9 Kasım 2007 Cuma

İş yapan, bulaşır!




.......................................Katkılarından dolayı Büktel'e teşekkür.


Hilmi Bulunmaz
8 Kasım 2007


İki dünya var; doğru dünya, yanlış dünya…

Eğer siz doğruysanız; size karşı çıkanlar yanlıştır…

Tiyatro dünyası da iki tane; doğru ve yanlış…

İnsanlar, niyetlerinden bağımsız olarak, içinde bulundukları durumun / sınıfın iradesiyle düşünce oluştururlar: Egemenlerden yana tiyatro yapanlar çanak yalar, egemenlere karşı çıkanlar çanak kırar. Unutmayalım; niyetten bağımsız olarak!...

Çanak, salt sahneye çıkan tiyatro esnafına tutulmaz. Egemenlerin sömürülerini gizleyen her türden gizem oluşturucusuna da tutulur. Örnekse Tiyatro… Tiyatro… dergisi sahibi Mustafa Demirkanlı'ya da çanak tutulur...

Kimler tarafından?...

T.C. Turizm ve Kültür Bakanlığı tarafından, Efes Pilsen tarafından, AKBANK tarafından, İsviçre Hastanesi tarafından… Liste uzar da uzar!...

Peki, Mustafa Demirkanlı bu çanağı hak etmek için ne yapar?...

Her türlü pespayeliği, entrikayı, yalancılığı, şantajı… yapar!...

Neden yapar?...

Egemenlerin çanağını yalamaya razı olduğundan yapar!...

***

Genellemeyi bir yana bırakıp, somut duruma gelelim:

Mustafa Demirkanlı, Coşkun Büktel hakkında bir yazı (daha!) yazdı:

"Coşkun Büktel Bulaşma, İşine Bak!"

Bir manga komutanı edasıyla yazan Demirkanlı, elinden gelse Büktel'e; "Hazır Ol" çekecek!...

Büktel'in kendisine yanıt vermeyeceğini bildiğinden, ikide bir sırnaşan Demirkanlı, Büktel'in aşağıya aldığımız sözlerine güveniyor:


Bir insanın, yalnızca, "Burak Caney'i ait olduğu yere, sanal mezarlığa gömdük" cümlesini (bir sürü karşı kanıta rağmen) yeterli kanıt sayarak ve kanıta muhtaç bu salakça kanıta dayanarak; o cümleyi kurmuş olan insanı (Hilmi Bulunmaz'ı) "hacker" olmakla suçlaması için, belki hukuk nedir bilmeyen bir salak olması yetebilirdi; ama Bulunmaz'ı "hacker" sayan o salağın, Bulunmaz'la arkadaş olan (dürüstlüğüyle maruf) Coşkun Büktel'in de "hacker" olduğunu ilan edebilmesi için, yalnızca salak olması yetmezdi; Mustafa Demirkanlı kadar insanlıktan nasipsiz, ahlaksız, yalancı, pespaye ve alçak olması da gerekirdi/gerekti.

Demirkanlı, umarım sözünü tutar ve bundan böyle (ismimi vererek ya da vermeden veya kendisi başka bir isim ardına gizlenerek veya örneğin, hacklenmeden kurtulduğu halde aylardır bir tek yazı yazmayan ve aslında söyleyecek bir şeyi kalmadığı için "hacklendim" numarasına yatmış olan, kimliği belirsiz, sanal şahıs Burak Caney'i tekrar devreye sokarak) bana sataşmaya kalkışmaz. Ama eğer kalkışırsa, Demirkanlı'ya cevap vermek için bir şartım var: Önce, belgelediğim tüm yalanları için ("tekrar okuyunca yanlış anlaşılabileceğimi anladım, aslında şöyle demek istemiştim" tarzında önemsizleştirme gayretine girmeden) açıkça/mertçe/Türkçe/netçe, hesap verecek ya da özür dileyecek. Ve bundan böyle Büktel hakkında herhangi bir suçlama yaparsa, o suçlamayı, kanıta muhtaç kanıtlarla, salakça iddialarla değil, Büktel'in kendi ifadeleriyle "somut" olarak, direkt kaynak göstererek, kanıtlayacak. Böyle yapmazsa, bundan böyle, (Burak Caney'i asla cevaplamadığım gibi) artık Demirkanlı'yı da cevaplamayacağım.

Ben hayatımı, onun yalnızca birkaç saniyede uydurduğu kasıtlı yalanları çürütmek için, günlerce kanıt belge toplamakla, bu kanıtları mantıklı ve tutarlı bir kompozisyon içinde okurlara sunmak için kılı kırka yarmakla, daha fazla harcamak zorunda değilim.
Büktel/Demirkanlı Polemiği'ndeki yazılara rağmen Demirkanlı'nın ne mal olduğunu hâlâ anlamayanlar kaldıysa, zaten anlamak istemiyorlar demektir.

(Bakınız: Coşkun Büktel, “DEMİRKANLI'YA —BİR KEZ DAHA— SON OLMASINI UMDUĞUM CEVAP”)


Büktel, Demirkanlı'ya yanıt yazmayacağı sözü verdi. Demirkanlı, 24 Nisan 2007'de, yani taa altı ay önce, Büktel'in verdiği o söze güveniyor…

Peki, ben, Hilmi Bulunmaz, kamuoyuna, Demirkanlı'ya karşı yazmayacağım, ona yanıt vermeyeceğim sözü verdim mi?

Vermedim!...

Ne sözü verdim?...

Yalanlarını sürdürdükçe, Demirkanlı'yı sıçtığı yere dek kovalayacağım sözünü verdim. Demirkanlı bu sözümü unutmasın ve sıkı dursun!...

Demirkanlı, neden aylarca sonra yeni yalanlarla örülmüş yeni yazı(lar) yazıyor?...

Demirkanlı, eski yalanlarının izinin silindiğini sandığından, Büktel'in altı ay önce yazdığı yazıya, şimdi (yani altı ay sonra) "yanıt" veriyor.

Ne mi söylüyor?...

Her zaman söylediğini söylüyor: Yalan söylüyor!... Yani, Burak Caney'in söylediği her şeyi söylüyor!... Burak Caney’in ağzından konuşuyor. Buna karşın, Burak Caney olmadığını iddia ediyor!...

***

İmdi, daha önce de uyguladığımız bir yazma biçimiyle (örnekse "Yalanı yalanla örtmek"), Demirkanlı'yı cümle cümle irdeleyelim:


Demirkanlı diyor ki:

Coşkun Büktel, sürekli kendisiyle çelişerek, gölgesiyle kavga eder gibi herkesle kavga ederken, durup durup bana da sataşıyor.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Coşkun Büktel, kendisiyle değil, yalanlarla çelişiyor. Gölgesiyle kavga etmiyor; yalancılarla kavga ediyor. Demirkanlı da yalancı olduğundan, onunla da kavga ediyor. Bunu, niyetten bağımsız yapıyor. Bunu, gerçeklerden yana olduğundan yapıyor. Elinde değil. İstese de karşıtını yapamaz. Nasıl ki, Demirkanlı, niyetten bağımsız olarak çanak yalıyorsa, Büktel de niyetten bağımsız olarak hareket ediyor: Yani gerçekleri savunuyor…

Büktel’in Demirkanlı’ya sataştığı, yalnızca Demirkanlı’nın hüsnükuruntusudur. Büktel, 24 Nisan 2007 tarihli yukarıda linkini verdiğimiz son yazısından beri, Demirkanlı’ya karşı asla yeni bir yazı yazmadı. Yalnızca, kendisine mailler göndererek sataşan Demirkanlı’nın maillerine onu son kez muhatap alarak, art arta iki kez maille yanıt yazdı. Büktel, bu mailleşmeyi, daha sonra, (yanıt hakkı isteyen Demirkanlı’nın talebi üstüne) sitesinde yayınladı. (Bakınız: Mustafa Demirkanlı, “Kıvırtma Coşkun!”) Büktel, o zamandan beri Demirkanlı’nın maillerini açmadan siliyor. Demirkanlı’ya karşı eski yazdıklarını yeterli bulan Büktel, onun ad vererek yada ad vermeden düzenlediği saldırılara karşı, Demirkanlı’yla yeniden muhatap olmaksızın, yazdığı eski yazılardan bazı bölümleri tekrar gündeme getirmekle yetiniyor. Ama görüldüğü üzere, bu kadarı bile Demirkanlı’yı çıldırtmaya yetiyor ve Demirkanlı, eskiden yanıtlayamadığı Büktel yazılarını, (artık delillerin karardığına, insanların unuttuğuna güvenerek) yeni yalan kampanyalarıyla altı ay sonra yanıtlamaya kalkıyor...

Demirkanlı diyor ki:

Artık, ne kendisini ne de arkadaşını (tiyatroyun bloğu sahibi) muhatap almıyorum, almayacağım da, ancak ima yollu da olsa Burak Caney denen bir başka sorunlu adamı benim yönlendirdiğimi ima edince aşağıdaki mail'i yayımlaması için 30 Ekim'in ilk saatlerinde gönderdim. Yayımlamadı, iyi de yaptı, en azından bir daha "yanıt hakkım da yanıt hakkım" diye taciz etmeye kalkışmaz.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Demirkanlı'nın dilini eşek arısı sokmuş. Adını anmadığı kişi benim. Ben; Hilmi Bulunmaz. Zaten, yanıt yazmamın nedenlerinden biri de bu. Kendi kendine gelin güvey olan Demirkanlı, bizleri (Büktel ile Bulunmaz) muhatap almayacağını belirtiyor. Alsa ne olur, almasa ne olur?... Biz de kendisini değil, yalanlarını muhatap alıyoruz. Niyetten bağımsız olarak!... Egemenlere karşıt bir dünya görüşüne sahip olduğumuzdan, çanak yalayanların yalanlarını yüzlerine vurmak için, mutlaka, ama mutlaka, onları muhatap alıyoruz!...

Büktel, yıllardır, Demirkanlı’nın düzinelerle yalan ve tahrifatını belgeledikten sonra, altı ay önce, ona artık yanıt yazmayacağını açıkladı. Demirkanlı’nın gönderdiği iki özel maile art arda yanıt verdikten sonra, maillerini de açmaktan vazgeçti. Ama buna rağmen, Büktel’e sülük gibi yapışan Demirkanlı, “Artık, ne kendisini ne de arkadaşını (tiyatroyun bloğu sahibi) muhatap almıyorum, almayacağım da” diyebiliyor. Demirkanlı’nın ruh halini anlamak için ruh doktoru olmaya gerek yok...

Demirkanlı diyor ki:

Aşağıda da belirttiğim gibi, Burak Caney mahlaslı kişinin genel tavrına katılmıyorum, Coşkun Büktel'i eleştirmem için ise böyle birine hiç ama hiç gereksinmem yok, sadece bunu görmesi için, mail'de de belirttiğim iki konudaki görüşlerimi aktardım. Yazımın sonuna da "Hamdi Mümkün" senaryosunu ve Caney'in eleştirisini ekledim. Bu gerçekten son olsun Büktel ve arkadaşı kendi işlerine baksınlar, benim onların saçmalıklarıyla ilgilenecek ne zamanım ne de niyetim var.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Bu açıklamalar iyi güzel de, onlara niye inanalım? Yalanları onlarca defa belgelenmiş tescilli bir yalancı, “Coşkun Büktel'i eleştirmem için ise böyle birine hiç ama hiç gereksinmem yok” diyor. O “yok” deyince, gereksinme yok oluyor mu? Demirkanlı, Büktel’e ve bana karşı yazdığı H. Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel (2 VE SON) başlığını taşıyan yazısında, ikimizi de Türk tabiplerine emanet etmişti. Büktel de, ona karşı son yazısında Demirkanlı’nın bu sözünü tutmasını istemiş ve şunları söylemişti:

Demirkanlı, umarım sözünü tutar ve bundan böyle (ismimi vererek ya da vermeden veya kendisi başka bir isim ardına gizlenerek veya örneğin, hacklenmeden kurtulduğu halde aylardır bir tek yazı yazmayan ve aslında söyleyecek bir şeyi kalmadığı için "hacklendim" numarasına yatmış olan, kimliği belirsiz, sanal şahıs Burak Caney'i tekrar devreye sokarak) bana sataşmaya kalkışmaz. Ama eğer kalkışırsa, Demirkanlı'ya cevap vermek için bir şartım var: Önce, belgelediğim tüm yalanları için ("tekrar okuyunca yanlış anlaşılabileceğimi anladım, aslında şöyle demek istemiştim" tarzında önemsizleştirme gayretine girmeden) açıkça/mertçe/Türkçe/netçe, hesap verecek ya da özür dileyecek. Ve bundan böyle Büktel hakkında herhangi bir suçlama yaparsa, o suçlamayı, kanıta muhtaç kanıtlarla, salakça iddialarla değil, Büktel'in kendi ifadeleriyle "somut" olarak, direkt kaynak göstererek, kanıtlayacak. Böyle yapmazsa, bundan böyle, (Burak Caney'i asla cevaplamadığım gibi) artık Demirkanlı'yı da cevaplamayacağım.

Ama Demirkanlı, sözünü tutamadı. Ad vererek yada ad vermeden yazmaya devam etti. (Bakınız: “Büktel/Demirkanlı/Bulunmaz polemikleri”)

Demek ki, Demirkanlı, sözünü tutamıyor. Bizi Türk tabiplerine emanet ettiğini söylemek onu rahatlatamıyor. Sözünü çiğniyor. Peki sözünü çiğnerken, yani bize karşı yeni yalanlar sergilerken, Demirkanlı’nın sözünü çiğnediğini saklamaya, bir başka adın gölgesi ardına sığınmaya “gereksinmesi” yok muydu? Vardı. En azından, Burak Caney denen “yok insan”ın Bulunmaz ve Büktel’in değirmenine su taşımaktan başka işe yaramadığına nihayet ayıldığında, bir kez daha kendi adıyla ortaya çıkıp, Caney’e “gereksinmesi” olmadığını söylemeye “gereksinmesi” yok muydu? Vardı...

Egemenler ne derse onu yapmak zorunda Demirkanlı. Çanak yalatanların niyetinden bağımsız bir niyete sahip olamaz Demirkanlı… Burak Caney denilen "yokinsan"ın genel tavrına katılmak istemese de, aynı çanağı yalayan dünya görüşüne tutsak olduğundan, aynı görüşleri, hemen hemen aynı söylemle dile getiriyor. Bunu bilmek, okurlara yeter kanısındayız…

Demirkanlı diyor ki:

Coşkun,

Artık, edepsizliği bir kenara bırak. Ne sana bir daha mail'le bile olsa yazmak niyetindeydim ne de senin abuk subuk iddialarını, çamur atmalarını okumaya niyetliydim ve de okumuyordum. Şu sanal adam ortaya çıktığından beri bana da durmadan mail'ler gönderip duruyor, bakmadan siliyorum.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Edepten bahsedene bakın!... Bilmeyen de Sultanahmet Camii imamı yada Meryem Ana Kilisesi papazı sanacak!... Şu sanal adam denilen Burak Caney, hangi yayıncının cini?... İddialar “abuk sabuk” demekle, “abuk sabuk” olmuyor. Biz, hiçbir şeye “abuk sabuk” deyip geçmiyoruz. Kanıtlıyoruz. Belgeliyoruz. Örneğin somut yalanlarını diğer tahrifatlarından ayırıp, Demirkanlı’ya kendi kelimeleriyle, kelimesi kelimesine alıntılayarak, hatırlatıyor ve kanıtlamasını istiyoruz. Kanıtlarsa alçak olduğumuzu kabul edeceğimizi ve kendisine her yalan için bir Limousine vereceğimizi açıklıyoruz. Demirkanlı, (Limousine dışında) aynı yöntemi uygulayabiliyor mu? Hayır, o yalnızca “işkembeden sallama” yöntemini uyguluyor. Ona “abuk”, buna “sabuk” demekle bir şey söylemiş gibi, konuşmuş gibi olduğunu sanıyor. Büktel’i ve beni, kanıt, belge ve bilimselliğin geçerli olmadığı, laf salatası düzeyine çekmeye çalışıyor...

Demirkanlı diyor ki:

Ancak, öğleden sonra bir arkadaşımın ikazı ile sitene, arkadaşının sitesine ve Burak Caney denen adamın sitesine baktım ve yarım günümü harcattınız bana.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Biz harcatmışız! Harcamasaydın salak! Herif meyhanede içmiş faturayı bize kesiyor. Bizim Demirkanlı’ya bir şey yaptırabilme, herhangi bir yaptırım uygulama niyetimiz ve umudumuz olsaydı, ona yalanları yüzünden vicdan azabı duyması, pişman olması için yaptırım uygulardık. Görünmez adam değil, “adam” olması için yaptırım uygulardık. Ağzına geleni tartmaksızın salgılamaması, işkembeden sallamaması için yaptırım uygulardık...

Demirkanlı gününü sanal alemde harcamayıp, Savaş ve Barış ayarında bir roman mı yazacaktı? Sahi, şimdiye dek herhangi bir ciddi işe imza mı attı Mustafa Demirkanlı?... Demirkanlı’nın tek yaptığı, Orhan Alkaya, Ahmet Levendoğlu, Ali Taygun, Üstün Akmen gibi losyon kokulu beyefendiler sayesinde, dergisine AKBANK, DT ve İBŞT’den reklam almak. Bütün gün kuyruk sallayarak egemenlerin peşinde koşup, sonunda uzatılacak çanağı yalamak için, egemenlerin gerisini yalamak...

Asıl “abuk sabuk” olan şey, Demirkanlı’nın çanak yalamaya yarım saat ara verip sitemize girdi diye, bize hesap çıkarmaya kalkmasıdır...

Demirkanlı diyor ki:

24 Nisan'da yazdığın saçma sapan yazıyı tekrar gündeme getirerek, arkadaşınla paslaşarak abuk sabuk sitelerinizin (senin, arkadaşının ve Burak Caney'in) rezilliklerini bana mı yıkmak istiyorsun. Seni ve arkadaşını muhatap almadığım için, acısını benden mi çıkartmak istiyorsunuz? Böyleyse, terbiyesizlik ediyorsunuz.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Öyle değil! Yani asıl terbiyesizliği sen ediyorsun. Büktel’e mailleri gönderen ve (ikisi hariç) yanıt alamayan, sensin! Büktel’e karşı yazdığın son iki yazıya (“Hay Allah”, “Vekalet Dönemi”) yanıt alamayan, sensin! Büktel sana karşı yeni bir yazı yazmaya gerek duymaksızın eski yazılarından bazı alıntıları “Unutmamakta Yarar Var” başlığıyla gündeme getirmekten başka bir şey yapmıyor. Bu durumda “Seni ve arkadaşını muhatap almadığım için, acısını benden mi çıkartmak istiyorsunuz?” gibi bir cümle kurman, manyaklıkla kolayca ilişkilendirilebilecek bir tutum. Ama biz bunun, manyaklık olmadığını, “kurnazlık” olduğunu biliyoruz. Sen “bile bile” yalan söylüyorsun! Senin yalanlarının daha çok okunacağına, bizim teşhir ettiğimiz gerçekleri bilenlerin azınlıkta ve etkisiz kalacağına güveniyorsun. Vicdanın olmadığı için yalan söylemekte sakınca görmüyor, yaygın yalanların az bilinen hakikate baskın çıkacağına inanıyorsun. O nedenle, çok mecbur kalmadıkça, hakikati sitene sokmuyorsun. O nedenle sansürcüsün. Ama yanlış hesap yapıyorsun. Azınlıktaki hakikatin gücüne sırt çevirip yaygın yalanlara sırtını dayamakla çok büyük hata ediyorsun! Hayır, sen manyak değilsin, çanak yalamak uğruna, manyak rolüne soyunarak ucuz entrikalar düzenleyen bir zavallısın!...

Demirkanlı diyor ki:

Ben kimseden destek istemem, söyleyeceğimi söylerim, söyledim de zaten. Doğru dürüst bir tartışmanın içinde her zaman olurum, oldum da, ama ölüm döşeğindeki insanlara küfreden, dizi çevirdi diye insanlara hakaret eden ama Theope'yi övdüğü için (Cihan Ünal örneği), yani işine geldiği için öne çıkaran insanlarla benim yapacağım çok bir şey yok gerek de yok, sizin oportünizminizle uğraşamam.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Gene kanıtsız ispatsız, üstelik yalan olduğunu daha önce Büktel’in de benim de belgelediğim “laflar”... (Bakınız: Büktel/Demirkanlı/Bulunmaz polemikleri”) İnsanlar nasılsa bizi okumuyor. O nedenle, yalan söylemekte özgür olduğunu düşünüyorsun. Hakikati bilen az sayıda insandan utanmıyorsun. Büktel’in dediği gibi, (Bakınız, “Utanma Eşiği”) yalanların Hürriyet’in ana sayfasında teşhir edilmedikçe, yalanlarından utanmayı gereksiz bir toyluk zannediyorsun. O nedenle işkembeden rahatça sallıyorsun. Bu yazıların, bugün az kişi tarafından okunuyor olsalar da, hakikatin gücünü taşıdıkları için, kalıcı olacağını, yarın oğlun tarafından da okunacağını hesaplayamıyorsun. Gelecek kuşakların bu yazılardaki hakikatlere ulaşacağına ve seni lanetle anacağına aldırmıyorsun. “Ar zamanı değil, kâr zamanı” felsefesini benimsemiş her alçak gibi, geleceğe inanmıyor, günü kurtarmaya bakıyor, gözünü bugünün avantasından, önündeki çanaktan ayıramıyorsun...

Kimseden destek istemene (maşallah) gerek kalmamış. Tüm egemen tiyatro esnafı yanında. Doğru dürüst tartışmayı bırak, en sıradan tartışmanın bile içerisinde olabilecek denli berrak bir beyne sahip değilsin. Sıkıyı görünce, (sonunu hesaplayamadan) karşındakileri Türk tabiplerine emanet etmekten daha zekice bir yöntem geliştirmiş değilsin. Bütün yapabildiğin, tabiplere emanet ettiğin adam yanıt vermiyor diye onu maillerinle ve yeni yazılarınla yanıt vermeye zorlamaktan ve yine başarısız olunca onu muhatap almadığını söylemekten ibaret. Çok zavallısın! Ama bu yazıları nasılsa sansür edeceğine, bu yazılardaki hakikatleri çok az kişinin okuyacağına ve ne kadar zavallı olduğunu çok az kişinin anlayacağına güveniyorsun. Büktel/Demirkanlı/Bulunmaz Polemiği’ndeki yazılar, tartışma kültürüne ve zekâsına ne denli sahip olduğunu kanıtlıyor!!!

Demirkanlı diyor ki:

Sen kimsin ki, seninle başka isim üzerinden didişeyim. Sen kimsin ki, seninle ne ortak paydam var ki didişeyim.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Büktel’in kim olduğu, kanıt gerektirmeyecek kadar belli. Kitapları, biyografisi, karakteri ve mücadelesi ortada. Onunla neden didiştiğin de “Büktel/Demirkanlı/Bulunmaz polemikleri”nde apaçık görülüyor.

Demirkanlı diyor ki:

Sen gerçekten hastalıklı bir insansın Coşkun, adam gitmiş Gölge Tiyatro'ya kendi girmiş yazısını, sen Gölge Tiyatro'ya demediğini bırakmamışsın.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

E peki, Gölge Tiyatro, Burak Caney’i sahiplendiği için Büktel’den onca fırçayı yedikten sonra niye susmuş? (Bakınız: “Burak Caney sayfası”) Hatalarını anlamışlar herhalde, değil mi? Burak Caney’i sahiplenen Gölge Tiyatro’yu savunmak neden sana düşüyor? Sen Burak Caney misin? Onlar salak mı? Yoksa coskunbuktel.com’u öneriyor ama Büktel’i muhatap almıyorlar mı? Burak Caney tarafından savunularak zaten yeterince boka battıktan sonra Gölge Tiyatro’nun bir de senin savunmana ihtiyacı var mı?...

Demirkanlı diyor ki:

Sonra yazısını kaldırmışlar, bu sefer dönüp bana saldırmışsın. Hasta mısın sen Coşkun? Benimle ne alıp veremediğin var?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Büktel sana saldırmadı. Saldırsa, karnın ağrır, kan işerdin. Büktel, yalnızca, eski yazılarından bazı bölümleri insanların unutmamasında yarar olacağını düşünerek, yeniden yayımladı. Büktel’in eski yazılarına bile tahammül edemiyorsun, bir de senin gibi sözünü çiğneyip sana yanıt yazmaya kalksa, herhalde onu yine tabiplere emanet etmekten başka çare bulamazdın.

Demirkanlı diyor ki:

Ne istiyorsun benden? Eğer, abuk sabuk yazılarını yayımlamamı istiyorsan, söyledim, bir daha söyleyeyim:

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Büktel, 8 Eylül 2007’de (Yani iki ay önce) ne yazmıştı:

Kendi sitemizi kurduğumuzdan beri (Not: Yani iki yıla yakın süredir) hiçbir siteden yazılarımızı yayınlamasını talep etmedik/etmiyoruz. Ancak her zaman şunu dedik/diyoruz: Yazılarımız (tahrif edilmemek ve kaynak gösterilmek kaydıyla) tüm siteler tarafından yayınlanabilir.

(Kaynak: Coşkun Büktel, "Kurnaz Kamikaze")

İnsanda biraz utanma olur, yahu! Büktel sitesini kurduğundan beri, senden (ya da bir başka siteden) bırak yazılarının yayınlanmasını (onu senden zaten beş yıldır istemiyor) cevap hakkı bile istedi mi ki? İstediyse belge göster. Herif senin maillerini bile okumadan siliyor, senin maillerine verdiği son cevapta sana “yağlı kara” diyor, üstüme bulaşma diyor, sen hâlâ kalkmış, Büktel’in cevap veremeyeceğine güvenerek “abuk sabuk yazılarını yayımlamamı istiyorsan” diyebiliyorsun. İnsanın, çanak yalayanlardan bile olsa, bir gıdım utanma, bir gıdım onur beklemesi, çok mu aşırı bir beklentidir, yahu? Bu kadar çürümeyi nasıl başardın? O çanaklardan bunca yıl köpek maması yemiş bile olsan, bu kadar alçaklık fazla yahu!...

Demirkanlı diyor ki:

Yayımlamayacağım. Senin abukluklarınla uğraşamam.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Evet, evet, o çanaklarda köpek maması bile olsa, bu kadar çürümüşlük, gıda zehirlenmesiyle açıklanabilir bir şey değil...

Bir düşünün, Coşkun Büktel denen herif, “Theope” gibi mucizevi bir oyun yazmış, bu kültür çölünde bir vaha yaratmış, kimse “aferin!” demediği gibi, gizli açık her türlü yalan, iftira ve alçaklığa da maruz kalıyor. Hiçbir ülkenin tiyatrosunda bu kadar apaçık ve bu kadar “toptan” bir kepazelik görülmemiştir...

Demirkanlı diyor ki:

Şu aşağıdaki yazını mı yayımlamamı istiyorsun, bunu yayımlamıyorum diye mi sansürcü oluyorum?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Sanki her şeyi yayınlamış gibi, sanki belgelenmiş skandalları fasa fiso saymamış gibi, sanki bir tek o yazıyı yayınlamamış gibi… Hem sansürcü, hem de sansürcü sıfatına karşı çıkıyor. Faşistlerin komünizm yanında mutlaka faşizme de karşı çıkmayı unutmadıkları gibi, o da Büktel’i sansürlerken, sansüre karşı çıkmayı da unutmuyor...

Demirkanlı diyor ki:

"Eğer demokrat bir bakansa, eğer tiyatro sanatına küfredilmesine karşıysa…KÜLTÜR BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY, DT GENEL MÜDÜRÜ LEMİ BİLGİN'İ DERHAL GÖREVDEN ALMALIDIR"

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Coşkun Büktel'in yazdıklarını yayımlamamak, Büktel'in eksi hanesine yazılmaz; yayıncıların eksi hanesine yazılır. Sade suya tirit yazılarla doldurulan siteleri kimse ciddiye almıyor artık!...

Ben de, Ertuğrul Günay'ın "bir şey" yapabileceğine inanmıyorum. Ne var ki, bu durumun tescil edilmesi için bile, o mektubun yayımlanmasından yanayım. Yayımladım da… Benim hiçbir şey beklemediğim kapitalist Ertuğrul Günay'dan, Mustafa Demirkanlı çok şey bekleyebilir. Devlet Tiyatroları reklamlarının, Tiyatro… Tiyatro… dergisinde yayımlanmasını bekleyebilir. Devlet Tiyatroları'nda kapitalist imge üretenlerin yazı yazmasını bekleyebilir. Devlet Tiyatroları memurlarının yemek ısmarlamasını bekleyebilir… Liste uzar da uzar!... Ama Büktel, Günay’dan kişisel çıkar beklemediği için, ona Demirkanlı gibi yaltaklanmıyor. Her zamanki gibi gerçekçi davranıyor ve yazısında Günay’ın çevresini “devlet beslemelerinin” (ya da Demirkanlı gibi “Devlet Tiyatrosu beslemelerinin”) sarmış olması hatta bizzat Ertuğrul Günay’ın da bir “devlet beslemesi” olması ihtimalini göz ardı etmiyor. (Bakınız: “Büktel, “Madde 64”)

Demirkanlı diyor ki:

Sen, bu yazıyı yazarken utanmadın mı?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

İnsanın Büktel gibi bir “adama” “Sen, bu yazıyı yazarken utanmadın mı?” diye sorabilmesi için kaç çanak köpek maması yalamış olması gerekir acaba?

Demirkanlı diyor ki:

Yıllardır birçok yazarın kapalı kapılar ardında yaptığını, sen açık açık yapınca mı dürüst oluyorsun?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

İnsanın kültür bakanını açık açık göreve çağırabilmesi ve yapılan kepazeliklerin hesabını sorması için, dürüst olmak, elbette gerekir ama, dürüstlük yetmez. İnsanın “Theope” gibi bir oyun yazmış, “Ölüleri Gömün” gibi bir çeviri yapmış olması ve bu çevirinin DT panosuna asılmış ve oyuncu seçmeleri yapılıp okuma provalarına başlanmışken, hiçbir mantıklı (hatta mantıksız) gerekçe açıklanmaksızın (tastamam Büktel’in önceden tahmin ettiği kadar alçakça ve düşmanca bir tutumla) iptal edilmiş olması da gerekir.Demirkanlı köpek maması yediği için, önündeki çanaktan gözünü alamadığı için, gerçeklerin çoğunu bile bile göz ardı ederek, çok okunan sitesinin okurlarını, Aziz Nesin’in iyimser bir tahminle % 60 olarak belirttiği kalabalık arasına sokuyor.

Demirkanlı diyor ki:

Çevirin sahnelenmedi diye bir siyasiye şikayet ediyorsun bir tiyatro insanını. Çok ayıp, çok ayıp Coşkun.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Hayatı köpek maması yalamakla geçtiği için, Demirkanlı, sahibinin köpeği gibi düşünür hale gelmiş. Dergisine DT reklamlarını veren sahibi Lemi Bilgin’in keyfi bir tutumla hiçbir açıklama yapmaksızın, savaş karşıtı, ülke yararına, harikulade bir oyunu “devlette devamlılık esastır” kuralını da çiğneyerek çöpe atmasında, onun yerine “Çığ” denen çöpü (Bakınız: “Çığ Aslında Nedir, Neyi Sarsıyor?”) sahneye (hem de ikinci kez) çıkarmasında hiç sakınca görmüyor. Utanmayı vandal sahibi Lemi Bilgin’den beklemek yerine, harikulade çevirisi (ve oyunu) yıllardır çöpe atılan Büktel’den bekliyor. Tabii bu utanmazlığın, bu alçaklığın, bu haysiyetsizliğin ödülünü, DT genel müdürü Lemi Bilgin’in Demirkanlı’ya verdiği sayfa sayfa (çanak çanak) reklamlarla fazlasıyla alıyor...

Demirkanlı diyor ki:

Burak Caney denen sanal kişinin, senin Hamdi Mümkün senaryon üzerine yaptığı eleştiriyi de okudum, Burak Caney denen kişinin –daha önce de söyledim arkadaşın'ın eski bir tanıdığı olduğunu sanıyorum- yaptığı saçmalıkları onaylamıyorum.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Burak Caney (!), "yokinsan" olduğundan, yazdıkları da "yok hükmünde" bizim için. Kim Burak Caney'i sahiplenirse, o Burak Caney'dir. Gölge Tiyatro'nun şefi Hamit Demir, Burak Caney'dir. Mustafa Demirkanlı, Burak Caney'dir. Hamdi Mümkün senaryosu denilen bir şey, hiçbir yerde yayımlanmadı. Ne var ki, Bigglook adlı sitede, tretman (yani film öyküsü) olarak yayımlandı. (Coşkun Büktel ile röportaj yapılan Bigglook sitesinde -link verdiğimiz- ilgili sayfanın sağ yanındaki "HAMDİ MÜMKÜN" etiketine tık'layarak tretmanı okuyabilirsiniz.) Burak Caney gibi, diğer Burak Caney'ler de (Hamit Demir, Mustafa Demirkanlı) sazan gibi atladı bu pişmemiş aşa. Büktel açıkladı: Ne zaman ki, kaybedecek prestiji olan birisi, bir tek kişi, koca Türk tiyatrosunda bir tek kişi, Caney’in mantıksızlık iddialarını ciddiye alır ve Büktel’den o salakça iddiaların hesabını sorar, Büktel de söz verdiği üzere, iddiaları o kişinin şahsında cevaplar. Koca Türk tiyatrosunda, Caney’in iddialarını üstlenecek senden başka salağın çıkmaması, okurlar için yeterince aydınlatıcı değil mi? Büktel’in seni muhatap almayacağını bilmesen o salakça iddialara güvenerek sen de kendi adınla ortaya çıkamazdın ya!...

Demirkanlı diyor ki:

Ancak, üşenmeden onun eleştirisini ve senin senaryonu okuduktan sonra söylediklerine olduğu gibi katılıyorum.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Katlıyorsun da, onca yalanının belgelenmiş olmasından sonra, kaybedecek bir prestijin yok ki? Oysa Büktel, önceden şartını koymuş. Karşısında sanal ya da banal adamlar istemiyor. Kaldı ki, sözünü çiğneyip seni zaten muhatap alamaz.

Koca Türk tiyatrosunda doğru dürüst bir adam bulmak o kadar zor mu, yahu? Adam, on kişi bulun demiyor. Bir tek kişi istiyor. Koskoca Türk tiyatrosunda bir tek kişi. Caney’in iddialarını açıkça sahiplenmeye bir tek kişi bile yanaşmıyorsa, Büktel o iddiaları kimin için yanıtlayacak? Senin için mi? Bir “yok insan” için mi? Git işine! Çok istiyorsan, bul bir adam! Koca dergi sahibisin. Bir sürü yazarın yönetim kurulu üyen var. Onların bu işe yanaşmaması, seni hâlâ ayıltamıyor mu?...

Demirkanlı sadece Burak Caney değil. Aynı zamanda skandallar kralı Prof. Dr. Özdemir Nutku, "Çığ" yazarı Tuncer Cücenoğlu… Kimi destekliyorsa, kime katılıyorsa, kimin safında yer alıyorsa o…

Demirkanlı diyor ki:

Evet, mantık hatalarıyla dolu bir metin, oysa sen Tuncer Cücenoğlu'nun benzer hatalarını skandal boyutunda ele aldın ve her fırsatta saldırdın. Sanal biri de olsa getirdiği eleştiriler doğru,

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Ama ne yazık ki, bunu söyleyen kişi “eğri”. Bunu söyleyen kişi yalan söylemeyi iptila haline getirmiş biri. Rastlantıya bak: Koca Türkiye’de o salakça iddialara “doğru” diyen yalnızca iki kişi var: Biri zaten cevaplanmayacağı garantisine sahip, diğeri ise zaten “yok”...

Demirkanlı diyor ki:

senin metnin de en az Tuncer'in metni kadar sakat.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Öyleyse niye bir tek kişi çıkıp bunu Büktel’in yüzüne haykırmıyor!...

Demirkanlı diyor ki:

Tuncer, en azından yönetmenin müdahalelerine izin verir, dramaturglara izin verir, sen onlara da izin vermezsin.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

O Theope yazarı…

O kadar fark olsun artık...Bu saatten sonra, Burak Caney de sanal kişi olmaktan çıktı. Önemli olan kişinin görüşlerinin sahiplenilmesi. Bu saatten sonra; Hamit Demir, Mustafa Demirkanlı ve her kim ki, Burak Caney'e destek vermiş, o Burak Caney'dir. Mustafa Demirkanlı, artık benim için Burak Caney'dir!...

Demirkanlı diyor ki:

Bu iki konuyu neden yazdım biliyor musun? Ben sana –değer görüp de bir şey söyleyecek olsam, elim kalem tutuyor söylerim, yukarıda söylediğim gibi, benim kimseye ihtiyacım yok.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Demirkanlı'nın gerçeklere de ihtiyacı yok!...

Demirkanlı diyor ki:

Terbiyesizliği bırak, işine bak. Benim seninle ve arkadaşınla uğraşacak zamanım yok, gereği de yok. Beni suçlayacaksan kendi deyiminle- açıkça, mertçe, Türkçe suçla, imalar yaparak, okurların kafasını karıştırarak değil.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Büktel o satırları altı ay önce yazmıştı. Okurların kafası altı ay önce karışmadıysa merak etme bugün de karışmaz. Zamanın yoksa, Büktel’in sana yaptığı gibi yap! Büktel’i bir daha muhatap alma! Ona karşı yazı yazmakla uğraşma!...

Terbiye dersi verene bakın: Şantajcı, iftiracı, yalancı, Özdemir Nutku savunucusu, Burak Caney’in ruh ikizi Demirkanlı, bizimle uğraşmadığı zamanlarda neler yapıyor? Bayağı merak ediyorum. Okey mi oynuyor (gerçi taş çalacağı için onunla okey de oynamazlar ya) yoksa Savaş ve Barış düzeyinde bir roman mı yazıyor?... Bütün gün de çanak yalayarak vakit geçmez ki…

Demirkanlı diyor ki:

Ben zamanımı oturduğun yerden uydurduklarına cevap vermek için harcayamam.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Büktel'in hiçbir tezini çürütemeyen Demirkanlı, Büktel’i Büktel’den çaldığı satırlarla yanıtlamaya çalışıyor. Büktel altı ay önce ne demişti:

Ben hayatımı, onun yalnızca birkaç saniyede uydurduğu kasıtlı yalanları çürütmek için, günlerce kanıt belge toplamakla, bu kanıtları mantıklı ve tutarlı bir kompozisyon içinde okurlara sunmak için kılı kırka yarmakla, daha fazla harcamak zorunda değilim.

Demirkanlı ise, altı ay sonra kalkmış, “Ben zamanımı oturduğun yerden uydurduklarına cevap vermek için harcayamam.” diyor.

Acıklı. Çok acıklı!...

Demirkanlı'yı diyor ki:

Bu yazı "Unutmamakta yarar var!" yazına yanıt için yazılmıştır, ister yayımlarsın ister yayımlamazsın, keyfiyet senin, umurumda da değil.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Büktel, altı ay önce senin yazılarına artık yanıt vermeyeceğini açıkladı ve bu sözünü çiğnemedi. Seni muhatap alıp sana yanıt yazmadı. O zamandan beri senin yalnızca iki mailini yanıtlayan Büktel, daha sonra Burak Caney’in ve senin maillerini de açmadan silmeye başladı. Internet uzmanı olduğuna göre bunu bal gibi biliyorsun ve bile bile hâlâ mail gönderiyor üstüne de “umurumda değilsin” yazıları yazıyorsun. O ise, sana “umurumda değilsin” bile demiyor...

Halin acıklı! Çok acıklı!...

Demirkanlı diyor ki:

Bana sataşmadığın sürece de seni muhatap almayacağımı bilmeni isterim, senin canın sıkılır, yapacak iş bulamayıp, bana sataşırsan

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Yahu altı aydır sana karşı oturup yeni bir yazı mı yazmış ki, altı ay içinde yazdığın iki yazıya (Hay Allah!”, “Vekalet Dönemi”) yanıt mı yazmış ki, şimdi kalkıp sana sataşsın? Adam senin gibi mi?... Herif, taa altı ay önce, “Demirkanlı’ya –bir kez daha- son olmasını umduğum cevap” başlıklı bir yazı yazdı. Altı aydır bir daha yazdı mı ki, sataşmaktan bahsediyorsun. Ne kadar arsızsın yahu! O sana sataşma diyeceğine, sen ona sataşma diyorsun! Bana bak, arada bir taze meyve, marul, domates, ebegümeci filan gibi sağlıklı şeyler de ye!... Köpek maması, seni mahvetmiş.

Demirkanlı diyor ki:

yanıtını veririm, bunun ötesinde benim için yoksun Coşkun, arkadaşını zaten –ne yazar olarak ne de tiyatro insanı olarak- muhatap almıyorum, almayacağım da.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Biz bu "benim için yoksun" edebiyatını Demirkanlı'dan daha önce de duyduk. 18 Nisan 2007'de, "H. Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel (2 ve son)" başlıklı yazısında Demirkanlı diyordu ki:"Benim için artık bu kişiler yoktur. Onlar; Hilmi Bulunmaz-Coşkun Büktel ikilisi bizlere öldükten sonra arkamızdan ya da yaşarken küfretmeye devam edebilir, dilediklerince. Ama ben görmeyeceğim, çünkü artık asla bu lanetlilerin sitelerinde işim olmayacak."

Ama bu lafları ettiği tarihten bu yana, Demirkanlı Büktel'e defalarca mail yolladığı gibi (yalnızca ikisine yanıt almıştır) Büktel'e karşı iki de yazı yazdı ("Hay Allah!", "Vekalet Dönemi"!"). Büktel ise, ne o iki yazıya yanıt verdi, ne de altı aydır, (iki mail yanıtı dışında) Demirkanlı'yı muhatap alan tek satır yazı yazdı. Ama gerek gördükçe eski yazılarından bazı bölümleri "Unutmamakta Yarar Var!" başlıkları altında yayımladı/yayımlıyor/yayımlamaya devam edecek. Gel gör ki, sadece bu kadarı bile Demirkanlı'yı çıldırtmaya yetiyor.

Bu gerçeklere ulaşamayan, yalnızca Demirkanlı'nın yalanlarıyla beslenip kanıt ve belgeye ihtiyaç duymayan Demirkanlı okurları, ne yazık ki, Coşkun Büktel'in bütün vaktini Demirkanlı'ya sataşmakla geçirdiğini sanacak. Gerçeğin tam tersini, gerçek olarak hafızasına kaydedip dezenformasyon işlemine maruz kalmış olacak. Demirkanlı'nın ve sitesinin görevi budur işte: Dezenformasyon. Ve ne yazık ki, dezenformasyona maruz kalanların sayısı, gerçeklere ulaşanlardan daha fazla olacak. Demirkanlı'nın tek güvencesi bu. Bu güvenceye karşın, Büktel'in yeni bir şey yazmamasına karşın, Demirkanlı, yine de hiddetleniyor. Yarın şartlar değiştiğinde, gerçekleri bilenlerle bilmeyenlerin oranı tersine döndüğünde, neler olacağını düşünün!..."

Madem Burak Caney değilsin, madem Burak Caney’in ruh ikizi değilsin, neden bu denli hiddetleniyorsun?" diye sorarlar adama. Demirkanlı, iyice maneviyatını yitirmiş. Salt tiyatro dünyasından değil, hayatın her alanından kovulan Demirkanlı, ne yapacağını bilemez durumda!...

Bence bütün bunlar hep o köpek maması yüzünden. Hani çanakta verilen…

Acıklı!... Çok acıklı!...


Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Bir
YENİ YAZARIMIZ: MUSTAFA DEMİRKANLI

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: İki
DEMİRKANLI İKİNCİ YAZISIYLA DERGİMİZDE

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Üç
DEMİRKANLI ÖLÜNÜN ARKASINDAN YAZIYOR

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Dört
DEMİRKANLI İŞBAŞINDA

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Beş
DEMİRKANLI TEMİZ OLMAYA ÇAĞIRIYOR

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Altı
DEMİRKANLI ANA AVRAT KÜFREDİYOR

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Yedi
DEMİRKANLI KİŞİLERLE UĞRAŞIYOR

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Sekiz
DEMİRKANLI TİYATROYU ZEHİRLİYOR

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: Dokuz
DEMİRKANLI PANELİZME BEL BAĞLAMIŞ

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: On
DEMİRKANLI YALANLARINI SÜRDÜRÜYOR

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: On Bir
YALANI YALANLA ÖRTMEK

Demirkanlı'nın Kirli Çamaşırları Serisi: On İki
COŞKUN BÜKTEL BULAŞMA, İŞİNE BAK!