Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'a ait bu site, sosyalist kültürün oluşumuna katkıda bulunmak amacıyla yayınlanıyor.
30 Kasım 2007 Cuma
Oda TV yayında...
Bir dönem İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'e ait yayın organlarında yazan gazeteci-yazar Soner Yalçın'a ait Oda TV'de, Perinçek ile terör örgütü PKK arasındaki bağlantılar konusunda ilginç detaylara yer verildi.
Haberde 2000'e Doğru dergisinin, PKK'nın yayın organı gibi olduğunun altı çizildi. Derginin 22 Ekim 1989 tarihli sayısında, bölücübaşı Abdullah Öcalan'ın, Atatürk'ün Kocatepe'deki fotoğrafına benzetilerek dağda çekilmiş fotoğrafına yer verildiği vurgulandı. PKK'lı Yücel Halis de iddiaya göre; 1991 yılında, dergi aracılığıyla dağdaki teröristlere mesaj göndermiş. Habere göre, Perinçek'in Aydınlık grubunun PKK ile flörtü 20 Ekim 1991 seçimleri öncesine kadar devam etmiş. Yazıda bu konuda şu bilgiler veriliyor: "Dergi o dönem Kürtlerin partisi HEP ile ittifak yapabilmek için kolları sıvadı. Taban birlik istiyor. Ama Sosyalist Parti, HEP ile ittifak yapmadı. HEP, SHP ile ittifak yaptı. Bundan sonra 2000'e Doğru da HEP'i hedef alan haberler yapmaya başladı. HEP yöneticileri acımasızca yerden yere vuruldu. 2000'e Doğru dergisi Öcalan'ın 'objektif ajan' iddiasıyla öldürdüğü PKK'lıları haber yapmaya başladı. 15 Aralık 1992'de PKK'nın yayın organı Berxweden'de, Doğu Perinçek ve Aydınlıkçıları hedef alan bir makale çıktı. Ve yollar ayrıldı." Haberde Perinçek'in ideolojiyi değil, siyaseti merkeze alan bir politikacı olduğu vurgulanırken, "Yoksa Odatv.com olarak ne Perinçek ile ne de bir başkasıyla kişisel meselemiz yoktur. Bizim isteğimiz, Perinçek'in dün söylediği ve yazdığını bugün hemen değiştirmesindeki kurnazlığının sebebini anlamaktır. Perinçek, PKK'nın psikolojik harp merkezi gibi çalışmıştır."
Doğu Perinçek'in PKK yanlısı başlıkları
Türk askerleri Cudi'de kimyasal silah kullanıyor.
PKK ordulaşıyor: Doktor Baran, komando taburuna meydan okuyor: "Gelin buradayız" diyor. Karakol komutanı, erzaklarını PKK ile paylaşıyor.
"Dağlarda gerilla barınamayasın" diye ordu, orman yakıyor.
PKK gerillaları efsaneleşiyor, kimse öldüklerine inanmıyor.
PKK kamp komutanları anlatıyor: Hedefimiz, çocuklar değil.
Nusaybin'de Kürt intifadası.
Gerillalar onbaşıyı dağa kaldırdı.
Hakkari'nin küçük generalleri.
Tıklayınız: Zaman
Aptallara bilgiler!
Bazen, doğru kullandığımızı sandığımız bilgiler, günün birinde, yanlışlanırsa, şaşırmamalıyız. Örnekse ben, aptallık dönemlerimde, devekuşunun başını kuma soktuğunu sanır ve buradan yola çıkarak; "devekuşu gibi başını kuma sokmak" deyiminin doğru olduğunu sanırdım. Aptallık işte!...
Zamanla, böyle birşey olmadığını anladım ve aptallıktan kurtuldum. Ne var ki, bu aptallaştırıcı bilgi, hala varlığını koruyor...
Neyse ki, Google Tanrısı Internet Peygamberi'ni dünyaya yolladı da, hangi aptallıklara taptığımızı bize gösterdi!!! HB
Devekuşları niçin başlarını kuma gömerler?
Bu inanç ve görüşün nereden kaynaklandığı bilinmiyor. Güya devekuşu başını kuma gömünce düşmanlarını ve gelecek tehlikeyi görmez, onun için de rahatlarmış. Güney Afrika'da 80 sene boyunca yapılan gözlemlerde böyle bir olay görülmemiştir. Hiçbir devekuşu kafasını kuma gömmeye teşebbüs etmemiştir. Zaten bunu yaparlarsa boğulacakları da kesin.
Her ne kadar beyinleri gözlerinden küçük olsa da, kuş dünyasının en akıllılarından olmasalar da, devekuşları kendilerini gizlemek için başlarını kuma gömecek kadar da aptal değillerdir. Bu görüntünün asıl nedeni devekuşu yavrularının yırtıcı hayvanların saldırılarına karşı açık ve korumasız olmalarıdır. Onlar yetişkin devekuşları gibi hızlı koşup kaçamazlar. Bir tehlikeyi sezdiklerinde aniden kendilerini bulundukları yere bırakarak, hareketsiz kalıp çevreye uyum sağlayarak düşmanlarının dikkatlerinden kaçtıklarını ümit ederler.
Anne devekuşları bazen bütün vücutlarını, kanatlarını da açarak, toprak üzerine yatırırlar ve yavrularını güneşin kavurucu etkisinden korumaya çalışırlar. Ayrıca devekuşlarının dinlenirken boyun kaslarını rahatlatmak için veya çok sık olmasa da, uyurken bazen bu pozisyonu aldıkları biliniyor. Hatta bir görüşe göre, bu pozisyonda kafalarını yere dayayıp düşmanlarının ayak seslerini dinledikleri de ileri sürülüyor.
Daha yumurtadan çıkar çıkmaz erişkin bir tavuk büyüklüğünde olan devekuşu yavrularının uzun boyunları genellikle bej rengindedir ve üzerlerinde siyah çizgiler vardır. Bu renklerle ot renkleri ve gölgeleri karışarak iyi bir kamuflaj imkanı sağlar. Bu durumda otların aralarına başlarını soktuklarında vücutları görünürken boyun ve baş kısımları görülmez. Görülmeyen başın kuma gömülmüş gibi insanlar tarafından algılanmasının nedenlerinden biri de bu olabilir. Bu tip uçamayan büyük kuşların başlarını kuma gömme gibi aptalca bir savunma sistemine zaten ihtiyaçları yoktur. İşitme ve görme duyuları son derecede iyidir. Boylarının da avantajı ile çevreyi çok iyi gözleyebilirler. Düşmanı diğer av adaylarından önce sezebilirler.
Üç metrelik boylarına ve 100 - 150 kilogramlık ağırlıklarına rağmen saatte 50 kilometre hızla koşabilirler. Köşeye sıkıştıklarında ise kolay teslim olmazlar. Çok seri ve kuvvetli tekme atabilirler, uzun boyunları sayesinde düşmanı yaklaştırmadan mücadele edebilirler.
Tıklayınız: hisse. net / hakkinen
29 Kasım 2007 Perşembe
Kocakarı masalı, amigo sloganı ve gerçekler!
ORHAN AYDIN'A (TARTIŞMAYA YANAŞTIĞI VE YANAŞMADIĞI KONULARDA) CEVAPLAR
Coşkun Büktel
30 Kasım 2007
TIKLAYINIZ
28 Kasım 2007 Çarşamba
Turan, beni duygulandırdın ulan!
..FEZA ÇAĞININ ÖNCÜ KOMEDYENLERİ
A S T R O N O T L A R
Turan Reis'in blog'unu yeni gördüm. Çok duygulandım. Bilgisayarımın tuşları nemlendi. En kısa zamanda yazacağım!...
Tıklayınız: KOMİK-Çİ
26 Kasım 2007 Pazartesi
Balzac demiş ki:
Yalanı olan adidir!
Mustafa Demirkanlı'nın yalanları sergisi yeni yeni yalanlarla her gün biraz daha zenginleşiyor
Hilmi Bulunmaz'ın açtığı, Limousine hediyeli "Demirkanlı yalanları" sergisi, 15. yalana ulaştı.
Bilindiği üzere, Hilmi Bulunmaz, Demirkanlı'nın somut yalanlarını, Demirkanlı'nın kendi cümleleriyle teşhir ediyor ve Demirkanlı'nın Coşkun Büktel, Feridun Çetinkaya ve Hilmi Bulunmaz'a yönelik o yalan suçlamalarını kanıtlaması halinde, her kanıt için kendisine bir Limousine armağan etmeye ve Demirkanlı'dan özür dilemeye söz veriyor. Bulunmaz, her yalan için, slogan haline getirdiği şu cümleyi kuruyor:
"Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir..."
Görünen o ki, Demirkanlı insanlara yönelttiği suçlamaları kanıtlamaya da, Limousine sahibi olmaya da gerek duymuyor.
Hilmi Bulunmaz, sergiye konmak üzere şimdiden 25 yalan saptadığını, okurları mide fesadına uğratmamak için, hepsini birden gündeme getirmek yerine, yalanları teker teker gündeme getirmekte olduğunu, rakamı 25'in üzerine çıkarmak için, araştırmalarını sürdürdüğünü söylüyor. Araştırma demişken, şu ayrıntıyı da hatırlatalım:
Bulunmaz, Demirkanlı yalanları üzerine araştırmasını, yalnızca, Demirkanlı'nın bize (Hilmi Bulunmaz, Feridun Çetinkaya, Coşkun Büktel) yönelik yalanlarıyla sınırlı tutuyor. Demirkanlı'nın bizden başkalarına yönelik (sayıları kim bilir kaç düzineyi bulan) yalanları hakkında kesin bilgi sahibi olmadığı için, Bulunmaz, başkalarına yönelik yalanlar konusunda Limousine vaat etmeyi göze alamıyor.
Somut olarak saptanabilen Demirkanlı yalanlarının (şimdilik) 15 tanesini aynı sayfada bulmak için, lütfen, aşağıdaki başlığı tıklayıp, Demirkanlı yalanları sergisini ziyaret ediniz:
DEMİRKANLI YALANLARI/ ONBEŞİBİRYERDE
25 Kasım 2007 Pazar
Denizden Gelen Kadın / 1
Bulunmaz Tiyatro'nun işlik çalışmasında ele aldığı Denizden Gelen Kadın'ın yazarı Henrik İbsen. Beliz Güçbilmez tarafından dilimize kazandırılan oyun, beş perdeden oluşuyor. Henrik İbsen'in "Kadın Oyunları" olarak nitelendirilen oyunlarından biri olan Denizden Gelen Kadın, duru bir dille çevrilmiş olduğundan, sahnelenmenin yanı sıra, okunabilir bir metin olarak da varlığını sürdürüyor...
23 Kasım 2007 Cuma
Tesettürlü nü yada sanatsal özkıyım!
AKP, tam bir Nasyonal Sosyalist Parti yöntemiyle iktidara geldi: Ilımlı İslam tesettürünü çıkardığınızda, ortaya kocaman bir faşist parti örgütlenmesi çıkar!...
Aydınların, aydınımsıların, aydınımtrakların AKP'ye sıcak yada ılık bakması, bu partiyi adaletli, kalkınmalı bir duruma getirmez. Olsa olsa, aydınımsıların ne denli teslimiyetçi olduğunu gösterir. Buna Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da dahil!...
Özgürlük sözcüğünü geveleye geveleye özgürlüğü tepeleyen, demokrasi sözcüğünü sık sık kullanıp içeriğini boşaltan, insan hakları söylemini anlamsızlığa doğru öteleyen AKP döneminde, sanatsal uğraşlar da, bu soysuzlaştırma harekatından nasibini alıyor!...
Aşağıda bir örneğini okuyacağınız bu durum, küçük dilinizi yutmanıza neden olabilir:
Ressam ‘nü’ tablolarını tülbentle sansürledi
Ahmet KAYA/GAZİANTEP, (DHA)
RESSAM Ayşegül Yarar, Gaziantep’te açtığı 9'uncu kişisel sergisindeki 45 eserden ‘nü’ tabloları turkuaz renkli tülbentle sansürledi. İlk gün sergilediği ‘nü’ 10 tablodan 7'sini ikinci günden itibaren kaldıran Ayşegül Yarar, galeri yöneticilerinin ‘Gaziantep halkına ağır geleceği’ uyarısı üzerine ‘nü’ tablolarına sansür uyguladığını ileri sürdü.
Ressam Yarar'ın, Ankara ve İstanbul’da açtığı 8 kişisel sergisinin ardından Sanko Sanat Galerisi’ndeki 9'uncu sergisinin açılışı geçen çarşamba akşamı Gaziantep Vali Yardımcısı Gökhan Veli Kişioğlu tarafından yapıldı. Ancak, sergiyi gezenler ‘nü’ tabloların tülbentle sansürlü sergilendiğini görünce şaşırdı.
Tablolarında yaşam, anımsama, arayış, çoğalma gibi konuları tasvir ettiğini söyleyen ressam Ayşegül Yarar, açılış sonrası gazetecilerin soruları üzerine bu sansürü, galeri yönetiminden gelen istek doğrultusunda yaptığını iddia etti.
SANSÜR MÜ, GİZEM Mİ?
Ayşegül Yarar, galeri yöneticilerinin, ‘nü resimlerin bölge halkı için ağır kaçacağını’ belirterek sergiden çıkarılmalarını ya da kısmen kapatılıp sergilenmesini talep ettiğini söyledi. Yarar, “Ben de tablolarımın sanatseverlere ulaşması için bu talebi üzülerek de olsa kabul etmek zorunda kaldım. Tülbentleri keserek, kapatılması mümkün olan tabloların çıplak bölümlerini estetik bir şekilde kapattım'' dedi.
Ayşegül Yarar bir gün sonra ise sergideki 7 tablosunu kaldırdı ve bu kez, “Aslında kapatma maksadı da vardı ama biraz da gizemli olsun diye böyle bir şey yaptım. Görenler ise bunu sansür olarak nitelendirdi. Aslında bu sıkıntı yalnız Gaziantep’e özgü değil. Diğer illerde de özellikle devlet eliyle yönetilen galerilerde aynı sıkıntılar yaşanabiliyor. Mesela, Ankara’da da böyle bir sıkıntı yaşandı. Çünkü, devlet eliyle yönetilen galerilerde nü tablolar fazla hoş karşılanmıyor'' diye konuştu.
TEPKİ ÇEKER İDDİASI
Sanko Sanat Galerisi yetkilileri ise, 2004’ten bu yana kültürel etkinliklere ev sahipliği yapan galerilerinin açılışı sırasında Gaziantep’in değerleriyle ölçüşmeyeceğine ve tepki çekeceği düşünülen eserlerin sergilenmemesi konusunda duyarlı davranılması karar alındığını, Yarar’ın sergisindeki uygulamanın da karşılıklı görüşülerek kararlaştırılıdığını söylemekle yetindi.
Ressam Yarar, sergiden 7 tablosunu kaldırdıktan sonra Ankara'ya döndü. Sergi 1 Aralık gününe kadar açık kalacak.
Tıklayınız: Ressam 'nü' tablolarını tülbentle sansürledi
POLİS TEKMESİ ÖLDÜRDÜ
MUSTAFA KURTARAN M.AKİF ERDEM, İstanbul
Avcılar'da bir parkta otururken yanlarına gelen ve kimlik sorup evlerine gitmelerini söyleyen sivil polis ekibiyle tartışan iki kız çocuğu babası Feyzullah Ete (26), polis memuru A.M.'nin kalbinin üstüne attığı tekmeyle yaşamını yitirdi. Hastanede yapılan ilk incelemede, Ete'nin göğsünde morluklar tespit edilirken, olaya karışan polis memuru ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı.
İddialara göre, Kübra (4 aylık) ve Büşra (4) adlı iki kızı olan Ete, önceki akşam 20.30 sıralarında, Piyade Komando Onbaşı Hakan Kuyucu Parkı'nda arkadaşı Ali Oturakçı ile bira içip sohbet ederken, devriye gezen Avcılar İlçe Emniyet Müdürlüğü'nde görevli üç polis yanlarına geldi. Ekipteki polislerden M., Ete ve Oturakçı'ya "Burada niye oturuyorsunuz? Evinize gidin" dedi.
Arbede çıktı
Bunun üzerine Ete, "Biz bu mahallenin çocuklarıyız. Onun için oturuyoruz" yanıtını verdi. Sinirlenen A.M., Ete'yi kolundan tutarak banktan kaldırmaya çalıştı. Ete, polisin müdahalesi karşısında kalkmak istemedi. Arbede sırasında Ete, kalbinin üzerine isabet eden tekmeyle yere yığıldı. Bunun üzerine polisler, Ete'yi ekip otosuyla Avcılar Hospital'a götürdü. Yapılan müdahalede Ete'nin, hastaneye gelmeden önce hayatını kaybettiği anlaşıldı.Savcılık kontrolünde hastanede yapılan incelemede Ete'nin sol göğsünde darp izinin bulunduğu belirlendi. İfadesi alındıktan sonra serbest bırakılan polis memuru A.M.'nin izne ayrıldığı öne sürüldü.
Kalbinin üstüne vurdu
Olay sırasında Ete'nin yanında bulunan arkadaşı Ali Oturakçı olay akşamını şöyle anlattı: "Feyzullah 15 yıllık arkadaşımdı. Akşam birlikte parkta oturuyorduk. Bir süre sonra yanımıza polisler geldi. Bize kimlik sorarak, 'Neden burada oturuyorsunuz?' dediler. Biz de, 'Bu mahallenin çocuklarıyız' deyince sinirlenip küfür etti. Bana yumruk attı. Feyzullah'a da tekme salladı. Tekme kalbinin üstüne gelince, o an yere yığıldı. Hemen hastaneye kaldırdık ama kurtarılamadı. Resmen kalbinin üstüne vurarak öldürdü."
Polis: Birden yere yığıldı
Polis memurlarının savcıya verdikleri ifadede, "Olayın meydana geldiği parkta sürekli uyuşturucu satışı ve alkollü vatandaşların çevreye rahatsızlık verdiği yönünde ihbar alınıyordu. Bu nedenle kontrol için parka gittik. Bize karşılık verince çıkan arbedede Feyzullah Ete yere yığıldı. Yerde hareketsiz kalınca ekip otosuyla hastaneye götürdük" dedikleri öğrenildi.
Bu arada polis yetkilileri, çevreyi rahatsız eden kişilerin bulunduğu parkta, iki arkadaştan sabıka sorgusu için kimlik istendiği, bu kişiler karşı gelince de arbede çıktığı, sara hastası olan Ete'nin de bu sırada yere düşerek öldüğünü bildirdi. Ailesi ise Ete'nin sara olmadığını söyledi.
'Polis tekmesiyle öldü'
Öte yandan Ete, Adli Tıp Kurumu'nda yapılan otopsinin ardından Avcılar Merkez Camii'nde kılınan cenaze namazı sonrasında Firüzköy Mezarlığı'nda toprağa verildi. Cenazeye, Ete'nin eşi Necla Ete, anne ve babası ile çok sayıda vatandaş katıldı.
Cenazede güçlükle ayakta duran gözü yaşlı anne Hayriye Ete, oğlunun ölümüne isyan ederek, "Aslan gibi oğlum, bir polisin tekmesiyle öldü. Bu olayın peşini asla bırakmayacağım. Suçluların en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum" dedi.
Ete'nin çalıştığı işyerinin sabihi Ufuk Çelik de "Feyzullah çok iyi biriydi. Hasta olduğu iddiası doğru değil. Benim yanımda çalışan en güçlü işçilerden biriydi. Olaya karışan sivil polis memuru iki gün önce de Feyzullah'ı tartaklamış" diye konuştu.
Emniyet: İçeriz deyip polise saldırdılar
Olayla ilgili olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada şöyle denildi: "Rutin devriye görevini ifa eden asayiş ekibimiz, bölgede bulunan bir park içerisinde iki şahsın alkol alarak, nara atmak suretiyle çevreyi rahatsız ettikleri şeklinde şikâyetler almışlardır. Görevlilerimiz park içerisindeki şahısların yanına gidip onları çevreyi rahatsız etmemeleri yönünde uyarmışlar ve kimliklerini istemişlerdir.
Ancak şahıslar memurlara küfür ederek kimliklerini vermek istememişler ve 'İstediğimiz yerde içki içeriz, nara atarız' diyerek görevlilere saldırmışlardır. Çıkan itişme esnasında şahıslardan F.E. görevli memurlardan biriyle yere düşmüştür.
Yere düşen polis memuru ayağa kalkmış, ancak F.E. isimli kişinin kalkamadığı görülmüştür. Bunun üzerine F.E. diğer arkadaşı A.Y.O. ile beraber ekip otosuyla yakındaki özel bir hastaneye götürülmüş, hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen F.E. hayatını kaybetmiştir."
Tıklayınız: POLİS TEKMESİ ÖLDÜRDÜ
Ayrıca tıklayınız: "Tekme atarak" ölüme neden olduğu öne sürülen polis tutuklandı
21 Kasım 2007 Çarşamba
Büktel, İnangül'e bakıyor...
21 Kasım 2007
Beckettland'a doğru yola çıkmayı düşünen okurlar için anlamsızlık üzerine anlamlı bir arka plan, hiçlik üzerine belirgin bir yol haritası...
Polat İnangül, Samuel Beckett üzerine yaptığı kapsamlı değerlendirmenin 2. ve son bölümünü de tiyatroyun.com'da yayınladı
Dokuz Eylül Üniversitesi sahne sanatları doktorandı Polat İnangül, Beckett'in biyografisi ve eserleri üstüne topladığı bilgileri anlamlı bir bütün halinde özetleyerek "Hiç Adam" Samuel Beckett'e başlıklı bir yazı hazırlamış ve bu emek ürünü çalışmasının ilk bölümünü Hilmi Bulunmaz'ın tiyatroyun.com adlı sitesine göndermişti.
İnangül metninin Beckett biyografisi ve sanatıyla ilgili genel bilgileri içeren ilk bölümüne de link vermiştik.
İnangül, Beckett'in herhangi bir eserini okumayı (yani bir anlamda Beckettland'a doğru yola çıkmayı) düşünenler için çok anlamlı bir rehber olmak niteliği taşıyan yazısının bu ikinci ve son bölümünde, Beckett'in tüm eserlerini tek tek ele alıp, muhtemel Beckett okurları için anlamsızlık üzerine anlamlı bir arka plan, hiçlik üzerine belirgin bir yol haritası sunuyor.
İnangül, Beckett'e Bakıyor... 2
...ve Onların Yakılmayan Ağıtlarını Yaktığı İçin...
21 Kasım 2007
Bir kitap içinizdeki donmuş değerleri parçalayacak bir balta olmalıdır. Okuduğunuz kitap, bir yumrukla sizi uyandırmıyorsa ne işe yarar… diyor, F. Kafka… Evet, bir kitap okuyanını sarsmıyor, uyarmıyor, uyandırmıyorsa bir kağıt parçasından farkı yoktur… Rıfat Mertoğlu’nun son romanı “Ağıtsız Kadınlar”ı ise çarpıcı öyküsü ve çağrıştırdığı gerçekliği ile bir romandan çok daha fazla şey ifade ediyor. Roman okumanın verdiği o üstün hazzı başarıyla yerine getiren bu eser, aynı zamanda gelecek kuşaklara bırakılacak kanlı bir tarihin belgesi gibi… Günümüzde sıkça duyduğumuz, artık duymaktan alıştığımız, belki de kabullendiğimiz ve çoğumuzun vah! tüh! demekle geçiştirdiği bir gerçeği gözler önüne seriyor Ağıtsız Kadınlar… Töre cinayetlerini!
Siverek doğumlu yazar Rıfat Mertoğlu, son romanında yine doğulu bir gazetecinin yaşamından bir kesit anlatıyor bizlere… Bu açıdan romanın, gerek dilinde, gerekse kurgusunda başarısını en üst çıtaya taşıyor.
Roman askerliğini Güneydoğu’da yapmış bir gazeteci olan Yılmaz’ın, töre cinayetleri ve kadın intiharlarını araştırmaya karar vermesiyle başlıyor… Bu meşakkatli yolculukta Yılmaz’ı neler beklemiyor ki… Aşklar, acılar, Güzel Zahralar, dostlar, silahlı çatışmalar, şeyhler, şıhlar, Bilge Cemşit Dedeler, acısını yüreğine gömen Çoban Hemedolar, vijdansız Kara Seyitler, Kara Seyit olmaya özendirilen çocuk Kutolar, ömrünün baharında kurtuluşu ölümde arayan Hacerler, derisi yüzülen Şemunlar… ve elbetteki romanın bel kemiğini oluşturan onlarca hiva’lardan bir hiva...
Yarattığı karakterleri ile oldukça renkli bir edebi eser sunan yazar, bu renkliliğinin aksine, yalın dili ve anlattığı -diğer bir deyişle- çağrıştırdığı kapkara bir gerçeklikle bizleri sarsıyor, iğneliyor ve bir kez daha rahat koltuklarımızda töre cinayetleri için sessiz kalmamamızı söylüyor sanki…
Ülkemizde –çoğunlukla da Güneydoğu’da- töre cinayetlerine kurban edilen kadınların sessiz bir çığlığı bu roman… Kimsenin duymadığı, bilmediği sıradan bir Güneydoğulu kızın, Hiva’nın o görünmez dünyasını görüyor yazar bu romanda:
..........“…kirpiklerini titreten serin bir esintiyle ürperdi Hiva. Gerçek dünyaya yeniden döndü. Bugüne kadar kimsenin umurunda olmamıştı. Annesi, babası, kardeşleri, akrabaları hiçbir zaman insan yerine koymamıştı onu. Kim duymuştu ki onun sessiz çığlıklarını, yakarışlarını… Düşlerini, umutlarını kim anlamaya çalışmıştı ki? Onun da düş kurabileceğini, düşlere sahip olabileceğini kim kabul etmişti ki; onu sevindiren, öfkelendiren, korkutan, yıkan, yıkılan düşlerini…”1
Törelerin saçmalığını, vicdansızlığını ve ilkelliğin bir parçası olduğunu anlatıyor bize… Hiçbir suçu olmadan, tecavüze uğradığı halde, kirlendi denilerek temizlenmeye çalışılan vahşi anlayışların kurbanlarını… Kirleten de temizleyen de erkek… Kirletilen ve temizlenense kadın… Bir başka açıdan erkekegemen bir toplumun kokuşmuşluğunun haberini veriyor Rıfat Mertoğlu… Evet, yazının başında kanlı bir tarihin belgesi demiştik… ve biz bugün bu kanlı tarihi yaşıyor ve seyrediyoruz…
ve bir gün… o gelecek güzel günlerde kadının ve erkeğin ortak egemenliğinde kurulacak bir dünyada yaşayan insanlar, bizlere dönüp baktığında acı bir gülümseme olacak dudaklarında…
ve o güzel günlere günümüzden haber verecek Ağıtsız Kadınlar…
ve o günün insanları bugün benden daha çok teşekkür edecek Rıfat Mertoğlu’na… Bir aydın, bir sanatçı olarak gününün gerçeğini yansıttığı için…
ve çağdaşlarına görmek istemedikleri bir gerçeği gözler önüne serdiği için…
ve onların yakılmayan ağıtlarını yaktığı için…
ve…
19 Kasım 2007 Pazartesi
Balzac okurken...
Yine, en iyisi, eskiden okuduğum kitaplar; Balzac'ın Vadideki Zambak romanını çektim raftan ve okumaya başladım:
"İncecik kökleri henüz ana toprakta sert çakıllardan başka bir şeye rastlamamış, ilk sürgünleri hain eller tarafından parçalanmış, açılır açılmaz çiçeklerini don vurmuş ruhlardaki sessiz acının resmini yapacak, ağıdını en dokunaklı şekilde söyleyecek sanatçı ne zaman gelecek? Dudaklarıyla bir memenin kekre sütünü emen, gülücüğü sert bir bakışın korkunç ışıltısıyla sönen yavrunun acılarını hangi şair söyleyecek bize?"
sf.8
18 Kasım 2007 Pazar
Büktel gör dedi...
18 Kasım 2007
"Yaşasın Sansür!" başlığının mucidi sansürcü Timur'dan yeni vukuat...
Sansüre karşı verdiğimiz onca mücadeleye, belgelediğimiz onca kepazeliğe rağmen; sansürcüler, "hayır, bizi terbiye (tedavi) edemediniz işte; inadına hâlâ demokrat değiliz işte, inadına hâlâ aynı kepazeliklerden vazgeçmiş değiliz işte" dercesine, sansüre ve sansürde bile çifte standart uygulamaya devam ediyorlar.
"Yaşasın Sansür!" sloganının mucidi sansürcü site sahibi A. Ertuğrul Timur, sansür yüzünden uğradığı prestij kayıplarını ya unutmuş olmalı ya da okurların unutmuş olduğuna güveniyor olmalı. Timur, yazdıklarımızdan ders almayı (ders alsa da ders aldığını açıklamayı) inatla reddederek, antidemokratik alışkanlıklarını yılmadan sürdürüyor. Diş geçirebildiği yazarların emek ürünlerine el koyuyor, kendi malıymış gibi, sanki yazının telif hakkını ödemiş gibi, "başka sitede yayınlatmam" diyor; bu ahlaksız tutuma boyun eğmeyerek yazılarını başka sitelerde de yayınlayan yazarlara (daha doğrusu, o yazarların "bazılarına", daha genç ya da kendince daha "gariban" bulduklarına) ise sansür uyguluyor; o yazarların yazılarını sitesinden kaldırıyor. Kısacası, "Yaşasın Sansür!" başlığının mucidi Timur, sansür ve dezenformasyon etkinliklerine yılmadan devam ediyor. (Bu arada "Karanlığa karşı ışıkla yürümek" gibi demokratik eylemler, Timur gibi antidemokratik insanlarca desteklendiği için, doğaldır ki, inandırıcı ve başarılı olamıyor.)
Timur yılmadan sansüre devam ettikçe, Hilmi Bulunmaz da yılmadan Timur'u teşhir etmeye ve Timur gibilere, alfabeyi belletir gibi, sansürün melanetini belletmeye devam edecek gibi görünüyor. Bulunmaz'ın teşhir ve tedip yazısını okumak için lütfen aşağıdaki başlığı tıklayınız:
Bu sabah tiyatrom'u tık'ladığımda karşıma acaip bir şey çıktı
15 Kasım 2007 Perşembe
Hilmi Bulunmaz ile söyleşi...
Yukarıdaki söyleşi, çok daha uzundu. Ne var ki, teknik eksikliğimiz nedeniyle, çok kısa olarak yayımlanabildi. İleride, daha geniş olarak yayımlanabilecek. Bu eksiklik nedeniyle, izleyicilerimizden özür dileriz... (HB)
Hilmi Bulunmaz'ın tiyatro üstüne konuşması...
Özür: Konuşmamda; "50, 100, 40... kişi" söylemi, niyetten bağımsız olarak, yanlış kullanılmıştır. İzleyicilerden özür dileriz. Etkinliğimizi, hem ilginin azlığı ve hem de salonumuzun fiziksel durumu nedeniyle, yaklaşık 10 kişi izlemektedir. Herşeye karşın, bu tür etkinliklerimizi sürdürmekte kararlıyız. (HB)
Sabahattin Ali anılıyor
SALI BULUŞMALARI
Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden hikayeci, şair, gazeteci Sabahattin Ali, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin düzenleyeceği bir panelle anılacak. Toplantıya bekliyoruz...
KONUŞMACILAR
Prof. Filiz Ali
Hıfzı Topuz
Kemal Bekir
Hikmet Altınkaynak
TARİH: 20 Kasım Salı
SAAT: 15.00
YER: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Burhan Felek Konferans Salonu
Türkocağı Caddesi NO: 1 Cağaloğlu / İstanbul
Barışarock'ta neler oldu?... 10
Görüşmelerin özeti şu şekildedir:
26 Eylül 2007 tarihinde yapılan görüşmede, TAV Yönetim Kurulu Başkanı Vedat Sevim, Mehmet Esatoğlu’nun TAV çatısı altında açılan tiyatro kursunda yaklaşık 5 yıl boyunca, 4-10 yaş arası çocuklarla tiyatro çalışması yaptığını ve bu dönemde herhangi bir problemin kendilerine iletilmediğini belirtti. Ancak cinsel taciz vakasının Esatoğlu’nun ilk kez bir gençle çalıştığı yıl -2005 yılı- vakfın kurucularından olan bir kişinin kızına özel ders verdiği çalışmalarda yaşandığını ve kurumla ilişkisinin bu taciz vakasından sonra kesildiğini söyledi. Mehmet Esatoğlu’nun taciz olayına istinaden ‘Bu bir mizansendi çocuk beni yanlış anlamış.’ gerekçesiyle taciz mağduru ve ailesiyle yüzleşme talebi olduğunu ancak, bu talebin çocuğun ailesi tarafından kabul edilmediğini ve TAV’ın bir taciz beyanı söz konusu iken bir taraf olmayı reddederek Esatoğlu ile çalışmayı kestiğini belirtti. Tiyatrocu olmak isteyen bir genç kadının daha ikinci çalışmasında taciz mağduru olmasının kendilerini üzdüğünü vurguladı.
Vedat Sevim, tacizin gerçekleştiği dönem vakayı kamusallaştırmak adına herhangi girişimde bulunmadıklarını, mağdur genç kadına bir zarar vermekten çekindiklerini zaten ailenin de benzer gerekçelerle bunu istemediğini ve Esatoğlu ile kurumsal ilişkilerini kesmekle sınırlı kaldıklarını dile getirdi. Ayrıca, muhalifler arasında bu tür taciz vakalarının, doğrudan tiyatro eğitimiyle ilgili olmasa da, artık çok konuşulur, duyulur ve bilinir hale gelmesinin ciddi ve sorgulanması gereken bir durum olduğunun ısrarla altını çizdi. Vedat Sevim, bu konu ile ilgileneceklerini, kendisine ilettiğimiz dosyayı ve görüşmemizi TAV yönetim kuruluna taşıyacağını dile getirdi.
1 Ekim 2007 tarihinde Nazım Hikmet Kültür Merkezi’yle yaptığımız görüşmede, Nimet Çakıcı ve Cansu Fırıncı, Mehmet Esatoğlu ve cinsel taciz vakası ile ilgili tartışmaları takip ettiklerini ancak varolan iddialar karşısında bir taraf olmak istemediklerini dile getirdiler. Cansu Fırıncı, Mehmet Esatoğlu ile herhangi bir kurumsal ilişkilerinin olmadığını, NHKM’nde çeşitli sanatsal etkinlikler düzenleyerek çeşitli grupları davet ettiklerini, Mehmet Esatoğlu’nun yönetmenliğini yaptığı Tiyatro Simurg’u da bu etkinliklerine çağırdıkları belirtti. Cansu Fırıncı, NHMK’nin kurumsal ilişkilerinde iki kriterin gözetildiğini; faşist ve dinci/gerici olmadığı takdirde kapılarının her ilişkiye eşit mesafede açık olduğunu belirtti. Bu nedenle, düzenlenen tiyatro festivallerine veya etkinliklerine Mehmet Esatoğlu’nu veya onun birlikte çalıştığı Tiyatro Simurg’u davet edebileceklerini belirtti. Nimet Çakıcı ise, Eğitmenler Komisyonu ile görüşmenin kendileri için değerli olduğunu ancak Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin isminin taciz olayı ve Esatoğlu ile birlikte anılmasını istemediklerini dile getirdi.
Tıklayınız: İATP-G EĞİTMENLER KOMİSYONU'NDAN BİLGİLENDİRME
Barışarock'ta neler oldu?... 1
Barışarock'ta neler oldu?... 2
Barışarock'ta neler oldu?... 3
Barışarock'ta neler oldu?... 4
Barışarock'ta neler oldu?... 5
Barışarock'ta neler oldu?... 6
Barışarock'ta neler oldu?... 7
Barışarock'ta neler oldu?... 8
Barışarock'ta neler oldu?... 9
14 Kasım 2007 Çarşamba
Dostlar Tiyatrosu bu şişenin içinde...
DOSTLAR TIYATROSU:
l969’da Istanbul’da Genco Erkal ve arkadaslari (Mehmet Akan, Sevket Altug, Ferit Erkal, Arif Erkin, Nurten Tuç) tarafindan kurulan Dostlar Tiyatrosu, ilerici toplumcu bir sanat dogrultusunda benimsedigi ilkelerle sürekli bir arastirma, deneme ve yaratma eylemi içinde etkinliklerini bugün de sürdürmektedir. Bugüne kadar yak lasik 40 yapim sunmus olan Dostlar Tiyatrosu, tiyatro kurslari, koro çalismalari, amatör isçi tiyatrosu toplulugu ve çagdas halk danslari toplulugu gibi yan kuruluslarla bir kültür ve egitim merkezi niteligini de kazanmistir. 70li yillar, Dostlar Tiyatrosu’nun baslicalikla bel gesel tiyatroya agirlik verdigi dönemdir:Rosenbergier Ölmemeli (A. Decaux 1969), Sorusturma (1971, Weiss), Havana Durusmasi (1970, Enzensberger), Siii’de Av (1973, 0. Asena), Dostlar Tiyatrosu’nun oyun dagarinda Türk sanatçi ve edebiyatçilarindan uyarlamalarin da özgün bir yeri vardir: Abdülcanbaz (1972, çizgi-oyun, Turhan Selçuk’tan), Azizname (A. Nesin’den, 1973), Kerem Gibi (N. Hikmet’ten 1974) ve Agri Dagi Efsanesi (1981, Y. Kemal’den). Dostlar Tiyatrosu, özgün yapitlar da üretmistir: Aipagut Olayi (H. Zeybek, 1971), Sabotaj Oyunu (M. Koper, 1971), Gün Dönerken (Y. Çetinkaya, 1976). Yabanci yapitlardan uyarlamalar (Aslan Asker Svayk, 1971) yanisira, çagdas dünya tiyatrosu dagarcigindan Düsmaniar (1974, Gorki), Nekrassov (1970, Sartre), Yaz (1986, Bond) ve Buruk Ezgi (1990, Havel) gibi oyunlara yer veren Dostlar Tiyatrosu Türkiye’nin toplumsal - ekonomik sorunlarini ve olaylarini irdeleyen yazarlarla isbirligi yaparak, birçok yeni Türk oyununun sahneye çikmasini da saglamistir. (örnegin, Asiye Nasil Kurtulur, 1984 V. Öngören). Dostlar Tiyatrosu’nun son on yili baslicalikla Brecht oyunlari dönemi olarak nitelendirilebilir. Kurulusundan bu yana izleyiciyi düsünmeye yöneltici, tartismaci bir tiyatro ortami yaratma dogrultusunda göstermeci bir sahneleme ve oyunculuk anlayisini benimsemis olan Dostlar Tiyatrosu’nun bu dönem ürünleri söyle gösterilebilir: Kafkas Tebesir Dairesi, Brecht Kabare; Bertolt Brecht, Bay Puntila ile Usagi Matti, Galileo Gaiilei. Dostlar Tiyatrosu’nun son çalismasi M. Ulusoy’un sahneledigi Sevdali Bulut’tur (N. Hikmet, 1991- 92). Dostlar Tiyatrosu’nda baslicalikla Genco Erkal, Macit Koper ve Mehmet Akan yönetmen, Metin Deniz ve Tuncay Çavdar sahne tasarimcisi, Metin Deniz ve Sevim Çavdar giysi tasarimcisi, Mehmet Akan, Arif Erkin de sahne müzikçisi olarak yer almislardir.
Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz'a karşı var edilen "yokinsan" Burak Caney'i sahiplenen (bkz. Burak Caney'in Yorumları) Gölge Tiyatro, şimdi de, halka değil, Efes Pilsen'in şişesine yaslanarak "son yıllarda ayakta kal"an Dostlar Tiyatrosu'na ev sahipliği yapıyor...
Oysa Dostlar Tiyatrosu'nun patronu Genco Erkal demişti ki:
Hande Üçkaleler - Tiyatroya verilen önem git gide artıyor gibi geliyor bana... Sponsorlar destek vermiyorlar mı?
Genco Erkal - Biz, o bakımdan da şanslı değiliz. Sponsorlarda politik tiyatro yapan sanatçılara pek yakın durmuyorlar. Biraz uzak ve düşmanca bakıyorlar açıkçası. O yüzden sponsorlardan fayda beklemiyoruz ama Efes Pilsen yıllardır bizi destekliyor. Bizim son yılllarda ayakta kalmamıza çok yardımcı oldu. Onun örnek olmasını diliyorum.
(Kaynak: Politik tiyatro izleyicisi azalıyor...)
Coşkun Büktel Vikipedi'de...
Tıklayınız: Vikipedi
DEMİRKANLI YALANLARI (onubiryerde)
YALAN: 1
"(Coşkun) Büktel için, kendisini pohpohlayan bir yayıncının (Hilmi Bulunmaz) Hacker'lık yapmasında hiç bir ahlaki sorun yoktur."
(Kaynak: Demirkanlı tiyatroyu zehirliyor)
Mustafa Demirkanlı, Hacker'lık suçlamasını kanıtlasın, kendisine fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
YALAN: 2
"Efendim, Büktel, vakti zamanında -Rahmi Dilligil zamanında- Devlet Tiyatroları'na sanatçı kadrosundan girmek istemiş..."
(Kaynak: "Mustafa Demirkanlı Sinsi Yalanlar ve Tahriflerle Okurları Yanıltmaya Çalışıyor.")
Mustafa Demirkanlı, yukarıdaki suçlamayı ne zaman yapıyor?. Rahmi Dilligil'in yolsuzluk nedeniyle mahkum olduğu ve kelepçeli fotoğraflarının yayınlandığı dönemde yapıyor. Demirkanlı, Büktel'in DT kadrosuna girmek istemesini suçmuş gibi gösterebilmek için, cümlenin akışını kesip parantez açarak, "Rahmi Dilligil zamanında" girmek istediğini özellikle belirtiyor. Oysa Büktel, Dilligil zamanında DT'ye girmeye teşebbüs etmediği gibi, Dilligil'in (DT sanatçısı Nâlan Örgüt ve DT yönetmeni Şakir Gürzumar aracılığıyla) önerdiği kadro teklifini de reddetmiş ve yazısında bunu açıklamıştı.
Mustafa Demirkanlı, Büktel'in, Rahmi Dilligil zamanında DT'ye herhangi bir kadrodan girmek istediğini kanıtlasın, kendisine fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
YALAN: 3
"(Feridun) Çetinkaya'ya 'Lütfen, bir daha dergiye yazı yazmayın' dedim. Çünkü yalan söylemiş, bir tezgahın parçası olmuştu."
(Kaynak: Coşkun Büktel'e Sanatseverler Değil, Ancak "Sanatsavarlar" Yalancı Diyebilir)
Mustafa Demirkanlı, Çetinkaya'nın yalan söylediğini ve bir tezgahın parçası olduğunu kanıtlasın, kendisine fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
YALAN: 4
(Feridun Çetinkaya ve Coşkun Büktel'i suçlayarak) "Bu 'ilkel ve iğrenç' dergiye (Tiyatro... Tiyatro...) sızmak için bu kadar tezgah niye?"
(Kaynak: Coşkun Büktel'e Sanatseverler Değil, Ancak "Sanatsavarlar" Yalancı Diyebilir)
Mustafa Demirkanlı, Çetinkaya ve Büktel'in dergiye sızmak için tezgah kurduğunu kanıtlasın, kendisine fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
YALAN: 5
(Coşkun Büktel) "Theope'yi sahneleyebilecek kimsenin olmadığını iddia eder"
(Kaynak: "H.Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel (1)")
Mustafa Demirkanlı, Büktel'e yönelttiği bu suçlamayı kanıtlasın, kendisine fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
YALAN: 6
"Zaten Coşkun Büktel'in genel karakteridir. Yanına birini alır, iliğini sömürene kadar kullanır ve atar."
(Kaynak: Mustafa Demirkanlı, "H. Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel (1)")
Mustafa Demirkanlı, Büktel'e yönelttiği bu iğrenç suçlamaları kanıtlasın, kendisine fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
YALAN: 7
"Ancak, üşenmeden onun (yani Burak Caney'in) eleştirisini ve senin (yani Büktel'in) senaryonu okuduktan sonra (Burak Caney'in) söylediklerine olduğu gibi katılıyorum."
(Kaynak: Coşkun Büktel Bulaşma, İşine Bak!)
Mustafa Demirkanlı, Büktel'in, "Hamdi Mümkün yahut İkinci Geliş" senaryosunu (217 sayfalık, henüz yayınlanmamış senaryosunu) "okudum" dediği tarihte okuduğunu kanıtlasın, kendisine fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
YALAN: 8
"Büktel sürekli şunu savunur: 'Bu eseri sahneleyecek bir yönetmen yok.' "
(Kaynak: Mustafa Demirkanlı "Hay Allah")
Mustafa Demirkanlı, parantez içinde ve italik olarak yazıp Büktel'e mal ettiği o sözün kaynağını gösterirse, yani o sözü kendisinin uydurmadığını belgelerse, yani yalan söylemediğini kanıtlarsa, kendisine fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
YALAN: 9
(Yılmaz Öğüt'e) "Türkçesi siz hırsızsınız diyordu Coşkun Büktel"
(Kaynak: Coşkun Büktel'e Sanatseverler Değil, Ancak "Sanatsavarlar" Yalancı Diyebilir)
Mustafa Demirkanlı, Coşkun Büktel'in Yılmaz Öğüt'ü hırsızsınız diye suçladığını kanıtlasın, kendisine fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
YALAN: 10
"Coşkun Büktel, o eşsiz polemik dehasıyla ve zamanı bol olduğu için yazılanları cımbızlayarak okura sunmanın marifet olduğunu sanıyor ve olayları kendi istediği biçimde yorumlatmaya çalışıyor."
(Kaynak: Coşkun Büktel'e Sanatseverler Değil, Ancak "Sanatsavarlar" Yalancı Diyebilir)
Yukarıdaki suçlamalarının yalan olmadığını kanıtlasın, Mustafa Demirkanlı'ya, fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
***
Yukarıdaki suçlamalarının herhangi birinin yalan olmadığını kanıtlasın, Mustafa Demirkanlı'ya fotoğraftaki Limousine'i armağan edeceğiz. Onunu da kanıtlarsa, on Limousine vereceğiz!...
Yalanlarının yalan olmadığını, gerçek olduğunu kanıtlasın; Demirkanlı'ya Limousine vermenin yanı sıra, alçak olduğumuzu açıklayacak, okurlar ve Demirkanlı'dan özür dileyeceğiz!...
Yalanlarının yalan olduğunu kabul ederse (yada en azından utanmayı ve susmayı becerirse), Demirkanlı'dan Limousine istemiyoruz; alçaklığının tescil edilmiş olması bize yeterli!...
Biz, her zaman verdiğimiz sözü yerine getirdik. Yine getireceğiz...
Demirkanlı'nın yalanlarını teşhir etmeyi sürdüreceğiz. Yalan makinesi Mustafa Demirkanlı, sadece on yalan teşhiriyle kurtulamaz!...
Tıklayınız:
YALAN: 19
YALAN: 18
YALAN: 17
YALAN: 16
YALAN: 15
YALAN: 14
YALAN: 13
YALAN: 12
YALAN: 11
YALAN: 10
YALAN: 9
YALAN: 8
YALAN: 7
YALAN: 6
YALAN: 5
YALAN: 4
YALAN: 3
YALAN: 2
YALAN: 1
Ayrıca tıklayınız:
"Onubiryerde yalanlar"
"Onbeşibiryerde yalanlar"
TOBAV duyuruyor...
BASINA VE KAMUOYUNA ÖNEMLİ DUYURU
1995 yılında TOBAV tarafından yapımına başlanan ve 1998 yılında hizmete açılanBeşiktaş Belediyesi Ortaköy Kültür Merkezi bünyesinde yer alan AFİFE JALE SAHNESİ bugüne dek TOBAV tarafından işletilmekte ve Türk Tiyatrosuna hizmet vermekte idi. Özellikle Genç Topluluklara ve Amatör Tiyatrolara ürünlerini sergilemek ve kendilerini duyurabilmek noktasınında önemli bir misyon üstlenmişti.
Geçtiğimiz yıl Beşiktaş Belediyesi ile TOBAV arasında kira sözleşmesinin yenilenmesi konusunda çıkan anlaşmazlık sonucu konu yargıya intikal etmişti.Henüz, açılan tahliye davası sonuçlanmamış ve TOBAV'ın sahne üzerindeki kullanıcılık hakkı devam ederken Beşiktaş Belediyesi anlaşılmaz ve hukuku yok sayan bir tutumla TOBAV görevlilerinin salona girişini engellemiş ve programlanan etkinlikleri görmezden gelerek salonun koltuklarını tadilat bahanesiyle ve önceden haber vermeksizin sökerek fiilen sahneyi kullanımımıza kapatmıştır.
Beşiktaş Belediyesininin tüm uzlaşma çabalarımızı reddeden ,hukuku yok sayan bu çirkin tutumunu şiddetle kınıyor ve sorumlularını kamuoyuna şikayet ediyoruz. Yasal haklarımızın sonuna dek takipçisi olacağımızın bilinmesini istiyor gerek basınınımızın gerekse kamuoyunun gerekli duyarlılığı göstermesini bekliyoruz.
Saygılarımızla.
TOBAV İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu
09.11.2007
Tıklayınız: iatp-g
DEMİRKANLI YALANLARI
Mustafa Demirkanlı demişti ki:
"Coşkun Büktel, o eşsiz polemik dehasıyla ve zamanı bol olduğu için yazılanları cımbızlayarak okura sunmanın marifet olduğunu sanıyor ve olayları kendi istediği biçimde yorumlatmaya çalışıyor."
(Kaynak: Coşkun Büktel'e Sanatseverler Değil, Ancak "Sanatsavarlar" Yalancı Diyebilir)
Yukarıdaki suçlamalarının yalan olmadığını kanıtlasın, Mustafa Demirkanlı'ya, fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
Tıklayınız:
YALAN: 19
YALAN: 18
YALAN: 17
YALAN: 16
YALAN: 15
YALAN: 14
YALAN: 13
YALAN: 12
YALAN: 11
YALAN: 10
YALAN: 9
YALAN: 8
YALAN: 7
YALAN: 6
YALAN: 5
YALAN: 4
YALAN: 3
YALAN: 2
YALAN: 1
Ayrıca tıklayınız:
"Onubiryerde yalanlar"
"Onbeşibiryerde yalanlar"
13 Kasım 2007 Salı
Dün Mitos-Boyut'u aradığımda başıma çok acayip bir şey geldi
Dün akşam, telefonla Mitos-Boyut yayınlarını aradığımda, karşıma yayınevinin sahibi Yılmaz Öğüt yada onun gibi saygın ve efendi bir insan çıkacak sanmıştım. Şu bendeki şansa bakın!... Karşıma çıka çıka Tuncer Cücenoğlu çıktı ve adımı öğrenir öğrenmez, ağza alınmayacak küfürlerle, her türlü kibarsızlığı ve efendisizliği yaptı...
Cücenoğlu telefonda bana sadece küfür etseydi, ona aldırmayacaktım. Ne var ki, küfürlerin yanında tehditler de başlayınca, şaşırdığımı ve geçici de olsa, bir ikirciklenme yaşadığımı belirtmeliyim...
Peki tehditler neydi?... Şunlardı:
"Sen fazla oluyorsun. Benimle uğraşıp duruyorsun. Seni mahkemeye vereceğim! Seni İstanbul'da barındırmayacağım! Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Sen benim gücümün farkında mısın?"
Muhbir Mustafa Şükrü Demirkanlı yalan söylemeye devam ediyor hâlâ...
Mustafa Demirkanlı demişti ki:
"Ancak, üşenmeden onun (yani Burak Caney'in) eleştirisini ve senin (yani Büktel'in) senaryonu okuduktan sonra (Burak Caney'in) söylediklerine olduğu gibi katılıyorum."
(kaynak: Coşkun Büktel Bulaşma, İşine Bak!)Mustafa Demirkanlı, Büktel'in, "Hamdi Mümkün yahut İkinci Geliş" senaryosunu (217 sayfalık, henüz yayınlanmamış senaryosunu) "okudum" dediği tarihte okuduğunu kanıtlasın, kendisine fotoğraftaki Limousine'i armağan etmeye söz veriyoruz!...
Biz sözümüzü yerine getirmezsek adiyiz; ama suçlamasını kanıtlamazsa Demirkanlı adidir...
Tıklayınız:
YALAN: 19
YALAN: 18
YALAN: 17
YALAN: 16
YALAN: 15
YALAN: 14
YALAN: 13
YALAN: 12
YALAN: 11
YALAN: 10
YALAN: 9
YALAN: 8
YALAN: 7
YALAN: 6
YALAN: 5
YALAN: 4
YALAN: 3
YALAN: 2
YALAN: 1
12 Kasım 2007 Pazartesi
Sovyetler'in dağılmasına en çok kim sevindi?
İvedilikle okunması gereken çeviri...
tıklayınız: Oyun
İvedilikle okunması gereken oyun...
tıklayınız: Bulunmaz Tiyatro
Not: Çitlembik Yayınları tarafından ikinci baskısı yapılan THEOPE, (Gölge Tiyatro dışında) hiçbir tiyatro sitesinin ilgisini çekmedi.
Chaplin, emperyalizmi içine sindirmek istemedi!
Bazen hayat dayatır: "Komünistleri sevme! Komünistlere düşman ol!" Hayat dayatmadığında, komünistleri sevmek yada sevmemek pek önemli değildir...
Amerika gibi emperyalist bir ülkede yaşıyorsanız, hele bir de, kitleleri peşinden sürükleyen bir sanaçıysanız, üstünüze üşüşen; karafatma ve yarasalar varsa, komünistleri sevdiğinizi belirtmeniz çok tehlikelidir. Chaplin, Hayatımın Hikayesi'nde, komünistleri sevdiğini belirtiyor. Bize de inanmak düşüyor... (HB)
Dostlarım bana sürekli olarak Amerikalıların bu nefretimi üstüme nasıl çektiğimi sorup durmuşlardır. Benim tek günahım, uzlaşmacı bir insan olmamamdır. Ve bu hala da böyledir. Komünist olmamakla birlikte onlardan nefret etme tuzağına düşmeyi her zaman reddetmişimdir. Böylelikle doğal olarak tüm şimşekleri de üstüme çekmiştim. Savaşta yaralanan askerlerle yardıma gereksinimi olan çocuklara destek veren kuruluşlara asla karşı değilim. Onların bu tutumunu desteklerim ama ipin ucunu kaçırdıklarında hiç çekinmeden karşı da çıkarım. Vatanseverlik kılıfı altında gerçekleştirilen bazı parasal kazançlara her zaman karşı çıkmışımdır.
Hayatımın Hikayesi / sf. 424
Karanlığa karşı ışık eylemi ve hoşuna gitmeyen gerçekleri görmezden gelme alışkanlığının kör ettikleri
12 Kasım 2007
4 Kasım "Karanlığa Karşı Işık" yürüyüşüne gitmeyenleri kınamıyor, onları sorumsuzlukla suçlamanın mantıklı olduğuna inanmıyorum. Buna rağmen, ayağımdaki sorun nüksetmemiş olsaydı, ben gidecektim. En azından gözlem yapmak için.
tiyatrom.com, eylemle ilgili üç yeni yazı yayınlamış. Sitenin sahibi A. Ertuğrul Timur'un, Ezgi Besen'in ve Mustafa Demirkanlı'nın yazıları... Her üç yazar da, yürüyüşü düzenlemiş kurumlardan biri olan TOBAV hakkında, yürüyüşten bir gün önce tekrar gündeme getirdiğim eleştiri yazısını ("Sanata Evet, Büktel'e hayır" diyenlerin hataları yüzünden tiyatromuz "ruhunu" çoktan kaybetti... Şimdi yalnızca "binalarını" kaybediyor.)görmezden gelmekte konsensüs halindeler. (Murat Karasu'nun bir yazısına karşı cevap olan bu yazımı, Karasu'nun yazısını yayınlamış, hatta Gölge Tiyatro gibi "banner"dan lanse etmiş, siteler de görmezden geliyor. Oysa o yazım, "asıl önemli meselenin" ne olduğunu hatırlattığı gibi, Büktel'in öngörülerinin kelimesi kelimesine nasıl gerçekleştiğini de belgeliyor. Ama hoşlanmadıkları gerçekleri görmezden gelme alışkanlığı, insanları zamanla, tüm gerçeklere kör edebiliyor.)
Yine de haklarını yemiş olmayalım: Her üç yazar da, henüz "tüm" gerçeklere kör değiller. TKP'nin hatalarını görebilmişler. Timur ve Demirkanlı çok net cümleler kuramamış olsalar da; Ezgi Besen, orada olmayan tiyatrocuların hukukunu da savunmak adına, yazısına oldukça net ifadeler yerleştirebilmiş.
Başta Ezgi Besen'inki olmak üzere, her üç yazarın yazısına link veriyoruz:
EZGİ BESEN
A. ERTUĞRUL TİMUR
MUSTAFA DEMİRKANLI
tıklayınız: coskunbuktel.com
Hollywood senaristleri greve devam ediyor
LOS ANGELES (AA) - Amerikan televizyon dizisi "Umutsuz Ev Kadınları" da (Desperate Housewives) Hollywood senaristlerinin grevinden etkilendi. ABD'de dört sezondur devam eden dizinin ekibinin, ellerindeki son senaryoyu da bu hafta sonuna kadar çekeceği belirtildi. Grev nedeniyle dizinin dünkü çekimlerinde de zorluklarla karşılaşıldığı belirtilen haberde, bu dizi dışında da 6 kadar dizinin gelecek günlerde çekimlere ara vermek zorunda kalacağı kaydedildi. Yaklaşık 12 bin senaristin 20 yıldır ilk kez pazartesi günü başlattığı grev yüzünden, senaryosu günlük yazılan bazı "talk-show" programlarının çekimlerine ara verildiği belirtiliyor.
11 Kasım 2007 Pazar
4 KASIM KARANLIĞA KARŞI IŞIK EYLEMİ VE SAHNE IŞIKLARININ KÖR ETTİKLERİ
Yeni not: Yukarıdaki notla birlikte yayımladığımız aşağıdaki yazıya, saatler sonra, tiyatrom; "Lütfen kopyalamayınız Link vermek için birebir kopyalamanız gerekmez Link için sayfa adresini adres satırından alarak başlığa link verebilirsiniz.. Teşekkür" ibaresini ekledi...
Bu arada, biz de koşulumuzu aktaralım: Her kim ki, bizim yazılarımızı yayımlamak ister, anlamını bozmadan, dilediği biçimde yayımlayabilir... (HB)
A. Ertuğrul Timur
12 Kasım 2007
Çoktandır kendi sitemde yazmıyordum. Ama bu tiyatromun müdavimleri için şaşırtıcı değil bazen haftalarca ara veririm bazen üstüste yazarım. İstisna bir kaç defa hariç tiyatrom'u ille de her pazar gecesi güncellerim ama yazı yazma konusunda ille de benimde yazım olsun gibi çabam olmayabilir. İşte bu haftada tiyatrom güncellendi ve pazar gecesi 03.39 da yayına verildi. Neden bu kadar geciktiğime gelince, Hep olduğu gibi dün akşam (cumartesi) başlamıştım haftalık yenileme sürecine ki gecenin 02'si gibi bir ani bel ağrısı.. Bu benim gibi 44 yıl boyunca hayatında nezleden başka hastalık yaşamamış biri için korkutan ve rahatsız eden bir garip ve ani ağrıydı. Sonrası hızla hayatımın ilklerini yaşadım. Apar topar hastane, ilk defa iğne (hem de 3-4 ayrı iğne) ilk defa serum, ilk defa tomogrofi (yoksa emarmıydı o girdiğim şey?.. her neyse) Sonuç böbrekten mesaneye yola çıkmış taş. Ağrılı ve ağrı kesicili gecenin ardından sabaha karşı eve dönüş ve hayatımda içmediğim kadar çeşit ilaç ve bugün de az buçuk sıkıntı. Her neyse bakalım yola çıkan taş nasıl ve ne zaman dışarı düşecek. Ama prensipli yaşamaya alışmış birinin kahrolası prensibiyle bu şartlarda da işte yine bir kaç saat gecikmeyle de olsa tiyatrom yayında. Haftaya ne olur bilemem.
Dün sayfaları hazırlamaya başladığımda bir fikir gelmişti aklıma. En son yapılan 4 Kasım Tiyatrocu eylemindeki yayıncıların eylemle ilgili düşüncelerini bir arada toplamak. O gün orada olduğunu bildiğim (o gün eyleme katılan Tiyatro yayıncılığı yapan başkaları da var mıydı bilmiyorum) Tiyatro tiyatro dergisi editörü Mustafa Demirkanlı, Tiyatronline editörü Yaşam Kaya, Yeni Tiyatro Dergisi yayıncısı Erbil Göktaş'dan birer değerlendirme alıp kendiminkini de ekleyip alt alta yayınlamak. İlk etapta Mustafa Demirkanlı'ya ilettim ve tamam yazarım dedi ve yazıp yolladı da. Diğerlerine ise ulaşamadan yukardaki sağlık sorunu oldu. Bense kendim de şu satıra dek bir şey yazmış değilim. İşte şimdi başlıyorum. Zaten bazı dostlarımız bu eylemi değerlendirdi. Ama ben yayıncı gözüyle yayıncılardan istemeyi, yayıncı objektifliğini yansıtabilmeyi arzuladım birazda. Şimdi bende olabildiğince objektif olmaya çalışacağım.
Durun hatta biraz fazla objektif başlayayım. Eğer ben o gün eylemi uzaktan izleyen İstanbul Belediye Başkanı yada Kültür Bakanı olsaydım o binayı yıkma konusunda tereddütlüysem o gün orada yıkmaya kesin karar verirdim. Evet evet o gün kararımı kesinleştirir ve "yıkılacak bu binalar!" derdim.
Neden mi?
Cevabını onlardan biriymiş gibi düşünmeye devam ederek vereyim.
"Yahu kardeşim bunlar aylardır bu binalar yıkılmasın diye eylem yapıyor, yayın yapıyor, yok mimarlar odası, yok gazeteler kapı kapı dolaşıyor, taraftar bulmaya çalışıyor, örgütlenmeye çabalıyor hepi topu bir araya getirebildikleri kitle 1000 kişi.. hadi taş çatlasın 1500 kişi. Şu koca şehirde tiyatrocu, tiyatrosever, sanatçı, sanatsever hepi topu sadece bu kadarcık ise bunların tepkisinden ne olacak? Ve hem İstanbul'un bu kadar güzel bir semtinde bu koca alanı sadece bu bir avuç kişinin zevki için köreltmeye değer mi? 10 milyonu aşmış bir kentte 1000-1500 kişinin talebi nedir ki? Her onbin kişide sadece biri..
Aman altını bir kez daha çizeyim bu görüş benim görüşüm değil, konuya düz mantık ve sayılarla bakacak bir siyasetçinin görüşü olabilir ancak. Benim görüşümü sorarsanız eğer on milyonluk İstanbul'da tiyatroya sahip çıkan sadece bin kişiyse işte asıl bu nedenle yıkılmamalı, tam tersine derhal bir çok yeni salon açılmalı çünkü sanattan bu derece kopuk ve sanat tüketicisi bu derece düşük bir ülke bitmiştir, tükenmiştir.
Neyse lafı bu kadar döndürüp dolandırdığım yeter gelelim şimdi iğneyi de çuvaldızı da kendimize, eylemimize , organize eden dostlarımıza, katılan ve katılmayanlara batırmaya.
8 yıl önce bir tek tiyatrocu dostum yok ama şimdi neredeyse tümünü tanıyorum derim hep ve artık gittiğim davetlerde, galalarda nerdeyse herkesi tanır hale geldiğimi fark ederim sevgili dostlar. O gün eylemdeyse yabancılık çektim. (hatta bir ara uzatılan bir eli kendime sanıp gereksiz el sıktım alakasız biriymiş el de bana uzanmamış) İnanın bana başka bir yerde gibiydim. Yani 1000-1500 kişi mi var dediniz? Ben orda 50 tanıdığa 50 tanıdığım yada 50 profesyonel tiyatrocuya bile rastlamadım.
Hayır lütfen yanlış anlaşılmasın gelenleri neden geldiniz diye asla eleştirmiyorum elbette ben sadece orda olmayanları konu ediniyorum şu an. Gelenlere değineceğim daha sonra.
Mesela Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği başkanı sevgili dostum Dersu Yavuz Altun'u görmek isterdim (Eğer ordaydı da ben göremedimse bağışlasın) zira Harbiye'nin ya da AKM'nin yıkılması "herhalde" Türk Oyun Yazarlarını ilgilendiriyor olmalı bilmem yanlış mı düşünüyorum? Sadece Sevgili Dersu'yu değil kocaman uzun bir "OYÇED" pankartı arkasına dizilmiş oyun yazarlarımızı görmeyi olmazsa olmaz sayarım ben birbirinden 2 önemli tiyatro binamızın yıkılmasına karşı eylemde.
Mesela Sevgili Ulvi Alacakaptan abimizin duyarlılığını çok iyi bilirim ve onu da Genel sekreteri olduğu TODER'in daha da büyük bir TODER pankartı arkasında Tiyatro Oyuncuları Derneği olarak kalabalık bir kitleyle görmek isterdim.
Şu Barışarock'da 3 günlüğüne geçici kurulmuş sahneyi cengaverce savunan amatör tiyatrocularımız yılların Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesini neden savunmak için yoklardı pankartlarının ardında? (belki tek tek olanlar vardır tabi kişileri tenzih ederek örgütlülük bazında ele aldığımı belirtirim)
Sahi Şehir Tiyatrolarımızdan kaç kişi vardı? Hani şu sahip çıkıp önünde toplandığımız binanın içinde asıl rolü oynayanlardan? Kaç şehir tiyatrolu vardı o eylemde? İŞTİSAN pankartı arkasında yürüyen var mıydı? Sahi öyle bir pankart var mıydı? Hiç kimse yoktu demiyorum ama kaç kişi vardı?
Ya Devlet Tiyatrolarından? TOBAV adına bu eylemlerin yılmaz önderi, savunucusu Orhan Kurtuldu her zaman olduğu gibi yine en öndeydi ama ya TOBAV üyeleri? Ya göremediğimiz TOBAV pankartı arkasındaki kitle?
Ya şu özel tiyatroların para kavgası veren sözde derneklerinden hangisi ordaydı?
Ferhan Şensoy'u, kenterler'i, BKM oyuncularını, ve diğer onlarcası "Tiyatroyu iş ve yaşam gayesi edinmiş" ismi ilgilendirmiyor muydu İstanbul'un bu iki en değerli kültür hazinesine indirilecek kepçeler? Orada bir sürü tiyatro topluluğu pankartı görmek ne hoş olurdu. Gözlerinizi kapayın hayal edin.. Semaver Kumpanya, Oyun Atölyesi, Tiyatro Kedi, Kent Oyuncuları, Bakırköy Belediye Tiyatroları, Tiyatro İstanbul.... saf saf geçiyorlar. İstanbul halkı bu tanıdıkları bildikleri tiyatrocuların neden resmi geçit töreninde gibi sokaklara döküldüğüyle ilgileniyor Harbiyeden Taksim'e doğru kitle büyüye büyüye geliyor. Yol boyunca cafelerde oturanlar sanatçıların sokaklara dökülmesiyle ayıkıp hızla hesaplarını ödeyip kitlenin arkasına ekleniyor... Ama orada ne tiyatrocular vardı ne de onları seven seyircileri ne de profesyonel bir tek topluluğun topluluk halinde katılımı.
Örneğin geçen yıl kendi salonları boşaltılırken desteklediğimiz Kartal Sanat Tiyatrosu şimdi İstanbul'un salonları için aynı desteği sunmuşlar mıydı inanın çok merak ettim. Eğer ordaydılar da ben göremedimse çok özür dilerim. Neden özellikle onları yazdığımı merak ederlerse az önce onların haberini girdim siteye. Çöp isimli oyunlarını bu sezonda sahneliyorlar. Hani şu düzenin kokuşmuşluğunu anlatan oyun.. Eğer sahnede düzenin kokuşmuşluğunu anlatıp yaşadıkları kentte hem de kendi meslekleri çevresindeki kokuşmuşluğa dur demiyorlarsa doğrusu ya çok da hazmedemeyeceğimi düşünüyorum.
Çağdaş Drama Derneğinin bir pankartı vardı. Tiyatro Kitle Örgütü olarak da sanırım sadece o pankart vardı. Kitlesi ne kadardı bilemem ama en azından biz buradayız diyorlardı bu pankartla.
Galalara gittiğimde gördüğüm tiyatroseverleri neden tiyatronun binasına sahip çıkma eyleminde göremedim? Ödül gecelerinde, kokteyllerde gördüğüm onca tiyatrocuyu neden göremedim? Acaba aslında bu binaları tiyatrocuların ve tiyatroseverlerin umurunda bile değil mi biz mi kuruntu yapıyoruz? Harbiye olmazsa Sadabatda, AKM olmazsa Cevahir'de gideriz galamıza deyip hiç de umursamıyorlar mı?
Ne yazdıkları oyunlar buralarda sahnelenen yada sahnelenecek Oyun yazarlarımızı OYÇED pankartı arkasında, ne Özel yada ödenekli onlarca tiyatrocumuzu TODER pankartı arkasında görmedim. Hatta Bir pankart arkasında yarın bu iş bizim mesleğimiz olacak salonlarımızı yıktırtmayız diyen onlarca Genç konservatuar öğrencisini, tiyatro bölümü öğrencisini görmeyi hayal ederek gelmiştim Harbiye'ye. Ama bırakın tiyatrocuları tiyatro bölüm öğrencilerini bile göremedim. Bizim lisede, üniversitede tiyatroya bulaşmış gençler vardı da onlar yoktu.
Hiç birinin pankartı yoktu, arkasında da kitlesi yoktu. Peki neler vardı? Onlarca "Yurtsever Cephe" flaması vardı. Çokça TKP bayrağı vardı. Hayır bunlar olmasın demiyorum elbette. Sivil Toplum Kuruluşları ve partiler duyarlıysalar duyarlı oldukları kitlesel eylemlere elbette katılmalı, omuz vermeli, destek olmalı. Ama burada kim eylemci kim destekçi biraz karışmış gibiydi. Yurtsever Cephe pankart ve flamaları, TKP bayrakları altında geniş bir kitle ve arada tek tek tiyatrocular... Belki Yurtsever Cephe buraya onlarca flamayla "damgasını vurmaya" gelmiş gibi değil destek vermeye gelmiş gibi davranıp sadece bir pankart arkasında toplanıp yürüme alçakgönüllülüğünü gösterselerdi daha etik ve daha şık olabilirdi ama doğrusu ya geceye damgalarını vurdular ve dışardan bakan birisi için sanırım bu tiyatrocuların yürüyüşünden çok o cephenin bir eylemi gibi yansıdı. TKP parti bayrağı açılmayacak kararına son dakika uyarısıyla değil en baştan o alana gelirken uyarak gelseydi ve TKP (yada herhangi bir siyasi parti) bayrağı arkasında yürümek istemeyecek kitleye de saygı gösterilmiş olsa daha doğru olabilirdi. (Ezgi Besen'in bu konuda anekdotları kendi yazısında yer alıyor) Ben görmedim ama bir ara DTP bayrağı da açılmış ve polis müdahalesi de olmuş.
Ama sonuçta elbette destek verene neden destek verdin demek gibi, gelene neden geldin demek gibi bir amacımız yok geldiler katıldılar hoş geldiler safa getirdiler. Biz gelmeyenleri konu edinmeye devam edelim. Acaba organize yetersizliği denilebilir mi? Ben Sayın Orhan Aydın'ın da , Sayın Orhan Kurtuldu'nun da bu ve önceki eylemler için nasıl canla başla mesai ve emek harcadıklarını biliyorum, günler önceden duyurdular. Ama acaba sanal duyurunun ötesine geçildi mi bunu da açıklarlarsa öğrenmek isterim. Örneğin TODER, OYÇED, ATÇ, İATP-G , İŞTİSAN ve aklıma şu an gelmeyen tiyatro dernekleri aranıp yöneticileriyle birebir görüşüldü mü? Yoksa biz duyurduk geleceklerse gelirler mi denildi? Görüşüldüyse bunların yanıtları ne oldu? Katılacağız deyip katılmadılar mı? Baştan mı reddettiler, yoksa bir iki temsilen gelen olup arada kayboldular mı? Neredeydi bu Tiyatro Dernekleri biri açıklamalı bana ve tiyatro kamuoyuna.
Öte yandan acaba siyasal grupların ve parti flamalarının olması yada olma ihtimali bu katılımı önlemiş midir görüşünde haklılık ihtimali olsa da, en azından sonradan halktan katılımı büyük ölçüde önlemiş olsa bile düzenleme aşamasında ben buna hak veremiyorum. Zira siz sahip çıkmazsanız başkaları sahiplenebilir. Yada bu eylemi şüpheyle karşılıyorsanız siz neden yapmıyorsunuz? TODER, İSTİŞAN, OYÇED ve diğerleri nerede? kafalarını kuma mı gömdüler? O halde siz organize edin. Kitleniz mi yok, kitlenize mi güvenemiyorsunuz? Eğer buysa siz neden varsınız?
Sanıyorum biz bir yerde hata yapıyoruz. Ben tiyatrom ile tiyatro dünyasına bulaştığımdan beri AKP yerel yada ülke iktidarında ve bu iktidarların da sanata ve tiyatroya karşı bir saldırısı tırmanarak hep sürdü. Bu manzara karşısında sürekli eylemlilik çağrısı yaptık, sürekli derneklerin dernek işlevini görmemesinin boşluğunu doldurmaya çalıştık ve örgütleyen olma konumunda kaldık. Zannettik ki ülkedeki gerici gidişe önce ışığı alnında ilk hisseden sanatçılar karşı çıkacaklardandır. Bu karanlığa elbette önce tiyatrocular, yazarlar, sanatçılar tepki verecektir. Evet ben şahsen bunu zannettim. Çünkü benim bildiğim sanatçı aydındır, aydın olan öncüdür, önderdir bir bakıma. Ama sanıyorum ki artık gerçeği görmek gerekiyor. Sanatçı artık aydın olan değil elit olan anlamına geliyor olmalı. Bu gerçeği ben kabul etmek zorundayım ki siz sevgili okurları da yanıltıp durmayayım. Evet demek ki sanatçı aydın olan değil elit olanmış... İşte bu nedenle galalarda, ödül törenlerinde, kokteyllerde gördüğünü meydanlara beklemek benim salaklığımmış. Sanki işçi eylemindeki gibi pankartların arkasında saf tutmuş tiyatrocuları beklemek de baya safça bir beklentiymiş. O girilmesi oldukça zor sınavı geçip konservatuarlı olmayı başarıp bitirip sanatçı ünvanı aldıktan sonra elbette elit olacaklar amele gibi sokakta hak arayacak değiller ya canım.... Hem onlar mesajını sahneden verir çıkar oynarlar. Haa sahnede kendi ağızlarından çıkan bu mesajlar bir karış bile uzakta olmayan kendi kulaklarından girmiyor olabilir ses atma tekniğiyle salonun en arkasına veriyorlar ya mesajı önemli olanda bu..(!)
Sanıyorum ben bir süre daha yazı yazmasam iyi olacak..... Çünkü yazarsam kötü olacak.
tıklayınız: tiyatrom