim arkadaşımdır, tiyatral olarak yazdığı eserlerini de çok beğeniyorum, diziler ve medya için çalışmasını ise onaylamıyorum, ama arkadaşım olduğu için iltimas geçiyor eleştirmiyorum, ama dizisini de övmüyorum kısaca ben onun bu yönünü görmezden geliyorum" diyebilirdi, ki sanıyorum aslında bu konuda sessiz kalarak tam da bunu söylemektedir. Zira bugün artık dizilerde oynayan kaybettiğimiz sanatçılara TV’de oynadığı için yine eleştirisini dile getirip, ama öte yandan Tanrıdan rahmet dileme inceliği gösteren sayın Bulunmaz’ın geçmişte bu konuda çok daha sert olduğunu, ölmek üzere olan sanatçılara dahi çok ağır hakaret dolu ifadelerde bulunduğunu hatırlarsak sayın Bulunmaz’ın Coşkun Büktel’in medyaya katkılarına da en azından bir eleştirisi olmalıydı. Siz eğer hiç bir bağlantınız, tanışıklığınız olmayan dizi oyuncularına eleştiri getirip, çekim için gittikleri yerlerde saldırıya uğrayan dizi oyuncularına ağır sözler sarf edip en yakınınızdakini görmüyorsanız bunun adına miyop denmez, iltimas denir. Peki bir yayıncının dostları lehinde görmezden gelme hakkı var mıdır? Evet diliyorsa TV-Medya konusuna hiç girmeyebilir, görmezden gelebilirdi, ama birisi için gördüğünü diğeri için görmeme hakkı en başta ne bir yayıncılık ne de sosyalistlik etiğine sığmaz hatta ve hatta dürüstlük kavramıyla hiçbir şekilde bağdaşmaz. Bu olgulardan yola çıkarak da Ömer F. Kurhan'ın, “Coşkun Büktel fanları” nitelemesi farkında olsalar da olmasalar da Feridun Çetinkaya ve Sayın Hilmi Bulunmaz için doğrulanmaktadır. Farkında olarak ya da olmayarak Hilmi Bulunmaz da maalesef aynen Feridun Çetinkaya gibi Coşkun Büktel'in fanı durumuna düşmüştür, düşürülmüştür. Kaldı ki futbol fanatiği dahi fanatikliğin kayıtsız şartsız körü körüne bağlanmışlığına rağmen zaman zaman takımlarını ve yöneticilerini eleştirirler fakat Coşkun Büktel fanları futbol fanatiklerinden dahi daha fanatikçe bağlı olmalılar ki Coşkun Büktel asla eleştirilemez bir yerde durmaktadır. Hilmi Bulunmaz Büktel’i kendisine yakın bulma ve koruması altına alma nedenini onun “Gerçekçiliğine” bağlamaktadır. Elbette ki gerçekçiliğinden dolayı baş tacı ettiğiniz bir yazara siz de gerçekçi davranıp gerektiğinde eleştirebilmelisiniz. Şimdi bu saptadığımız gerçekleri göz önünde bulundurursak, özetleyerek: 1- Coşkun Büktel, toplumsal ve genel anlamda siyasal, toplumsal ya da tiyatral duyarlılık geliştirmemiş ya da bunu bugüne dek yansıtamamış bir kişi görüntüsü vermektedir. 2- Ancak bireysel bir mücadeleden yola çıkıp, bunu toplumsallaştırma çabasına girmiştir. Elbette ki bireysel yaşanmış haksızlıklar da toplumsaldır, yapılanmaların sorgulanmasını gerektirir. 3- Fakat Coşkun Büktel, iddiasını kanıtlayamamış, kendine göre geçerli şahidi ve delili olduğunu söylese de bunlara dayanarak ne hukuksal bir sürece geçebilmiş ne de haklılığına kamuoyu itibar etmemiş, sadece fanatik taraftarı üç isimden ibaret bir destekçi bulabilmiştir. Bu durumda da Tiyatrom için "Bu haklılığı şaibeli iddia" olarak görülecekti ve bu durumda haber değeri taşımayabilir, olmazsa olmaz ya da ille de üstüne gidilmesi gerekli yakıcı bir konu olmayabilirdi. Kaldı ki Tiyatrom'un yayın dışı kaldığı bir dönemde cereyan etmiş, tekrar yayına geçtiğinde ise pek çok yakıcı konu arasında eski bir gündem maddesine dönüşüp göz ardı edilmiştir. Ancak, o dönemlerde yeni yeni haberdar olduğumuz Hilmi Bulunmaz'ın bloğu pek çok konuda toplumsal bir duruş sergilemekte, Sayın Hilmi Bulunmaz hiç bir şahsi beklenti ya da çıkarı olmaksızın toplumsal yanı olan pek çok konuda duyarlılık göstermektedir. Bu anlamda Tiyatrom'u da açtığı kampanyaları, dile getirdiği konuları nedeniyle sıkça desteklemektedir. Hilmi Bulunmaz'ın ısrarla Tiyatrom'un "Büktel-Nutku" konusuna yer vermediğini vurgulaması ve bunu her gün biraz daha psikolojik baskıya dönüştürerek sürdürmesi sonucu tiyatrom "Büktel-Nutku" konusuna üzerinden bir hayli zaman geçtikten sonra yer vermiştir. Kaldı ki Coşkun Büktel yıllardır Özdemir Nutku'nun "çalıntı" imasıyla eserini ve kendisini karaladığını iddia ederken ve bunun üzerinden fırtınalar koparma gayreti sergilerken kendisi henüz aramızda en ufak bir sorun ya da sürtüşme yokken beni benzer şekilde itham etmiş ve özgeçmişime ithafen "sözde gazetelerde çalışmış, Hürriyet'te çalışmış, nerden bileceğiz Hürriyet’de yazdığını" benzeri cümlelerle bir anlamda beni yalan söylemekle itham etmiştir. Theope mi daha değerlidir, benim Hürriyet'de ya da basında geçmişim mi diye sorarsanız, herkesin geçmişi, onuru ve eseri kendisi için elbette daha değerlidir. Coşkun Büktel'in kendi onurunun savunuculuğunu yaparken, gerektiğinde başkalarının onuru üzerine ne kadar rahatlıkla iftiraya dek varabilecek açıklamaları olabileceğini yazının ilerleyen satırlarında okuyacaksınız. SÖZDE SANSÜR NASIL CEREYAN ETTİ Bu konunun Tiyatrom'da yer almasının ardından Mustafa Demirkanlı ve Hilmi Bulunmaz birer yazı ile polemik başlatmıştır. Bu polemikte o an itibarıyla hiç bir sakınca görülmeden yer verilmiştir. Ancak, Hilmi Bulunmaz'ın polemiğin devamında ikinci yazısı oldukça ağır olmuş, oldukça ağır iadeler, küfür, sövgü ve hakaret boyutunda nitelemelerle tarafımıza ulaşmıştır. (Sıçtığı yere kadar kovalamak, Şerefsiz, alçak Mustafa , pespaye, lağım çukuru gibi ifadelerin bolca yer aldığı bir yazı) Elbette ki özgürlükten anlaşılması gereken fikir, düşünce, söz ve ifade özgürlüğüdür. Karşısındakine hakaret, sövgü, tehdit hiç bir ideolojinin, dünya görüşünün ve yayıncının onaylamayacağı ve geçit vermeyeceği bir özgürlük türüdür. Doğal olarak Tiyatrom da yapması gerekeni yapmış ve bu noktaya tırmandırılmış ve muhtemelen daha da aşırı bir tırmanışla seyredeceğini tahmin etmenin zor olmadığı bu polemiğe yer verilmeyeceği ve bu üç kişiden bu konuda gelecek yazılara yer verilmeyeceği açıklanmıştır. Yani sınırlanan bir tek yazı değil bu konudaki polemiktir. Bu sınırlamaya dahil olan Coşkun Büktel kadar Mustafa Demirkanlı'dır da, Hilmi Bulunmaz'dır da. İlk yazıyı yazan ve sayfalarımızda yer alan Coşkun Büktel'de olabilirdi ya da sadece Coşkun Büktel'in yazacağı varsayılan yazı değil Mustafa Demirkanlı'nın veya Hilmi Bulunmaz'ın ikinci, üçüncü, dördüncü....... yazılarına da dur denmiştir. Bu nedenle Feridun Çetinkaya'nın, Tiyatrom "Coşkun Büktel'in henüz yazılmamış yazısına sansür koydu" yaklaşımı yanlıştır. Yayını durdurulan Coşkun Büktel'in henüz yazılmamış yazısı değil bu polemiğin ta kendisidir, bütünüdür, diğer iki kişinin de muhtemel sonraki yazılarıdır. Nasıl henüz ortada bile olmayan yazılmamış bir Coşkun Büktel yazısından söz edilebiliyorsa aynen henüz ortada olmayan yazılmamış Hilmi Bulunmaz ve Mustafa Demirkanlı'nın bu konuda yeni yazılarından söz edilmesi de o denli beklenen bir durumdur ve dolaysıyla onlara da dur denilmiştir. Zaten tam da bu nedenle bir kişi ya da bir yazıya değil bu polemiğe son verilmiş ve bu da çok net bir şekilde ifade edilerek tansiyonun istenmeyen seviyelere çıktığı ve sövgüye, küfüre, hakarete vardırılma aşamasındaki bu polemiğe, dolaysıyla da Mustafa Demirkanlı, Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel’den bu anlamda gelecek yazılara yer verilmeyeceği bu kişilerin tırmanmış bu polemik dışında başkaca yazılarına her zaman açık olduğumuz da vurgulanmıştır. Burada küfür, sövgü, hakarete varan polemiğin yer almayacağı çok net dile getirilirken Feridun Çetinkaya bunun salt Coşkun Büktel'e sansür olduğunu ısrarla işaret ederken fan'lık görevini yerine getiriyor, ortada diğer fan'daşı tarafından yükseltilmiş tansiyonu küfürü, sövgüyü, hakareti ise halının altına süpürüp gizlemeyi tercih ediyor. Eğer Feridun Çetinkaya henüz ortada bile olmayan yazılmamış Coşkun Büktel yazısının sansürlendiğini iddia ediyorsa aynı şekilde Hilmi Bulunmaz ve Mustafa Demirkanlı'nın da henüz ortada bile olmayan yazılmamış muhtemel ikinci, üçüncü yazılarının, cevaplarının da savunucusu olmalıdır. Nasıl ki Coşkun Büktel'in ortada olmayan yazılmamış bir yazısı söz konusu ise onların da henüz ortada olmayan yazılmamış (bu polemikte) sonraki tüm yazılarına yer verilmeyeceği açıklanmıştır. Daha da doğrusu Feridun Çetinkaya bu durumda bu polemiğin tüm taraflarınca sürdürülmesinin taraftarı olmalıdır. Küfürlü, sövgülü, hakaretli ve kanunen de suç sayılabilecek polemiğin değil. FERİDUN ÇETİNKAYA (VE DOLAYSIYLA DİĞERLERİ) TARAFINDAN DİLE GETİRİLMEYEN BİR DİĞER GERÇEK: SANSÜRLENDİĞİ SÖYLENEN COŞKUN BÜKTEL, YAZISI TİYATROM'DA YAYINLANDI! ÜSTELİK DE YAZILDIĞININ HEMEN AYNI GÜNÜ! Burada her ne kadar bir kişinin makalesine, köşe yazısına değil polemiğin tüm taraflarıyla bütününe bu kısıtlama getirildiği çok net ifade edilse de diğer iki katılımcı (Bulunmaz ve Demirkanlı) daha atak davranıp küfürsüz, sövgüsüz ilk yazılarıyla bu durdurma kararımızdan önce yer bulabilmiş, ancak ikinci turda Hilmi Bulunmaz tarafından küfür, sövgü başlatılınca polemik sonlandırılmış, Coşkun Büktel ise henüz yazamadığı yazısı ile bir anlamda mağdur durumunda kalmıştı. Bu nedenle biz bu seviyesizleşen polemiğe son verdik vurgusunu da yaptığımızdan dolayı, polemiği bir daha açılmayacak şekilde yayından çektik, fakat Coşkun Büktel'in bir türlü yazamadığı, o yazılmadan sansürlendi iddialı yazısı yazılıp kendi sitesinde yayınlandığı gün, hemen alıp ana sayfamızda bir makale şeklinde noktasına dahi dokunmadan yayınladık. Neden? a) Çünkü diğerlerinin birer yazıyla yer bulduğu ve Coşkun Büktel'in bu anlamda haksızlığa uğradığı vurgulanıyordu, bunu gidermek istedik. b) Bu konunun (Theope) asal unsuru ve mağduru Coşkun Büktel idi ve onun yazma hakkına daha titizlenerek yer vermemiz doğru olacaktı. c) Coşkun Büktel'in yazısında Tiyatrom.com a oldukça yoğun eleştiri vardı ve bizim bu yazıya yer vermememiz Tiyatrom'un kendine yönelik eleştirileri susturduğu gibi bir izlenim verebilirdi. İşte bu nedenle Coşkun Büktel'in yayınlamadılar, daha yazılmadan sansür koydular denilen yazısını POLEMİĞİ KAPATMIŞ OLMAMIZA RAĞMEN YAZININ YAZILIP BİTTİĞİ GÜN HEMEN ANA SAYFAMIZDAN YAYINA GİRDİ… Polemiği durdurmada bütün haklı gerekçelerimizi görmezden gelseniz dahi bu durumda Tiyatrom Coşkun Büktel’in yazısını sansürledi değil ancak sansürleyeceğini söyledi deme hakkınız olabilecektir, çünkü sansürlendiği iddia edilen yazı yazının yazılıp bittiği gün gecikmeksizin tiyatromda yayınlanmıştır! Elbette bu her şeye rağmen Tiyatrom'un kuyumcu terazisi hassasiyeti ile yaptığı bir duyarlılıktı. Küfürlü, sövgülü polemik evet kapatılmıştı ama Coşkun Büktel'in yazısı yukarıdaki maddelediğimiz hassasiyetlerimizden dolayı bir bağımsız makale gibi tiyatrom okurlarına sunulmuştu. Ama bugün ne Coşkun Büktel ne Feridun Çetinkaya bunu anma gereği duymuyor bile. Tiyatrom küfürlü sövgülü noktaya varan polemiği durdurdu ama Büktel'in savunma hakkına yer verdi, yazıyı olduğu gibi yayınladı da demiyor. Hatta Tiyatrom, Coşkun Büktel'in yazılmamış yazısına sansür uygulayacağını söyledi ama uygulamadı, sonradan yer verdi şeklinde de dillendirilmiyor Zira bunu söyledikleri takdirde aslında Tiyatrom'da hiç bir zaman hiçbir yazının sansürlenmediği, sansürlenen bir tek yazının Hilmi Bulunmaz tarafından gönderilen küfürlü yazı olduğunu kendi ağızlarından itiraf etmiş olacaklardır! Ne deniyor? Tiyatrom Sansür uyguladı... Neye uyguladı? Coşkun Büktel'in söz konusu yazısına mı? Hayır, polemiğe dair gelecek yazıları yayınlamayacağını açıklamasına karşın, Coşkun Büktel'in yazısını yazı yazılıp bittiği gün yayınladı. O halde neye yer vermedi Tiyatrom? Geriye ne kaldı yayınlanmayan? Sadece "Sıçtığın yere dek kovalarım, bok çukuru, Şerefsiz Mustafa Demirkanlı” gibi ifadelerin yer aldığı yazı. O halde Feridun Çetinkaya Tiyatrom sansürcüydü diye zihinlere yerleştirmeye çalışırken neye dayanıyor? Coşkun Büktel acaba Feridun Çetinkaya’dan “aslında yayınlanmayacağı söylense de yazım hemen o gün tiyatrom’da yayınlanmıştı” gerçeğini gizledi mi? Peki ama Feridun Çetinkaya kendi gözlemlemediği, takip etmediği, tanığı olmadığı bir sürecin mi amigoluğunu yapıyor? Doğrusu ya her ne kadar tanışmasam da sayın Çetinkaya beyefendi ve zeki birine benziyor gözlemcisi olmadığı, bilgi sahibi olmadığı bir konuda fikir yürütecek dangalak biri gibi durmuyor, o halde geriye tek seçenek kalıyor Çetinkaya fanlığının gereğini yerine getirip gerçekleri bilerek ve isteyerek gizliyor, bu yazı tiyatromda yayınlanmamış gibi bir çarpıtmayla tiyatrom’a Coşkun Büktel’in yazısını sansürleme iftirası atıyor. Zira bu gerçeği bilen birisi “tiyatrom sansürcülük yaptı” değil, en fazla “tiyatrom sansürcülüğe niyetlenmişti” diyebilir. O halde bu fanlar neye dayanarak tiyatrom sansürcülük yapmıştır diyor? Coşkun Büktel'in söz konusu yazısı yayınlandığına göre, yayınlanmamış tek yazı olan küfürlü sövgülü yazıya mı? O zaman bu fanlar onu dile getirsin, küfür de olsa yayımlanmalı desin. Zira bir zamanlar ısrarla bu küfürlü yazının yayınlanması gerektiğini de savunmuşlardı. Tiyatrom'da sekiz yıl boyunca sansürlenmiş tek yazı, bu küfürlü, sinkaflı, sövgülü yazıdır! Var mı içinizde utanmadan bu yazıyı savunacak? YAŞASIN SANSÜR YAZISINA GİDEN SÜREÇ Coşkun Büktel'in bu yayınlanmadığımız iddia edilen yazısına da diğer her yazar gibi ana sayfamızda yer verdikten ve yazı yoğunluğuna göre tüm yazıları belirli süre (bu süre en az bir haftadır) ana sayfamızda tutup çektiğimizden dolayı belli bir süreç sonra bu konuda Coşkun Büktel de cevap hakkını kullanmış olarak yer almış ve konu bizim için kapanmıştır, yazı ana sayfadan arşive çekilmiştir. Fakat Coşkun Büktel için Türkiye tiyatrosunun en büyük sorunu kendi yaşadığı sorun olsa gerek ki, herhalde Tiyatrom'un da kendi sayfaları gibi bunu kocaman başlıklarla ve bir kaç ay boyunca tutmasını beklediğinden olsa gerek... Ya da en azından fanlarından Hilmi Bulunmaz gibi her gün bir kaç defa Özdemir Nutku-Büktel konusunu üstlere çekerek manşet yapmamızı bekliyor olsa gerek ki tatmin olamadılar. Yani Ertuğrul Timur ve onun çok okunan sitesi de Coşkun Büktel fanlarından olmalıydı ki tatmin olsaydı. Tabi Coşkun Büktel ve dolaysıyla fanları asla tatmin olmamıştır ve Tiyatrom üzerine ağır eleştiriler, sansürcülük iddiaları adeta yaygaraya dönüştürülerek sürdürülmüştür. İşte tam da bu aşamada Tiyatrom editörü olarak benim verdiğim cevap “Yaşasın Sansür” yazısı ile yerini bulmuştur. Onların bugün itibarıyla suç unsuru olarak sunduğu satırları ben bugün dahi övünçle ve haklılıkla kopyalıyorum: "Ama birisi kendi oyunundan dolayı kopardığı fırtınanın yıkıcı ve şahsi etkisini buraya taşımadık diye, bir diğeri "alçak, pespaye, şerefsiz, lağım çukuru, dangalak, ve daha buraya asla yazamayacağım kadar duyup okuyabileceğiniz en ağır sözlerle bezediği yazısına yer vermedim diye beni ve tiyatrom'u sansürcü ilan etmiş. Varsın etsin. Bu durumda bana düşen bir tek şey kalıyor, bu düzeysizliğe ve şahsiciliğe taviz vermemek sansür ise "Yaşasın sansür" demek." Tiyatrom çok seslilikte kendini yeterince kanıtladığı halde ve bu polemiği kaldırma nedenini de küfür ve sövgülerden dolayı olarak çok net sergilediği halde Tiyatrom'un sansürcülüğü iddiası adeta bir yaygaraya dönüştürülerek taraftar bulunmaya çalışılmıştır. Ne o gün ne bugün bir elin parmağını geçmeyen bu yaygaralar artık çok daha net göstermiştir ki ortada verdikleri mücadele ne bu yaşanan konunun toplumsal boyutu, hak arayışı değil reklamın kötüsü olmaz ya da Ömer F. Kurhan'ın deyimiyle magazinci mantığında yürütülmeye çalışılmaktadır. İşte o noktada Tiyatrom editörü olarak tarafımdan bugün kendilerine dayanak yapmaya çalıştıkları “Yaşasın Sansür” yazısı kaleme alınmıştır. Tiyatrom okuru da Tiyatrom gibi bu yaygaraya pabuç bırakmayacak niteliktedir, buna güvenerek konuyu bir anketle okurlarımızın denetimine sunduk. ANKET KONUSU: Feridun Çetinkaya anketimizi hileli olarak tanımlamaktadır. Hileli diyebilmesi için sayılarla oynanması gerekir. Oysa Tiyatrom anketleri her bir IP'den tek oy kullanma esasına dayalı, sanal ortama göre en güvenilir sayılabilecek yöntemleriyle oluşturulmaktadır ve teknik anlamda bir hile söz konusu olmamaktadır. Anket sonuçları her an herkes tarafından tıklanıp kendiliğinden görülebilecek şekildedir. Ancak sorunun kasıtlı, yönlendirici ve oy kullanan kişiyi etkileyecek şekilde düzenlendiğini iddia edebilirler ki zaten asıl iddiaları da budur, buna ancak keşke Tiyatrom bugün de hala yayında olsa ve buyurun soruyu siz hazırlayın ben aynen yayınlayayım diyebilseydim. Zira bunca yıldır kopardıkları fırtınaya rağmen kendilerine bulabildikleri taraftar sayısı 4 (yazıyla dört) kişiden ibaretse daha ne bekliyorlardı? Nasıl bir sonuç bekliyorlardı? Bunca çabalarına karşın kendilerine hak veren kişi sayısı dört de kalmışsa Tiyatrom da soru her ne şekilde sorulursa sorulsun alacakları sonuç yine bu dördü aşamayacaktı. Eğer 4 taraftarın üstüne çıkabiliyordular ise neden kendi kalemlerinden çıkma sayfalar dolusu yazılarla bunu başaramamışken Tiyatrom'un üç satırlık sorusunda kabahat arıyorlardı? Anket sonuçlarında aksini düşünmeleri, bir galibiyet beklemeleri bile onları yeterince gülünç duruma düşürüyor. Ha evet soruyu dile getirdiğimizde bir teknik hata yaparak Coşkun Büktel'in eserlerinin repertuar kurulundan geçmediğini yazmıştık, oysa repertuardan geçmiş, sahnelenmek için seçici kurulda seçilmemişti, hatta yıllarca önerilmemişti. Bu düzeltmeyi de zaten yaparak özür dilemiştik. Sanıyor musunuz ki siz o anket sorusunun üzerindeki yazıda “repertuar kurulu” yerine “seçici kurul” yazsaydı tiyatrom okurunun oy yüzdesi değişecekti? Ama elbette suratlarında tokat gibi patlayan bu anketle, anketi hileli ilan etmeleri doğaldı. Eğer anket sonucuyla yüzleşmeyi göze alabiliyorlarsa buyursunlar anket sorularını kendileri yazsınlar ben istedikleri sitede özel rica edip, gerekiyorsa ücretli reklam gibi koydurup yayınlatacağım. (Hoş gerçi Büktel'in karşılaşacağı sonucu bile bile reklamın kötüsü olmaz mantığıyla bu teklifime atlaması da muhtemel.) İPLERİN KOPTUĞU VE COŞKUN BÜKTEL VE FANLARININ HER TÜR AHLAKİ DEĞERLERİ, ETİK KURALLARI BİR YANA BIRAKARAK TİYATROM'A VE BANA ÇILGINCA SALDIRDIKLARI DÖNEM Bugüne dek tiyatro dünyası ve tiyatro yayıncıları sadece gönderdikleri metni dikkate almayıp yer vermemişti. Oysa Tiyatrom yer vermeme bir yana onları eleştirmiş, kamuoyu nezrinde reddetmişti. Yani artık onlar için Ertuğrul Timur'un katli vacipti. İş o denli çığırından çıktı ki önce sansürcü 3.Abdulhamid şeklinde defalarca atılan manşetler, ardından özel yaşamıma dek kusur arama çabaları, hatta tüm yayıncılığım boyunca asla ve asla sadece bir işçi olarak çalıştığım kurumun adını bile anmadığım, işçi statüsünde çalıştığım kurumla yaptığım internet yayıncılığını hiç bir zaman karıştırmamaya özen gösterdiğim halde sadece benimle uğraşmak ve yıldırmak adına çalıştığım kurumdaki tiyatroyla da benimle de hiçbir ilgisi olmayan faaliyetler dahi (Shell eco-marathon gibi) Hilmi Bulunmaz'a ait sitede ağır eleştirilere hedef olabildi. Oysa elbette ki Hilmi Bey kuyum malzemeleri satın aldığı ya da sattığı kişi ya da kurumlarla ne kadar ilgiliyse, Coşkun Bey dizide çalıştığı Fox TV'nin günah ya da sevaplarından ne kadar sorumluysa, Feridun Bey reklamını yazdığı şirketlerden ne kadar sorumluysa elbette ben de çalıştığım kurumdan o kadar sorumluyum ya da çalıştığım kurum benden o kadar sorumlu. Ama Ertuğrul Timur bir şekilde cezalandırılmalıydı ama nasıl… Tabi saldırılar ne bununla sınırlı kaldı ne de lakap takmaktan ibaret terbiye düzeyinde. Hani olsa ki geçmişimde bir skandal bulsalar itinayla tam da bir magazinci yaklaşımıyla manşete taşıyacaklardı ki neyse tüm yaşamımla her zaman göz önündeydim ve açık bulamadılar. Zaten olumlu yaklaştıklarında kullandıkları fotoğrafla, size kızmaya başladıklarında kullandıkları en kötü fotoğrafınızı bulup kullanıyor olmaları bile tam da magazin gazetecisi yaklaşımının tipik ve kompleksli tezahürleri değil midir? İster istemez bu konuda da Ömer F. Kurhan'ın magazinci yaklaşımı tanımlamasına hak veriyor ve ah ah, bana yayın yoluyla Çin işkencesi uygulanırken neredeydiniz İATP'ciler diye de serzenişte bulunuyorum. BELDEN AŞAĞI SALDIRILAR Özel yaşamımda bulamadıkları belden aşağı vuracakları konuyu adeta kendileri yarattılar. Evet, Ertuğrul Timur penis büyütücü pazarlıyordu! Nasıl oluyor da hayatında penis büyütücü görmemiş, dokunmamış Ertuğrul Timur penis büyütücü satardı? Sitesine reklam vermek isteyenlere kusura bakmayın, reklam almıyorum, ama yararlı görmüşse isterseniz bir süre bedava yayınlarım deyip, hosting ve domain parasını cebinden karşılayıp reklam almazken böyle bir ürün pazarlardı? Doğrusu ya ben de merak ettim. Meğer tiyatrom.com altında yer alan bir webservis.gen.tr’den edinilen ve sitelerimizin istatistiki bilgilerini tutan 1x1.5 cm olarak Tiyatrom'un altında yer alan sayacın üzerine tıklanırsa bu webservis.gen.tr nin sitesine gidiliyormuş, orada dini sitelerden, sosyalist sitelere binlerce sitenin üye olduğu bu Türkiye'nin en güçlü toplist sitesinde de bir kenarda bir erotik shop reklamı varmış. Eğer Tiyatrom’un en altındaki sayacı birisi tıklarsa webservis listelerine ulaşır, orada da erotik shop reklamına denk gelebilirmiş. Kaldı ki İstanbul'un en büyük meydanlarında, yıllarca Taksim Sahnesi’nin üzerinde bu erotik shopların ta kendisi yer alırken, bundan Taksim Sahnesi ne kadar sorumlu ise elbette Ertuğrul Timur'da webservis'in aldığı reklamdan o kadar sorumluydu. İşte Ertuğrul Timur'a saldırmak için bulamadıkları geçerli nedeni böylece yaratmış ve günlerce Ertuğrul Timur penis büyütücü satıyor şeklinde bana göre işi aşağılık bir yayıncılığa dek vardırmışlardır. Bir yazısında ya da videosunda hatırlamıyorum, satır arasından öğrendiğimize göre bu müthiş buluşu Coşkun Büktel keşfediyor ve birlikte manşetlerle Hilmi Bulunmaz'ın üç, Coşkun Büktel'in bir olmak üzere dört siteden Ertuğrul Timur penis büyütücü satıcısı olarak günlerce ilan ediliyordu. Ahlak bu olsa gerek, dürüst yayıncılık bu olsa gerek! İşte Coşkun Büktel budur! İster theope’nin yaratıcısı olsun, ister çok daha önemli eserlere imza atmış olsun Coşkun Büktel’in kişiliği de kimliği de budur! Ciddiye aldığınız adam budur! Yanıtlama, analiz etme, irdeleme gereği duyduğunuz adam budur!, Gerçekçi sayılıp üstüne örtünülmüş, korumaya alınmış adam budur! Acaba yazısı sansürlendi mi diye savunmaya kalktığınız adam budur! Belden aşağı vurma çabasında bir iftiracı! Belki burada İATP-G olarak son derece duyarlı olduğunuz kadına cinsel taciz örneği yoktur ama bir taciz, bir iftira, kişi haklarını ahlaki değerleri hiçe sayarak ayaklar altına alma gayet gözler önünde ve yayın yoluyla yapılmıştır, bu da bir taciz değil midir? Doğrusu ya o dönem bir aklı başında kişi ya da tiyatral tüzel kişiliklerin çıkıp da “Yeter yahu bu kadar da olmaz” demesini bekledim ama insanlar aman bu çamura bulaşmayalım kaygısıyla olsa gerek veda yazılarına dek suskun kalmayı tercih etti. Acaba bu belden aşağı saldırı Coşkun Büktel'in "Theope" polemiğine ne katkı sağladı? Ya da Feridun Çetinkaya sevgili dostlarının şahsıma yönelik bu saldırılarını nasıl değerlendirir acaba? Ertuğrul Timur'un onuru Coşkun Büktel'in ve Theope'nin onurundan daha mı az ilgilendiriyor yoksa Çetinkaya'yı? Asla bir yanıt beklemiyorum ama yanıt verme gereği duyarlarsa Coşkun Büktel ve fanları lütfen pek bir öğündükleri cümle cümle, paragraf paragraf yanıtlama sistemini kullansınlar ki bakalım sadece işlerine gelen kısmı değil bu yaşanan vahşilikleri, ahlaksız yöntemleri nasıl savunacaklar görelim. Bugün halen duran bu yazılarla google da Ertuğrul Timur aramasına üçüncü sırada karşınıza çıkacak tanımlama, bu ifadeyle yer almaktadır. Ben en azından sosyalist bir ahlaka sahip olduğuna inandığım Hilmi Bulunmaz'ın bir gün çıkıp kendiliğinden özür dileyeceğini ve “orada kantarın topuzunu kaçırdık” diyeceğini, “Bir insanın onuru, benim hiç bir yazıyı silmem prensibimden daha az önemli değildir” deyip bu nitelemeyi arşivinden sileceğini umuyorum. Ama silmezse de, senin onurun ve benim iftiraya alet olmam hiç önemli değil benim yazı silmeme prensibim daha önemli dese de, bu alet olmadan dolayı özür dilemezse de canı sağ olsun ben onun bir hayli süredir sadece olumlu yanlarını görmeyi, diğerlerini olmamış saymayı tercih ediyorum. YAŞANANLARA DEVAM EDELİM, TİYATROM'UN SESSİZ KARŞI TAVRI İş hakaret ve belden aşağı vurma noktasına geldiğinde Tiyatrom'un tavrı bu ikiliye asla Tiyatrom'da yer yoktur, asla onlara tek satır yer verilmeyecek, asla onlardan bahseden bir tek satır yazı Tiyatrom'da yayımlanmayacak kararının duyurulmasıdır ki eğer bir sansürden söz edilecekse asıl sansür işte o dönem bu tanımama, yok sayma dönemidir. Bu kararın ardından da geçmişte yer verilmiş yazılar da dahil Tiyatrom'da Coşkun Büktel, Hilmi Bulunmaz adı geçen olumlu ya da olumsuz hiç bir yazı yer almamıştır. Onların bu keskin ve belden aşağı iftiraya dayalı saldırgan tavırlarına Tiyatrom'un geliştirdiği tanımama ve sessiz kalma tavrıdır. DURUN DAHA BİTMEDİ BELDEN AŞAĞI SALDIRIYLA DA YETİNİLMEDİ RESMEN MAFYAVARİ BİR OYUN TEZGAHLANMAYA ÇALIŞILDI Şimdi biraz geriye döneceğim. Tiyatrom'un bu polemiklerden uzak yayına devam ettiği süreçte, Levent Çağlayan adıyla bir genç konservatuar adayından zehir zemberek bir mail geldi. Hem dili oldukça kötü, hem imlası kötü en kötüsü de kanıtlayamayacağı iddialarla isimler sıralayarak yazılmış bir mail. Ben bunun üzerine atlayıp işte polemik malzemesi… Magazinsel bir etkiyle okunur tartışılır diye yer verebilirdim. Ama bunu yayınladığım anda bu gencin hem geleceğini yakacağımın hem de kanunen soruşturmalara, davalara uğrayacağının farkındaydım. Yayınlamakta tereddüt ettim ve bir süre beklettim. Üçüncü defa yeniden yolladığında ise ona bunu yayınlarsam nelerle karşılaşabileceğini sakin bir dille anlattım. Önceleri yayınlamadım diye öfkelenen bu genç arkadaş daha sonra defalarca teşekkürle ve minnetle beni andı ve halen de anar. Ama bu gencin bana ilk anda öfke duyduğunu sezinleyen Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz benim çok önemsemediğim, benimle olan kavgalarını o boyuta çıkarmışlar ki hiç üşenmeden Levent Coşkun ve bir arkadaşını (Hakan Urcu) bazı vaatleri de dile getirerek Trabzon'dan İstanbul'a getirmişler, Mustafa Demirkanlı ve benimle ilgili olumsuz konuşturmaya ve videoya kaydetmeye çalışmışlar. http://www.tiyatrom.com/aetimur yeni 54.htm bu adresten okuyabileceğiniz vahim ötesi bu gerçek maalesef ki bu öfkenin nerelere dek vardırılabileceğini ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Bu "Özdemir Nutku'nun, Coşkun Büktel'in Theope'si çalıntıdır gözümle gördüm, okudum tamamı çalıntıdır" deme ihtimalinden bile daha vahim bir durumdur. İş Trabzon'dan adam getirip mafyavari bir şekilde üzerimizde videolu oyunlar tezgahlanmaya çalışılmış, ama bu tezgahlardan habersiz görünen Feridun Çetinkaya bugün hala Tiyatrom'un sansürcülüğünü konu edinip diğer her şeyi göz ardı edebilmektedir. Bu mafyavari tezgahlar, belden aşağı iftiralar bana ve Tiyatrom’a atılırken taraf olmamış ve bunu değerlendirmeye almamış İATP-G, bugün bu düzeyde ve acımasızlıktaki kişileri yayıncı sayıp zaman zaman haber yazı yollamakta daha da vahimi onların bu tutumlarını o günlerde ya da bugünlerde sorgulamazken, onların “Tiyatrom sansürcümüydü” iddiasını tartışmaya değer bulup masaya yatırabilmektedir. Bunlar Tiyatrom’da yer aldı ve hala da arşivimizde yer alıyor. Peki Coşkun Büktel ve fanları bu duruma bir cevap verebildi mi? Hayır! Sadece Hilmi Bulunmaz, daha bir iki gün önce belki hala kafaya alma umudunda oldukları Levent Çağlayan’a övgü dizerken Levent Çağlayan yaşadığı bu durumu tiyatrom sayfalarına yansıtınca İspatlamayan şerefsizdir! Şeklinde bir cümleyle sıyrılmaya çalıştı o kadar. Oysa ki Levent çağlayan mağdur olan değil şahittir, şahit ise ispatın ta kendisi demektir. Yani bu konu hukuksal zemine taşınsa iki şahit söz konusudur ve şahitlere sadece yemin ettirilir ve ispatın kendisi sayılır. Delillere yada şahitlere “ispatla” denilmez, ispatlayacak olan mağdur olan, üzerinde oyunlar oynanmaya çalışılan benimdir ve Levent Çağlayan’ın yayınlanmış yazılı beyanı da ispattır. İşte bu mafyavari yöntem benim için bardağı taşıran damla olmuştur. Zaten benim için hızla tükenen tiyatro dünyası artık umutsuz bir vaka halini almıştır. Bugün Feridun Çetinkaya'nın iddiasını ciddiye alıp Tiyatrom'u masaya yatırabilen İATP-G'nin ya da diğer tiyatro dernek veya oluşumlarının ya da Tiyatrom sürmeli diye hala kenardan tezahürat yapanların o dönem "Ertuğrul Timur penis büyütücü satıyor" diye manşet yapılırken, mafyavari tezgahlar hazırlanırken, küçük bir tepkilerini ve sahiplenilmeyi bekledim. Ama aslında geçen sekiz yıla karşın ve sözde övgü dolu yaklaşımlara karşın ne kadar yalnız ve biçare olduğumu hissettim. İftiralar ve tezgahlar karşısında yalnızdım. Ben tiyatronun ve tiyatrocuların her sorununa başımı derde sokmayı göze alarak sahip çıkarken aslında tiyatrocuların ne kadar bencilce, sadece sorun yaşarken Tiyatrom sayfalarını kullandıklarını kendi sorunları olmadığı sürece ne tiyatrom ne de tiyatronun umurlarında olmadığını anladım. Ve bu anlamda tiyatrocuların her biri kendi sorununu dünyanın merkezi sanan birer Coşkun Büktel oluverdi gözümde. Bugün dahi İATP-G ancak kendisi de Hilmi Bulunmaz'ın sitesinde sahte bir kişi tarafından mağdur olunca, artık çoktan geçmişte kalan Tiyatrom'la bir anlamda kader birliği yapmıyor mu? Ancak şimdi “Tiyatrom sansürcüdür” diyenlere kendi aralarındaki sorunları sıraladıktan sonra son madde olarak da "Hayır tiyatrom sansürcü değildir" demiyor mu? Eğer İATP-G bu mağduriyeti yaşamasaydı zaman zaman yinelenen ve yinelenecek bir tiyatro yayınına yönelik sansürcü iftiralarının üzerine gidip sahiplenmeyi akıl edebilecek miydi? Tiyatrom kapandıktan bir yıl sonra benim itinayla uzak kalma çabama ve olan biten her şeye rağmen sayın Hilmi Bulunmaz'a ve Coşkun Büktel'e onların bu yaptıklarından çok çok daha hafif nedenlerden dolayı özür dilemelerime, her şeyi hiç olmamış sayıp dostça ve abi, kardeş türünde yaklaşım çabama karşın hala ısrarla polemiklerinde anılara terk edilmiş Tiyatrom üzerinden politika geliştirmelerine, magazinci edasıyla fotoğraflayarak sayfalarına taşımalarına ne demek gerek, bilemiyorum, gerçekten bilmiyorum. BURAK CANEY VAKASI Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in o dönemki tutumlarının asla savunulacak bir yanı olmadığı çok açıktır. Fakat zaman zaman bu tutumları gündeme geldiğinde savunmalarını tamamen sanal bir kahraman(!) olan Burak Caney'in ardına saklamaya çalışarak yapmaktadırlar. Burak Caney’in yaptıkları onların bu yaptıklarını temize çıkaracak nedenmiş gibi sunuluyor. Oysa ki yukarıda anlatılanlarla, anlatıldığı anlar itibariyle Burak Caney dolaylı ya da direkt hiç bir şekilde ilgili değildir. Burak Caney'in tiyatro dünyasına musallat olma tarihi Şubat 2007 sıralarıdır. (Kaynak Hilmi Bulunmaz'ın kendi siteleri.) Fakat o tarihlerde Burak Caney tüm tiyatro yayıncılarını hedef alan bir şekilde piyasaya çıkmış ve çeşitli tiyatro mail grup ve forum sayfalarını kullanmaktadır. http://hilmibulunmaz.com/content/view/1023/109/ adresinde Sezer Soykök adlı arkadaş, Burak Caney konusunu ele almış, bir de Tiyatronline yazarı İhsan Ata, Burak Caney vakasına ilk değinen kişiler olmuş . http://hilmibulunmaz.com/content/view/1027/109/ Bunların yazılarına verdiğim linklerden göz atarsanız önüne gelene sataşarak polemik yaratmaya çalıştığı bellidir. Sezer Soykök'ün yazısından anlıyoruz ki Burak Caney ilk doğduğunda Tiyatrom, Tiyatronline ve Tiyatro Oyun'a ağır bir şekilde saldırmış. Sezer Soykök'ün yukarıdaki linkteki yazıyı yazma nedeni de Tiyatrom, Tiyatronline ve Tiyatro Oyun'u savunmak, Burak Caney'i eleştirmek için olmuş. Yani Burak Caney ilk başlarda Tiyatronline, Tiyatrom ve Tiyatro oyun'un üçüne birden saldıran amacı belirsiz bir kişi ya da kişilerdir. Esasen ilk dönemlerinde Tiyatrom, Tiyatronline, Tiyatro Oyun'a saldırıp Coşkun Büktel'e yönelik hiç bir tek satırı olmaması da bir ipucudur. Tiyatro yayınlarını hedef alan bu kişi muhtemelen bir tiyatro yayını çıkarmayı ve o dönemde var olanları yıpratıp öne geçmeyi hedeflemektedir, ki ilerleyen süreçte gerçekten resmi uzantılı bir site açması (tiyatrooyun.org) ve bir iki ay geçmeden Türkiye Tiyatrolar Birliği’nden ödül bile alması bu kanımı güçlendirmektedir. Fakat umduğunu bulamamaktan ya da yalan üzerine kurduğu ekibi koruyamamaktan olsa gerek doğduğu gibi sır olarak kaybolup gitmiştir. Tiyatrom küfürlerle, sövgülerle dolu “Theope” polemiğinin yayınını kestiğinde, Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel Tiyatrom'u sansürcülükle suçlayıp 3. Abdulhamid diye manşetler attığında, bununla da yetinmeyip “Ertuğrul Timur penis büyütücü satıyor” diye iftiraya başvurduğunda henüz Burak Caney bu yaşananlara dahil değildir, dolaysıyla da (daha sonra yaşanacak olan) Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz'ı uygunsuz fotomontajlarla yayınladı türünde savunmaların en üstten buraya dek anlattığımız yaşananlarla ve Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel tarafından bana ya da Tiyatrom'a yapılan iftira ve saldırılara savunma nedeni olarak sunulması kesinlikle doğru değildir doğru olmaması bir yana mantık dışıdır. Ancak Şubat 2007’de ortaya çıkıp bütün tiyatro dünyasına özellikle de tiyatro yayını yapanlara sataşarak pirim yapmaya çalışan Burak Caney, Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel ve Tiyatrom arasında başlayan gerginliği taa ki gerginlik ve yukarıda yazılanlar yaşandıktan sonra doğal olarak fark etmiş ve bu gerginliği değerlendirme çabasına girmiştir. Peki Burak Caney ne zaman bizlerin arasındaki konulara dahil olmuştur? Ancak Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel, Ertuğrul Timur ve Mustafa Demirkanlı arasında gerginlikler baş gösterip ayyuka çıktıktan sonra bu gerginlikten nemalanmak ve oluşan öfkeyi kendi yararına devşirmekten medet umduğunda konuya dahil olmuş, havlu atıp sessizliği seçen, belki kapanmaktan söz etmeye başlamış Tiyatrom'un kulüpleşmiş okur yapısını kendine de devşireceğini umarak kendince taraf olmuştur. Gün gelmiş Tiyatrom'un haklarını Tiyatrom'dan fazla savunur görünmüştür. Ertuğrul Timur'u sadece bir küçük bannerdan dolayı cinsel ürün satan mağaza reklamına açılan siteye gidiyor diye eleştirenlerin kendi ücretsiz bloglarındaki "sonraki blog" linklerinden porno sitelere gidiliyor türünde aynen Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel tarzı zihniyette bir çatışma tekniğini sergilemiştir daha da ileri giderek fotomontajlarla bu kişilerin gün ve gün öfkesini kabartmış, bu kabaran öfkelerle Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel, Burak Caney'e küfür yayınlamaya başlamış, son aşamada ise Hilmi Bulunmaz'ın kısmen özür dileyeceği aralarında kendi arkadaşları da olan "Tiyatrom yazarlarına küfür edecek kadar" öfke kabarmasına dek vardırılmıştır. Zaten bu da artık benim Tiyatrom'un kapısına kilit vurma aşamasında son günlerime denk düşmektedir. İşte bu noktada Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'i öfkelerini kabartıp kontrolden çıkarmayı başaran Burak Caney (ya da Caney'ler) bizi de kandırmayı başararak Tiyatrom yazarlarına dek varan küfürden sonra asla adları Tiyatrom'da yer almayacak dediğim Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel adlarını da anarak Burak Caney'in açtığı siteyi duyurma, link verme ve facebook üzerinde açtığı "tiyatrodaki küfürbazlara hayır" grubuna üye olmaya götürmüştür. En baştan düşünülürse Burak Caney doğru zamanda rolünü oynamayı başarmış, kimini öfkeden kudurtup, kiminin biriken iç patlamasını sömürüp bir anlamda amacına ulaşmıştır. En son aşamada çok kısa bir zamanda adının önünde Türkiye gibi bir geniş çerçeve barındıran Türkiye Tiyatrolar Birliği’nden ödül dahi alabilmiştir. Kaldı ki o tarihlerde ben Tiyatrom'u çoktan kapamış olmama karşın Hilmi Bulunmaz'ın Tiyatro Oyun sitesine yolladığım yazıyla bu ödülü kınamış ve tiyatro dünyasının dikkatini bu tehlikeye çekmiştim ve özellikle Tiyatrom okurları, sevenleri arasında bu sanal kişi ya da kişilere kapılan var ise terk etmeleri çağrısında bulunmuştum. Aslında bu ödül Burak Caney'in gerçek kimliğinin ortaya çıkarılmasına en çok yaklaşılan dönemdir. Çünkü Burak Caney'le birlikte Tiyatro Dergisine ve Tiyatronline'a da ödül verilmiş, bu iki yayın adına kimse ödül almaya gitmezken Burak Caney'in adıyla bir kişinin (hatırlamıyorum ama arşivlerden taranıp bulunabilir) adıyla soyadıyla da yazılarak Tiyatrooyun.org adına ödülü aldığı haber olarak yer almıştır. Ben artık tiyatro yayıncılığından ve tiyatro dünyasından uzaklaşmış olduğum için üzerinde durmamıştım ama Burak Caney mağduru diğer kişiler gidip bu ödülü tiyatrooyun.org adına alan adı soyadı belli kişiye hesap sorabilirlerdi. Kısaca Sakın Coşkun Büktel ve fanları yukarıda anlatılan iftiraları, hakaretleri , lakap takmaları, ve mafyavari tezgahları Burak Caney’in kendileriyle dalaşmalarına, yada tiyatrom’un Burak Caney’in sitesine link verip desteklemesine dayandırmasın. Zira Onlar Burak Caney’in bile yaptığından çok daha fazlasını benim üzerimde uygularken, iftiralar atarken, tezgahlar düzenlerken henüz Burak Caney yoktu. Bu onların kendi ruhundaki Burak Caney’liğin yansımasıydı! SONUÇ OLARAK: Sekiz yıl insan yaşamında kısa bir zaman dilimi değildir. Tiyatrom yayına geçtiğinde ilkokul dördüncü sınıf öğrencisi olanlar, Tiyatrom kapanırken üniversite mezunu idi. Burada bir kez daha ne fedakarlıklar yaptığımı, her pazar gecesi mutlaka ama mutlaka güncellemek uğruna neleri ihmal ettiğimi, bir kuruş kazanmayıp, cebimden yüklendiğimi, neleri başarıp başaramadığımızı uzun uzadıya anlatacak değilim Tiyatrom'u bilen biliyor. Ben çok daha az kabahatli olduğuma inandığım halde ufak tefek ayrıntı ve hatalar için gerektiğinde özeleştirimi verip özür dilemeyi bilirken hiç kimseden özür de beklemedim, bana tüm yaşamım boyunca en ağır ithamlarda bulunmuş kişilere de dostça elimi uzattım, “abi” diye hitap etmeyi seçtim ve tüm yaşananları unutmayı tercih ettim. Benim sekiz yılın bedeli olarak sizlerden istediğim bir tek şey var o da artık Tiyatrom'un üzerinden bugün dahi fırtınalar koparma ve prim yapma isteğinden lütfen vazgeçin. Tiyatrom kapandı ve bir daha da asla açılmayacak. Bir dönem için ele geçirilme –hacklenme- girişimleri de olduğundan dolayı arşivimizi de tamamen silmiştim fakat artık o tehlike yok gibi göründüğünden, doktora hazırlayan öğrenciler dahil çok yoğun talep üzerine 20 gün kadar önce arşivi geri plana yükledim. Zira o arşiv Ertuğrul Timur'un malı değil, yazan haber yollayan herkesin ortak mülkiyetidir. Ancak ana sayfası olmadığı için arama motorlarında bir konu aranırken o konunun yer aldığı sayfalara bu arşiv üzerinden ulaşılabilecektir ama tiyatrom gerçekte yoktur. Bu arşivin barınabilmesi ve bulunabilmesi için de halen resmi domain adı ve host alanı ücretini de ödemeyi sürdürüyorum, bir süre daha sürdüreceğim. Benim tiyatro dünyasına yapabileceğim son şey de budur ve hep söylediğim şeyi bir kez daha yineliyorum “tiyatrom’un varlığı dahi bir hataydı ve bundan dolayı özür diliyorum.” Artık tiyatroyla en ufak bir ilgimin olmadığını, olmayacağını beyan ve taahhüt ediyorum.Tiyatro oyunu bile izlemiyorum, izlemeyeceğim. Asla ve asla da tiyatro kapsamında bir yayıncılık düşünmüyorum, üç yıl sonra emeklilik sürem dolduğunda, dolaylı da olsa şu andaki işimden ayrılarak tiyatroyla bu dolaylı ilişkimi de sonlandıracağım, bir defaya mahsus sayın Hilmi Bulunmaz'a verilmiş bir çay ziyareti sözüm var yerine getireceğim ve bunun da ardından da yaşamımda tiyatrocu arkadaşım, dostum dahi olmamasını arzuluyorum. Sizlere yarattığınız tiyatral dünyanızda esenlikler dilerim.
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:19 0 yorum
Tiyatro Alanında Demokratikleşme ve Hak İhlalleri Bağlamında İATP-G’nin Duruşu Üzerine
Ömer F. KURHAN - 26 Şubat 20092008-2009 sezonunda, tiyatro alanında demokratikleşme ve hak ihlalleri bağlamında, İATP-G kısmen doğrudan kendisini bağlayan, kısmen kendi dışında cereyan eden bazı tartışmalı konuları şu ya da bu düzeyde gündemine aldı. Bu gündemleri kronolojik olarak sıralayacak olursak: 1) 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nde Talat Halman’a verilen emek ödülü, 2) 3. Aydın Tiyatro-Drama Günleri’ne dönük sansür iddiası, 3) Bülent Sezgin’in “tacizci” terimini kullandığı yazısının Tiyatro Dünyası tarafından yayından kaldırılması, 4) Taciz karşıtı kampanya inisiyatifine İATP-G’nin katılım ve desteği, 5) Tiyatro Boğaziçi’nin “Biz, Siz, Onlar” oyununun İstanbul Belediyesi tarafından içeriği nedeniyle engellenmesi, 6) İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları yönetimi tarafından “Yedi Tepeli Aşk”ın gösterimden kaldırılması, 7) Yeni Tiyatro dergisi editörü Erbil Göktaş’ın İsmet Küntay Ödülleri bağlamında emek hırsızlığı yapıldığı iddiası, 8) Akşam gazetesi yazarı Aykut Işıklar’ın tiyatrocu Nedim Saban’a karşı Yahudi karşıtı ırkçılık içeren ithamlarda bulunması, 9) Coşkun Büktel’in “Theope” oyununun damgasını vurduğu ve son olarak 2005’te “Özdemir Nutku Skandalı” adı verilen vakanın niteliği, 10) Geçen yıl yayın hayatına son veren TİYATROM sitesinin sansürcü bir yayın politikası izleyip izlemediği. Gündeme alınan bu on konu arasında dördünün şu ya da bu düzeyde belirsiz kaldığı söylenebilir: Halman’a verilen emek ödülü, İsmet Küntay ödülleri bağlamında emek hırsızlığı iddiası, “Theope” vakasının yazar hakları açısından anlamı ve TİYATROM’un sansürcü yayın politikası izleyip izlemediği. Bu dört konudan ikisi (Halman’a verilen ödül ve “Theope” vakası), Bulunmaz’ın editörlüğünü yaptığı OYUN sitesi tarafından düzenli olarak ve öne çıkarılarak gündemde tutulmuş; İATP-G’ye dönük çeşitli eleştiriler de yayımlanmıştır. “Theope” vakası özelinde, Coşkun Büktel’in benim “fan kulüp” dediğim bir anlayışa sahip şahsi sitesi ister istemez öne çıkmıştır: “Theope”nin yazarı Coşkun Büktel yirmi yıla yakın bir süredir kendisini bu davaya adamış görünmektedir. Bu tavrına uygun olarak, kişisel sitesinin ana teması “Theope” vakasıdır demek yanlış olmaz. Benim zaman zaman polemik biçimi alan yazılarımda dile getirdiğim düşüncelerden de yararlanarak, bu dört konunun nasıl ele alınması gerektiğine açıklık getirmek istiyorum. 1. HALMAN’A VERİLEN EMEK ÖDÜLÜ PROTESTO EDİLMELİ MİYDİ? OYUN sitesinin editörü Hilmi Bulunmaz, 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nde Talat Halman’a emek ödülü verilmesine itiraz etmeyip destekleyici pozisyon alan TAKSAV’ın faşizmin değirmenine su taşıdığını iddia etmişti. Bulunmaz’a göre, bu olaydan haberi olup da karşı tavır geliştirmeyen herkes TAKSAV’ın kaderini paylaşmaya mahkûmdu. Bu değerlendirmeye göre, İATP-G’nin TAKSAV’la aynı kaderi paylaştığı söylenebilir. Çünkü İATP-G, Yener Aksu’nun festival direktörlüğünü üstlendiği ve TAKSAV’ın organizatörü olduğu Ankara Tiyatro Festivali’ni protesto etmek bir yana, Girişim üyesi topluluk ve bireylerin panel, gösteri ve atölye formatında etkinliklere katılmasına itiraz etmedi. İATP-G temsilcisi Fırat Güllü Halman’a verilen ödülü protesto edenlerin bu protestoyu festivali protesto etme düzeyine taşımalarına karşı çıktı; bunun yerine, protestocuların görüşlerinin festival bünyesine taşınarak tartışılmasına olanak verilmesini savundu. Ne Festival Komitesi ne de TAKSAV’ın tartıştırmayız tavrı geliştirmemesi ise, demokratik ve yapıcı bir jest olarak değerlendirildi. Festivali protesto edip etmeme konusunda net olan (festivali ya da TAKSAV’ı protesto etmeyen) İATP-G’de belirsiz kalan nokta, Halman’ın gerçekte kim olduğu ve protesto edilmeyi hak edip etmediğidir. Halman gerçekten de Hilmi Bulunmaz’ın ya da festivali protesto eyleminde öne çıkan ATB (Amatör Tiyatrolar Birliği) ve Özgür Tiyatro sözcüsü Özgür Başkaya’nın iddia ettiği gibi 12 Mart faşizminin faşist bir bakanı mıdır? İATP-G adına bu konuda bir araştırma yapılmamış olması önemli bir eksiklik ve özeleştiri konusudur. Ortaya çıkan eksiklikte şahsi payımın yüksek olmadığını söyleyebilirim. “Halman kimdir?” sorusu sağlık problemleri yaşadığım bir dönemde ortaya atılmış ve sıcağı sıcağına konuyu araştırma fırsatım olmamıştır. Hilmi Bulunmaz’la gecikmeli (festival bittikten sonra) yaşadığımız polemik yazıları okunduğunda ulaştığım sonuç bellidir: Halman 12 Mart faşizminin faşist bir bakanı değil, kendine göre 12 Mart faşizminin aşırılıklarını giderme çabası göstermiş ve bunun sonucunda tasfiye edilmiş Kültür Bakanıdır. Dolayısıyla, “reform hükümeti” diye lanse edilen ve sol dahil geniş çevrelerin desteğini alan, ama sonrasında dağılan 1. Erim hükümetinde görev yaptığı için 12 Mart faşizminin faşist bir bakanı olmakla suçlanması yanlış olacaktır. Halman’la ilgili olarak benim odaklandığım bir mesele, örneğin Denizlerin idamı karşısındaki tavrının ne olduğudur. Fakat bu konuda bir bilgiye erişemediğim gibi, birçok tarihçi arkadaşım dâhil, birileri çıkıp Halman’ın bu konuda tavrı şu olmuştur diyememiştir. Bana göre Halman üzerindeki giz perdesi tam olarak kalkmış değildir. Fakat eldeki veriler protestocuların tavrını destekler nitelikte değildir. Bulunmaz’ın haklı gerekçelerle ertelediği görülen yanıt yazısı ulaştığım sonucu tashihe zorlayan veriler ortaya koyabilir mi bilmiyorum. Bunu bekleyip görmekten başka çare yoktur. Sonuç olarak, Halman’a verilen ödül nedeniyle Ankara Festivali’ni ya da TAKSAV’ı protesto etmek bir yana, tek başına Halman’a verilen emek ödülünü protesto etmenin de anlamlı olmadığını düşünüyorum. Buna karşılık Halman’a ödül verilmesinin eleştiri konusu olması ve sol muhalefet içinde tepkiyle karşılanması doğaldır. Bu eleştiri ve tepkilere Türkiye tiyatrosunun mevcut gerçekliğini kavramak ve ders çıkarmak adına olumlu bir işlev yüklenebilir kuşkusuz. Bu anlamda, kestirmeci ve yüzeysel tepki üretiminin işlevsel olamadığını tespit etmek gerekiyor. Örneğin OYUN dergisinin ödülü veren jürinin yaklaşımını ifşa eden yaklaşımının daha önemli ve tartışılmaya değer veriler ortaya koyduğunu söyleyebilirim. 2. İSMET KÜNTAY ÖDÜLLERİ BAĞLAMINDA BİR EMEK HIRSIZLIĞI GERÇEKLEŞTİ Mİ? Yeni Tiyatro dergisi editörü Erbil Göktaş, 21 Aralık 2008 tarihli bir basın açıklaması yaptı ve İsmet Küntay Ödülleri’nin geleceğinin karartıldığını söyledi. Somut olarak söylediği şudur: “… 19.12.2008 Cuma günü bazı internet sitelerine jüri üyesi Hayati Asılyazıcı tarafından gönderilen basın bülteni daha önce benim hazırladığımın aynısıydı ancak tek farkla: Seçici Kurula katılmış ve oyunları belirlemiş olan jüri üyesi Erbil Göktaş’ın adı çıkarılmış, jüride olmayan Oya Gökberk’in adı konulmuştur.” Göktaş’a göre “Bu ‘nezaketsizlikten’ öte bir ‘emek hırsızlığıdır’…”. Bu duruma yol açan, Hayati Asılyazıcı’nın Erbil Göktaş’la yaşadığı kişisel sorunlarını Küntay Ödülleri’ne taşımasıdır. Bu açıklamalardan anladığımız İsmet Küntay Ödülleri’nin bir çeşit jüri ağalığı sistemine bağımlı olduğu ve jüri ağasının da Hayati Asılyazıcı olduğudur. Fakat bu, işin yapısal eleştiri boyutuyla ilgilidir ve Türkiye’de tiyatro ödüllerinin nasıl dağıtıldığı ve jürilerin hangi kriterlerle oluşturulduğu konusunda okurları düşünmeye davet etmektedir. Erbil Göktaş yapısal bir sorunu ve öznelerini ifşa etmenin ötesinde, açık bir hak ihlali yaşandığını iddia etmiştir. Hak ihlalinin nasıl yaşandığı gayet açık ve seçiktir. Hayati Asılyazıcı Erbil Göktaş’ın İsmet Küntay Ödülleri’ne katkı ve emeğini inkâr ederek, hatta varlığını yok sayarak onun yerine başka birini ve o birinin olmayan katkı ve emeğini ikame etmiştir. Göktaş bu durumu gerçekliğin yerine gerçek üstü olanın ikame edilmesi olarak yorumlamıştır. Gerçekten de, eğer iddialar doğruysa, Hayati Asılyazıcı’nın rüyasını gerçekleştirmek istediği bir yoktan var etme eylemi gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. Göktaş’ın gündeme getirdiği jüri skandalı, kanaatimce açık bir hak ihlaline işaret etmektedir. Bu noktada dikkat çekici olan, basın yayın alanında ve genel olarak tiyatro camiasında ciddi bir duyarsızlığın yaşanmış olmasıdır. Bildiğim kadarıyla, Cumhuriyet gazetesinin meseleyi çarpıtıp kafa karışıklığı yaratan bir girişimi olmuş, bir de OYUN sitesinin editörü Hilmi Bulunmaz Erbil Göktaş’la bir video söyleşi gerçekleştirerek hem jüri skandalını gündemde tutmuş hem de önemli bir belge oluşturmuştur. Açık bir hak ihlalini içinde barındıran bu skandal karşısında İATP-G’nin tavrının sorunlu olduğunu tespit etmek zor değildir. Göktaş’ın karşı karşıya kaldığı haksızlığı tabii ki sitesine taşıyıp gündemleştirmiş, fakat “İATP-G Emek Hırsızlığına Karşıdır!” şeklinde bir beyanatı olmamıştır. Bu da site gündemi ile Girişim gündemi arasında ayrışmaların meydana gelebildiğini göstermektedir. Kendi adıma, Göktaş’ın ifşa ettiği skandala ilgi örgütlediğim ve İATP-G sitesinde bir görüş ifade edilmediğini fark ettiğim halde bu konu hakkında bir yazı yazmamış olmayı önemli bir eksiklik olarak kabul ediyorum. Umarım bu yazıyla bu eksikliğin giderilmesine katkı sunabilmişimdir. 3. “THEOPE” VAKASI BİR HAK İHLALİNİ İÇERİYOR MU? Benim bu soruya cevabım yıllardır nettir: Evet, bu vakada yazar haklarının açık ihlali söz konusudur. Bir adım daha atarak şunu söyleyebilirim. Resmi tiyatrolarda yazarların haklarının ihlal edilmesi bir yerde doğaldır. Çünkü yazar-sahne ilişkisi bürokratik denetim ve yönetmen tiyatrosuna prim veren düzenlemeler nedeniyle yazarın aleyhine işlemektedir. Bu, “Theope” vakasının sınırları dışına çıkılarak ilgi örgütlenmesi gereken bir meseledir. Büktel’in 1990’ların başından beri yazıp çizdikleri resmi tiyatro sisteminin ifşa edilmesine dayalıdır. Başka bir deyişle, Büktel sistemin uslu çocuğu olmamış, ele avuca sığmaz korkunç yaramaz çocuğu olmuştur. Muhtemelen Devlet Tiyatroları repertuar kurulu biz ne ettik de “Theope”yi repertuarımıza aldık diye çok dövünmüştür. Çünkü oyunun yazımı bitirilip de kamuoyunun görüşüne sunulduğunda, benim oldukça abartılı bulduğum çeşitli övgülerin konusu olmuş bir oyunu oynamamak gibi “şüpheli” bir durum meydan gelmiştir. Devlet Tiyatroları’nda “Theope”nin niçin oynanamadığına ilişkin tartışma, 2005 yılında aniden alevlenmiştir. DT sanatçılarından Şahin Ergüney, DT koordinasyon toplantısında “Theope”nin oynanması gerektiğini savunmuş, ama bu önerisi geri püskürtülmüştür. Toplantıyı yöneten Özdemir Nutku, bu geri püskürtme işlemi sırasında önde gelen bir rol oynamıştır. Bununla da kalmamış, belirsizlik içerecek şekilde, Büktel’in “Theope”sine benzeyen eski ve ikinci bir “Theope”nin varlığından söz etme gereği duymuştur. Bana göre, Özdemir Nutku bu belirsizlik içeren iddiayı “Theope”yi şaibe altında bırakacak şekilde dile getirmiştir. Tartışmanın alevlendiği 2005-2006 sezonunda, İATP-G, daha doğrusu İATP (çünkü henüz girişim haline gelmemiştir) niçin konuyu gündemine almamıştır? Bu sorunun yanıtı İATP tarihini bilenler için nettir: Almamıştır, çünkü İATP “platform” ve kamusal aktör olma niteliğini büyük ölçüde kaybetmiş, 2000’lerde en azından İstanbul’da yaşanan tiyatro patlamasını seyreden ve ilkesel işleyişini yitiren bir yapı haline gelmeye başlamıştır. 2006-2007 sezonunda, sahte bir platform gibi davranmaktansa, platform hedefini gözeten bir “Girişim” olarak yeniden yapılanması, tarihe karışmamış olmasında belirleyicidir. Bugün, “Theope” vakasında Büktel ve yakın çevresiyle yaşadığım ihtilaf, aslında absürd görünmektedir. 2005 yılında DT koordiansyon toplantısında yaşananlar, Şahin Ergüney’in ifşaatıyla “Theope”nin DT’de kasıtlı bir engellemeye tabi tutulduğunu göstermiştir. İhtilaf bu konuda değildir. Fakat Büktel’in bu tip konularda ilginç bir tutumu vardır: Onu ilgilendiren asgari olarak hangi konuda buluşma yaşandığı değil, onun gibi düşünüp düşünmediğimiz ve hatta onun kelime ve vurgularıyla düşünüp düşünmediğimizdir. Mesela benim Özdemir Nutku iftira atmamıştır; olmayanı oldurma düzeyinde bir yalan söylememiş, ama şaibe yaratmıştır tezimi davasına zararlı görmektedir. İATP-G adına, ortada bir hak ihlali olduğu ve ifşa edilen DT koordinasyon toplantısının güçlü bir delil oluşturduğu konusunda netleşmek gerektiğini söyleyebilirim. Fakat meselenin kamusal bir dava haline gelmesinde Büktel ve yakın çevresinin bir engel oluşturduklarını da tespit etmek gerekir. A-kamusal tavırlarını terk etmedikleri sürece, “Theope” vakasının şahsileşmesinin ve giderek soğumaya yüz tutan bir Büktel-Nutku ihtilafına indirgenmesinin önüne geçmek kolay değildir. 4. TİYATROM SANSÜRCÜ BİR SİTE MİYDİ? Ertuğrul Timur’un sahibi ve editörü olduğu ve geçen yıl yayın hayatına son veren TİYATROM sitesinin dönemsel ya da kalıcı olarak sansürcü bir yayın politikasına sahip olup olmadığı meselesi, özellikle Büktel ve yakın çevresi tarafından ısıtılmaktadır. Tartışma “Theope” vakası bağlamında polemik yazılarının TİYATROM tarafından sansür edilip edilmediği ile ilgilidir. Ertuğrul Timur’un açıklamalarına göre söz konusu olan düşünce sansürü değil, TİYATROM’un küfür ve hakaretten arındırılmış yayıncılık politikasının gereğinin yerine getirilmesidir. Bu konunun tartışmanın başladığı dönemde (2007 Yaz sonu) İATP-G’nin gündemine doğrudan girdiği söylenemez. Bu konuda özellikle İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi’nin TİYATROM’a bir özeleştiri borcu olduğunu belirtmek gerekir. Bana göre, Ertuğrul Timur’un asıl kaygısının sansür değil, küfür ve hakarete taviz vermek istemeyen bir yayıncılık anlayışını hayata geçirmek istemesi olduğu doğrudur. Araya sanal “Burak Caney” kışkırtmasının da girmesiyle, düşünce sansürü ile hakaret ve küfür içeren ifadelerlin sansürü arasındaki ayrım çizgisi silikleşmiş ve tartışmalar iyiden iyiye kişiselleşmiştir. Her şeye rağmen, Ertuğrul Timur’un eleştirilere açık davrandığı ve hatasını gördüğünde bunun öz eleştirisini vermekten kaçınmayan bir cesaret sergilediği, dün de bugün de bilinen bir şeydir. Buna karşılık, temelsiz bir şekilde sansür suçlamalarını gündemde tutanların düşünce sansürü ile küfür ve hakaretin sansürü arasındaki ayrımı gözetmedikleri söylenebilir. Bunun en son örneği, Büktel’in sitesinde muhafaza edilen ve “iftiracı”, “sapık”, “alçak” olmakla itham edilenlerin içinde yer aldığı isim listesidir. Büktel’e göre, bu isim listesinden çıkmanın tek yolu kendisine bir dilekçe ile müracaat edilmesidir. Nitekim, izleyebildiğimiz kadarıyla, bugüne kadar üç başvuru yapılmıştır. Akkerman soyadlı kişi listeye kendi iradesi dışında eklendiğini belirtmiş, Ertuğrul Timur bu listeden zaten çıktığını ve geçmişte bu konuda açıklama yapmış olduğunu belirten bir yazı yollamış ve son olarak Orçun Masatçı sert bir dille Büktel’i uyararak kendisinin, Derya Gündoğmuş’un ve Zafer Gecegörür’ün isimlerinin listeden çıkarılmasını istemiştir. Bu tablo bir an için absürd bir komedi sahnesi gibi algılanabilir; fakat durum bu değildir. Büktel ciddi ciddi insanlara hakaret (ve hatta taciz) etmekte ve hakaretini (tacizini) sona erdirmek için şartlar öne sürmektedir. Üstelik kınanması gerektiği açık ve hakarete maruz kalanlar açısından hukuken de sorunsallaştırılabilecek bu davranışını, “Theope” davası adına sergilemektedir. Bu örnekten de anlaşılabileceği gibi, internet ortamındaki tiyatro yayıncılığı bir yandan tartışmayı ve düşüncelerin çatışmasını (polemiği) dışlayan ve düşünce sansürünü doğallaştıran bir a-politikanın, diğer yandan tartışmayı ve düşünce çatışmasını hakaret ve küfür düzeyine vardırabilen bir anlayışın baskısı altında kalmış ve kalmaya devam etmektedir. Bana göre TİYATROM sitesi bu iki uç arasında yayıncılık yapmaya çalışmış ve tiyatro adına önemli bir miras bırakmıştır. Sansürcülükle suçlanması haksız olduğu gibi bu mirasın değerlendirilmesi açısından yıkıcı bir tavrın sergilendiğini göstermektedir. *** İATP-G’nin tiyatro alanında insan hakları masası oluşturmak gibi bir misyonu olmadığı doğru bir tespittir. Öte yandan, bu tip bir oluşumun hayata geçirilmesine katkı sunma yükümlülüğü olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, asgari olarak gündemine giren hak ihlallerini ya da anti demokratik uygulamaları daha dikkatli değerlendirmesi ve netlik oluşturması gerektiğini de söyleyebiliriz. Bu noktada, yer yer pozitif açılımların yanı sıra çeşitli eksiklikler göze çarpmaktadır. Eksikliklerin üzerine gidilmesi için, düşünce üretiminin arttırılmasına / doğallaştırılmasına ve nasıl tavır alınması gerektiği konusunda netleşmelere ihtiyaç vardır. Umarım bu yazı kamusal entelektüel duruşun savunusu adına Girişim örgütlenmesine bir katkı sunabilmiştir.
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:18 0 yorum
Ertuğrul Timur'dan Düzeltme ve Özür
İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi - 25 Şubat 2009Geçen yıl yayın hayatına son veren TİYATROM sitesinin sahibi ve editörü Ertuğrul Timur, kendisini sansürcü olmakla itham eden Feridun Çetinkaya’ya cevabında yanlış anlaşılabileceğini düşündüğü bir cümleyi düzeltmek istediğini belirten bir mesaj yolladı. Mesajında, bu konuda kendisini uyaran Çetinkaya’dan özür dilediğini de belirtti. Bize göre, Ertuğrul Timur’un düzeltilmesini istediği cümle, hiçbir şekilde muhatabına dönük hakaret veya küfür içermemektedir. Öyle olsa, İATP-G sitesinde yayınlamazdık. Söz konusu cümlenin, muhatabını empati kurmaya ve ona göre yargıda bulunmaya davet ettiği açıktır. Fakat yazıdan birinci dereceden sorumlu Ertuğrul Timur olduğu için, talep ettiği düzeltmeyi yapıyoruz. Ertuğrul Timur mesajında ayrıca şu açıklamaya da yer verdi: “Sayın Feridun Çetinkaya'nın bana cevaben yazdığı yazısını okudum. Yanıt vermeyi düşünmüyorum zira yanıtımı zaten vermiştim yeni bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Anket üzerinde yer alan Sayın Coşkun Büktel'in eserlerinin repertuar kurullarından geçmediği ifadesinin yanlış bilgilendirme olduğunu ve repertuar kurulundan geçip bir başka kurulda tartışma konusu olduğunu zaten o zaman düzeltmiştim ve bu konuda özür de dilemiştim.”
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:17 0 yorum
"İATP-G 'Bazı' İnsan Hakları İhlallerine Karşı" Başlıklı Yazımı Çarpıtma Girişimlerine Karşı Zorunlu Bir Açıklama
Feridun ÇETİNKAYA - 24 Şubat 2009Bir bölümünde, Tiyatrom.com adlı sansürcü internet sitesini öven ve olumlu bir örnek olarak gösteren, “İnternet Ortamında Tiyatro Haberciliğinin Hal ve Gidişatı Üzerine” başlıklı İATP-G bildirisini de tutarsız olmakla eleştirdiğim, “İATP-G ‘Bazı’ İnsan Hakları İhlallerine Karşı” başlıklı yazım üzerine, eski Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur birkaç gündür, çalakalem yazılmış, yalan, yanlış ve çarpıtmalar içeren açıklamalar yayınlıyor. (Bkz. Sansürcü Suçlamasına Karşı Ertuğrul Timur’dan Açıklama) (Bkz. TİYATROM Sadece Küfüre, Sövgüye, Hakarete Özgürlük Tanımadı)“İATP-G ‘Bazı’ İnsan Hakları İhlallerine Karşı” başlıklı yazımda değerlendirme gereği duyduğum konuları, okurlara en açık, en doğru şekilde anlatabilmek, herhangi bir şekilde çarpıtılmasına karşı önlem almak ve kimseye herhangi bir şekilde haksızlık etmiş olmamak için uzun uzadıya ele aldığım ve (elverdiğince her türlü “permütasyonu” kullanarak) her ayrıntısına değinmeye çalıştığım halde, A. Ertuğrul Timur'un (her türlü yöntemi meşru sayarak) yazdıklarımı hâlâ pervasızca, insafsızca ve ısrarla çarpıtmaya, saptırmaya çalıştığı görülüyor.***Ben “İATP-G ‘Bazı’ İnsan Hakları İhlallerine Karşı” yazımda, Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur'un, Coşkun Büktel hakkında asılsız iddialar içeren ve dolayısıyla Büktel'e yanıt hakkı doğuracak nitelikte birtakım yazılar yayımladıktan hemen sonra, Büktel'e kendisini savunma hakkı tanımadığına dikkat çekmiş, bunun açık bir sansür olduğunu yazmıştım.Büktel'e yanıt hakkı kullandırmayacağını peşin peşin ilan eden Timur’un, hileli bir anket düzenleyerek okurlarını da bu sansüre ortak ettiğine vurgu yapmıştım.Benim bu yazdıklarım doğru mu? Doğru.***Timur, sonuçlarını “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısıyla ilan ettiği söz konusu hileli anketini okurlarına tam olarak hangi soruyla, hangi argümanla sunmuştu, “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının altında bu anketin sonuçlarını ilan ederken nasıl bir metne yer vermişti, hatırlayalım:Tiyatrom.com olarak Yazar Coşkun Büktel'in Devlet Tiyatroları repertuar kurulundan geçemeyen çeviri ve eseri için bıkmadan usanmadan yürüttüğü bireysel sataşmalarından oluşan haber ve polemiklerini, hakaret ve küfürlere varan yazışmaları yayımlamayı reddetmekteyiz. Bu bireysel kör dövüşünü ve seviyesi düşük yazışmaları yayınlamamızı siz de sansür sayıyorsanız Coşkun Büktel kişisel sitesinde yada Hilmi Bulunmaz'ın Tiyatroyun sitesinde okuyabilirsiniz.Bu kısıtlamayı nasıl karşılıyorsunuz?[toplam 1017 oy] 6.08.2007 05:35 itibarıylaSeviye korunmalıdır Yayınlanmaması doğrudur (1005) 98.82%Bu bir sansürdür, yayınlanmalıdır, kınıyorum (12) 1.18%(Kaynak: A. Ertuğrul Timur, Yaşasın Sansür!, Tiyatrom İnternet Sitesi, 6 Ağustos 2007, http://www.tiyatrom.com/aetimur_yeni_38.htmAlıntıladığım bu bölüm, web'de hâlâ görülebilen, Tiyatrom sitesindeki sayfasında hiçbir açıklama yapılmadan tahrif edilmiş ve kısaltılmış olarak duruyor.Bilip bilmeden, araştırıp öğrenmeden, ezbere, hileli anketine temel aldığı, "Büktel’in çeviri ve eserinin "Devlet Tiyatroları repertuvar kurulundan geçemediği" iddiası bile gerçeği yansıtmadığı için, Büktel'in çeviri ve eserinin ta yıllar yıllar önce DT repertuarına alındığını, "istim arkadan gelsin" misali, sonradan öğrenerek bu konuda okurlarından ve Coşkun Büktel'den özür dilemek zorunda kalan Timur, anlaşılan hileli anketini tümüyle şaibeli hale getiren bu konuda herhangi bir açıklama yapmak yerine, hiçbir uyarıcı not koyma gereği duymadan, o bölümü tümüyle çıkararak bu meseleyi kökünden çözeceğini düşünmüş(!)Bu "yanlış" ve "düzeltme" konusuna “Ben sana ‘tiyatrocu olamazsın’ demedim...” başlıklı yazımda ayrıntılı olarak değinmiştim.Timur’un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının ilk yayımlandığı ve benim alıntımda esas aldığım orijinal halini görmek için Bkz. http://www.coskunbuktel.com/timuryasas%C4%B1nsansur.htm)Bu gerçeğe rağmen; “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısında, aynı zamanda, Büktel'e uyguladığı sansürü okurlarına onaylatmak için düzenlediği hileli anketinin sonuçlarını ilan etmiş olan Timur, bugün çıkıp ısrarla hâlâ ne diyor, kendisini nasıl savunuyor?"Sayın Feridun Çetinkaya tiyatrom'u defalarca sansürcülükle itham ederken başvurduğu en güçlü delil olarak 'Yaşasın sansür' adlı yazımı dayanak yapmaktadır. Ekte ilettiğim bu yazım incelendiğinde de görülecektir ki "Yaşasın Sansür" başlıklı yazım tamamen "Sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz, pespaye, lağım çukuru..." gibi ağır hakaretler içeren bir yazıya yer vermediğim, vermeyeceğim ve eğer bu sansürcülükse küfürü, sövgüyü sansürü her zaman savunacağım üzerinedir."(Bkz. TİYATROM Sadece Küfüre, Sövgüye, Hakarete Özgürlük Tanımadı)Bir kere, Tiyatrom.com'un sansürcü olduğunu söylerken benim en ciddi delil olarak Timur'un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısını dayanak yaptığım iddiası gerçeği yansıtmıyor.Timur, benim yazımı doğru dürüst okumamış: Ben Timur'un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısını, Tiyatrom.com'un sansürcülüğünün değil, katmerli sansürcülüğünün delili olarak gösteriyorum.(Daha önce yukarıda da yazdığım gibi; Ben, Coşkun Büktel hakkında yanıt hakkı doğuracak nitelikte, haksız ithamlar içeren yazılar yayımlamakta herhangi bir sakınca görmeyen Timur'un, bunu yaptıktan hemen sonra, peşin peşin Büktel'e yanıt hakkı dahi tanımayacağını ilan etmesini sansür olarak niteliyorum. Tiyatrom.com'un sansürcü bir yayın olduğunu bu gerçeğe dayanarak söylüyorum.)Timur, meşhur “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının “tamamen”, "'Sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz, pespaye, lağım çukuru...' gibi ağır hakaretler içeren bir yazıya yer vermediği, vermeyeceği” üzerine olduğunu söyleyerek çark etmeye çalışıyor.İyi, hoş da; Timur'un bu yazısının hemen altında Büktel’i sansürlemesiyle ilgili hileli anketinin sonuçlarını ilan etmesi, bu düzmece, “Coşkun Büktel'i Sansürlemeye Evet” anketine ayrıntılı olarak yer vermesi neyin nesi oluyor?Timur, “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısında aynı zamanda Coşkun Büktel’e uyguladığı sansürü konu alan hileli anketinin sonuçlarını ilan etmiş midir etmemiş midir? İlan etmiştir.Zaten, okuma yazma bilen her insan, Timur’un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının “tamamen”, "Sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz, pespaye, lağım çukuru..." gibi ağır hakaretler içeren bir yazıya yer verip vermemek üzerine olmadığını çok kolay, çok açık bir şekilde görebilir. Bunun için, Timur’un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının sadece şu son paragrafını okumak dahi yeter:Ama birisi kendi oyunundan dolayı kopardığı fırtınanın yıkıcı ve şahsi etkisini buraya taşımadık diye, bir diğeri "alçak, pespaye, şerefsiz, lağım çukuru, Dangalak, ve daha buraya asla yazamayacağım kadar duyup okuyabileceğiniz en ağır sözlerle bezediği yazısına yer vermedim diye beni ve tiyatrom'u sansürcü ilan etmiş. Varsın etsin. Bu durumda bana düşen bir tek şey kalıyor, bu düzeysizliğe ve şahsiciliğe taviz vermemek sansür ise "Yaşasın sansür" demek.(Timur’un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının ilk yayımlandığı ve benim alıntımda esas aldığım orijinal halini görmek için: http://www.coskunbuktel.com/timuryasas%C4%B1nsansur.htm)Timur’un bu paragrafın hemen ilk cümlesinde, “kendi oyunundan dolayı kopardığı fırtınanın yıkıcı ve şahsi etkisini buraya taşımadık diye” sözleriyle “Tiyatrom”u sansürcü ilan etmesinden yakındığı ve “Yaşasın Sansür” diye, düşman çatlatırcasına, yüzüne haykırdığı “birisi” kim ola ki dersiniz?Kim olacak... Tabii ki, Timur'un hemen birkaç paragraf sonra sonuçlarını ilan ettiği hileli anketinin kurbanı; "Theope", "Shakespeare'siz Herifler", "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" ve "'Yönetmen Tiyatrosu'na Karşı Bir Shakespeare ve Nâzım Hikmet Savunması"nın yazarı Coşkun Büktel'i kast ediyor bu sözleriyle Timur.Hani Timur’un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısı, “tamamen”, "Sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz, pespaye, lağım çukuru..." gibi ağır hakaretler içeren bir yazıya yer verip vermemek üzerineydi?***Timur, benim yazımda adının geçtiği bu ve benzeri somut noktaları, sözgelimi şu hileli, “Coşkun Büktel'i Sansürlemeye Evet” anketini izah etmek yerine, "sıçıp sıvamak", "sıçtığı yere kadar kovalamak", "Şerefsiz....." vb. ifadeler geçen bir Hilmi Bulunmaz yazısını neden yayımlamadığını anlatıyor. Sanki ben Timur'u içinde bu ifadeler geçen bir yazıyı yayımlamadığı için sansürcülükle suçlamışım gibi bir izlenim yaratarak, konuyu saptırmaya, gürültüye getirmeye çalışıyor. (Bu konuda Hilmi Bulunmaz’ın açıklamasını okumak için, Bkz. Timur’un yazısını, küçük bir yorumla sunuyoruz)Oysaki benim yazımda Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur’u, Hilmi Bulunmaz’ın herhangi bir yazısını yayımlamadığı için sansürcülükle suçlayan hiçbir ifade yok. Benim yazımda Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur’u, içinde "sıçıp sıvamak", "sıçtığı yere kadar kovalamak", "Şerefsiz....." vb. ifadeler geçen bir yazıyı yayımlamadığı için sansürcülükle suçlayan herhangi bir ifade de yok.Yukarıda iki kere yazdım ama üşenmeyip bir kez daha yazayım: Ben, içinde Büktel'e yanıt hakkı doğuracak nitelikte Coşkun Büktel adı geçen birtakım yazılar yayımlamış Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur’un, Büktel'e peşin peşin kendisini savunma ve yanıt hakkı kullanma izin vermeyeceğini ilan etmesinin sansür olduğunu söylüyorum.Benim yazdıklarım gerçek değil mi? Bütün bu yazdıklarım yaşanmadı mı?Timur, Büktel'in yanıt hakkını kullanmasına izin vermeyeceğine peşin peşin ilan etti mi etmedi mi? Bu sansürüne okurlarını da ortak etmek için kurgulanmış hileli bir anket düzenledi mi düzenlemedi mi?Büktel hakkında asılsız iddialar içeren, yanıt hakkı doğuracak nitelikte yazılar yayımladıktan sonra Büktel'in kendisini savunmasına, yanıt hakkını kullanmasına (peşin peşin, yanıt hakkı doğan Büktel daha henüz bir hak talebinde dahi bulunmamışken, daha Büktel’in ne yazacağını ne yazdığını bile görmeden) izin vermeyeceğini ilan etmek sansür müdür değil midir?Timur, açıklamasında, Büktel’e uyguladığı sansüre kargaları bile güldürecek şu sözlerle değiniyor:Peki bunu öne sürerek henüz Coşkun Büktel'in yazılmamış yazısına da sansür uyguladım mı?Evet bu polemiğin tarafları Coşkun Büktel, Mustafa Demirkanlı, Hilmi Bulunmaz idi. Ve ortada başlamış süren bir polemik varken "seninki küfürlü yayınlamam diğerininkinde küfür yok yayınlarım" yaklaşımı da bu defa tek yanlı görüş yansımasına sebep olmayı getirecekti; taraflardan birini üslubun bozuk deyip susturup diğer ikisine geçit vermeyi getirecekti.Üstelik her küfür ve her hakaretin karşıdan da benzer reaksiyonu getirmesi sürpriz olmayacaktı. Bu nedenle de insiyatifimi ve sağduyumu kullanarak, bu polemiğin bu üçlü içerisinde giderek seviyesizleşeceğini de ihtimal dahilinde görerek www.tiyatrom.com sitesinde bu polemiğe yer yok, sadece birinin yada ikisinin değil; Mustafa Demirkanlı da dahil her üçünün de bu minvalde yazısına www.tiyatrom.com sitesinde yeri yok ve bunun adı sansür ise "Yaşasın Sansür" demiştim.(Bkz. Sansürcü Suçlamasına Karşı Ertuğrul Timur’dan Açıklama)(İyi de, adama sormazlar mı, Büktel’e yanıt hakkı doğuracak nitelikteki, asılsız iddialar içeren yazıları: sözgelimi, Büktel’in aslında 3-5 kuruş kazanmak için skandallar uydurduğunu iddia eden Mustafa Demirkanlı imzalı “Hay Allah!” başlıklı yazı ile kendisinin Büktel'le ilgili kerameti kendinden menkul "düşünce"lerini, dilediği gibi, özgürce ifade ettiği “Theope Konusu ve Tiyatrom.com’un Sansürcülüğü Meselesi” ve "Sayın Hilmi Bulunmaz'a Kısa Bir Yanıt" başlıklı yazılarını yayımlarken A. Ertuğrul Timur’un aklı acaba neredeydi? Yanıt hakkı doğuracak nitelikteki bu yazılara Coşkun Büktel'in tepki göstereceğini ihtimal dahilinde görmüyor muydu yoksa Timur? Oh ne âlâ, Büktel’e karşı yazıları yayımla, tam sıra Büktel’e gelecekken, “bu tartışma seviyesizleşecek” diye bir kehanet/bahane uydurup “tartışmaya son veriyorum”, de...)Sonuçta ileri sürdüğü bütün bu uyduruk “gerekçeler” Timur’un yaptığını sansür olmaktan çıkarıyor mu? Hayır, çıkarmıyor. Tiyatrom.com’un Büktel’i sansürlediği gerçeğini ortadan kaldırıyor mu? Hayır, kaldırmıyor.Açıkça görüldüğü üzere, Timur, Coşkun Büktel'in daha henüz talep dahi edilmemiş, kaleme dahi alınmamış (her insanın en temel ve en doğal hakkı olan) yanıt hakkını, kendisini savunma hakkını peşin peşin engellemesine, akıl almaz şekilde, afaki bir gerekçe uydurarak, bir başka kişinin Himi Bulunmaz'ın yazısını bahane ediyor. Bulunmaz'ın yazısını öne sürerek, henüz içeriğini bilmediği, okumadığı, henüz Büktel'in kaleme bile almadığı cevap yazısını peşin peşin ("ihtimal dahilinde") mahkûm ediyor. ***Konumuz bu olduğu halde; bu gerçeği herkesin görebileceği ve anlayabileceği açıklıkta, netlikte, belge gösterek yazmış olmamdan rahatsız olduğu anlaşılan ve yapmacık bir biçimde bir yandan bana ikide bir "sayın", "bey" diye hitap eden kibar Timur, öbür taraftan ne yapıyor?İki yıldır adının ve soyadının arama motorlarında gerçek dışı ve haksız bir ifadeyle anılmasından dolayı yakınan, şikâyet eden eski Tiyatrom.com editörü A. Ertuğrul Timur, aklı sıra bana ders vermiş olacağını, benden öç almış olacağını zannederek, çok ucuz ve çok bayağı bir numaraya başvuracak kadar acizleşiyor. Kendisinin rahatsızlık duyduğu, muzdarip olduğu bu gerçek dışı ve haksız ifadeyi, örnek verme bahanesiyle benim adım ve soyadıma uyarlayarak, yazısında “Feridun Çetinkaya penis büyütücü satıyor” biçiminde kullanıp sinsice internetteki arama motorlarına servis ediyor.(Timur, bana "...internette adınız 'Feridun Çetinkaya penis büyütücü satıyor' diye anıldı mı sizin hiç?" diye soruyor. Cevap verip merakını gidereyim: Hayır, A. Ertuğrul Timur adında kifayetsiz muhterisin teki, ucuz ve adi bir numarayla bunu yapma cüretini gösterene kadar anılmamıştı.)Adam gibi fikir tartışması yapmak yerine, sadece gerçeği yazdığım ve sansüre karşı çıktığım için, şark kurnazlığıyla adımı ve soyadımı küstahça kullanarak saygısızlıkta bulunmayı mübah sayan Timur; kendisi hakkında yakındığı o nahoş ifadeyi imal eden ve kullanan Hilmi Bulunmaz’a hitap ederken ise son derece hoşgörülü ve nazik davranmaya özen gösteriyor. Dahası Bulunmaz’ı yere göğe sığdıramıyor. (Bkz. Timur’un yazısını, küçük bir yorumla sunuyoruz)Timur’un anlayışı hakkında fikir veren bu ikiyüzlü ve samimiyetsiz tutumu ile “İATP-G ‘Bazı’ İnsan Hakları İhlallerine Karşı” başlıklı yazımla ilgili kaypakça çarpıtmalarını okurların takdirine bırakıyorum.***Yine de A. Ertuğrul Timur’un açıklamalarını ciddiye alarak sansür bahanesini makul sayanlar, bu apaçık sansürü mazur görenler, haklı ve yerinde bulanlar çıkar mı? Timur’un bu kirli ve konuyu saptırıcı açıklamalarına yalan da yanlış da olsa inanmak isteyenler, bunlardan bile medet umanlar çıkabilir mi?Hiç şaşırmam, çıkar, çıkabilir... İşte, Türkiye tiyatrosunun bugün en büyük, en temel sorunu da zaten bu: En başta insan malzemesindeki bu bayağılık, bu çiğlik.“Ben sana ‘tiyatrocu olamazsın’ demedim...” başlıklı yazımda bu duruma şu ifadelerle dikkat çekmiştim.Eğer tiyatro, yazar, yönetmen, oyuncu, eleştirmen, tiyatro profesörü, tiyatro yayımcısı gibi tiyatroyla birinci dereceden ilgili insanlarda, “tiyatrocularda” dahi yalana, sansüre, ifade özgürlüğünün engellenmesine karşı ortak bir bilinç, en azından ahlâki ve vicdani bir duyarlılık yaratamamışsa, “seyircilere” adaletsizliğe, yoksulluğa, cehalete, gericiliğe, işkenceye karşı mücadele gücü verecek, uyarıcı ve caydırıcı nitelikte ortak bir vicdan, ortak bir ahlâk, ortak bir bilinç nasıl aşılayabilir, seyircinin gözünde nasıl inandırıcı olabilir?(...)Bir tiyatro yazarının yapıtına göz göre göre iftira atılmasına, düşüncelerinin açık açık sansür edilmesine sessiz kalıp bunu kanıksadıktan sonra, bu vandallığı onaylayıp “yaşasın!” nidalarıyla övmeyi olağan saydıktan sonra, tiyatro dünyanın en popüler sanatı, Türkiye’deki tiyatrocuların hepsi de birer Shakespeare olsa ne yazar!(Bkz. “Ben sana ‘tiyatrocu olamazsın’ demedim...”) Bunun ne kadar yerinde bir tespit olduğu bugün bir kez daha doğrulanıyor.Ne yazık...Feridun ÇetinkayaNOT:Eski Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur, bu yazım üzerine hemen bir açıklama yaptı. A. Ertuğrul Timur, eleştirdiğim açıklamasında kullandığı “Feridun Çetinkaya penis büyütücü satıyor” ifadesine yazısında empati kurmam için, örnek vermek amacıyla yer verdiğini söylüyor ve maksadını aştığını kendisinin de kabul ettiği bu ifadeyi kullandığı için benden özür diliyor. Timur ayrıca, söz konusu ifadeyi içeren açıklamasını yayımlayan internet sitesi yetkililerinden de yazısındaki bu ifadeyi çıkarmalarını rica ediyor. Sonuçta, Timur’un hatasını kabul edip bu ifadesinin yol açabileceği yanlış anlamaları önemseyerek böyle bir düzeltme yapmış olmasını çok değerli ve önemli buluyorum.A. Ertuğrul Timur’un söz konusu açıklamasını okumak için bkz. Çok önemli bir rica(Feridun Çetinkaya / 25.02.2009)
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:15 0 yorum
Tiyatrom Sadece Küfüre, Sövgüye, Hakarete Özgürlük Tanımadı, Büktel Faşizmine papuç bırakmadı
Sayın Hilmi Bulunmaz, Feridun Çetinkaya'nın bir yılı aşkın süreden sonra İATP-G ile girdiği polemikte – Tiyatrom’dan yana varsaydığı - İATP-G ye karşı bir koz olarak TİYATROM'un sansürcü bir site olduğunu yeniden dile getirmiş ve tarafımdan yanıtlanmıştır.Fakat Sayın Hilmi Bulunmaz yayınladığı yazımın üzerine bir açıklama düşerek bazı konuları ya yanlış hatırladığı için ya da geçmişte yazdıklarına bugün bir açıklama getirme kaygısı duyduğu için bazı notlar düşmüştür.Fakat Sayın Hilmi Bulunmaz'ın düştüğü bu düzeltme notu, düzeltmeden çok daha fazla yanıltıcıdır; bu nedenle, Sayın Hilmi Bulunmaz'ın küçük yorumunu da düzeltmek zorundayım1- Hilmi Bulunmaz düzeltmesinde sıçıp sıvamak, sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz Mustafa Demirkanlı gibi ifadelerin kendisine ait olduğunu kabul etmektedir. Arşivimdeki yazımı bulmuş olduğumdan bu hakaretleri biraz daha zenginleştirerek aktarmakta yarar var; zira TİYATROM'un aslında neyi sansürlediği, “Yaşasın Sansür!”le nelerin sansürünün gerekli olduğuna işaret edildiği herkesçe daha iyi anlaşılmalıdır.(Mustafa Demirkanlı'yı )sıçtığı yere kadar kovalamak,Şerefsiz Mustafa Demirkanlı"alçak" (Mustafa Demirkanlı)"pespaye" (Mustafa Demirkanlı)"lağım çukuru" (Mustafa Demirkanlı)"Dangalak" (Mustafa Demirkanlı)Burada elbette kime küfür, hakaret, sövgüde bulunulduğu benim açımdan önemli değildir; bu hiç tanımadığım Ali … , Veli … de olabilirdi.İşte TİYATROM'da başlayan Coşkun Büktel - Mustafa Demirkanlı - Hilmi Bulunmaz polemiği, sanırım taraflardan gelen ve Hilmi Bulunmaz'a ait bu üçüncü yazının elime ulaşmasının ardından, bu seviyeye dönüşmüş polemiğe yer vermeyeceğim açıklanmıştır.2- Sayın Hilmi Bulunmaz bu sövgülere yer verdiği yazısına gerekçe olarak bugün itibarıyla bir sanal kişi yada kişilerden oluşan Burak Caney'i ve Burak Caney'in kendilerine karşı tutumunu ve Burak Caney gibi birisine destek verilmesini mazeret göstermektedir. Oysa ki bu yazı yayınlamam için bana gönderildiğinde, hepimiz gayet net hatırlıyoruz ki henüz Burak Caney adlı bir şahıs ortada yoktu, ya da en azından henüz bizim aramıza duhul etmemişti. Dolaysıyla da bu yazıya gerekçe olarak Burak Caney ve Burak Caney'in Sayın Bulunmaz ve Büktel'e karşı yayınları mazeret gösterilemez.3- Sayın Hilmi Bulunmaz Feridun Çetinkaya'nın asla küfürü tasvip etmediğini, etmeyeceğini, sadece ve sadece Coşkun Büktel'in henüz yazılmamış yazısından dolayı TİYATROM'u sansürcülükle suçladığını iddia etmektedir.Oysa,Sayın Feridun Çetinkaya TİYATROM'u defalarca sansürcülükle itham ederken başvurduğu en güçlü delil olarak "Yaşasın Sansür!" adlı yazımı dayanak yapmaktadır. Ekte ilettiğim bu yazım incelendiğinde de görülecektir ki "Yaşasın Sansür!" başlıklı yazım tamamen sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz, pespaye, lağım çukuru ... gibi ağır hakaretler içeren bir yazıya yer vermediğim, vermeyeceğim, ve eğer bu sansürcülükse küfürü, sövgüyü sansürü her zaman savunacağım üzerinedir. Dolaysıyla da eğer Feridun Çetinkaya "Yaşasın Sansür!" başlıklı yazıyı TİYATROM’un sansürcülüğünü ispatlamak adına gündeme getiriyorsa, bilerek ya da bilmeyerek, küfürü severek ya da sevmeyerek, ama küfürün, sövgünün özgürlüğünü savunmakta, küfüre, sövgüye, hakarete yer vermeyeceğimi açıkladığım “Yaşasın Sansür!” başlıklı yazımı dayanak yaparak TİYATROM’u sansürcülükle itham etmektedir.4- Yine Sayın Hilmi Bulunmaz Feridun Çetinkaya'nın sadece ve sadece Coşkun Büktel'in henüz yazılmamış yazısından dolayı TİYATROM'u sansürcülükle suçladığı iddiasına gelirsek, önceki yazımda da açık ve net belirttiğim gibi, bu sürecin dahilinde karşılıklı yazışan üç isim söz konusudur: Mustafa Demirkanlı, Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel. Ve üçlü polemik olarak değerlendirilmek zorundadır. Dolayısıyla da bir polemiğe bir yayın sayfalarını açacaksa, ya tarafların tümüne özgürce açmalıdır, ya da hiç açmamalıdır. Zira taraflardan birine sen yazabilirsin özgürsün, diğeri yazamaz küfürlü yazıyor demek de polemiğin kanatlarından biri koparılmış kelebek gibi kalmasıdır. Bu nedenle de bu seviyeye, bu üsluba, bu küfür, sövgü edebiyatına dönüşen bu polemiğe TİYATROM’da bu şekilde yer olmadığı, taraflardan birine yer verip diğerine vermemenin de adil olmayacağı nedeniyle, ve küfüre hakarete varan polemikte diğer tarafların da reaksiyon göstererek gerginliği artıracağını görmek için kahin olmak gerekmediğinden, tarafımdan bu düzeyde polemiğin TİYATROM’da işi olamaz denilerek kesilmiştir. Dolayısıyla da bu sadece Coşkun Büktel'in yazmış ya da henüz yazmamış yazısına değil, aynı zamanda Hilmi Bulunmazın da, Mustafa Demirkanlı'nın da yazacağı ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, …. yazılarına da yer verilmeyeceği anlamına gelmektedir. Zira polemiğin birer yazıyla kalmayacağı açıktır. Bu durumda sadece Coşkun Büktel'e uygulanmış bir sansürmüş gibi görmek ya da göstermek yanıltıcıdır. Kaldırılan bu üçlü arasındaki bu düzeydeki polemiktir. Buna rağmen yine de dengenin sağlanması adına iş bu seviyesizliğe düşmeden Hilmi Bulunmaz ve Mustafa Demirkanlı'nın birer yazısına yer verildiği, Coşkun Büktel'in hayli gecikmeli yanıt yazdığı için göndermediği o söz konusu sansürlendiği söylenen yazılmamış yazısı TİYATROM'DA YAYINLANMIŞTIR! Fakat sürecek bir polemik şeklinde değil, bir köşe yazısı gibi yer verilmiştir. TİYATROM'a ve bana dair ağır eleştiriler de içerse de yer verilen bu yazıdan bu kadar dahil olduğu süreçte Feridun Çetinkayanın haberi yok mudur ki TİYATROM yazılmamış yazıya sansür uyguladı diyebilmektedir? Kaldı ki Sayın Coşkun Büktel'in o yazısına yer verildiğinde, bu kez Coşkun Büktel benden izin almadan sitemden alıp koymuş gibi bir garip eleştiri de getirmişti.5- Son olarak Hilmi Bulunmaz'ın bu sövgü, hakaret dolu yazısına sebep olarak öne sürdüğü Burak Caney'in kışkırtmasının sonucuymuş gibi mazeretine yeniden gelirsek: Yukarıda da söylediğim gibi Sayın Bulunmaz’ın yukarıdaki ifadelerle Mustafa Demirkanlı'ya ağır hakaretlerde, sövgülerde bulunduğu yazısı bana geldiğinde, henüz Burak Caney ya da Caneyler yoktu; vardıysa da bizler bilmiyorduk; bizler arasındaki bu konulara dahil değildi. Gerekirse tarih tarih çıkarılır, Burak Caney denilen zat ilk ne zaman nerede ne şekilde Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'e sataşan yazılarına başlamış araştırılarak döküm yapılabilir. Bu konuda en iyi kaynak da Hilmi Bey’in kendi siteleridir.Bu ilk hakaretli, sövgülü, ve benim bu nedenle sansür uygulamamdan sonra karşılıklı husumetler kimlerce nasıl tırmandırıldı, önce siz mi beni haksız yere porno malzeme satıcısı ilan ettiniz, yoksa önce Burak Caney mi size dansöz kıyafetli montaj yaptı? Sizin benim aylar süren sessizliğime rağmen aylar süren yıpratıcı yayınlarınız mı beni Burak Caney'in grubuna üye olmaya dek götürdü, yoksa her biri bir diğerinin tetikleyicisi mi oldu? Bunların gün gün dökümünü çıkarmak sanıyorum ki çok da gerekli değildir.Fakat başlangıcı aynen böyledir ve sizin beni sansürcü ilan etmenize neden olan yazı, bu Feridun Bey’in de hiç sevmeyeceğini söylediğiniz sıçıp sıvamalı yazıya yer vermeyi reddetmem, bu düzleme çekilen polemikte de tarafların hiç birine yer veremeyeceğim açıklamamı içeren "Yaşasın Sansür!" yazım üzerinedirBu konunun tekrar tekrar uzaması aynı sürecin bir defa daha baştan başlayarak irdelenmesine gün gün dökümünün çıkarılmasına varmadan ve yeniden sizler için de benim için de incitici olmamasına azami özeni göstermekteyim.Fakat lütfen Feridun Çetinkaya da sansür karşıtı olarak sayfalarca savunuculuk yaparken aslında sıçıp sıvamaya vardırılmış bir diyaloglar zincirinin savunusunu yapa geldiğini bilsin; zira benim tarafınızdan sansürcü ilan edilmeme neden olan süreç budur, Feridun Çetinkaya'nın kendisine dayanak olarak kullandığı meşhur "Yaşasın Sansür!" başlıklı yazıda da dile getirilen, sadece ve sadece küfüre, sövgüye, hakarete özgürlük tanınmamış olmasıdır ve bu yazım ektedir..Bilginize,Ertuğrul Timur---------------------------------------------------------------------------------EK:YAŞASIN SANSÜR!A.Ertuğrul TimurCoşkun Irmak'la tanışalı bir yılı aştı. Şehir Tiyatrolarında paylaştığımız masadaki panelin ardından da hemen bize yazmaya başladı. Bununla da kalmadı özellikle gençler için yaptığımız çabalarda her zaman yanımızda oldu. Bazı aydın dediğimiz kişiler bir adım ötelerindeki seminerlere ücreti mukabilinde (!) aydınlık sunmaya giderken Coşkun Irmak karşılık beklemeksizin Gençlik Tiyatroları Oluşumumuzda gençlere bir ders de sen sunar mısın dedik hiç ikirciklenmeden Adana'dan kalktı geldi. Tiyatro üzerine çok doğru tespitleri, girişimci ve sürekli faal sanatçı kimliği, sözünü esirgemeyen dosdoğru duruşu ve usta kalemiyle okunası bir yazar, yönetmen, sanatçı. Siyasal bakışımız belli ki geçmişte paralellikler taşımakta ama bugünkü reçetelerimiz farklı. Doğrusu şudur diye beynimizde ve yazılarımızda tanımladıklarımız farklı. Varsın farklı olsun. Yeter ki bu düzeyde, bu üslupta, bu amaçta olsun. Coşkun Irmak gibi kalemlere sayfalarımız her zaman açık oldu yine olacak.Orhan Aydın.. Adı Nazım Hikmet Kültür Merkezi ile özdeşleşmiş sanatçı, aydın, oyuncu. Tiyatro gündemine bakışımızda da dünya görüşümüzde de paralellikler kadar aykırılıklar da var. Daha şu an bu hafta yayına giren yazısında benim öncülüğünü yaptığım "Özel Tiyatrolara sadaka değil" çağrıma sıkı bir eleştiri var. Varsın olsun. Olmalı da. Tiyatro günü alternatif bildirisinde ayrı düştük, AKM'ye sahip çıkmak için aynı alanı doldurduk. Çalışmalarımı takdir ettiler sağolsunlar Nazım Hikmet Kültür Merkezi adına plaket sundular gururla aldım. Onlar ayrılıklara rağmen takdir hakkını, ben paralelliklere rağmen eleştiri hakkımı saklı tuttuğum gibi onlarında beni eleştiri hakkı her zaman bakidir kuşkusuz.ASSITEJ.. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği. Tamamen kendi insiyatifleriyle beni üyeleri arasına kattılar. Bu hayatında sahneye bile çıkmamış kimdir necidir demediler uluslararası çalışmalara imza atmış tiyatrocularla aynı payeyi sundular, konukseverliğin en güzelini gösterdiler. Yeri geldi öyle eleştirdim ki zaman zaman "Acaba ileri mi gittim?" diye düşündüğüm de oldu. Ama biliyorlar ki yine eleştireceğim ve yine onlarlayım.Ulvi Alacakaptan... Tiyatrom'un tiyatrom olmadığı günlerden okuru, yazarı. Geçmişte solda durmuş, şimdi bilmem kaç derece farklı yerdeymiş. Varsın olsun. Zaman zaman ayrı düştük, zaman zaman düşüncelerimizin altına ilk imza atanlardan oldu. Genel sekreteri olduğu TOBAV'ı defalarca eleştirdik. Bir süre önce TOBAV fahri/onur üyeliği önerdi sağolsun. "Yayıncılık hakkımı saklı tutarım, yine eleştiririm sorun olmasın Ulvi abi" dedim, "Eleştir tabi, biz seni eleştirilerinle istiyoruz" dedi.Orhan Kurtuldu... Aynı kurumu paylaşıyoruz. O yönetsel pozisyonda ben sade bir eleman. Ama o hiyerarşi oradadır burası özgürdür deyip yeri geldi panellerde, toplantılarda yazılarımda veryansın ettim "Ağzına sağlık, az bile yazmışsın" dediği de oldu sıkı bir karşı eleştiriye girdiği de.. Çoğu kere paralel düşündük, birbirini tamamlayan düşünüşlerimiz de oldu, zıt düşünüşlerimiz de. Ama bu zenginliğin farkındaydık.Merve Kalınbacak... Siz onu tanımazsınız. Bir lise öğrencisi kardeşimiz. Seçim öncesi siyasi gündeme ilişkin yazılarımdan sonra beni öyle bir eleştirdi öyle bir eleştirdi ki..... Belli ki Tiyatrom'u tiyatrom'un sahibinden bile korumak isteyecek kadar çok benimsemiş sahiplenmişti. Galiba siyasal açıdan da pek uyuşamayacağız sevgili Merve'yle :) Ama gerek o, gerek sitemize yazmaya başlayan okul arkadaşı sevgili Zülal Arslan'la geçen yıl yaşlarından büyük işlerle tiyatro adına önemli işlere imza attık bundan sonrada yenileri gelecek eminim.Ve daha onlarcasını sayabilirim. Tek tek isim isim, örnek örnek.. Ama uzatmaya gerek de yok. Kısacası sevgili dostlar bu alanı paylaşıyoruz sizlerle. Tıpkı dünyayı herkesle paylaştığımız gibi. Fikirlerimiz uyabilir ters düşebilir. Tiyatro gündemine yaklaşımlarımızda paralellikler olabilir, ayrılıklar olabilir. Siyasal düşüncelerde çok farklı noktalarda durabilir yada yakınlaşıp uzaklaşmalarımız olabilir. AMA şu bir gerçek ki hiç birimiz kişisel çıkarımız üzerinden, kişisel kuyruk acılarımız yüzünden, kişisel komplekslerimizden dolayı çekişmedik yada bu alanı kişisel menfaatler için parsellemedik.Bu site sadece tiyatroyla sınırlanmadan siyasal düzlemde de ulusalcısını da, komünist partilisini de, dindarını da, ve daha farklı farklı düşünceleri de, Devlet tiyatroları kapatılsın diyeni de, devlet tiyatroları kapatılamaz diyeni de, Özel tiyatrolara yardım sadakadır diyeni de, bu bir haktır diyeni de aynı alanda buluşturdu ve buluşturmaya da devam ediyor.Ama birisi kendi oyunundan dolayı kopardığı fırtınanın yıkıcı ve şahsi etkisini buraya taşımadık diye, bir diğeri "alçak, pespaye, şerefsiz, lağım çukuru, Dangalak, ve daha buraya asla yazamayacağım kadar duyup okuyabileceğiniz en ağır sözlerle bezediği yazısına yer vermedim diye beni ve tiyatrom'u sansürcü ilan etmiş. Varsın etsin. Bu durumda bana düşen bir tek şey kalıyor, bu düzeysizliğe ve şahsiciliğe taviz vermemek sansür ise "Yaşasın sansür" demek.Not 1: Bu ağır hakaretler bana değil üçüncü bir kişiyedir ama hiç önemli değil bir sanat sitesinin sayfalarında kime edilir edilsin kendine sanatçı diyen bir kişinin bu sokak ağzı yazısı asla yer alamazdı.Not 2:Özgürlük kavramının içi boşaltılalı bir hayli oldu ve özgürlük alabildiğine yozlaşmanın, seviyesizliğin, uçuk kaçık marjinalliklerin anlatımı gibi sunulur oldu ama biz özgürlükten hala fikirsel, yaşamsal özgürlükleri anladığımız gibi, asla kişisel hırsların, intikam duygularının, ego ve kişilik tatminsizliklerinin alanı yada ağız dolusu küfürlerin, hakaretlerin serbestçe yayınlandığı serbest platform olmayacağız.Not 3: Durumu bir anketle siz okurlarımıza sorduk ve şu sonucu sizlerde paylaştınız.
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 03:14 0 yorum
Coşkun Büktel Faşizminin Müridlerinden Feridun Çetinkaya'ya yanıt
Sayın Feridun Çetinkaya,
İATP-G ile yaşadığınız polemikler kapsamında tiyatrom.com ve adımın yeniden anılmaya başladığını ve aynı nakaratlarla yeniden dillendirildiğini görmekteyim. Size sizin yazdığınız gibi uzun uzadıya ve aynı cümleleri permütasyonlarla kelimelerin değişebilecek kadar yerlerini değiştirip yeniden yeniden uzatarak da cevap verecek değilim.Ben iki gün önce Coşkun Büktel'e yazdığım bir düzeltme yazısında sadece Burak Caney adlı kişi yada kişilerin başlattığı kampanyaya desteğimi kısa sürede çektiğimden verilmesi gereken tartışmanın karşılıklı verilmesinin, bilinmeyenlerle ittifakın yanlış olduğundan söz etmiştim ve bundan dolayı özeleştiri verdiğimi hatırlatmıştım. (Ki benzer bir hatayı, bir bilinmezle ittifakı bir kaç gün önce kendileri de yaptılar maalesef.)"Yaşasın Sansür" başlıklı yazımın da , düşüncelerimin de halen arkasındayım. Yaşasın Sansür yazısının bir ironi olduğunu anlamamak için ya son derece düşünce özürlü bir salak olmak gerek ya da bize taraf olmayan yayıncının kendi eliyle verdiği bir pası gole çevirelim çabasında olmak gerek ki sanıyorum sizin salak olmayacak bir zeka seviyesinde olmanız ikinciyi geçerli kılıyor.Evet yaşasın sansür.. Eğer Theope polemiği 12-17 yaşlarında gençlerin herkesten fazla okuduğu TİYATROM'da"sıçıp sıvamak","sıçtığı yere kadar kovalamak""Şerefsiz ......... "seviyesinde yazılarla sürecekse ben bu polemiğin her üç tarafına da sansür uyguluyor bu polemiğe TİYATROM'da yer yoktur diyorum demiştim ve yine diyorum.Sayın Hilmi Bulunmaz ilk yayına geçtiği dönemki üslubunu oldukça değiştirdi. Bugün kendisine saygı duyacağım noktada yazılar kaleme almakta ve zaman zaman toplumsal muhalefetin önemli bir kalesi olarak gündem yaratmaktadır. Fakat o dönemki üslubu ile yazdığı yazı TİYATROM yayın niteliğine uygun değildi. Yazısında savunduğu felsefi görüşler, politik görüşler, siyasal sivrilikler değil, yada bir oyunu, yazarı savunmasından, bir tiyatro hocasını eleştirmesinden dolayı değil "sıçıp sıvamak", "sıçtığı yere kadar kovalamak", "şerefsiz" gibi cümleleri direk bir şahsın isminin önüne koyarak yasal anlamda da suç oluşturarak bir yanıt yazmasından dolayı idi. Siz bana, yasal olarak da suç teşkil edebilecek bu yazıyı yayınlamak zorundaydın diyemezsiniz, bunu hiç kimse diyemez. .Bugün illegal ve porno yayınlar dışında hangi yayın bilerek küfürlerle sövgülerle ve yasal olarak da suç teşkil edecek bir yazıya yer verir? Hangi demokrat yayın? Düşünce özgürlüğü yada sansür karşıtlığı denilince düşüncelere sansür konulması anlatılır, küfüre sansür konuldu diye sansür savunuculuğu mu yapacaksınız bana?Peki bunu öne sürerek henüz Coşkun Büktel'in yazılmamış yazısına da sansür uyguladım mı?Evet bu polemiğin tarafları Coşkun Büktel, Mustafa Demirkanlı, Hilmi Bulunmaz idi.Ve ortada başlamış süren bir polemik varken "seninki küfürlü yayınlamam diğerininkinde küfür yok yayınlarım" yaklaşımı da bu defa tek yanlı görüş yansımasına sebep olmayı getirecekti, taraflardan birine üslubun bozuk deyip susturup diğer ikisine geçit vermeyi getirecekti.Üstelik her küfür ve her hakaretin karşıdan da benzer reaksiyonu getirmesi sürpriz olmayacaktı.Bu nedenle de insiyatifimi ve sağduyumu kullanarak, bu polemiğin bu üçlü içerisinde giderek seviyesizleşeceğini de ihtimal dahilinde görerek TİYATROM'da bu polemiğe yer yok, sadece birinin yada ikisinin değil Mustafa Demirkanlı da dahil her üçünün de bu minvalde yazısına TİYATROM'da yer yok ve bunun adı sansür ise yaşasın sansür demiştim. Kaldı ki bunun nedenlerini de açıklayarak, ve bu konuyu okumak takip etmek isteyenler varsa yine de şu şu sitelerde okuyabilirler deyip adres göstererek. (Büktel ve Bulunmaz'ın sitelerindeki ilgili sayfalara link vererek okuyabileceklerinin de adresini vererek.. (HANGİ SANSÜRCÜ OKUNMASINI İSTEMEDİĞİ BİR YAZIYA VE KİŞİLERİN YAYININA LİNK VERİR?)Her yayının belirli kuralları vardır bunun aksini düşünmek ahmaklıktır. Coşkun Büktel yada Hilmi Bulunmaz'ın da kuralları var ve olmalıdır da. Bugün siz en radikal, en anarşist, en devlet güçleriyle, dünya emperyalizmiyle dişediş kavga halinde bir ideolojik bir yayına istediğiniz sivrilikte yazı yollayınız memnun kalarak yayınlarlar.Aynı yayınlara içerisinde bir şahsa yönelik şerefsiz, sıçarım.. sıvarım.. şeklinde kelimeler geçen bir yazı yollayın bakalım yayınlayacaklar mı görelim.Var mı onların bunu yayınlayacağına dair ahmakça bir beklentiniz?Ne oldu o zaman bu yayınlar sansürcü mü oldu sayın Çetinkaya?Olabilir mi böyle bir ahmakça beklentiniz sayın Çetinkaya?İstediğiniz bir sanat yayınında istediğiniz ve hak ettiğini düşündüğünüz bir kişiye yönelik "şerefsiz seni sıçtığın yere kadar kovalarım" gibi içerikte bir yazıyı yayınlatınız ben de tamam ben yanılmışım ben sansürcüymüşüm diyeyim.Bulabilecek misiniz böyle bir tane sanat yayını sayın Çetinkaya?Sayın Hilmi Bulunmaz aynı yazıyı arşivinden bulup çıkarsın ve lütfen tek kelime çıkarmadan eklemden aynen şu sansürcü olmadığı için çok seviyorum deyip desteklediği Erbil Göktaş hocanın Yeni Tiyatro Dergisine yollasın. Eğer Yeni Tiyatro Dergisi bu "sıçarım, sıvarım, Sıçtığın yere kadar kovalarım, Şerefsiz Mustafa Demirkanlı" gibi tümcelerin, cümlelerin olduğu yazıyı yayınlasın işte o gün ben Evet Yeni tiyatro dergisi asla sansürcü değil, TİYATROM gerçekten sansür yapmış bütün insanlıktan özür diliyorum diyeceğim var mısınız?Sayın Bulunmaz'dan rica ediniz ve duruyorsa o yazısını isteyiniz ve lütfen beni sansürcü olarak şikayet ettiğiniz İATP-G yayınlayacak mı bir de onlara sorunuz isterseniz..Yoksa sizlerden başka herkes mi sansürcü?Yayınlamazlar.Eğer gerçekten ahmak yada salak değilseniz (ki sanmıyorum) siz de bu türde bir yazının aklıbaşında ve ciddiyeti olan bir dergide, yayında yayınlanmayacağını bal gibi biliyorsunuz.Zira bu onlar gözü pek, cesur devletle bile çatışmayı göze almış olsalar da yayın ahlaklarıyla, seviyeleriyle, yayıncılık ağırlıklarıyla uyuşmaz.Her yayın her tür şeyi yayınlar aksi sansürdür diye bir tez olabilir mi?Bunu söyleyen evet ancak olsa olsa bir ahmaktır, bir salaktır başka hiç bir şey değil.TİYATROM'un da bu polemiğe geçit vermemesinin nedeni ve bunu bu noktaya getiren sayın Hilmi Bulunmaz'ın o dönemki bu seviyedeki yazısıdır ve şu an aynı üslupta bir yazı gelse sayın Hilmi Bulunmaz onu kendi sitesinde yayınlar mı inanın ben emin değilim.Zira Sayın Hilmi Bulunmaz iki yıl öncekinden belki çok daha kararlı ve çok daha keskin ama çok daha ağırbaşlı ve olması gereken üslupta bir çizgidedir ve bunu sağladığında kamuoyunda asıl şimdi küfür yada sövgüden daha çok etkili olduğunun da farkındadır eminim.Başa dönersek, TİYATROM'un senelerce sürmüş bir çizgisi, bir üslubu, bir kendince yayın ahlakı vardı. TİYATROM'un en büyük okur kitlesi genç kesimdi. Ve bu nedenle de TİYATROM içinde (bugün bile ben yazarken tiksinerek ama kafanıza dank etmesi için yinelemek zorunda kalarak) sıçıp sıvamaklı, sıçtığı yere kovalamaklı, şerefsiz li, ve hatırlayamadığım benzer ifadelerle dolu yazıyı yayınlamadım ve eğer bu sansürcülükse TİYATROM sansürcüdür dedim, bugün TİYATROM sürüyor olsa bugün yine yayınlamam.Bunun devamında gelen tırmanmaları ise isterseniz hiç karıştırmayınız zira iş Ertuğrul Timur'a nereden ne kulp takarız çılgınlığıyla toplist bannerini bahane göstererek belden aşağı vurmalara dek varmıştı ki bu da doğrusu bugün hala saygı duyduğum (çünkü duymamam için neden yok Theope konusunda hak vermemem, yada bir küfür içerikli yazılarını yayınlamamış olmam onların bende saygınlığını azaltmaz) Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in en hafifinden onların bana karşı Burak Caney seviyesinde yayıncılıklarıydı maalesef.En son varılan noktada da ben sizi tanımıyorum, yok sayıyorum, sizinle ilgili hiç bir satıra da yer vermek istemiyorum noktasına varmamdır ki bu sanıyorum en azından onların o dönem bana yaptıklarının yanında her halde daha insancıl bir tavır almaydı. TİYATROM'la hiç ilgisi olmayan bir cm'lik toplist bannerinin tıklanmasıyla gidilen yerde bir cinsel ürün mağazası reklamı da çıkıyor olmasını bahane göstererek günlerce internette adınız "penis büyütücü satıyor" diye anıldı mı sizin hiç? Google aramalarında adınız soyadınız 2 yıldır bu şekilde bulunuyor mu? Bu çarpıtmalı iftirayı yapanları hangi yayın etiğine sığdırıyorsunuz da teorik düzlemi yüksek yazılarınızda hiç anmıyorsunuz? Yazdığınız teorik süsü verilmiş upuzun yazınızda ne bu "sıçıp sıvamalı", ne bu "penis büyütücü satıyor" türü manşetlerle yapılan yüksek fikirsel(!) tartışmalara girmiyorsunuz tabi siz. Onları görmezden geliyor tek yanlı bir yargılamayı doğal sayıyorsunuz.Siz ne kadar TİYATROM okuruydunuz bilemiyorum. Zira ben de sizi Coşkun Büktel savunuculuklarınız dışında neredeyse hiç tanımıyorum. 8 yıl tiyatro yayıncılığı yaptım ama ne bir oyununuza, ne bir tiyatral çalışmanıza, tanık olmadım bu da sizin değil benim noksanım diyelim. TİYATROM'u tiyatroyla ilgili bir kişi olarak az da olsa takip ettinizse TİYATROM'un Şehir Tiyatrolarında yaşananlar, Adana'da, Mersin'de, Denizli'de, İzmit'de yaşananlar konusunda lokomotif rol üstlendiğini, her türlü görüşün en uç noktalarda ancak ve sadece TİYATROM'da dile getirilebildiğini, Bir önceki Kültür Bakanı müsteşarlarınca tehdit sayılabilecek düzeyde sıkıştırılmasına karşın konunun üstüne gittiğini, Eğer bugün İzmit'de bale salonu mescit olmaktan çıkarılmışsa yeniden bale salonu olmuşsa, AKP'li belediye geldiğinde kaldırılan Denizli Amatör Tiyatrolar Festivali yeniden konulmuşsa, Adana Seyhan ilçesinde DSP'li belediye başkanınca kapatılan belediye tiyatroları yeniden apar topar bulunan bir sinema salonunda açılmışsa, Çocuk Tiyatrolarında sömürü çarkı ilk defa büyük gazetelere haber yapılmışsa, AKM'nin yıkılma kararında geri adım atılmışsa ve onlarca tiyatro sevdalısı gençle ilgilenilip az yada çok olumlu yönde kanalize edilmişse ve daha uzayıp gidebilecek bir takım konular yaşanmışsa ve bunların üzerine korkmadan gidilip gündeme taşınmışsa, defalarca tarafıma tehditler gelmişse, şehir tiyatroları koridorlarında ismim küfürlerle bağırılarak "buraya sokulmayacak bu adam!" diye çınlatılmışsa tüm bunları hiç dikkate almadan siz TİYATROM'a sansürcü dersiniz.. Peki TİYATROM bu konuların üstüne giderken ve tehditler alırken siz özgürlükçü ve mücadeleci beyler neredeydiniz? Neden o zaman bu konularda kalem oynatmadınız ya da TİYATROM'un sesinin savunuculuğunu yapmadınız? Bunların hangisi theope ve Coşkun Büktel'in uğradığını varsaydığınız haksızlıktan daha az önemli?Evet siz diliyorsanız, bütün bunları görmezden gelebilir, içiniz elveriyor ve bundan sonra da TİYATROM'a sansürcü demeye ve bunu sayfalarca aynı cümlelerle yazmaya devam edebilirsiniz. Ama buna da sizlerden başka kimseyi inandıramazsınız. Ancak kendi dar taraftar kitleniz içinde içinizi rahatlatırsınız.Bu kadarı dahi gerektiğinden uzun bir yazı olduğu için bundan sonra polemik başlamışken deşelim gayretinde olsanız dahi yanıt vereceğimi sanmıyorum. Çünkü beni bireysel sorunların kavgasından çok toplumsal olanlar ilgilendirir. İnşallah bir gün sizi de Büktel hakları savunuculuğunun yanı sıra toplumsal konularda da bu derece kararlı bir şekilde kaleminizi kullanarak görürüz ve ittifak yapabileceğimiz alanlar da varmış deyip mutluluğa erişiriz.Kendinizi ille de bana yanıt vermek zorunda hissetmeyiniz. Ama bu polemiğe başka siteleri yayıncıları, kişileri bulaştıramaz olduk hazır başlamışken sürdürelim gündem olsun derseniz ve dilerseniz dilediğiniz uzunlukta yanıt yazmakta da özgürsünüz elbette. Ama ben yeniden yanıtlayacağımı sanmıyorum. Zira her şeye karşın ortak paydalar ve asıl uğraşılması gereken ortak sorunlar varken Sayın Hilmi Bulunmaz'la seviyeli bir diyalogu başarmışken külleri deşip ayrıntıları dile getirip zaman içerisinde yapılıp geçilmiş haksız ithamları hatırlayıp hatırlatmak zorunda kalınıp yeniden depreştirmenin kimseye bir yararı olmayacağını aksine öfkelerin kalıcılaşmasına neden olacağını düşünüyorum.Sağlıcakla kalın...
A. Ertuğrul TİMUR - 19 Şubat 2009
Gönderen Ahmet Ertuğrul Timur zaman: 02:52 0 yorum
Kaydol: Kayıtlar (Atom)
Blog Arşivi
▼ 2009 (22)
▼ Mart (22)
Coşkun Büktel Faşizminin Müridlerinden Feridun Çet...
Tiyatrom Sadece Küfüre, Sövgüye, Hakarete Özgürlük...
"İATP-G 'Bazı' İnsan Hakları İhlallerine Karşı" Ba...
Ertuğrul Timur'dan Düzeltme ve Özür
Tiyatro Alanında Demokratikleşme ve Hak İhlalleri ...
Tiyatrom ve Sansür Tartışmalarına İlişkin Açıklama...
Ömer F. Kurhan Dedikodu mu Yapıyor, Enformasyon mu...
Hilmi Bulunmaz'a Mektup
Tiyatro Yayıncılığı Alanında Sanal Lümpenlik ve So...
Tiyatro Yayıncılığında "Sansürle Suçlayanların Sin...
Tiyatro Adına Sansürcü ve Kirlilik Yaratan Yayıncı...
Tiyatrom'u Dezenformasyon ve Sansürle Suçlayan Meh...
Mehmet Atak'ın Düzmece iddialarına belgelerle yan...
Coşkun Büktel’e Açık Mektup
A. Ertuğrul Timur, bugün (16 Mart 2009) bana bir a...
Coşkun BÜKTEL Ya Düşündüğümüz Kadar Bile Zekaya Sa...
Teke Tek Görüşme Çağrısına Yanıtımdır
Sansürden Baskıya Altı Aşama
Coşkun Büktel Faşizmi !
Dünü ve Bugünü ile Tiyatro Yayıncılığımızda Burak ...
Teatral Kirlenmenin Önüne Geçilmesinde Kamusal Cid...
Sorum Basit: “Evet” ya da “Hayır”. Hangisi?
(Kaynak: http://www.fasistler.blogspot.com.tr/)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)