8 Mart 2009 Pazar

Coşkun Büktel, A. Ertuğrul Timur, Mustafa Şükrü Demirkanlı!...

.....................................A. Ertuğrul Timur


***


Mehmet Atak Dedikodu mu Yapıyor, Enformasyon mu Veriyor?(7 Mart 2009)


Ömer F. Kurhan


[Aşağıdaki yazıyı dün gece, Sayın Timur’un Mehmet Atak’a cevaben gönderdiği, 7 Mart 2009 tarihli ve OYUN sitesinde yer verilen “Sayın Mehmet Atak’a Yanıt” yazısı yayımlanmadan önce yazmıştım. Bazı düzeltiler yaparak ve OYUN sitesinde yayımlanması talebiyle gönderiyorum. Eğer Mehmet Atak Sayın Timur’u cevaplar ise, ayrı bir yazı yazma gereği doğacaktır kanısındayım.]

OYUN sitesinde, 6 Mart 2009 tarihli ve Mehmet Atak imzalı “Birkaç Anekdot” başlıklı yazıyı editör Hilmi bulunmaz şu tanıtım spotuyla yayımlandı: “Sansürün kanıksandığı tiyatromuzda, SS (Hitler'i müdafaa tümeni) mantığıyla hareket eden sansürcüleri SS (Sıfır Sansür) anlayışımızla deşifre ediyoruz.” Böylece Ertuğrul Timur’un sahipliğini / editörlüğünü yapmış olduğu TİYATROM sitesinin sansür yapmış olduğuna dair önemli bir “belge” yayımlanmış oldu.


Belge değil “belge” diye yazdım; çünkü bu “belgede”, daha doğrusu Mehmet Atak’ın çeşitli iddialarda bulunduğu yazıda, TİYATROM “sansürcüdür” denilmiyor. Yazıyı dolaysız bir şekilde sansür “belgesi” haline getiren tanıtım spotudur. Böylece Mehmet Atak “Birkaç Anekdot” yazısıyla, TİYATROM’un sansürcü bir site olduğu, üstelik bunun tek bir olayla sınırlı kalmadığı, kendisinin de sansüre tabi tutulduğunu iddia etmiş oluyor. Eğer Mehmet Atak’ın “TİYATROM sansürcüydü” düzeyinde bir iddiası yoksa, yazının sunum biçimine itiraz etmek durumundadır. Yok eğer “TİYATROM Sansürcüydü” düzeyinde bir iddiası varsa, bunu açık açık ilan etmelidir. Bu nedenle Mehmet Atak’ın “birkaç anekdot” diyerek” meselenin etrafında dolaşmasının doğru olmadığını, her neyi ima ediyorsa açıkça söylemesini talep etmek yanlış olmayacaktır.

Mehmet Atak’ın tam nereye varmak istediğini belirsiz bıraktığı, ama nihayetinde sansür suçlaması iddiasını destekler nitelikte sunumu yapılan yazısını şimdilik bir kenara bırakalım.

Bu “belgeyi” yayımlayarak Hilmi Bulunmaz henüz kendi yanıtını vermiş olmuyor. Bu yanıtı vermediği gibi yine bir mantık hatası yapıyor. Şöyle ki: Bir vakadaki sansür iddiasını, başka bir vakadaki sansür iddiasıyla kanıtlamaya çalışıyor. Daha açıklayıcı olmak için şöyle ifade edelim: Hilmi Bulunmaz diyor ki, Ertuğrul Timur Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel’e sansür uygulamıştır, çünkü Mehmet Atak’a sansür uygulamıştır. Sorun şurada ki, Mehmet Atak’la Hilmi Bulunmaz ve/veya Coşkun Büktel aynı kişiler değil. Dolayısıyla, okurdan geri zekalı olması talep edilen bir yayıncılık anlayışının halihazırda muhafaza edildiğini söyleyebiliriz. (Büktel’in geri zekalı okur imal etme düşkünlüğü için ayrıca onun kişisel sitesine bakmak, OYUN sitesine de sirayet eden anlayışın kaynağını belirlemek açısından faydalı olacaktır.)

Mehmet Atak imzalı yazının iddialarına gelecek olursak, açık bir sansür suçlaması içermediğini belirtmiştik. Fakat Ertuğrul Timur’u sorunlu gördüğü üç anekdot aktarmaktadır:

1. Ertuğrul Timur bir yazısında Eftal Gülbudak adlı şahsın DTCF mezunu olduğunu söylemiş; ama gerçekte Marmara Üniversitesi Spor Akademisi mezunuymuş.

İyi de bir kişinin hangi okuldan mezun olduğu ile ilgili yanlış bir hatırlamayla sansürcülüğün alakası ne? Burada yapılması gereken bellidir: Başta Ertuğrul Timur olmak üzere yazının yayımlandığı bilinen sitelerle iletişim kurulur ve denir ki, Eftal Gülbudak şu okuldan değil de bu okuldan mezun, düzeltir misiniz? Ne de olsa, internet ortamında bir kişinin mezun olduğu okulla ilgili bir yanlış bilgi verilmiştir. Mehmet Atak’ın yazısından anladığım böyle bir şey yapılmamış ve OYUN sitesinin editörünün sunumu sayesinde, Eftal Gülbudak’ın gerçekte hangi okuldan mezun olduğuna ilişkin düzeltme talebi sansürcü suçlamasının önemli bir kanıtı olarak kayıtlara geçmiş. Akıl fikir tutulmasına katkıları nedeniyle hem Sayın Atak hem de Sayın Bulunmaz’ı tebrik ediyor ve ikinci iddiaya geçiyoruz.

2. TİYATROM’un forum sayfalarında Mehmet Atak’la ilgili bir iftiraya yer verilmiş. İftira şuymuş: Kenan Işık, Ayla Algan ve Beklan Algan’ın torpiliyle İBŞTT Tiyatro Araştırma Laboratuarı üzerinden tam yevmiye alarak haksız kazanç elde etmiş. Buna karşılık Mehmet Atak diyor ki, bordrolara bakıldığında tam yevmiye almadığım kolaylıkla ispatlanabilir. Dolayısıyla, Amerika’da olduğu bir dönemde böylesi bir iftiranın yayımlanmasından son derece rahatsız olmuş ve TİYATROM forumuna üye olarak gerçeği açıklama ihtiyacı duymuş. Türkiye’de olsa dava açarmış, ama yurtdışında olduğu için bunu yapamamış.

Bu iddiayla ilgili olarak Mehmet Atak’a TİYATROM editörü ile yazışıp yazışmadığı, ona dava açabileceğini iletip iletmediği, sonrasında niçin dava açmadığı, iftirayı protesto eden bir metni yayımlatmak için bir çaba içine girip girmediğini sormak bir yerde anlamsız olabilir. Bunlar bir haksızlıkla karşı karşıya kalındığında önerilebilecek hak arama yöntemleridir. Biz söylediklerinin doğru olduğundan hareketle iftira mağduru olduğunu kabul edelim. Bu noktada, internet ortamında forum sayfalarının nasıl yönetilmesi gerektiği ile ilgili olarak yayıncılık politikasını doğrudan ilgilendiren bir tartışma açmak gerekecektir – ki buna çok kısa olarak daha sonra değineceğim. Şu aşamada söylenebilecek olan, bu iddianın da sansürle bir alakası olmadığıdır. Bu alakayı el birliği ile kuran Sayın Atak ve Sayın Bulunmaz’ı bir kez daha tebrik ediyor ve üçüncü iddiaya geçiyoruz.

3. İstanbul Devlet Tiyatroları’ndaki bir okuma tiyatrosu etkinliğinin aktarıldığı bir yazıda, bu projenin tasarımcısı mütercim-dramaturg Sibel Arslan Yeşilay’ın daha önce bu projeye önsel bir bir çalışmanın da tasarımcısı olduğundan söz edilmiş. Oysa o önsel çalışmanın orijinal tasarımcısı Mehmet Atak’mış. Önsel çalışmaya Sibel Arslan Yeşilay’ın katkısı dört oyun tercümesi yapmakla sınırlıymış. Bu yanlış bilgiyi düzeltmesi için TİYATROM ve Ertuğrul Timur’a iki kere mail atmış, ama gerekli düzeltme yapılmamış. Mehmet Atak’ın ifadesiyle: “Timur düzeltmeyi yayınlamadı ve projenin Sibel Arslan Yeşilay'ın tasarımı olduğu yönünde yanlış bir belge bırakmayı tercih etti.”

Dikkat edilecek olursa bu suçlamada, sansürün yanı sıra bir de dezenformasyon suçlaması var. Sade okur vatandaşlar olarak şu sonucu çıkarıyoruz. TİYATROM’un söz konusu okuma tiyatrosu etkinliği ile ilgili bir haber yapmış ve bu haberde dezenformasyon yapıldığı halde gerekli düzelti yapılmadığı gibi, düzelti talebi de duyurulmamış. Mehmet Atak TİYATROM’un bu tavrına ilişkin en azından tiyatro kamuoyunu bilgilendirme için o zaman ne yapmış belli değil. Ama 6 Mart 2009 tarihli yazısında bunu anlatma gereği duymuş – ki sansür suçlaması bağlamında bu üç iddiadan tek ciddiye alınabilir olanı budur.

Birinci iddiayı ciddiye almaya gerek olmadığı çok açık. İkinci iddia sansür değil, düzenli olarak dedikoduya batma eğilimindeki forumlara ilişkin yayın politikası ilgili bir mesele; yani Mehmet Atak’ın sansürlenmesi gibi bir durum söz konusu değil. Ayrıca Mehmet Atak şanslı sayılabilir: Genelde zaten dedikoduya battığı kabul gören forumlara malzeme olmak da bir şey mi? Örneğin OYUN sitesini izliyorsa, manşetten dedikodu ve iftiralarla karşılaşmak ya da hakarete uğramak gibi durumların yaşanabildiğini kolaylıkla fark edecektir. Fakat üçüncü iddia gerçekten çok ağır ve ciddi: TİYATROM’un hem sansür hem dezenformasyon yaptığı iddia ediliyor.

İyi niyetle ve Ertuğrul Timur lehine şunu düşünebiliriz: Evet, Mehmet Atak’ın iddiası doğrudur, ama Ertuğrul Timur yoğun ya da siteyle titizlikle ilgilenemediği bir dönemde gönderilen düzeltme mail’lerini gözden kaçırmış olabilir. Ya da kuşkuya kapılarak şöyle düşünebiliriz: Hayır Ertuğrul Timur bilerek ve isteyerek bir emek hırsızlığına aracılık yaptı ve Mehmet Atak’ın eserini gitti Sibel Arslan Yeşilay’a mal etti; kim bilir belki bu işi yapmak için Sibel Arslan Yeşilay’dan rüşvet bile aldı. Bu sonuncu iddiayı yabana atmamak lazım; çünkü bu vakada sansür ve dezenformasyon, bir kişinin emeğini haksız bir şekilde başka birine mal edilmesi gibi bir sonucu içeriyor. Yani TİYATROM sadece kendisini değil, Sibel Arslan Yeşilay’ı da zor duruma sokuyor.

Peki Sibel Arslan Yeşilay bu duruma itiraz etmiş mi? Yani çıkıp bu haberde bir yanlışlık var başkasının emeği bana mal edilmiş, bu haksızlık olur demiş mi? Belli değil. Çünkü şahitlik yapacaklar listesinde adı olmadığı gibi, konu birinci dereceden kendisini de ilgilendirmesine rağmen, hiç ortalarda görünmemiş gibi duruyor.

Bu aşamada doğrudan kendisine seslenmek istiyorum:

Sayın Atak,

Siz ithamınızın ciddiyetinin farkında mısınız?

Şu kadar zaman sonra ortaya çıkıp diyorsunuz ki, TİYATROM sansür, dezenformasyon ve de emek hırsızlığına aracılık yapmıştır.

Pekiyi bu iddianızı neye dayanarak dile getiriyorsunuz? Söyleyebilir misiniz: O yazı hangi yazıydı? O yazı TİYATROM’un bir haberi miydi? Ya da siteye taşınmış başka bir haber miydi? Editörün köşesinde mi yayımlandı? Ya da bir haber değil de bir yazara ait bir haber-yorum yazısı mıydı? Eğer öyleyse o yazar kimdi? Bu sorunu Sibel Arslan Yeşilay’la paylaştınız mı? Paylaştıysanız onun tavrı ne oldu?

Sorular arttırılabilir. Söylemek istediğim şu: Sansür, dezenformasyon ve emek hırsızlığına aracı olmak gibi ciddi suçlamalar geliştirilecekse biraz ciddi olmak gerekmez mi? Burada şu kadar yıl yayıncılık yapmış ve eleştirilerimiz olmuş olsa bile bizim iyi niyetinden şüphe etmediğimiz birisinden söz ediyoruz.

Birinci iddiayı gündeme getirmeniz zaten saçma; yoksa gerekli düzeltiyi Sayın Timur’a yolladınız, o da hayır ben Sayın Gülbudak DTCF mezunudur diyorsam öyle olacaktır şeklinde bir iddiayı mı sürdürdü – sansür konusuyla ne alakası varsa?

Sitelerdeki forum politikasından ben de sizin kadar şikâyetçiyim. Eğer talep ederseniz yakın zaman önce başıma gelen ilginç bir olayı aktarabilirim. TİYATROM’un forum politikasını TİYATROM’un forum politikasıyla ilgili olarak Sayın Timur’la tartışmayı ve ikna edemediğiniz noktalarda sorunu kamuoyuyla paylaşmayı denediniz mi?

“Timur'un şüphesiz fedakârca, uzunca soluklu devam ettirdiği” dediğiniz TİYATROM’a karşı sansür, dezenformasyon ve hatta emek hırsızlığına aracılık etmek gibi ithamlarda bulunurken, hayal meyal bir hatırayı mı, bir yansıtmayı mı yoksa tiyatro yayıncılığını yakından ilgilendiren bir meseleyi mi gündeme getirmeyi düşündünüz? Dedikodu yapmak ile itham etmek arasındaki farkın farkında mısınız? Farkındaysanız ithamınızın ne kadar ciddiyetten yoksun olduğunun farkında mısınız? Arada aktarmayı unuttuğunuz bilgiler varsa lütfen bizimle paylaşır mısınız? Okur olarak bir yargıda bulunmak için açıklığa ve bazı ayrıntı bilgilere ihtiyaç duymak gibi bir zaafımız olabiliyor ne yazık ki…

Son olarak: Her nedense “sansür”, “dezenformasyon” ya da “emek hırsızlığına aracılık etmek” gibi suçlamaların yer almadığı yazınızın (şu “Birkaç Anekdot” adlı, yazarı Mehmet Atak olan, 6 Mart 2009 tarihli ve aynı tarihte OYUN sitesinde yayımlanan yazınızın) “TİYATROM Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel’in yazılarını sansürlemiştir, çünkü Mehmet Atak’ın yazısını da sansürlemiştir” akıl yürütmesi ve sunumu üzerine ne düşündüğünüz açıklar mısınız?

NOT: Yukarıdaki yazının Ertuğrul Timur’un Mehmet Atak’ın iddialarına cevap yazısından önce yazıldığını belirtmiştim. Hilmi Bulunmaz’ın söz konusu cevap yazısına OYUN sitesinde yer verirken kullandığı tanıtım spotu, Ertuğrul Timur’un Hilmi Bulunmaz ve OYUN sitesine dönük “sinsi sansür” iddiasını teyit eder nitelikte olduğunu gösteriyor. Yazının tanıtım spotu şöyle: “Timur’un, Atak’tan özür dileyen yazısını yayınlıyor ve bizden özür dileme koşulunu kaldırıyoruz.” Bu spot hem Ertuğrul Timur’un yanıtının niteliğini çarpıtıyor hem de “sinsi sansür” iddiasını teyit ediyor. Böylece, Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattında sansürün bir yöntem olarak kolaylıkla devreye girebildiği giderek daha fazla açıklık kazanıyor. Başka bir deyişle, internet ortamında tiyatro yayıncılığı yıkıcı bir derinlik kazanmaya devam ediyor.

Ömer F. Kurhan


***


A. Ertuğrul Timur'un yanıtı


YANITIN BİRİNCİ BÖLÜMÜ


Sayın Büktel ve Sayın Bulunmaz,

Coşkun Büktel’in beklediğim yanıt olmasa da bana yönelik cevabına cevabım uzunca olacaktır. Zira Tiyatro dünyasına veda ederken tek kaygım geçmişe yönelik şaibe bırakmamaktı. Bu nedenle de sizin söyler geçeriz çamuru kalır kolaycılığında bir cümle ile kolayca attığınız çamuru benim belki en detaylıca yanıtlamam gerekecek.

Bunu nerede ve ne süreyle yayınlarsınız bilemiyorum. Fakat çöp kutusu tabir ettiğiniz alanda yer vermeniz bana değilse bile emeğe saygısızlığınızdır ki bu da sizin üzerinizde bir yafta olarak yapışıp kalır. Zira ben sizin bir cümleniz için saatlerimi ayırıp yanıt veriyorsam, ve bir emek harcıyorsam bu emeğe saygısızlık karşısında artık diyebileceğim bir tek şey kalıyor ben şu anda hata yapıyorum, ben sizi yok saymayı seçtiğim gün aslında doğrusunu yapmışım ve buna devam etmek en doğrusu olacak der ve çekilirim. Diğer bir çok kişi ve sitenin yaptığı gibi de susar görmezden gelirim ve siz de bir söyler iki söyler sonra buradan iş çıkmayacak der başka polemik çıkaracak alanlara, kişilere yelken açarsınız.

Bu yanıtım uzunca olacak ve bu yanıtım bittiğinde de size çağrım şu olacak, buyurun gelin sizinle istediğiniz ortamda insanların huzurunda tartışalım. İstediğiniz şekilde organize edilecek bir salon toplantısında tartışalım ve her birimiz elimizdeki verileri sunalım, düşüncelerimizi sunalım. Dilerse buna Sayın Ömer F.Kurhan yada İATP-G de katılabilir, yada dileyen, dilediğiniz kişiler de. Artık bunun arından yazmayı düşünmüyorum zira yazılı uygulamada ne kadar kaçak davrandığınız açıktır, ben alamadığım soruları yüzünüze sormak ve yanıtını alana dek de konuyu değiştirmeden onlarca çift gözle birlikte yüzünüze bakarak yanıtı beklemek istiyorum.

Şimdi gelelim yanıtımıza. Bu salt size yanıt olmayacak, belirli konularda benim açımdan yazma fırsatı olarak da değerlendirilip tarihe minik notlar düşmek anlamı da taşıyacaktır ve bu nedenle de size buna da vesile olduğunuz için peşinen bir teşekkür borçlu olduğumu söylemeliyim.

Kimlerin gazına geldiği hakkında bi tahminimiz var ama kesin bilgimiz yok.
Buradaki bir hatasına takılmayacağım zira polemiklerde verecek yanıtı kalmayanların sen önce git de dilbilgisini öğren gel türü tartışmayı asıl odağından saptıran ve üç beş dilbilgisi hatası üzerinden galip gelmeyi amaçlayan kaypaklıklarına her zaman öfke duymuşumdur.

Dilbilgisi yönünden size göre daha çok hata yaptığımı da kabul edebilirim.

Fakat, birilerinin gazına geldiğim iddiasında bulunuyorsanız bunu ispatlamak ve isim isim yazmak zorundasınız.

Zira bu, sizin yaşam felsefeniz olmuş “insanları isimlerini ve isminizi vermeden suçlamamak” ilkesine aykırıdır en başta.

Bunun şimdilik bir tahmin olduğunu, somutlaştıramadığınız için isim vermediğinizi söyleyebilirsiniz.

Fakat aşağılarda da defalarca bunu vurguladığınız ve yazınızın tüm omurgasını birilerinin sizi bloke etmek için beni kullandığı varsayımındaysanız üzerinde durmak zorundayız.

Aslına bakarsanız ben de bunun sizin bir kaçış yönteminiz olduğunu düşünmeye başladım. Hala pek çok soruma yanıt verebilmiş değilsiniz ve hala şu çok övünç duyduğunuz satır satır paragraf paragraf yanıtlama yönteminizi kullanabilmiş değilsiniz. Bunu yerine önce bol miktar eski yazılar üzerinde bütünü gözden kaçırıp parçaları gündeme taşıma çabanız vardı, şimdi de Ertuğrul Timur piyondur biz onu es geçip büyük mihraklara odaklandık hissi yaratmak gibi bir taktik geliştirmeyi akıl ettiniz sanırım.

Sizin de bana, tiyatrom’a ve yazılarıma haftalarca, aylarca ve aylardan sonra en kocaman yerleri ayırıp cevap yetiştirme yada cevap savuşturma çabalarınızın herkes tanığı iken bu saatten sonra hafife alıyor görünmeniz, yazdıklarının dikkate alınırlığı yok çabasına girmeniz hiç inandırıcı değil elbette.

Her ne olursa olsun ben sizi ciddiye alıp yanıtlayacağım,

Kimlerin gazına geldiği hakkında bi tahminimiz var ama kesin bilgimiz yok.

Evet, isim yok, kanıt yok. Bir suçu atan ispatla yükümlüdür, deyip geçebilirim. Ben gaza geldiğimi yada kullanılmadığımı, irademle hareket ettiğimi ispatlamak zorunda değilim ama siz bunu ispatlamak zorundasınız deyip geçebilirim. Ama bu defa böyle yapmayacağım, çünkü bunun aslında sizin kaçamaklarınızdan biriniz olduğunu, kaçış yöntemlerinden biri olduğunu bilerek üstünde duracağım. Hatta yazımın önemli bir bölümünü bu oluşturacak.

Gelin sizin cesaret edip tahmin olarak bile olsa veremediğiniz isimleri ben vereyim ne dersiniz?

Ve her biriyle ilişkimi, her birine bakış açımı da buraya aktarayım ne dersiniz?

Her birini de kendi bakış açımla deşifre edeyim ne dersiniz?

Ve belki de önceki günlerdeki yazılarımda hiçbir tek kişinin yada kişilerin etkisine yada gazına gelmemişken

asıl şimdi sizin gazınızla bunu yapacak olduğumu da biliyorum ama varsın olsun bunlar da bilinsin.

Acaba beni size karşı kışkırttığınız sandığınız kişiler kimler olabilir?

Size karşı kışkırtmadan söz ettiğimize göre bu durumda sizin en çok eleştirdiğiniz kişiler olmalı değil mi?

O halde tek tek ele alalım ve bulmaya çalışalım şu beni kışkırtan kişiyi..

ÖZDEMİR NUTKU :

Sizi mağdur ettiğini, eserinize iftira attığını yinelediğiniz ve adeta yaşamınızın en önemli mücadelesi haline getirdiğinize göre ilk üzerinde durmamız gereken kişi diye düşünüyorum.

Özdemir Nutku’yu bir kez yüzyüze gördüm. Çalıştığım kurumda düzenlenen Gençlik Tiyatroları Festivalinde onur ödülü almak üzere geldiğinde canlı olarak ilk ve son kez gördüm. Ve ben o kurumda teknisyen olarak çalıştığım için ne ödülü veren, ne ödül verilen etkinlikte olan kişi değil o salonun ses teknisyeni olarak gördüm, ayaküstü de tanıştım.

İlk ve son görüşmem budur. Bunun dışında bir dönem Assitej e-mail grupta Assitej üyeleri kendi iç tartışmalarını email yoluyla yaparken ben ve Sayın Hasan erkek arasında bir dönem çok yoğun bir tartışma başlamıştı.

Hadi konumuz değil ama ayrıntılara da gireyim sonuçta bunlar da tiyatro dünyasına dair anekdotlardır, daha önce mail grupda dolaşıma çıkması dışında yayınlanmamış olması nedeniyle sayenizde yayına girsin ve tarihe minik notlar düşmüş olalım.

En kısa anlatımla Sayın Hasan Erkek çocuk tiyatrolarındaki sömürünün ve korsan tiyatroların önüne geçmek için Kültür Bakanlığı bünyesinde bir komisyon kurulmasını ve bu komisyonun çocuk tiyatroları üzerinde yetkilendirilmesini, denetimini öneriyordu ve bunu da hayata geçirmek üzereydi ki bense derhal bu projenizi çöpe atınız ve asla önermeyiniz, bu kendi elinizle tiyatronun RTÜK’ünü yaratmaktır, sizin korsan tiyatrolar denetlensin diye kurduracağınız komisyonun yarın hangi iktidar döneminde kimlerden oluşturulacağı ve ne tür sansürler için kullanılacağını garantileyemeyiz diye itiraz etmekteydim.

İlk başta destek alırken benim karşı çıkışımla (tabi daha uzun ve detaylı yazışmalarla) bu proje rafa kaldırıldı. Eğer bu proje Assitej desteğiyle Kültür Bakanlığına sunulmuş olsaydı inanın üzerine atlar ve kabul ederlerdi, Çocuk tiyatrolarımız da özgürlüğünü kaybeder, tıpkı MEB Talim Terbiye Kurulu tavsiye kitaplar gibi Türk-İslamcı çocuk oyunları dışında çocuk oyunu geçit bulamayabilirdi. Tiyatro tarihimize bu notu düştükten sonra devam edelim.

İşte bu hararetli tartışma ortamında gruba çok sayıda gelen destek e-maillerinden biri de Sayın özdemir Nutku’dan oldu. “Timur yazdıklarında haklıdır, katılıyorum” tarzında gelen çokça destekten birisi ama en kısasıydı Özdemir Nutku’nun bu yarım satırı. Haklılığına inandığım ve zaten çokça destek aldığım bir konuda Özdemir Nutku’nun da her mantıklı insan gibi katılıyorum demiş olması nedeniyle ona minnet duymuş olacağımı ve tiyatrodan koptuktan bir yıl sonra bile hala size yanıt vermek için bunun hatırına saatlerce cevap yazdığımı düşünmeyeceksiniz sanırım.

Başka ne ilişkim oldu diye düşünürsek, Sayın Nutku bana hiçbir zaman özel email dahi yazmış değil, bana sekiz yıl boyunca bir köşe yazısı ile katkı sağlamış değil, Sadece daha önce başka bir yer için sanırım Çocuk Tiyatroları günü için yazılmış bir yada iki yazısı bildiri şeklinde bana yollanmıştı ki o da başkası tarafından yollanmıştı. Sayın Nutku’nun bana tüm hayatım boyunca gelmiş tek e-maili sadece tiyatrom’u kapattığımda gelen onlarca veda mesajından birisini yollamış olmasıydı. ikibuçuk satırla bir iyi niyet veda mesajıydı. Nutku-Büktel polemiğinden dolayı bir email yollayıp teşekkür etmiş değil, zaten etmesi de gerekmezdi. Bunun dışında sayın Özdemir Nutku Burak Caney adlı sanal canavara gösterdiği ve hepimizin okuduğu açık desteği ve ilgiyi dahi 8 yıllık ciddi bir yayıncılık yapan tiyatrom’a göstermiş değildir. Hiçbir bağlantım, iletişimim olmayan tüm yaşamında yarım satır ve 2,5 satır iletişim e-mailinden ibaret kalmış bir bağlantıdan beni kışkırtma çıkamayacağı açıktır değil mi?

TUNCER CÜCENOĞLU :

Sayın Cücenoğlu ile birkaç defa karşılaştım. Bir iki davet yada tiyatral törende, galada, bir kez de AKM eyleminde.

Yüz yüze tüm konuşmalarımızın toplamı beş dakikaya varmamıştır. Fakat dönem dönem tiyatrom’a yazılar yollamıştır.

Sanıyorum hem o dönemler en çok okunan site olmamız, hem de diğer sitelere nazaran yazarların sayfalarına daha düzenli yer veriyor olmamız, tüm fotoğrafları yayınlıyor olmamız gibi nedenlerle bizde yayınlatmayı tercih etmiştir.

Tuncer Cücenoğlu’na bakışıma gelince : İlk zamanlar oldukça önemsemiştim. Bir çok ülkede oyunları oynanıyor, eserlerini incelediğimizde vodvil yada eften püften değil toplumcu bir yanı vardı. Fakat bir noktadan sonra Tuncer Cücenoğlu’nun kredisi benim gözümde sıfıra inmiştir.

Bunu da hatırlatarak tarihe bir not daha düşelim. Hatırlarsanız Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin görevden alındıktan sonra bir hayli eylem yapılmış, bir hayli tepki istifası yaşanmıştır, Bu istifa edenlerden birisi de Sayın Tuncer Cücenoğlu olmuşken kısa bir süre sonra oynanmakta olan eserinin süreceği belli olduktan sonra bir hafta gibi kısa sürede müthiş bir geri dönüş yapması, “görevlerden istifa edilmeli, oyunlar çekilmeli” noktasından “perdeler açılmalı, oyuna gelinmemeli” noktasına gelivermiştir. DT’de sahnelenen oyununu da çekmemiştir.

Ardından gelen süreçte de zaman zaman AKP’li belediyelerle de, CHP-DSP arasında gidip gelen liderlik sevdasındaki popülist Sarıgül’le de hiç tereddütsüz iş yapabildiği gözlemlenmektedir. Elbette bir yazarın eserleri önemlidir, fakat eserinden de önemlisi bir yazarın kişiliğinde göstereceği tutarlılıktır, toplumculuktur.

Bana göre her yazar önce toplumcu olmak zorundadır, tutarlı olmak zorundadır. Bu nedenle de Sayın Cücenoğlu’nun oyunları hala önemli başarı elde ediyor olabilir ama kişi olarak benim için bir değeri kalmamıştır, benim için kredisi bir hayli süre önce sıfırlanmıştır. Dolaysıyla yazdıklarıyla, oyunlarıyla olmasa da kimlik olarak, toplumsal duruş olarak benim için sıfırlanmış (yani bir değer ifade etmeyen) Tuncer Cücenoğlu’nun da beni etkilemesi söz konusu olamaz. Zaten tiyatrom kapandığından bu yana diğer tüm tiyatrocularla da olduğu gibi onunla da en ufak bir diyalogumuz olmamıştır, bundan sonra olmasını gerektiren bir durumda yoktur.

Bakınız ben bugün hala bir tiyatro sitesi yapıyor olsam ve Tuncer Cücenoğlu ile ilgili bir oyun duyurusu, yeni bir kitap tanıtımı, bir haber gelse haber yaparım. Bu sonuçta tiyatro dünyasından bir haberdir. Ama Yeri geldiğinde de tutarsız bulduğumu işte şu an yaptığım gibi yazmaktan, söylemekten çekinmem.

Yani intikamcı gibi davranmamı gerektiren bir durum yoktur, kişisel intikamlık bir durum yoktur.

Sizin yönteminiz olan “Ben biriyle ters düşmüşsem onun her şeyine saldırabilirim, her şeyini mutlaka eleştiririm, hatta suni suçlar imal de ederim” gibi bir yaklaşımım yoktur. Bu yöntemi bir Burak Caney, bir de siz uyguladınız. Örneğin Sayın Büktel’in oynadığı yada yazdığı diziyi özel olarak ele alıp Büktel’e bir de buradan vurayım, yada Hilmi Bulunmaz’ın özel yaşamından, ticari işlerinden bahsedeyim gibi bir tutumum olmamıştır. Hatta benim Sayın Büktel’in görev aldığı dizisine dair de eleştirim olmamış bunu salt Sayın Hilmi Bulunmaz’ın tutarsızlığını yada Büktel’e karşı objektif olamamasının göstergesi olarak örnekleme anlamında dile getirilmiştir. Ben TV dizilerini eleştireceksem genel anlamda eleştiririm, bunu kişiye özel yapmam, diğer tartışmalarımız için bir koz olarak kullanıyor gibi kullanmam.

Ama sizin için bunu söyleyemeyeceğim burada tekrar yinelemek istemediğim örnekler ve tartışma konularımız dışında pek çok taaruzlar tarafınızdan üzerimde uygulanmıştır. Örneğin erotik shop’a linkin linki olduğunu biz sadece dostça uyardık, yada çalıştığı kurumun faaliyetlerinin eleştirisini tam onunla kıyasıya tartışırken araya girdik ama tesadüftü, onla bir ilgisi yoktu diyebilirsiniz. Ama bunun açıklaması en basit söylemiyle kaypaklık olur. Zira siz birisiyle tartışmanın en alevli anlarında, günlerinde bunu kullanıyorsanız ve vurgulama şekliniz de o kişiyi yıpratma amacını net bir şekilde hissettiriyorsa bunların kullanım amacının yıpratma, kullanım şeklinin de saldırı amaçlı olduğunu düşünmemek için ya aptal olunmalı ya da kaypak…

Devam edelim, şu sizin veremediğiniz isimleri araştırmaya…

ORHAN ALKAYA :

Sizin en çok eleştirdiğiniz ve Kazmacıbaşı olarak andığınız Orhan Alkaya’ya da bakalım. Acaba beni yönlendiren olabilir mi?

Orhan Alkaya ile Tiyatro dergisi yayın kurulu nedeniyle tanıştığımızı ve yukarıdaki diğer iki isme nazaran daha fazla diyaloğumuz olduğunu, üç yada dört kez, tiyatro dergisi toplantısında toplu halde uzunca sohbetlerimiz olduğunu söyleyebilirim.

Fakat hatırlarsanız Orhan Alkaya’yı Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliğine geldiği günlerde en uzun ve en ağır şekilde eleştiren ben olmuştum ve bunu bir yazı dizisi şeklinde ve Şehir Tiyatrolarında yaşanan pek çok gerçeği de ifşa ederek yapmıştım.

Bugün sizler Orhan Alkaya için oldukça ağır ifadeler kullanıyor olabilirsiniz, ama sizinkilerin ifadeleri ağırdır, sözleriniz kelimeleriniz ağırdır (Kazmacıbaşı gibi) Ama ben hala Orhan Alkaya’ya karşı içerik olarak en ağır eleştirileri bugüne kadar benim yaptığımı düşünüyorum. (O zaman henüz sansürcülüğe başlamadığı için bu yönü yoktu tabi) Bu göreve gelmesi ve hemen akabinde benim onu bu şeklide ele almamın ardından ilişkilerimizin koptuğunu ve hiç görüşmediğimizi sanırım söylemeye gerek yok.

Bu durumda Sayın Orhan Alkaya tarafından da kullanıldığımı söyleyemezsiniz. Ha evet, itiraf edeyim ki daha önce kullanılmış olabileceğimi düşünüyorum. Hatta dönem dönem şehir tiyatrolarının bir çok elemanı tarafından kullanıldığımı düşünüyorum. Fakat bu bir anlamda karşılıklı kullanılmaydı. Onlar bana rahatsızlık duydukları konularda bilgi sızdırıyorlardı, bense bir tiyatro haber sitesi yayıncısı olarak Şehir Tiyatrolarının arka planında yaşananları öğrenmiş ve yayınlamış oluyordum. Ticketturk yolsuzluğundan, Şehir Tiyatrolarına AlbarakaTürk’lülerin danışman yapılmasına, sanatçıların vasıfsız işçiliğinden daha onlarca konuya dek şehir tiyatrolarında yaşanan her şeyi benim ortaya çıkarmam ve anlı şanlı boyalı medyanın da benden okuyup konunun üzerine gitmesi boşuna değildi çünkü Tiyatrom Şehir Tiyatrolarında yaşananların üzerine gidiyordu, tiyatrom da bunların üzerine gittiği için bilgiler bana sızdırılıyordu. Bu karşılıklı kullanımlar olarak açıklanabilir. Farklı nedenler için birbirimizi kullandığımız bugün artık daha netleşmiştir. Ben bir yayıncı olarak bilgiye ulaşmak için, onlarsa bu kurumun başına yönetici olmak içinmiş… Bu kullanımdan bir hayli kazançlı çıktıkları ve şehir tiyatrolarında iktidar oldukları ortadadır. Benim payıma düşense “Bu vıcık vıcık ilişkilere lanet edip, tiyatro dünyasından uzaklaşmam” oldu. Zamanında destek verdiklerim iktidar oldu şimdi kaymağını yiyelim gibi bir beklentim olmadığı ve daha haftasında ağır bir eleştiriyi yayına verdim. Neyse sonuçta bugün itibarıyla hiçbir sanal yada gerçek iletişimimiz olmayan ve beni defterinden silmiş Orhan Alkaya’nın da beni etkilemesi mümkün görünmüyor değil mi?

ZAFER DİPER :

Zafer Diper her oyununa beni sağ olsun ısrarla ve içtenlikle davet etmiştir. Bir kez bir oyununa gidip izleyebildim. Oyundan sonra eşiyle ve eşimle oturduk tanıştık uzunca da sohbet ettik (o dönem henüz Hilmi Bulunmaz Sayın Diper’le ilgili eleştiriler yazmıyordu hatta sayın Bulunmaz internet sitelerini de açmamıştı yani bir hayli eski bu bir defalık tanışma ve sohbetimiz) Bir kez de benim çalıştığım kurumun lisesinden mezun olduğu için kırkıncı yıl mezunları olarak geldiğinde karşılaşıp ayak üst konuştuk. Sayın Diper sanal iletişim yollarını da çok kullanan biri olmasa gerek ki başkaca da iletişim şeklimiz olmadı.

Bana göre Zafer Diper beyefendi birisidir, insancıl birisidir, tiyatroya adanmış bir yaşamın bireyidir. Ama öte yandan bir sanat insanının hele sol düşüncedeki bir sanat insanının herhangi bir kanalda, herhangi bir içi boş dizide oynaması dahi benim de en az Hilmi Bulunmaz kadar zoruma giderken, değil sıradan içi boş bir kanalda içi boş bir dizide bir gerici ideolojinin, Fetullah Gülen gibi bir ismin kanalında ve dinsel sömürü içerikli dizide bir rolde yer alması kesinlikle af edilemez bir yanlıştır.

Ben bunu Sayın Bulunmaz’ın yayınlarından öğrendim ve bu konuda benim de bir yazımda Sayın Diper’i eleştirdiğimi sanırım hatırlayacaksınız. Ben hiçbir zaman hiç kimse için (hatta tüm yaşamımda en ters düştüğümüz sizin için bile) Sayın Hilmi Bulunmaz’ın kullandığı şekilde ağır bir dil kullanmadım, kullanmamda, tarzım bu değildir ama Diper eleştirisi konusunda Sayın Bulunmaz’a söylem tarzına olmasa da eleştirisine kesinlikle katılıyorum. Doğal olarak hakkında yazdıklarınıza sinirlendiği için Sayın Diper de beni kullanmış olamaz. Ve hemen eklemeliyim ki Zafer Diper beni kullanmak bir yana asla ve asla böyle bir kavganın, öç planının insanı da olacak biri değildir izlenimindeyim.

TİYATRONUN ELİTLERİ OLABİLİR Mİ?

Peki başka kimler olabilir diye düşünerek haydi bir de genel anlamda tiyatronun baronları, elitleri, tiyatronun kilit noktalarını tutmuş kişileri olabilir mi düşünelim. Tiyatronun elitlerinden hangisini tanıyorum ki? Gencay Gürün’lerle falan tanışmam etmem. Zaten onlar da sanatın sırça köşklerinden eğilip bir internet tiyatro sitesi yayıncısını kale almazlar. Değil onlarla tanışmak ortak dostlarımız bile olduğunu söyleyemeyiz. Değil onlardan etkilenmek, suyunun suyu etkisinde bir bağlantıdan söz edilemez. Zaten tiyatrom’un başköşesinde Lenin resmi olmasa da sanatı elitize eden bu tip baron ve baroneslere karşıtlığımı da anlamış olmaları ve mesafeli durmaları çok zor olmasa gerek. Zaman zaman sanatta elitlere ve elitizme karşılığımı da dile getirdiğim yazılarım hatırlanacaktır.

OYÇED :

Tüzel kişiliklere gelirsek yine sizin en çok eleştirdiğiniz OYÇED’le başlayalım. OYÇED’in haberlerini yayınlamaktan Öte hiçbir bağım bağlantım olmadı. Birkaç kez yaşanan toplumsal ve tiyatral olaylar karşısında suskun ve apolitik duruşlarını eleştirdiğim için beni sevmediklerini biliyorum. Bir dönemde onların oldukça pahalı fiyatla açtıkları yazarlık kursuna karşılık o dönem bizim kurduğumuz Gençlik Tiyatroları Oluşumunun tamamen ücretsiz hizmetlerine yan yana verip dolaylı yönlendirme yaptığım için de öfkelendiklerini de biliyorum. Onun dışında OYÇED’le dolaylı yada direkt bağlantım olmadığı gibi bugün ben hala OYÇED aslında “Var mı ki?” , “Olabildi mi ki?” emin değilim. Dolaysıyla da bağım, bağlantım olmayan OYÇED’in etkisi altında olmam da mümkün olamaz.

İATP-G :

O bünyede bulunan üyelerden tanıdıklarım vardır. Ayrıca ciddi bir tiyatral ve sivil toplum kuruluşudur ve işini ciddiye alan kişilerle ciddi adımlarla yürür. Ben İATP-G ye her zaman son derece saygı duyarak ve tiyatroda ciddi bir ölçüt olarak ve sempatiyle baktım. Ama maalesef İATP tiyatrom’u uzunca hem de çok uzunca bir süre yok saymayı seçti. Ne bir haber, ne bir yazı, ne bir duyuru yollamadı. Ama ben zaman zaman inatla bana yollamadıkları bilgileri kendi sitelerinden alıp yayınladım, zira İATP-G vardı ve benim açımdan önemliydi o halde tiyatrom İATP-G yokmuş gibi geçemezdi.

İATP-G haberlerinde, etkinliklerinde Tiyatrom’dan yararlanmak yerine Tiyatrom diye bir site yomuş gibi davranırken, Tiyatrom onların da mutlaka katkı sağlayabileceği türde toplumsal ve tiyatral kampanyalara da pek çok tiyatro ve sivil toplum örgütü destek verirken bunları da görmezden gelirken, ancak iki konuda İATP-G’den sayın Ömer F.Kurhan birkaç kez tiyatromu eleştirmek için tiyatromun adını, varlığını zikretmiştir.

Hatırladığım kadar bunlardan birisi Hrant Dink cinayeti konusundaydı ki, elbette bu cinayeti onlarda bende lanetliyorduk ama farklı yaklaşıyorduk ve diğer konu da elbette Mehmet Esatoğlu’nun tacizcilik konusu idi ve bu konuda da tiyatrom aynen dikte edilmiş gibi bir söylemde yaklaşmıyordu. Zaten bu konuda en son yazıyı da artık bir sitem olmadığı için Sayın Hilmi Bulunmaz’ın sitesinden ve yine İATP-G nin dikte ettiği cümlelerle söylemeyeceğimi yineleyerek dile getirmiştim. Dolaysıyla onların en çok üzerinde durdukları bu taciz konusunda dahi “Hayır ben ille de sizin dikte etmeye çalıştığınız gibi bakmaya ve söylem geliştirmeye mecbur değilim” tavrı sergilemişsem diğer konularda da onların bana bir şey dikte ederek yada etki altına alarak size karşı tavır aldıramayacakları açıktır o halde böyle bir iddianız da gerçekçi olamaz.

TAKVSAV – TALAT SAİT HALMAN :

Taksav’ı , taksav’cıları tanımam, hiç tanımadım… Bu TAK SAV bir dönem TAV olarak bilinen Vakıf’la alakalı mıdır bilmiyorum ama TAV ve TAKSAV eğer aynı ise onların (ilkinde ücretsiz ikincide ücreti mukabilinde) sadece salonlarını kullandığım halde yaptığım toplantıyı basına kendi organizasyonları gibi yansıttıkları yada böyle yansımasını düzeltmedikleri için ağır şekilde eleştirmiş ve bir daha üzerimden prim yapamamaları için asla salonlarını kullanmamıştım.

Tekrarlarsam, TAKSAV’ı tanımam, 12 eylül Kültür Bakanı Talat Sait Halman’ı da tanımam. (Tüm hayatım boyunca tanıştığım bir tek Kültür Bakanı olmuştu onun da en son kapısını çarpıp çıkmıştım çıkış o çıkış)

Artık sanat yayıncısı olmadığım için açıklama yapma olanağım olmamıştı ama bu vesileyle sadece bir vatandaş olarak açıklamış olayım “Darbe döneminde bakanlık yapmış bu şahısa bir sivil toplum kuruluşunun, bir sanat kuruluşunun ödül vermesi utanç vericidir, bu faşizme verilmiş bir ödüldür, Bana göre TAKSAV’ın ödülü geri alması da yetmez, bu ödülü verme gafleti göstermiş TAKSAV yönetimi derhal istifasını vermeli, istifa etmiyorlarsa fes edilmeli ve TAKSAV özeleştirisini vererek yeni bir yönetimle yeni bir yapılanmaya gitmelidir. Sanat dünyası bu utancı ortaya çıkaran Sayın Hilmi Bulunmaz’a teşekkür borçludur, bu utanç bugün ortaya çıkarılmamış olsa idi sanat tarihimize bir utanç vesikası olarak kalıcı bir şekilde kazınacaktı, neyse ki sayın Bulunmaz’ın uyarısı ile en azından bu utanç yaşanırken bazı sanat çevrelerinin bu karara, bu utanca şerh koyup itiraz ettiği de tarihimize yazılmış oldu. Katiller, işkenceciler olarak gördüğüm darbecilerden ve hala okulların tabelasında “Kenan Evren” ismi olmasından, darbecilerle aynı yönetimde yer almış bakanlardan ve bu bakanlara ödül verenlerden utanıyorum, bu ödül konusunda açıklanmış açıklanacak hiçbir hafifletici nedeni mazeret saymıyorum bu da benim görüşümdür.

GERİYE ELBETTE BİR KİŞİ DAHA KALDI… MUSTAFA DEMİRKANLI VE TİYATRO DERGİSİ

Evet, sizinle ortak tanıdıklarımızdan yada sizinle ilgili olumsuz bir duruşta olma ihtimali olan bir kişi daha var elbette ve aslında elbette ki bu ilk akla gelecek isim ama ben en sona bıraktım. Zira ilişki çokluğu ve ortak noktalar, kesişmeler çokluğu nedeniyle birinci zanlı Mustafa Demirkanlı’dır.

Evet Mustafa Demirkanlı ile görüşme sayımız da samimiyet derecemiz de diğer tümüne orantılarsak yukarıdakilerin kimisiyle deş dakikalık bile sürmemiş yüz yüze ilişkilerin yanında elbette kat kat fazladır. Ama onlara göre fazla olması sürekli birlikte hareket ettiğimiz yada çok samimi bir ilişkide olduğumuz gibi bir sonuç çıkarmamalıdır. Hatta ben tiyatro dünyasından çekildikten sonra neredeyse yok denilecek seviyededir. Evet eşimin rahatsızlığında, babamın vefatının ardından sağolsunlar evime dek gelme inceliği gösterdiler. Fakat tanışıyor olsaydık bunu sayın Bulunmaz’ın da yapacağından eminim zira O’da duyar duymaz bu inceliği göstermiştir sağ olsun.

Tarihe yine not düşmek adına yine dolaylı gireceğim.

Ben tiyatro Dergisi Yayın Kuruluna katılma teklifini neden kabul ettim?

Tiyatro Dergisinin içeriğini bir yana bırakalım ben sayın Mustafa Demirkanlı’nın dergicilik tarzını genel anlamda benimsemiyorum. Büyük medya grupları dışında bir dergiyi yaşatmanın ne denli zor olduğunu ve dağıtım tekelleri konusunu ele alan yazımı Sayın Büktel hatırlayacaktır zira önemsemiş ve sitesinde dikkat çekmişti. Bir dergi çıkarıyorsanız ve bunu büyük bir yayın kuruluşu kanatları altında yapmıyorsanız işiniz bir hayli zordur, Hele ki Ciner yada Korkmaz Yiğit gibi büyük çapta bir işadamı değilseniz ayakta durmanız da çok zor. Üstelik de yeterince kazanç sağlayan ikinci bir işiniz, gelir kaynağınız da yoksa bu delilik gibi bir şeydir. Sayın Bulunmaz’ın maddi anlamda göreceli olarak daha rahat olduğunu düşünürsek dergisini 4 sayıdan sonra devam ettirmemesi de sanırım bazı zorluklardan olsa gerek. Kendisi açıklamadığı için (Sanırım bir videosunda oğlunun askerden dönmesi ile devam edeceğini belirtmişti, ama döneli bir hayli oldu sürdürmedi) bir tahminde bulunup aramızda yeni bir geçimsizlik konusu yaratmak istemiyorum sadece kendi tercihi de olabilir elbette. Lakin konumuza dönersek tüm bu saydığım maddi koşullara sahip değilseniz bağımsız bir dergiyi ayakta tutmanız bir hayli zordur. Bu durumda tek çare ancak ve ancak okurlara yaslanmakla çözülebilir, yeterince okura ulaşırsanız satıştan para kazanır, yeterince okura ulaşırsanız bu sayıdan dolayı sizi sevmelerine yada menfaat beklemelerine gerek olmaksızın belirli kişi yada kuruluşlar o insan kitlesine ulaşmak amacıyla reklam verir. Tiyatro dergisinin de bağımsız kendine ve okuruna yaslanıp dimdik duracak çapta okuru olmadığı bellidir. Bunu sağlamanın yöntemi dara düşülen zamanlarda “İmdat, aman bize abone olun” çağrısıyla olmaz. Hatta tiyatrocuların tümü abone olsa bile yetmez. Tiyatrocuların toplamı kaç kişidir ki? Bunun yöntemi okuru esas alan yayın içeriğiyle tiyatrocu olmayan ama tiyatro seven kitleyi yakalayabilmekle olur. Tiyatrocuları ve resmi yada gayri resmi tiyatro kuruluşlarını mutlu etmek için değil tiyatro seyircisini tatmin edecek yayıncılıkla olur. Bu ülkede tiyatro az ilgi görüyor olsa da sonuçta Türkiye’nin bir çok yerinde binlerce insan bilet satın alıp tiyatroya gidiyorsa onlara bu ilgi duydukları sanat dalını bir yayınla takip ettirmeniz de mümkün olabilir, denenmelidir. Bu düşüncemi hayata geçirecek ve okurun da ilgisini çekecek bir çok projeyle Demirkanlı’nın karşısına çıktım ve peki teklifinizi kabul ediyorum, yayın kuruluna girerim ama yayın kuruluna girdimse varlığımı göstermek isterim dedim ve bu düşüncelerimi önerilerimi sundum. Bu seyirciyi yakalayabilme önerileri içerisinde sadece ikisinden burada bahsedersem birincisi okul topluluklarına da yer vererek az sayıdaki tiyatrocuyla sınırlı kalmayız, genç insanların da dergiyi takip etmesini, okullarda dergilerimizden söz edilmesini, yaygınlaşmasını sağlarız düşüncesiydi ve gerçekten de bunu hemen uygulamaya koyduk, benim sorumluluğumda okulları tanıtan sayfalara başladık. İkinci önerim her ay dergiyle birlikte oynanmakta olan 10-20 ne başarılırsa oyunların fragmanlarından, kesitlerinden oluşan bir CD’nin verilmesiydi ki sadık tiyatro izleyicileri bir ayda bir yada iki oyuna gidebiliyorsa bunu da özenle seçmeye çalışıyordu. Oyunlar konusunda izlenim verecek böyle bir hizmeti duyan tiyatro severler doğru karar verebilmek adına mutlaka bu CD’lerden edinmek isteyecek ve dergi okurlarına ekleneceklerdi. Fakat bu maliyeti aslında çok düşük (Bir CD’nin maliyeti 30 kuruş civarındadır) ama elbette teknik anlamda zor bir işti başarılamadı. Dolaysıyla okur sayısı artmayan bir dergide dayanılacak güç de okur yada halk değil reklam alınan kuruluşlar olacaktır ve bu da bağımsızlığı her zaman tartışmalı kılacaktır, kılmıştır da.

Bu denli ayrıntılara girme nedenim bana tiyatro dergisi yayın kurulu üyeliği yapan Mustafa Demirkanlı’nın teklifini kara kaşı, kara gözü için yada özel yakınlığım olduğundan değil sadece o dönem var olan tek tiyatro dergisine fikirlerimle ve enerjimle katılmamın nedeninin bu alanda bir şeyler yapıp tiyatro, sanat dünyasına ve sonuçta daha aydın bir halkın oluşmasına bu yoldan bir katkım olacağına olan inancımdır. Fakat başarılamadı, Tiyatro Dergisi 18 yıldır sürdüğü şekliyle sürüyor bense zaten bir varlık gösteremediğim, gösterme olanağı bulamadığım ve giderek formalite gibi aydan aya toplantısına gittiğim bu derginin yayın kurulunda olmayı dergi adına da kendi adıma da gereksiz gördüm ve diğer bağlantılarımla birlikte Tiyatro Dergisi yayın kurulu üyeliğinden de ayrıldım.

Böylece kişisel ilişkilerim ve dergi ile ilişkilerim konusunu anlatarak Mustafa Demirkanlı ve Bulunmaz-Büktel polemikleri ilişkimize gelirsek, zaman zaman evet ortak refleks geliştirmek durumunda kaldık, zira Bulunmaz ve Büktel birlikte ve kolektif hareket içerisindeyken bizi de savunmaya çekilmeye zorlarken doğal bir benzerlikler olacağı açıktır. Bunun dönem dönem dayanışma getireceği de açıktır ki şu anda da yazılarıma Büktel ve Bulunmaz yer vermez ise diğer siteler de bu polemiklere sıcak bakmadığım için son çare olarak gerektiğinde Mustafa Demirkanlı’nın portalından yararlanabileceğimi, geçmişteki benzer süreçleri yaşamış kişi olarak ve bu polemiklerden kaçınmayan kişi olarak sayfalarını açacağını biliyorum. Fakat Mustafa Demirkanlı’nın ve benim yaklaşımlarım farklıdır, O Mustafa Demirkanlı’dır, ben Ertuğrul Timur. O gerekirse Hilmi Bulunmaz’ı kuyumcu kabul eder tiyatrocu kimliğini yok sayar, beni Bulunmaz’ın kuyumcu kimliği hiç ilgilendirmez onun tiyatro ve yayıncı yanı ilgilendirir. O gerekirse ve yollansaydı belki kendisine küfürsel hakaret edilen yazıya da yer verir karşılığında yanıtını da yazardı, (bilemiyorum belki) ama ben Ona yada başkasına küfür yada hakaret edilen yazıya yer vermem gidin bu seviyede nerede kapışacaksanız orda kapışın derim. Onun öncelikleri başkadır benimkiler başka. Ve onun yayıncılıktan ve tiyatrodan beklentileri farklıdır benim farklıydı (ki şimdi zaten hiç yok) Kısacası evet ortak zamanda ortak kutupa karşı savunma yada eleştiren olma durumunda kaldık fakat bu belli ölçülerde duyurmak, yayınlayarak desteklemekten öte geçmedi. Hatta bir yazımda Sayın Hilmi Bulunmaz ile Demirkanlı’ya göre ortak paydalarımızın daha çok olduğunu düşündüğümü de yazdığımı hatırlıyorum.

Bu son tartışmanın patlak vermesini ise Mustafa Demirkanlı benim ilk yazım sayın Hilmi Bulunmaz’ın sitesinde yayınlandıktan sonra (yani sizden de sonra) öğrendi ve ondan önemle bir tek şey rica ettim, “Lütfen sen tartışmayı, yeniden onlardan biriyle polemiğe girmeyi düşünüyorsan lütfen şimdi yapma, seninle işbirliği içinde yada seninle bir bütünmüşüz gibi görülmek beni rahatsız ediyor” yazdım. O’da “peki ama bunu haber yapmak benim hakkım haber yaparım” dedi ve ardından bir siten yok, eğer yayın ve yazılarını yayınlatmak konusunda gerek duyarsan o zaman bizim portalı kullanabilirsin dedi ve bende teşekkür ettim.

İlişkilerim bunlardan ibarettir. Eğer benim aklıma gelmeyen ama sizin bilinç altınızda kullanıldığımı düşündüğünüz başkaca isim var ise lütfen yazınız. İsimlerini vererek yayınlamaya çekiniyorsanız bana mail olarak yazınız ve ben tek tek onlarla ilişkilerimi de açıklayayım. Aksi takdirde de Kimlerin gazına geldiği hakkında bi tahminimiz var ama kesin bilgimiz yok. Gibi cümlelerle size yönelttiğim eleştirilerden sıyrılma yada hafife alma kolaycılığı yapmayınız, yapıyorsanız da somut bir şekilde ispatlayınız.

Buraya dek Sadece bu bir tek cümleye yanıtımdı, Sayın Büktel ve Bulunmaz benim yazımı yanıtlamaktan kaçınsa da ben sayın Büktel’in yazısının tamamını yanıtlayacağım emin olunuz.


YANITIN İKİNCİ BÖLÜMÜ


Kimlerin gazına geldiği hakkında bi tahminimiz var ama kesin bilgimiz yok.

Bu cümlenin yanıtını uzun uzun ve tiyatro tarihimize de notlar düşerek ilk bölümde verdik. Fakat en başta insanları isimlerini ve ismimi vermeden suçlayacak kadar alçak değilim diyen Coşkun Büktel’in düştüğü dramatik bir durum olduğunu da hatırlatalım. Ayrıca hadi tahminlerini kesinleştirmeden isim vermemek gibi bir mazereti öne sürdü diyelim. Bu durumda da benim kullanılan adam olduğum şeklinde bana karşı bir ithamı vardır ki kendi deyişleriyle ben kullanılmadığını ispatlamak zorunda değilim onlar bu ithamlarını ispatlamak zorunda. Yine kendileriyle dramatik bir şekilde ters düştüler.

Ayrıca, bir dönem boyunca da Burak Caney için aynı yaklaşımla, tespit ettik, çok az kaldı, açıklıyoruz yaygaraları ile kişileri dolaylı töhmet altında bırakıp sonra da bir türlü o az kalmaların, o tespitlerin ortaya yüzde yüz kesin ve belgeyle serilmediğini hatırlarsak, bunun Coşkun Büktel’in hedef saptırmak ve kişileri itham altında bırakmak (çamur at izi kalsın) bir yöntemi olduğu çok açıktır. Tahmin ediyoruz, ortaya çıkarmak üzereyiz diye siz birini ya da bir olayı ortaya atacaksınız, insanların kafasında soru işareti bırakacaksınız ve zamanla da bunu ne ortaya çıkarabilecek ne de olmayan belgeyi sunamayacaksınız ama attığınız çamurun izi kalacak. İşte Büktel dürüstlüğü.

Devam edelim.

Timur, bir süredir, kendisinin sansürcü olduğunu "kendisinin ağzından" belgeleyen eski yazılarını ve eski yazılarımızı yeniden yayınlamamıza çok kızgın...

Bir insan sansürcüyse ve sansürün gerekliliğine inanıyorsa bunu sonuna dek savunur ve kendi mantığını da kurar. Devletin güvenlik ve sürekliliği için bu zararlı yayınları …… diye başlayan açıklamaları biliriz. Bir kişinin hem kendi sansürcülüğünü kendi eliyle belgeleyip sonra itiraz etmesi ihtimaline ancak ahmaklar inanır, bu nedenle de Coşkun Büktel’in bu iddiasına da inanan bir elin parmağı kişi çıkmamıştır çıkmaz da. Sansürcülükle itham ettiği yazılarımı nasıl bir nedenle ve neyi anlatmak için kullandığımı açık ve net ifade ettim, nesnel koşulları sergiledim, bir kez daha yinelemeyi gereksiz görüyorum. Zira Coşkun Büktel bunu anlayamıyorsa üç ihtimal vardır a) Coşkun Büktel aslında bir ahmaktır (ki bence kesinlikle değil) b) Coşkun Büktel insanların ahmak olduğunu sanmaktadır c) Ne kendinin ne de başkalarının ahmak olmadığını bilse de Somut sorulara verecek yanıt bulamadığı ve ezilmek istemediği için bile bile bunları öne sürerek kaçmaktadır.

Bir zamanlar kendisinin bizden esirgediği cevap hakkını fazlasıyla kullanarak, eski yazılarımıza karşı çarşaf çarşaf cevaplar gönderiyor ve biz de yayınlıyorduk. Bu cevap yazılarında, asıl söylemesi gereken şey, sansürcü olmadığıydı. Ama yaptığımız kaynaklı/belgeli yayınlar bunu söyleyebilmesini imkânsız kıldığı için; Timur, savunmayı saldırı yöntemiyle yürütmeye karar verdi ve Bulunmaz ile Büktel'in mafya olduğunu ve Timur'a zarar vermek için Trabzon'dan adam getirttiğini bile söyleyebilecek kadar şuursuzlaştı.

Eski yazılarımı yeniden gündeme getirdiğiniz sürece benim de yanıt verme hakkım bakidir ve siz de bunlara yer vermekle yükümlüsünüz (sıfır sansürcülüğünüz gereği) eskiden neden yanıt vermediğimi açıklamam dahi gerekmez, Eskiden cevap vermemiştim şimdi veriyorum size ne deyip geçebilirdim, fakat çok merak ediyorsanız o dönem sizinle muhatap olmamayı tercih etmiştim, sizi yok saymayı tercih etmiştim (ki bunu defalarca o günlerde de bu günlerde de sebepleriyle de yineledim) Bugün yanıtlamamın tiyatro dünyasının sizi tanıması açısından daha hayırlı olacağını düşünerek yanıtlıyorum. Mafya olduğunuzu değil mafyavari yöntemler kullanmaya kalktığınızı iddia ettim. Zira mafya olmayı başarabilseydiniz zaten amacınıza ulaşmış olurdunuz, siz ise sadece çaresizce debelenip rezil oldunuz. Bu benim iddiam değildir, sizin bir dönem bana karşıt sanarak methiyeler dizdiğiniz Levent Çağalayan’ın iddiasıdır, daha da doğrusu kamuya açık yazılı beyanıdır. Sayın Büktel sizi mafya olarak değil olsa olsa mafya özentisi olarak suçlayabilirim. Takdir edilecek bir alan olmasa da mafyalığın da uzun uğraş, çaba ve emekler gerektirdiği açıktır.

Kısa sürede farkettik ki: Timur, hangi birini düzelteceğimizi bilemediğimiz, kanıtsız / belgesiz iftiralarla dolu çarşaf çarşaf cevap(!) yazılarıyla, bizim yıllar önce yazılmış kanıtlı belgeli yazılarımızı cevaplıyormuş gibi yaparken, aslında, yalnızca sitelerimizi bloke etmeye çalışıyor ya da sırf bize duyduğu öfkenin depreşmesi nedeniyle, sitelerimizi bloke etmeye çalışanların aleti olmaya tenezzül ediyordu.

İlk bölümde uzun uzadıya yanıtladığım ilk cümlenize dönüş yaptınız. Ama ilk cümlenizde başkalarının yönlendirmesinden yüzde yüz emin konuşurken şimdi bu yüzde elliye düşüverdi nedense?.. Yani ben de bloke etmeye çalışıyor olabilirmişim ya da bloke etmeye çalışanlara alet oluyor olabilirmişim. Eğer siz benim şu anda 1 yıl sonra devreye girip sizinle tartışmama neden olan bir provokatör arıyorsanız bu provokatörün adını ben size vereyim “Feridun Çetinkaya” dır. Zira siz TAKSAV olayını yaklaşık 3-4 aydır işliyorsunuz, İATP-G ve Ömer Faruk Kurhan polemikleri ise sanırım bir buçuk aydır sürüyor. Bunların hiç birinde sizin onlara karşı ithamlarınız, suçlamalarınız, tespitleriniz Ertuğrul Timur’un umurunda değildir. Hatta ilk bölümde de yazdığım gibi TAKSAV, Talat Sait Halman konusunda Sayın Hilmi Bulunmaz’ı tüm yüreğimle kutlar, en yürekten gelen sesle kendisine teşekkür ederim.

Evet tüm bu tartışmalarınız haftalardır sürerken ne oldu da Ertuğrul Timur bunlar sürüp dururken umursamazken, hatta çoğunu okumayıp şöyle bir göz atıp geçerken birden bire ortaya çıktı hiddetle?

Kim ateşledi?

Tabi ki “Feridun Çetinkaya”

Zira sizin İATP-G ya da TAKSAV polemikleriniz Ertuğrul Timur’u ilgilendirmediği gibi içerikte de bir bağlantı, ilgi, ilinti yoktu.

Ne zaman ki Feridun Çetinkaya İATP-G’yi eleştirisinin arasında uzunca bir “tiyatrom” eleştirisi sığdırdı,

işte o zaman Ertuğrul Timur’un bu hoşunuza gitmeyen yanıtları başladı.

Yaptığımız sansür karşıtı yayınlardan ve "sıfır sansür" (SS) sloganımızdan rahatsız olan ve yakın geçmişte takma isim ve isimlerle bize karşı iftira kampanyaları düzenlemiş olan "ilerici demokrat" çevreler, bu kez de, Timur'un adını kullanarak sitelerimizi bloke etmeye, özellikle, "Özdemir Nutku skandalı"nı, "Talât Halman skandalı"nı, "Ölüleri Gömün skandalı"nı, gündemden düşürmeye uğraşıyorlardı. Bunu anlamıştık ama bu kanıtlayabileceğimiz bir olgu olmadığı için, bunu öne sürerek, Timur'un cevap hakkı diye gönderdiği asılsız ispatsız iftiraları yayınlamaktan vazgeçemezdik.

Sıfır sansürden ne anladığınızı bilemiyorum, bu sıfır sansüre küfür etme, hakaret etme özgürlüğü de mi giriyor ya da gerekirse porno da mı giriyor tanımını yapmadan kullanmaya başladığınız bu terimi kullanmanızda da sansürünüzün çerçevesini çizmekte de bana göre özgürsünüz. Dilediğinizce küfür edebilir, hakaret edebilir bunu da yayınlayabilirsiniz ama bu anlamdaysa benim sıfır sansüre ihtiyacım olmadığı bugüne dek görülmüştür. Ha, sırası gelmişken Tiyatro dünyasını bok götürüyor başlığımı Hilmi Bulunmaz’ın küfür ve hakaretlerle kıyaslamayı da akıl etmişsiniz onu da kısaca yanıtlayayım. “Bok götürmek” deyimdir. Benim kullandığım yerde de bir genel durum tespiti için, tiyatro dünyasında olmaması gereken pek çok durumun olduğunu anlatmak için (taciz, hakaret, rüşvet vb) kullanılmıştır. Elbette bu denli sert bir başlığın doğruluğu ya da yanlışlığı da tartışılır fakat bunu asla kişilere edilmiş küfürlerle karşılaştırmayınız. (Mustafa Demirkanlı) seni sıçtığın yere kadar kovalarım, Şerefsiz Mustafa Demirkanlı, Lağım Çukuru (Mustafa Demirkanlı) yasal olarak da ahlak olarak da suçtur, kişiye hakarettir. Sizin bu hakaretleri yapma hakkınız vardır, Mustafa Demirkanlı da bugüne kadar davacı olmadığına göre yapabilirsiniz de. Dilerseniz sıfır sansürünüzle bunu yayınlama hakkınız da vardır. Hatta ilk bölümde dediğim gibi bunu bana değil Mustafa Demirkanlı’ya yollamış olsaydınız belki o da yayınlayabilirdi ve benzer ya da farklı ölçekte cevap da verebilirdi. Ama sıfır sansürden kastınız bu ise yok hayır ben sıfır sansürcü değilim. Bakın bir kez daha yineleyeyim “ben sıfır sansürcü değilim” Bakın işte size bir belge daha... İleride bu satırımı da Ertuğrul Timur’u kendi yazısıyla belgeledik diyebilirsiniz ne güzel değil mi? Hadi bir daha yineleyeyim. Sıfır sansür kişilere küfür etme, hakaret etme özgürlüğü ise küfür edilen kişi bundan şikayetçi değilse bile ben yaptığım, yapacağım hiçbir yayında bu sıfır sansürü uygulamayacağım.

"ilerici demokrat" çevreler, bu kez de, ” Bu ayrıntıyı atladığımı ve aslında çok önemli bir ayrıntı olduğunu hissedip daha fazla dikkate aldım önemli gördüğüm için bu paragrafı yazıma sonradan ekliyorum. Bunu yapanların (beni kullananların) ilerici demokrat çevreler olması ilginç. Sanırım beni kullandığını iddia ettiğiniz kesim konusunda ibre biraz Taksav’dan, yada İATP-G’den yana ivme kazandı. Zira İlk bölümde kimler olabilir beni kullandığını varsaydığınız kişiler listemde sizin özellikle ters düştüğünüz kişilerin neden olamayacaklarını tek tek sıralamıştım ama bugün bu “ilerici demokrat çevreler” ayrıntısı daha fazla dikkatimi çekti. Öncelikle çevreler dediğinize göre kişisel hareket edenler kapsama alanımız dışında bırakılabilir. OYÇED’in siyasal bir duruşu olmadığına göre de tüzel kimliklerden İATP-G ve TAKSAV ağırlık kazanmaktadır ki zaten son dönem en fazla polemikler de bu konuda yaşandığına göre bu zanna kapılmış olmanız kuvvetle muhtemel. Bu nedenle siz zannettiklerinizi, iddia ettiklerinizi ispatla yükümlü olduğunuz halde bunu sadece ima etmeyi seçiyorsunuz ama eğer bu zanna kapılmışsanız lütfen yazınız da ben de size siyasal olarak da , diğer pek çok konuda da onlarla ne kadar ayrı yerde durduğumu anlatayım. Siyaset sizin ilgi alanınıza girmediği için bu konuda Hilmi bey’den yardım alabilirsiniz.

Devam edelim,

bu kez de, Timur'un adını kullanarak sitelerimizi bloke etmeye, özellikle, "Özdemir Nutku skandalı"nı, "Talât Halman skandalı"nı, "Ölüleri Gömün skandalı"nı, gündemden düşürmeye uğraşıyorlardı. Bunu anlamıştık ama bu kanıtlayabileceğimiz bir olgu olmadığı için, bunu öne sürerek, Timur'un cevap hakkı diye gönderdiği asılsız ispatsız iftiraları yayınlamaktan vazgeçemezdik.

Pes be Sayın Büktel ! İşte ben merkezciliğin daniskası bir örnek daha. Yahu son bir yıldır “Ölüleri Gömün”ün adı sizin bile yazılarınızda geçmiyor, siz bile son bir yıldır “Ölüleri Gömün”ü gündeminize almamışken kim onun gündemden düşmesi için emek sarf ediyormuş? Sizin bile gündeminizde görünmeyen şey nasıl gündemden düşürülmeye çalışılır? Asıl siz şimdi onu da başlamış polemik rüzgarının önüne katıp gündem yapma bencilliğindesiniz. Sayın Hilmi Bulunmaz bu cümlelerden de aslında gündemin ve sürdürdüğü mücadelelerin sizin tarafınızdan nasıl kendine yontularak kazanca çevrildiğini fark edemezse artık ne zaman bunu hissetmeye başlayacak doğrusu bilemiyorum.

Sayın Hilmi Bulunmaz’ın ortaya çıkardığı ve bıkmadan takipçisi olduğu gerçek bir skandal olan Talat Sait Halman skandalı gündemdedir ve gündemin en önemli maddesidir. Bu skandala neden olanlar istifa edene, ödül geri alınana dek de gündemde kalmalıdır, gündem arıyorsanız işte en önemli gündem budur, ama bunun arasına kendi kişisel gündemlerinizi de sıkıştırıp bu asıl yakalanmış bomba gündemin rüzgarından istifade edeyim çabanız sizi en masum tanımlamayla zavallı durumuna düşürüyor artık fark edin.

Eğer benim yanıtlarım Talat Sait Halman skandalını gündemden düşürecek endişesindeyse lütfen bunu bana Sayın Hilmi Bulunmaz belirtsin. İşte şu an hemen bugün tüm inandığım değerler üzerine yemin ederim ki bir tek satır bile kendimi savunmam, susar ve bu darbeci katillerin temsilcisi bakana verilmiş ödülün sürekli manşette olmasını gönülden desteklerim.

Kamuoyu önünde de yemin ederim ki bu konuda tüm internet bilgimi de Hilmi Bulunmaz’ın emrine sunarım. Online imza kampanyası mı dersiniz, sırf bu konuda özel bir site yapmak mı dersiniz buyursun destekçisiyim.

Ama sakın ha kalkıp artık sizin bile gündem yapmadığınız “Ölüleri Gömün”ü araya sıkıştırıp Hilmi Bulunmaz’ın yarattığı rüzgardan yararlanayım çabasına girmeyin bu en başta Bulunmaz’a saygısızlıktır. Ve yine sakın benim bunları gölgelemek için ortalarda olduğumu iddia etmeyiniz. Bu skandal altı aydır vardır, bense tiyatrom adının Feridun Çetinkaya tarafından yeniden suçlamayla gündeme geldiğinde tartışmaya başladım ve kaldı ki hiçbir yazımda da gündemdeki bu skandallar lehinde ya da aleyhinde tek satır yoktur. Benim savunduğum kendi mazimdir, kendi emeğimdir, yüzlerce okurun bir kulüp gibi bağlanıp benimsediği bir yayındır!.

Ben, yayınımı yalnızca benim yayınladığım yazılara cevap niteliği taşıyanlarla sınırlarken, Hilmi Bulunmaz, Timur imzasıyla gelen her şeyi yayınlıyordu. Ama Timur ve ardındakilerin amacı cevap vermek değil, bağcıyı dövmek ("Sıfır sansür" ilkesini geçersiz kılmak) olduğu için, asla tatmin olmuyorlar ve bu defa da Hilmi'nin başka yazılar girip Timur yazılarını gündemin alt sıralarına düşürdüğünü söyleyerek, Bulunmaz'ın yayın gündemini belirlemeye çalışıyorkardı. Bu amaçla, (kan ter içinde "sıfır sansür" ilkesini uygulamaya çalışan) bizleri "sinsi sansürcü" diye niteleyecek kadar işi azıtanlar da vardı. Üstelik bunlar, mecbur kalmadıkça karşı düşünceye yer verme alışkanlığı olmayan, maçı tek kale oynamaktan zerre kadar utanmayan kişilerdi; bizi "sinsi sansürcü" diye nitelemekle demek istiyorlardı ki: "Evet, biz sansürcü alçaklar olabiliriz ama siz de sansürcüsünüz!"

Evet, ortada bir haftada müthiş bir yayın kirliliği olduğunu kabul ediyorum. Ama bakalım bu kirliliği kim yapmış.

- Sayın Feridun Çetinkaya bu polemiği başlatan tetiği çekti mi? Yani tiyatrom’a 1 yıl aradan sonra suçlamalar getirdi mi?

- Evet.

- Nerede?

-Sizin sitenizde, Hilmi Bey’in bloğunda. (link olarak da olsa yer aldı)

-Bu durumda 1 yıl aradan sonra yeniden bir suçlamaya maruz kalmışsam benim de kendimi savunma hakkım doğdu mu?

- Evet

-Bir uzun yazıyla o günkü nesnel şartları özetleyip, üzerimde oynanan oyunları anlatıp bu şartlar altında benim size karşı tutumumu anlattım mı?

-Evet

- Bu durumda ne olmalıydı?

- Siz de alırdınız benim yanıtımı, satır satır mı olur, hece hece mi olur, paragraf paragraf mı olur tek tek yanıtlar, yanıtlama esnasında size yönelttiğim suçlamaları cevaplar, bu gerek duyduğunuz ve sizin iddialarınızı ispatladığını düşündüğünüz eski yazıları da bu yanıtınızın içerisine eklerdiniz. Alıntılar yaparak mı, tamamını mı, linkler vererek mi nasıl eklerseniz bu yanıtınıza eklerdiniz ve bir kirlilik olmazdı. (Bakın eski yazılara yer vermeyin vs demiyorum ama öncelikle yeni yazışmayı yanıtlar ve eskileri de yeni olmuş gibi manşetle verip yayın kirliliğine neden olmaz yazınızın içeriğine yerleştirerek verirdiniz, siz onları bugün yaşanıyor gibi manşete taşıyarak verirseniz benimde bugün yaşanıyormuş gibi ve her birini tek tek yanıtlama zaruretim doğar ve aynen benimkini de kendinizinki gibi ön sayfadan verin deme hakkım doğar)

-Peki siz ne yaptınız?

- Benim çok övündüğünüz şekilde satır satır yanıt beklediğim yazıma yanıt veremeyeceğiniz için bunu yanıtlamaktan kaçtınız ve hala da yanıtlamış değilsiniz. Buna karşılık elinizde ne varsa, koz olduğunu düşündüğünüz ne varsa, elinizdeki avucunuzdaki bütün bulabildiğinizi ortaya döküp saçtınız. Böylece kirliliği siz başlattınız. Bu durumda da bana düşen ortaya bana karşıt diye sunulan her bir yazıyı yanıtlamak zorunluluğu idi.

Buyurun Sayın Büktel hala gecikmiş değilsiniz. Benim yazım ortada durmaktadır. Siz istediğiniz eski yazıları da belge saydığınız şeyleri de içine dahil ederek, ama benim sorularımı da yanıtsız bırakmadan tek bir yanıtta toplayınız, yanıtlamaktan kaçmayınız, böylece düzenli ve tek bir yazıya karşı tek bir yanıt şeklinde sürdürelim. Yok biz senin aleyhine bulduğumuzu varsaydığımız ne varsa ortaya döker saçarız, sonra da sen bunlara yanıt verirsen o yanıtları çöp sayarız ve bununla da kalmaz seni bu kadar çok cevap yazdığın için gündem saptırıcılıkla suçlarız diyorsanız işte bu da sizin adalet ölçünüz derim!

"Sinsi sansürcü" olarak suçlanan Bulunmaz ve Büktel, bu "açık ve mert"(!) sansürcüler tarafından sitelerinin bloke edilmesine, yaptıkları sansür karşıtı yayınların bu Burak Caneyvari yöntemlerle engellenip sansür edilmesine, elbette ki göz yumamazdı. Ama bu engelleme nasıl engellenecekti? Bulunmaz ve Büktel'in, "eski yazılarımıza zamanında cevap verseydiniz, bir buçuk yıl gecikmeli cevaplarınızı yayınlamıyoruz." diyerek kolayca işin içinden çıkmaları mümkündü. Ama bu, Büktel ve Bulunmaz tarafından Türkiye'nin entelektüel ortamına dayatılmaya çalışılan "sıfır sansür" standardını örseleyecek; "açık, mert ve azılı" sansürcülere tek kale maç yapar gibi tek yanlı, sansürlü yayın yapmanın mazeretlerinden / bahanelerinden birini yaratacaktı. Bulunmaz ve Büktel, "sıfır sansür" ilkesini örseleyecek bu yaklaşımı benimsemediler.

Sinsi sansür nedir burada ilk kez okuyanlara hatırlatma yapmak zorunludur. Siz Sıfır sansürünüzün tanımını ve kapsamını hiçbir zaman açıklamadınız ama ben sinsi sansürü açıkladım bir kez daha açıklıyorum. Bu sansürü kamuflajlı yapmanın ve tam da okuru eşek yerine koymanın daniskasıdır. Tıpkı para tuzağı 900’lü hatların ekrandan okunamayacak kadar minik puntolarla ve hızla geçen altyazıları gibi. Siz de bu sinsi sansürü uyguladınız. Üstelik bunu çok uzun süredir yapmaktasınız. Sayın Bulunmaz amatör bir blogdan yayın yapmasının dezavantajını avantaja dönüştürmüştür.

Nedir bu?

Üste haber girdikçe alttakiler alta doğru üç beş haber girince de arka sayfalara doğru kayar.

İşte aslında bir handikap ve blogların eksisi olan bu durumu Sayın Bulunmaz her zaman sinsi sansürünün mekanizması olarak kullanmıştır.

Ne zaman ki hoşuna gitmeyen bir yanıt gelmiştir, evet bunu girer. Çünkü sansürcü denilmesini göze alamaz. Ama bunu girdikten birkaç dakika sonra yapabildiği kadar hızla, eskiden girdiği eski haberleri, videoları birer kez daha giriş yapar ve istemeyerek girdiği yazı birkaç dakika gibi kısa sürede arka sayfalarda kaybolur. Ama dilediği bir yazıyı da günlerce ana sayfadan gözünüze sokabilir. Bunun adı düpedüz sinsi, gizli sansürdür! Bunun örneğini Ömer F. Kurhan yazılarında da gördük, benim yanıtlarımda da gördük.

Bir buçuk yıl önce cevap verseydiniz konusunu ise yukarıda yazdım, siz bir güncel habercilik yaptığını varsayan sitede bir buçuk yıl önceki bir yazıyı, bir haberi geçmişin ve o dönemin nesnel koşullarını ve ardışık yaşananları da hatırlatmadan tek taraflı bir şekilde bugünün manşet konusu gibi manşete çekebiliyorsanız, benim de bugünün manşeti haline getirilmiş bu eski yazıya bugün yanıt verme hakkım doğuyor. Nasıl bir sıfır sansürcülük anlayışıdır ki “istesek bir buçuk yıl önce yanıtlasaydın” diyebilirdik deme haddini kendinde görebiliyorsun Sayın Büktel?!

Bakınız Sayın Mehmet Atak değil bir buçuk yıl, 2002’de yaşanmış bir cevap hakkına yer verilmemesi kuşkusunu ya da belki ona göre kuşku değildir tespitini yedi yıl sonra kamuoyuna sunuyor.

Yedi yıl kendine saklamış, herhangi bir yerde bunu dile getirmemiş ya da gerek duymamış.
Bugün uygun ortam bulmuş gündeme getirmiş.

Ve ben “Neden yedi yıl sonra?” demiyorum.

Haklısınız bunu gündeme getirmek hakkınızdır diyorum ve yanıtlıyorum.

Siz nasıl bir sıfır sansürcüsünüz ki istesek zamanında cevap verseydin der ve yer vermezdik deme haddini kendinizde bulabiliyorsunuz?

Ömer F.kurhan 1 ayı aştı, yanıt beklediğini yinelediği bir yazı var, belli bir süre sonra gonga vurup dınnnn süre doldu yanıt hakkınız kayboldu mu denilecek size?

Sıfır sansürün sınırları içerisinde şu kadar sürede verilen yanıtlara yer verilir gibi bir kısıtlama mı var?

Kaldı ki yineliyorum, siz manşete taşıdığınız gün yeniden gündem olmuştur, yeniden gündem olana ise yanıt verme hakkım doğmuştur. Nasıl ki eğer arzu ederse 7 yıl sonra yeniden hakkındaki suçlama gündem olmuş Sibel Aslan Yeşilay’ın da bugün konuya dahil olma ve savunma hakkı var ise.

Sonunda, gönderdiği son cevap yazısındaki açık ve somut iftiralarından yalnızca birini cevaplayarak, Timur'un cevap yazısını, ancak, içerdiği o iftirayı belgelediğinde veya o iftira için özür dilediğinde yayınlayacağımızı ilan ettik.

Sayın Büktel, ben özür dilemekten kaçınmayan ve özürle dudağı ya da onuru aşınmayacağını gayet iyi bilenlerdenim. Bunu da çok değil çok kısa bir süre önce de yaptım biliyorsunuz. Gerektiğinde özeleştiri de yaptım, özür de diledim. Keşke bu insani vasıfları bir kez de sizde görebilseydik adınıza mutlu olurduk inanın. Söz ettiğiniz en son özür talebi ise çok açık ve net şekilde belliydi ki sadece sansürlemenize bahane için bulunmuş bir buluştu. Ertuğrul Timur’un ortaya serdiği kimliğiniz sizi rahatsız etmeye başlamıştı ama onu sansürcülükle suçlarken sizin sansürcülük yapmanız da maskaralığın daniskası olacaktı. Bu durumda sıfır sansürü şartlı sansüre çevirecek bir bahane gerekiyordu. Bu bahaneyi de güya buldunuz ve sıfır sansürünüz oldu şartlı sansür!

Bakınız ortada size karşı gerçekten bir kabahatim dahi olsa, size bir iftira ya da hakaretim dahi olsa, siz bunun için gider dava mı açarsınız, yok sitenizin bir köşesinde özel bir logo yapıp sürekli tutar mısınız ne yaparsanız yaparsınız ama benim diğer konulardaki tüm cevap haklarımı kısıtlamanın ve sesimi kesmenin bahanesi sayamazsınız.

Bakalım neymiş bu benim sesimi kısmak, sansürlemek için öne sürdüğünüz bahane hatırlayalım.
“SAYIN BULUNMAZ 10 DAKİKA KADAR ÖNCE COŞKUN BÜKTEL'İN BANA İTHAFEN YAZDIĞINI SAVLADIĞINIZ BİR YAZISINI GİRDİNİZ”

dedim

Ve bu ağır hakaret(?!!!) nedeniyle sıfır sansürünüz bir anda şartlı sansüre dönüştü.

İşte şartlı sansürünüzün belgesi

Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel'in Timur'a ithafen yazdığını savlayan hiçbir ifade yazmadı/yayınlamadı. Timur, bu iftirayı cevap hakkı elde etmek için uydurmuş. Oysa bu iftiraya hiç gerek yoktu. Biz cevap hakkını hiçbir bahaneyle engellemezdik. Biz bugüne dek, kendi ismiyle yazan hiç kimsenin cevap hakkını engellemedik. Kendi ismiyle yazmayan alçak hilekarları ise, zaten adamdan saymadığımız için, muhatap almadık, görmezden geldik. İftirası için özür diler dilemez, Timur'un yazısını o özürün altına ekleyeceğiz. Yapılmayan şeyler kanıtlanamayacağı için, biz öyle bir ithaf belirtmediğimizi kanıtlamak zorunda değiliz. Ama Timur madem ki yaptığımızı iddia ediyor, yaptığımızı kanıtlamak zorunda. Çünkü evrensel bir hukuk ilkesi diyor ki: suçu ispat yükü, iddia sahibine düşer. HB ve CB

Önce lütfen şu “Evrensel Hukuk normunu” , kendinize kalkan yaptığınız bu cümlenizi bir köşeye not ediniz zira bunu sık sık gündeme getireceğim. “Siz Coşkun Büktel’in bana ithafen yazdığını savladığınız yazısını girdiniz” cümlesini iftira sayıyorsunuz ve özür dilemedikçe sıfır sansürü askıya alıp benim hiçbir yazıma yer vermeyeceğinizi yani yüzdeyüz sansürü düşünüyorsunuz değil mi?

Peki el insaf ithafen ve savlamak kelimelerini adeta bir hakaret gibi, bir iftira gibi görüp, özür dilemediğim takdirde bunu benim bundan sonraki tüm yanıtlarıma yer vermemek için bahane sayıyorsunuz da…..

Eh şimdi sizin bana Erotik shop satışlarına aracılık yapıyor, para kazanıyor imalarınızdan, çalıştığım kuruma dek dil uzatmalarınızdan, Sizin kadar olmasa da mağduru olduğum Burak Caney’i bahane edip Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı Burak Caney’dir ve Burak Caney Orospu çocuğudur nitelemelerinizden, Tiyatrom’a yazan şerefsizdir cümlenizden ve daha onlarca beni türlü çeşitli şekillerde ve belden aşağı yazılarla bombardımana tutarken,

ben diyordum ki bu türde tartışma olmaz, bu seviyede polemik olmaz ben artık bu iki adamın hiçbir yazısına yer vermeyeceğim diyorum

Ne dersiniz çok da farklı durmuyor değil mi?

Sadece sizin günahlarınız 100 birim fazla!

Ve siz bunu 1 yıl sonra işte Ertuğrul Timur’un kendi kaleminden sansürcülüğü diye sunuyorsunuz ama şimdi benim “ithafen”, “savladığınız” kelimelerini bundan sonra benden gelecek tüm yazılara sansür koyma nedeni olarak sunabiliyorsunuz.

PES!

İşte bu da yaptığınız en büyük hatalardan biri olarak tarihe not düşülecek bir ibret vesikasıdır beyler!

Bu durumda herkes birbirinin yanıt hakkını haklı olduğuna inandığı bir bahaneden, dolayı her zaman tamamen kesme hakkını kendinde görebilir. Bunun adı da işt tam da sansürdür. Zaten her sansürcü kendine göre haklı nedenlerle yapmaz mı bunu? Sizce hakiki Abdulhamid’in bile kendince sizinkine benzer bahaneleri yok muydu yasaklar koyarken?

Tam beklediğimiz üzere, tarihleri boyunca tüm uyarılarımıza aldırmadan tek kale maç yapar gibi tek yanlı yayın yapmakta olan "açık, mert ve azılı" sansürcüler, iftira için özür istememizin "şartlı sansür" ya da "sinsi sansür" olduğunu öne sürerek, iftirayı sansür için bahane diye kullandığımızı anlatmaya çalıştılar. Gerçi bahane bile olsa, iftira sansür için "iyi bir bahaneydi" ama biz iftirayı bile yayınlamak ve teşhir etmekten yanaydık. Ne var ki, "açık, mert, azılı" sansürcüler ekip halinde çalıştıkları ve sürekli iftira ürettikleri için, Timur imzasıyla üretilen her iftirayı temizlememiz olanaksızdı. Yine de, bir yerden başlamak gerekiyordu.

YİNELEYELİM,

SİZ ERTUĞRUL TİMUR BURAK CANEY’DİR DİYECEKSİNİZ (destekliyor değil Burak Caney’dir) (Evrensel hukuk normlarına göre ispatlamadan)

SİZ DOLAYLI YOLDAN BANA OROSPU ÇOCUĞU DİYECEKSİNİZ, YAZACAKSINIZ (Evrensel ahlaksızlık normlarına göre!!!)

SİZ DOLAYLI DA DEĞİL DİREKMAN TİYATROM YAZARLARI ŞEREFSİZDİR DİYECEKSİNİZ (Evrensel düzeysizlik normlarına göre)


SİZ BENİM EROTİK SHOP İLANLARINDAN PARA KAZANDIĞIMI İMA EDECEK, İDDİA EDECEKSİNİZ (Evrensel iftira normlarınıza göre)

VE DAHA BENZER KÜFÜRLERİ, SÖVGÜLERİ İFTİRALARI TARTIŞMA DİYE YAPACAKSINIZ

VE BEN “ARTIK BU İKİLİNİN ADININ GEÇTİĞİ TEK SATIRA YER VERMEYECEĞİM, BUNUN ADI TARTIŞMA DEĞİLDİR, İFTİRADIR, SÖVGÜDÜR, KÜFÜRDÜR VE BÜTÜN BUNLARA TİYATROMDA YER YOKTUR!

DEDİĞİMDE SANSÜRCÜ OLACAĞIM

AMA SİZ ?

BEN

“SAYIN BULUNMAZ 10 DAKİKA KADAR ÖNCE COŞKUN BÜKTEL'İN BANA İTHAFEN YAZDIĞINI SAVLADIĞINIZ BİR YAZISINI GİRDİNİZ”

YAZDIM DİYE BUNU BİR HAKARET YA DA İFTİRA GİBİ SUNUP ÖZÜR DİLEMEDİKÇE ARTIK SAVUNMA HAKKINI KULLANDIRMIYORUZ DİYEBİLECEKSİNİZ.

Kaldı ki bu sansüre geçmek için sadece yüzeysel bir bahaneniz olduğu çok belli olduğu için ben bu blöfünüzü gördüm. Bu zaten hiçbir koşulda hakaret sayılamayacak bu cümlenin sizi değil beni bağlayacağını ve benim yorumum olduğunu, Coşkun Büktel’in o kolajı bana ithafen hazırladığını, Hilmi Bulunmaz’ın da bunu böyle görerek yer verdiğini ifade eden kendi yorumumdu. Buna da rağmen peki bunu iftira sayıyor ve sesimi kesme bahanesi olarak kullanma bahanesi sayıyorsanız tamam özür de diliyorum demiştim.

Nedense bu açıklamamı ve özrüme yer veremediniz. Zira sizin özür dilemenizi gerektiren satırlardan sadece bir kısmını hatırlatıp altında özür dilediğimi belirtmiştim. Ve buna yer vermek belli ki mide spazmı geçirmenize neden olacaktı. Ama yaptığınız bu bahane ardına sığınıp tümden sesimi kısma girişiminin sizin sinsi ve bahaneli sansürcülüğünüzün belgesi olduğunu da (ki bütün sansürlerin bahanesi vardır zaten) kanıtladığını da fark ettiniz ve ertesi gün çark ettiniz… Bizden dilemedi ama (oysa blöfü görüp dilemiştim) Mehmet Atak’dan diledi o nedenle afettik gibi bir saçmalıkla geri adım attınız. Ama bu adım sizi temize çıkarmadı daha da teşhir etti Sayın Büktel!

Bütün bu gelişmeler yaşandığı sırada, Timur'un sansürcülüğüne tanıklık eden bir diğer mağdurun, Mehmet Atak'ın, yazısı geldi ve dün akşam yayınladık. (Bakınız: "Birkaç anekdot")Timur, bu sabah, bize değilse de, Atak'a, öfkeden uzak, gayet insani bir yazıyla cevap verdi ve Atak'tan özür diledi. (Bakınız: "Sayın Mehmet Atak'a Yanıt") Gerçi Timur'un Atak'ı mağdur eden uygulama hakkında yaptığı açıklama yine hiç tatmin edici değildi ama hiç değilse yalan kokmuyordu.

Sayın Atak’a yanıtımı verdiğim için burada yinelemeye gerek duymuyorum. Mehmet Atak’a gayet insani cevap verdim çünkü Mehmet Atak da gayet insani ve mağdur olduğunu düşünen birinin hakkını araması haklılığındaydı. Sizin attığınız iftiralar, hakaretler, sövgüler yer almadığı için dolayısıyla da diğer yüzlerce kişiyle olduğu gibi Sayın Mehmet Atak’la da gayet insani iletişim kurmamız doğaldır. Geçen gün örnek olarak da gösterdiğim Ömer F. Kurhan’la en anlaşamadığımız konularda ve zamanlarda da insaniyetimizi koruduğumuzu ve sizin de bunu örnek almanızı salık verdiğim gibi. Evet umarım siz de bir gün iftira atmadan, saldırmadan, öfkeye boğulmadan insanlarla diyalog kurmayı başarırsınız da insanlar da sizinle insani bir şekilde konuşmayı başarabilir Sayın Büktel.

Yaptığım açıklamanın tatmin ediciliğine gelince sizin zaten bir tatmin sorunu yaşadığınız çok açık. Sakın ha bunun cinsel çağrışım amacıyla kullanıldığını düşünmeyiniz o beni ilgilendirmez, sizin tatminsizliğinizin ego tatminsizliği olduğunu düşünüyorum. Bunu hakaret olarak kullanmıyorum, tanıdığım kadarıyla benim görüşümdür. Sizi övme, tanıtma amaçlı yazı ve yayınlara dahi çatıp düzeltme hakkı talep etmeniz, hatta ve hatta yaşamınızdaki en büyük destekçiniz olmuş, sizi oldukça takdire boğan Sayın Hilmi Bulunmaz’ın sosyalistliğini dahi “sosyalistliğine rağmen” şeklinde sanki bir kusur ya da eksikmiş gibi cümlede kullanmanız dahi ben merkeziyetçiliğinizden ve ego tatminsizliğinden değil midir diye düşünmeden yapamıyorum.

Timur'un yeniden "insana" dönüşmesi, Hilmi'yi de, beni de sevindirdi. Timur'dan gelen bu defaki cevap yazısı, sırf sitelerimizi bloke etmek için yazılmış asılsız ispatsız, deli saçması saldırılardan ibaret bir yazı değil, üzüntü ve pişmanlık ifade eden ve konu dışına sapmayan gerçek bir "cevap" yazısıydı. Üstelik, Timur, bu cevabı Atak'a ulaştırmamızı özellikle istiyordu. Bu cevabı yayınlamamız, ancak, Timur'a koyduğumuz özür şartını kaldırmamızla mümkündü ve Timur'un Atak'tan dilediği özürü yeterli bularak şimdilik özür şartını kaldırmaya ve hem Büktel ve Bulunmaz'a iftiralar içeren önceki cevabını, hem de Atak'a cevabını yayınlamaya karar verdik.

Evet yukarıda da yazdığım gibi sizin için her zaman utanç belgesi olarak bir bahaneyle sansürünüzü başlatmıştınız ama ben bu blöfünüzü gördüm, bu basit ayak oyunu ayağınıza dolandı ve bu ayak oyununuzdan bir an önce kurtulma çabasına girdiğinizi bu satırlar çok güzel gösteriyor.

Ama şimdi Timur, bu açıklamamıza da cevap vermek isterse, bu kez, mafya olduğumuza ve ona zarar vermek üzere Trabzon'dan adam getirttiğimize dair iftirasını (öyle iki şahitle filan değil, bizim Özdemir Nutku iftirasını kanıtlayan delillerimiz kadar) inandırıcı delillerle belgelemek, ya da "bizi tatmin edecek ifadelerle", özür dilemek zorundadır.

Sayın Büktel, ister inanın ister inanmayın bu paragrafınızı okurken kahkaha attım. İnanın kahkahalarla gülmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki… Mizah dergileri, mizah programları bile beni en fazla tebessüm ettirir ama siz güldürdünüz Allah da sizi güldürsün diyeyim. Yahu lütfen söyleyin bunu komiklik olsun diye yazdınız değil mi? Yok gerçekten siz bile bu kadarını yapamazsınız artık ya inanmıyorum buna. Eminim ben bundan sırf yazınıza bir espri bir çeşni olsun diye abarttınız değil mi? Hay Allahım yaaa…

Neresinden ciddiye alıp, neresinden tutup eleştirebilirim ki ben bu paragrafı? Vallahi de billahi de ciddiye alınır yanı yok yapmayın… Ama hadi deneyelim.

1. Evrensel hukuk normları demiştiniz değil mi Sayın Büktel yukarıda? Dünyanın pek çok (belki de tüm) ülkelerinde video ve ses kayıtlarının tek başına belge sayılamayacağı defalarca açıklanmıştır. Hadi haberleri dinlemiyorsunuz bu dizilerde bile geçiyor bir dizi yazarı olarak da mı bilmiyorsunuz? Ses ve video kayıtları Ergenekon davası da dahil asla tek başına delil niteliği taşımıyor diğer deliller ağırlık kazanmış ise destekleyici unsur olarak mahkeme heyetince dinlenilmesi kabul ediliyor. Bazen de tümden reddedilip dinlenmediği, izlenmediği dahi oluyor.
2. Bu videonuzu 2 şahidin üzerinde bir delil olarak dile getirmenize verdiğim yanıttı. Bu delil sizin de ihtiyaç duyduğunuzda öne sürdüğünüz ve arkasına sığındığınız dünya hukuk normlarında delil bile değil demek içindi. Şimdi de varsayalım ki bu video kaydı gerçekten yüz de yüz delil sayıldı. Acaba videodaki görüntüler ve söylenenler, olayın vuku bulmuş hali sizin iddialarınızı kanıtlayacak bir içeriğe mi sahip? Size göre evet, tartışmasız öyle.. Ama bu iddiaları dile getireli 10 yıl kadar, videodaki konuşmayı yazılı olarak kamuoyuna sunduğunuz da sanırım 10 yıl kadar, Videonun orijinal kaydını da kamuoyuna önce Burak Caney’in, ardından nihayet sizin yayına vermenizin ardından da 1 yıl kadar geçti mi? Peki sizin videodaki kaydınızı kaç kişi aynen sizin iddia ettiğiniz gibi haklılığınıza yeterli gördü? Sanırım size zaten baştan beri kayıtsız şartsız destek veren fanlarınız dışında hiç kimse… E peki tiyatro kamuoyu bu videoyu izledikten sonra da sizin iddia ettiğiniz gibi bir kesinlik yok bu konuşmada diyorsa (en son Ömer F. Kurhan) siz nasıl benimki gibi tartışmasız delil diyebiliyorsunuz? Sizin delil diye sunduğunuz size göre tartışmasız delildir oysa Ömer F. Kurhan’a göre ya da tiyatro kamuoyuna çok da böyle bir şey ifade etmiyor ki..
3. Şimdi gelelim yine Evrensel hukuk normlarına. Evet yukarıda da yazdığım gibi Evrensel hukuk normu da, Türk hukuk normu da ses veya video kaydını tek başına delil saymaz daha geçerli deliller sunulmuşsa destekleyici unsur sayar. Ama tüm dünya hukuk sisteminin mahkeme kararlarının şahit tanıklığını “esas” saydığını ve bunun bin yıldır böyle olduğunu siz gerçekten bilmiyor muydunuz? Sayın Büktel siz gerçekten bu kadar cahil olabilir misiniz? İki şahitle adam asılır diye bir deyim de mi duymadınız? Şahit beyanının birinci dereceden delil sayıldığını bugün bir kaç film izlemiş çocuk bile bilir bu kadar cahil taklidi yapmayınız Sayın Büktel!

Şimdi anladınız mı benim neden kahkahalarla güldüğümü bu paragrafa J Siz dünyanın pek çok yerinde delilden bile sayılmayan ve bazı mahkeme heyetlerinin daha en baştan izlemeyi bile reddettiği video kaydını inandırıcı delil sayıyorsunuz, ama dünyanın tüm mahkemelerinin, hem de bin yıldır esas saydığı tanık (şahit) beyanını ise delilden saymıyorsunuz. Siz hangi evrende yaşıyorsunuz Sayın Büktel? Bizim evrende yaşamadığınız bir gerçek de hangi evren? Tabi ki merkezinde Büktel’in olduğu bir evren…

Sahi Sayın Büktel bir türlü satır satır paragraf paragraf yanıtlamaya cesaret edemediğiniz yazımda madem bu derece güçlü kanıtlarınız var neden size yaşamınızın en büyük kötülüğünü yapan Özdemir Nutku’yu mahkemeye vermediniz diye de sormuştum yoksa siz de mi delillerinizin delil bile olmadığının farkındasınız?

Timur, eğer, "ne onu, ne bunu yaparım; ben kanıtlamacılık, belgelemecilik, kaynak göstermecilik, alıntıcılık saplantısı bulunmayan, bilimsel "edayı" yeterli sayan bir entelektüelim; kanıtmış, belgeymiş gibi şeylerle uğraşamam; cevap hakkı diye sadece iftira atarım; siz iftiraları yayınlamak ve temizlemeye uğraşmak zorundasınız" mantığıyla cevap yazmaya devam ederse, yazdığı cevabın yayın gündemimizi bloke etmesine izin vermeyeceğimizi bilmek zorundadır. O tür "çöpleri", belge saydığımız için yok etmeyeceğimizi ama www.hilmibulunmaz.blogspot.com sitesindeki ilgili kutuya atacağımızı şimdiden bildiriyoruz.

İşte laf kalabalığı içinde bütün bu yazının ana fikri. Ben Ertuğrul Timur’a yanıt veremiyorum, Bir yandan eski yazılarını çıkarıp sitemin kocamannn bölümlerini onunla ilgili bir şeyleri ispatlama telaşına düşüyorum ama öte yandan sanki umursamıyormuş safsatalarla dolu yazan biriymiş havası da yaratmaya çalışıyorum.. Cevap veremedikçe üstüme geliyor susturmak istiyorum, Ama sansürcüü damgası da yemek istemiyorum..

Belge göstermiyor diyorsunuz “Size bana şu iftirayı attınız” diyorum iftiranız kendi sitenizde , hafızanız artık yavaşladı hatırlamıyorsanız gözünüz de göremiyor mu? Levent Çağlayan yazılı beyanda bulundu diyorum linkini veriyorum. Belge dediğiniz şeylerin tümü internette sizin, Bulunmaz’ın sitelerinde. Sizin sayın Bulunmaz’la yaptığınız gibi Büktel şunu yayınladı link / Hilmi benim yayınladığıma yer verdi linkin linki! Komik olmayınız size sizin satırlarınızı mı belgelemem gerekiyor? Adınızın Coşkun soyadınızın da Büktel olduğunu ve sizden söz ettiğimi de belgelememi bekleyecek misiniz? Evet Coşkun Büktel’den söz ediyorsunuz ama bakalım Coşkun Büktel ben miyim ispatla mı diyeceksiniz? Bunların hepsi kaypaklığınızın göstergesi lakırdılar manzumesi başka hiçbir şey değil! Belge içeren herhangi bir suçlamayı ise, elbette ki, ana sayfalarımızda yayınlayacağız. Ve çöp kutusuna attığımız her yazı için, ana sayfamızda tek cümlelik bir link yayınlayacağız. Ama Timur'un ardında bulunduğunu varsaydığımız ekip, bu link sözümüzü bile istismar etmeye kalkıp, kısa kısa onlarca cevap yazısı göndererek, yayınımızı bir başka biçimde bloke etmeye kalkarsa, (bizi "sinsi sansürcü" diye niteleyerek kışkırtmaya çalışan "açık, mert, yani azılı" sansürcülere yayınlarımızı sansür ettirmemek adına) çöp kutusuna atacağımız çöplerin duyurularıyla ana sayfamızı işgal etmekten de vazgeçebiliriz. Özetle, azılı sansürcüler istismara kalkışmazsa, bize gönderilen en iğrenç cevap yazıları bile, ana sayfadan duyurularak bir tıkla ulaşılabilir ve okunaklı bir mizanpajla okunabilir olacak. Onlara tek cevabımız, onları yok etmek değil, çöp kutumuza atmak olacak.

Çok teşekkür ederim zaten farkında olduğumuz sinsi sansürcülük mekanizmasını yaşama resmen geçirmiş bulunuyorsunuz, Coşkun Büktel’in pişkinliğini artık gayet iyi biliyoruz ama bu sinsi sansürcülük yaftası doğrusu ya Sayın Hilmi Bulunmaz’ın ömrü oldukça karşısına çıkacak bir yafta olarak kazınacaktır hiç kuşkusu olmasın. Sizin ardımda bir ekip olduğunu varsaymanız kanıtsız ispatsız kafanızdaki büyüttüğünüz komplo teorinizin dışavurumu ama bir iftira olarak manşette yer alacak ama benim yazdığım yazılar kanıtsız ispatsız diye tarafınızdan damgalanacak ve gözlerden kaçırılacak. O halde, bu sizin sitelerinize yazılmış son yazımdır.

Size yanıtım buyurun seyircili bir salon ortamında yüz yüze polemiğe!

Sinsi ya da açık sansürün olamayacağı tek alana davet ediyorum!

Söz veriyorum masanın altında bana destek veren olup olmadığına bakmanıza da izin vereceğim!

Şunu da hemen belirteyim ki sizin böyle bir cesaretiniz olduğunu sanmıyorum.

Ertuğrul Timur


***


Hilmi Bulunmaz
9 Mart 2009

Timur, bize yolladığı yukarıdaki yazısında bulunan alıntılar için, bizim link verirken kullandığımız mavi rengin tonunu yeğlemiş. Durum böyle olunca, Coşkun Büktel'in yazısındaki linkler görülemez hale gelmiş. Biz, bize gelen yazıların biçimini ve rengini koruyarak yayınlamaya çalışan bir anlayışa sahip olduğumuz için, her zaman bu kuralımıza uymaya özen gösteriyoruz. Ne var ki, okurlarımızın linkleri ayrımsayamayacağını düşündüğümüz için, tam tamına link mavisi olan Büktel alıntılarını, Timur'dan ve okurlarımızdan anlayış bekleyerek kırmızıya boyadık.

Bizim, "Sansürün kanıksandığı tiyatromuzda, SS (Hitler'i müdafaa tümeni) mantığıyla hareket eden sansürcüleri SS (Sıfır Sansür) anlayışımızla deşifre ediyoruz." dememize karşılık, bizlere SS (Sinsi Sansür) yaftasını yapıştırmaya çalışan mantık, sanırız bu durumu da ayrımsayabilir. (HB)


***


Coşkun Büktel

2. GÜNCELLEME 9 Mart 2009:

BÜKTEL'İN EDİTÖR NOTU:

Ertuğrul Timur, "Hiçbir şeyden çekmedi kurduğu yanlış ittifaklardan çektiği kadar" başlıklı yazıma, önce yem olarak, gerçekten kendisinin yazdığı, kendi naif zekâsının ürünü kurnazlıklarla dolu olmasına rağmen, nispeten insani bir cevap yazısı gönderdi. Hilmi'ye dedim ki, "Bu yalnızca bir yem, bunu değerli sayıp ana sayfamızda yayınlarsak, Timur'a zarar vermek için mafyavari usullerle, Trabzon'dan adam getirttiğimize dair iftirası için kanıt göstermesi veya özür dilemesi şartını otomatikman kaldırmış olacağız. O zaman, 'sıfır sansür' ilkemizden nefret eden ekip, Timur imzasının ardında yeniden devreye girecek ve bizi laf salatasından ibaret tartışmalarla sonsuza dek oyalamak imkânını bulacak. O nedenle, cevabın ikinci bölümünü bekleyelim. Bekledik. Cevabın ikinci bölümü geldi ve haklı olduğum ortaya çıktı. Güneş gibi apaçık "Özdemir Nutku skandalı"nı örtbas etmeye çalışan ve başaramayan ekip, skandalı bu defa da kahkahalarla örtbas etmeye çalışıyor. Tek tek adları sıralanmış, 23 şahidi görmezden gelenler, okurlarımıza iki şahidin, "Nutku itirafıyla desteklenmiş ve sahihliğine asla itiraz edilememiş" video görüntülerinden daha önemli bir kanıt sayılması gerektiği mavalını umutsuzca yutturmaya çalışıyorlar.

Timur'un iki bölümlük cevabını, "Hiçbir şeyden çekmedi kurduğu yanlış ittifaklardan çektiği kadar" başlıklı yazımda yer alan

"Ama şimdi Timur, bu açıklamamıza da cevap vermek isterse, bu kez, mafya olduğumuza ve ona zarar vermek üzere Trabzon'dan adam getirttiğimize dair iftirasını (öyle iki şahitle filan değil, bizim Özdemir Nutku iftirasını kanıtlayan delillerimiz kadar) inandırıcı delillerle belgelemek, ya da "bizi tatmin edecek ifadelerle", özür dilemek zorundadır."

şartımıza uymadığı için, "Timur'un Çöp Kutusu" bölümünde yayınlıyoruz. Lütfen, TIKLAYINIZ!

***


Ömer F. Kurhan
9 Mart 2009


Sayın Bulunmaz,

Feridun Çetinkaya’nın İATP-G ile yaptığı manipülatif bir görüşmenin ardından yayımladığı yazısında, 2008 yılında yayın hayatına son veren TİYATROM’un sansürcü bir yayın yaptığı iddiasını yinelemesi, TİYATROM’un sahibi ve editörü Ertuğrul Timur’un 19 Şubat 2009 tarihli bir yanıt vermesine neden oldu. O günden başlayarak, onlarca sayfalık ve Çetinkaya ile Timur arasında bir ihtilafa indirgenemeyecek bir tartışma dosyası oluştu.

Bu tartışmayı önemli kılan esas hususun, ilkesel olarak internette genel okur kitlesine dönük tiyatro yayıncılığının masaya yatırılması olduğu söylenebilir. İATP-G’nin, özelde Yayıncılık İnisiyatifi'nin TİYATROM’a yaklaşımı geçmişte eleştirel bazı yanlar içermekle birlikte, TİYATROM’un yayın çizgisinin kötü niyet içermediği ve tiyatro yayıncılığına yapıcı bir katkı sunduğu şeklindedir.

O dönemi az çok yakından takip eden birisi olarak, TİYATROM’un hakaret ve küfürden arındırılmış bir yayıncılık çizgisi izlemeye çalışırken sansürcü konuma düşmemek için çaba gösterdiğini, hata yaptığını düşündüğü noktalarda özeleştiri vermekten kaçınmadığını düşünüyorum. Fakat bugüne gelindiğinde, aynı hassasiyetin Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattı tarafından gösterilmediğini görüyorum.

“Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattı” ifadesine itiraz edebilirsiniz. Fakat bu yayıncılık hattının varlığı, Büktel tarafından 7 Mart 2009 tarihli “Hiçbir Şeyden Çekmedi Kurduğu Yanlış İttifaklardan Çektiği Kadar” yazısında açıkça ilan edilmiştir. Aynı yazıda Ertuğrul Timur’un yazılarının sansür edildiğini de itiraf etmektedir. Yine, sansürden vazgeçildiği noktada, editoryal düzeyde muhatabını aşağılayan bir “çöplük” blogu imal edildiğini ilan etmiştir. En kötüsü, yazısında pornografik ve muhataplarına (Ertuğrul Timur ve Mustafa Demirkanlı) “o… çocuğu” olarak işaret eden bir sayfaya yönlendirme yapılmıştır. Bu sayfa gerçekte hem Bulunmaz ve Büktel’i hem de muhataplarını aşağılayan bir içeriğe sahiptir. İyi niyetli bir yaklaşımla bir şaşkınlığın eseri olarak kabul edilebilir; fakat sonuç muhataplarına dönük ağır hakarettir.

İş bu noktaya gelmişse, üç olasılıktan söz edilebilir: (1) Bu yayıncılık hattının yapıp ettiklerini tamamen görmezden gelmeye çalışmak; (2) protesto ve teşhire yönelmek; (3) mesele yazılı iletişimle çözülemiyorsa bir çeşit komisyon oluşumuna giderek tarafların bir araya geleceği yapıcı bir tartışma ortamı örgütlemek ve sonuçları kamuoyuna açıklamak.

Sorunun birinci dereceden muhatabı olan Ertuğrul Timur’un önerisi bellidir: “…buyurun gelin sizinle istediğiniz ortamda insanların huzurunda tartışalım. İstediğiniz şekilde organize edilecek bir salon toplantısında tartışalım ve her birimiz elimizdeki verileri sunalım, düşüncelerimizi sunalım.” Bu öneriyi 8 Mart 2009 tarihli “Sayın Coşkun Büktel’e Yanıtımdır” adlı yazısında yapmaktadır. Dolayısıyla, oldukça makul görünen ve tarafların söz hakkına saygılı bu öneriyi kale almak durumundayız diye düşünüyorum.

Eğer bu öneriye sıcak bakıyorsanız, artık yazılı biçimiyle sonuçları iç açıcı olmadığı belli bu tartışmaya nokta koyulabilir düşüncesindeyim.

Saygılarımla…

Ömer F. Kurhan

1. NOT: Bu yazıyı yayımlanması talebiyle yollamıyorum. İçinde ağır bazı ithamların geçtiğinin farkındayım. Fakat Sayın Timur’un önerisini ciddiye almayarak mevcut tavrınızı sürdürme kararınız varsa, bu yazının yayımlanmasını talep ediyorum. Yanıtınızı bekliyorum.

2. NOT: Mehmet Atak yerine yazma ihtiyacı duyduğunuz yazıyı ayrıca cevaplarım. Fakat uzun olacağını sanmıyorum. Çünkü ben kendisinden açıklama bekliyordum, sizden değil. Beni Sayın Timur'a dönük suçlamaları doğrudan bağlamıyor; zaten bu konuda kendisine yanıt verildi - ki bu başkası olamazdı. Beni ilgilendiren, suçlamanın mantığı ve içeriği. Ne yazık ki o da suçlayan değil, suçlanan açıklama yapmakla yükümlüdür kuralını benimsemiş. Bu noktayı "anarko-komünist" duyunuzla bir daha değerlendirin derim. İyi çalışmalar...