2 Eylül 2007 Pazar

Kırca, Şarlo olamazdı!...

Şarlo olabilmek için, Charlie Chapline olmak gerekir. En azından Chapline'nin yaşadıklarının benzerini yaşamak gerekir. Açlık, yoksulluk, yoksunluk, sefalet... çekmek gerekir. Daha da önemlisi işçi sınıfının yaşadıklarını yaşamak gerekir...

Levent Kırca, hiçbir zaman işçi sınıfının yaşadıklarını yaşamadı. Ne pratik anlamda, ne de teorik anlamda. Rüzgarın savurduğu yerlere gitmeyi seven Kırca, şimdi de, hızla yok olmaya doğru gidiyor. Çünkü o, Chapline gibi işçi sınıfının sorunlarını anlatan bir sanatçı değil, egemenlerin sanatçısı oldu. Sınıf bilincini keskinleştirmek yerine, bu bilinci yumuşattı. Hatta bu bilincin sarhoş olması için, ömrünü çürüttü...

Tiyatro Dünyası sitesinde gördüğümüz yorumu önemsiyor, aktarıyoruz:


NEDEN BİZİM ŞARLO’MUZ OLAMADIN SEN LEVENT KIRCA?


Medyatava yazarı Neslihan Acu, son günlerde polemiklerle gündeme gelen tiyatro sanatçısı Levent Kırca'yı ve onun 80'li yıllarda yarattığı tipleri farklı bir bakış açısıyla değerlendirdi...

Charlie Chaplin’in yarattığı “Şarlo” tipi ölümsüzdür. Altları yırtık koca postalları, şalvar tipi pantolonun üstüne giydiği frak bozması ceketi, melon şapkası ve bastonuyla hem çöplüğü, hem asaleti bir arada temsil eder. Ama Şarlo’yu unutulmaz kılan onun karakteridir. Şarlo yoksuldur, daima ezilenin tarafındadır. Ama “batsın bu dünya”cı değildir; zevkleri incedir, merhametlidir. Olsa olsa biraz sarsaktır; koluyla, bacağıyla dünyayı yıkar. Ama sarsaklığı bile artistiktir; seyretmesi keyiflidir. Şarlo’yu Şarlo yapan yaratıcısı Charlie Chaplin’dir elbette. Chaplin’in zekası ve hümanistliğidir.

Levent Kırca’yı taaa "Oyun Treni" zamanlarından hatırlarım. “Olacak O Kadar”ları seyrederek geçirdik ilk gençlik günlerimizi. Levent Kırca o zamanlar bizim Şarlo’muzdu. Hastanenin acil servisinde kafasına geçmiş bir baltayla ilk yardım bekleyen vatandaştı o; maaş kuyruğunda kalp krizi geçirip ölen emekliydi; sekiz çocuğuyla gecekonduda yarı aç yarı tok yaşayan işçiydi; aybaşında aldığı maaşı kasaba, bakkala dağıtıp evine cepleri boş dönen ezik memurdu. O kadar trajik konuları öylesine komik işliyordu ki, insanı gülmekten ağlatıyordu. Bu ilk “Olacak O Kadar”lar gerçekten çok başarılı programlardı. Tabii bu başarıda Levent Kırca’nın oyunculuğu kadar, senaryo ekibinin yazdıklarının büyük payı vardı.

Türk televizyon tarihinin bu en uzun soluklu programı başka isimlerle, farklı oyuncularla hep devam etti. Ama ilk yıllardaki o incelikli mizah yerini gitgide kaba saba, didaktik bir mizah anlayışına bıraktı. Her bölümün sonunda bir “kıssadan hisse” veriliyordu artık. Yapılan mizah da birtakım kelime oyunlarına dayanmaya başladı. İSKİ, jet-ski gibi kelimeler sakız misali çiğneniyordu Levent Kırca’nın ağzında. Derken bir de “sarhoş tiplemesi” yarattı ve çok başarılı oldu. Ki, bu yazının yazılma nedeni esas olarak bu sarhoş tiplemesidir.Levent Kırca’nın canlandırdığı bu sarhoş tipi öylesine komik, sevimli ve canayakındı ki, ortalık birdenbire Levent Kırca taklitleriyle (ama tabii ki bunlar sevimsiz versiyonlarıydı) dolup taşmaya başladı. Gece yarısı polisler kameralar eşliğinde arabaları durduruyorlar, bu arabaların sürücü koltuklarında oturan sarhoş sürücüler ise kırmızı burunları, kayık gözleri ve peltek konuşmalarıyla Kırca’yı taklit etmeye debeleniyorlardı. Kameralar bunları çekiyor, haberlerde gösteriyor ve halkımız da gülerek izliyordu. Sarhoş sürücü olmak birdenbire moda olmuştu, Levent Kırca sayesinde. Oysa bu Kırca taklidi sarhoş sürücüler hiç komik değildi. Yol açtıkları kazalar ise hiç mi hiç komik değildi. Ama Levent Kırca tınmıyordu. Yakalamıştı ya bir inek, kurutuncaya kadar sütünü sağacaktı. Bu sarhoş tiplemesiyle milletimizi tam 12’den vurmuştu zira. Çünkü her vatan evladının hayalinde şöyle sarhoş sarhoş arabaya atlayıp birkaç kaza yapmak, ortalığı birbirine katmak vardı.

Daha sonra Peker Açıkalın da “kapıcı Gaffur” tiplemesiyle, benzer bir şekilde milletin kalbini 12’den vurdu. Bizim millet psikopat karakterleri çok seviyordu nedense. En az sarhoş sürücüleri sevip bağrına bastığı kadar. Bu iki komedyenin yıllar sonra aynı programda buluşup bizleri Türk tipi mizahtan soğutmayı başarmaları ilginç bir durumdur. Neyse… Biz dönelim Levent Kırca’ya. Kırca’nın baltayı tam anlamıyla taşa vurması, politikacı bir bayanın bakireliğini programına mizah malzemesi yapmasına denk gelir. Bayan politikacı –haklı olarak- programı RTÜK’e şikayet eder, kanal bir gün karartılır, Levent Kırca bunu protesto etmek için Ankara’ya yürümeye, açlık grevlerine kalkışır, yüzüne gözüne bulaştırır ve nihayet Levent Kırca efsanesinin sonu gelir.

Sonunda anlarız ki Levent Kırca bir kağıttan kaplanmış. O ilk yılların güzelliği tümüyle senaryo grubunun güzelliğiymiş. Levent Kırca hiçbir zaman bizim Şarlo’muz olamazmış. Olmaya layık değilmiş. Şarlo’yu ölümsüz kılan, yaratıcısı Charlie Chaplin’in zekasıydı demiştik. Levent Kırca’yı yok eden ise, Levent Kırca’nın kaba, hantal ve maço mizah anlayışı oldu. Senarist grubu arkasından çekildiğinde takke düştü kel göründü, Levent Kırca popülist ve sığ mizahıyla (buna mizah da denmez aslında, sululuk denir) karşımızda çırılçıplak kalıverdi.

Halen daha “en iyi sarhoş şoför tiplemesini ben yapıyorum” diye övünüyormuş sağda solda. Bence bunun için utansa daha iyi olur. Bir sürü trafik kazasına rol modeli olduğunu bilmek nasıl bir duygudur ki

Mizahçının iyisi popülist mizah yapmaz. Tam tersine, sivri ve tehlikeli konulardır iyi bir mizahçının alanı. Çünkü söylenilemeyeni söyleyebilmek için mizahı seçmiştir. Tıpkı Aziz Nesin gibi, Kishon gibi, Don Camillo’ların yaratıcısı Guareschi gibi. Diyeceksiniz ki bunlar yazar. Evet ama Charlie Chaplin oyuncuydu. Nazizm tüm dünyayı kasıp kavururken, 1940 yılında çevirdiği “Büyük Diktatör” filmiyle Hitler’le bir güzel dalgasını geçmişti.

Şarlo çok cesurdu, iyi yürekliydi, asildi, merhametliydi. Gençliğimizde bizim Şarlo’muz sanma gafletine düştüğümüz Levent Kırca ise kıytırık bir sarhoş şoför tiplemesiyle hatırlanacak ilerde. Topluma kötü örnek dendiğinde ilk akla gelen isim olacak. Bu hatayı temizlemesinin bir yolu var elbette. Yarattığı o şirin, sevimli sarhoş şoför tiplemesini unutturacak ve mümkünse kapıcı Gaffur’a da benzemeyen, yani bu milletin hastalıklı duygularını sömürmeyen, iyi bir karakter yaratsın bir zahmet. Eski günler hatırına hiç olmazsa. Ona buna çamur sıçratarak, bulaşarak ayakta kalmaya çalışmaktan daha onurlu bir yol değil midir bu?

tıkla: Tiyatro Dünyası