10 Kasım 2007 Cumartesi

Demirkanlı Tarihi'nden...

Foto: Kemal Kocatürk


Mustafa Demirkanlı; Türkiye tiyatrosunun yarasa, karafatma ve karabatağı!...

Mustafa Demirkanlı; Türkiye tiyatrosunun iftiracı, şantajcı ve yalancısı!...

Mustafa Demirkanlı; Türkiye tiyatrosunun çürüyen, küflenen ve ölen yüzü!...

Mustafa Demirkanlı: Türkiye tiyatrosunun kusmuğu, sümüğü ve tükürüğü...

Mustafa Demirkanlı'nın karşısına, şimdiye dek çok az insan çıkabilmiş. Çıkabilenlerin çoğu da, bir atımlık baruta sahip olduklarından, "iş"i yarım bırakmışlar...

Ben; yarasa, karafatma ve karabatağa pabuç bırakmam!...

Ben; iftiracı, şantajcı ve yalancıya pabuç bırakmam!...

Ben; çürüyen, küflenen ve ölen yüze pabuç bırakmam!...

Ben; kusmuğa, sümüğe ve tükürüğe pabuç bırakmam!...

Ben; "iş"imi yarım bırakmam!...


....................................Hüseyin Hilmi Bulunmaz


Demirkanlı'nın Kanlı Tarihi'nden:



KEMAL KOCATÜRK
5 Şubat 2006


NİHAYET VARAN-1

MUSTAFA DEMİRKANLI'YA YANIT


Bütün sıfatları kendi benliğine bencilce yığma çabasındaki Tiyatro... Tiyatro... dergisi sahibi Mustafa Demirkanlı, şimdi de kendi ağzından konuşmak yerine, sanal bazı ağızlara sığınarak, benim, daha önceki yazımda belirttiğim; “KORKAKLAR, YALANCILAR, İFTİRACILAR, HAİNLER VE SANAT BEZİRGÂNLARI” unvanlarını kimseye kaptırmamak için, en güzel yolu bulmuş; “Kemal Kocatürk’ü daha fazla dikkate almaya da gerek yok.” diyerek. Sayın Demirkanlı, bu kadar bencil olmamalı, bütün unvanları tek başına yüklenirse, Tiyatro... Tiyatro... dergisinin Temmuz / 2004 sayısında da belirtilen, “birlikte takıldığı kopillere” ifadesinde, bana atfedilmiş bu ibarelerin iade-i itibarı söz konusuyken, hepsini Demirkanlı üstlenirse, “birlikte takıldığı kopillere” ne kalır?

“İlayda isimli bir okur” ağzından; benim bunca zaman neden sustuğumu da sormayı ihmal etmemiş. Neden sustum? Bunun çok büyük bir hesaplaşma olabilmesi için. Neden sustum? Türk tiyatrosunun delikanlılarıyla, “Bürüksel(!) lahanaları” arasındaki o büyük hesaplaşma için. Neden sustum? Türk tiyatrosunu bu “KORKAKLAR, YALANCILAR, İFTİRACILAR, HAİNLER VE SANAT BEZİRGÂNLARI”ndan temizleyebilme zamanının, doğru zaman olması için.

Neden sustum? Daha önceki yazımda bunu açıklamıştım (soruşturmalardan), ama olsun. bir kez daha söylemekten yorulmam. “Dünyanın yalanı, dünyanın iftirasına katılır, hainlikle bulandırıldıktan sonra, “ödenekli kurumlarımızı siyasetten uzak tutalım” nutukları atılarak gidip, siyasilerin kucağına “onu alma beni al”, “o kaka çocuk” gibi soruşturma istemli şikayet dilekçeleri ile bir güzelce otururlar. Hakkınızda hiç yoktan davalar açılır. Sanatçılar sanatı engelleyecek denli vandalist bir hırsa bulanıp, tıpkı züccaciye dükkânına girmiş fil misali her şeyi kırıp dökerler. Hakkınızda türlü soruşturmalar, kovuşturmalar açılır.” demişim. Bu soruşturmalar nasıl açılır? Tabii ki, “YALANCI, İFTİRACI, HAİN VE SANAT BEZİRGÂNI” birileri hakkınızda şu yalan ve iftirayı yaparak: Mustafa Demirkanlı’nın www.tiyatrom.com portalındaki; “İBBŞT ve Dilekçe Hakkı” adlı yazısından... “Oysa, Gn. San. Yön. Yardımcısı Kocatürk, izinsiz yurt dışına gidiyor, bu basına da yansıyor, fakat kurum üç maymunu oynamaya devam ediyor, beni şaşırtan İstanbul Belediyesi’nin yetkililerinin de, bu konuda herhangi bir açıklama yapmamaları.” diyor. Basın dediği de, kendisine ait olan “yalanın, iftiranın” borazanlaştırıldığı Tiyatro... Tiyatro... dergisi. (Örnek bkz. Tiyatro... Tiyatro... dergisi Haziran ve Temmuz / 2004 sayıları.) Her iki sayıda da adıma; “yalan, iftira ve hainlik” gırla gidiyor. Az önceki yazıya devam edelim ve bakınız çok ilginç bir şekilde sanatın nasıl siyasallaştırıldığına da, hep birlikte, bir kez daha tanık olalım. “Kurum sanatçısı Mehmet Atak, Kurum’daki hukuk dışı uygulamalara yönelik on soruluk bir dilekçe veriyor ve Kocatürk’ün izinsiz gidip gitmediğini soruyor, aldığı yanıt ise, bu kurumun iç işleyişini ilgilendirir, sen soramazsın mealinde oluyor. Yasaya göre, sadece devlet sırrı niteliğindeki bilgiler açıklanamaz. Ancak, Atak aynı dilekçeyi ilgili olabileceğini düşündüğü birçok yere de, bilgi mahiyetinde gönderiyor, Maliye Bakanlığı ve AKP Genel Merkezi inceleme başlatıyor ve Atak’a, “4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu ve 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun” gereğince bilgi de veriyor, AKP Genel Merkezi dilekçeyi İçişleri Bakanlığı’na gönderiyor. Şehir Tiyatroları yönetiminin suçu örtbas etmeye çalışmasına, İstanbul Belediyesi’nin ilgili kişi ve kurumlarının da, bu suçu görmezden gelmelerine rağmen, minik bir olay gibi görünen izinsiz yurt dışına çıkma iddasının “Bilgi Edinme Hakkı”na dayanılarak verilen bir dilekçe ile Ankara’lara kadar uzamasına neden olması.” İşte yalan ve iftiranın nerelere sığınılarak yapıldığını görüyoruz. Önce siyasiler ve arkasından bakanlıklar, onun da arkasından belediye ve nihayetinde kendi kurumunuzun da açmış olduğu tüm bu soruşturmalara yanıt vermek ve kendinizi aklamak ne yazık ki bizim ülkemizde bu kadar uzun zaman alıyor. Şimdi, her zamanki gibi, bir tetikçi iftiracının dilekçelerine dayanılarak yapılan tüm bu basında çıkan haberlere, o zaman da yanıt veriyorsunuz. Ama sizi dinleyen yok. Efendiler pikaplarına kendi plaklarını takmışlar ve ne yazık ki, sizi duyamaz haldeler. Benim bunca zaman bu iftiraları üzerimden atmak için verdiğim çabaya sonra döneriz, ama asıl gözden kaçmaması gereken olay; “Sanatı siyasetten uzak tutalım” “çığlıkları” atanların niyetlerinin aslında ne olduğunu, neyi savunduklarını, anlamamız için çok önemli bir örnek teşkil etmesi. Yani, şikayet dilekçelerinin adresi çok önemli. Yazık! Hem de çok yazık! M.Demirkanlı, “sanat ve siyaset ilişkisi” üstüne kim bilir kaç kez nutuk atmıştır, ama yukarıdaki durumu da görmezden gelip, sırf Kemal Kocatürk’ü harcamak uğruna belki, dilekçeleriyle siyasilerin kucağına oturanları görememiş, görmezden gelmiş. Çünkü aynı çağrıyı, kendi dergisi aracılığıyla, yukarıda görüldüğü gibi kendisi de yapmış.

Ayrıca: Bkz. Tiyatro... Tiyatro... dergisi Haziran / 2004 sayısı, sayfa 39. “Kırk yılda bir/2” isimli M.Demirkanlı “YALAN VE İFTİRASI”; “Kemal Kocatürk, bunlarla da yetinmeyip, Makedonya’ya oyun yönetmeye gitti, izin almadığı anlaşılıyor, Tuncer buna da ses çıkartmadı veya çıkartamadı... Yardımcısı’nın ticari ve yurtdışındaki bir görevini görmezlikten gelecek kadar da çifte standarta, kayrımcılığa düşme pahasına.” diyor. “ticari” dikkatinizi çekerim. “ticari” sanatı, rejisörlüğü, nasıl gördüğüne bir bakın. Buna karşılık ben de yazımda şöyle demişim, çok mu? Bkz. www.tiyatrom.com “Elsiz, belsiz, dilsiziz; amma adam gibi dolaşırız ortalıkta” “yurtdışına izinli olarak gidip, yönettiğiniz oyunla ilgili izin belgeniz elinizdeyken ki, bu ülkeden yurtdışında reji yapan insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu tür teklifler alıp, bunu gerçekleştirip başarılı olan insanlarımızı övüp, kollayacağımız yerde, sövüp, “tacir, gözünü hırs bürümüş”, rejisörlüğü, “ticari” bir iş olarak gören ve göstermeye çalışan, yurtdışında rejisörlük yapmamı “ticari” olarak algılayan bu zihniyete karşı, “pes doğrusu” demekten başka bir söz bulamıyorum. Tüm bunların yanında, elinizde yönetim kurulu kararıyla verilmiş izin belgeniz olduğu halde, bir de izinsiz olduğunuzu savlayarak, kendilerini yargıç sizi de bir anda sanık yerine koymazlar mı?” demişim ama kime? Yine Tiyatro... Tiyatro... dergisinin Haziran / 2004 sayısının 38. sayfasında ne deniyor bakın; “Sanat Yönetmeni’nin, ticari bir iş olarak addedilebilecek biçimde, yurt dışında oyun yöneten Kocatürk’e soruşturma açmaması, dahası yönetmeliğin dışında 657 sayılı yasaya da aykırı olmasına rağmen, herhangi bir işlem yapmaması, anlaşılması güç bir keyfi uygulamaya işaret ediyor.” 657 sayılı yasaya da gönderme yapmadan edemiyor. Yasa neyi gerektiriyor peki? İzinsiz yurtdışına çıktıysanız, memuriyet hakkınızın elinizden alınmasını tabii ki. Şu an ben, hâlâ Şehir Tiyatroları sanatçısıyım; bunu gururla belirtmem gerek. Ama ben, bu yalan ve iftiraları için, ona açmış olduğum davadan vazgeçmeseydim, belki de kendisi şu an, ikinci kez yalan haber yapmak ve iftiradan hapiste olacaktı. Bunu ona değil, çoluğuna, çocuğuna acıdığım için yapmadım. Buna rağmen, kendileri defalarca aynı yalanları ve iftiraları sıralamayı sürdürüyor. Bunlarla da yetinmeyip, ağzından salyalar akarak Tiyatro... Tiyatro... dergisinin Temmuz / 2004 sayısında “Kafası koparılacak adam” diyerek beni hedef gösteriyor. Ve aynı sayılarda “Şehir tiyatrolarındaki gelişmeleri Tiyatro... Tiyatro... dergisinden izleyin. Abonelik için...” diyerek, üzerimden reklam yaparak, tiraj arttırma çabasına bile girişiyor. Şimdi bunun adına ne diyeceğiz? Bu “Sanat Bezirgânlığı” değil de ne? Ve bunları da, ileride birileri size basında hakkınızda çıkan yazılar diyerek, sizden savunma istiyor. Bu mu gazetecilik? Bu mu sanata, sanatçıya sahip çıkmak? Bir kez de “Kemal Kocatürk’ü daha fazla dikkate almaya da gerek yok.” demek yerine, “hata ettim, özür dilerim” demek, yeni bir başlangıç sayılır. “Yalancı, Korkak, İftiracı, Hain ve Sanat Bezirgânı” olarak senin için bile M. Demirkanlı. Türk tiyatrosuna emek vermiş ve vermekte olan bir çok insana düzenlediğiniz bu kara çalma ve iftiralardan sonra daha çok “Çığlık” atacaksın ama nafile. Yok oluşa doğru giden bu süreçte tarih ve gerçeklik sen ve de yandaşlık, yataklık yaptıklarını, hakkettiğiniz yere doğru süpürecektir. Sana gelince, sanal İlayda, hakaret olarak tanımladığınız, bu önemli kişilerin unvanlarını, içinde bulunduğum camiama söylemiyorum, camiamı kirletmeye çalışan bir avuç işbirlikçi “Bürüksel(!) lahanasına” söylüyorum. Bu unvanları saydığım tarzdan pisliğe bulaşmamış camiamın insanları neden üzerlerine alsınlar ki? Ayrıca sanal İlayda, ne yazık ki bir gerçek kimliğin bile yokken benim kim olduğumu sorgulamaya kalkıyorsun. Ben kimliğimle ve devrimciliğimle hep övündüm ve övünerek devrimlerime ve de kendime sahip çıkmaya devam ediyorum, edeceğim de. Sen istemesen de ardımdan gelen, belki de senin kuşağın için bu savaşı nefesim yettiğince sürdüreceğim. Benim son bir yılda ne yaptığımı çok merak etseydin, bulurdun. Çünkü hala ülkülerim ve ilkelerim adına savaş vererek üretmeye devam ediyorum. Azıcık özen, lütfen. Azıcık! Araştır.

Hülâsa, tüm bu “yalan ve iftira” çukurundan aradan geçen onca zamandan sonra ancak aklanıyorsunuz ve bunun hesabını sormayacaksınız? Öyle mi? Yok öyle dava. En azından bunu, benim gibi bir başkalarına da kolayca yapabilmeleri için susmalıyım. Öyle mi? Hayır efendim. Hesap yeni başlıyor. Ve bu hesap, Türk tiyatrosu, tüm “KORKAKLAR, YALANCILAR, İFTİRACILAR, HAİNLER VE SANAT BEZİRGÂNLARI”ndan temizlenmeden de son bulmayacak. Bu ülkenin genç ve “KUVVACI” güçlerine bir kez daha sesleniyorum. Bu hesaplaşma, Türk tiyatrosunun geleceği adına yapılıyor. Bu hesaplaşma, Türk tiyatrosunun, harbi delikanlılarıyla, “Bürüksel(!) lahanaları” arasında yapılan esaslı bir hesaplaşmadır. Yüreği olmayan araya girmeye kalkmasın. Ne yeni tetikçi kalemlere, ne de yeni “maydanozlara” ihtiyaç var.

Türk Tiyatrosunun harbi delikanlıları, sözüm sizedir, size! “Tekrar tekrar söylüyorum; Bildiğinizi yeniden sorgulayın. Bilmediğinizi öğrenmenin peşine düşün. Ölülere yazılmış mektuplardan değil, hayatta ve dipdiri duranların ortak üretme gücüne, birlik olma potansiyeline inanlara sesleniyorum; Manizmin (ölü tapınıcılığı) peşine düşmek yerine, hayattaki kendi mevcudiyetinize güvenin, içinizdeki temiz devrim ülküsüne, değiştirebilme kabiliyetine. Üzerinize serilmeye çalışılan karanlık örtüyü yırtın artık, ışığı içeriye alın.” Türk Tiyatrosunun “KUVVACI” güçleri, zaman, ellere süpürgeleri alıp bu işbirlikçi, fırsatçı, “KORKAKLAR, YALANCILAR, İFTİRACILAR, HAİNLER VE SANAT BEZİRGÂNLARI”nı ait oldukları çöplüğü süpürme zamanıdır.

.................................................TIKLAYINIZ

Ayrıca tıklayınız: Büktel/Kocatürk Polemiği