27 Mayıs 2009 Çarşamba

Timur'un "Özgür Sanat" sitesinde yayınlanmış imzasız, isimsiz, ANONİM ÇÖP!

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Bir kampanyanın ardından...

Küfürbazlara, iftiracılara karşı tiyatro yayıncılarının başlattığı protesto kampanyası 12 tiyatro yayını, 9 tiyatro derneği 42 tiyatro topluluğu ve 1100 bireysel imzanın katılımı ile sonlandırıldı. ( http://www.temiztiyatro.net/ )Kampanyaya başlarken bitiriş tarihi olarak 20 Mayıs'ı öngörmüştük, imzaların tasnifi ve kontrolü ile kısa bir gecikmeyle bitirmiş olduk.

Bu kampanya amacına ulaşmıştır. Amaç tiyatro dünyasında bitip tükenmez tartışmalar, polemikler sürse de, tiyatro dünyasının pek çok konuda kendi içinde ayrılıkları olsa da ve ideoloji, din, dil hiç bir farklı inanç, ideoloji, görüşün asla onaylamayacağı ortak insani değerlerde tiyatrocuların da ortak bir ses verebildiğini göstermekti.

Neydi bu?

Küfür ve iftiraya karşıtlık.

Tiyatro dünyası bir iki küçük istisna dışında küfüre, hakarete, insanlık dışı hoyratça saldırıya ve iftiraya ortak tepki gösterebilmiştir. Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz'a tek ses olarak dur ve düşün demiştir.

COŞKUN BÜKTEL

Elbette ki bu topyekun tepki karşısında o kişiler de refleks bir savunmaya geçecekti. Örneğin Coşkun Büktel daha bu kampanyanın başladığı anda kampanyaya katılarak demokratik tepki gösterme hakkını kullananları "orostopolluk"la suçladığını unutarak ben sadece bir tek kişiye küfür ettim diye savunmaya geçecekti. Oysa küfür oranı Hilmi Bulunmaz'a oranla daha az olsa da Hilmi Bulunmaz'a kayıtsız şartsız desteği ile onun tüm küfürlerine ortak olmaktaydı. Kaldı ki küfür bir yana başkalarını sansürcülükle suçlamaya kalkan Coşkun Büktel'in sansürleri, hakaretleri, iftiraları, dezenformasyonları da ayyuka çıkmıştı ve kamuoyu da bunun farkındaydı.

Coşkun Büktel on yılı bulan Theope kavgasında zaten taraftar bulamayarak gerekli cevabı almış ama yılmadan Theope üzerinden saldırılarını sürdürmüştü. Kamuoyu onu “sessiz kalarak onaylamama” konumundan çıkıp bu kez imzalarıyla sesli bir tepki göstermişti. Coşkun Büktel'e “Gerekçen her ne olursa olsun yanlış yoldasın, yanlış tutumdasın” denildi. Theope'den hatta Coşkun Büktel'den övgüyle söz eden isimler dahi ona haddini bil, seviyeli ol demiş oldu. Bir anlamda onu yazar olarak onaylayanların yanıtı "Evet yazar olmuşsun bir de adam olmayı dene" şeklinde olmuştur.

Coşkun Büktel kampanya boyunca imza atanların konu hakkında yeterince bilgili olmadıkları, gerekli linkler verilmediğinden kendi yazdıklarını okumadıklarını, imza atanların tek taraflı bilgilendirildiği gibi savunmalarını dile getirdi. Oysa ki internet ortamında imza toplanıyor ve insanlar elbette merak ettiklerinde bir kaç tıklama ile bu kişilerle ilgili bilgilere ulaşabilecektir. Kaldı ki bu imza atanların büyük çoğunluğu tiyatro dünyasındandır ve Coşkun Büktel'in on yıldır kopardığı fırtına sayesinde neyin ne olduğunu gayet iyi bilmektedir. Zaten imzayla yetinmeyip görüş yazanlar da bunu gayet güzel özetlemiştir. Konu hakkında en bilgisiz olanların mesajı “Bize bu kişilerin küfürbaz, saldırgan, despot, sansürcü, dezenformasyoncu olduklarını öğrenmek yeter, isterse dünyanın en iyi yazarı ve isterse haklı olsun ama bu haklılık ona küfür etme, hakaret etme ve medenice gidip hakkını aramak yerine despotça saldırma hakkını vermez” demek olmuştur.

Kaldı ki biz bu kampanyayı sokakta masa kurarak da yapabilirdik ve tiyatro dünyasına küfür eden, hakaret eden bu iki kişiyi kınıyoruz mesajıyla sokakta da imza toplayabilirdik, o zaman Coşkun Büktel “olmaz benim yazılarıma link verin”, itirazını nasıl dile getirecekti acaba? Elbette ki bu ille de link isteği onun reklam sevdasından ve yüzlerce kişi tarafından kınanan kişinin savunma mekanizması, ardına sığındığı bir küçük sipercikti o kadar.

HİLMİ BULUNMAZ

Hilmi Bulunmaz için yazılacak ve söylenecek fazla bir şey yok. O küfürbazdır, küfürü delikanlılık, hakareti harbilik sayar. Belki yanındaki bir iki kişi dizginlemese şimdi de çıkar ve "Evet küfür eden bendim işte şimdi gene ediyorum" deyip sunturlu bir küfür savurabilir. Hilmi Bulunmaz sosyalist olduğunu savlamaktadır. Gençliğinin bir döneminde o kuşağın neredeyse tüm gençlerinin (hatta burjuva olanların dahi) bulaştığı kadar sola da bulaşmıştır. Ama yaşam onu toplumsal konumunda işçilikten işadamlığına, kapitalistliğe çıkardığı gibi hizmet ettiği alan da sosyalizmden işbirlikçiliğe doğru evrilmiştir. Ticari yaşamı ona güzel bir yaşam, pek övündüğü Napoli tatilleri sunsa da manevi tatminsizliğini tiyatroculuk, yayıncılık oynayarak giderme sevdalısıdır.

Aslında bunu takdir bile edebilirdik. Ticaretin, kuyumculuğun, işadamlığının ağır yüküne rağmen sanattan kopmama çabasında bir adamı herkes ancak takdir edebilirdi. Ama ne yazık ki onun bu sanat sevdası üretmekten ve kendini sanat alanında, yayıncılık alanında göstermekten çok üretenlere saldıran konumuna getirmiştir. Hilmi Bulunmaz'ın elle tutulur yanı yoktur. Çifte standartçılığını defalarca gördük, açıklama gereği bile duymadı. Kimi dizi yazarını lanetlerken, kimini bağrına basması, verilen reklamlara köpürürken bu reklamların yaratıcılarını bağrına basması, sosyalist popülist başlıklarla ruhunu rahatlatırken, gerici girişimlere boynu bükük sessizliği, sosyalizmi hatıralarından bugüne taşımaya çabalarken gericilerle eylem kırıcı davranışları onun toplumsal konumda da, kendi iç dünyasında da ikilemlerini çok güzel sergilemektedir.

Yeterince para kazanıp beslenme, gıda gibi fizyolojik ihtiyaçlarını giderdikten sonra yurtdışında tatili de düşünebilecek kadar burjuvadır ama bu tatiline ille de kılıf bulma ihtiyacı duyacak kadar sosyalisttir. Ve bunun sonucu da Napoli tatili Gorki'nin ayak bastığı toprakları tavaf etmek olarak savunma bulacaktır. Oysa sosyalizm ne bir dindir ne kutsal kişileri vardır, ne de kutsal kişilerin bir dönem yaşadığı topraklara hac gezisi düzenlenip tavaf edilmesi vardır. Gorki’yi Gorki yapan düşünceleri ve eserleridir onun da size mesafesi bir kitapçı dükkanı kadardır. Sosyalistlerin yaşadığı yerlere hac gezileri yapmanız gerekmez. Kaldı ki bu turistik gezilerini yanında çalıştırdığı yaklaşık yüz kişinin artı değerlerini sahiplenerek yapabildiğini ise hatırlamak bile istemez, çünkü o sosyalisttir!

Ama onun bu kılıfa uydurma çabası iki uçta dünyayı birden yaşamak isteyen Hilmi Bulunmaz'ın bu iki arada bir derede kendini ve yaptıklarını bir yere oturtma kaygısıdır elbette. Fakat elbette ki bu iki uçta birden olmak Hilmi Bulunmaz'ı bundan sonra da sürekli ikiyüzlü yapmaya devam edecek, bir yandan devlet yardımı alıp diğer yandan alanlara sövecek, bir yandan dizi yazarını dost edinecek diğer yandan dizi oyuncularına sövecek, bir yandan Akbank reklamı yayınlayana kızacak ama reklamın yaratıcı ekibine, bu reklamlar için beynini kiralamışlara sarılacak.

Hilmi Bulunmaz acınacak bir durumdadır. Bu aşamadan sonra ne grev gömleği giyebilir ne eline pankartı alıp eyleme çıkabilir ama öte yandan küçük işadamı konumu da tatminine yetmemektedir, kuyumcu dünyası dergisi çıkarmak onun yayıncılık egolarını tatmin etmemiştir, etmeyecektir. Onun bundan sonraki iki kimliği yine tezgah arkasında pırlanta satan, müşteri yokken de oturup yayıncılık yapıp ruhunu rahatlatmaya çalışan olarak sürecek ve bu sınıfsızlık, konumsuzluk ait olamamazlık onu belli ki yine "diğerlerine" saldırmaya götürecektir. Tez zamanda şifa dileriz. Mutlaka bir çaresi olmalı.

BURAK CANEY

Bu kampanyaya da zorla bulaştırılmaya çalışılmış olan Burak Caney, yine Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in sığındıkları pelerin oldu. Daha önce de yazdığım gibi Burak Caney en ağır sözleri bunlara etmiş olsa da bugün sığındıkları liman olmuştur. Bu da biraz daha Burak Caney'in imalatında acaba gerçekten mi onların yaratıcılığı vardı kuşkusunu biraz daha güçlendiriyor tabi. Bu yönde iddialar geldiğinde esasen ben çok fazla ihtimal vermiyordum. Nasıl bir insan bir canavar yaratıp kendine hatta aile üyelerine dek saldırtabilir ki diye. Ama şu an savunmalarında Burak Caney’i o denli açık kullandılar ki sanki tam da bu amaçla yaratılmış olduğu daha da netleşti ve bu şüpheye nihayet benim bile düşmeme neden oldular.

Kaldı ki bir kaç gün önce Hilmi Bulunmaz sadece kampanyaya katılmayan ortadan ve arabulucu niyetiyle yazı kaleme alan Türkiye Tiyatrolar Birliğine övgü dolu satırlar kaleme aldı. Hilmi Bulunmaz'ın övdüğü satırlar kime? Türkiye Tiyatrolar Birliği'ne... Türkiye Tiyatrolar Birliği geçen yıl kime ödül verdi? Burak Caney'e. Tiyatro dünyası gariplerin koalisyonuna gebe, hadi hayırlısı. Yakında Hilmi Bulunmaz'ın yayınlarında Burak Caney'i köşe yazarı ya da Coşkun Büktel’in dizisinde oyuncu olarak görürsek gerçekten şaşırmayacağız.

FERİDUN ÇETİNKAYA

Zurnanın son deliği konumundaki arkadaşımız pek bir alınmış. Ama alınacak ne var ki? Bizim vergilerimizle okudu mu? Evet okudu. Dramaturgi yazarlığı okudu mu? Evet… Ve sonra gidip reklamcı oldu mu? Evet. Reklamcısın sen! Dememizi hakaret telakki ediyorsa neden reklamcılık yapıyor? Yok eğer reklamcılığı da halka hizmet sayıyorsa neden alınıyor? Ortalama 6 ayda bir yazı yazıyor mu? Evet… Eh yani altı ayda bir yazmaktan hicap duyuyorsa neden vergisiyle okuduğu halkına hizmet için daha fazla mesai ayırmıyor? Neden onu bunu “temiz tiyatro” kampanyasından caydırma çabası yerine oturup yazı yazmıyor? Her iki yazısından birinde Büktel’e övgü var mı? Evet. Eh o halde Büktel’i övmekten mi muzdarip yoksa Büktel’i övdüğünün söylenmesinden mi? Hangisinden muzdaripse diğerini yapmayıversin o kadar.

ERBİL GÖKTAŞ

Kampanyamıza başlayacağımız günlerde aramızda bazı değerlendirmeler yaparken kampanyayı Tiyatro Yayıncılarının açması, derneklerin destek olması düşünüldü. Yayıncılardan söz edilince de elbette her ne kadar Hilmi Bulunmaz ile ticari ve manevi yakın ilişkilerde olsa da bir yayıncı da olan Erbil Göktaş'a da çağrı yapılmasının etik olarak doğru olacağını düşündük. Madem ki tüm tiyatro yayıncıları birlikte davranalım deniliyordu o halde kabul eder ya da etmez ona da çağrı yapılması doğru olacaktır düşüncesi ile çağrıda bulunulmuştu. Fakat Erbil Göktaş nedendir bilinmez bunu kendisine yönelik bir tehdit gibi gösterdi. Neden aynı çağrı metni giden bir Kavuklu Dergisi ya da bir tiyatro dünyası, bir Sahne Dergisi bunu kendisine yönelik bir tehdit olarak almazken, Erbil Göktaş böyle algıladı? Bunu da düşünmek gerek elbette. Demek ki ticari ve manevi yakınlık zihinsel birlikteliği, bütünleşmeleri de getirmiş olsa gerek. . (Biz ne kadar saf ve iyi niyetliyiz ki şu anda dahi kurulmakta olan Tiyatro Yayıncıları Birliğine de katılmaya davet etmeyi de tartıştık ama bunu da yeni bir saldırı sayabileceği endişesi ile vazgeçmek zorunda kaldık.)

Erbil Göktaş'ın tam kampanya öncesi tiyatro yayıncılarının sitesini sabote etmekle suçlaması konusuna yeniden girmeye dahi gerek yok, yeterince komikti ve inandırıcılıktan uzaktı. Coşkun Büktel ve Göktaş'ın yakınındaki isimler dahi hiç inandırıcı bulmadı. Erbil Göktaş konuyu adli makamlara intikal ettirdiğini söylüyor. Bu adliye kılıçlarının (Kılıç kelimesi mecazidir, Ördek Paşalar şimdide bize kılıç çektiler, bizi kesecekler demesin.) çekilmesi enteresan günlere işaret. Erbil Göktaş'ın yargı aşamasında karşılaşabileceği sürprizleri yargı aşamasına bırakalım ve onunla ilgili daha fazla değerlendirmeye girmeyelim.

BİR ADSIZ HOCA!

Bu kampanyamız boyunca bunlardan başka bir de "hoca" vardı. Elbette ki bu hocanın da bir adı ve soyadı var fakat kendisi Coşkun Büktel'in deyimi ile adını ve adımızı vermeyerek Büktel’in tanımındaki (“İnsanları ismimi ve isimlerini vermeden suçlayacak kadar alçak değilim") sıfatı seçtiği için, aklı sıra bu basit kurnazlıkla hem cevap hakkından, hem de adli anlamda suç delili bırakmamak açısından isim kullanmama uyanıklığını(!) gösterecek kadar zekaya sahipmiş. Belki kendisinin savunması ben "sazan mıyım ad vereyim" şeklinde olabilir. Ama ona bu durumda söylenebilecek şey Coşkun Büktel'in anlatımı ile “alçak” benim değerlendirmemle sinsi olacağına dürüst bir sazan olsa, geldiği yere daha çok yakışabilirdi.

Efendim isim vermeyeni isim vermeden yazalım biz de. Meğer ne çok sevmeyeni varmış... Onunla karşı karşıya geldiğimizi düşünen çevrelerden peş peşe şikayetler yağmaya başladı. Adeta ihbar hattına döndü. Eğer bu hoca(!) isim vermeden hakaret etme ve ithamda bulunma geleneğinin başlangıcını yapmış olmasa biz de kendi gözümüzle tanık olmadığımız bu durumları yazmazdık elbette. Ama mademki isim vermiyoruz ve bu bir hoca(!) olarak herhangi biri, hatta hayali biri bile olabileceğine göre kendisinden nasıl söz ediliyor biraz tanımakta ve tanıtmakta yarar var.

Efendim yayıncılık da yapan bu hoca öğrencilerine sürekli dergisini satma çabasıyla gündemi kaplıyor. Bunu birçok kişiden duyduk. Bir öğrencinin isyan yüklü babasının bize mail atıp, bu hocayı şikayet edeceğini ama çocuğuna zarar verilebileceği için çekindiğini belirtip, şikayet etme işini bizden istemesi durumun ne kadar vahim olduğunu gösterdi, ama o babaya kendi sorunlarını kendilerinin sahip çıkmasını önerdik sadece. Artık alay konusu olan dergisini satma girişimi sadece kendi öğrencileriyle de sınırlı kalmayıp, sınava giren öğrencilere dahi "Bakın içeride jüri bu dergideki yazılardan da soru soracak" gibi telkinlerle de sınav derdindeki, stresindeki öğrencilere de dergisini (kelimenin tam anlamıyla) kakalıyormuş! Bin adet baskının nasıl tüketildiğini anlamaya yeter sanırım. Bu kanunen de suç olsa gerek. İçeride bu dergiden soru sorulacak denilip de kendi ticari yayınını öğrencilere satan devlet memuru(!) ile ilgili bir iki şahitle gündeme getirmek ve suç duyurusunda bulunmak mümkün elbette. Gerektiğinde gerekli düzeylerde gerekli girişimlerde bulunma hakkımız saklıdır.

Yayıncı hocamızın kabahatleri bununla da bitmiyor. Son günlerde yaşanan polemikler öğrencileri tarafından sınıfta gündeme getirilince pişkin pişkin "Olsun olsun derginin satışa ihtiyacı var" tarzı söylemi ise bayağılıkta ne seviyeye geldiğinin göstergesi olsa gerek. Meğer bizim hoca(!) dergi satışı artsın diye polemikler, hackerlık hikayeleri vb uydurmuş!

Efendim dedik ya ihbar hattı pek çok kişiden ihbarlar aldı. Normalde ispatlanmadıkça kullanmayacağımız bu ihbarları bu yayıncı hoca isim vermeden yazma geleneği başlatarak yazabilmemize vesile oldu sağ olsun.

Madem isim yok biz de gelen ihbarlara devam edelim. Geçen yıl kendi öğrencilerinin organizasyonunda oyunu atletle izlemiş (neyse ki pantolonunu çıkarmamış donla değil) ve ayrıca oyun boyunca da uyumuş! Bununla ilgili bir soruşturmadan da söz ediliyor ama bilemiyoruz bir hayli enteresan bir soruşturma olsa gerek.

Efendim bu hoca ve eşinin neredeyse hiç derse girmediği de bir başka şikayet konusu. Ne diyelim verdiğimiz vergilerle kendisine ödenen maaşlar haram zıkkım olsun boğazına dizilsin! Sen hem hoca unvanını kendine yakıştır hem derslere girme hem de simitçi gibi kapıda dergi sat insanda biraz utanma sıkılma olur. Zaten tiyatro dünyasının kendisine olan şahane duygularından olsa gerek bölümüne hoca bulmakta da bir hayli zorlandıkları ve çoğu derslerin boş geçtiği de dile getiriliyor. Buna karşılık yalnız şövalye masalıyla ve yine yalnız olan 2 dostuyla kendi adacıklarına gömülüyorlar. Anlayacağınız bu hoca(!) ile ilgili hem devlet katında hem de kişi vicdanlarında mahkum olmasına yetecek bir hayli durum var anlayacağınız. Bazı şeyleri zamana bırakmakta yarar var ama hoca sert bir kayaya çarptığının farkına vardığında iş işten geçmiş olacak.

VE SON!

Efendim kampanyamız bitti. Ama bitmesi, unutulması anlamına gelmeyecek tam tersine artık bundan sonra bir meleğe dönüşseler de bir zamanlar böyle anılmışlardı şeklinde de olsa yüzlerce kişi, dernek, yayın bu kişileri mahkum etti. Bu adli yargıdan da önemlidir ama gerektiğinde oranın yargı süreci de ayrı işleyecektir. Hiç kimsenin yaptıkları söyledikleri hakaretleri, iftiraları, sansürcülükleri, despotlukları yanına kalmaz, Hitler'in bile kalmadı yedi ceddine yetecek günahla gitti. Biz bundan böyle bu malum seviyesiz şahıslarla hiç bir şekilde muhatap olmama kararı aldık ve bu da son değerlendirme yazısıdır. Elbette ki bu malum şahıslar susmayacaktır, küfüre de hakarete de, kafa karıştırmaya dönük yalana dolana da devam edecektir. Buyursun etsinler. Kamuoyu onları ne kadar dikkate alacağını gayet iyi bildiğini gösterdi. Onlara siz yalancısınız, küfürbazsınız, iftiracısınız, despotsunuz, sansürcü ve dezenformasyoncusunuz dedi. Var mı bundan ötesi?