3 Mayıs 2009 Pazar

Yalan Makinesi Mustafa Demirkanlı'nın kankası, Burak Caney ruhlu Vandal Ahmet Ertuğrul Timur'un (nam-ı diğer 3. Abdülhamid) dayanılmaz çöp kutusu / 42

COŞKUN BÜKTEL YİNE YANLIŞ HEP YANLIŞ HEP YALAN HEP KANDIRMACA... (EN KÖTÜSÜ DE KENDİNİ BİLE)
Herkesin içinde bir olmak istediği kişi, bir de aslında olabildiği kişi yaşar. Hani şu Mevlana'nın yüce sözü "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol" bu ikilemi anlatan en güzel sözdür. Bu ikilem üzerine hep kafa yormuşumdur neden? neden insanlar olmak istediği gibi olmayı beceremez? Televizyon dünyası için yaptığım ilk iş bu ikilemi ortaya çıkarmak içindi. Güneş Gazetesinde Çıtır mizah ekini çıkarıp ilavelere yazarlık yaptığım ve Rahmetli Altan Aşar'ın Güneş Gazetesindeki "Arka Pencere" sütununa da katkı verdiğim dönemlerdi. Altan Aşar aslen ilk TRT'cilerdendi. Uzun bir aradan sonra yine TRT için bir programa başlıyordu "Bizim İnsanlarımız" adıyla. Benden yardım istedi, özellikle sokak röportajlarının ilginç olması için. Tamam abi dedim hemen bir proje sunayım sana. Madem programın adı Bizim insanlarımız o halde ikilemleri, çelişkileri yansıtalım buradan ince bir eleştiri ve mizah çıkaralım. Kabul etti ve hemen örneklerimi hazırladım ve hemen çekim yapıldı ilk programdan yayına girdi. Önce kameramız insan yoğunluğu olan bir meydana yerleşiyor ve çekime başlıyordu. Sokakta yere çöp, kağıt, sigara paketi atanlar görüntüye takılınca hemen bunu hissettirmeden kaydediyor ve ardından diğer bir ekibimiz ellerinde TRT kamerası, mikrofon ile aynı kişinin karşısına çıkıyor ve "Merhaba sizinle bir röportaj yapabilir miyiz" deyip yaklaşıyordu. Henüz özel TV'lerin olmadığı ve TRT2'nin henüz yayına geçtiği dönemlerde insanlar kameralardan kaçmıyor tersine kamera kendilerine yönelmişse çok mutlu oluyorlardı. Biraz evvel sokağa çöp atarken görüntülediğimiz kişiye sorumuz yöneltiliyordu. "Beyefendi sokağa çöp atılmasını, çevrenin kirletilmesini nasıl karşılıyorsunuz?" O biraz evvel sokağa sigara paketini, elindeki çöpü atan kamera karşısında bir anda ideal vatandaş oluyordu. "Sokağa çöp atılmasının ne kadar yanlış olduğunu, çevreye önem vermemiz gerektiğini uzun uzun anlatıyordu. Neyse ki artık bu konuda 20 yıl öncesine göre daha duyarlıyız daha az çöp atılıyor sokaklara.
Sadece çöp konusu mu? Hayır her konuda bu çifte kimlikler sergilenmez mi? Sorarlar boş zamanlarında ne yaparsın? Kitap okurum, sinemaya giderim, tiyatroya giderim..... Oysa sonuç ortadadır milletçe kitap okumayız, sinemaya gitmeyiz boş zamanı gerçekten "boş" geçirilecek zaman olarak tüketiriz. Diziler konusunda ne düşünüyorsun? yada hangi gazeteyi okursun? diye sorulunca dahi yanıtlar hep ideal , olması gereken yanıtlardır. Bulvar gazetesi okur ama sorunca ya Cumhuriyet ya Milliyet denilirdi. Şimdilerde de internetten kurulan sanal arkadaşlıklarda yaşanıyor bu çelişkili kişiliklerin yansıması. Sanal ortamda kendini olduğu değil olmak istediği kişi şeklinde tanıtıyorlar. Sonra da gerçek yaşam paylaşılmaya başlanınca hayal kırıklıkları geliyor elbet peşpeşe.
Neyse efendim bu uzun girizgahtan sonra konumuza gelelim yavaş yavaş. İnsanlar ideal olanı bilir, hem de bal gibi bilir ama uygulamaz, uygulayamaz. Lafta ideal insanı dile getirir ama yaşamında ne kadar bunu başarır onu kendi anlattıkları değil ancak sizin gözlemleriniz ortaya çıkarır. Coşkun Büktel'de bu ikilemi fazlasıyla gözlemlemek mümkün. Coşkun Büktel yazılarında ideal, olgun, gerçekçi, derin bakış açıları olan, hele hele aşırı prensipli bir kişiyi çizer. Peki ya gerçek yaşamda? Küfürbaz, söven, gerektiğinde insanlarla alay etmeye kalkan, despot ve koyduğunu söylediği hiç bir prensibe uymayan bir adamla karşılaşırsınız. Tüm yaşamına ve tüm yazılarına eğilirseniz yüzlerce örnek bulursunuz ama bırakın tümünü bir kenara sadece şu son yazısına bakmamız bile yeterli onun olmak yada göstermek istediği karakterden ne kadar uzak olduğunu anlamaya. Haydi gelin inceleyelim.

İnsanları suç belgesi göstermeden ya da suç belgesinin orijinal kaynağını belirtmeden (orijinal kaynağa link vermeden) suçlayacak kadar alçak değilim.

Başlığı atmış Coşkun Büktel bu yazısına... Bu yazısının başlığını atarken de hemen yan sütunda bir gün önce yazdığı yazıyı unutmuş olsa gerek. Zira birazdan inceleyeceğiz ki o yazıdaki bir iddiada orijinal link olmadığı gibi Mustafa Demirkanlı'da bugün haberin eksik ve dolaysıyla eksiklikten dolayı yanlış haber olduğunu ispatladı. Büktel Mustafa Demirkanlı'nın mahkum olduğunu yazıyordu, oysa bu dava temyiz aşamasında geri çekilmiş mahkumiyet yada sabıka olmamıştı. Haberi orijinal kaynağı ve haberin sonraki gelişmelerini de araştırmadığı için zaten yanlış bir haberdi ve Coşkun Büktel'in onlarca dezenformasyonundan biriyle daha karşıkarşıyaydık. Neyse işin bu kısmı benim konum değil ve Mustafa Demirkanlı zaten yayınladı Biz şimdi kendisiyle çelişen ve orta alanda attığı manşetle yan sütundaki uygulaması örtüşmeyen ve dolaysıyla ana
sayfası kendi ifadesiyle alçak olduğunu belgeleyen Coşkun Büktel'i inceleyelim. Büktel yan sütünda Linç Kampanyasından söz ederken verdiği Link "linç kampanyası" diye adlandırdığı protesto sayfasına değil kendi yorumuna ulaşıyor.
Eğer siz bir yazıyı, sayfayı yada kampanyayı Linç Kampanyası olarak değerlendiriyor ve okurlarınızaa da bakın işte Linç Kampanyası deyip linkle göstermek istiyorsanız bunu söz ettiğiniz sayfaya yaparsınız ve okurlarınız da bunun linç kampanyası mı değil mi olduğuna görerek kendi karar verir.
Ama sen hem ithamda bulunuyor hem de delil olarak kendi yargılarının olduğu sayfaya yönlendiriyorsun. Bu ne demektir? okuyucum sen asıl kaynağı, asıl delili görme ben gördüm sizin için değerlendirdim sen bana inan beni oku tamam bu linç kampanyasıdır deyip geç. Bu düpedüz delili ve ithamda bulunduğun şeyi okurlarından kaçırma ve tek yanlı görmeye zorlamak değilse nedir? Madem ki bu kampanyanın Linç kampanyası olduğundan eminsin ver linkini neden korkuyorsun, okurlarının zekasından mı endişen var?
Belki gidilen o sayfada Coşkun Büktel'in değerlendirme yazısı var ama kendi itham edip karar verdiği kampanyayı görüp değerlendirmeleri için okurlara yine de asıl konu edindiği sayfanın linkini orada vermiştir sanabilirsiniz.
Hayır efendim nerede Coşkun Büktel'de o cesaret? okurları bildiriyi ve katılımcıları görüp kendi aleyhinde bir kuşkuya kapılabilir korkusu ile asla itham ettiği bildiriye ve kampanya linkine yer vermemiştir o sayfada da.
Onun yerine okurun kafasını karıştıracak yığınla konu dışı linkini bulursunuz ve tamamı Hilmi Bulunmaz'ın saçma sapan 4-5 blogundan yada kendi sayfalarından ibarettir. Yani kendi savına delil olarak yine kendi savlarını gösterir. Coşkun Büktel asıl kampanyayı gözden kaçırıp Burak caney öyküleriyle bir kez daha kendini aklamak üzere cambazlıklarla linki gizler sizden! Bir kez daha okurunu salak yerine koyar...
Bu sadece ve sadece bir tek örnektir. Araştırdığınızda bu şekilde okurunun gözünden kaçırmaya çalıştığı onlarca yazı ve belge bulabilirsiniz. Zaten kişilere cevap hakkı tanımaması en başta belge kaçırmak değil midir? Okurlarını tek yanlı bilgilendirme ve dezenformasyon değil midir? Mehmet Atak ile yan sütun flörtüne devam ederken Mehmet Atak'ın yanıltıcı, gerçek olmayan beyanlarını ortaya çıkarmamızdan haberdar etti mi okurlarını? ve hala sitesinde eksik yanlış sahte bir yazı durmuyor mu? Bu mudur belgecilik doğruculuk? Bunun neresi doğruculuk? İşte sokağa çöp atılmamalı deyip bırakın çöp atmayı sümküren adamın yaptığı bundan çok daha hafif bir ikilem değil midir?
devam edelim Büktel'in son yazısına.. Daha başlıktan koca bir yalan prensiple sokağa çöpü fırlattı attı Büktel efendi!
Sitemin başlığına ("banner") koyduğum "İnsanları ismimi ve isimlerini vermeden suçlayacak kadar alçak değilim" cümlesi; bu cümleyi ilk kez yazdığım 1998 yılından beri (Bakınız: Büktel, "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları", sayfa 58.) gayet etkili oldu ve sonunda bugün (Orhan Aydın dışında) hiç kimse insanları isim vermeden suçlayamaz, suçlarsa kimseyi inandıramaz hale geldi. Çünkü artık herkes, isim vermeden yapılan suçlamaların osuruktan daha fazla ağırlığı ve önemi bulunmadığını öğrendi. Bu nedenle, "İnsanları ismimi ve isimlerini vermeden suçlayacak kadar alçak değilim" sloganının görevini yaptığını, ve en azından Türk tiyatrosunda, işlevini tamamladığını düşünüyorum.
Bu da Coşkun Büktel'in ciddi ve prensipli adam rolünü üzerine giyip kendini ve insanları inandırmaya çalıştığı sahte kimliklerinden birisi. Biz onun defalarca isim vermeden suçlamalarına tanık olduk. İma yoluyla suçlamalarına tanık olduk. Burak Caney'in kim olduğunu %99 ispatladık demelerinin üzerinden birbuçuk yıl geçti ama şu yüzde bir tamamlanamadı. Ve hadi bırakın yüzde biri ne yüzde doksandokuzluk belgelerini görebildik ne de ispatladık şudur dediğini. Ama her defasında ima yoluyla Bizlere bu suçu isnat etmekten geri durmadı. Kendilerinin Burak Caney olduğunu düşündüğünü söyleyenlere büyük bir öfke krizi ile (suçluluk psikolojisi mi bilinmez) saldırdılar ama kendileri ispatsız kime kızdılarsa ima yoluyla Burak Caney'likle itham ettiler. Elinde delil yokken bu imalar alçaklık değil mi? Bu prensibinle örtüştü mü?
Efendim yazdığı bu cümle etkili olmuş da artık Orhan aydın'dan başka kimse isim vermeden suçlama yapmıyormuş da... bazen düşünüyorum acaba Coşkun Büktel gerçekten mi kendisini önemli ve önemsenen biri zannediyor? Gerçekten de insanlara ve Türk Tiyatro dünyasına bir etkisi olduğunu zannediyor? Acaba gerçekten mi kendisi için yarattığı önemli kişi saptamasına inanıyor? Geçiniz efendim geçiniz... Türk tiyatrosunda artık kimse isim vermeden suçlama yapmıyormuş, siz bırakın başkalarını daha 3-4 gün evel artık en yakın dostlarınızdan olduğunu ispatlamış Erbil Göktaş'ın yaptığı neydi? Biz bu sitemizi göçerten alçakları biliyoruz hem de çok eminiz ama....... var mı böyle bir ama? Seslensene Erbil göktaş hocana , hocam hocam isim vermeden suçlamak alçaklıktır diye.. türk Tiyatrosunu alçaklıktan kurtaracaksın adam edeceksin o halde en yakınından başlasana!... Ama asıl alçaklık sizlerin yaptığı olsa gerek ki hem ispatladık, çok iyi biliyoruz, eminiz... diyeceksiniz, okurları bize yönlendiren bizim üzerimizde kuşku uyandıran çok belirgin nitelemeler kullanacaksınız... Örneğin Erbil Göktaş açıkça isim vermek yerine Küfüre karşı kampanya başlatanlar derse hem bu kampanyayı başlatan bizler direk iftiraya maruz kalmış olacağız hem de Erbil Göktaş isim vermemiş olacak. Hadi Büktel bunu açıkla bakalım hani Orhan aydın'dan başkası yoktu? Yeni ittifaktaşın Erbil Göktaş isim vermeden suçladı şimdi sen Erbil Göktaş alçaktır diyebiliyor musun diyemiyor musun? Ne oldu senin prensibine? Ne oldu çatık kaşlı bu sert görünümlü adamın tavizsiz prensipli imajına? Geçelim birader geçelim bu palavra prensipli adam imajlarını yemezler!
Benim arkamda yazdığım yazıları dikte eden bir ecinnililer ekibim olduğunu iddia etmedin mi? neden ecinnililer diyorum biliyor musun? Çünkü isim vermedin. Yani senind eyiminle alçaklık yaptın. Veremezdin çünkü yoktu.
Dolayısıyla, sitemizin başlığında artık yeni bir sloganın yer almasına karar verdik. O slogan da şudur:İnsanları suç belgesi göstermeden ya da suç belgesinin orijinal kaynağını belirtmeden (orijinal kaynağa link vermeden) suçlayacak kadar alçak değilim.
Ve dolaysıyla da sitenin başıyla sitenin yanı ve daha bir çok sayfan kendinle çeliştiği için de kendi alçaklığının teyidi gibi oldu aferin kutlarım.
Yukarıdaki slogan üstünde birkaç dakika düşünen iyi niyetli her okur, Türk tiyatrosunun bu slogana ne kadar ihtiyaç duyduğunu ve bu sloganın dayattığı şeffaf, demokratik ve bilimsel tavra Türk tiyatrosunun ne kadar uzak durduğunu derhal fark edecektir.
Türk Tiyatrosunun önce akli dengesi yerinde ve özü sözü bir insanlara ihtiyacı var. kendisine hak vermeyenlere despotça saldırmayan insanlara ihtiyacı var. kendini arzın merkezine oturtmayan alçakgönüllü insanlara ihtiyacı var. Demokratik tavırdan söz edip de "Hilmi'ye dedim ki ikinci bölümü de bekleyelim yayınlamayalım, ve ikinci bölümü de okuduk yayınlamadık" diye sansürcülüğünü matah bir şeymiş gibi kendi eliyle belgelemeyecek kadar dürüst ve kafası bu kadarcık bari çalışan insanlara ihtiyacı var. Türk tiyatrosunun küfürbaz olmayan yazarlara ihtiyacı var en başta da.
Türk tiyatrocuları, "suçladıkları tarafın görüşlerini suçlananların kendi cümleleriyle ve o cümlelerin yer aldığı "orijinal" kaynağı okurlara bir tıkla ulaşılabilir kılarak aktarmak" biçiminde tarif edebileceğimiz demokratik yöntemi inatla reddediyorlar. Tiyatrocularımız suçladıkları tarafın sözlerinin tamamını ya da bir kısmını okurlardan saklamayı uyanıklık, karşı görüşlerin direkt ve orijinal kaynaklarını okurlara ulaştırmayı ise akıllarından bile geçiremeyecekleri bir enayilik sayıyormuş gibi davranıyorlar. Kısacası, demokrasiyi, yalnızca faşist diye niteledikleri iktidarlardan talep edecekleri ama kendi uygulamalarında "hiç işimiz olmaz" diyerek bir kenara itecekleri, reel politiğe uymayan, romantik bir eğilim olarak değerlendiriyorlar. Demokrasiyi yalnızca karşıdan bekliyor ama kendileri asla benimsemiyorlar.
Yahu Büktel sen ne anlatıyorsun ? Hangi masal bu? Yedi cüceler değil, kırmızı başlıklı kız değil.. Pinokyo olabilir mi?
SENİN SANSÜRCÜLÜĞÜN BELGELENMİŞTİR BÜKTEL!
Sen insanların savunma hakkına fırsat tanımıyorsun. Burjuva basınının dahi ölçeklerinde hak tanımıyor senin sosyalist geçinen arkadaşın da sen de. Hangi ahlak bu? Suçlama nerede yapıldıysa bırakın aynı yayında çıkmasını, aynı sütunda olması bile şart değil midir? Burvuva ahlakı bile yok sizde. Hoş gerçi zaten sende başka türlüsünü aramayız da sosyalist geçinen Hilmi Bulunmaza'dır bu sözüm. Yarın Milliyet Gazetesi dördüncü sayfasında size bir hakaret etse, bir yanlış suçlamada bulunsa ve tekzip ettiğinizde peki yayınlarız ama Milliyetin sayfalarını bloke edemeyiz orada size yer ayıramayız ama bizim otomotiv dünyası diye bir dergimiz var orada yayınlarız dese ne dersiniz? Bunu hangi ahlakla açıklarsınız? Sizin kendi beyanınız bu site 470 kişi okudu, 390 kişi okudu yazıyorsunuz diğerinde 120 kişi okudu diye. Suçlamayı 470 kişi önünde yapıp savunmayı 120 kişiye ulaştırmak nasıl bir ahlak? Sitemizi bloke ediyor nasıl bir ahlak? Nasıl bir bahane? Nasıl bir kepazelik? Sen bir zamanlar basılı dergi olduğu halde, Gölge Tiyatro'da Yücel Erten'e 6 punto dizildiği halde 20 sayfa yanıt yazmadın mı? Tiyatro Dergisi internet sitesine tam 60 sayfa yazı yolladığında kilitlendiği için dörde bölerek yayınladığı için suçlamadın mı? Başka sitede yada çöplük başlığı altında değil sadece dörde böldüğü için küplere binmedin mi? Hilmi Bulunmaz Erbil Göktaş'a yanıt olarak hemde basılı bir dergide 6-7 sayfa cevap döşenmedi mi? Suçlamak bazen bir tek satır sürer ama suçlananın savunması sayfalarca sürebilir. Davalarda suçlama bir cümle de olsa savunma koca bir dosyayla ortaya çıkmaz mı?
Kaldı ki bir de bunu üzerine ÇÖP kutusu yazarak, aşağılayarak vermek nasıl bir ahlak? hadi ben çok fazla cevap yazmışım (Tabi yazacağım en fazla suçlanan bensem en fazla savunma yada karşı yazı sunacak olan da benim) ama bir sayfadan ibaret yazılar yazan Ömer Faruk Kurhan'a da yapmadın mı bunu?
Şimdi Savunma hakkını hiç tanımayan, suçlayan ama savunmaya yer vermeyen Büktel bize suçlananın yazısına link vermeli mi vermemeli mi orjinalinden mi verilmeli ders vermeye kalkıyor. Ne demeli bilmem ki? Ben değil de Hilmi Bulunmaz bu tarafta olsaydı sana ne derdi biliyorum ama işte benim dilim varmıyor o tür cümleler kurmaya Büktel!
Demokrat olmayı reddeden insanlar, doğaldır ki, asla "bilimsel" olamıyor, olma çabasına bile girmiyorlar. Çünkü bilimsellik, her şeyden önce, hakikat sevgisinden kaynaklanan ödün vermez bir "nesnellik" gerektirir. Oysa tiyatrocularımız, hakikati değil, kendilerinin ve ait oldukları dar çevrenin (grup, kurum, cemaat, tarikat, tekke, çete, örgüt, platform) çıkarlarını önde tutmayı; nesnel hakikat bu çıkarları zedelediğinde hakikati örtbas etmeyi; örtbas edilen hakikati ille teşhir etmeye kalkan hakikat severleri ise iftirayla, tehditle, cemaat kalabalığının kelle sayısıyla boğmayı yöntem olarak benimseyebilmekte; kısacası, belge ve kaynak göstermeye yani bilimselliğe asla itibar etmemekteler.
Demokrat olmak, bilimsel olmak bunlar senin ağzına da kalemine de hiç yakışmıyor Büktel! Seni bir kaç yazınla tanısak biz de inanabilirdik imajına da bakıp. Ama biz seni küfürlerinle sövgülerinle, alaycı tavırlarınla, Hilmi'ye dedim yayınlama tarzı faşizan böbürlenmelerinle, Tüm çıplaklığınla tanıdık. Şimdi seni protesto eden onca akademisyen, onca sanatçı, onca yazarı karşında görünce paniğe kapılıp yeniden yazar vakarlığında bilimsellikten demokratlıktan söz eden adam rolüne soyundun ama artık seni bir biz değil herkes tanıyor Büktel. Seni uyarmıştım, Büktel sen artık çıplaksın ve kral mral da değilsin demiştim hatırlarsan. Ama dikkate almadın şimdi de pinokyoluğa heves ediyorsun ama uzuyor dikkat et.. Hem de çok uzuyor...
Hakikati değil kendi tabi oldukları grup, cemaat, tarikat, çete .... çıkarlarını önde tutarlar demişsin sanki de kendinizi anlatmışsın. Sen, Hilmi Bulunmaz, Feridun çetinkaya, şimdilerde Erbil göktaş, dışardan takviye ile Ulvi Alacakaptan. Tam da yaptığınız bu değil midir? hakikat kişiden kişiye değişir mi? Bu nedenle biz mürid ve mürşit demedik mi size?
Tiyatrocularımızın bilimsel görünmeye en çok özenen kesimleri ise, tekkeyi korumaya yönelik yalan, iftira ve sahtekârlıkları soğukkanlı bir ciddiyet görüntüsünden ibaret güya "bilimsel" bir tavırla gerçek diye, erdem diye sunmaktan; tekkeye zarar verecek gerçekleri ise, tekkenin fügüranları görmesin diye sansür edip saklamaktan; öne sürdükleri iddiaların mantıksızlığını, suni, yapmacık, heyecansız, yaşamasız, sıkıcı bir Türkçe'yle yarattıkları bir laf salatası içine gömüp kamufle etmekten başka marifete sahip değiller.
İşte tam da bu değil midir siz insanlara çamur atarken onların savunmalarını engelleme nedeniniz? Mehmet Atak şükran borcu olduğu Büktel'in işine gelen bir iddia ortaya atacak ama bu iddianın yanlışlığı aldatıcılığı onlarca belgeyle şahitle ispatlanacak ama Mehmet Atak 23 tane şahit var derken bir tekini bulup da karşımıza çıkaramayacak kendinin haklılığında direnemeyip köşe bucak kaçacak ama sen bu yeni bilgileri bulguları belgeleri okurdan saklayacaksın ve hala o sahte iddialar sitende yer alacak. Bu mudur bilimsellik, yoksa tam da dediğin gibi tekkene zarar verecek gerçekleri gizlemek midir bu Büktel?
Sen kendin gibi biriyle karşılaşsaydın şu yeryüzünde eminim ki ona en ağır hakaretleri eder en ağır suçlamalarda bulunurdun. sana senin yaptığın gibi bir tavır sergileseydi birisi eminim ki ölümüne üzerine giderdin. Sana yazılmış takdir sözlerinde bile bir cümleyi beğenmeyip insanlara cevap hakkı diye zulüm ederken bir ikinci Coşkun Büktel çıkaydı karşına da hadi len ne cevabı anca çöpte cevap verirsin sen deseydi. Ah yeryüzünde ikinci bir Coşkun Büktel olaydı da o da gelip seni bulaydı sana da bundan başka beddua etmem Büktel!
İşte iki Büktel ne kadar açık ve net ortada.. Bilimsellikten söz edip şu itibarı iki paralık olduğu dönemde göz boyamaya çalışan aydın imajı yaratmaya çalışan Büktel öte yanda küfürbaz hakaretçi, despot, saldırgan, sansürcü Büktel!
Kulağı mümkün olan en ters taraftan göstermeyi ve bu "dolaylı" yöntemle en temel mantık kurallarını ortalama okura fark ettirmeksizin ters yüz etmeyi bilimsellik olarak tedavüle sokmanın mücadelesini veren, zekâ ve yaratıcılıktan nasipsiz bu "kurnaz" tekke şeyhleri; bilimsellik adına nesnellikten ve çıplak hakikatten, belge ve kaynak göstermekten, gerçekleri dobra dobra söylemekten yana olmak yerine; hemen daima yapmacık ve yaşamasız bir "ciddi eda"dan ve (Kraliçe Victoria dönemi mutaassıp aristokratlarının pek çok sözcüğü müstehcen saydığı için, örneğin "Afedersiniz, ıspanak" demeyi öngören suni −"euphemistic"− ifade tarzına benzer) iki yüzlü, mutaassıp bir ifade tarzından yana oluyor; bu garabet, bu mutaassıp ifade tarzının sınırlarını aşmış ve sürekli olarak hakikati "açıkça, mertçe Türkçe" konuşmanın savunmasını yapmış, direkt, dürüst ve yürekli insanları "küfürbaz" olarak tanımlamaya, tekkelerden ve "internetin sakar gezginlerinden" imza toplayarak bu "küfürbazları" halk düşmanı ilan etmeye çalışıyorlar.
Efendim bu Mimesis dili değildir (Mimesis diline kurban ol sen küfürbaz) Bu göz boyamaya çalışan sahte bir entelektüel çırpınışıdır. bazı ansiklopedik bilgileri, bazı tarihi anekdotları da araya sıkıştırdık mı yazı bilimsellik kazanır yada ağırlık kazanır çabasıdır. Sen bırak Kraliçe Victoria yı ve ıspanağı. Sen kendi ördek paşalığını anlat bize istersen. Bu ihanet mahkum eidlmelidir, bu ihanete yaşama hakkı verilmemelidir sözcüğünü çevirip de nasıl kendini de işin içine katarak bize karşı tetikçiler arıyorlar diye yaygara kopardığını anlatsana hele bir?, Bıçaklar bilendi deyimini nasıl da provakasyon amaçlı kullanıp da ortada fiziki bir kavga var havası yaratıp durumdan pay çıkardığını bilimsellikle açıkla da görelim bakalım!
Ve nihayet bütün bu bilimsellik kisvesi altında asıl derdin ortaya çıkıyor. Bugün itibarıyla küfürbaz olarak tescil edilmiş olman! Onlarca akademisyenin, sanat insanının 10 tiyatro yayını 6 tiyatro örgütünün seni küfürbaz olarak tesciline kılıf hazırlamakmış meğer yukarıdan beri kaygın! İlk gün katılanları tehdit ederken bugün geri adım atıp bunları sakar gezgin nitelemen de bundan değil midir?
Sen kimi kandırabileceğini sanıyorsun Büktel?
Prof.Hasan Erkek tanımıyor mu seni? Nurhan Tekerek tanımıyor mu Hilmi Bulunmaz'ı? dostlar Tiyatrosu mu? orçun Masatçı mı? orhan aydın mı?
Kim kim?
Kim tanımıyor?
kimler okumadı alçakça saldırılarınızı?
Kimler almadı sizin alçakça ithamlarınızdan nasibini?
Bunlar mı internetin sakar gezginleri?
Sen şimdi küfürbaz değilsin, iftiracı değilsin, despot bir sansürcü değilsin sadece bunlar aslında ne olduğundan habersiz imza atan sakar gezginler öyle mi? Ben seni uyarmamış mıydım Büktel? hadi bana yapıyorsunuz herkese bu tavrı göstermeyin dememiş miydim? Artık çıplaksın ve kral değilsin dememiş miydim? Küfürbazlığını ve iftiracılığını tescil ediyorum , tescil ettireceğim dememiş miydim? dost acı söyler misali tekrar tekrar uyarmamış mıydım? Siz birbirinizi doldura doldura bu seviyelere düşmediniz mi?
Şimdi bir daha düşünün sizler aslında birbirinize yarar mı getirdiniz zarar mı?
Bu durumda, yeni sloganımızın site başlığımızda sürekli ışıldayarak Türk tiyatro camiamızı sürekli aydınlatmasına şiddetle ihtiyaç var diye düşünüyoruz. İyi niyetli insanlar, artık bir suçlama yazısı okurken, yeni sloganımızın Türk tiyatrosuna dayattığı kriterleri bir an bile hatırdan çıkarmazlarsa, okudukları suçlamalara ne kadar inanacaklarını daha doğru saptayacaklar ve vandallar tarafından dezenforme edilmekten daha kolay korunacaklar. Öyleyse son bir kez tekrarlayalım:
Site başlığın istediği yerde dursun. Hatta istiyorsan rica et Hamdi Alkan Akmerkez üzerine yazdığın dizinin reklamı gibi bir dev bilboard koydursun. İstersen lazarle gökyüzüne yazdıralım. nafile be Büktel. inan bana vallahi de billahi de nafile. Çünkü artık kimse bir yazıyla yada site üstündeki bir sloganla kanmaz. Biraz sitende gezindi mi, biraz geriye dönük dolaştı mı, biraz google da gezindi mi gerçek yüzünüzü de gerçek seviyenizi de gerçek üslubunuzu da görüyor. hem de bizim yazdıklarımızla değil, Hilmi Bulunmaz'ın pek bir övündüğü kendi yazdığı yazılarla google da bulunmanız yetiyor. sizin iftiralarınızın, sizin sayfalarnızın sizin üslubunuzun bulunması dahi yetiyor biz hiç bir şey yapmasak bile. Diliyorsan ve becerebiliyorsan biraz dolaş ve tarafsız bir gözle bu kadar çamur bu kadar karalama bu kadar iftira ve bu kadar kötü üsluplarla bulunmanızı bir değerlendir. Ve sonra da bir daha düşün biz mürid ve mürşit birbirimizi doldura doldura aslında ne yaptık diye... Orada belki de seninle yolu hiç kesişmemiş hiç senin olumsuzluğuna da denk gelmemiş ama Hilmi bulunmaz'dan payına düşeni aldığı ve sen de son 2 yılınla onunla özdeş olmayı seçtiğin için seni de aynı değerlendirmede tutanlar da var elbet. Ama senin de ondan aşağı kalmayan ve bazı kişiler üzerinde ondan da kötü tavırlarını yaşamış tanık olmuşlar da var tabi ki. Mutluluklar paylaştıkça artar, acılar paylaştıkça azalır derler sizinki ters orantılı olmamış mı? kininiz nefretiniz yeni kinler nefretler olarak birleşip ikinize de katlanarak dönmemiş mi?
Coşkun Büktel
Git aynaya bak, yaşamının aynasına... Ne olmak istiyordun Ne oldun buna bak. Nasıl biri olarak tanınmak istiyordun nasıl tanınıyorsun bir daha incele. Haluk Işık ne kadar güzel anlatmış bir kez daha oku... Bu Theope'nin yazarı mıdır yada Theope'nin yazarı bu mu olmalıydı? Haklıysan bile haksız olmazmıydın bu tavırla? Bü küfürcülüklerle, bu sansürcülüğünle, bu despotluklarınla?
Kimlerle birlikte ve nerede olmalıydın şimdi kimlerlesin ve ne yapıyorsun? yanına kimleri , karşına kimleri almışsın bir daha düşün. Eğer kafanı kuma gömeceksen git minti ajans sayfalarında dizi seyircilerinin görüşlerini oku mutlu ol. Yok eğer gerçek dünyaya geleceksen işte gerçek dünya ve ister akademisyen olsun ister yönetmen ister sanatçı isterse herhangi birileri insanların senin hakkındaki düşüncelerini gör www.temiztiyatro.net de. ve bir daha düşün. bir daha düşün. Belki de tüm bu geldiğin uçurumdan dönüş bu sahte yazılarda değil de bir cümlelik özürde gizlidir ne dersin?

(Kaynak: 3. Abdülhamid)