17 Nisan 2009 Cuma

Yalan Makinesi Mustafa Demirkanlı'nın kankası, Burak Caney ruhlu Vandal Ahmet Ertuğrul Timur'un (nam-ı diğer 3. Abdülhamid) dayanılmaz çöp kutusu / 29


17 Nisan 2009 Cuma

KİRLİLİK!...

BU YAYINCILIK TARZININ ARTIK GERÇEKTEN DÜRÜLÜP ÇÖPE ATILMASININ ZAMANI GELMEDİ Mİ? BU YAYINCILIK TARZINA YAŞAM HAKKI TANIMAK GEREKİR Mİ?
Dün akşam (16 nisan 2009) Mustafa Demirkanlı Ömer F.Kurhan çok güzel bir yazı yazmış dedi ve alır almaz yayına verdi. Ben de beğendim ve kaynak göstererek yayınladım. Sanırım saat 20.00-21 arasıydı. Ömer F.kurhan yazısında Özgür Tiyatro’nun 15.yılı nedeniyle yapılacak paneli ve bu panele çağrılı Hilmi Bulunmaz’ı eleştirel bakışla sorguluyordu. Saat 24.00 e doğru Mustafa Demirkanlı ile internette rastlaştığımızda ona “Hilmi Bulunmaz ya dışarıda olmalı ya da başına bir hal geldi” dedim. Neden diye sormadı bile. Evet ya şimdiye kadar bu girdiğimiz yazıdan sonra Ömer F.Kurhan’a çoktan saldırıya geçmiş olmalıydı dimi? Dedi. Öyle ya bizim tanıdığımız Hüseyin Hilmi Bulunmaz Ömer F.Kurhan’dan bir eleştiri almışsa derhal Mehmet Esatoğlu söyleşisini bir defa daha, Barışarock’u güncelliğini koruyor diye bir daha, ve Ömer F.Kurhan’la İATP-G ye karşı elinde koz saydığı, silah saydığı birkaç haberi atışa başlamış topçu gibi peşpeşe sıralamalı yayına vermeliydi.
Hatta Ömer F. Kurhan biraz daha böyle devam ederse ne yapıp edip ona da bir punduna getirip sunturlu bir küfürle adını peşpeşe yazarak, Ömer F. Kurhan ispatlamazsa şerefsizdir vurgularıyla, belki ona da bir jeep(!) vaad ederek (çünkü kendi kapitalist değer yargılarına göre jeep önemli bir unsurdur) o da olmadı bir erotik siteyle, ürünle ilişkilendirerek, yada bir şekilde çanak yalayıcısı olduğunu ispatlamaya çalışarak darbe indirmeliydi.
Sanırım akşam gerçekten yoktu ki bu açığını sabah giderdi ve tam da düşündüğümüz, alıştığımız klasik Hilmi Bulunmaz “eleştirildim saldırırım, ısırırım” varyetesi sabah bloglarında başladı.
Aklı başında bir yayıncının, sanatçının yada sosyalistin bu durumda takınacağı tavır ne olmalıdır? Tabi ki varsa verilecek yanıtın yazılan yazı çerçevesinde, yazılan yazının içeriğine uygun açıklamalar yapmak. Bak Ömer kardeşim sen beni şununla suçlamışsın ama bu şundan dolayıdır, sen bana şöyle demişsin ama aynı konuda sen de şunu söylemişsin tarzı açıklamalar yapmaktır değil mi? Ama Hilmi Bulunmaz’ın tarzı bu değildir. Olayı merciinde tartışmaz “intikamcı” bir anlayışla ele alır. “Sen bana buradan geçirdinse ben de sana şuradan geçirmez miyim” anlayışı ile yaklaşır. İşte bu tam tamına eksiksiz noksansız hatta fazlasıyla Burak Caney olmaktır. Fazlasıyla diyoruz çünkü yanlış hatırlamıyorsam Burak caney küfür etmemişti hiç. Hilmi Bulunmaz da Fotomontaj yapamamıştı o programları bilmiyormuş ama onun yerine maymun şebek yayınladı Burak caneyi hicven.
Hilmi Bulunmaz bu yayıncılık deneyimini nereden ve nasıl edindi bilemiyorum.
Geçmişte bazı sanat yada siyasal dergi deneyimleri olduğunu zaman zaman yazar. Ama bu yayıncılık türünün ne siyasal ne de sanatsal olmadığı çok net. Ben siyasal yayıncılığın dorukta olduğu 70'li yıllarda hiç böyle bir dergicilik türü görmedim.
Örneğin İGD , Halkın Kurtuluşuna yönelik Bizim revizyonist olduğumuzu ispatla, ispatlamazsan şerefsizsin! İspatla sana jeep verelim! tarzında bir yaklaşım göstermezdi.
Sanat dergiciliğinin de Hilmi Bulunmaz'a bu türde bir kirli magazinsel deneyim kazandırdığını sanmıyorum. Örneğin Orhan Pamuk "Murathan Mungan'ın geçen gün yazısının yayınlandığı Milliyet Sanat dergisi Akbank çanağı yalıyordu dedi diye bir sanatsal dergicilik türü de bilemiyorum.
Ömer F.Kurhan neler demiştir son yazısında?
Kurhan, Alacakaptan-Bulunmaz ilişkisinin net olmayışından söz etmiş, yazı ve küfürleriyle yayıncılık etiğini düşürdüğünden söz etmiş, sansürcülük yaptığından söz etmiş. Peki Hilmi Bulunmaz bu eleştirilere karşılık ne cevap vermiş? Mehmet Esatoğlu zaten “İATP-G’yi Amerika kurdurdu” demişti yi öne çıkarmış, “İATP-G barışarock’da da zaten olay çıkarmıştı” yı öne çıkarmış vs vs.
- Şimdi Hilmi Bulunmaz bunlarla Alacakaptan ilişkisine açıklık getirmiş oldun mu?
- Hayır
- Sansürcü olduğun iddiasına açıklık getirdin mi?
-Hayır
- E, neyi açıkladın?
- Hiç, o bana vurduysa bende ona başka yerlerden vurdum ya oh!
Tabi bu arada daha önce ortada olduğu Esatoğlu konusunda da bir anlamda artık taraf olmaya başladığını ilan etmiş de oluyor.
-Neden? Bu süreç içerisinde Esatoğlu’nun tacizci olmadığına ikna olduğu yeni bir belgeye mi ulaştı?
- Hayır. Ama madem Ömer F.Kurhan onu mütemadiyen eleştirmeye başlamıştır o halde o da artık Esatoğlu’na daha yakındır. Onunla yapılan röportajın İATP-G suçlama bölümünü bir haftada beş kere manşete getirir ama ona verilmiş karşı yanıtları anmaz bile.
Bu yöntemi en ağır ve en iğrenç şekliyle başta bana ve sonra Mustafa Demirkanlı’ya yüzlerce kez uygulamıştır. İşi karalamaktan çıkarıp açık ve net iftira düzeyine vardırdığını belden aşağı konulara taşıdığını yüzlerce kişi görüp bu iğrenç basit haline sadece acımıştır. Bu tutumunun Hiçbir işe yaramadığını ve bizi vazgeçiremediğini görse de elinde başka da bir silahı, donanımı olmadığı için daha onlarca kez de uygulayacağı açıktır.
Ha, tabi ki bu bir koz gibi ortaya getirdiği konular tartışılmasın, gündeme getirilmesin demek değildir. Eğer gündeme getirmek ve konuşulmasını istiyorsa getirir. Hadi bakalım şu Esatoğlu’nun taciz konusu ve onun İATP-G ye dair iddialarını konuşalım bu konunun artık üzerine gidelim sorgulayalım diyebilir. Ama bunu taraflara, konunun tüm yanlarına ciddiyetle eğilerek yapmalıdır. Onun yaptığı bu konu gündeme gelsin ve tartışılsın değildir, onun sorunu dün akşam Ömer F. Kurhan beni eleştirdi ben de şimdi ona yapacağımı bilirim yaklaşımdır. Olayı bireyselleştirmek, intikamcılaştırmaktır. Elindeki yayını resmen ve alenen bir silah gibi kullanmaktır. Karalama saldırma amaçlı bir silah! Bir parasız blogda bunu yapan acaba bir gazete sahibi olsa neler yapmazdı diye düşününce toplum adına irkiliyorum. Allah bizi öylelerinden korusun!
Mustafa Demirkanlı- Hilmi Bulunmaz örneğini ele alalım. Mustafa Demirkanlı en son Hüseyin Hilmi Bulunmaz’ı ortaya çıkardığı belgelerle deşifre etmiştir. Nedir bu? “Sen aylardır insanları aşağılıyor hakaret ediyor Kültür Bakanlığı çanağı yalıyor diye yapmadığın hakareti bırakmıyorsun ama öte yandan sen de aynısını yapmış iki yıl kültür bakanlığı yardımı almışsın deyip yıl yıl, miktar miktar açıklıyor. Senin bunun karşılığında yapman gereken bunu açıklamak varsa karşı tezini, yalanlamanı yada özeleştirini verip kamuoyunu bu konuda aydınlatmaktır.
Aydınlatırsın hatta yazını da
“bana da rahatsızlık veren bu konuyu açıklamam için fırsat yarattığı için Mustafa Demirkanlı’ya teşekkür ederim”
dersin o zaman biz senin samimiyetine de pişmanlığına da, doğruluğuna da inanırız.
Ama sen
vayyy! Sen demek bunu çıkardın bende sana yapacağımı bilirim sen salyaların akarak Akbank çanağı yalıyorsun! 17 tane reklam alıyorsun! Zaten okunmuyorsun, kargalar bile güler, ve daha onlarca onlarca hakaret aşağılama vs ile taaruza geçersen bu nedir?
Bu kuyruk acının dışavurumudur ve karşı iddiaların ne kadar haklı olduğunu gösterir. Bu senin ne kadar yayıncılık etiğinden uzak olduğunu gösterir. Bu senin ne kadar sanatçı etiğinden uzak olduğunu gösterir, bu senin ne kadar sosyalist etikten yoksun olduğunu gösterir.
Sonuçta Mustafa Demirkanlı ideolojik bir dergi çıkarmıyor. Çıkardığı “emeğin bayrağı” adlı bir siyasal yayın değil. Tiyatro piyasasına yönelik içerisinde burjuva tiyatrosunun da, tiyatro anlayışın da yer bulabildiği bir tiyatro dergisi. Ben sol, sosyalist bir tiyatro dergisi çıkarıyorum da demiyor. E, o halde Akbank reklamı da alır, Fortis reklamı da alır. Senin reklamcı Arkadaşın Feridun Çetinkaya belki önüne gelse Akbank reklam metni de yapabilecekse, Senin yazar arkadaşın nasıl Fox TV de dizi yazıyorsa, Sen nasıl kuyum imal edip varlıklı insanların süslenme ihtiyaçlarının hizmetkarlığını yapıyorsan o da kapitalist dünya dahilindeki işini yapıyor. Mustafa Demirkanlı’yi bizden ayıran bir şey var. Erbil hoca’dan da, benden de , sizlerden de ayıran şey Mustafa Demirkanlı’nın işi bu. Geçim kaynağı bu. Erbil hoca üniversiteden aldığı maaşın yarısını getirip vermiyor, Sen kuyumcu dükkanından kazandığını onunla paylaşmıyorsun, O halde reklam alır. Sosyalist, ideolojik bir dergi çıakrdığını da iddia etmediğine göre neden almasın? Ha eğer Akbank reklamı aldığı için Akbank’ın şu sanatsal olayındaki şu olumsuz konuyu görmezden geldi, DT reklamı aldığı için şu haberi çarpıtarak yayınladı kamuoyunu aldattı diyorsan bunları ortaya çıkarır belgelersin.
Mustafa Demirkanlı en son reklam aldığı halde neleri nasıl eleştirdiğini ele alan bir yazı kaleme aldı ve yayınladı. Eğer verecek yanıtın varsa alır bu yazıyı yanıtlarsın. Sen şöyle diyorsun ama şunu da yaptın, böyle diyorsun ama öyle değil dersin. Nasıl ki ben sana sosyalistim diyorsun ama Gerici belediye ile 27 marta gidiyorsun diye somut konuşuyorsam sen de Akbank reklamı alıyorsun bunun karşılığında da Akbank’ın şu sahtekarlığını yayınlayıp halkı aldatıyorsun dersin. Bunu yapmadıktan sonra Demirkanlı Akbank çanağı yalıyor demenin anlamı ne? Kapitalist bir dünyada yaşamak zorundaysak bir yerinden dahil olmak zorunda değil miyiz? Senin altın zümrüt ticaretin ve alım sattığın firma yada kişiler Akbank’dan daha mı masum? Coşkun Büktel’in çocuğunun nafakasını sağladığı Fox TV daha mı temiz? Feridun Çetinkaya’nın parlattığı sermayedarlar Akbank’tan daha mı az masum?
Ama bunların hiç biri önemli dğeil. Onun ne yazıp hangi içerikle suçladığı da.. Eleştirdi mi? Evet eleştirdi. O halde yürü sütüne, magazinci mantığıyla saldır saldırabildiğin kadar! Küfür et hakaret et iftira at! İşte Bulunmaz yayıncılığı! İşte Bulunmaz sosyalizmi! İşte Bulunmaz’ın Sol’dan bakışı!
Hilmi Bulunmaz bu yayıncılık deneyimini nereden ve nasıl edindi bilemiyorum.
Geçmişte bazı sanat yada siyasal dergi deneyimleri olduğunu zaman zaman yazar. Ama bu yayıncılık türünün ne siyasal ne de sanatsal olmadığı çok net. Ben siyasal yayıncılığın dorukta olduğu 70'li yıllarda hiç böyle bir dergicilik türü görmedim.
Örneğin İGD , Halkın Kurtuluşuna yönelik Bizim revizyonist olduğumuzu ispatla, ispatlamazsan şerefsizsin! İspatla sana jeep verelim! tarzında bir yaklaşım göstermezdi.
Sanat dergiciliğinin de Hilmi Bulunmaz'a bu türde bir kirli magazinsel deneyim kazandırdığını sanmıyorum. Örneğin Orhan Pamuk "Murathan Mungan'ın geçen gün çıktığı kanal Akbank çanağı yalıyordu" dedi diye bir sanatsal dergicilik türü de bilemiyorum.
Peki Hilmi Bulunmaz bu magazinsel, tehdit içeren, karalamaya dayalı yayıncılık tarzını nereden edindi?
Ya bir dönem boyunca yakın ilişki içerisinde olduğunu öğrendiğimiz medya patronlarından Nezih Demirkent'den edindiği yayıncılık deneyimleri, ya sosyalist olsa bile içerisinde dizginleyemediği kendi ruh kirliliği ya da son dönem en yakın dostu kader birliği ettiği Coşkun Büktel'in etkisi. Belki de hepsinden biraz vardır bilemiyoruz. Fakat öncesini bilmesek de en azından Hilmi Coşkun Büktel'in fena halde etkisi altında olduğunu mecburen ve yakınen takipçileri olarak gördük, gözlemledik.
Coşkun Büktel'in "Hilmi'ye dedim ki bekleyelim, ikinci yazıyı da görelim, yayınlamayalım...." tarzı açıklamalarıyla Hilmi Bulunmaz üzerinde nasıl etkili olduğu, sansürcü anlayışını nasıl Hilmi Bulunmaz'a transfer ettiğini çok kere örneklerle gördük.
Coşkun Büktel'in Hilmi Bulunmaz'a ne kazandırabildiğinden emin değilim belki sosyalist kimliğine bu magazinsel ve tuzağa dayalı tarza geçmesini kazandırmış olabilir; ama Hilmi Bulunmaz'ın Coşkun Büktel'e çok şey kazandırdığı bellidir. En azından gönüllü bir koruma kalem memurluğu üstlenmiştir. Tartışmaların arttığı ve seviyenin biraz düştüğü dönemde Coşkun Büktel geriye çekilip Hilmi Bulunmaz'ı arenaya salarak kendini muhafaza etmeyi iyi becermektedir.
HER NEVİ COŞKUN BÜKTEL PAZARLANIR
Hilmi Bulunmaz'ın Coşkun Büktel'i piyasaya çok iyi pazarladığını da gözlemliyoruz. Onu çok büyük bir yazar olarak lanse ediyor ama bunu öyle bir ambalajla yapıyor ki çok önemli bir yazar ama çok da alçakgönüllüdür gibi bir portre yaratarak sunuyor. Çok önemli bir yazardır ama gelip sizlerle konuşacak kadar alçak gönüllüdür.
Bunu sevgili Levent Çağlayan'ın videoyla oyuna getirilmek için İstanbul'a davet edildiğini anlatan yazısında da gözlemlemiştim en son Hilmi Bulunmaz'ın öğrencileri olan Toprak ve Ozan'ın videolarında da gözlemledim. Ne diyordu Levent Çağlayan? Bizi Coşkun Büktel'le de tanıştıracağı sözü vererek İstanbul'a çağırdı... Ama Coşkun Büktel gelmedi... Acaba Coşkun Büktel'le tanışma şerefine nail olmak için Trabzon'dan İstanbul'a gelmeye değecek bir yazar mıdır? Coşkun Büktel ne başarı elde etmiş ne büyüklükte ve çoklukta eserler vermiştir, kaç oyunu sahnelenmiş, Türkiye yada dünyaya mal olmuştur, onu büyük yapan bir avanture disizi mi yoksa dizi mi sinema filmi mi, roman mı karar veremediği kurgu öykü "Hamdi" midir büyük yazar yapan? Yoksa aşk ve polisiye denemesi "Fiyasko" mu? Ya da tek başına şu meşhur "Theope" mi?
Toprak ve Ozan'ın yer aldığı videoda ise Coşkun Büktel aslında büyük bir yazarmış ama alçakgönüllülüğüyle kolayca erişilebilirmiş havasında sunulurken Ozan bu olanaktan dolayı teşekkür ediyor ve gençleri diğer yazarlar, yayıncılar önemsemezken dinleyen dikkate alan bu yüce şahsiyetlere minnet duyuyor. Acaba Ozan kardeşim kimlere erişmeyi denedi erişemedi bilemiyorum ama tiyatro dünyasında bir çok yazara yayıncıya erişmenin ne denli kolay olduğunu ben bir kaç örneklemeyle anlatayım. Bir defa Tiyatro oyun ve teori kitaplarında fedakarca yayıncılık yapan Mitos-Boyut yayıncısı sevgili, değerli Yılmaz Öğüt o denli şeker bir insandır o kadar değerli bir insandır ki herhalde tiyatro dünyasında onun aleyhinde konuşacak üç kişi bulamazsınız ama olumlu konuşacak en az üçbin kişi bulursunuz. Bu alçakgönüllü adamın adresi belidir, kapısını çaldığınızda sizinle sohbetle kalmaz bir kucak da yeni basılmış kitap seçkisi armağan ederek uğurlar. Daha henüz ilk denemesi olduğu halde sen piş te gel demeyip ilk denemesini getirenin oyununu yayınladığını ben bir arkadaşımdan dolayı biliyorum. Belki Ozan'da götürse kendisine "kıyak" yapılıyormuş gibi bir derginin bedava eki olarak değil bir yayınevinden çıkmış ve sadece derginin satışta olduğu bir ay değil her zaman yıllarca kitapçı raflarında bulunabilecek gerçek bir kitap olarak kitabını yayınlatabilirdi. Üstelik "kıyak" yapılıyormuş gibi değil satıldıkça da telifini alarak!Yine yazarların hiç de zor erişilmediğine örnek olarak, (eleştirdiğim yanları baki kalarak) Bir düzine ülkede kitapları basılan Tuncer Cücenoğlu'nun AKM eyleminde AKM önünde, başka yerlerde çevresini saran gençlerle tek tek ilgilendiğini, yazar adayı gençlere evde msn başından bile zaman ayırıp yönlendirdiğini biliyorum. Yine çok başarılı isimlerden Coşkun Irmak'ın da gerektiğinde zaman ayırdığını biliyorum. Her ikisinin de bizim evelki yıl açtığımız Gençlik Tiyatroları yazarlık eğitimi çalışmalarına hiç bir karşılık almadan koşarak geldiğinin şahididir 2 düzine gencimiz. Hele ki Savaş Aykılıç evvelki yılın en karlı ve en soğuk kış gününde sabahın 07:00 sinde öğrencilerimizden önce gelerek ve o gün gelebilen sadece iki öğrenciyle yetinerek ama biz bundan dolayı özür dilerken hiç önemli değil her zaman çağırın diyebilen birisidir. Bir yayıncı üç yazar örneğine haydi dergi yayıncısı olarak da Bulunmaz&Büktel çiftinin hiç sevmediği Mustafa Demirkanlı'yı örnek vereyim. Kapısını çalmış olsaydınız sizi misafir etmekle kalmaz size hemen bir masada verir ve hadi bakalım madem öyle başla düşüncelerini yaşama geçirmeye derdi. Gençlere sağladığı olanak ve gösterdiği sabır konusunda bazen ben bile hayret ediyorum. Ozan acaba gerçekten denemiş midir yayıncılara yazarlara ulaşmayı, yoksa acaba onlar yazar ulaşamayız önyargısıyla mı çekinceli durmuştur bilemiyorum. Ama Coşkun Büktel'in lanse ediliş şekliyle "önemli" ama "erişilmez" değil havası tamamen bir kurgudur. Erişilmez değildir ama ne derece önemlidir, bir yazarı değerli kılan nedir? Çok sayıda eseri olması mı? Yada tek eserle de olsa harika ölümsüz bir eser vermesi mi? Yoksa sadece yazdığı oyunlar değil entelektüel birikimi, toplumsallığı, ideolojik, siyasal toplum gerçekçi düşünceleri mi? Yoksa karakter yapısı mı? Bunu değer yargılarınızla değerlendirmeyi siz okuyanlara bırakıyorum. Fakat Coşkun Büktel’in çokça sahnelenmiş eseri olmadığı, ulusal-uluslar arası başarılarının bulunmadığı, ideolojik, entelektüel toplum gerçekçi açılımlarının da hemen hemen sıfır düzeyinde seyrettiği, karakter yapısının ise kendisine hak vermedi diye bir yayıncıya belden aşağı iftiralar attığı, tutarsızlıkları, işine gelmediğinde sansürcülüğü, dezenformasyonla okurlarına ve gerçeklere karşı saygısızlığı göz önüne alınınca bana göre Coşkun Büktel’i büyük yapan bir tek şey var o da kendisinin ve iki arkadaşının reklamları! Büktel bu konuda tam bir reklamcı mantığıyla yaklaşıyor ve reklamın kötüsü olmaz diyor. O nedenle de onu bir eleştiride yer alan eleştirilerden çok eleştirirken neden benim tam adresimi yazmadın konusu ilgilendiriyor. Reklamı olsun kendinden söz edilsin de isterse yerin dibine batırsınlar hatta keşke/inşallah yerin dibine batırsınlar ki bir defa da cevap sayesinde yer alırım nasıl olsa diye yaklaşabilen birisi.
Sanıyorum Hilmi Bulunmaz bir dönem gerçekten ve tüm samimiyetiyle bile bugün bu çürümüş kokuşmuş durumların içinde yüzme nedeni büyük ölçüde bu kokuşmuş ilişkileri olsa gerek. Büktel gibi’lerle, Alacakaptan gibilerle, dizicilerle, gericilerle, reklamcılarla ilişkisi sürdükçe daha da balçığa gömüldüğü ne kadar açık oysa ki. Hilmi Bulunmaz’ın sıkı, ama çok sıkı bir özeleştiri vermeden hem sola karşı, hem topluma karşı, hem de tiyatro dünyasına karşı arınabileceğini hiç sanmıyorum ve bırakın soldan bakmayı bu kirlenmiş , magazinci, saldırgan, yayını silah gibi kullanan anlayışla ortadan bile bakabileceğini sanmıyorum ve başlıklarda attığı sloganlardan öte söyleyebilecek nesi var Özgür Tiyatro’nun panelinde merakla bekliyorum. Orada olacağım! Ankara’dan okur ve dostlarımızın da yoğun katılımı ile bir aksilik olmazsa orada olacak ve intikamcı, magazinci, iftiracı, gerici ve faşist işbirlikçisi solcu yayıncının soldan bakışını güzelce irdeleyeceğiz.
Hilmi Bulunmaz’ın burada kaçındığı seyircili panel ortamını Ankara’da bize sağlayan Özgür Tiyatro’ya da bu anlamda teşekkür mü etmeliyiz yoksa bu küfür, sövgü, hakaret, kaypaklık, magazincilik içeren yayıncılığı sadece ve sadece başlıklarındaki sahte sol söylemlerden dolayı solcu sayıp tescillemeye katlığı için kınamalı mıyız emin değilim doğrusu.
Gönderen Özgür Sanat zaman: 01:35 0 yorum