11 Kasım 2007 Pazar

4 KASIM KARANLIĞA KARŞI IŞIK EYLEMİ VE SAHNE IŞIKLARININ KÖR ETTİKLERİ

Not: tiyatrom, kopyalanmasını (başka sitelerde yayımlanmasını) istemediği yazılarına şu engeli koyuyor; "Lütfen kopyalamayınız Link vermek için birebir kopyalamanız gerekmez Link için sayfa adresini adres satırından alarak başlığa link verebilirsiniz.. Teşekkür". Timur'un yazısında, böyle bir "engel" bulunmadığından ve yazıyı önemsediğimizden, yayımladık...

Yeni not: Yukarıdaki notla birlikte yayımladığımız aşağıdaki yazıya, saatler sonra, tiyatrom; "Lütfen kopyalamayınız Link vermek için birebir kopyalamanız gerekmez Link için sayfa adresini adres satırından alarak başlığa link verebilirsiniz.. Teşekkür" ibaresini ekledi...

Bu arada, biz de koşulumuzu aktaralım: Her kim ki, bizim yazılarımızı yayımlamak ister, anlamını bozmadan, dilediği biçimde yayımlayabilir... (HB)


A. Ertuğrul Timur
12 Kasım 2007


Çoktandır kendi sitemde yazmıyordum. Ama bu tiyatromun müdavimleri için şaşırtıcı değil bazen haftalarca ara veririm bazen üstüste yazarım. İstisna bir kaç defa hariç tiyatrom'u ille de her pazar gecesi güncellerim ama yazı yazma konusunda ille de benimde yazım olsun gibi çabam olmayabilir. İşte bu haftada tiyatrom güncellendi ve pazar gecesi 03.39 da yayına verildi. Neden bu kadar geciktiğime gelince, Hep olduğu gibi dün akşam (cumartesi) başlamıştım haftalık yenileme sürecine ki gecenin 02'si gibi bir ani bel ağrısı.. Bu benim gibi 44 yıl boyunca hayatında nezleden başka hastalık yaşamamış biri için korkutan ve rahatsız eden bir garip ve ani ağrıydı. Sonrası hızla hayatımın ilklerini yaşadım. Apar topar hastane, ilk defa iğne (hem de 3-4 ayrı iğne) ilk defa serum, ilk defa tomogrofi (yoksa emarmıydı o girdiğim şey?.. her neyse) Sonuç böbrekten mesaneye yola çıkmış taş. Ağrılı ve ağrı kesicili gecenin ardından sabaha karşı eve dönüş ve hayatımda içmediğim kadar çeşit ilaç ve bugün de az buçuk sıkıntı. Her neyse bakalım yola çıkan taş nasıl ve ne zaman dışarı düşecek. Ama prensipli yaşamaya alışmış birinin kahrolası prensibiyle bu şartlarda da işte yine bir kaç saat gecikmeyle de olsa tiyatrom yayında. Haftaya ne olur bilemem.

Dün sayfaları hazırlamaya başladığımda bir fikir gelmişti aklıma. En son yapılan 4 Kasım Tiyatrocu eylemindeki yayıncıların eylemle ilgili düşüncelerini bir arada toplamak. O gün orada olduğunu bildiğim (o gün eyleme katılan Tiyatro yayıncılığı yapan başkaları da var mıydı bilmiyorum) Tiyatro tiyatro dergisi editörü Mustafa Demirkanlı, Tiyatronline editörü Yaşam Kaya, Yeni Tiyatro Dergisi yayıncısı Erbil Göktaş'dan birer değerlendirme alıp kendiminkini de ekleyip alt alta yayınlamak. İlk etapta Mustafa Demirkanlı'ya ilettim ve tamam yazarım dedi ve yazıp yolladı da. Diğerlerine ise ulaşamadan yukardaki sağlık sorunu oldu. Bense kendim de şu satıra dek bir şey yazmış değilim. İşte şimdi başlıyorum. Zaten bazı dostlarımız bu eylemi değerlendirdi. Ama ben yayıncı gözüyle yayıncılardan istemeyi, yayıncı objektifliğini yansıtabilmeyi arzuladım birazda. Şimdi bende olabildiğince objektif olmaya çalışacağım.
Durun hatta biraz fazla objektif başlayayım. Eğer ben o gün eylemi uzaktan izleyen İstanbul Belediye Başkanı yada Kültür Bakanı olsaydım o binayı yıkma konusunda tereddütlüysem o gün orada yıkmaya kesin karar verirdim. Evet evet o gün kararımı kesinleştirir ve "yıkılacak bu binalar!" derdim.

Neden mi?

Cevabını onlardan biriymiş gibi düşünmeye devam ederek vereyim.

"Yahu kardeşim bunlar aylardır bu binalar yıkılmasın diye eylem yapıyor, yayın yapıyor, yok mimarlar odası, yok gazeteler kapı kapı dolaşıyor, taraftar bulmaya çalışıyor, örgütlenmeye çabalıyor hepi topu bir araya getirebildikleri kitle 1000 kişi.. hadi taş çatlasın 1500 kişi. Şu koca şehirde tiyatrocu, tiyatrosever, sanatçı, sanatsever hepi topu sadece bu kadarcık ise bunların tepkisinden ne olacak? Ve hem İstanbul'un bu kadar güzel bir semtinde bu koca alanı sadece bu bir avuç kişinin zevki için köreltmeye değer mi? 10 milyonu aşmış bir kentte 1000-1500 kişinin talebi nedir ki? Her onbin kişide sadece biri..

Aman altını bir kez daha çizeyim bu görüş benim görüşüm değil, konuya düz mantık ve sayılarla bakacak bir siyasetçinin görüşü olabilir ancak. Benim görüşümü sorarsanız eğer on milyonluk İstanbul'da tiyatroya sahip çıkan sadece bin kişiyse işte asıl bu nedenle yıkılmamalı, tam tersine derhal bir çok yeni salon açılmalı çünkü sanattan bu derece kopuk ve sanat tüketicisi bu derece düşük bir ülke bitmiştir, tükenmiştir.

Neyse lafı bu kadar döndürüp dolandırdığım yeter gelelim şimdi iğneyi de çuvaldızı da kendimize, eylemimize , organize eden dostlarımıza, katılan ve katılmayanlara batırmaya.

8 yıl önce bir tek tiyatrocu dostum yok ama şimdi neredeyse tümünü tanıyorum derim hep ve artık gittiğim davetlerde, galalarda nerdeyse herkesi tanır hale geldiğimi fark ederim sevgili dostlar. O gün eylemdeyse yabancılık çektim. (hatta bir ara uzatılan bir eli kendime sanıp gereksiz el sıktım alakasız biriymiş el de bana uzanmamış) İnanın bana başka bir yerde gibiydim. Yani 1000-1500 kişi mi var dediniz? Ben orda 50 tanıdığa 50 tanıdığım yada 50 profesyonel tiyatrocuya bile rastlamadım.

Hayır lütfen yanlış anlaşılmasın gelenleri neden geldiniz diye asla eleştirmiyorum elbette ben sadece orda olmayanları konu ediniyorum şu an. Gelenlere değineceğim daha sonra.

Mesela Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği başkanı sevgili dostum Dersu Yavuz Altun'u görmek isterdim (Eğer ordaydı da ben göremedimse bağışlasın) zira Harbiye'nin ya da AKM'nin yıkılması "herhalde" Türk Oyun Yazarlarını ilgilendiriyor olmalı bilmem yanlış mı düşünüyorum? Sadece Sevgili Dersu'yu değil kocaman uzun bir "OYÇED" pankartı arkasına dizilmiş oyun yazarlarımızı görmeyi olmazsa olmaz sayarım ben birbirinden 2 önemli tiyatro binamızın yıkılmasına karşı eylemde.

Mesela Sevgili Ulvi Alacakaptan abimizin duyarlılığını çok iyi bilirim ve onu da Genel sekreteri olduğu TODER'in daha da büyük bir TODER pankartı arkasında Tiyatro Oyuncuları Derneği olarak kalabalık bir kitleyle görmek isterdim.

Şu Barışarock'da 3 günlüğüne geçici kurulmuş sahneyi cengaverce savunan amatör tiyatrocularımız yılların Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesini neden savunmak için yoklardı pankartlarının ardında? (belki tek tek olanlar vardır tabi kişileri tenzih ederek örgütlülük bazında ele aldığımı belirtirim)

Sahi Şehir Tiyatrolarımızdan kaç kişi vardı? Hani şu sahip çıkıp önünde toplandığımız binanın içinde asıl rolü oynayanlardan? Kaç şehir tiyatrolu vardı o eylemde? İŞTİSAN pankartı arkasında yürüyen var mıydı? Sahi öyle bir pankart var mıydı? Hiç kimse yoktu demiyorum ama kaç kişi vardı?

Ya Devlet Tiyatrolarından? TOBAV adına bu eylemlerin yılmaz önderi, savunucusu Orhan Kurtuldu her zaman olduğu gibi yine en öndeydi ama ya TOBAV üyeleri? Ya göremediğimiz TOBAV pankartı arkasındaki kitle?

Ya şu özel tiyatroların para kavgası veren sözde derneklerinden hangisi ordaydı?

Ferhan Şensoy'u, kenterler'i, BKM oyuncularını, ve diğer onlarcası "Tiyatroyu iş ve yaşam gayesi edinmiş" ismi ilgilendirmiyor muydu İstanbul'un bu iki en değerli kültür hazinesine indirilecek kepçeler? Orada bir sürü tiyatro topluluğu pankartı görmek ne hoş olurdu. Gözlerinizi kapayın hayal edin.. Semaver Kumpanya, Oyun Atölyesi, Tiyatro Kedi, Kent Oyuncuları, Bakırköy Belediye Tiyatroları, Tiyatro İstanbul.... saf saf geçiyorlar. İstanbul halkı bu tanıdıkları bildikleri tiyatrocuların neden resmi geçit töreninde gibi sokaklara döküldüğüyle ilgileniyor Harbiyeden Taksim'e doğru kitle büyüye büyüye geliyor. Yol boyunca cafelerde oturanlar sanatçıların sokaklara dökülmesiyle ayıkıp hızla hesaplarını ödeyip kitlenin arkasına ekleniyor... Ama orada ne tiyatrocular vardı ne de onları seven seyircileri ne de profesyonel bir tek topluluğun topluluk halinde katılımı.

Örneğin geçen yıl kendi salonları boşaltılırken desteklediğimiz Kartal Sanat Tiyatrosu şimdi İstanbul'un salonları için aynı desteği sunmuşlar mıydı inanın çok merak ettim. Eğer ordaydılar da ben göremedimse çok özür dilerim. Neden özellikle onları yazdığımı merak ederlerse az önce onların haberini girdim siteye. Çöp isimli oyunlarını bu sezonda sahneliyorlar. Hani şu düzenin kokuşmuşluğunu anlatan oyun.. Eğer sahnede düzenin kokuşmuşluğunu anlatıp yaşadıkları kentte hem de kendi meslekleri çevresindeki kokuşmuşluğa dur demiyorlarsa doğrusu ya çok da hazmedemeyeceğimi düşünüyorum.

Çağdaş Drama Derneğinin bir pankartı vardı. Tiyatro Kitle Örgütü olarak da sanırım sadece o pankart vardı. Kitlesi ne kadardı bilemem ama en azından biz buradayız diyorlardı bu pankartla.
Galalara gittiğimde gördüğüm tiyatroseverleri neden tiyatronun binasına sahip çıkma eyleminde göremedim? Ödül gecelerinde, kokteyllerde gördüğüm onca tiyatrocuyu neden göremedim? Acaba aslında bu binaları tiyatrocuların ve tiyatroseverlerin umurunda bile değil mi biz mi kuruntu yapıyoruz? Harbiye olmazsa Sadabatda, AKM olmazsa Cevahir'de gideriz galamıza deyip hiç de umursamıyorlar mı?

Ne yazdıkları oyunlar buralarda sahnelenen yada sahnelenecek Oyun yazarlarımızı OYÇED pankartı arkasında, ne Özel yada ödenekli onlarca tiyatrocumuzu TODER pankartı arkasında görmedim. Hatta Bir pankart arkasında yarın bu iş bizim mesleğimiz olacak salonlarımızı yıktırtmayız diyen onlarca Genç konservatuar öğrencisini, tiyatro bölümü öğrencisini görmeyi hayal ederek gelmiştim Harbiye'ye. Ama bırakın tiyatrocuları tiyatro bölüm öğrencilerini bile göremedim. Bizim lisede, üniversitede tiyatroya bulaşmış gençler vardı da onlar yoktu.

Hiç birinin pankartı yoktu, arkasında da kitlesi yoktu. Peki neler vardı? Onlarca "Yurtsever Cephe" flaması vardı. Çokça TKP bayrağı vardı. Hayır bunlar olmasın demiyorum elbette. Sivil Toplum Kuruluşları ve partiler duyarlıysalar duyarlı oldukları kitlesel eylemlere elbette katılmalı, omuz vermeli, destek olmalı. Ama burada kim eylemci kim destekçi biraz karışmış gibiydi. Yurtsever Cephe pankart ve flamaları, TKP bayrakları altında geniş bir kitle ve arada tek tek tiyatrocular... Belki Yurtsever Cephe buraya onlarca flamayla "damgasını vurmaya" gelmiş gibi değil destek vermeye gelmiş gibi davranıp sadece bir pankart arkasında toplanıp yürüme alçakgönüllülüğünü gösterselerdi daha etik ve daha şık olabilirdi ama doğrusu ya geceye damgalarını vurdular ve dışardan bakan birisi için sanırım bu tiyatrocuların yürüyüşünden çok o cephenin bir eylemi gibi yansıdı. TKP parti bayrağı açılmayacak kararına son dakika uyarısıyla değil en baştan o alana gelirken uyarak gelseydi ve TKP (yada herhangi bir siyasi parti) bayrağı arkasında yürümek istemeyecek kitleye de saygı gösterilmiş olsa daha doğru olabilirdi. (Ezgi Besen'in bu konuda anekdotları kendi yazısında yer alıyor) Ben görmedim ama bir ara DTP bayrağı da açılmış ve polis müdahalesi de olmuş.

Ama sonuçta elbette destek verene neden destek verdin demek gibi, gelene neden geldin demek gibi bir amacımız yok geldiler katıldılar hoş geldiler safa getirdiler. Biz gelmeyenleri konu edinmeye devam edelim. Acaba organize yetersizliği denilebilir mi? Ben Sayın Orhan Aydın'ın da , Sayın Orhan Kurtuldu'nun da bu ve önceki eylemler için nasıl canla başla mesai ve emek harcadıklarını biliyorum, günler önceden duyurdular. Ama acaba sanal duyurunun ötesine geçildi mi bunu da açıklarlarsa öğrenmek isterim. Örneğin TODER, OYÇED, ATÇ, İATP-G , İŞTİSAN ve aklıma şu an gelmeyen tiyatro dernekleri aranıp yöneticileriyle birebir görüşüldü mü? Yoksa biz duyurduk geleceklerse gelirler mi denildi? Görüşüldüyse bunların yanıtları ne oldu? Katılacağız deyip katılmadılar mı? Baştan mı reddettiler, yoksa bir iki temsilen gelen olup arada kayboldular mı? Neredeydi bu Tiyatro Dernekleri biri açıklamalı bana ve tiyatro kamuoyuna.

Öte yandan acaba siyasal grupların ve parti flamalarının olması yada olma ihtimali bu katılımı önlemiş midir görüşünde haklılık ihtimali olsa da, en azından sonradan halktan katılımı büyük ölçüde önlemiş olsa bile düzenleme aşamasında ben buna hak veremiyorum. Zira siz sahip çıkmazsanız başkaları sahiplenebilir. Yada bu eylemi şüpheyle karşılıyorsanız siz neden yapmıyorsunuz? TODER, İSTİŞAN, OYÇED ve diğerleri nerede? kafalarını kuma mı gömdüler? O halde siz organize edin. Kitleniz mi yok, kitlenize mi güvenemiyorsunuz? Eğer buysa siz neden varsınız?

Sanıyorum biz bir yerde hata yapıyoruz. Ben tiyatrom ile tiyatro dünyasına bulaştığımdan beri AKP yerel yada ülke iktidarında ve bu iktidarların da sanata ve tiyatroya karşı bir saldırısı tırmanarak hep sürdü. Bu manzara karşısında sürekli eylemlilik çağrısı yaptık, sürekli derneklerin dernek işlevini görmemesinin boşluğunu doldurmaya çalıştık ve örgütleyen olma konumunda kaldık. Zannettik ki ülkedeki gerici gidişe önce ışığı alnında ilk hisseden sanatçılar karşı çıkacaklardandır. Bu karanlığa elbette önce tiyatrocular, yazarlar, sanatçılar tepki verecektir. Evet ben şahsen bunu zannettim. Çünkü benim bildiğim sanatçı aydındır, aydın olan öncüdür, önderdir bir bakıma. Ama sanıyorum ki artık gerçeği görmek gerekiyor. Sanatçı artık aydın olan değil elit olan anlamına geliyor olmalı. Bu gerçeği ben kabul etmek zorundayım ki siz sevgili okurları da yanıltıp durmayayım. Evet demek ki sanatçı aydın olan değil elit olanmış... İşte bu nedenle galalarda, ödül törenlerinde, kokteyllerde gördüğünü meydanlara beklemek benim salaklığımmış. Sanki işçi eylemindeki gibi pankartların arkasında saf tutmuş tiyatrocuları beklemek de baya safça bir beklentiymiş. O girilmesi oldukça zor sınavı geçip konservatuarlı olmayı başarıp bitirip sanatçı ünvanı aldıktan sonra elbette elit olacaklar amele gibi sokakta hak arayacak değiller ya canım.... Hem onlar mesajını sahneden verir çıkar oynarlar. Haa sahnede kendi ağızlarından çıkan bu mesajlar bir karış bile uzakta olmayan kendi kulaklarından girmiyor olabilir ses atma tekniğiyle salonun en arkasına veriyorlar ya mesajı önemli olanda bu..(!)

Sanıyorum ben bir süre daha yazı yazmasam iyi olacak..... Çünkü yazarsam kötü olacak.

tıklayınız: tiyatrom