Goebbelsvari Propaganda…
Mustafa Demirkanlı
24 Nisan 2009
Coşkun Büktel-Hüseyin Hilmi Bulunmaz hattının tüm tiyatro camiasına hakaret ve küfürlerinin dozunu iyice artırmaları karşısında yapılabilecek en anlamlı protestonun kınamak olduğunu düşünerek, bir metin kaleme alıp tiyatro yayıncılarına (Basılı dergiler ve internet yayıncıları) gönderdim, (Metin son halini alınca imzaya açılacak.) Yeni Tiyatro Yayın Yönetmeni yanıt vermek yerine sitesinde tuhaf bir başlıkla bir yazı yayımladı: “YENİ TİYATRO DERGİSİ’NE “TEHDİTLER” VE KAMUOYUNA ZORUNLU BİR AÇIKLAMA” . Tek bir maille tüm yayıncılara gönderilen metnin ön yazısı: “Arkadaşlar, İlişikte bir metin gönderiyor, tiyatro yayıncılığına ve tiyatroya yapılan saldırılara karşı ortak bir metin ile tiyatro kamuoyunu 'küfürsüz' bir yayıncılık için duyarlı olmaya ortak imza ile davet etmeyi öneriyorum. / Mustafa Demirkanlı / Tiyatro... Tiyatro... Dergisi”, bu metnin neresinde ne tür bir tehdit olduğunu anlayamadım, Erbil Göktaş’ın dışında da böyle bir algıya rastlamadım. Erbil Göktaş bununla da yetinmeyerek, “giz” içinde şahsım ve Tiyatro… Tiyatro…’ya yönelik ithamlarda bulundu. Kendisinin de uzun yıllar Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’nde yazdığını, dergi hakkında açıklamak istediği ne varsa açıklamasını içeren bir mektup gönderdim, mektubumu sitesinde yayımlamakla yetindi, umarım dergi hakkında sahip olduğu olumsuz (Üslubundan öyle anlaşılıyor.) değerli bilgilerini kamuoyundan esirgemez.
Gelelim “giz” içindeki suçlamalarının dışındaki suçlamalarına.
Geçen yıl İstanbul Tiyatro Festivali bünyesinde bir yayıncılık paneli düzenlenmişti ve Tiyatro… Tiyatro… adına da şahsımı davet etmişlerdi, gittim, panele katıldım, çıktım. Aradan bir yıl geçtikten sonra Erbil Göktaş kendisini benim davet ettirmemiş olabileceğim gibi anlamanın mümkün olmadığı bir savla: “2008 İstanbul Tiyatro Festivali’nde, “yayıncılık paneli”nde Yeni Tiyatro Dergisi’ni kim engelledi?.. Dikmen Gürün Uçarer mi?... Mustafa Demirkanlı mı?... Kim?...” diyebilmektedir.
Kimsenin anlamak istemediği bir durum var ve anlamamakta da ısrarcı olunuyor. Sanılıyor ki, yeni bir tiyatro dergisi çıkarsa –adına “Yeni” olmasını kast etmiyorum-, Tiyatro… Tiyatro…’nun tiraj kaybedeceği endişesine kapılıyorum, oysa kaç defa anlattım, bir değil bu ülkeye 4-5 tiyatro dergisi gerekli. Bir defa daha anlatayım. Tek dergi olmak her zaman sakıncalıdır, geniş bir alanı kapsayan tiyatro ortamına yetişmek mümkün değildir, doğru düzgün bir yayın politikası bile belirleyemezsiniz. Sizden talepler çok fazla ve dağınıktır, oysa 4-5 dergi olsa, her yayın kendi yayın politikasını belirler, oturtur. Bu da demektir ki Tiyatro… Tiyatro…’nun yükü azalmış olur. Tiraj meselesine gelirsek, Tiyatro… Tiyatro…’nun en yüksek satış rakamı 5.100’ü aşmamıştır, bu da yıllar önce. Tiyatroya duyarlı, aynı zamanda okur yazar olan kişi sayısı (Tekil kişi, çünkü bir dergi, örneğin bizim yıllar önce yaptırdığımız bir araştırmada derginin okur katsayısı 5 olarak tespit edilmişti, profesyonel bir şirket tarafından.) bellidir ve çok fazla değişmez, yayın çizgisi birbirinden farklı 5 dergi olsa bu okur tamamını alır, kimsenin kuşkusu olmasın, ama bir dergi diğerini taklit ve tekrar ederse ikisinden birinin şansı azalır, okur kendi tercihini yapar bu da çok kısa süre içinde ortaya çıkar, yayınlardan biri alanı terk etmek zorunda kalır.
Şimdi bu geniş açıklamadan sonra Erbil Göktaş’ı –Erbil gündeme getirene kadar çoktan unuttuğum- panele katılmasını neden engelleyeyim ki? Sanırım konuşmacılar dahil salonda 20 kişi vardı, Erbil Göktaş’ın okur çalacağını düşünmüş olabilir miyim? Güldürmeyin.
Panelden engellendiğini söylüyor ve iki isim sayıyor: Dikmen Gürün mü, Mustafa Demirkanlı mı… Erbil Göktaş, bu üslubu ve tavrı nerden öğrenmiş acaba? Bu nasıl bir ruh hali, anlamak mümkün değil. Sonra bir bakıyoruz ki Mimesis Dergisi bir açıklama yapıyor: “Sayın Erbil Göktaş’a bu panele katılımına dair resmi hiçbir davette bulunulmamıştır.” Doğrudur da, sanırım davet ettirmeyen de benimdir!
Mimesis çevresinden tanıdıklarım vardır mutlaka, ama Mimesis Dergisi’nden olduğunu bilmeden tanıyorumdur, Mimesis Dergisi’nden herhangi bir arkadaşla panel tarihine kadar ne oturup konuşmuşluğum ne telefonda sohbet etmişliğim ne de herhangi bir iletişimim olmuştur. Bir kere karşılıklı bir saat oturup sohbet ettiğimiz Ömer F. Kurhan’la da tanışmamız ancak bir buçuk-iki ay önceye dayanır yani Mimesis bünyesinde tanıdığım tek kişi Ömer’dir, bu tanışıklığın da mazisi 1.5-2 aydır.
Başlık neydi? Goebbelsvari Propaganda…
Erbil Göktaş, herhangi bir bilgiye gerek duymadan, Mustafa Demirkanlı’yı mahkum ediyor? Ama onun bilmeye ihtiyacı yok ki şu sıralarda! Peki, aldım kabul ettim.
Fakat şu tavır bilgiyi tahrif etmektir ki, bu Goebbels’i de aşar.
Erbil Göktaş, Coşkun Büktel, Hilmi Bulunmaz alıntısı: "Bıçak sırtı yazılar için bıçakların bilenmeye başladığını belirtmekte fayda var.”
Ömer F. Kurhan’ın orijinal yazısı: "Bıçak sırtı yazılar" için bıçakların bilenmeye başladığını belirtmekte fayda var.
Anlıyoruz ki; "Bıçak sırtı yazılar" Erbil Göktaş’a ait, bıçakların bilenmesi meselesini ise korkuya kapılıp yorumlamaya gerek yok, aşağıdaki gibi bir vehme hiç gerek yok.
“Yaklaşık iki aydır Tiyatro… Tiyatro Dergisi’nin sitesinde yazan Kurhan, bu sözleriyle ne demek istiyor? Acaba beni tehdit mi ediyor? Niçin? Bunun sebebi Yeni Tiyatro’ya gönderdiği “İkinci Bir Theope Var mı?” başlıklı yazısının “hakem kurulunca” reddedilmesi mi diye düşünürken, bir iki gün sonra Demirkanlı’nın yukarıda aktardığım mektubu geliyor. Demek ki, “bıçaklar gerçekten bilenmiş” ve Tanrılara sunulmak istenen “kurbanların” arasında Yeni Tiyatro Dergisi de var. “
Yahu Erbil Göktaş, Ömer F. Kuhan bir yazı yazmış ve internet ortamında yayımlamış, sen arayıp bunu genişlet dergide basalım demişsin, sonra da Hakem Kurulu reddetti demişsin ama bunu da uzata uzata söylemişsin, Ömer’in yazısını isteyip sonra yayımlamaman, bu konu ile ilgili süren yazışmalarınızla benim yayıncılara gönderdiğim mektubun ne ilgisi var, dahası senin kurban olarak seçilmişliğin bunun neresinde, her duyarlı insan gibi, yayıncı gibi “küfürsüz bir yayıncılık” için oluşan bir metni “yayıncı” olduğun için sana da gönderdim, ben nerden bileyim Hüseyin Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel’in küfürlerinin seni rahatsız etmediğini.
***
Senin de yakından tanıdığın, Özdemir Nutku’ya yönelik, Hüseyin Hilmi Bulunmaz üsluplu yazı “akademik” oluyor da Ömer’in yazısı mı olmuyor? Güldürme insanı… Sen okur yazar birisin, aç iki yazıyı bir daha oku. Ömer’in zaten senden bir talebi olmamış tam tersi senin talebin olmuş, sonrasında Hakem Kurulu’nu ortaya sürerek ricat etmişsin, bu senin sorunun, beni ilgilendirmez ki, demeyeceğim, çünkü ilgilendirir. Yakından tanıdığım, çok saygı duyduğum Özdemir Hoca’ya yönelik bu amansız ve haksız saldırı karşısında, Hoca’nın söylediklerini teyit eden bir yazının kamuya ve tarihe kalması beni çok ilgilendirir, konu senin derginde başladığı için orada sürmesi doğru olurdu, ama sen Hüseyin Hilmi Bulunmaz’ın yazısını yayımlayıp, Hoca’yı harcamayı göze alıyorsan, görev bana düştü demektir.
Bu düşüncemi, yani Ömer F. Kurhan’ın senin derginde yayımlanmayacak olan yazısını Tiyatro… Tiyatro…’da yayımlayacağımı söylediğimde, Hoca çok sevindi, Ömer’in yazısının gayet bilimsel bir yazı olduğunu ve kendisine de bir teşekkür mailini iletmen için sana gönderdiğini söyledi. Onun mutlu olması, beni de mutlu etti.
Aslında sana teşekkür borçluyum bu görevi bana bıraktığın için, hepimizin çok şey borçlu olduğu bu saygın insana karşı görev bana düştüyse sadece mutlu olurum, onur duyarım. Yayın Kurulu ola ki “hayır” derse, hiç kusura bakmasınlar Yayın Kurulu’nu feshederim yine Hoca’yı kurda kuşa yem etmem, bunu örnek olsun diye söylüyorum, biliyorum ki Yayın Kurulu’ndaki arkadaşlarım da aynen benim gibi düşünüyorlar, karşı çıkacak tek kişi yok, bundan eminim, çünkü bir dergi, yayın anlayışındaki birlik kadar, yayın ahlakında da anlaşan bir bütünden oluşur. Hiçbir arkadaşım, Hoca’yı kurda kuşa yem etmez, benden daha kararlı olarak bu fikri savunur, çünkü tanıyorum arkadaşlarımı.
***
Bitirirken: “çünkü benim Demirkanlı’yla “dayanışmamak için” geçmişten gelen pek çok olumsuz anılarım vardı.
“ Hadi şu olumsuz anıları paylaşmaya başla artık… ama yalansız, dolansız…
Dünün kahramanın Hayati Abi’ye (Asılyazıcı) nasıl destekler verdiğini anlattığın gibi anlat, dünkü kahramanın Demirkanlı’nın “Kirli Çamaşırlarını”! Çok da uğraşma, bak yalancılığımı kanıtlamış bir yakının var, “Kirli Çamaşırlarım” da var onda, istediğin kadar yararlan, hatta o yakınının dizilerine katkı da sağla. Ama yöntemin onun ki gibi olmasın, sen bu işi daha bilimsel yaparsın, hadi artık sana gönderdiğim mektubu yayımlayarak demokrasi havariliğinden bir sıyrıl, demokrasilerde kişiye yazılmış mektupların izinsiz yayınlanmaması gerektiği gibi basit bir kuralı hatırla (Sakın bunları, yayımlamandan dolayı rahatsız oldum olarak algılama, sana basit bir kural hatırlattım, o kadar.) ve giz” içinde bıraktığın öldürücü darbeyi vur artık.
Namuslu insanlar, namuslu olmak zorundadır. Yoksa, “Goebbelsvari Propaganda…” derim.
Mustafa Demirkanli
(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)