Erbil Göktaş’a Zorunlu Bir Yanıt
Ömer F. Kurhan
23 Nisan 2009
Birkaç gündür kendime çeşitli tartışmalara müdahil olmama izni vermiş ve elimdeki bir oyun metnini çözümlemekle meşguldüm ki, bir de baktım bu defa da Erbil Hocam kapıları yumrukluyor.
“Kapıları yumruklama” gibi bir söz ettiğime göre, sanıyorum tarafımdan bıçakla “tehdit” edildiğini düşünüp beni kamuoyuna şikayet eden Erbil Hocam’a bir açıklama yapmam lazım: Ben bıçak bileylerken siz de misilleme olarak gerçekten kapıları yumruklayarak rahatsızlık vermek ya da haneye tecavüz etmek gibi bir girişimde bulundunuz iddiasında değilim. Yani bu tartışmayı karşılıklı suç duyurularıyla yürütmek gibi bir niyetim yok.
Bu açıklama ile Göktaş kurgusundan rahatsızlık duyan ve Hilmi Bulunmaz’a bazı sorular sormak üzere Özgür Tiyatro’nun Ankara’daki paneline gitmekten vazgeçtiğini söyleyen Ertuğrul Timur’a da bir yanıt vermiş oluyorum. Kendi adıma, ne kadar uğraşsam da bu tip dehşet senaryolarını ciddiye alıp acaba şöyle yapsam daha mı doğru olur diyemiyorum.
Her neyse, sonuç olarak Erbil Hocam’a hoş geldiniz demekten başka bir çarem yok. Belki üzüntü verici, ama oyun çözümleme işini bir süre için beklemeye alıyorum. Umarım bu yazı üzerinde sakinleştirici bir etki yaratır.
Kendisi muhtemelen bir önceki yazımda tiyatro yayıncısı misyonuyla hareket ederken meslektaşlarının karşı karşıya kaldığı açık hakaretleri göz önünde bulundurmadan hareket etmesini eleştirmeme kızdı. Olabilir; ben sakin olmakta ve aklı selimi yitirmemekte, örneğin mecaz nedir, tehdit nedir, hakaret nedir gibi konularda netleşmeye çalışmakta fayda vardır diyorum. Aksi takdirde, YÖK’ün akademik düzeyde yarattığı tahribatı bir de bu vaka bağlamında ele almak zorunda kalacağız.
Öncelikle vurgulamak istediğim bir nokta var: İlkesel olarak iç yazışmalardan alıntı yapılarak tartışma yürütülmesine karşıyımdır. Kamuoyuna dönük her ne söylenecekse kamuoyu önünde söylenmelidir. Fakat bu yazışmalar açığa vuruluyorsa – ki Erbil Göktaş bunu yapmıştır, aramızdaki meseleyi özetle kamuoyunun bilgisine sunayım. Böylece alıntıların bağlamına ilişkin de bir fikre sahip olurlar.
İki ay kadar önce, “Theope” tartışmaları bağlamında kısa bir yazıyı internet ortamında dolaşıma sokmaya karar vermiş ve Yeni Tiyatro sitesine de göndermiştim. Hocam yazıyı önemsemiş olacak ki, bir teklifte bulundu: Yazımı genişletmemi ve dergide basmak istediğini söyledi. Ben de dediğini yaptım ve yazının genişletilmiş versiyonunu kendisine yolladım. Daha sonra yazının akıbetini sormam üzerine yayımlanacağını bildiren bir mail attı.
Fakat aradan bir ay geçtikten sonra yazının basılamayacağını bildiren oldukça tuhaf ve mantığa kırk takla attıran bir mail daha attı. Ben de itirazda bulundum ve yazının basılması talebimin olmadığını ekledim. Yanıt beklerken Erbil Hocamın yarattığı editoryal bürokrasiye (kargaşaya mı?) takılmak gibi ilginç bir süreç yaşadığımı söyleyebilirim. Fakat sonunda iş başa düştü deyip kendi olanaklarımı kullanarak konuya açıklık getirmeyi başardım.
Öncelikle Erbil Hocam’a bir müjde vereyim. “Theope” tartışmasına ilişkin olarak ortaya koyduğum yazının akademik olarak sorunlu görülmediği, düzgün bir içeriğe sahip olduğu bilgisine zorlukla da olsa ve dolaylı yollardan ulaşmayı başardım. Basmama kararı, Yeni Tiyatro’nun “Theope” etrafında dönen tartışmaları uzatmamak gibi bir yayın politikası nedeniyle verilmiş.
Belirtmeliyim ki, bu yayın politikası nedeniyle mağdur edildiğimi düşünmüyorum. Yazının kısa versiyonu zaten dolaşımda. Uzun versiyonu da mutlaka Yeni Tiyatro tarafından basılacak diye bir mecburiyet olmadığı gibi, benim de bu yönde bir talebim olmamış ve teklif Yeni Tiyatro’dan gelmişti. Yani konu benim açımdan netleşmiş ve de kapanmış oldu.
Bu konuda kara kara düşünmesi gereken en başta Bulunmaz ve Büktel’dir; çünkü Yeni Tiyatro’da “Theope” konusu Büktel-Nutku ihtilafı çerçevesinde tartışılamayacakmış. Ben bu tutumu sansür ya da engelleme olarak görmüyorum. Düzenli olarak küfür ve hakarete batırılan bir “tartışmanın” sağlıklı yürütülmesi ve organize edilmesi gerçekten de çok zordur. Her editör bu işin altından kalkamaz.
Benim ikinci “Theope” konusundaki yazımın ilerde ve uygun bir zamanda basılması konusunda Mustafa Demirkanlı’ya bir başvurum oldu. Fakat başvurumu yaparken mümkünse Özdemir Nutku’nun görüşünü alıp alamayacağını sordum. Özdemir Nutku yazıdaki bazı noktaların eleştiriye açık olduğunu belirtmekle birlikte, akademik içerik bakımından yayımlanması taraftarı olduğunu söylemiş.
Yayıncılık yapmanın zorluklarına vakıf olan birisi olarak Erbil Hocam’ın içine düştüğü durumu anlayışla karşılama eğilimindeydim. Fakat kendisinin yazışmalarımızdan bıçakla “tehdit” ya da olası bir bombalama eylemi sonucu çıkarması ilginç bir fantezi dünyasına sahip olduğunu gösteriyor. Mademki iç yazışmalarımızı kendine göre ifşa etme gereği duymuş, ben de bunda sorun yok diyerek kendisini yanıtlayacağım. Fakat ikinci “Theope” yazısı konusundaki editoryal tutarsızlıklarını bu yazıda ele almayacağım. Umarım ilerde yapacağım değerlendirme, editoryal bilgisine ve görgüsüne katkıda bulunur ve hatalarını görmesine yardımcı olur.
Kendisinin iç yazışmalarımızı ifşa etme amacı, bir çeşit güvenlik konseptini tiyatro alanında da kurgulama ihtiyacından kaynaklanmış görünüyor. Muhtemelen milli güvenlik konseptinden esinlenerek teatral güvenlik konsepti icadında bulunması “tehdit” paranoyasına bir geçerlilik kazandırma amacını taşıyor. Kamuoyuna dönük anlayan beri gelsin açıklaması, bir yayıncı olarak kendisini doğrudan bağlayan asıl gündemi boğma amacını taşıyor. Örneğin olur da Ertuğrul Timur Ankara’daki panelde küfür yayıncılığı ile sol söylem arasındaki ilişki hakkında sorular sorarsa, ne yaparız kaygısı taşıyor.
Bu durum karşısında devletler ne yapıyorsa o da aynısını yapıyor: Tehdit icat ediyor. Sonra bu tehdide kendisini de inandırıp gerçekten de bıçaklı, bombalı terör eylemlerine maruz kalabileceklerini, ama panelin terörize edilmesi ihtimaline karşı Özgür Tiyatro ile birlikte her türlü önlemi alacaklarını ilan ediyor. İşin komik yanı, bu sırada biz de Özgür Tiyatrocuların da içinde olduğu Facebook gurubunda Ulvi Alacakaptan’ı protesto eylemine nasıl biçim verebileceğimizi konuşuyoruz.
Göktaş’ın amacı içinden çıkılmaz bir tartışma yaratmak ve bir yayıncı olarak şu basit soruyu yanıtlamaktan kaçmak: Küfür yayıncılığına karşı mısınız? Bu konuda maddi ve manevi destekçisi Bulunmaz ve Büktel nettir ve durum ayan beyan ortadadır. Bu yayıncılık hattına eklemlenen Göktaş ise, küfür retoriğine destek sunma konusundaki kurumsal sorumluluğunu ört bas etmeye çalışmaktadır.
Hocamıza gayet net bir soru: Yeni Tiyatro’nun 6. sayısında yayımlanan Hilmi Bulunmaz’ın yazısı bir küfür yazısı mı, değil mi? Dikkat edin hocam, “cevap hakkı” gerekçesiyle, cevap hakkını kullanırken hakaret etmek serbesttir gibi ilginç bir içtihat önermek üzeresiniz.
Hocamıza bir soru daha: Maddi ve manevi dayanışma sergilediğiniz Hilmi Bulunmaz’ın sitesinde Tiyatrom ve Tiyatro Dergisi düzenli olarak aşağılanır ve hakarete uğrar ve paralel bir kurguyla Yeni Tiyatro yüceltilirken bu duruma itiraz etmeniz gerekmez mi?
Olmuyor hocam, yanıt veremiyorsunuz. Üstelik “nesnellik” adına meslektaşınız Musatafa Demirkanlı’nın sizi engellediği gibi bir imada bulunarak misilleme mantığını devreye soktuğunuzu da açıkça belli ediyorsunuz.
Her ne kadar devrime ve devrimcilere çağrı yapıyor olsanız da, ben bu tür durumlarda meydana gelen öz pohpohlama ile karışık mağduriyet edebiyatının, kendini sisteme kabul ettirme, sevdirme, ama olmuyorsa küsme, bağırma, çağırma arzusunun sonucu olduğu düşüncesindeyim. Buna “Büktel karmaşası” da diyebiliriz ve galiba bir salgın haline gelmiş durumda.
Büktel’in “Shakespeare’siz Herifler” kitabını okumuşsunuzdur. Oradaki birinci değil de, ikinci oyundan (“Samimiyet Buhranı”ndan) söz ediyorum. Birincisinden farklı olarak doğrudan absürd oyun kategorisine sokulabilecek bu ikinci oyunda, Büktel kendi karakterinin sunumunu bölünmüş olarak yapar. Bir tarafta ödenekli tiyatro sisteminde anlaşılamadığı, oyunu katledildiği ve sistem dışına itildiği için intihar eden oyun yazarı Ümit Sessiz, diğer tarafta sözünü esirgemeyen, yeri geldiğinde sövüp sayan ve hatta dayak atan eleştirmen Yıldırım Gürler vardır - ki o da sistem dışına itilecek ve çalıştığı gazeteden atılacaktır.
Kendilerine verilen isimlerle de tarif edilen bu iki kahramanı sistem karşıtı olarak yorumlamak yanıltıcı olacaktır. Aksine, kendilerini sisteme kabul ettirmek gibi bir “kahramanlığın” peşinde koşmuş, ama sonuç alamamışlardır. Yani alternatif ve sistem karşıtı bir yerlerde konum almak gibi bir derdin sahibi değildirler.
Bu sizin hikâyeniz değil elbette. Fakat tüm yazınıza “Büktel karmaşası” sinmiş durumda. Aslında ortada ne Yıldırım Gürler ne de Ümit Sessiz’ler var. Ortada bir samimiyet değil samimiyetsizlik buhranı var. Bu durum Bulunmaz için de, Büktel için de, sizin için de geçerlidir. Herkes işinde gücündedir, ama bir yandan da bu ikiliyi temsil etme iddiası vardır. İnleyen nameler eşliğinde atıp tutmalar da bu temsiliyet iddiasının görünümleridir.
Temsiliyet iddiasına inanmamız için, Coşkun Büktel’in bir dizi film yazarı ya da Hilmi Bulunmaz’ın takı sektöründe orta boy bir işletmeci olduğunu, yani apaçık olguları unutmamız gerekir. Bildiğim kadarıyla siz de kadrolu bir akademisyensiniz ve Yeni Tiyatro da iyi kötü reklâm gelirleriyle destekleniyor. Dolayısıyla ayakta kalmaya çalışırken bir yandan gözyaşlarına boğulmamız diğer yandan ayakta alkışlamamız gereken bir yayıncılık pratiği ile karşı karşıya olmadığımızı söyleyebiliriz.
Tuhaf zamanlar yaşıyoruz: Yeni Tiyatro dergisinin editörü neredesiniz ey devrimciler diyerek, bayrak eylemi düzenlememizi istiyor. Yani Hilmi Bulunmaz’ı örnek almalıymışız. Yahu hocam ne yapıyorsunuz? Siz zaten yapmanız gereken işi yapmaya çalışıyor gibisiniz; kitap da dergi de çıkarmak, hem de dolu dolu çıkarmak işiniz zaten.
Biz şunu tartışırız; sistemin size tanıdığı ayrıcalığı entelektüel sorumluluk adına nasıl kullanıyorsunuz? Sizden bir Nâzım Hikmet ya da İsmail Beşikçi olmanız, kendinizi ölümcül risklere atmanız talep edilmiyor. İşini düzgün yapmak, dolu dolu bir dergi çıkarmak, tiyatro yoluyla halk aydınlanmasına hizmet etmek özel bir fedakârlığın değil, asgari entelektüel sorumluluğun gereğidir.
Bir konuda emin olabilirsiniz: Yeni Tiyatro dergisinin yayımlanmasını engellemek ya da sansür etmek gibi bir zihniyet devreye girerse, dayanışma içinde olmak zaten ilkesel bir gerekliliktir. Bununla birlikte, Mustafa Demirkanlı tarafından tiyatro alanında yayıncılık yapan insanlara ulaştırılan ve küfür yayıncılığını mahkûm eden metini desteklemek de ilkesel bir gerekliliktir. Benim başıma gelirse bağırır çağırır isyan ederim, başkalarının başına gelirse buz gibi “nesnel” kesilirim demek doğru mu?
Elbette şunu söyleyebilirsiniz: Şu ve şu nedenle ben ortada bir haksızlık ya da küfür yayıncılığı olduğu kanaatinde değilim. Örneğin ben Yeni Tiyatro’da yayımlanan Hilmi bulunmaz imzalı cevap yazısının hakaret içerdiği kanısındayım. Bir yazıda yüz kere “iftira” sözcüğü geçiyorsa, durup bir düşünmekte fayda var diyorum. Fakat bugüne kadar siz bu konuda bir görüş beyan etmiş değilsiniz. Hatta Yeni Tiyatro adına, cevap hakkı kullanırken hakaret etmeniz serbesttir gibi ilginç bir içtihada imza atmış durumdasınız.
Belirtmeliyim ki, Hilmi Bulunmaz’ın Yeni Tiyatro’da yazması ya da orada kalıcı bir yazar kimliği edinmesi beni rahatsız etmez. İnsanların maddi ve manevi ittifak kurması da, dayanışma içinde olması da doğal bir haktır. Benim itiraz edilmesine destek verdiğim şey, örneğin cevap hakkı adı altında insanlara hakaret edilmesi ve buna zemin sunulmasıdır. Bu konuyu teğet geçerek bakın benim başıma şunlar ve şunlar geldi, şimdi de bana bıçak çekiliyor, isyanım bunadır türünden komikliklere gerek yoktur.
Anladığım kadarıyla İstanbul Tiyatro Festivali’nde düzenlenen bir panelde bir sorun yaşamışsınız ve bundan şikâyet etmektesiniz. Üstelik isim vererek işin içinde şunlar ve şunlar var diyorsunuz. İddianıza göre, panele katılmanız engellenmiş ve mağdur edilmişsiniz.
Ben her zamanki kuşkuculuğumla söylediklerinizi evirip çevirip anlamaya çalıştım. Dikkatimi çeken şu oldu: Bu suçlamayı 11 ay geçtikten sonra yapıyorsunuz. Sanki aradan fazlasıyla uzun bir süre geçmiş gibi geldi bana. Belki de bir kafa karışıklığı yaşadınız: Bu bir engelleme mi, yoksa davet edilmeme durumu mu? Ortada davet edilmeniz gibi bir zorunluluk var mı? Davet edilmeme gerekçesi belli ve bu da bir engellemeye mi işaret ediyor? Bu vakada sakın kafanız karışmış olmasın.
Kafa karışıklığınızı gidermek üzere ben size biraz yardımcı olmaya çalışayım. Eğer panele katılım konusunda mağdur edildiğinizi düşündüyseniz, elden geldiğince hızlı davranmalıydınız. Yok eğer bu olay beni derin bir travmaya sürükledi, uzun süre kendime gelemedim ve bu yüzden bir sene kadar gecikme oldu diyorsanız – ki olabilir – kendinize geldiğinizde, gecikme nedenini de açıklayarak Festival Komitesi’ne ve Mimesis’in yönetiminden birinci dereceden sorumlu olan yazı işleri müdürüne başvuru yapmalıydınız derim. Sanıyorum kurumsal muhataplarınız bunlar.
Varsayalım ki benim Yeni Tiyatro ile yaşadığıma benzer bir sorunu yaşayarak belirsiz bir şekilde itiraz dilekçenize yanıt bekleyen vatandaş konumuna düştünüz ve buna da bir çare bulamadınız, işte o zaman kamuoyuna şikâyetinizi yapmalıydınız. Bunları yapmadan – ki yaptığınızı söylemiyorsunuz – 11 ay sonra ortaya çıkıp mağduriyet nutukları atmak biraz tuhaf kaçmıyor mu? Üstelik hakkınızı arama konusunda ne kadar hızlı ve aktif olabildiğinizi “İsmet Küntay Ödülleri” vakasından çok iyi biliyoruz.
Kusura bakmayın ama inandırıcı olamıyorsunuz. En kötüsü de şu: Tacizdi, sansürdü, engellemeydi, küfürdü vs. evrensel olarak karşı çıkılması gereken eylemleri seyirlik reel politik malzeme haline getiriyorsunuz.
Zamanında Büktel’e yaptığım öneriyi size de yapayım: Doğru ya da yanlış, bir hak ihlaline uğradığınızı düşündüğünüz noktada, kamusal aydın portresi çizmekte ve elden geldiğince örgütlü bir şekilde kamusal alana inmekte fayda var. Bunu yapmak yerine öz pohpohlamaya dayalı bayrak sallamaların ve nutuk atma egzersizlerinin kamusal alanın tasfiyesine katkı sunmaktan başka bir işlevi yoktur. Bugün için soru bellidir: Küfür yayıncılığına karşı mısınız ve tavrınız ne olacak?
Son olarak: Erbil Hocam, ben buradayım ve her zaman beklerim. Sakin ve esen kalınız.
***
Erbil Göktaş’ın yazısı için: http://www.tiyatrodergisi.com.tr/detay.php?hng=865
(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr)
***
KURHAN'IN ÇÖP KUTUSU / 1
KURHAN'IN ÇÖP KUTUSU / 2
KURHAN'IN ÇÖP KUTUSU / 3