Tiyatrom’un Kapanması Ne Anlama Geliyor?
Ömer F. Kurhan
25 Mart 2009
Daha önce sıra dışı ve esin verici bir tiyatro sitesi olarak Tiyatrom’un kapanmasını ele alacağımı söylemiştim. Bu sözümü biraz gecikmeli olarak bu yazıda yerine getirmeye çalışacağım.
Ertuğrul Timur 2008 Mart ayında Tiyatrom’u kapatmaya hazırlanırken yedi tane yazı yayımladı. Kapanışın ilan edildiği hafta her gün bir yazı yazıldı. Bunlar “VEDA SAYISI”nda yayımlandı ve www.tiyatrom.com/index3.htm linkinden ulaşmak mümkün.
Bu yedi yazının ilkinde, Bulunmaz-Büktel ikilisinin Tiyatrom’a dönük bıktırıcı saldırılarının kapanmada belirleyici olmasa da yıpratıcı bir faktör olduğunu belirtildi. Fakat asıl şikâyet konusu bu saldırı karşısında tiyatro çevrelerinin duyarsızlığı ve müdahaleden uzak durmaları.
Temel faktörler ise ikinci yazıda açıklanmış: “Ekip kuramadık. Dışardan yazı röportaj yollayan sayısı arttı ama bu ekip anlamına gelmeyen eklektik katkılardı ki, işi azaltmak bir yana bana düşen işi daha da arttırıyordu.”
Aynı yazıda dönemsel olarak Türkiye tiyatro ortamının açmazlarına vurgu yapılmış ve sadece Tiyatrom’u kapatmak değil, tümden tiyatro ortamından çekilmek gibi bir tavır sergilenmiş: “Ve hepsinden önemlisi de… bu ilk siteyi açıştaki amaçlarımı düşününce çok da güvencim kalmadı tiyatro dünyasına.”
Tiyatrom’un kapanış tarihinin 27 Mart Dünya Tiyatro Günü olarak tespit edilmesini, bir uyarı ve protesto olarak okumak mümkün.
Bugün, Üstün Akmen gibi pozitif enerji yaymaya çalışan tiyatro eleştirmenleri dahi Türkiye tiyatrosuna dönük gelecek endişesi içinde olduklarını açıklamak zorunda kalıyorlar. Bunlar Tiyatrom’un kapanışını doğrulayan çıkışlardır: 2000’lerdeki tiyatro patlaması ne aydınlanma ne de politik duyarlılık adına pek bir şey vaat etmiyor. Dolayısıyla, Tiyatrom devam etse bile yine bir ekip kurulamayacak ve organik geri besleme kanalları açılamayacaktı.
Ortada ciddi bir kirlenme ve nitelik sorunu var. Bundan en fazla geleceği temsil eden genç kuşaklar etkileniyor ve sadece bugün değil, yarınlar da riske atılıyor.
Benim bu konudaki görüşüm yıllardır bellidir: 2000’lerdeki tiyatro patlamasına entelektüel ve politik yaratıcılık eşlik etmedi. Tiyatrom’un kapanması da bu olgu ile doğrudan bağlantılıdır. Hâlâ ihtiyaç duyulan, aydınlanma ve politik duyarlılık adına yaratıcı ve öncü dinamiklerin örgütlenmesidir.
Tiyatrom’un sekiz yıllık tiyatro yayıncılığı deneyiminin karşı karşıya kaldığı açmaz sübjektif değildir. Bir şekilde zaten çürüdükçe çürüyen sisteme adapte olmalar, yenilenme adına ithal ikameci “yenilikler” peşinde koşmalar, siyasal tiyatro adına nostaljik anma ve kutlamalar ya da sol tiyatro adına ulusalcılaşıp AKP’ye yüklenir gibi yapmalar gerçekte çözüm değildi ve olamadı.
Tiyatroların çeşitlenmesi de sayısı da arttı, ama kültürel-politik bir nitelik sıçraması kaydedilemedi. Tiyatrom da bu nicelik patlamasına ayna tutmak zorunda kaldı. Kültürel politik bir duruşla gündeme müdahil olmaya ya da gündem yaratmaya kalktığında, hiçbir zaman yeterli katılım ya da desteği bulamadı.
Tiyatrom, Ertuğrul Timur’un “tek kişilik örgüt” gibi denilen olağanüstü performansı sayesinde dinamik ve öncü bir değişken olmayı başarmıştı. Fakat genel tavır şudur: Bir yayın organı çıksın, orada tanıtımımız yapılsın, yazıyorsak arada sırada yazılarımız da yayımlansın, ama bu yayın organına nitelik kazandırmak için oturup uğraşmaya ne vaktimiz ne de enerjimiz var.
Tiyatro yayıncılığına toplumsal aydınlanma işlevi yükleme ve kapsamlı bir şekilde tiyatro sanatıyla geri besleme ilişkisi kurma sorunları her zaman gündemde kalmaya devam edecektir. Sorun oturup gerçekten bu meseleyi ele almak ve ona göre bir yol tutturmak.
Bu işe gerçekten kimler istekli ve bir şeyler yapma uğraşında; en başta onların bir araya gelip konuşmaya başlaması, hedeflerin de ona göre belirlenmesi lazım.
Tiyatrom kapanırken şu söylense daha iyi olabilirmiş: Ben hâlâ buradayım; bu işi gerçekten paylaşarak ve hakkını vererek yapmak isteyenler öne çıksın.
Şahsen ben Tiyatrom’un sekiz yıllık tiyatro yayıncılığı deneyiminin sonlandırılmasını bir meydan okuma olarak değerlendirme eğilimindeyim.
mailto:fkurhan@gmail.com
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Teatral Kirlenmenin Önüne Geçilmesinde Kamusal Ciddiyet Esastır
Eski Tiyatrom Editörü Ertuğrul Timur’a Bir İtiraz ve Çağrı
Tiyatro Yayıncılığına Kısa Bir Bakış
(Kaynak: Mustafa Demirkanlı'nın tiyatrodergisi.com.tr sitesi)
***
Bir Sansür Balonu
Tiyatro alanında sık sık söylentiler ortaya atılır. Bunların kamusal olarak ne kadar ciddiye alınıp alınmayacağını bir yerde basın yayın organlarına taşınması ve tartışmaya değer bulması tayin eder. İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nda Sönmez Atasoy’un Yahya Kemal’i konu alan “Kendi Gök Kubbemiz” adlı eserinin sansüre uğradığı iddiası, ilk defa 5 Mart 2009 tarihli “Bayram Değil Seyran Değil… Şehir Tiyatrosu Yahya Kemal’i Niçin Öptü?” yazısıyla Nedim Saban tarafından ortaya atıldı. Ve uzun süre gündemde kaldı. Ben bu tartışmaya giderek külleniyor gözüyle bakıyordum. Fakat Tiyatro Dünyası’nda yazmaya başlayan Rıfkı Demirelli ısrarla sansür iddiasını gündemde tutuyor. Bu bir bakıma iyi oldu. Nedim Saban ve Rıfkı Demirelli’nin yazıları tiyatro alanında olup bitenler karşısında ilkesel yaklaşımın nasıl da kolayca aşınabildiğini gösteriyor. Yahya Kemal’in bir şiirinin “Kendi Gök Kubbemiz” oyunumdan çıkarılmasının yazarın iradesini çiğneyen bariz bir metin sansürü olmadığını daha en başta anlamıştık. Sansür edildiği söylenen şiirin gösteriye sonradan eklendiğini ve 2008-2009 sezonu gösterimlerinden çıkarıldığını da biliyoruz. Bu noktada merak edilen, bu çıkarma işleminin gösteri kadrosuna dışardan zorla dayatılıp dayatılmadığı oldu. Fakat açıklamalar gösterdi ki böyle bir durum yok. Bu durumda hâlâ Yahya Kemal’in şiiri sansür kurbanı oldu diyebilir miyiz? Daha da önemlisi, bu iddiayı ortaya atanların dönüp bu konuda yanıldık ya da yanıltıldık demeleri gerekmez mi? Fakat böyle bir açıklama yok. Aksine İ.B.B. Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği’nin örtülü bir diktatörlük kurduğu ve gösteri kadrosunun buna boyun eğdiğini ima eden ısrarlı söylemler var. Yani sansür iddiası komplo teorileriyle sürdürülüyor. Bu durumda, sansür iddialarına ev sahipliği yapan Tiyatro Dünyası’nın editöryal çizgisini sorgulamak kaçınılmaz hale geliyor. Tamam, Tiyatro Dünyası, Yahya Kemal’in sansüre uğradığı iddiasını bazı yazarlar aracılığıyla az çok gündemleştirdi. Fakat artık işin habercilik kısmına odaklanarak bir sonuca ulaşması gerekmiyor mu? Ortada kanıt diye sunulan belgeler, yazılı beyanlar, köşe yazıları vs. var, ama Tiyatro Dünyası şöyle ya da böyle bir sonuca ulaşamıyor. Söz konusu olan sanatsal, felsefi ya da kültürel-politik görüş ayrılıkları olsa bu durumu tuhaf karşılamak yanlış olur. Fakat söz konusu olan evrensel bir ilke olan ifade özgürlüğü ile ilgili. Bu durumda İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nı sansür şaibesi altında bırakmak sıradan bir eylem olarak kabul edilebilir mi? Tiyatro camiamızın sorunu şu: Evet, yer yer ilkesel çıkışlar yapılabiliyor. Örneğin Akşam gazetesi yazarı Aykut Işıklar İsrail katliamcılığını da kullanarak Nedim Saban’a Yahudi karşıtı ırkçı ifadelerle yüklendiğinde, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin öncülüğünde bir protesto gerçekleştirildi. Pek düzgün organize edilemese de, bir imza kampanyasıyla daha geniş kesimlerin protestoya katılımını sağlayan bir çıkış da yapıldı. Fakat benim istisnai bulduğum bu tip çıkışlar şu gerçeği değiştirmiyor: İlkesel aşınmalar hep ağır basmakta, söylenti ve dedi kodu kural haline gelmektedir. Yahya Kemal sansür edildi iddiasının, İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nda bitmesi beklenmemesi gereken iktidar çekişmelerinin ürünü olduğunu söylemek mümkün. Bu tavır, etik ve hukuki denetimden yoksun iktidar savaşlarına prim verdiği ölçüde teatral kirlenmeyi de teşvik ediyor. Bu arada ciddiyetle üzerine gidilmesi gereken vakalar da gümbürtüye gidiyor. Bu sadece profesyonel tiyatro bölgesinin sorunu değil; amatör” ve muhalif denilen tiyatro bölgelerine bakıldığında da benzer olaylar yaşanıyor. Her yerde olduğu gibi İ.B.B. Şehir Tiyatroları’nda da iktidar çekişmelerinin yaşanması doğaldır. Fakat bu oyunun kurallarının olması gerekir. Örneğin iktidar çekişmesinde sansür bir araca dönüşüyorsa bu kabul edilemez. Aynı şekilde, temelsiz bir şekilde sansür iddialarının ortaya atılması da kabul edilemez. Bu tip yaklaşımlar daha doğru alternatiflerin üretimine değil, kirlenmeye hizmet eder. Daha önce çeşitli vesilelerle İ.B.B. Şehir Tiyatrolar çatısı altında yaşanan “Yedi Tepeli Aşk”ın bir sansür dayatması yaşadığını dile getirmiştim. Aynı dönemde çeşitli hassasiyetler nedeniyle açıkça gösterimi engellenen başka oyunlar da vardı. Niçin bunlar değil de “Yedi Tepeli Aşk” gündemi öne çıktı? Pekiyi çıktı da ne oldu? Tiyatro camiamız gümbür gümbür bir muhalafetle sansür dayatmasına, nihayetinde bu dayatmaya boyun eğilmesine ve oradan da başka engellemelere mi odaklandı? Mesele şu: Mevcut İ.B.B. Şehir Tiyatroları yönetiminin bir şekilde yıpratılıp iktidardan düşürülmesi gerekiyor. Bu nedenle yönetimin ölümcül hatalar yapması gerekiyor. Öyle ki, yeri geldiğinde sansür balonu uçurmakta sakınca görülmüyor. Evet, iktidarı ala aşağı etmek gibi bir istek ve hararet olduğu kesin; ama yerine ne koyacaksın ya da alternatif olarak neyi öneriyorsun, öneriyorsan niçin harekete geçmiyorsun belli değil. İktidar düşsün bir, sonrasına bakarız. Durum aynen yüksek siyaset sahnesinde olan bitenlere benziyor. Türkiye’de CHP ne kadar muhalefetse, Orhan Alkaya karşıtları da o kadar muhalefet. Olur olmaz itiraz et; gerisi tufan… Pekiyi Alkaya AKP mi? O da değil. Öyleyse bu olan bitenlerin anlamı ne? Geçenlerde Tiyatro Dünyası editörü Can Törtop’un Genco Erkal’la yaptığı söyleşinin ses kaydını dinledim. Genco Erkal’ın bir tespiti dikkatimi çekti. Uzun süre Dostlar Tiyatrosu genç seyircilerle buluşmakta zorlanmış. Fakat Beckett’in “Oyun Sonu” adlı eseri sahnelendiğinde arzulanan buluşma bir şekilde gerçekleşmiş. Doğrudur; tiyatro alanında dünya ve memleket meselelerini biraz ciddiye alan ve açmazlar karşısında umutsuzluğa kapılan gençler absürd tiyatroya yöneliyorlar. “Umurum mu?” demeye çalışanlar ise yine Genco Erkal’ın deyimiyle “kakara kikiri”lerle oyalanıyorlar - ki bu trend “Recep İvedik” fenomeniyle tavana vurmuş durumda. Yani ortada dünyayı değiştirmek isteyen belirgin bir gençlik dinamiği yok. Bir adım daha atarak, değişimi ve aydınlanmayı teşvik eden güçlü entelektüel çevreler var mı, bir de onu sorgulamak lazım – ki bu genç nesilleri aşıp da gençlerden şikayet edenleri bağlayan bir sorun. İ.B.B. Şehir Tiyatroları hakkında dönen tartışmalar da absürdizm ve kakara kikiri’ler arasında bir yerlerde dönüyor. Bu açmazın üstesinden gelmenin yolları var elbette. Bir tanesi de örneğin sansür ile sansür balonu arasındaki ayrımı gözetmek ve ona göre tutum geliştirmek.
Ömer F. Kurhan fkurhan@gmail.com
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Tiyatrom’un Kapanması Ne Anlama Geliyor?
Teatral Kirlenmenin Önüne Geçilmesinde Kamusal Ciddiyet Esastır
Eski Tiyatrom Editörü Ertuğrul Timur’a Bir İtiraz ve Çağrı
Tiyatro Yayıncılığına Kısa Bir Bakış
(Kaynak: Mustafa Demirkanlı'nın tiyatrodergisi.com.tr sitesi)
***
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 1
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 2
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 3
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 4
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 5
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 6
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 7
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 8
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 9
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 10
TİMUR'UN ÇÖP KUTUSU / 11
***
DEMİRKANLI'NIN ÇÖP KUTUSU / 1
***
Çöp Biraderler; Yalancı Mustafa Çöp, Sansürcü Ahmet Ertuğrul Çöp, Karanlık İşçisi Ömer F. Çöp, aynı çöplükte buluşup seri iftira imâlatına başladılar!