21 Nisan 2009 Salı

Yalan Makinesi Mustafa Demirkanlı'nın kankası, Burak Caney ruhlu Vandal Ahmet Ertuğrul Timur'un (nam-ı diğer 3. Abdülhamid) dayanılmaz çöp kutusu / 33

21 Nisan 2009 Salı

YAŞAM KAYA BURAK CANEY-HİLMİ BULUNMAZ KONUSUNA IŞIK TUTUYOR
Burak Caney ile ilgili yaşadığım olay... (Ertuğrul Timur'un bahsettiği konuyu burada gündeme açıyorum)Konuyu gündeme getirmeden önce şunu özellikle belirtiyorum. Bu yazdığım yazı ile hiç kimseyi suçlamak gibi bir niyetim yok. Sadece bundan 1.5 ya da 2 sene önce yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum... Burak Caney tiyatro sahnesine çıktığı ilk günlerde Hilmi Bulunmaz'la büyük bir polemiğin içine girmişti. Öncelikle bu polemikten haberdar olmayan biz yayıncıları günde yaklaşık 5 maille bilgilendiriyor (Mutafa Demirkanlı'yı, Ertuğrul Timur'u ve beni) bu gereksiz polemiklerin içine çekmek için büyük bir uğraş sarf ediyordu. İşte bu günlerde Burak Caney'in kimliği üzerine müthiş bir tartışmadır sürüyordu. Bulunmaz, Burak Caney 'o.... çocuğu" dedikten sonra Demirkanlı'nın, Timur'un adını ve benim adımı küfrün sonuna ekleyerek, biz tiyatro yayıncıları ile Burak Caney ismini yan yana getirme gayreti içine giriyordu. Biz yayıncılar inatla sustuk. O günlerde Bulunmaz ile Caney arasında süren tartışmaları tarafsız biçimde izledik. Karşılıklı atışmalar sürüp giderken Bulunmaz, Caney'e kimliğini açıkla diye yazılar yazmaya başlamıştı. Caney, Bulunmaz'a kimliğini açıklayacağını ve kimliğini açıklamadan geçmişte yaşadıkları olayla ilgili Bulunmaz'ın yaptığı hatayı kabullenmesini istediğini belirtmişti. Neyse bu kavga Burak Caney'in kimliğini açıklayacağı geceye kadar sürdü. İşte o gece 23*30 da pc başına oturarak Bulunmaz'ın ve Caney'in blog sayfalarını açtım ve karşılıklı atışmalarını okumaya başladım. Gece yarısı Burak Caney, Hilmi Bulunmaz'ın tarihsel hatasını açıklayacak ve kimliğini tüm tiyatro kamuoyuna duyuracaktı. Bulunmaz blogunu güncellemeye başladığı zaman Burak Caney'in sitesine giriliyordu. Burak Caney blogunu güncellemeye başladığı zaman da Hilmi Bulunmaz'ın bloguna giriş yapabiliyordum. Önce bu durumu çok önemsemedim. Fakat saatler ilerledikçe atışmalar ve kavgalar büyüdü. Ama nedendir bilinmez güncellemeler aynı anda olmuyordu. Ve giriş çıkışlar belli bir sıra ile sürüp gidiyordu. Bu durum ilerledikçe ben de bu duruma karşı inanılmaz bir kuşku doğmuştu. Saatler ilerledikçe şunu da fark ettim. Bulunmaz, Caney'e saldırdığında ya da soru sorduğunda, Caney 1 dakika içinde Bulunmaz'a 1 sayfalık cevaplar yazıyordu. Yani bir sorunun bu kadar hızlı bir biçimde ve güzel bir Türkçe ile cevaplanması mümkün değildi. Soruyu cevaplayan Caney'in bu soruyu önceden bilmesi ve bu soruya uygun cevaplar yazması lazımdı. Bulunmaz ile Caney o gece aynı anda güncelleme yapmadılar. 23*30' dan 02*30 a kadar pc başında anı anına her iki blogu da okudum. 1 dk içinde verilen uzun cevaplar; önceden hazırlanmış hissi veren "köpek, maymun ve inek" karikatürleri o gece dikkatimden kaçmadı. Mesela Bulunmaz, Caney'i köpek yerine koyan karikatürleri yayınladığı zaman daha aradan 15 sn geçmeden Caney'in sitesine Bulunmaz'ı maymun yapan karikatürler girişi yapıyordu. Ayrıca Caney'in elinde Bulunmaz fotoğrafları da vardı. Hem de aile fotoğrafları. O gece çok iyi hatırlıyorum Burak Caney, Hilmi Bulunmaz'ın kızının fotoğrafını bloguna koymuştu. Ve aradan 1 dakika geçmeden yarım sayfalık muzzam bir Türkçe ile Bulunmaz'ın bu fotoğrafa karşı cevabı geliyordu. Madem Bulunmaz, Caney'i tanımıyordu. Peki ya Caney, Bulunmaz'ın ailesini nereden tanıyordu ve Bulunmaz'ın aile fotoğrafları nasıl oluyorda Caney'in elinde bulunuyordu? Neyse uzun lafın kısası Burak Caney kimliğini açıklayacağı saat gelince, suskun biçimde her yazdığını siteden bir bir yok etmeye başladı. O gece 3 saat gibi süren Bulunmaz ve Caney atışmalarının hepsini blogundan kaldırdı. Bunu neden yaptığına anlam verememiştim. Yoksa Caney o geceden kalan bir iz olmamasını mı istiyordu? Peki ama neden? Madem Bulunmaz'la kavga ediyordu ve kimliğini açıklayacaktı ama neden sayfasını siliyordu. Bu silme işlemi sürerken Hilmi Bulunmaz'ın da bloguna giriş yapılamıyordu. Bu da çok garip bir durumdu. Burak Caney silme işlemini tamamladıktan sonra kimliğini açıklamadı ve Bulunmaz'ın da kendisine yaptığı hatayı açıklamayacağını söyledi. Bu hatayı ilerleyen zamanlarda açıklayacağınu duyurdu. Tam bu güncellemeyi okuduktan 30 sn sonra Bulunmaz'ın bloguna tıkladım ve gözlerime inanamadım. "O... Çocuğu Burak Caney'i susturduklarını; Burak Caney'în sanal bir canavar olduğunu; Burak Caney'in arkasına gizlenmiş yayıncılar olduğunu savunan yazısı ile karşılaştım. Yazı hatırladığım kadarıyla 1 sayfa kadar vardı. Yani 30 sn içinde böyle bir yazının kaleme alınma ihtimali yok gibiydi. Burak Caney blogunun güncellemesini yaparken Bulunmaz'ın blogu kapalı idi. Ve Caney'in açıklamasının ardından 30 sn içinde yine muazzam bir Türkçe ile yazılmış uzunca bir yazı ile karşılaşmak beni bütünüyle şok etti. Şimdi bunları neden yazdığıma gelince. Ben bu olayı yaşadıktan sonra durumu Ertuğrul Timur ile paylaştım. O gece yaşadıklarımı ve içimdeki kuşkuları bir bir o'na söyledim. Ama oturupta kimsleri suçlamadım. Keşke o gece bu olayları kaydetmiş olsaydım ve elimdeki kanıtlarla konuşuyor olsaydım şimdi. Yaşadığım bu olay kelimesi kelimesine gerçektir. Hatta bu olayın hemen ardından durumu Ertuğrul Timur ile konuştum. Banan inanmayanlar ondan da bilgi alabilirler. Benim Burak Caney olayına tanıklığım budur. Bu olayın yorumunu sizlere bırakıyorum... -- Yaşam KAYATiyatronline EditörTaraf Gazetesi Kültür/SanatEğitimci, Tiyatro Eleştirmeni
Gönderen Özgür Sanat zaman: 09:15 0 yorum

ERBİL GÖKTAŞ'A YANIT VE TAM BİLGİSİ OLMADIĞINI SANDIĞIM KONULARDA AÇIKLAMADIR
ERTUĞRUL TİMUR
Sayın hocam,
Gerek Sizinle gerek sayın eşinizle olan tanışıklığımız her zaman saygı sevgi ve takdire dayalı bir paylaşım içerisinde sürdü ve gerek sizin gerek Sayın Sema Göktaş'ın aktif yanlarınızı her zaman beğeni ve gıpta ile izledim. Bundan sonra da sizlerle benim karşı karşıya gelmeme hiç bir sebep olacağını zannetmiyorum. Dönem dönem insanlar belli konularda yan yana durur zaman zaman farklı düşünebilir, Hiç birimiz bir dinin, taassubun etrafında kümelenmiş kayıtsız şartsız bağımlılık altında değiliz birleştiğimiz konular kadar farklı düşüncelerimiz de olacaktır mutlaka.
Buradan sözü hemen İATP-G ve Tiyatro Dergisi ile bir ittifak içerisinde gibi görülmem konusuna getirmek istiyorum. İATP-G ile hiç bir dönem kayıtsız şartsız bir ittifak içersinde olmadım şu anda da değilim. Örneğin İATP-G için her zaman birinci derecede öncelikli görünen konu olan Esatoğlu konusunda farklı noktadaydım, bunu da çok kısa bir süre önce yine yazarak üstelik de Hilmi Bulunmaz'ın sitesinde yazarak bir kez daha deklare ettim. İATP-G de diğer oluşumlara, birliklere, derneklere göre Tiyatrom.com a hep daha uzak durmuştur ki bunu da yakın zamanda bazı yazılarında özeleştiri gibi kendileri de dile getirdiler. Bugün bizi birlikte hareket ediyormuş gibi gösteren neden belki Hilmi Bulunmaz-Coşkun Büktel mağduru gibi görünüyor olmamızdır. Oysa ki İATP-G’nin benle asıl yakınlaşma nedeni bir süredir nasıl bir yayıncılık arayışına yoğunluk vermeleri ve benim de bu alanda deneyimim olduğunu düşünerek katkı sağlamam yolunda çabalarıdır. Buna ilişkin olarak da defalarca yeniden ya da yeni bir tiyatro yayıncılığı içerisinde olmayacağımı sadece bir deneyimim olduğuna inanılıyorsa elbette paylaşabileceğimi kamuoyu önünde yazılı olarak dile getirdim.
Tiyatro Dergisi’nde görev almam hususuna gelince bunu da nedenleriyle açıklamıştım ama belki tüm yazılarımı okuma olanağı bulamadığınız için okumamış olabileceğinizi düşünerek kısaca açıklayayım. Siz de bir Assitej üyesi olduğunuz ve defalarca aynı ortamları paylaştığımıza göre, mail grup içerisindeki tartışmalar size de gelmiş olduğuna göre ve İstanbul'da Assitej adına Ali Kırkar ve benim organize ettiğim Assitej toplantısına da katılmıştınız yanılmıyorsam sürekli dile getirdiğim ve en çok önemsediğim konu Türkiye'de gençlik tiyatroları olmayışı, gençlik oyunu olmayışı ve adında Gençlik de olmasına karşın Assitej'in de bu yanının güdük kaldığı konusuydu. Bu nedenle İstanbul toplantıları sonrası önce Assitej içerisinde bir Gençlik Komisyonu kurduk, oradan da bir sonuç alamayınca da Adnan Tönel ve 60 kadar gencin katılımı ile Gençlik Tiyatroları Oluşumunu kurduk. Yani artık kimseden medet ummadan önemsediğim Gençlik Tiyatroları için kendimin harekete geçmesi gerektiği noktasına gelmiştim. Tam bu aşamada Tiyatro Dergisi’nden gelen yayın kurulu üyeliği teklifini orada Gençlik Tiyatroları bölümü yapmak koşuluyla kabul ettim ve bunu da seve seve kabul ettiler ve Gençlik Editörlüğünü de verdiler. Takdir edersiniz ki medyada tiyatronun yeri yokken tüm olanakları kullanmamız gerekiyordu ve o dönem için de basılı tek Tiyatro Dergisi’nin bu olanağı sağlaması yola çıktığımız Gençlik Tiyatroları adına bir sacayağın önemli bir üçüncü ayağı idi bizim adımıza.
Yani ne sizin söz ettiğiniz gibi oradan bana verilen sıfat, ne onur etken değildir. Tiyatro Dergisi’ne geçmek gibi bir cümle ise hiç bir zaman olmamıştır ben oraya dışarıdan katkı sağlamıştım ve Tiyatrom sürdüğü süre içindeydi, Tiyatromu kapadığım gün tüm tiyatro bağlantılarımı da kopardım zaten.
Kısıtlı toplantılarda beni yeterince tanıma şansı bulamamış olabilirsiniz, fakat bu tür onurlar ödüller, boş gurur şu dünyada en az etkileyeceği kişilerden birisi benim. Bana 8 yıllık tiyatro yayıncılık yaşamım sırasında bundan çok daha önemli teklifler de geldi fakat hiç düşünmeden tereddütsüz hayır dedim, (Bunların içerisinde bir üniversitede ders verme ve o sıralar çıkmaya hazırlanan Oyun Dergisi editörlüğü de dahil, konuyu örneğin Adnan Tönel'den doğrulatabilirsinizdir o dönemimin yakın tanığıdır) Yine bu boş gurura ihtiyacım olmadığındandır ki hiç oyuncu olmadığım halde TODER'in bana verdiği onur üyeliğini hiç tereddütsüz iade ettim. Program Müdürü olduğum radyoyu yayıncı gençlere söz verilen zam yapılmadı diye bırakmıştım, TV’lerde senaryo ve metin yazarlığını ise bu kirli medyaya artık üretim yapmak istemiyorum açıklaması yaparak bırakmıştım. Şehir Tiyatrolarından gelen Basın sözcülüğü teklifini de halen işçi statüsünde olmama ve o sıfatın çok daha gurur kaynağı olacağını bilsem de kabul etmemiştim çünkü boş gurura ihtiyacım olduğunu düşünmüyordum. Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin bana verdiği plaketten iki gün sonra sıkı bir eleştiri yapabildim. Sanıyorum ki yeryüzünde boş gururdan etkilenebilecek son kişilerden birini boş gurur için dergide görev almakla itham etmektesiniz sayın hocam.
Basılı bir yayında Gençlik Tiyatroları için bir mevzi daha kazanmak bir fırsattı bunu değerlendirdim. Ki o dönemlerde yeni bir dergi daha basılmaya başlandı "Tiyatral İstanbul" orada da benzer bir görevi Adnan Tönel'in üstlenmesi ve böylece oradan da öncülüğünü yaptığımız Gençlik Tiyatroları alanında bir alan bulabilmemiz de gündemimizdeydi ama ne yazık ki o dergi uzun ömürlü olamadı. Tiyatro Dergisi’nin bunun dışında bana getirdiği ne bir külfet ne de bir artı olmamıştır ki sonuçta da biliyorsunuz oradaki bu görevleri de ben yine kendim bıraktım.
Benim geçmişimde Tiyatro yok ama yayıncılık vardır, basılı, sesli ve görsel medyada oldukça uzun süre bulundum. Hürriyet gibi bir gazetede mizah editörlüğü, Ulusal bir radyoda program müdürlüğü yapmış birisi için kısıtlı bir çevreye hitap eden bir dergide editörlük düşündüğünüz gibi benim için erişilmesi mutlu eden yada vazgeçilmez bir görev asla olmamıştır.
Sayın Hocam, Burak Caney hadisesine en çok kafa yoran kişilerden birisi de benim takdir edersiniz ki. Zira mağdurlarından birisi de benim. Bu nedenle de bu konuyu da oldukça araştırdım ve bunu da yazdım. Sanırım okuma şansınız olmadı. Sakın bunu sitem ya da eleştiri gibi almayınız zira o kadar çok ve sayfalarca yazılar yazıldı ki karşılıklı sanırım herhangi biri kadar bu konuyla ilgili olsam ben de bu yazılanların tümünü oturup okumazdım. Çok kısa özetlemek gerekirse Burak Caney'in doğduğu yer e-mail grupları ve forum köşeleridir. Ve doğduğu dönemde de alabildiğine uğraştığı üç kişi vardır. "Ertuğrul Timur, Yaşam Kaya ve Hilmi Bulunmaz" bunu belgeleriyle tarihleriyle verdim. Ancak ve ancak, biz Coşkun Büktel'le ters düşünce , (Buna paralel olarak Hilmi Bulunmaz'la da) bu ters düşme tırmanıp gerginlik halini aldıktan sonra Burak Caney üç yayıncıya da düşmanlık yerine zaman zaman taraf olarak, taraf gibi görünerek aradaki kızgın ortamı körükleme görevi üstlenmiş buradan beslenmeyi seçmiştir.
Burak Caney kimdir? Yukarıda da söylediğim sertleşen polemiklerden sonra Burak Caney'in ben ya da Mustafa Demirkanlı y ada Yaşam Kaya olması (Zira şu an dışında kalmasına karşın o dönem Yaşam Kaya-Hilmi Bulunmaz sertleşmesi de doruktaydı) bunlar tabi ki akla gelen olasılıklardı. Hele ki siz biriyle ters düşmüş ve kıyasıya bir tartışmaya girmişseniz bu sizi baş zanlı da yapıyordu. Ama şu meşhur suçlanan değil suçlayanlar ispatlamalıdır ilkesine karşın ben yine de bunu ispatlamak için canla başla seferber oldum, En Son Hilmi Bulunmaz'ın teknik danışmanı da denilebilecek Kazım Şimşek'le karşılıklı yazışmalara, ortak çalışma yapmaya, tüm şifrelerimi, tüm bilgilerimi ve bilgisayarlarımı kendisine incelenmek üzere açmaya dek teklif ettim kısmen de ortak çalışmada bulunduk. Sonuç olarak Kazım Şimşek ben Ertuğrul Timur'un Burak Caney olduğunu düşünmüyorum ve Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel'de bu konuda beni yetkili kılmıştı benden çıkacak karara uyacaklarını söylemişti tarzında bir açıklamada bulundu. Fakat aylardır gündemde olmayan Burak Caney yeniden sayın Bulunmaz ve Büktel ile bir tartışma sürecine girdiğimizde kendi elleriyle hortlatıldı. Buyurun inceleyin diyerek bilgisayarlarıma, mail ve sitelerimin şifrelerime dek verdiğim vermeyi, açmayı taahhüt ettiğim dönemde ikna olanlar bana diğer konularda yanıt veremedikçe "Ama Burak Caney de bize bunu yapmıştı..." gibi bir savunmaya geçtiler. Burak Caney belki çok canlarını yaktı ama aynı Burak Caney bir anlamda da hep kalkanları oldu.
Bakınız Burak Caney konusunda farklı iddialar da vardır. Daha dün akşam yine Yaşam Kaya bana ben Burak Caney'in Hilmi Bulunmaz'ın ta kendisi olduğundan adım kadar eminim, ispatladım da ama Allah kahretsin ki kaydedemedim elimde delil yok" şeklinde mail yolladı. Zaman zaman Burak Caney Coşkun Büktel'dir Hilmi Bulunmaz'ın yatıştığı dönemde yeniden onu yeniden alevlendirmek için kullandı iddiaları da olmuştur. Ama Ben bunlara sadece iddia diyebilirim. Yaşam Kaya adım kadar eminim dese de elinde belge yoktur kimsenin de yoktur. O halde Burak Caney'in kim olduğu hala bir sırdır ve hiç kimse diğerini bu nedenle suçlayamaz, kimse de Burak Caney'in arkasına sığınıp zavallıyı, mağduru oynamasın. Tiyatro Dergisi’nde de fotomontaj vardı, Ertuğrul'un sitesinde de fotomontaj vardı Burak Caney de fotomontaj yapardı gibi yaklaşım ve iddialar ise komik ötesi salaklıktır. Sonuçta alfabede de 29 harf vardır ve bir katil de bu harflerden yararlanır, bir yazar da, bir bakkal da. Katil de bu alfabeyi kullanmıştı diye yazarla özdeşleştirebilir misiniz? Bilgisayarda da yapılabilecek, kullanılabilecek programlar vardır. O halde bir fotoğraf programını bir word programını, bir fotomontaj programını ben de kullanabilirim daha binlerce kişi de. Eğer öğrenirse Hilmi bey de kullanır ve bu onu Burak Caney'leştirmez! Bu gibi iddialar komiktir, inandırıcılıktan uzaktır. Burak Caney'in kimliği konusunu isterse tespit ettirmesi oldukça kolaydır ve yapabilir. Madem ki kendilerinin bu derece rahatsız edildikleri düşüncesi vardır yayını sürdüğü dönemde savcılığa verecekleri bir tek dilekçe ile bu tespiti yaptırabilirlerdi.
Burak Caney'e sövüldüğü halde küfrü üzerimize almış olduğumuz iddiasına gelince; Sayın hocam bu konuda da benim açıklamalarımı okumamış ve tek yanlı bilgilenmeye maruz kalmışsınız anladığım kadarıyla. Şöyle ki... Bir dolaylı bir de direkt olarak bizlere de küfür edilmiştir. Önce dolaylıyı açıklayayım. "Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı, Yaşam Kaya Burak Caney'dir ve Burak Caney Orospu çocuğudur" şeklinde cümleler kurarsanız bunun nasıl bir özdeşleştirme içerdiğini anlamanız için fazla bir felsefe bilgisi gerekmez sanırım. Hiç Bir şey olmazsa google da bu kelimelerle birlikte adınız bulunur. Size empati yapabilmeniz için bunun benzeri bir cümle asla kurmayacağım ve örnek vermek içinde olsa size saygısızlık yapmak ve adınızın aramalarda böyle bulunmasına neden olmak istemem ama lütfen cümleyi bir kez daha ve empati yaparak okuyunuz. "................ .......... Burak caney'dir ve Burak caney Orospu çocuğudur" size de rahatsız edici gelmedi mi? Bu dolaylı küfürdü.
Direk küfürü de oldu. Hilmi Bulunmaz açık ve net olarak "Tiyatrom'a yazanlar şerefsizdir, Orospu Çocuğudur, Bakın Coşkun Irmak artık yazmıyor, Neden? Çünkü şerefsiz değil, çünkü Orospu Çocuğu değil" şeklinde video kaydını yayınladı. (Coşkun Irmak bir anlamda tekzip etti) Hilmi Bulunmaz ise iki gün sonra da sözde yazılı bir düzeltme yaparak hakaretini pekiştirdi. Tiyatrom'da yazıp da Büktel'e hak verenler hariç. Bir tek onlardan özür diliyorum, Onlar hariç şerefsizdir, orospu çocuğudur" yazdı. Şimdi bu nedir hocam? Bir dönem siz de tiyatrom yazarı idiniz. Bu topyekün sövgünün yapıldığı tarihte siz hala bize yazıyor muydunuz bilmiyorum ama oldukça saygın isimler ya da oldukça saygın olmayabilir pek çok isimler varken bu küfür sövgü nasıl sindirilebilir? Ve Büktel'e hak verenler gibi bir ayrım (ki ben Büktel'e hak verdiğini yazan bir tiyatrom yazarı hatırlamıyorum) hariç demek nasıl bir yaklaşımdır? Ya bizim düşündüğümüz gibi düşüneceksiniz ya da küfür eder ananıza bile söveriz. Bu nasıl bir mantık? Ve siz bir öğretim üyesi olarak hala kendinizin adıyla bu kişilerin adının bir arada bulunmasını nasıl yakıştırabiliyorsunuz? Şimdi hala biz küfürbazlara hayır dediğimizde size ne sanal birine küfür etti siz neden üzerinize alınıyorsunuz diyebilecek misiniz?
Burak Caney'e yazıyla destek vermekten söz etmişsiniz. Burada da yanlış biliyorsunuz sayın hocam. Ben asla ve asla hiç bir zaman bu kişi ya da kişilerin sitesine yazı yazmadım. Hilmi Bulunmaz'ın dergisine ve sitesine özel yazı yazdım ama Burak Caney'in sitesine asla. Sayın Özdemir Nutku, Sayın Tuncer Cücenoğlu, Sayın Üstün Akmen yazdı, Demirkanlı iki yazı yazıp çekildi ama ben asla ve asla yazmadım.
Ona verdiğim destek 2 şekilde olmuştur. Bunu da defalarca açıkladım ama sanırım onu da okumamış o konuda da tek yanlı bilgiye maruz kalmışsınız zararı yok bir kez daha yazayım. Şimdi size özel olunca okursunuz belki. Benim ilk desteğim Burak Caney adlı kişi yada kişilerin "Facebook üzerinde açtıkları "Küfürbazlara Hayır" kampanyasına katılmak ve duyurmak olmuştur. Bu küfürlerden nasibini almış biri olarak ve de bu açılan gruba bine yakın kişi üye olduğu için, Aralarında çok saygın tiyatro insanları da olduğu için Bu açılan grubun Burak Caney'i aşıp tiyatro dünyasına mal olduğunu düşündüğüm için katıldım ve sitemden haber yaptım. İkinci desteğim ise yeni ve temiz bir yayıncılık sözü vererek resmi bir domainle ve org uzantısı ile site açtıklarında yeni bir site açıldı şeklinde haber yaparak ve diğer tiyatro siteleri arasına linkini koyarak olmuştur. Ben her yeni açılan tiyatro sitesini destekledim. İsterseniz Sayın Kemal Başar'a sorunuz Tiyatro Keyfi açıldığında onun tanınması için bir hafta kendi sitemi kapatıp onun sitesine yönlendirme yaptım ve bunu yaparken de Kemal Başar'la henüz tanışmıyorduk bile. Dolaysıyla temiz bir yayıncılık sözü ile yola çıkan bu resmi uzantılı tiyatrooyun.org un açıldığı haberini yapıp linkini verdim. Fakat geçen kısa sürede abuk sabuk yayınlar yeniden başlayınca da eleştirdim ve eleştirimi de üstelik Hilmi Bulunmaz'ın sitesinde yaptım. Hele ki Türkiye Tiyatrolar Birliği o siteye ödül verdiğinde çok ağır eleştiride bulundum! Kısa bir süre de olsa o siteyi tanıtmış olmam, facebookda açtığı gruba katılmış olmam nedeniyle de özeleştiri verdim
Uzun süre bu ortamdan uzak kalmam önerinizi tüm içtenliğimle ve teşekkürle karşılıyorum. İnanın ki bana uzun süre değil tamamen tiyatro dünyasının dışında kalmak üzere çekildim. Seyirci olarak dahi. İşte bu kadar açık ve net. Yeniden tiyatrom'u açmak asla ve asla düşünmediğim gibi hangi kademede olursa olsun tiyatro yayıncılığı anlamında tekliflere kapalıyım. Sadece ve sadece sekiz yılın deneyimini dinlemek isteyen, tecrübemi aktarmamı isteyen olursa elimden geldiğince katkı veririm, gençlerden bir ekip kurulur ve biz tiyatrom u devam ettirmek istiyoruz derlerse tiyatrom adını ve alanını karşılıksız devrederim (ki o konuda da parayla devir alma teklifi gelmiştir geri çevirdim) Peki Tiyatro dünyasından uzak kalmayı seçtiğim halde neden şu sıralar tartışmalara malzeme yapılıyor ya da katılıyorum derseniz o zaman da ben size sekiz yıllık mazime, emeğime ve sekiz yıl boyunca bana güvenmiş bir kitlenin güvenine sahip çıkıyorum derim. Kapandıktan 1 yıl sonra hala tiyatrom'a iftira atılmasa, dil uzatılmasa ben zaten her şeyi unutmuştum her şeyi af etmiştim ve Sayın Bulunmaz'la da dostça bir diyalog içindeydim. Benim tavrım açık ve nettir. Ben geçmişe sünger çektim, çok net küfürlerinize, hakaretlerinize, düzeysiz yaklaşımlarınıza karşın hepsini unutup dostluğu seçtim. Ama siz de hem suçlu hem güçlüyü oynamayın ve tiyatromun anılarını rahat bırakın kendinize malzeme yapmayın. Devlet bile af ederken diyor ki bir kez daha suç işlersen öncekini de üstüne eklemek koşuluyla af ederim. Ama bunlar kabuk bağlamış yarayı kanatmayı seçtiler bu durumda da sonuna kadar giderim.
Gönderen Özgür Sanat zaman: 09:10 0 yorum

YENİ TİYATRO DERGİSİ’NE “TEHDİTLER” VE KAMUOYUNA ZORUNLU BİR AÇIKLAMA
19.04.2009 Pazar gecesi Mustafa Demirkanlı’dan aşağıdaki elektronik mektubu aldım:
“Arkadaşlar,
İlişikte bir metin gönderiyor, tiyatro yayıncılığına ve tiyatroya yapılan saldırılara karşı ortak bir metin ile tiyatro kamuoyunu 'küfürsüz' bir yayıncılık için duyarlı olmaya ortak imza ile davet etmeyi öneriyorum.
Mustafa Demirkanlı
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi”
Mektup benimle birlikte gerek basılı gerek elektronik ortamda yayın yapan üç beş kişiye daha gönderilmişti. İlk başta bu çağrıya olumlu yanıt vermemeyi düşünmüştüm; çünkü benim Demirkanlı’yla “dayanışmamak için” geçmişten gelen pek çok olumsuz anılarım vardı. Bunları da şimdiye kadar “sonuçsuz polemik” yaratmamak için açıklamamıştım. Benimle ilgili konularda yine öyle yapacağım; yaralarımı kimseye göstermeyeceğim. Ama Yeni Tiyatro Dergisi’yle ilgili yaratılmaya çalışılan spekülasyonlar üzerinde durmak ve bir iki konuya değinmek zorundayım.
En başta şunu söylemeliyim: Az önce söylediklerime karşın ne Demirkanlı’ya, ne Tiyatro… Tiyatro’ya en küçük bir kızgınlık, öfke, kıskançlık ya da akla gelebilecek başka olumsuz duygular içinde değilim. Olayları “nesnel” olarak izlemekteyim. Yeni Tiyatro ve onun editörü olarak ben, hiçbir zaman yayın politikamızı, yayıncılık anlayışımızı başkalarına ya da başka yayınlara endekslemedik. Bunları, şu satırları yazarken içinde bulunduğum rahat ve kendinden emin ruh halimi ifade etmek için yazıyorum… Bu açıklamaları da çekilmeye çalışıldığım kavga, polemik ve “kamplaşma” ortamının tehlikelerine dikkat çekmek üzere yapıyorum. Yani bir tür sorumluluk duygusuyla. Çünkü “gidişat” onu gösteriyor ve “küfürsüz” bir yayıncılık için Yeni Tiyatro Dergisi’ne de “sözde” çağrı yapılırken “kırk katır mı, kırk satır mı?” seçeneksizliğinde dergimiz “yıpratılmak” isteniyor.
Örneğin Ömer Faruk Kurhan bana yazdığı elektronik mektubunda şöyle diyor:
“Bıçak sırtı yazılar için bıçakların bilenmeye başladığını belirtmekte fayda var…”
Yaklaşık iki aydır Tiyatro… Tiyatro Dergisi’nin sitesinde yazan Kurhan, bu sözleriyle ne demek istiyor? Acaba beni tehdit mi ediyor? Niçin? Bunun sebebi Yeni Tiyatro’ya gönderdiği “İkinci Bir Theope Var mı?” başlıklı yazısının “hakem kurulunca” reddedilmesi mi diye düşünürken, bir iki gün sonra Demirkanlı’nın yukarıda aktardığım mektubu geliyor. Demek ki, “bıçaklar gerçekten bilenmiş” ve Tanrılara sunulmak istenen “kurbanların” arasında Yeni Tiyatro Dergisi de var. Niye? Çünkü Hilmi Bulunmaz, sitelerinde Yeni Tiyatro Dergisi’ni övüyormuş… Övebilir, ama bunun benim ve Yeni Tiyatro’nun “hedef” haline getirilmesiyle ne ilgisi var? Ben Bulunmaz’a dergiyi tanıtsın diye reklam ücreti mi ödüyorum? Yoksa ona gerek konuşmalarını yaparken, gerek yazılarını yazarken “bıçak” mı dayıyorum? Ne Yeni Tiyatro Dergisi’ni överken, ne de Tiyatro… Tiyatro Dergisi’ni yererken benden en ufak bir telkin bile almamışken bu olanlar neyin nesidir? Kaldı ki gerek Coşkun Büktel’e, gerek Hilmi Bulunmaz’a, aşağı yukarı üç beş gün arayla Demirkanlı’ya böylesine “acımasızca” ne yapmak istediklerini sorduğumda, her ikisi de yıllardır nasıl bir “yok etme” eylemiyle karşı karşıya olduklarını, bunun başını Demirkanlı’nın çektiğini ancak “iktidarda” olmasına ve “18 yıllık bir dergi” çıkarmasına karşın bunu başaramadığını ve artık Büktel ve Bulunmaz’ın okuyucularının da çoğalmasıyla Demirkanlı’nın “kontrolünü kaybedip belden aşağı vurmaya başladığını” söyleyerek bana Demirkanlı’nın belgelenmiş yalanlarını ve “Burak Caney” olayını anımsattılar.
Burak Caney Olayı neydi? Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz’la baş edemeyenlerin, “başka bir isim” altında oluşturdukları “küfürün”, “aşağılamanın” ve “pornografik göndermelerin” açıkça yapıldığı bir siteydi. Örneğin oral seks yapan bir kadının ağzındaki erkeklik organı Büktel’in portreleriyle kapatılmıştı. Yine Büktel ve Bulunmaz’ın yüz fotoğrafları fotomontajla çeşitli böceklerin vücuduna monte edilmişti. Büktel’in portresi, yine bir dansözün vücuduna eklemlenmişti. En kötüsü de, Bulunmaz’ın o sıralar ölümcül bir hastalıkla boğuşan on beş yaşındaki kızı, bu sitede “malzeme olarak” kullanılmıştı. Son olarak da, daha beş-on gün önce Demirkanlı’nın sitesinde, tıpkı eskiden Burak Caney’in sitesindeki fotomontajlara benzer biçimde, Büktel’in fotoğrafı, Nazi bayrağıyla birlikte fotomontajlanmıştı. Ben “o” meşhur küfürün Burak Caney tarafından Büktel’e dansöz fotomontajı yapıldığı sırada söylendiğini biliyorum ve olmayan bir kişiye (Burak Caney’e) karşı söylendiğini de… Ama Demirkanlı ve A. Ertuğrul Timur, sanki kendilerine söylenmiş gibi üstlerine alındılar ve Burak Caney’in korsan sitesine destek verdiler. Hatta Ben “o” meşhur küfrün bu sırada söylendiğini biliyorum ve olmayan kişilere karşı söylendiğini de… Hatta tiyatro dünyasından çoğu kişi, bu siteyi Demirkanlı ve Timur’un kurduğunu ya da kurdurduğunu bile düşünüyorlardı. Yani daha bir yıl öncesine kadar bu küfür sitesine “herkesin gözü önünde” en azından yazılarıyla destek veren Demirkanlı ve Timur’un, bugün, “küfürsüz bir yayıncılık” girişimleri bana “hiç” inandırıcı gelmiyor. Bu noktada Timur’un da, “Tiyatrom” sitesini yıllarca “başarıyla” sürdürdükten sonra, “sonuçsuz polemik” ve “gereksiz kavgalarla” 15. yılında iyice yıpranmış ve tiyatrocu okurlarının büyük bir bölümünü yitirmiş olan Tiyatro… Tiyatro Dergisi’ne geçmesi “en büyük hatası” oldu. Timur, zaten esas işinin yanında bu işi yapıyordu; bir de Tiyatro… Tiyatro’nun pek çok sorumluluğunun yanında “yıpratıcı polemiklerin” içine girince çok yoruldu ve sitesini bir süre kapatmak zorunda kaldı. O zamana kadar “Tiyatrom” bizim açılış sayfamızdı; tiyatro dünyamıza Tiyatrom’un penceresinden açılırdık; bunu Timur’a da söyledik; hatta 2005 ya da 2006 yılında “Tiyatrom”da yazdığım bir yazıda Tiyatro… Tiyatro’nun çok yıprandığını, onun “çığlık kampanyası” için abone arayışımı sürdürürken konuştuğum onlarca kişiden ancak yedi kişiyi abone yapabildiğime değinmiş ve Timur’u uyarmak istemiştim. Ancak Timur da, o zamanın “tek popüler dergisi”nin yayın kurulu üyesi ve “çocuk ve gençlik” sorumlusu olmanın verdiği “boş gururla” bu uyarımı göremedi. Ve “Tiyatrom”u da, kendisini de “bitiren” bugünkü sürece geldi. Bugün kör bir boşlukta çığlıklarını kimse duymuyor, husumet dolu yazılarına cevap alamıyor, bağırdıkça düşüyor, düştükçe bağırıyor; çok zor bir durum tabii ki… Artık o pırıl pırıl, ilk zamanların “Tiyatrom”u geri gelemeyeceğine göre, Timur’a sağlığı açısından “uzun bir süre” bu ortamdan uzak kalmasını öneriyorum. Yazılarında 25 Nisan 2009 günü “Tiyatroya Soldan Bakmak” paneline “Ankara’dan okur ve dostlarımızın da yoğun katılımı ile” gelip Bulunmaz’ı orada “mahkum edeceğini” söyleyebiliyor. Şu an elinizde bulunan bir sürü sitede “mahkum” edemiyorsanız, “çiğnendiğini” söylediğiniz haklarınızı “yasal yollardan” arayamıyorsanız, kurduğunuz “konsorsiyumlar” da, oluşturduğunuz “ittifaklar” da bana göre “nafile” çabalardır. Ayrıca orada yapılmak istenecek en küçük bir kışkırtmaya ne toplantıyı düzenleyen Özgür Tiyatro izin verir, ne de böyle bir şeye biz göz yumarız. Şimdi aynı yanlışa, Ömer Faruk Kurhan da düşüyor;son günlerde yazdığı bütün yazılarda “sonuçsuz polemiklerin” kahramanı olmaya soyunuyor. Soyunması iyi de, sonra giyinemeyecek ben ona üzülüyorum; bana yazdığı mektubunda diyor ki;
“Derginizin reklam verenlerinden Hilmi Bulunmaz'ın Oyun sitesinden yaptığı Yeni Tiyatro sunumları ve Tiyatro Dergisi'ne karşı açtığı "savaş" ilginç sonuçlar doğuracak gibi duruyor.”
Ne gibi “sonuçlar” doğurabilir acaba? Ülkemdeki pek çok “aydının” karşılaştığı gibi, bombalar, kurşunlar durduramamış da insanları, “bileylenmiş” üç beş tane bıçak mı beni korkutacak? Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Yarın “hıyar salatası yaparken” bir tarafımı kessem ilk suçlanacakların kim olacağını biliyor musunuz? Ve hala ısrarla diyorsunuz ki;
“25 Nisan'da Hilmi Bulunmaz'la birlikte katılacağınızı öğrendiğimiz ‘Sanata Soldan Bakmak’ paneline eski Tiyatrom editörü Ertuğrul Timur da katılacak muhtemelen.”
Eee? Katılsın ne var bunda? İnsanlar kalkıp İstanbul’dan ya da başka yerlerden geleceklerse Panel yeterince “yankı” uyandırmış demek ki!.. Hatta siz de katılın, herkese açık “demokratik bir toplantı”nın nesi kötü? Ayrıca ben niye Bulunmaz’la katılıyorum da, 25 yıllık dostum Semih Çelenk’le ya da sevgili Orhan Aydın’la katılmış olmuyorum?.. O panelde daha nice isim var; niye Hilmi çalıp ben oynayacakmışım gibi bir izlenim yaratıyorsunuz? Niye ikide bir Bulunmaz’la olan “husumetinize” beni de sokmaya çalışıyorsunuz? Bulunmaz’a verdiğim, üstelik “hakem denetiminden geçmiş” “yanıt hakkı” mı çok göründü size?..“Yanıt hakkının” evrensel bir “hak” olduğunu ve en temel “insanlık hakkı” olduğunu bilmiyor musunuz? Herkesin “garezi” bana bu yüzden mi?.. Ayrıca o yazıda Bulunmaz, “kıyasıya” beni eleştiriyor, bunu niye görmezden geliyorsunuz?.. Sizin devrimciliğiniz, demokratlığınız bu kadar mı? Bu kadar olmadığını elbette biliyorum: Geçen yıl İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV) düzenlediği “yayıncılık” (!) panelinde İATP-G’nin de, sizin de ne kadar “demokrat” olduğunuzu gördük… Bülent Sezgin taa Kocaeli Hereke’ye kadar geldi, Fırat Güllü bana zaman ayırıp o panele katılmam için ricalarda bulundu ama ne oldu? Bilin bakalım ne oldu? Uçtu uçtu kuş uçtu, İATP-G’nin “G”si, buhar olup “G”itti!!! Yeni Tiyatro Dergisi adına katılacak olan Erbil Göktaş’ın katılımı engellendi. Bu olay üzerine İKSV’yi dergide yazdığım yazıda “protesto” etmiştim; o zaman niye “birlikler” oluşturmadınız? Bırakın birliği mirliği, neden hiç sesinizi çıkarmadınız? Yeni Tiyatro Dergisi “yayın”, Erbil Göktaş “yayıncı” değil miydi? O panele Festival’in gerçekleştiği Mayıs-Haziran 2008’den sonra çıkamayan “OYUN”un yayın yönetmeni Gülsün Odabaş bile katılırken NERELERDEYDİNİZ?... Üstelik Bayan Odabaş, çıkardığı “kitapçığa” “dergi” bile diyemezken… ALLAHAŞKINA SİZ NERELERDEYDİNİZ?.. “Devrim” yapmaya mı gitmiştiniz, yoksa “burjuva demokratlığı” mı ithal etmekle meşguldünüz? Anlaşılan o ki, daha “ithalat” gerçekleşememiş; 2010’da verilen pek çok “kıytırık” projeden size de “pay” düşerse olur İNŞALLAH!.. Allah’ın izniyle burjuva demokrasisi güzel yurdumun “yayıncılarına” da bir gün güler elbet!.. Biz mi, bizim de elbet “çok özgün” projelerimiz vardı, ama çok şükür ki, “tekelci bir dönemde” yaşadığımızı az çok idrak edebiliyoruz. Sizler “sosyalist demokrasi” iddiasındasınız ya, bilmiyorum ki, “burjuva demokratlığı” bile beceremediğiniz halde, o dediğinizi nasıl oluşturacaksınız?.. Evet, şimdi can alıcı soruya “G”eliyorum; ey İATP-G!..
Bay Fırat Güllü, Sevgili Bülent Sezgin ve “büyük polemikçi”, “gerçek yayıncı dostu” (!) Ömer Faruk Kurhan; 2008 İstanbul Tiyatro Festivali’nde, “yayıncılık paneli”nde Yeni Tiyatro Dergisi’ni kim engelledi?.. Dikmen Gürün Uçarer mi?... Mustafa Demirkanlı mı?... Kim?... Bunu bilip de kamuoyu önünde açıklamayan namerttir!.. Evet Bay Güllü, önce sizi dinliyoruz… Yok öyle bedavaya devrimcilik!... Biraz bedel ödeyeceksiniz!.. Yoksa “hesabı ödemeden kaçtı” diye adınızı çıkaracağım!..
Aradan 11 ay geçmesine karşın bunu açıklamaya yürekleriniz yetecek mi?.. Yoksa “semiz ve temiz” küçük burjuvalar olarak, “her şeyin küfre dönüştüğü” şu oluşturamadığınız iki yüzlü “burjuva ahlakının” itkisiyle “ittifakçılık” ve “küfürsüzlük” oyunları oynamaya devam mı edeceksiniz?.. Evet sizden acilen yanıt bekliyorum?.. Tüm bunlar olurken Bay Kurhan bana hesap sormayı da ihmal etmemiş tabii;
“Bu konuda Tiyatro Dergisi sitesinde yayımlanan ‘Özgür Tiyatro'ya Sorular’ makalemde küçük bir giriş yaptım. Sizin Oyun sitesinin Tiyatro Dergisi Tiyatrom ve Yeni Tiyatro dergisine yaklaşımı hakkında niçin sessiz kaldığınızı anlayamadığımı belirttim.”
Bu kadar açıklamadan sonra ARTIK ANLAMIŞSINIZDIR sanırım… Ben 20 aydır, Yeni Tiyatro Dergisi çıkmaya başladığından beri, başta da belirttiğim gibi, ne kimseye “husumet” besledim, ne reklam gelirlerini sorgulayıp engellemeye çalıştım, ne de çeşitli ayak oyunlarıyla “sıkıştırmaya” çalıştım. Hilmi Bulunmaz, Yeni Tiyatro’yu eline alıp “bayrak gibi” dalgalandırdığında durup düşünmek yerine, Yeni Tiyatro’yu bazı yerlerde ya görmezden gelmeye çalıştınız, ya haksızlık yapıldığında sustunuz, ya da sıkıştırılmaya çalışıldığı yerlerde “du bakali n’olcek” deyip kıs kıs güldünüz. Ne olduğu ortada, bugün 1000 basılan 10. sayısıyla İstanbul’un gözde kitapçılarının ve bayilerinin çoğunda dalgalanıyor Yeni Tiyatro bayrağı!.. Hele Anadolu’da onlarca kişinin elinde, elden ele dolaşıyor. 100’ü aşkın “abonesi”ni de söylemiyorum bile; yani sadece Hilmi Bulunmaz sallamıyor o bayrağı… Yeni Tiyatro artık ne Ömer’in, ne Erbil’in, ne Sema’nın, ne de Göktaşlarındır; o artık herkesin dergisidir; sizin bile… Hatta Kurhan’ın da!.. “Yanlış” ittifaklarda ve “sonuçsuz polemiklerde” yeteneklerini köreltmeyip “hakem” denetiminden geçtiği sürece… Kurhan’ın geceler boyu bana yazdığı mektuplarından bir alıntı daha:
“Bu tartışmanın bir boyutunu da ‘Yeni Tiyatro-Oyun-Tiyatro Dergisi-Tiyatrom’ ilişkileri oluşturuyor ister istemez.”…
Kendinize haksızlık etmeyin, İATP-G de bu “tartışmanın önemli bir parçasıdır, sanırım yanıtını da almıştır; yanıtını da verecektir… Diğerlerine gelince… Onlara da pek bilinen bir marşımızı biraz değiştirerek seslenmek istiyorum:
“Dik duruşlar ola/Mustafa Kemal Paşa!..” Aman sakın ha, unutmayın…
Kurhan’dan son bir “inciyle” bitiriyorum:
“Son yıllarda önemli bir avantajım her hangi bir derginin yayın kurulunda yer almıyor olmam. Böylece, meseleye daha mesafeli ve çeşitli yayıncı kaygılarından uzak bakma şansım oluyor.”
Ben size daha ne diyeyim Sayın Kurhan?.. İyi ki “mesafelisiniz” ve iyi ki “uzak açıdan” bakıyorsunuz… Yoksa bıçak bilemek yerine, bomba imalatına mı girişecektiniz?.. Size yazdığım mektupta, bu konuların sizinle çok fazla ilgisi olmadığını ve “taraf” konumuna düşmemenizi önermiştim; ama siz beni dinlemeyip (kendileri hakkında çarşaf çarşaf yazarak siteler doldurduğunuz halde, size cevap bile vermeye gerek görmemiş olan Bulunmaz ve Büktel’in, yalnızca arşiv yazılarını yeniden gündeme getirmekle yetinmelerine bile tahammül edemediğiniz için) şimdi onlara karşı, bir de üstüne “ittifak” oluşturmaya çalışıyorsunuz ve büyük bir dezenformasyon, misenformasyon, spekülasyon ve en önemlisi de “artikülasyon” yapıyorsunuz; yani “bileyciliğe” soyunup üslubunuzu bozuyorsunuz… Aman artikülasyonunuza da dikkat edin!..
Sözcükler ağzınızdan ve klavyenizden yanlış çıkmasın, biliyorsunuz bugünlerde savcılarımız çok duyarlı… Maazallah!..
Konuşmamı istiyordunuz, “birazcık” konuştum işte, üç nokta.
Oğuz Atay ne demişti: “Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.”
Kaynak : http://www.yenitiyatrodergisi.com/component/content/article/9-frontpage/63-yen-tyatro-dergsne-tehdtler-ve-kamuoyuna-zorunlu-br-aciklama.html
Gönderen Özgür Sanat zaman: 09:05 0 yorum