16 Mayıs 2009 Cumartesi

Coşkun Büktel, A. Ertuğrul Timur, Mustafa Şükrü Demirkanlı!...


31 Mart 2009 Salı

ULVİ ALACAKAPTAN TODER'İ ALET EDEREK FAŞİSTLERE AĞIT YAKIYOR
DAHA ÖNCE DE AKP'Lİ BELEDİYELERLE İŞBİRLİĞİ YAPARAK DÜNYA TİYATRO GÜNÜNDE AKM'NİN YIKILMASINI PROTESTO ORGANİZASYONUNU SABOTE ETMEYE KALKAN, TİYATRO DÜNYASININ NEFRETLE ANDIĞI HİLMİ BULUNMAZ'I "TİYATROCU" PAYESİYLE ONORE ETMEYE ÇALIŞAN VE BU NEDENLERLE ERTUĞRUL TİMUR'UN TODER ONUR ÜYELİĞİNİ AL BAŞINA ÇAL DEYİP İADE ETTİĞİ ULVİ ALACAKAPTAN BU KEZ DE KATİL FAŞİSTLERE AĞIT YAKTIĞI İÇİN TİYATROSEVERLERCE İSTİFAYA DAVET EDİLDİ. Değerli tiyatro dostları..27 mart dünya tiyatro gününde,bir dostumuza gelen ve anlamakta güçlük çektiğimiz ! telefon mesajını sizlerle paylaşmak istiyoruz..(dünya tiyatro günü etkinliği ne zamandır maraşın katillerinin talihsiz ölümü yüzünden ertelenme gudubetine haiz olmaktadır..? maraşın katillerinin ölümüyle ne zamandır dünya tiyatro günü arasında ilişki kurulmaktadır?"üzücü kaza nedeniyle bugün yapılacak dünya tiyatrolar günü etkinliğimiz 3 nisan cuma19'a ertelenmiştir. TODER-ULVI ALACAKAPTAN"Yukarıdaki mesajın doğru olup olmadığını bilemeyiz..???(sanal dünya bizi aştığından mütevellit)ancak doğru ise:1- ulvi alacakaptan şahsında tüm toder yöneticileri düşünsel sistemlerini açıklamalı ve maraş katliamının failleri haklarındaki görüşlerini beyan etmelidirler..2- toder yöneticileri şimdiye değin "üzücü kaza" perspektiflerinden ne anladıkları deklare etmelidir..3- toder in diğer yönetim kurulu üyeleri bu konudaki naçizane? fikirlerini açıklamalıdırlar..4- eğer bu açıklama (ki tanınan bir tiyatro oyuncusunun cep telefonuna gelen mesajdır) yalansa bu soruların herhangi bir esvabı mucibesi olmayacağı şimdiden kabul edilmiştir.. bilinmelidir..5- maraşta katledilenlerle, maraşta kaza ile ölenlerin arasında varolmayan diyalektik ilişki düşünüldüğünde Toder düşünsel sistemini hangi yüzle dünya tiyatro günü etkinliğine endekslemiştir..6- eğer tüm bu mesaj doğru ise (ki inanmak istemesemde elimde mevcuttur) toder üyeleri nasıl bir tepki vereceklerdir? beklenmektedir..dezenformasyon varsa (ki sanmamakta dirensemde süreç beni haksız çıkarabilir-farkındamısınız kimseyi suçlamamak için elimden geleni yapıyorum) böyle zamanlarda tiyatro camiası hatamı bağışlasın..yoksa da toder in duyarlı üyelerini göreve çağırıp bu rezaleti değerlendirmelerini istemek naçizane bir tiyatro emekçisi olarak boynumun borcudur..tiyatro gününde tiyatro dostluğuyla..not:(kahrolsun faşizm) bu sözü söylemeden bitirirsem maraş katliamının anaları bana hakkını helel etmez..özgür başkayaDESTEKLEYENLER : Özgür Başkaya İsrafil Demir Selçuk Açıksözlü çagdas Ballıktas Nalan Güreş Tekin Bingöl Yılmaz Demiral Deren Baybars Naime Erdem Basaran Hasan Tanay Süleyman Sahin Cetin Heval Kara Kadri Özaldıkaçtı Demet Genç Demirbilek Demirel Zeyno Srdst Vral Yener Aksu Tolga Ozdemir Hasan üreten Ömürhan Soysal Ades Karakya Barış Yıldırım Banu Yildiz Batum Ajans Sibel Aduş Berna Sayan Canan çıplak Bülent Ünsür Alper Topaloglu Baris Can özdemir Damla Paksoy Dilek Sarıçam Ali Canlar Velican Demirel Temel Altuntas Halil Küreş Aysun Erdoğan Atalay Göktas Baki Yitmen Ayberk Sedef Altan Bozkurt Ertuğrul Ahmet Timur
Gönderen Özgür Sanat zaman: 16:39 2 yorum
Etiketler: ,
30 Mart 2009 Pazartesi

Ölüm ilanı…
Seni tanıyordum.Elinde silah, komünist avına çıktığın ta o ilk günlerden beri seni tanıyordum.Önce Ankara'da, sonra İstanbul'da ve tüm bir ülkede kana bulamadığın sokak, kahvehane, okul avlusu, fabrika önü kalmamıştı.Ev baskınları yaptın; kör karanlıklarda.Boğarak öldürdüğün arkadaşlarımın üstüne, kurşun yağdırmak marifetlerin arasındaydı.Bahçelievler'de yedi canıma sen kıydın.Ellerine bulaşmış insan kanıyla, yüzünü yıkıyordun her sabah.Sarkık bıyıkların, yaz-kış üstünden çıkarmadığın kara ceketin, korkak- hain sinsi, kan oturmuş bakışların, gözümün önünden hiç gitmedi.16 Mart Katliamı'nda kardeşlerimin üstüne kurşun yağdıranların başında sen vardın.1979 kışında, Ankara Ziraat Fakültesi öğrencisi, kayınbiraderim Sabit Torun’u Balgat'ta evinin önünde pusu kurup, yaylım ateşine tutanların başında sen vardın.Kalbura çevirdiğiniz o körpe bedendeki, yirmi bir kurşunun dört adedi, senin cinayet aletinden çıkmıştı.Maraş’ı kana sen buladın.Annelerimizin karnındaki bebeklerimizi katlettin.Bir değil, beş değil, on değil yüzlerle canımızı ateşe verdin.Yozgat, Çorum ve 93'te Sivas'ta yine sen vardın.Bir dağ başında, elinde silahın uluyan resimlerini anımsıyorum, Madımak ateşe verildiğinde, "tahrik var" diyen yine senin ölüm kokulu sesindi.Korkağın tekiydin.Uçan kuştan, akan sudan, kararmış geceden, gündüz güneşten ve insan sesinden ödün patlardı.Bu yüzden olsa gerek, seni yalnız başına kimse görmedi!Kuyruğunu kıstırıp, sokak köşelerine pusu kuran, uyuzluk misali yaşadın.Ardında iş ortağın onca "tosuncuk" varken, hep güvencede hissettin kendini.Bu ülke katillerini seviyor ya, seni daha çok seviyorlar!Bahçeli de seviyor seni, Baykal da, Tayyip de, Erbakan da.Halen arkan sağlam.Ardından methiyeler düzülüyor!Yazık oldu sana yazık. Ölümün böyle olmamalıydı!Ateşe verdiğin o Maraş yolu, canını aldı!Çakılıp kaldın bir dağın başına.Beş santim buz tutmuş bedenin.Zavallı ürkek yüreğin donmuş!Üzülmedim.Hiç unutmayacağım; söz!Aklıma faşizm düştüğü her an, önce seni anıyordum, yine seni anacağım.
oaydinoaydin@gmail.com
Gönderen Özgür Sanat zaman: 08:17 0 yorum
Etiketler: ,
26 Mart 2009 Perşembe

KENDİLERİ İNANIYORLAR MI ACEP?
İki deli yolda yürüyormuşbirinci deli-Ben gidiyorum susadım ikinci deli- Hazır gitmişken benim içinde içiverbirinci deli- Tamambirinci deli on dakika sonra gülerek gelmiş.ikinci deli- ne oldu?birinci deli- hahaahaa kendi yerime temiz su, senin yerinede boklu su içtimTiyatro dünyasından kime ağzımı açıp içinde Coşkun Büktel ya da Hilmi Bulunmaz geçen bir cümle kurmaya kalksam herkes benzer tepkiyi veriyor "Yahu siz hala onları ciddiye alıyor musunuz?"Haksız da sayılmazlar. Onları ciddiye almak gibi bir gaflete düştük düşmeye de devam ediyoruz.Ama son çıkışları da artık iyiden iyiye ne kadar ciddiye almamız gerektiğini ortaya serdi. Sansürcülükle suçlayanların nasıl da azılı sansürcü oldukları, çanak yalamakla suçlayanların nasıl çanaklar yaladıklarını, TV de yer alanlara küfür edenlerin nasıl TV den para kazananları dost edindikleri, ağızlarından sosyalizm sloganlarını düşürmeyenlerin nasıl kapitalizmin cilacısı reklamcıdan dost edindiklerini ve ettikleri laflara karşın nasıl da ruh hallerinin sosyalizmden çok faşizme daha yatkın olduğunu ve pek çok gerçeği ortaya çıkardı.Ama acaba daha fazla ciddiye alıp zaman ve mesai harcamak gerekli mi?Yukarıdaki fıkraya gelince, bu deli fıkrası onların bizim yazılarımızı çöpe layık görmelerini hicvetmiyor mu sizce de?Bizim adımıza çöplük açtığını zannederken nasıl da kendilerinin çöpe dönüştüğünü, çöpün içinde yüzdüğünü göstermiyor mu?Kafka yaşasaydı böcekleşmeden sonra çöpleşmenin de romanını yazar mıydı acep?
Gönderen Özgür Sanat zaman: 17:20 0 yorum
Etiketler: ,
23 Mart 2009 Pazartesi

Sorum Basit: “Evet” ya da “Hayır”. Hangisi?
Mustafa Demirkanlı
22.03.2009Büktel’i Her şeye Rağmen Adam Sanırdım Kendilerinden menkul dürüstlük anlayışları iflas etti sananlar, iflasın ne olduğunu bilmiyor demektir. Rezil olduklarını düşünenler bu ülkede her şey olunur ama rezil olunmaz’ı bilmiyorlar demektir. Ertuğrul Timur, Tiyatro Dergisi’ni ve beni bu süreçte savunma ihtiyacı duymuş ve bir yazı ile meseleyi toparlamış, sağ olsun. Ama gerek yok, yazı ile, laf ile, söz ile bu ikiliye hiçbir şey anlatılamaz, gerek de yok, onlar zaten kendilerini anlatıyorlar, “geri zekalıların bile anlayacağı” bir biçimde. Onun için yapılması gereken tek şey son on günün yazışmalarına bakmak. Ertuğrul Timur, Tiyatrom’un yayınına son verdikten sonra, tiyatrodan elini eteğini çekti, doğru da yaptı. Bir yıl sonra Bulunmaz&Büktel ikilisi saldıracak kimseyi bulamadıkları bir süreçte –ki onların tek besini birilerine saldırmaktır, tek başına kendilerini ifade edemezler- Timur’a sataştılar, Timur çok az tanık olduğum öfkesiyle, saldırılarının her birine detay detay yanıt verdi. Takip edenlerin bildiği gibi, Timur’un cevap haklarını engellediler, engellemekle kalmadılar “Çöp kutusu” icat edip yazılarını oraya attılar, akıllarınca aşağıladılar. Bizim yapmamız gereken, gerek Timur’a gerekse de aynı terbiyesiz ve seviyesiz tavra maruz kalan İATP-G’ye ve/veya Ömar F. Kurhan’a portalımızı açmaktı, açtık. Sonrasında neler oldu? Aşağıda aktaracağım. Timur, bu ikilinin faşizan baskılarına boyun eğmedi, kamuya açık ve video kaydına alınacak tartışmaya davet etti, sonucu da belirterek. “Size yanıtım buyurun seyircili bir salon ortamında yüz yüze polemiğe! Sinsi ya da açık sansürün olamayacağı tek alana davet ediyorum! Söz veriyorum masanın altında bana destek veren olup olmadığına bakmanıza da izin vereceğim! Şunu da hemen belirteyim ki sizin böyle bir cesaretiniz olduğunu sanmıyorum.” Tabii ki böyle bir cesaretleri yoktu, yanıt bile veremediler, sonrasında Bulunmaz bir video show’unda teke tek yapalım demiş, mahcup bir şekilde. Büktel de üzerine atlayıverdi. Saçma sapan yazılar, savlar ileri sürdü: Timur, aşağıdaki net soruma "net olmayan bir yanıt" gönderdi. Timur'un net olmayan yanıtını yine "Timur'un çöp kutusunda" yayınlıyoruz. Timur'un bundan sonraki sataşmalarını, (artık şeref ve haysiyetten bile bahsetse) yine çöp olarak yayınlayacak, ama (Timur aşağıda açıkladığımız Trabzon iftirasıyla ilgili şartımızı yerine getirinceye kadar) bu çöplerin duyurularıyla ana sayfamızın gündemini bir daha işgal etmeyeceğiz. Evet, ne alaka dediğinizi duyar gibiyim, oysa Trabzon iftirası dediği, olayın kahramanlarından biri olan Levent Çağlayan’ın yazılı açıklamaları ortada durup duruyor ve bu açıklamalar yapıldığında ne Büktel ne de Bulunmaz tek bir laf etmediler, karşı çıkmadılar. Ama zaten konu bu değil ki, gelin videoya da alınacak kamuya açık bir tartışmada ne söyleyecekseniz söyleyin, ben de söyleyeceklerim söyleyeyim, gelinin yeri darmış, sonra yeni dar gelmiş… sonrasını biraz aşağıda tamamlayacağım. Bu vıdı vıdının arasında not başlığı ile şöyle bir şey yayımladı Büktel: “NOT: Bizim "yalnızlığımıza" güvenerek, bize seyirciler önünde tartışma önerisi getirmiş olan iftiracı Timur, çöpe attığımız yazılarından birinde, Hilmi Bulunmaz'ın korkup o öneriyi reddettiğini söylüyor. Yani yine iftira atıyor: Bulunmaz, öneriyi reddetmedi. Hem kendisi hem de benim adıma, Timur'a kameradan verdiği cevapta (Bakınız: Bulunmaz, "8 Mart 2009 tarihli konuşma") bir karşı öneri getirdi: Timur'a, seyirci önünde ve tribün gürültüsü altında değil: kamera karşısında ve "teke tek" tartışalım, dedi. İster benimle, ister Büktel'le tartışabilirsin, dedi. Benimle tartışırsan orada Büktel olmaz, Büktel'le tartışırsan orada ben olmam; tartıştığımız mekanda, kamera başında durması için bile üçüncü bir kişi olmaz, dedi.” Kendilerini, kendilerinden menkul olarak “dürüst, mert, sözünün arkasında insanlar” olarak lanse etmeye çalışan bu acınası ikili, kendilerince şunu hesapladılar, Timur, bu öneriye yanaşmaz, biz de yırtmış oluruz. Ama, Timur’u tanımıyorlardı, tanımak gibi de bir niyetleri de yoktu, çünkü Timur’a yapılacak en son şeyi yapmışlar, birilerinim maşası olduğunu yazmışlardı, zaten Timur da bu “pis” tanımlamadan sonra buyurun, karşıma çıkın demişti. Ama dedim ya tanımıyorlardı, mürit yaşamına alışkın oldukları için herkesi kendileri gibi sanıyorlardı. Timur, uzun uzun kendine demokrat, hatta sosyalist diyenlerin halktan korkmamaları gerektiğini anlattı, ilkokul öğrencilerine ders verircesine uzattı da uzattı ve sonunda suratlarında patlayan şamarı nakşetti: “Görüşme esnasında sizin talebinize uygun olarak hiç kimse bulunmayacak bir gün ya da aynı günün değişik zaman dilimlerinde sadece Coşkun Büktel-Ertuğrul Timur, bir diğer zaman diliminde ise Hilmi Bulunmaz-Ertuğrul Timur’un katılımı ile olacaktır. Görüşmelerimizde masa üzerinde internet bağlantısı olacak, ihtiyaca göre internet üzerinden kanıtlar görüntüye girebilecek, konuşmacılar gerek duyuyorsa diğer belgelerini (video kaydı resim, belge vb gibi) projeksiyon sunumu ile yansıtarak kayda girmesini sağlayabileceklerdir.” Bütün dünyaları yıkıldı, kaçacak delik bulamaz oldular, bu yazı yazılana kadar da yanıtları boğazlarına düğümlenmiş olarak midelerinden çıkacak bir yol aramaya başladı. Büktel, yıllarca karşıma çıkacak bir kişi yok diye 3-5 okurunu dezenforme ettiğini sandı, kendini ve yakınındakileri avuttu ama artık deniz bitmişti. Peki Deniz Bitince Ne Yaptı Bu İkili? Anlatmayayım, son birkaç günün bloglarında tepeye çıkarttıkları haberlere göz atalım. Büktel’in -Fox Tv’ye yazdığı diziye reyting kazandırma çabası içinde olduğu- kişisel sitesi: 19 Mart: ““İFTİRACI VANDALLARIN İSİMLERİ DEĞİŞEBİLİR AMA YÖNTEMLERİ DEĞİŞMEZ Unutmamakta yarar var Coşkun Büktel / 7 Nisan 2007 (Yani 2 yıl önce) Büktel, yıl 2009, aylardan Mart, gel artık, günümüze gel. Timur, sizin önerinizi kabul etti, “olur” dedi, “tek tek gelin” dedi, “peki, kimse olasın” dedi. Heeey, yanıt bekliyor insanlar, müritlerin bile… Müridi Hilmi Bulunmaz ne yapıyor? Aynı yöntem; tek kale maç yaparak 3-5 iyi niyetli genci yanıltmak için elinden geleni, sahte tavır ve söylemlerle yanıltarak kendini avutmaya çalışıyor. Gündeme ilişkin tek satır yok. “Tescilli sansürcü Timur, sansürcülüğünü inkâr ediyor; tescilli yalancı Demirkanlı, yalancılığını gizliyor; Bulunmaz çalışanları, teşhirden vazgeçmiyor!” başlıkları attığı video görüntüleriyle “one man show” (yaparken, söylemlerine itiraz eden arkadaşlarına da en küçük bir saygı göstermeyerek, çoğul kullanıp, güç gösterdiğini sanarak sözümona iyiniyet beslediğini iddia ettiği iki genç insanı nasıl kullandığının da farkında değil demeyeceğim, hep yaptığını yapıyor: İnsanları kullanıyor.)ile sosyalistliğine inanmaya ve inandırmaya çalışıyor. Kendi deyim ve tavrıyla sorayım “Kardeşiiiiim, vıdı vıdı yapıp durma! Timur seni ve Şeyhini vıdı vıdıyı bırakın çıkın karşıma yüreğiniz varsa” diye davet etmedi mi? Etti. Bin bir dereden su getirdiniz. Hepsini kabul etti mi? Etti. Bu noktadan sonra kuyruğunuzu kıstırıp, “çöplüğünüze” gömüldünüz mü? Gömüldünüz. Sizin ahlakınız, sadece vur kaç üzerine mi oluşmuş, sizler bu kadar mı yüreksiz, bu kadar mı korkak ve de sıradan ahlaktan uzaksınız? Ertuğrul Timur size birkaç gömlek fazla geldiyse, nefret içeren kusmalarınızı kiminle tartışmak istersiniz? Hadi utanmayın, bizim çapımız Timur’a yetmez ama şu çıkarsa karşımıza onunla tartışırız demekten çekinmeyin, inanın ki, kimi gözünüze kestirdiyseniz onu ikna etmek için elimden geleni yaparım, korkak ve kaçak dövüşen “ikili”, yeter ki azıcık dürüst olun, mert olun, net olun. Büktel, bu cümle sana ait değil mi? “Benimle tartışırsan orada Büktel olmaz, Büktel'le tartışırsan orada ben olmam; tartıştığımız mekanda, kamera başında durması için bile üçüncü bir kişi olmaz, dedi.” Timur da şunu söyledi mi söylemedi mi? “Görüşme esnasında sizin talebinize uygun olarak hiç kimse bulunmayacak bir gün ya da aynı günün değişik zaman dilimlerinde sadece Coşkun Büktel-Ertuğrul Timur, bir diğer zaman diliminde ise Hilmi Bulunmaz-Ertuğrul Timur’un katılımı ile olacaktır. Görüşmelerimizde masa üzerinde internet bağlantısı olacak, ihtiyaca göre internet üzerinden kanıtlar görüntüye girebilecek, konuşmacılar gerek duyuyorsa diğer belgelerini (video kaydı resim, belge vb gibi) projeksiyon sunumu ile yansıtarak kayda girmesini sağlayabileceklerdir.” Siz de hiç utanma yok mu? Sansür ve dezenformasyon genel karakteriniz mi? Yalan sizin temel besininiz mi? Utanmak ve dürüst olmak sözcükleriyle hiç tanışmadınız mı? Herkesi ahmak mı sanıyorsunuz? Zavallılar, hadi bakalım tek kale maç yaparak bana ve dergime yönelik hakaretlerinizi tekrar “arşiv”den başlıklarıyla öne çıkartın, mastürbasyonunuzu yapıp, rahatlayınız, nasıl olsa korkaklığınızı, yalancılığınızı hiçbir zaman görmeyecek, kimsenin de görmediğini sanarak mutlu, mesut yaşayacaksınız, tıpkı Bulunmaz’ın yıllarca “devlet desteği” aldığını sakladığı gibi, tıpkı Bulunmaz’a sorduğum şu soruya yanıt vermediği gibi: “sonraki yıllarda devlet desteğine başvurdun mu?” Tekrar soruyorum: İki yıl üst üste devlet desteği aldıktan sonra, sonraki yıllardan birinde veya birden çoğunda devlet desteği almak için başvurdun mu? Çok zor bir soru mu? Yanıtını dergi kapağını ters çevirerek ve yalan yanlış söylemlerinle mi verdiğini sanacaksın. Sorum basit ve de tek sözcükle yanıtlanacak kadar basit: “evet” ya da “hayır”. Hangisi? Son söz: Hiç merak ettiniz mi? Neden kamuya açık tartışmadan kaçıyorlar? Hiç merak ettiniz mi? Neden kendi önerileri teke tek tartışmadan kaçıyorlar? Hadi merak edin ve bu küfürbaz, saldırgan ikiliyi değerlendirin. Hiç bir zaman gün yüzüne çıkamazlar, tehdit, küfür ve şantajla insanları sindirmeye, bıktırmaya, lanet olsun size deyip, susmaya sevk ederler ve siz bu nokaya gelince de zafer çoğlıklarını yükseltirler, tıpkı yarasalar gibidirler; ışıktan kaçarlar, gerçeklerden kaçarlar çünkü onların herşeyi yalandır, sahtedir. Tıpkı Bulunmaz'ın kuyumculuk yapıp, dizilerde oynayanlara küfrettiği gibi, tıpkı bu küfürleri sessizce onaylayan Büktel gibilerinin dizi yazarlığını sakladığı gibi, dizilerde oynayan ve mesleği oyunculuk olanlara küfreden Bulunmaz'ın arkadaşının dizi yazarlığına hiç ama hiç ses çıkartamadığı kadar ikiyüzlüdürler. Tıpkı Devlet Desteği alıp yıllarca gizleyerek, Devlet Desteği alanlara küfreden Bulunmaz gibi. Bunlar tıpkı, çok bildik, tanıdık siyasetçiler gibidirler; ne sorarsanız sorun onlar sadece kendi örümcek beyinlerindekileri haykırır, size asla yanıt vermez, asla ikiyüzlülüklerini kabul etmez. Onlar Bukalemun gibidirler asla tanıyamazsınız, sürekli biçim değiştirirler, sitelerinin başına özdeyiş gibi yazdılarını sahi sanmanızı isterler,asla ve asla utanmazlar isim vermeden suçladıklarından, asla utanmazlar kanıtsız, belgesiz insanları suçlamaktan, karalamaktan. Asla tükürdüklerini yalamaktan utanmazlar, yaladıkları tükürüklerini biriktirip tekrar tekrar kullanırlar. "Bunlar, Engerekler ve çıyanlardır, Bunlar, Aşımıza, ekmeğimize Göz koyanlardır, Tanı bunları, Tanı da büyü..." Ahmet ArifMustafa Demirkanli
Gönderen Özgür Sanat zaman: 04:06 0 yorum
Etiketler: ,

Teatral Kirlenmenin Önüne Geçilmesinde Kamusal Ciddiyet Esastır
Ömer F. Kurhan
Neredeyse on yıldır kanayan bir yara olarak kabul ettiğimiz “tiyatro eğitiminde cinsel taciz” vakasında nihayet tiyatrocuların da iradesi devreye girer gibi oldu. Türkiye Tiyatrolar Birliği (TTB) yayımladığı bildiride, 1970’lerden beri muhalif tiyatro alanında konumlanan Mehmet Esatoğlu’na dönük taciz suçlamalarının bir araştırma komisyonunda ele alınması fikrine uzak düşmediğini açıkladı. Bu Mehmet Esatoğlu’na rağmen yayımlanan kurumsal bir açıklama değil; kendisi TTB’nin aktif üyelerinden. Dolayısıyla bildiride onun da imzası var. TTB bildirisi belirsizliğe ve soru işaretlerine ne kadar prim verirse versin, On yıllık gecikmeyle bu aşamaya gelinmesini olumlu bulduğumu belirtmek isterim. Meselenin bu kadar uzaması ve tarafların onayladığı bir araştırma komisyonunun hayata geçirilmesinde yaşanan gecikme, büyük ölçüde kurumsal hantallıktan, boş vermişliklerden ve hatta “Herkesin Tacizi Kendine!” anlayışından kaynaklanıyor. Ben bu vakada bazı sonuçlara ulaşılmasını, temelde tiyatrocuların iradesine değil, öğretmenler inisiyatifinin "EĞİTİMİN YOZLAŞTIRILMASINA VE SANATTA TACİZE VİCDANEN KARŞIYIM!" kampanyasına bağlıyorum. Meselenin kamusal ciddiyeti ancak bu aşamada daha anlaşılır hale geldi. Taciz konusunda başından beri bir taraf olan ve belli bir kanaat oluşturmanın ötesinde suçlamaların doğruluğunu savunan İATP-G ile Esatoğlu’nun da içinde yer aldığı ve taciz suçlamalarıyla ilgili farklı kanaatlere sahip TTB bileşenleri, ancak bu şekilde kamusal bir ciddiyet kazandırılamayan araştırma komisyonu fikrini hayata geçirme konusunda konuşmaya başladı. Buradan bir süredir tiyatro yayıncılığı alanında yaşanan ve indirgemeci bir bakış açısıyla “Timur / Büktel” ya da “Timur / Bulunmaz” ihtilafına geçmek istiyorum. İstenirse işin içine Mustafa Demirkanlı ve Ömer F. Kurhan da sokulabilir. Fakat bu tartışmanın lokomotifi Ertuğrul Timur; bu nedenle onun ismi öne çıkmaktadır. Kamuoyu açısından izlenmesi zor bu ihtilafın çözümü aslında çok basitti. Bu çözümü bizzat Ertuğrul Timur önerdi: Doğrudan kutuplaşmada yer almayan tiyatrocuların tanıklığına açık bir toplantı organize edilir ve Tiyatrom’a dönük sansür suçlaması orada ele alınır. Suçlamayı yapan Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattı bu öneriyi reddedince, zaten kendilerini mahkûm etmiş oldular. Çünkü artık onların savunduğu dedikodu yapma ve çamur atma özgürlüğüydü. Bu durumda sansür suçlamasının kendisini ciddi bir suçlama olarak ele almanın imkânı olabilir mi? Kamuyu (halkı) kale almayanı halk niye kale alsın? Hem sansür suçlaması yapacaksın, hem de ben bunu üçüncü kişilerin tanık olabileceği, sorularını sorabileceği bir ortamda tartışmam diyeceksin. Kendi adıma artık bu yayıncılık hattına yazı ya da haber göndermek gibi bir tavrı artık benimsemediğimi belirttim. Bunu keyfimden değil, tam da dedikodu ve çamur atma özgürlüğünü savunmak ve bunu sorgulanamaz hale getirmek gibi bir “ilkeye” imza attıkları için yaptım. Bu tam da Ertuğrul Timur’un dediği gibi “faşist” bir uygulamadır ve itiraz edilmesi gerekir. Bu ülkedeki siyasal faşizmin ayrıca teatral ve keyfi mikro-faşizmlerle beslenmesine ihtiyaç yoktur düşüncesindeyim. TTB’nin ve İATP-G’nin taciz suçlaması konusunda en azından konuşmaya başlaması, bu mikro-faşizmler dünyasının etkisiz kılınması adına önemli bir adımdır. Tiyatro yaparken evde kendi kendimize oynadığımız gibi oynamıyor, bunu kamusal bir sorumlulukla yapıyoruz. Umarım İATP-G ile TTB’nin zorlukla da olsa kurduğu iletişim, tiyatro alanında “kol kırılırsa yen içinde kalsın” duyarsızlıklarının aşılmasına ve magazin altı seviyede dedikodu ve suçlamaların mahkûm edilmesine katkıda bulunur.
Gönderen Özgür Sanat zaman: 04:03 0 yorum
Etiketler: ,

A. Ertuğrul Timur, bugün (16 Mart 2009) bana bir açık mektup göndermiş.
Coşkun BÜKTEL - 16 Mart 2009
Timur'un hiçbir yazısını yok etmedik, etmiyoruz. Biz de, (tıpkı bizden ve "sıfır sansür" ilkemizden nefret ettikleri için 3. Abdülhamid lakaplı sansürcü Timur'u destekleyen sansürcü sitelerin yaptığı gibi) Timur'un "yazılarını"(!) ayrı bir bölümde yayınlıyor; ama sansürcü sitelerden farklı olarak, yayınladığımız Timur iftiraları hakkında okurları uyarmak amacıyla, o iftira bölümüne, "Timur'un Çöp Kutusu" adını veriyoruz.Aşağıda bir kez daha alıntıladığımız şartımızı yerine getirmediği sürece (yani ona zarar vermek için "mafyatik yöntemlerle Trabzon'dan adam getirttiğimiz iftirası" için belge göstermediği veya bizi tatmin edecek ifadelerle özür dilemediği sürece) Timur'un yazılarına çöp muamelesi yapmaya ve onları yalnızca "Timur'un Çöp Kutusu"nda yayınlamaya devam edeceğiz. Timur'un "çöpleri" arasında, okurları kandırabilme ihtimali bulunan herhangi bir iftiraya rastlarsak, cevap veririz. Ama Timur'un onlarca sayfalık hacma ulaşan "çöplerindeki" her iftirayı cevaplamak zorunda değiliz. Timur'un iftira kuyusuna attığı her taşı ille de çıkarmaya çalışmak pek akılcı bir çaba olmazdı. Azılı sansürcülerin bize yönelttiği "sinsi sansürcü" iftirasına nasıl gülüp geçiyor ve aldırmıyorsak; herkesin her şeyi görmekte olduğuna inanarak, kafatasının içinde beyin yerine pirzola bulunmadıkça herhangi bir insanın o salak iftiraya kanacağını nasıl düşünmüyorsak; şu an itibariyle Timur'un ipe sapa gelmez iddia ve iftiralarını cevaplamak için mesai harcamaya gerek olduğunu da aynen öyle düşünmüyor ve unutmuş numarası yapan Timur'a şartımızı bir kez daha anımsatmayı yeterli buluyoruz:"Ama şimdi Timur, bu açıklamamıza da cevap vermek isterse, bu kez, mafya olduğumuza ve ona zarar vermek üzere Trabzon'dan adam getirttiğimize dair iftirasını (öyle iki şahitle filan değil, bizim Özdemir Nutku iftirasını kanıtlayan delillerimiz kadar) inandırıcı delillerle belgelemek, ya da "bizi tatmin edecek ifadelerle", özür dilemek zorundadır."(Kaynak: Büktel, "Hiçbir şeyden çekmedi kurduğu yanlış ittifaklardan çektiği kadar")NOT: Bizim "yalnızlığımıza" güvenerek, bize seyirciler önünde tartışma önerisi getirmiş olan iftiracı Timur, çöpe attığımız yazılarından birinde, Hilmi Bulunmaz'ın korkup o öneriyi reddettiğini söylüyor. Yani yine iftira atıyor:Bulunmaz, öneriyi reddetmedi. Hem kendisi hem de benim adıma, Timur'a kameradan verdiği cevapta (Bakınız: Bulunmaz, "8 Mart 2009 tarihli konuşma") bir karşı öneri getirdi: Timur'a, seyirci önünde ve tribün gürültüsü altında değil: kamera karşısında ve "teke tek" tartışalım, dedi. İster benimle, ister Büktel'le tartışabilirsin, dedi. Benimle tartışırsan orada Büktel olmaz, Büktel'le tartışırsan orada ben olmam; tartıştığımız mekanda, kamera başında durması için bile üçüncü bir kişi olmaz, dedi.Ama İATP-G ve Mustafa Demirkanlı tarafından bugünlerde adeta bayrak yapılan, Demirkanlı tarafından "efsane yayıncı" olarak tanımlanan Timur; arkasında birileri bulunmadıkça benim ya da Hilmi'nin karşısına çıkmaya cesaret edemediği için, öneriyi asıl kendisi reddetmiş olduğu halde; "Hilmi'nin korkup öneriyi reddettiğini" açıklamayı tercih etti.Hey gidi, İATP-G!... Hey gidi "koca" Boğaziçi Üniversitesi!...
Gönderen Özgür Sanat zaman: 03:54 0 yorum
Etiketler: ,

Tiyatro Adına Sansürcü ve Kirlilik Yaratan Yayıncılık Anlayışını Kınıyoruz
İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi - 14 Mart 20092008 yılında yayıncılığa veda eden TİYATROM’un editörü Ertuğrul Timur, geçmişte yazılmamış bir yazıyı sansür etmek gibi ancak şaka kabul edilebilecek bir iddia ile karşı karşıya kalmıştı. Doğal olarak bu iddiayı ciddiye almamış ve eleştiri sınırlarını aşıp küfür ve hakareti de içeren bir polemik zincirinin talihsiz bir unsuru olarak kabul etmiştik.Aradan bir yıldan uzun bir süre geçtikten sonra, bu saçma iddia bazı kişisel bloglar ve kamusal yayıncılık iddiasındaki OYUN sitesi aracılığıyla yeniden gündeme getirildi. Yapıcı emeğe saygısızlık olarak değerlendirdiğimiz bu yaklaşım karşısında TİYATROM ve Ertuğrul Timur’un yanında olduğumuzu açıklamıştık.Gelişmeler şunu göstermektedir: Lekeleyici bir çizginin de ötesine geçilmiş, Ertuğrul Timur’un açıklama talep eden yazıları açık sansürü de içeren uygulamalara tabi tutulmuştur. Son olarak Ertuğrul Timur’un suçlamayı tiyatrocuların tanıklığında, katılıma açık bir toplantıda ele alınması önerisini de kabul etmeyen sansürcü muhataplar, hiçbir şey olmamış gibi yayın kirliliğini sürdürmüşlerdir.Ertuğrul Timur’un hakkındaki suçlamalara yanıt verme hakkının hiçe sayılıp aşağılanmasını ve sansüre de başvurulmasını kınıyor, tiyatro adına kirlilik yaratan yayıncılık anlayışının karşısında olduğumuzu açıklama gereği duyuyoruz.
Gönderen Özgür Sanat zaman: 03:43 0 yorum
Etiketler: ,

Tiyatro Yayıncılığında "Sansürle Suçlayanların Sinsi Sansürü"
Tiyatrom ve Tiyatroyu Sevenler: Eski TİYATROM sitesinin editörü Ertuğrul Timur, sansür iddiasıyla karşı karşıya kalınca, tarafların çeşitlendiği bir tartışma yaşandı. Suçlamayı yapan Coşkun Büktel ve Hilmi Bulunmaz'ın sitelerinde Ertuğrul Timur'un yazılarını ört bas etme ve sonrasında açık sansür uygulamaları yapıldı. Ertuğrul Timur tiyatrocuların da tanıklık edeceği bir tartışma ortamında sansür suçlamasının ele alınmasını önerdi.Büktel ve Bulunmaz, Ertuğrul Timur'un katılıma açık toplantı önerisini reddettiler.Küfür, hakaret, sövgü içeren bir yazıya yer vermediği için sansürcü davranmakla suçlanan ve bir yıl önce kapanmış olan tiyatrom.com sitesinin editörü Ertuğrul Timur tiyatro dünyasında polemikleri ve çeşitli iddialarıyla yer edinmeye çalışanları nihayet 1 yıl aradan sonra teşhir etmeye karar verdi ve bunu da kendisini sansürcülükle suçlayan kişilerin sitelerine de iletti.Diğer tiyatro yayınlarının tümünü sansürcülükle suçlayan ve sıfır sansür vaat eden Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'e ait siteler sansürcülük iddiasına yanıtla birlikte haklarında bir çok gerçek de ortaya çıkarınca önce bu yanıtları sıfır sansür vaatleri gereği yayınlasa da bir sinsi sansüre tabi tutarak gözlerden kaçırmayı, ardından açık sansürü uygulamaya koydular.Ertuğrul Timur'u destekleyen İATP-G (İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu Girişim) tiyatrom'un geçmişte tiyatro dünyasına verdiği büyük hizmetin ve yapıcı tavrının altını çizdi.Bu desteğin üzerine sansürlendiğini iddia eden ve kendileri sıfır sansür vadedenler İATP-G ve Ömer F. Kurhan'ın yazılarına da sansür uygulamaya başladı. Ertuğrul Timur tarafından "sinsi sansür" tarafından tabir edilen uygulamaya geçerek ve bununla da kalmayıp bu yanıtları asıl iddialarının yer aldığı sitelerinde değil Ertuğrul Timur ve İATP-G üyesi Ömer F. Kurhan'a hakaret niteliğinde "Çöp Kutusu" adıyla açtıkları bir blogda yayınlamaya ve burada da dizgisi, tasarımı bozuk bir şekilde yer vermeye başladılar.Yayıncılık etiği ve yasalar gereği cevap hakkı iddianın yer aldığı yayınlarda yer alması gerekirken hem farklı bir blog açıp, hem okunmayacak şekilde hem de çöp kutusu olarak nitelenerek hakaretle yer verilmesi sözde yazıların yayınlandığı ardına gizlenen bir yalan ve sansürden öte hakaret niteliği taşımaktadır.Tiyatro Dergisi, İATP-G , Tiyatrom internet sitesi eski okurları, Tiyatrom Facebook grup üyeleri ve Tiyatro severler durumu protesto ediyor.Bu kişilere ait blog ve sitelere haber, yazı gönderilmemesi ve tanınmaması yolunda görüşler ağırlık kazanıyor. Bu protestoyla paralel olarak İATP-G bu konuda bir ayrı blog açarak konuyla ilgili tüm yazılanları bu alanda toplamaya başladı. Ayrıca kapanışının ardından tam bir yıl geçen www.tiyatrom.com adlı siteyi www.tiyatrodunyasi.com sitesi de yaptığı özel haberle, ve okur görüşleriyle anıyor.Konuyla ilgili gelişmeleri izleyebileceğiniz yayınlar.http://iatp-g.blogspot.com/http://www.iatp-web.orghttp://www.tiyatrodergisi.com.tr http://www.tiyatrodunyasi.com
Gönderen Özgür Sanat zaman: 03:41 0 yorum
Etiketler: ,

Tiyatro Yayıncılığı Alanında Sanal Lümpenlik ve Sonuçları
Ömer F. KURHAN - 10 Mart 2009Yaklaşık bir ay önce, benim BFK (Büktel’in Fanları Kulübü) üyesi olarak kabul ettiğim Feridun Çetinkaya, 2008 yılında yayın hayatına veda eden TİYATROM ve sahibi / editörü Ertuğrul Timur’a dönük sansürcü olma iddiasını gündeme getirdi. Bu iddiaya yer verilen yazının gerek Coşkun Büktel’in kişisel sitesinde gerekse Hilmi Bulunmaz'ın yönettiği OYUN’da yüceltilerek yayımlanmasının ardından, Ertuğrul Timur okur kimliğiyle yanıt verme hakkını kullandı ve sansür iddiasının sahiplerini ispata çağırdı.Fakat Büktel ve Bulunmaz, bu çağrıya yanıt vermedikleri gibi, yaklaşık iki yıl önce Büktel’in yazılmamış bir yazısının (var olmayan, ama var olduğunda – yazıldığında - TİYATROM’da yayımlanmış yazısının) sansür edildiğini iddia etmeyi sürdürdüler. TİYATROM’da hakaret içeren yazıların yayımlanmaması ilkesine itiraz edemediler, fakat Ertuğrul Timur’un onlarca sayfa tutan açıklamaları, basit bir gerçeğin, yani var olmayan (yazılmamış) bir yazının zaten sansürlenemeyeceğini açıklamaya nedense yetmedi.Hilmi Bulunmaz, BFK üyesi Çetinkaya’yı savunmak adına şunu iddia ediyordu: “Feridun Çetinkaya, "İATP-G 'Bazı' İnsan Hakları İhlallerine Karşı" başlıklı yazısında, benim "sıçıp sıvamak"lı yazımın sansürlenmesinden bahsetmiyor. Coşkun Büktel’in, o günlerde henüz yazılmamış yazısının, Timur tarafından sansürlenmesinden bahsediyor.”Büktel’in yazılmamış yazısına başrolün verildiği absürd sansür suçlaması giderek Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattının dezenformasyon ve demagojiye saplandığına işaret ediyordu. Bu absürdizm karşısında Ertuğrul Timur’un ısrarlı açıklama ya da özür talebini sürdürmesi, çok iddialı oldukları “sıfır sansür” ilkesini tehdit etmeye başladı. Bugüne kadar, daha ziyade tartışmadan kaçırma taktikleriyle ayakta tuttukları polemik krallıkları çöktü; çünkü Ertuğrul Timur'un açıklama ya da özür talebini yazılı olarak sürdürmesi karşısında paralize oldular. Büktel fanlarından Feridun Çetinkaya da bekledikleri performansı gösterememiş ve çok çabuk pes etmişti.Bu durum karşısında, Ertuğrul Timur’un yanıtını veremedikleri yazılarını gündemden düşürmek üzere arşive sepetleme taktiği uygulandı. OYUN sitesini takip altına alan Ertuğrul Timur “sinsi sansür” dediği bu tutumu deşifre edince, “yazılmamış yazıyı sansür” iddialarını sürdürmenin tek yolu kaldı: AÇIK SANSÜR. Böylece, “sıfır sansür” serüveni ifade özgürlüğünün açık ihlaliyle sonuçlanmış oldu.Büktel içine düştükleri berbat pozisyonu yana yakıla açıklamaya çalışırken hâlâ mağdurları oynuyordu. Bir okur çıka gelmiş, yazılmamış (var olmayan) bir yazısını sansürü nedeniyle özür dilemesi gerekirken, ne yazık ki adını veremediği bazı güç odaklarının kışkırtmasıyla sitelerini art arda yazdığı yazılarla bloke etmeye çalışmıştı. Bir süre sinsi sansür ve açık sansürle direnmek zorunda kalmışlar, ama nihayet bir çözüm bulmuşlardı: Bir çöplük blogu açarak yazıları oraya yığmak. Böylece sansür yapma eylemlerine son verme ve “sıfır sansür” ilkelerini tekrardan hayata geçirme imkânı doğmuştu.Gerçekten de, Ertuğrul Timur’un yanıt ya da özür talep eden yazıları “Timur’un Çöplüğü” adını verdikleri bloga sepetlendi. Açık sansür yerini hem sinsi hem aşağılayıcı sansüre bırakmıştı. Eğer Ertuğrul Timur’u destekler nitelikte bir yazı gönderirseniz onun da kaderi çöpü boylamaktı. Bunu tecrübe ederek öğrendim: Tabii ki küfür ve hakaret içermeyen bir yazım “iftira” ile suçlanarak sanal çöplüğe sepetlendi. Yani çöplüğe atılan sadece Ertuğrul Timur’un yazıları değildi. Böylece görüşlerine itiraz eden okur yorumlarını çöplüğe atmak gibi bir yayıncılık anlayışının sahipleri haline gelmeyi de başardırlar.Bununla da yetinmediler: Büktel'in yazısında hem kendilerine hem muhatap aldıkları insanlara dönük pornografi ve küfür içeren bir sayfaya "tek tıklamayla" ulaşılabilen bir link verdiler. Sayfaya bakıldığında kendilerini pornografik malzeme olarak kullanmış resimlere yer verildiği, buna karşılık onların da bu saldırıyı gerçekleştiren ve destekleyenlere “o… çocuğu” dedikleri görülüyordu. Aynı sayfanın altında ise, iki tiyatro yayıncısının resimleri verilerek “o… çocuklarına” iki örnek veriliyordu. Bu nedenle, İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi bu “tartışma” dosyasını hazırlarken, Büktel’in yana yakıla niçin sansüre başvurmak zorunda kaldıklarını anlatmaya çalıştığı yazısındaki linkleri silmek ve yazının sonuna bir uyarı notu düşmek zorunda kalmıştı.Her şeye rağmen yapıcı çıkış yine Ertuğrul Timur’dan geldi. Gelin dedi, bu meseleyi tiyatrocuların huzurunda, katılmak isteyen herkesin gözü önünde tartışarak halledelim. Büktel zaten ilkesizlik çukurunda debelenmekle meşguldü. Bulunmaz ise, Fatih Altaylı’ya özenip bir Tek’e Tek programı önerdi. Büktel’in yol göstericiliğinde pornografi ve açık hakareti de meşru gören magazin yayımcılığının doğal bir sonucu olarak, internet ortamında bedavaya getirdiği Bulunmaz TV’de reytingini yükseltme hayalleri kurmaktaydı. Kısacası, sansür, hakaret, aşağılama vs derken, iş kamusal alana inmeye, tarafların serbestçe görüşlerini ifade edecekleri katılımcı bir tartışma ortamı yaratmaya gelince, anında toz olmayı tercih ettiler.Tabii ki Ertuğrul Timur sosyalist ilkeler adına Hilmi Bulunmaz’ı güvenilir bulup derdini anlatabileceğini düşünmekle hata yaptı. Söylem yanıltıcı olabilir. “Leninist” ya da “anarko-komünist”, hangi sosyalist tiyatrocu gün boyu iç içe yaşadığı işçiler dururken internet üzerinden toplamaya çalıştığı gençlerle tiyatro yapmaya kalkar? TİYATROM’a taciz ve tecavüz girişimlerini tahlil ederken işin sınıfsal boyutunu ve hayal kırıklıkları ile oluşmuş seçkinci tercihleri ihmal etmemekte fayda var. Bulunmaz’ın Beyoğlu kozmopolitizminin "radikal" ve de yaygaracı bileşeni olmak için gösterdiği yirmi yıllık çabayı değerlendirirken, içinden geldiği ve sonrasında yönetici pozisyon da aldığı emekçi ortama yabancılaşmasına mı dikkat edeceğiz, yoksa sanal âlemde esip savurmalarına mı?Sonuç olarak Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattının internet ortamında tiyatro yayıncılığına kattıkları nedir? Buna, hayal kırıklıkları ve hınç duygusunun besleyip büyüttüğü “sanal lümpenlik” diyebiliriz. Tiyatro ortamındaki çürümeden besleniyor ve kendi tarzlarında bu çürümenin tamamlayıcı ve teşvik edici bir kutbunu temsil ediyorlar. TİYATROM ve Ertuğrul Timur niçin onları rahatsız etti? Çünkü tiyatro yayıncılığı alanında bir dönem popüler açılım da içeren yapıcı bir girişim olmayı başarmıştı. Bu girişim varlık nedenlerinin ortadan kalkması anlamına geliyordu. Yapıcı emeği aşağılamaya, küfretmeye, sansürlemeye bu nedenle ihtiyaç duydular. Onlar yenilmişse, herkes yenilmeliydi.Beklenmedik bir şekilde bu “tartışma” sürecine girilirken ben çok basit bir şey yapıyordum: Coşkun Büktel’in sahte entelektüel kabadayılığına ve “Theope” eksenli uydurmalarına meydan okuyordum. Tartışma daha başlangıç aşamasındayken söyleyecek bir sözü kalmadı. Yokluğunu ilan ettikleri ikinci Théophé’nin varlığı sadece bir ayrıntıdır. “Theope” aslında nasıl bir oyundur? İçinde tutarsızlıklar barındırır mı? Uzayıp giden “tiradları” Türkçe birer şiir harikası mı, yoksa yazarın savunduğu dünya görüşünü seyircinin kafasına çakmak üzere tasarlanmış nutuk atma denemeleri mi? İlk bakışta Antik Yunan tragedyası, daha çok Shakespeare tiyatrsou, biraz da Brecht tiyatrosunun harmanlandığı görülen bu eserin kurgusal aksaklıkları var mı? Gerçekten de Türk tiyatrosunun en hacimli ve kompleks eseri olma iddiasıyla yazılmış “Theope”nin ulaştığı gerçek sanatsal sonuçlar nelerdir? Antik mitoloji eksenli Türkçe oyun yazma geleneğinin en birinç eseri o mudur? Güldürü niteliğindeki televizyon skeçleri ya da kısa oyunları ya da “tadımlık” dizi film diyalogları sanatsal olarak ne kadar ciddiye alınabilir?Yıllar önce yanıtlanması gereken ve tiyatro alanındaki eleştiri kültürünün yerini tanıtımcılığa bırakması nedeniyle yanıtlanmamış bu ve benzeri soruları gündemime almış ve Büktel’in eleştirilerim karşısında vaat ettiği, ama bir türlü veremediği gümbürtülü yanıtını beklerken, TİYATROM etrafında bir tartışma başladı.Tabii ki bu tartışmada bir tarafım: Bugüne kadar iyi niyetinden ve yapıcı olma kaygısından şüphe etmediğim bir medya ve tiyatro emekçisinin yanında olmak entelektüel sorumluluk gereğidir. Fakat, sansüre de batma başarısı gösteren sanal lümpenliğe itiraz etmenin çözüm olmadığı, çözüm için gerekli ayrıntı bir jest olduğu gerçeği unutulmamalıdır. TİYATROM geride en azından bilimsel araştırmanın ihtiyaç duyduğu zengin bir miras bıraktı. Aydınlanmanın savunusu adına tabii ki bu mirasın kirletilmesine ve hiçleştirilmesine itiraz edeceğiz.Bu “tartışmanın” tiyatro adına önemli bir kazanımı, TİYATROM’un bıraktığı yapıcı mirasın açığa çıkarılması ve korunması olmuştur. Sanal lümpenliğin taciz ve tecavüz (daha kibar bir deyişle “vandalizm”) girişimleri boşa çıkarılmış ve nihayetinde yapıcı bir sonuç elde edilmiştir. Aksi takdirde, bütün o yazılıp çizilenler sınırlı da olsa bir zaman kaybı olmanın ötesine geçemeyecekti.Sıra bu kazanımın değerlendirilmesine gelmiştir.
Gönderen Özgür Sanat zaman: 03:39 0 yorum
Etiketler: ,

Hilmi Bulunmaz'a Mektup
Ömer F. KURHAN - 9 Mart 2009Sayın Bulunmaz,Feridun Çetinkaya’nın İATP-G ile yaptığı manipülatif bir görüşmenin ardından yayımladığı yazısında, 2008 yılında yayın hayatına son veren TİYATROM’un sansürcü bir yayın yaptığı iddiasını yinelemesi, TİYATROM’un sahibi ve editörü Ertuğrul Timur’un 19 Şubat 2009 tarihli bir yanıt vermesine neden oldu. O günden başlayarak, onlarca sayfalık ve Çetinkaya ile Timur arasında bir ihtilafa indirgenemeyecek bir tartışma dosyası oluştu.Bu tartışmayı önemli kılan esas hususun, ilkesel olarak internette genel okur kitlesine dönük tiyatro yayıncılığının masaya yatırılması olduğu söylenebilir. İATP-G’nin, özelde Yayıncılık İnisiyatifi'nin TİYATROM’a yaklaşımı geçmişte eleştirel bazı yanlar içermekle birlikte, TİYATROM’un yayın çizgisinin kötü niyet içermediği ve tiyatro yayıncılığına yapıcı bir katkı sunduğu şeklindedir.O dönemi az çok yakından takip eden birisi olarak, TİYATROM’un hakaret ve küfürden arındırılmış bir yayıncılık çizgisi izlemeye çalışırken sansürcü konuma düşmemek için çaba gösterdiğini, hata yaptığını düşündüğü noktalarda özeleştiri vermekten kaçınmadığını düşünüyorum. Fakat bugüne gelindiğinde, aynı hassasiyetin Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattı tarafından gösterilmediğini görüyorum.“Bulunmaz-Büktel yayıncılık hattı” ifadesine itiraz edebilirsiniz. Fakat bu yayıncılık hattının varlığı, Büktel tarafından 7 Mart 2009 tarihli “Hiçbir Şeyden Çekmedi Kurduğu Yanlış İttifaklardan Çektiği Kadar” yazısında açıkça ilan edilmiştir. Aynı yazıda Ertuğrul Timur’un yazılarının sansür edildiğini de itiraf etmektedir. Yine, sansürden vazgeçildiği noktada, editoryal düzeyde muhatabını aşağılayan bir “çöplük” blogu imal edildiğini ilan etmiştir. En kötüsü, yazısında pornografik ve muhataplarına (Ertuğrul Timur ve Mustafa Demirkanlı) “o… çocuğu” olarak işaret eden bir sayfaya yönlendirme yapılmıştır. Bu sayfa gerçekte hem Bulunmaz ve Büktel’i hem de muhataplarını aşağılayan bir içeriğe sahiptir. İyi niyetli bir yaklaşımla bir şaşkınlığın eseri olarak kabul edilebilir; fakat sonuç muhataplarına dönük ağır hakarettir.İş bu noktaya gelmişse, üç olasılıktan söz edilebilir: (1) Bu yayıncılık hattının yapıp ettiklerini tamamen görmezden gelmeye çalışmak; (2) protesto ve teşhire yönelmek; (3) mesele yazılı iletişimle çözülemiyorsa bir çeşit komisyon oluşumuna giderek tarafların bir araya geleceği yapıcı bir tartışma ortamı örgütlemek ve sonuçları kamuoyuna açıklamak.Sorunun birinci dereceden muhatabı olan Ertuğrul Timur’un önerisi bellidir: “…buyurun gelin sizinle istediğiniz ortamda insanların huzurunda tartışalım. İstediğiniz şekilde organize edilecek bir salon toplantısında tartışalım ve her birimiz elimizdeki verileri sunalım, düşüncelerimizi sunalım.” Bu öneriyi 8 Mart 2009 tarihli “Sayın Coşkun Büktel’e Yanıtımdır” adlı yazısında yapmaktadır. Dolayısıyla, oldukça makul görünen ve tarafların söz hakkına saygılı bu öneriyi kale almak durumundayız diye düşünüyorum.Eğer bu öneriye sıcak bakıyorsanız, artık yazılı biçimiyle sonuçları iç açıcı olmadığı belli bu tartışmaya nokta koyulabilir düşüncesindeyim.Saygılarımla…Ömer F. Kurhan1. NOT: Bu yazıyı yayımlanması talebiyle yollamıyorum. İçinde ağır bazı ithamların geçtiğinin farkındayım. Fakat Sayın Timur’un önerisini ciddiye almayarak mevcut tavrınızı sürdürme kararınız varsa, bu yazının yayımlanmasını talep ediyorum. Yanıtınızı bekliyorum.2. NOT: Mehmet Atak yerine yazma ihtiyacı duyduğunuz yazıyı ayrıca cevaplarım. Fakat uzun olacağını sanmıyorum. Çünkü ben kendisinden açıklama bekliyordum, sizden değil. Beni Sayın Timur'a dönük suçlamaları doğrudan bağlamıyor; zaten bu konuda kendisine yanıt verildi - ki yanıt veren Ertuğrul Timur’dan başkası başkası olamazdı. Beni ilgilendiren, suçlamanın mantığı ve içeriği. Ne yazık ki o da suçlayan değil, suçlanan açıklama yapmakla yükümlüdür kuralını benimsemiş. Bu noktayı "anarko-komünist" duyunuzla bir daha değerlendirin derim.İyi çalışmalar...Hilmi Bulunmaz'ın Yanıtı:Kurhan, iftira ve öneri içeren yeni bir yazı gönderdi. Kurhan’ın önerisiyle ilgili muhatabım A. Ertuğrul Timur’dur. Timur’a bu öneriyle ilgili yanıtımı 8 Mart 2009 günlü kamera önü konuşmamda verdim. İftira içeren yazısını yanıtlamayı düşünmediğim Kurhan’ın, söz konusu son yazısını "Timur’un Çöp Kutusu" bölümünde bir tıkla bulup okuyabilirsiniz.
Gönderen Özgür Sanat zaman: 03:22 0 yorum
Etiketler: ,

Ömer F. Kurhan Dedikodu mu Yapıyor, Enformasyon mu Veriyor
Himi BULUNMAZ - 9 Mart 2009Kurhan, 7 Mart 2009 tarihli "Mehmet Atak Dedikodu mu Yapıyor, Enformasyon mu Veriyor?" başlıklı yazısını, her zamanki gibi yine sansürü ve skandalları (Örnekse bakınız: "Özdemir Nutku skandalı", "Talât Halman skandalı") örtbas etme telaşıyla, okurları yanıltıp sitemizi bloke ederek gündemimizi saptırmak amacıyla kaleme almış. Kurhan, tiyatral iktidarın sansür yada skandallarına karşı ne zaman bir tepki geliştirmeye kalkışsak, hemen karşı tepki vererek sansürün ve skandalların örtbas edilmesine yoğun bir çaba harcayıp; yanlışın doğru, doğrunun yanlış olarak algılanması için, adeta bir “yazı makinesi” gibi seri üretimde bulunuyor. Kurhan, okurlarımızın bilgilenmesinin önünde bir “dedikodu ustası” olarak, tüm “lafazanlık becerileri”(!)ni sergiliyor. Kurhan, kalemini, sansürün ve skandalların örtbas edilmesini her daim tercih eden tiyatral iktidarın hizmetine adamış görünüyor. Tiyatral iktidarın Kurhan’ı tebrik etmesi gerekiyor. İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!Bir hayli dramatik özel sorunlarım nedeniyle, Kurhan’ın, Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf’ın (TAKSAV) 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Sait Halman’a verdiği "Emek Ödülü"nü eleştirdiğim bir yazıma karşı yazdığı ikinci yazısına (Bakınız: "Talat S. Halman'a Verilen Emek Ödülü Ve TAKSAV Tartışmaları – 2"), şimdiye dek, yanıt verebilecek bir olanak bulamadım. Bu nedenle, sonradan yazdığı yazılarına “değerlendirme” yapmamaya özen gösterdiğim Kurhan, "Mehmet Atak Dedikodu mu Yapıyor, Enformasyon mu Veriyor?" başlıklı yazısıyla, beni bu kararımdan dönmeye zorladı. Her ne kadar okurlarımız, Kurhan’ın düzeyini algılayabilecek donanıma sahip olsalar da, Kurhan’ın “düşünmekten bile hızlı yazdığı” yazılarını hiç okumamış “yeni okurlarım”ı aydınlatma göreviyle karşı karşıyayım. Kurhan’ın, esas konuyu gözden kaçırıp, kıytırık konularla demagoji yaptığını belirtmek zorundayım. Bir demagoji ustası olduğunu düşünen, zekası için değilse de, yazma konusundaki sürati nedeniyle, Kurhan bayağı başarılı(!) İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!Timur’un sansürcülüğünü, Timur, özür dilediği halde, Timur’dan çok Timurcu bir mantıkla savunmaya çalışan Kurhan, bizim, Mehmet Atak’ın "Birkaç anekdot" yazısına attığımız “Sansürün kanıksandığı tiyatromuzda, SS (Hitler'i müdafaa tümeni) mantığıyla hareket eden sansürcüleri SS (Sıfır Sansür) anlayışımızla deşifre ediyoruz.” başlığımızın dört satırlık hacminden bile rahatsızlık duyup, yine çarşaf gibi bir yazı döşenmiş. Timur’dan çok Timurcu, sansürcüden çok sansürcü olan Kurhan, "Mehmet Atak Dedikodu mu Yapıyor, Enformasyon mu Veriyor?" başlıklı yazısıyla, Internet ortamına bir “acaba” daha eklemeye çalışıyor. İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!Mehmet Atak, kaleme aldığı ve tam 23 tanık (Aslı Öngören, Ümran İnceoğlu, Ayça Telırmak, Celile Toyon, Rozet Hubeş, Bennu Yıldırımlar, Bensu Orhunöz, Zihni Göktay, Berrin Akdeniz, Betül Kızılok, Esin Umulu, Candan Sabuncu, Eftal Gülbudak, Ayşe Emel Mesci, Murat Bavli, Fırat Tanış, Sevin Okyay, Serdar Orçin, Eray Kahya, Hale Akınlı, Mazlum Kiper, Sevinç Erbulak, Semah Tuğsel) gösterdiği "Birkaç anekdot" başlıklı yazısında "sansürcü" sözünü kullanmamış. Atak, sansürcüye “sansürcü” dememiş.Peki ne demiş?"Timur düzeltmeyi yayınlamadı ve projenin Sibel Arslan Yeşilay'ın tasarımı olduğu yönünde yanlış bir belge bırakmayı tercih etti." demiş!Peki, Atak’ın bu sözünün Türkçe’deki karşılığı ne?SANSÜR.Sansür eylemini yapana ne denir?SANSÜRCÜ.Peki, bizim Atak’ın "Birkaç anekdot" başlıklı yazısına attığımız üst başlık ne?"Sansürün kanıksandığı tiyatromuzda, SS (Hitler'i müdafaa tümeni) mantığıyla hareket eden sansürcüleri SS (Sıfır Sansür) anlayışımızla deşifre ediyoruz."Dört satırlık bu sözümüze, editör olarak sahip çıkıyoruz. www.tiyatrom.com sitesinin editörü Timur’u, bana ve Coşkun Büktel’e uyguladığı sansür nedeniyle, sansürcü olarak yaftalamıştım, şimdi de Mehmet Atak’a uyguladığı sansür nedeniyle, Timur’u yeniden sansürcü olarak yaftalıyorum. Atak’ın “sansür” suçlamasına ("Timur düzeltmeyi yayınlamadı… yanlış bir belge bırakmayı tercih etti."), inatla gözlerini yuman ve sadece kendisi gözlerini yummakla kalmayıp, herkesin, sansür karşısında gözlerini yummasını savunmaya kalkışan karanlık işçisi Kurhan, demagoji yapmanın ötesine geçmiyor, geçemiyor. Çünkü, Kurhan’ın böyle bir niyeti olmadığı ortada. Karanlık işçiliğini inatla sürdüren Kurhan, yazdıklarıyla iktidarı besliyor. İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!Kurhan, Atak’ın her birinin adını verdiği 23 tanığa karşın, o tanıkların hiçbirini görmeye ve göstermeye yanaşmayarak (23 kişinin adını sansürleyerek) bir yazı kaleme alabiliyor. Kurhan, sansür iktidarının sürmesi için, tam 23 kişinin tanıklığına karşın, demagoji ustalığına güvenerek, somut gerçekleri örtbas etmeye çalışıyor. İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!Mehmet Atak’ın, sansürü mahkum ettiği enformasyon yazısına, dedikodu belgesi muamelesi yapma canbazlığı gösteren Kurhan, en hafif deyimiyle demagojik davranıp, okurları yanıltmak istiyor. Okurlarımızı geri zekâlılaştırmak için yoğun bir çaba harcayan Kurhan, sadece İATP-G ve kendi sitesini yeterli görmemiş olacak ki, bizim sitemizi de dedikodu, demagoji düzeyindeki yazılarıyla bloke etmeye çalışıyor. Demagoji ustalığını kullanarak, sansürü örtbas etmek isteyen Kurhan, üstlenmiş göründüğü görevi başarıyla yerine getiriyor. İktidar adına Kurhan’ı tebrik ediyorum!***Yukarıdaki yazıyı hazırladıktan sonra, Coşkun Büktel’in sitesinde, "COŞKUN BÜKTEL; TİMUR’UN ATAK’A; BULUNMAZ’A VE BÜKTEL’E CEVAPLARINI DEĞERLENDİRİYOR" başlıklı yazısına eklediği "GÜNCELLEME 7 Mart 2009" notunu okudum:..........Timur, Atak'tan özür diledi ama Timur'un ardındaki "hınk deyiciler", Timur'dan çok Timurcu bir tavırla, (Atak'ın isim isim sıraladığı 20'den fazla tiyatrocunun tanıklığını kurnazca bir ahmaklıkla görmezden gelerek) Mehmet Atak'tan ve Atak'ın anekdotunu (en sıradan geri zekâlının bile kavrayabileceği nedenlerle) sansür suçlaması olarak değerlendirdiği için Hilmi Bulunmaz'dan, hesap sormaya kalkıyorlar. Laf canbazı olduklarını sanan bu kifayetsiz hokkabazlar, Atak'ın 23 tiyatrocu tanık (Aslı Öngören, Ümran İnceoğlu, Ayça Telırmak, Celile Toyon, Rozet Hubeş, Bennu Yıldırımlar, Bensu Orhunöz, Zihni Göktay, Berrin Akdeniz, Betül Kızılok, Esin Umulu, Candan Sabuncu, Eftal Gülbudak, Ayşe Emel Mesci, Murat Bavli, Fırat Tanış, Sevin Okyay, Serdar Orçin, Eray Kahya, Hale Akınlı, Mazlum Kiper, Sevinç Erbulak, Semah Tuğsel) sıraladıktan sonra kurduğu cümle ("Timur düzeltmeyi yayınlamadı ve projenin Sibel Arslan Yeşilay'ın tasarımı olduğu yönünde yanlış bir belge bırakmayı tercih etti.") sanki ciddi bir sansür suçlaması içermiyormuş gibi bir hava yaratmaya kalkışıyor; ve isimleri verilmiş 23 tanığı görmezden gelerek, o tanıklardan hiç söz etmeyerek, (çamuru altına, iki kere ikiyi beşe, karpuzu peştemala dönüştürmeyi bile mümkün kılacağına inandıkları) mugalata (laf salatası) yöntemiyle önemli ayrıntıları görmezden gelip, zurnanın zırt dediği yeri es geçip, kıldan tüyden alakasız şeylerle dikkatleri dağıtarak, güneşi (hatta "Özdemir Nutku skandalı"nı) bile örtbas edebileceklerini sandıkları gibi; sansürcü Timur'un bu yeni sansürünü bile (hatta Timur'un özür dilemiş olmasına rağmen) örtbas edebileceklerine güveniyor; okurların zekâsına açıkça küfretmekten çekinmiyorlar. Bu hokkabazların hiçbir kanıt, belge, kaynak, alıntı içermeyen, entelektüel taklidi bir "edadan" ibaret son hilekarlıklarını, hak ettikleri yere, "Timur'un çöplüğü" bölümüne koymak yerine, ana sayfasına koyarak, okurların dezenformasyonuna katkıda bulunduğu ve beni bu satırlara mesai harcamak zorunda bıraktığı için, Hilmi Bulunmaz'ı kınıyorum. ..........Bakınız: www.tiyatroyun.blogspot.com ***23 tanığı görmezden gelen (23 kişinin adına sansür koyan) Kurhan’ın yazısını, "Timur'un çöplüğü" bölümüne koymak yerine, OYUN’a koymam nedeniyle beni kınayan Coşkun Büktel’e hak veriyor ve Kurhan’ın yazısını, ait olduğu yere, "Timur'un çöplüğü"ne postalıyorum. Bundan böyle, Kurhan’ın dedikoduyu aşmayan yazılarını, "Timur’un çöplüğü"nde okuyabilirsiniz. Bize gönderdiği her yazıyı, mutlaka, ama mutlaka yayınlayacağız. Kurhan’ın yazılarına bir tıkla ulaşabilirsiniz. (Bakınız: "Timur’un çöp kutusu")Not: İşlerimin yoğunluğu nedeniyle, Kurhan’ın yazısına karşılık yazmakta geciktiğim için okurlarımdan özür dilerim.
Gönderen Özgür Sanat zaman: 03:21 0 yorum
Etiketler: ,

Tiyatro Alanında Demokratikleşme ve Hak İhlalleri Bağlamında İATP-G’nin Duruşu Üzerine
Ömer F. KURHAN - 26 Şubat 20092008-2009 sezonunda, tiyatro alanında demokratikleşme ve hak ihlalleri bağlamında, İATP-G kısmen doğrudan kendisini bağlayan, kısmen kendi dışında cereyan eden bazı tartışmalı konuları şu ya da bu düzeyde gündemine aldı. Bu gündemleri kronolojik olarak sıralayacak olursak: 1) 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nde Talat Halman’a verilen emek ödülü, 2) 3. Aydın Tiyatro-Drama Günleri’ne dönük sansür iddiası, 3) Bülent Sezgin’in “tacizci” terimini kullandığı yazısının Tiyatro Dünyası tarafından yayından kaldırılması, 4) Taciz karşıtı kampanya inisiyatifine İATP-G’nin katılım ve desteği, 5) Tiyatro Boğaziçi’nin “Biz, Siz, Onlar” oyununun İstanbul Belediyesi tarafından içeriği nedeniyle engellenmesi, 6) İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları yönetimi tarafından “Yedi Tepeli Aşk”ın gösterimden kaldırılması, 7) Yeni Tiyatro dergisi editörü Erbil Göktaş’ın İsmet Küntay Ödülleri bağlamında emek hırsızlığı yapıldığı iddiası, 8) Akşam gazetesi yazarı Aykut Işıklar’ın tiyatrocu Nedim Saban’a karşı Yahudi karşıtı ırkçılık içeren ithamlarda bulunması, 9) Coşkun Büktel’in “Theope” oyununun damgasını vurduğu ve son olarak 2005’te “Özdemir Nutku Skandalı” adı verilen vakanın niteliği, 10) Geçen yıl yayın hayatına son veren TİYATROM sitesinin sansürcü bir yayın politikası izleyip izlemediği. Gündeme alınan bu on konu arasında dördünün şu ya da bu düzeyde belirsiz kaldığı söylenebilir: Halman’a verilen emek ödülü, İsmet Küntay ödülleri bağlamında emek hırsızlığı iddiası, “Theope” vakasının yazar hakları açısından anlamı ve TİYATROM’un sansürcü yayın politikası izleyip izlemediği. Bu dört konudan ikisi (Halman’a verilen ödül ve “Theope” vakası), Bulunmaz’ın editörlüğünü yaptığı OYUN sitesi tarafından düzenli olarak ve öne çıkarılarak gündemde tutulmuş; İATP-G’ye dönük çeşitli eleştiriler de yayımlanmıştır. “Theope” vakası özelinde, Coşkun Büktel’in benim “fan kulüp” dediğim bir anlayışa sahip şahsi sitesi ister istemez öne çıkmıştır: “Theope”nin yazarı Coşkun Büktel yirmi yıla yakın bir süredir kendisini bu davaya adamış görünmektedir. Bu tavrına uygun olarak, kişisel sitesinin ana teması “Theope” vakasıdır demek yanlış olmaz. Benim zaman zaman polemik biçimi alan yazılarımda dile getirdiğim düşüncelerden de yararlanarak, bu dört konunun nasıl ele alınması gerektiğine açıklık getirmek istiyorum. 1. HALMAN’A VERİLEN EMEK ÖDÜLÜ PROTESTO EDİLMELİ MİYDİ? OYUN sitesinin editörü Hilmi Bulunmaz, 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nde Talat Halman’a emek ödülü verilmesine itiraz etmeyip destekleyici pozisyon alan TAKSAV’ın faşizmin değirmenine su taşıdığını iddia etmişti. Bulunmaz’a göre, bu olaydan haberi olup da karşı tavır geliştirmeyen herkes TAKSAV’ın kaderini paylaşmaya mahkûmdu. Bu değerlendirmeye göre, İATP-G’nin TAKSAV’la aynı kaderi paylaştığı söylenebilir. Çünkü İATP-G, Yener Aksu’nun festival direktörlüğünü üstlendiği ve TAKSAV’ın organizatörü olduğu Ankara Tiyatro Festivali’ni protesto etmek bir yana, Girişim üyesi topluluk ve bireylerin panel, gösteri ve atölye formatında etkinliklere katılmasına itiraz etmedi. İATP-G temsilcisi Fırat Güllü Halman’a verilen ödülü protesto edenlerin bu protestoyu festivali protesto etme düzeyine taşımalarına karşı çıktı; bunun yerine, protestocuların görüşlerinin festival bünyesine taşınarak tartışılmasına olanak verilmesini savundu. Ne Festival Komitesi ne de TAKSAV’ın tartıştırmayız tavrı geliştirmemesi ise, demokratik ve yapıcı bir jest olarak değerlendirildi. Festivali protesto edip etmeme konusunda net olan (festivali ya da TAKSAV’ı protesto etmeyen) İATP-G’de belirsiz kalan nokta, Halman’ın gerçekte kim olduğu ve protesto edilmeyi hak edip etmediğidir. Halman gerçekten de Hilmi Bulunmaz’ın ya da festivali protesto eyleminde öne çıkan ATB (Amatör Tiyatrolar Birliği) ve Özgür Tiyatro sözcüsü Özgür Başkaya’nın iddia ettiği gibi 12 Mart faşizminin faşist bir bakanı mıdır? İATP-G adına bu konuda bir araştırma yapılmamış olması önemli bir eksiklik ve özeleştiri konusudur. Ortaya çıkan eksiklikte şahsi payımın yüksek olmadığını söyleyebilirim. “Halman kimdir?” sorusu sağlık problemleri yaşadığım bir dönemde ortaya atılmış ve sıcağı sıcağına konuyu araştırma fırsatım olmamıştır. Hilmi Bulunmaz’la gecikmeli (festival bittikten sonra) yaşadığımız polemik yazıları okunduğunda ulaştığım sonuç bellidir: Halman 12 Mart faşizminin faşist bir bakanı değil, kendine göre 12 Mart faşizminin aşırılıklarını giderme çabası göstermiş ve bunun sonucunda tasfiye edilmiş Kültür Bakanıdır. Dolayısıyla, “reform hükümeti” diye lanse edilen ve sol dahil geniş çevrelerin desteğini alan, ama sonrasında dağılan 1. Erim hükümetinde görev yaptığı için 12 Mart faşizminin faşist bir bakanı olmakla suçlanması yanlış olacaktır. Halman’la ilgili olarak benim odaklandığım bir mesele, örneğin Denizlerin idamı karşısındaki tavrının ne olduğudur. Fakat bu konuda bir bilgiye erişemediğim gibi, birçok tarihçi arkadaşım dâhil, birileri çıkıp Halman’ın bu konuda tavrı şu olmuştur diyememiştir. Bana göre Halman üzerindeki giz perdesi tam olarak kalkmış değildir. Fakat eldeki veriler protestocuların tavrını destekler nitelikte değildir. Bulunmaz’ın haklı gerekçelerle ertelediği görülen yanıt yazısı ulaştığım sonucu tashihe zorlayan veriler ortaya koyabilir mi bilmiyorum. Bunu bekleyip görmekten başka çare yoktur. Sonuç olarak, Halman’a verilen ödül nedeniyle Ankara Festivali’ni ya da TAKSAV’ı protesto etmek bir yana, tek başına Halman’a verilen emek ödülünü protesto etmenin de anlamlı olmadığını düşünüyorum. Buna karşılık Halman’a ödül verilmesinin eleştiri konusu olması ve sol muhalefet içinde tepkiyle karşılanması doğaldır. Bu eleştiri ve tepkilere Türkiye tiyatrosunun mevcut gerçekliğini kavramak ve ders çıkarmak adına olumlu bir işlev yüklenebilir kuşkusuz. Bu anlamda, kestirmeci ve yüzeysel tepki üretiminin işlevsel olamadığını tespit etmek gerekiyor. Örneğin OYUN dergisinin ödülü veren jürinin yaklaşımını ifşa eden yaklaşımının daha önemli ve tartışılmaya değer veriler ortaya koyduğunu söyleyebilirim. 2. İSMET KÜNTAY ÖDÜLLERİ BAĞLAMINDA BİR EMEK HIRSIZLIĞI GERÇEKLEŞTİ Mİ? Yeni Tiyatro dergisi editörü Erbil Göktaş, 21 Aralık 2008 tarihli bir basın açıklaması yaptı ve İsmet Küntay Ödülleri’nin geleceğinin karartıldığını söyledi. Somut olarak söylediği şudur: “… 19.12.2008 Cuma günü bazı internet sitelerine jüri üyesi Hayati Asılyazıcı tarafından gönderilen basın bülteni daha önce benim hazırladığımın aynısıydı ancak tek farkla: Seçici Kurula katılmış ve oyunları belirlemiş olan jüri üyesi Erbil Göktaş’ın adı çıkarılmış, jüride olmayan Oya Gökberk’in adı konulmuştur.” Göktaş’a göre “Bu ‘nezaketsizlikten’ öte bir ‘emek hırsızlığıdır’…”. Bu duruma yol açan, Hayati Asılyazıcı’nın Erbil Göktaş’la yaşadığı kişisel sorunlarını Küntay Ödülleri’ne taşımasıdır. Bu açıklamalardan anladığımız İsmet Küntay Ödülleri’nin bir çeşit jüri ağalığı sistemine bağımlı olduğu ve jüri ağasının da Hayati Asılyazıcı olduğudur. Fakat bu, işin yapısal eleştiri boyutuyla ilgilidir ve Türkiye’de tiyatro ödüllerinin nasıl dağıtıldığı ve jürilerin hangi kriterlerle oluşturulduğu konusunda okurları düşünmeye davet etmektedir. Erbil Göktaş yapısal bir sorunu ve öznelerini ifşa etmenin ötesinde, açık bir hak ihlali yaşandığını iddia etmiştir. Hak ihlalinin nasıl yaşandığı gayet açık ve seçiktir. Hayati Asılyazıcı Erbil Göktaş’ın İsmet Küntay Ödülleri’ne katkı ve emeğini inkâr ederek, hatta varlığını yok sayarak onun yerine başka birini ve o birinin olmayan katkı ve emeğini ikame etmiştir. Göktaş bu durumu gerçekliğin yerine gerçek üstü olanın ikame edilmesi olarak yorumlamıştır. Gerçekten de, eğer iddialar doğruysa, Hayati Asılyazıcı’nın rüyasını gerçekleştirmek istediği bir yoktan var etme eylemi gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. Göktaş’ın gündeme getirdiği jüri skandalı, kanaatimce açık bir hak ihlaline işaret etmektedir. Bu noktada dikkat çekici olan, basın yayın alanında ve genel olarak tiyatro camiasında ciddi bir duyarsızlığın yaşanmış olmasıdır. Bildiğim kadarıyla, Cumhuriyet gazetesinin meseleyi çarpıtıp kafa karışıklığı yaratan bir girişimi olmuş, bir de OYUN sitesinin editörü Hilmi Bulunmaz Erbil Göktaş’la bir video söyleşi gerçekleştirerek hem jüri skandalını gündemde tutmuş hem de önemli bir belge oluşturmuştur. Açık bir hak ihlalini içinde barındıran bu skandal karşısında İATP-G’nin tavrının sorunlu olduğunu tespit etmek zor değildir. Göktaş’ın karşı karşıya kaldığı haksızlığı tabii ki sitesine taşıyıp gündemleştirmiş, fakat “İATP-G Emek Hırsızlığına Karşıdır!” şeklinde bir beyanatı olmamıştır. Bu da site gündemi ile Girişim gündemi arasında ayrışmaların meydana gelebildiğini göstermektedir. Kendi adıma, Göktaş’ın ifşa ettiği skandala ilgi örgütlediğim ve İATP-G sitesinde bir görüş ifade edilmediğini fark ettiğim halde bu konu hakkında bir yazı yazmamış olmayı önemli bir eksiklik olarak kabul ediyorum. Umarım bu yazıyla bu eksikliğin giderilmesine katkı sunabilmişimdir. 3. “THEOPE” VAKASI BİR HAK İHLALİNİ İÇERİYOR MU? Benim bu soruya cevabım yıllardır nettir: Evet, bu vakada yazar haklarının açık ihlali söz konusudur. Bir adım daha atarak şunu söyleyebilirim. Resmi tiyatrolarda yazarların haklarının ihlal edilmesi bir yerde doğaldır. Çünkü yazar-sahne ilişkisi bürokratik denetim ve yönetmen tiyatrosuna prim veren düzenlemeler nedeniyle yazarın aleyhine işlemektedir. Bu, “Theope” vakasının sınırları dışına çıkılarak ilgi örgütlenmesi gereken bir meseledir. Büktel’in 1990’ların başından beri yazıp çizdikleri resmi tiyatro sisteminin ifşa edilmesine dayalıdır. Başka bir deyişle, Büktel sistemin uslu çocuğu olmamış, ele avuca sığmaz korkunç yaramaz çocuğu olmuştur. Muhtemelen Devlet Tiyatroları repertuar kurulu biz ne ettik de “Theope”yi repertuarımıza aldık diye çok dövünmüştür. Çünkü oyunun yazımı bitirilip de kamuoyunun görüşüne sunulduğunda, benim oldukça abartılı bulduğum çeşitli övgülerin konusu olmuş bir oyunu oynamamak gibi “şüpheli” bir durum meydan gelmiştir. Devlet Tiyatroları’nda “Theope”nin niçin oynanamadığına ilişkin tartışma, 2005 yılında aniden alevlenmiştir. DT sanatçılarından Şahin Ergüney, DT koordinasyon toplantısında “Theope”nin oynanması gerektiğini savunmuş, ama bu önerisi geri püskürtülmüştür. Toplantıyı yöneten Özdemir Nutku, bu geri püskürtme işlemi sırasında önde gelen bir rol oynamıştır. Bununla da kalmamış, belirsizlik içerecek şekilde, Büktel’in “Theope”sine benzeyen eski ve ikinci bir “Theope”nin varlığından söz etme gereği duymuştur. Bana göre, Özdemir Nutku bu belirsizlik içeren iddiayı “Theope”yi şaibe altında bırakacak şekilde dile getirmiştir. Tartışmanın alevlendiği 2005-2006 sezonunda, İATP-G, daha doğrusu İATP (çünkü henüz girişim haline gelmemiştir) niçin konuyu gündemine almamıştır? Bu sorunun yanıtı İATP tarihini bilenler için nettir: Almamıştır, çünkü İATP “platform” ve kamusal aktör olma niteliğini büyük ölçüde kaybetmiş, 2000’lerde en azından İstanbul’da yaşanan tiyatro patlamasını seyreden ve ilkesel işleyişini yitiren bir yapı haline gelmeye başlamıştır. 2006-2007 sezonunda, sahte bir platform gibi davranmaktansa, platform hedefini gözeten bir “Girişim” olarak yeniden yapılanması, tarihe karışmamış olmasında belirleyicidir. Bugün, “Theope” vakasında Büktel ve yakın çevresiyle yaşadığım ihtilaf, aslında absürd görünmektedir. 2005 yılında DT koordiansyon toplantısında yaşananlar, Şahin Ergüney’in ifşaatıyla “Theope”nin DT’de kasıtlı bir engellemeye tabi tutulduğunu göstermiştir. İhtilaf bu konuda değildir. Fakat Büktel’in bu tip konularda ilginç bir tutumu vardır: Onu ilgilendiren asgari olarak hangi konuda buluşma yaşandığı değil, onun gibi düşünüp düşünmediğimiz ve hatta onun kelime ve vurgularıyla düşünüp düşünmediğimizdir. Mesela benim Özdemir Nutku iftira atmamıştır; olmayanı oldurma düzeyinde bir yalan söylememiş, ama şaibe yaratmıştır tezimi davasına zararlı görmektedir. İATP-G adına, ortada bir hak ihlali olduğu ve ifşa edilen DT koordinasyon toplantısının güçlü bir delil oluşturduğu konusunda netleşmek gerektiğini söyleyebilirim. Fakat meselenin kamusal bir dava haline gelmesinde Büktel ve yakın çevresinin bir engel oluşturduklarını da tespit etmek gerekir. A-kamusal tavırlarını terk etmedikleri sürece, “Theope” vakasının şahsileşmesinin ve giderek soğumaya yüz tutan bir Büktel-Nutku ihtilafına indirgenmesinin önüne geçmek kolay değildir. 4. TİYATROM SANSÜRCÜ BİR SİTE MİYDİ? Ertuğrul Timur’un sahibi ve editörü olduğu ve geçen yıl yayın hayatına son veren TİYATROM sitesinin dönemsel ya da kalıcı olarak sansürcü bir yayın politikasına sahip olup olmadığı meselesi, özellikle Büktel ve yakın çevresi tarafından ısıtılmaktadır. Tartışma “Theope” vakası bağlamında polemik yazılarının TİYATROM tarafından sansür edilip edilmediği ile ilgilidir. Ertuğrul Timur’un açıklamalarına göre söz konusu olan düşünce sansürü değil, TİYATROM’un küfür ve hakaretten arındırılmış yayıncılık politikasının gereğinin yerine getirilmesidir. Bu konunun tartışmanın başladığı dönemde (2007 Yaz sonu) İATP-G’nin gündemine doğrudan girdiği söylenemez. Bu konuda özellikle İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi’nin TİYATROM’a bir özeleştiri borcu olduğunu belirtmek gerekir. Bana göre, Ertuğrul Timur’un asıl kaygısının sansür değil, küfür ve hakarete taviz vermek istemeyen bir yayıncılık anlayışını hayata geçirmek istemesi olduğu doğrudur. Araya sanal “Burak Caney” kışkırtmasının da girmesiyle, düşünce sansürü ile hakaret ve küfür içeren ifadelerlin sansürü arasındaki ayrım çizgisi silikleşmiş ve tartışmalar iyiden iyiye kişiselleşmiştir. Her şeye rağmen, Ertuğrul Timur’un eleştirilere açık davrandığı ve hatasını gördüğünde bunun öz eleştirisini vermekten kaçınmayan bir cesaret sergilediği, dün de bugün de bilinen bir şeydir. Buna karşılık, temelsiz bir şekilde sansür suçlamalarını gündemde tutanların düşünce sansürü ile küfür ve hakaretin sansürü arasındaki ayrımı gözetmedikleri söylenebilir. Bunun en son örneği, Büktel’in sitesinde muhafaza edilen ve “iftiracı”, “sapık”, “alçak” olmakla itham edilenlerin içinde yer aldığı isim listesidir. Büktel’e göre, bu isim listesinden çıkmanın tek yolu kendisine bir dilekçe ile müracaat edilmesidir. Nitekim, izleyebildiğimiz kadarıyla, bugüne kadar üç başvuru yapılmıştır. Akkerman soyadlı kişi listeye kendi iradesi dışında eklendiğini belirtmiş, Ertuğrul Timur bu listeden zaten çıktığını ve geçmişte bu konuda açıklama yapmış olduğunu belirten bir yazı yollamış ve son olarak Orçun Masatçı sert bir dille Büktel’i uyararak kendisinin, Derya Gündoğmuş’un ve Zafer Gecegörür’ün isimlerinin listeden çıkarılmasını istemiştir. Bu tablo bir an için absürd bir komedi sahnesi gibi algılanabilir; fakat durum bu değildir. Büktel ciddi ciddi insanlara hakaret (ve hatta taciz) etmekte ve hakaretini (tacizini) sona erdirmek için şartlar öne sürmektedir. Üstelik kınanması gerektiği açık ve hakarete maruz kalanlar açısından hukuken de sorunsallaştırılabilecek bu davranışını, “Theope” davası adına sergilemektedir. Bu örnekten de anlaşılabileceği gibi, internet ortamındaki tiyatro yayıncılığı bir yandan tartışmayı ve düşüncelerin çatışmasını (polemiği) dışlayan ve düşünce sansürünü doğallaştıran bir a-politikanın, diğer yandan tartışmayı ve düşünce çatışmasını hakaret ve küfür düzeyine vardırabilen bir anlayışın baskısı altında kalmış ve kalmaya devam etmektedir. Bana göre TİYATROM sitesi bu iki uç arasında yayıncılık yapmaya çalışmış ve tiyatro adına önemli bir miras bırakmıştır. Sansürcülükle suçlanması haksız olduğu gibi bu mirasın değerlendirilmesi açısından yıkıcı bir tavrın sergilendiğini göstermektedir. *** İATP-G’nin tiyatro alanında insan hakları masası oluşturmak gibi bir misyonu olmadığı doğru bir tespittir. Öte yandan, bu tip bir oluşumun hayata geçirilmesine katkı sunma yükümlülüğü olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, asgari olarak gündemine giren hak ihlallerini ya da anti demokratik uygulamaları daha dikkatli değerlendirmesi ve netlik oluşturması gerektiğini de söyleyebiliriz. Bu noktada, yer yer pozitif açılımların yanı sıra çeşitli eksiklikler göze çarpmaktadır. Eksikliklerin üzerine gidilmesi için, düşünce üretiminin arttırılmasına / doğallaştırılmasına ve nasıl tavır alınması gerektiği konusunda netleşmelere ihtiyaç vardır. Umarım bu yazı kamusal entelektüel duruşun savunusu adına Girişim örgütlenmesine bir katkı sunabilmiştir.
Gönderen Özgür Sanat zaman: 03:18 0 yorum
Etiketler: ,

Ertuğrul Timur'dan Düzeltme ve Özür
İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi - 25 Şubat 2009Geçen yıl yayın hayatına son veren TİYATROM sitesinin sahibi ve editörü Ertuğrul Timur, kendisini sansürcü olmakla itham eden Feridun Çetinkaya’ya cevabında yanlış anlaşılabileceğini düşündüğü bir cümleyi düzeltmek istediğini belirten bir mesaj yolladı. Mesajında, bu konuda kendisini uyaran Çetinkaya’dan özür dilediğini de belirtti. Bize göre, Ertuğrul Timur’un düzeltilmesini istediği cümle, hiçbir şekilde muhatabına dönük hakaret veya küfür içermemektedir. Öyle olsa, İATP-G sitesinde yayınlamazdık. Söz konusu cümlenin, muhatabını empati kurmaya ve ona göre yargıda bulunmaya davet ettiği açıktır. Fakat yazıdan birinci dereceden sorumlu Ertuğrul Timur olduğu için, talep ettiği düzeltmeyi yapıyoruz. Ertuğrul Timur mesajında ayrıca şu açıklamaya da yer verdi: “Sayın Feridun Çetinkaya'nın bana cevaben yazdığı yazısını okudum. Yanıt vermeyi düşünmüyorum zira yanıtımı zaten vermiştim yeni bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Anket üzerinde yer alan Sayın Coşkun Büktel'in eserlerinin repertuar kurullarından geçmediği ifadesinin yanlış bilgilendirme olduğunu ve repertuar kurulundan geçip bir başka kurulda tartışma konusu olduğunu zaten o zaman düzeltmiştim ve bu konuda özür de dilemiştim.”
Gönderen Özgür Sanat zaman: 03:17 0 yorum
Etiketler: ,

"İATP-G 'Bazı' İnsan Hakları İhlallerine Karşı" Başlıklı Yazımı Çarpıtma Girişimlerine Karşı Zorunlu Bir Açıklama
Feridun ÇETİNKAYA - 24 Şubat 2009Bir bölümünde, Tiyatrom.com adlı sansürcü internet sitesini öven ve olumlu bir örnek olarak gösteren, “İnternet Ortamında Tiyatro Haberciliğinin Hal ve Gidişatı Üzerine” başlıklı İATP-G bildirisini de tutarsız olmakla eleştirdiğim, “İATP-G ‘Bazı’ İnsan Hakları İhlallerine Karşı” başlıklı yazım üzerine, eski Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur birkaç gündür, çalakalem yazılmış, yalan, yanlış ve çarpıtmalar içeren açıklamalar yayınlıyor. (Bkz. Sansürcü Suçlamasına Karşı Ertuğrul Timur’dan Açıklama) (Bkz. TİYATROM Sadece Küfüre, Sövgüye, Hakarete Özgürlük Tanımadı)“İATP-G ‘Bazı’ İnsan Hakları İhlallerine Karşı” başlıklı yazımda değerlendirme gereği duyduğum konuları, okurlara en açık, en doğru şekilde anlatabilmek, herhangi bir şekilde çarpıtılmasına karşı önlem almak ve kimseye herhangi bir şekilde haksızlık etmiş olmamak için uzun uzadıya ele aldığım ve (elverdiğince her türlü “permütasyonu” kullanarak) her ayrıntısına değinmeye çalıştığım halde, A. Ertuğrul Timur'un (her türlü yöntemi meşru sayarak) yazdıklarımı hâlâ pervasızca, insafsızca ve ısrarla çarpıtmaya, saptırmaya çalıştığı görülüyor.***Ben “İATP-G ‘Bazı’ İnsan Hakları İhlallerine Karşı” yazımda, Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur'un, Coşkun Büktel hakkında asılsız iddialar içeren ve dolayısıyla Büktel'e yanıt hakkı doğuracak nitelikte birtakım yazılar yayımladıktan hemen sonra, Büktel'e kendisini savunma hakkı tanımadığına dikkat çekmiş, bunun açık bir sansür olduğunu yazmıştım.Büktel'e yanıt hakkı kullandırmayacağını peşin peşin ilan eden Timur’un, hileli bir anket düzenleyerek okurlarını da bu sansüre ortak ettiğine vurgu yapmıştım.Benim bu yazdıklarım doğru mu? Doğru.***Timur, sonuçlarını “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısıyla ilan ettiği söz konusu hileli anketini okurlarına tam olarak hangi soruyla, hangi argümanla sunmuştu, “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının altında bu anketin sonuçlarını ilan ederken nasıl bir metne yer vermişti, hatırlayalım:Tiyatrom.com olarak Yazar Coşkun Büktel'in Devlet Tiyatroları repertuar kurulundan geçemeyen çeviri ve eseri için bıkmadan usanmadan yürüttüğü bireysel sataşmalarından oluşan haber ve polemiklerini, hakaret ve küfürlere varan yazışmaları yayımlamayı reddetmekteyiz. Bu bireysel kör dövüşünü ve seviyesi düşük yazışmaları yayınlamamızı siz de sansür sayıyorsanız Coşkun Büktel kişisel sitesinde yada Hilmi Bulunmaz'ın Tiyatroyun sitesinde okuyabilirsiniz.Bu kısıtlamayı nasıl karşılıyorsunuz?[toplam 1017 oy] 6.08.2007 05:35 itibarıylaSeviye korunmalıdır Yayınlanmaması doğrudur (1005) 98.82%Bu bir sansürdür, yayınlanmalıdır, kınıyorum (12) 1.18%(Kaynak: A. Ertuğrul Timur, Yaşasın Sansür!, Tiyatrom İnternet Sitesi, 6 Ağustos 2007, http://www.tiyatrom.com/aetimur_yeni_38.htmAlıntıladığım bu bölüm, web'de hâlâ görülebilen, Tiyatrom sitesindeki sayfasında hiçbir açıklama yapılmadan tahrif edilmiş ve kısaltılmış olarak duruyor.Bilip bilmeden, araştırıp öğrenmeden, ezbere, hileli anketine temel aldığı, "Büktel’in çeviri ve eserinin "Devlet Tiyatroları repertuvar kurulundan geçemediği" iddiası bile gerçeği yansıtmadığı için, Büktel'in çeviri ve eserinin ta yıllar yıllar önce DT repertuarına alındığını, "istim arkadan gelsin" misali, sonradan öğrenerek bu konuda okurlarından ve Coşkun Büktel'den özür dilemek zorunda kalan Timur, anlaşılan hileli anketini tümüyle şaibeli hale getiren bu konuda herhangi bir açıklama yapmak yerine, hiçbir uyarıcı not koyma gereği duymadan, o bölümü tümüyle çıkararak bu meseleyi kökünden çözeceğini düşünmüş(!)Bu "yanlış" ve "düzeltme" konusuna “Ben sana ‘tiyatrocu olamazsın’ demedim...” başlıklı yazımda ayrıntılı olarak değinmiştim.Timur’un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının ilk yayımlandığı ve benim alıntımda esas aldığım orijinal halini görmek için Bkz. http://www.coskunbuktel.com/timuryasas%C4%B1nsansur.htm)Bu gerçeğe rağmen; “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısında, aynı zamanda, Büktel'e uyguladığı sansürü okurlarına onaylatmak için düzenlediği hileli anketinin sonuçlarını ilan etmiş olan Timur, bugün çıkıp ısrarla hâlâ ne diyor, kendisini nasıl savunuyor?"Sayın Feridun Çetinkaya tiyatrom'u defalarca sansürcülükle itham ederken başvurduğu en güçlü delil olarak 'Yaşasın sansür' adlı yazımı dayanak yapmaktadır. Ekte ilettiğim bu yazım incelendiğinde de görülecektir ki "Yaşasın Sansür" başlıklı yazım tamamen "Sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz, pespaye, lağım çukuru..." gibi ağır hakaretler içeren bir yazıya yer vermediğim, vermeyeceğim ve eğer bu sansürcülükse küfürü, sövgüyü sansürü her zaman savunacağım üzerinedir."(Bkz. TİYATROM Sadece Küfüre, Sövgüye, Hakarete Özgürlük Tanımadı)Bir kere, Tiyatrom.com'un sansürcü olduğunu söylerken benim en ciddi delil olarak Timur'un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısını dayanak yaptığım iddiası gerçeği yansıtmıyor.Timur, benim yazımı doğru dürüst okumamış: Ben Timur'un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısını, Tiyatrom.com'un sansürcülüğünün değil, katmerli sansürcülüğünün delili olarak gösteriyorum.(Daha önce yukarıda da yazdığım gibi; Ben, Coşkun Büktel hakkında yanıt hakkı doğuracak nitelikte, haksız ithamlar içeren yazılar yayımlamakta herhangi bir sakınca görmeyen Timur'un, bunu yaptıktan hemen sonra, peşin peşin Büktel'e yanıt hakkı dahi tanımayacağını ilan etmesini sansür olarak niteliyorum. Tiyatrom.com'un sansürcü bir yayın olduğunu bu gerçeğe dayanarak söylüyorum.)Timur, meşhur “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının “tamamen”, "'Sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz, pespaye, lağım çukuru...' gibi ağır hakaretler içeren bir yazıya yer vermediği, vermeyeceği” üzerine olduğunu söyleyerek çark etmeye çalışıyor.İyi, hoş da; Timur'un bu yazısının hemen altında Büktel’i sansürlemesiyle ilgili hileli anketinin sonuçlarını ilan etmesi, bu düzmece, “Coşkun Büktel'i Sansürlemeye Evet” anketine ayrıntılı olarak yer vermesi neyin nesi oluyor?Timur, “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısında aynı zamanda Coşkun Büktel’e uyguladığı sansürü konu alan hileli anketinin sonuçlarını ilan etmiş midir etmemiş midir? İlan etmiştir.Zaten, okuma yazma bilen her insan, Timur’un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının “tamamen”, "Sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz, pespaye, lağım çukuru..." gibi ağır hakaretler içeren bir yazıya yer verip vermemek üzerine olmadığını çok kolay, çok açık bir şekilde görebilir. Bunun için, Timur’un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının sadece şu son paragrafını okumak dahi yeter:Ama birisi kendi oyunundan dolayı kopardığı fırtınanın yıkıcı ve şahsi etkisini buraya taşımadık diye, bir diğeri "alçak, pespaye, şerefsiz, lağım çukuru, Dangalak, ve daha buraya asla yazamayacağım kadar duyup okuyabileceğiniz en ağır sözlerle bezediği yazısına yer vermedim diye beni ve tiyatrom'u sansürcü ilan etmiş. Varsın etsin. Bu durumda bana düşen bir tek şey kalıyor, bu düzeysizliğe ve şahsiciliğe taviz vermemek sansür ise "Yaşasın sansür" demek.(Timur’un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısının ilk yayımlandığı ve benim alıntımda esas aldığım orijinal halini görmek için: http://www.coskunbuktel.com/timuryasas%C4%B1nsansur.htm)Timur’un bu paragrafın hemen ilk cümlesinde, “kendi oyunundan dolayı kopardığı fırtınanın yıkıcı ve şahsi etkisini buraya taşımadık diye” sözleriyle “Tiyatrom”u sansürcü ilan etmesinden yakındığı ve “Yaşasın Sansür” diye, düşman çatlatırcasına, yüzüne haykırdığı “birisi” kim ola ki dersiniz?Kim olacak... Tabii ki, Timur'un hemen birkaç paragraf sonra sonuçlarını ilan ettiği hileli anketinin kurbanı; "Theope", "Shakespeare'siz Herifler", "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları" ve "'Yönetmen Tiyatrosu'na Karşı Bir Shakespeare ve Nâzım Hikmet Savunması"nın yazarı Coşkun Büktel'i kast ediyor bu sözleriyle Timur.Hani Timur’un “Yaşasın Sansür” başlıklı yazısı, “tamamen”, "Sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz, pespaye, lağım çukuru..." gibi ağır hakaretler içeren bir yazıya yer verip vermemek üzerineydi?***Timur, benim yazımda adının geçtiği bu ve benzeri somut noktaları, sözgelimi şu hileli, “Coşkun Büktel'i Sansürlemeye Evet” anketini izah etmek yerine, "sıçıp sıvamak", "sıçtığı yere kadar kovalamak", "Şerefsiz....." vb. ifadeler geçen bir Hilmi Bulunmaz yazısını neden yayımlamadığını anlatıyor. Sanki ben Timur'u içinde bu ifadeler geçen bir yazıyı yayımlamadığı için sansürcülükle suçlamışım gibi bir izlenim yaratarak, konuyu saptırmaya, gürültüye getirmeye çalışıyor. (Bu konuda Hilmi Bulunmaz’ın açıklamasını okumak için, Bkz. Timur’un yazısını, küçük bir yorumla sunuyoruz)Oysaki benim yazımda Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur’u, Hilmi Bulunmaz’ın herhangi bir yazısını yayımlamadığı için sansürcülükle suçlayan hiçbir ifade yok. Benim yazımda Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur’u, içinde "sıçıp sıvamak", "sıçtığı yere kadar kovalamak", "Şerefsiz....." vb. ifadeler geçen bir yazıyı yayımlamadığı için sansürcülükle suçlayan herhangi bir ifade de yok.Yukarıda iki kere yazdım ama üşenmeyip bir kez daha yazayım: Ben, içinde Büktel'e yanıt hakkı doğuracak nitelikte Coşkun Büktel adı geçen birtakım yazılar yayımlamış Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur’un, Büktel'e peşin peşin kendisini savunma ve yanıt hakkı kullanma izin vermeyeceğini ilan etmesinin sansür olduğunu söylüyorum.Benim yazdıklarım gerçek değil mi? Bütün bu yazdıklarım yaşanmadı mı?Timur, Büktel'in yanıt hakkını kullanmasına izin vermeyeceğine peşin peşin ilan etti mi etmedi mi? Bu sansürüne okurlarını da ortak etmek için kurgulanmış hileli bir anket düzenledi mi düzenlemedi mi?Büktel hakkında asılsız iddialar içeren, yanıt hakkı doğuracak nitelikte yazılar yayımladıktan sonra Büktel'in kendisini savunmasına, yanıt hakkını kullanmasına (peşin peşin, yanıt hakkı doğan Büktel daha henüz bir hak talebinde dahi bulunmamışken, daha Büktel’in ne yazacağını ne yazdığını bile görmeden) izin vermeyeceğini ilan etmek sansür müdür değil midir?Timur, açıklamasında, Büktel’e uyguladığı sansüre kargaları bile güldürecek şu sözlerle değiniyor:Peki bunu öne sürerek henüz Coşkun Büktel'in yazılmamış yazısına da sansür uyguladım mı?Evet bu polemiğin tarafları Coşkun Büktel, Mustafa Demirkanlı, Hilmi Bulunmaz idi. Ve ortada başlamış süren bir polemik varken "seninki küfürlü yayınlamam diğerininkinde küfür yok yayınlarım" yaklaşımı da bu defa tek yanlı görüş yansımasına sebep olmayı getirecekti; taraflardan birini üslubun bozuk deyip susturup diğer ikisine geçit vermeyi getirecekti.Üstelik her küfür ve her hakaretin karşıdan da benzer reaksiyonu getirmesi sürpriz olmayacaktı. Bu nedenle de insiyatifimi ve sağduyumu kullanarak, bu polemiğin bu üçlü içerisinde giderek seviyesizleşeceğini de ihtimal dahilinde görerek www.tiyatrom.com sitesinde bu polemiğe yer yok, sadece birinin yada ikisinin değil; Mustafa Demirkanlı da dahil her üçünün de bu minvalde yazısına www.tiyatrom.com sitesinde yeri yok ve bunun adı sansür ise "Yaşasın Sansür" demiştim.(Bkz. Sansürcü Suçlamasına Karşı Ertuğrul Timur’dan Açıklama)(İyi de, adama sormazlar mı, Büktel’e yanıt hakkı doğuracak nitelikteki, asılsız iddialar içeren yazıları: sözgelimi, Büktel’in aslında 3-5 kuruş kazanmak için skandallar uydurduğunu iddia eden Mustafa Demirkanlı imzalı “Hay Allah!” başlıklı yazı ile kendisinin Büktel'le ilgili kerameti kendinden menkul "düşünce"lerini, dilediği gibi, özgürce ifade ettiği “Theope Konusu ve Tiyatrom.com’un Sansürcülüğü Meselesi” ve "Sayın Hilmi Bulunmaz'a Kısa Bir Yanıt" başlıklı yazılarını yayımlarken A. Ertuğrul Timur’un aklı acaba neredeydi? Yanıt hakkı doğuracak nitelikteki bu yazılara Coşkun Büktel'in tepki göstereceğini ihtimal dahilinde görmüyor muydu yoksa Timur? Oh ne âlâ, Büktel’e karşı yazıları yayımla, tam sıra Büktel’e gelecekken, “bu tartışma seviyesizleşecek” diye bir kehanet/bahane uydurup “tartışmaya son veriyorum”, de...)Sonuçta ileri sürdüğü bütün bu uyduruk “gerekçeler” Timur’un yaptığını sansür olmaktan çıkarıyor mu? Hayır, çıkarmıyor. Tiyatrom.com’un Büktel’i sansürlediği gerçeğini ortadan kaldırıyor mu? Hayır, kaldırmıyor.Açıkça görüldüğü üzere, Timur, Coşkun Büktel'in daha henüz talep dahi edilmemiş, kaleme dahi alınmamış (her insanın en temel ve en doğal hakkı olan) yanıt hakkını, kendisini savunma hakkını peşin peşin engellemesine, akıl almaz şekilde, afaki bir gerekçe uydurarak, bir başka kişinin Himi Bulunmaz'ın yazısını bahane ediyor. Bulunmaz'ın yazısını öne sürerek, henüz içeriğini bilmediği, okumadığı, henüz Büktel'in kaleme bile almadığı cevap yazısını peşin peşin ("ihtimal dahilinde") mahkûm ediyor.***Konumuz bu olduğu halde; bu gerçeği herkesin görebileceği ve anlayabileceği açıklıkta, netlikte, belge gösterek yazmış olmamdan rahatsız olduğu anlaşılan ve yapmacık bir biçimde bir yandan bana ikide bir "sayın", "bey" diye hitap eden kibar Timur, öbür taraftan ne yapıyor?İki yıldır adının ve soyadının arama motorlarında gerçek dışı ve haksız bir ifadeyle anılmasından dolayı yakınan, şikâyet eden eski Tiyatrom.com editörü A. Ertuğrul Timur, aklı sıra bana ders vermiş olacağını, benden öç almış olacağını zannederek, çok ucuz ve çok bayağı bir numaraya başvuracak kadar acizleşiyor. Kendisinin rahatsızlık duyduğu, muzdarip olduğu bu gerçek dışı ve haksız ifadeyi, örnek verme bahanesiyle benim adım ve soyadıma uyarlayarak, yazısında “Feridun Çetinkaya penis büyütücü satıyor” biçiminde kullanıp sinsice internetteki arama motorlarına servis ediyor.(Timur, bana "...internette adınız 'Feridun Çetinkaya penis büyütücü satıyor' diye anıldı mı sizin hiç?" diye soruyor. Cevap verip merakını gidereyim: Hayır, A. Ertuğrul Timur adında kifayetsiz muhterisin teki, ucuz ve adi bir numarayla bunu yapma cüretini gösterene kadar anılmamıştı.)Adam gibi fikir tartışması yapmak yerine, sadece gerçeği yazdığım ve sansüre karşı çıktığım için, şark kurnazlığıyla adımı ve soyadımı küstahça kullanarak saygısızlıkta bulunmayı mübah sayan Timur; kendisi hakkında yakındığı o nahoş ifadeyi imal eden ve kullanan Hilmi Bulunmaz’a hitap ederken ise son derece hoşgörülü ve nazik davranmaya özen gösteriyor. Dahası Bulunmaz’ı yere göğe sığdıramıyor. (Bkz. Timur’un yazısını, küçük bir yorumla sunuyoruz)Timur’un anlayışı hakkında fikir veren bu ikiyüzlü ve samimiyetsiz tutumu ile “İATP-G ‘Bazı’ İnsan Hakları İhlallerine Karşı” başlıklı yazımla ilgili kaypakça çarpıtmalarını okurların takdirine bırakıyorum.***Yine de A. Ertuğrul Timur’un açıklamalarını ciddiye alarak sansür bahanesini makul sayanlar, bu apaçık sansürü mazur görenler, haklı ve yerinde bulanlar çıkar mı? Timur’un bu kirli ve konuyu saptırıcı açıklamalarına yalan da yanlış da olsa inanmak isteyenler, bunlardan bile medet umanlar çıkabilir mi?Hiç şaşırmam, çıkar, çıkabilir... İşte, Türkiye tiyatrosunun bugün en büyük, en temel sorunu da zaten bu: En başta insan malzemesindeki bu bayağılık, bu çiğlik.“Ben sana ‘tiyatrocu olamazsın’ demedim...” başlıklı yazımda bu duruma şu ifadelerle dikkat çekmiştim.Eğer tiyatro, yazar, yönetmen, oyuncu, eleştirmen, tiyatro profesörü, tiyatro yayımcısı gibi tiyatroyla birinci dereceden ilgili insanlarda, “tiyatrocularda” dahi yalana, sansüre, ifade özgürlüğünün engellenmesine karşı ortak bir bilinç, en azından ahlâki ve vicdani bir duyarlılık yaratamamışsa, “seyircilere” adaletsizliğe, yoksulluğa, cehalete, gericiliğe, işkenceye karşı mücadele gücü verecek, uyarıcı ve caydırıcı nitelikte ortak bir vicdan, ortak bir ahlâk, ortak bir bilinç nasıl aşılayabilir, seyircinin gözünde nasıl inandırıcı olabilir?(...)Bir tiyatro yazarının yapıtına göz göre göre iftira atılmasına, düşüncelerinin açık açık sansür edilmesine sessiz kalıp bunu kanıksadıktan sonra, bu vandallığı onaylayıp “yaşasın!” nidalarıyla övmeyi olağan saydıktan sonra, tiyatro dünyanın en popüler sanatı, Türkiye’deki tiyatrocuların hepsi de birer Shakespeare olsa ne yazar!(Bkz. “Ben sana ‘tiyatrocu olamazsın’ demedim...”)Bunun ne kadar yerinde bir tespit olduğu bugün bir kez daha doğrulanıyor.Ne yazık...Feridun ÇetinkayaNOT:Eski Tiyatrom.com sitesi editörü A. Ertuğrul Timur, bu yazım üzerine hemen bir açıklama yaptı. A. Ertuğrul Timur, eleştirdiğim açıklamasında kullandığı “Feridun Çetinkaya penis büyütücü satıyor” ifadesine yazısında empati kurmam için, örnek vermek amacıyla yer verdiğini söylüyor ve maksadını aştığını kendisinin de kabul ettiği bu ifadeyi kullandığı için benden özür diliyor. Timur ayrıca, söz konusu ifadeyi içeren açıklamasını yayımlayan internet sitesi yetkililerinden de yazısındaki bu ifadeyi çıkarmalarını rica ediyor. Sonuçta, Timur’un hatasını kabul edip bu ifadesinin yol açabileceği yanlış anlamaları önemseyerek böyle bir düzeltme yapmış olmasını çok değerli ve önemli buluyorum.A. Ertuğrul Timur’un söz konusu açıklamasını okumak için bkz. Çok önemli bir rica(Feridun Çetinkaya / 25.02.2009)
Gönderen Özgür Sanat zaman: 03:15 0 yorum
Etiketler: ,

Tiyatrom Sadece Küfüre, Sövgüye, Hakarete Özgürlük Tanımadı, Büktel Faşizmine papuç bırakmadı
Sayın Hilmi Bulunmaz, Feridun Çetinkaya'nın bir yılı aşkın süreden sonra İATP-G ile girdiği polemikte – Tiyatrom’dan yana varsaydığı - İATP-G ye karşı bir koz olarak TİYATROM'un sansürcü bir site olduğunu yeniden dile getirmiş ve tarafımdan yanıtlanmıştır.Fakat Sayın Hilmi Bulunmaz yayınladığı yazımın üzerine bir açıklama düşerek bazı konuları ya yanlış hatırladığı için ya da geçmişte yazdıklarına bugün bir açıklama getirme kaygısı duyduğu için bazı notlar düşmüştür.Fakat Sayın Hilmi Bulunmaz'ın düştüğü bu düzeltme notu, düzeltmeden çok daha fazla yanıltıcıdır; bu nedenle, Sayın Hilmi Bulunmaz'ın küçük yorumunu da düzeltmek zorundayım1- Hilmi Bulunmaz düzeltmesinde sıçıp sıvamak, sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz Mustafa Demirkanlı gibi ifadelerin kendisine ait olduğunu kabul etmektedir. Arşivimdeki yazımı bulmuş olduğumdan bu hakaretleri biraz daha zenginleştirerek aktarmakta yarar var; zira TİYATROM'un aslında neyi sansürlediği, “Yaşasın Sansür!”le nelerin sansürünün gerekli olduğuna işaret edildiği herkesçe daha iyi anlaşılmalıdır.(Mustafa Demirkanlı'yı )sıçtığı yere kadar kovalamak,Şerefsiz Mustafa Demirkanlı"alçak" (Mustafa Demirkanlı)"pespaye" (Mustafa Demirkanlı)"lağım çukuru" (Mustafa Demirkanlı)"Dangalak" (Mustafa Demirkanlı)Burada elbette kime küfür, hakaret, sövgüde bulunulduğu benim açımdan önemli değildir; bu hiç tanımadığım Ali … , Veli … de olabilirdi.İşte TİYATROM'da başlayan Coşkun Büktel - Mustafa Demirkanlı - Hilmi Bulunmaz polemiği, sanırım taraflardan gelen ve Hilmi Bulunmaz'a ait bu üçüncü yazının elime ulaşmasının ardından, bu seviyeye dönüşmüş polemiğe yer vermeyeceğim açıklanmıştır.2- Sayın Hilmi Bulunmaz bu sövgülere yer verdiği yazısına gerekçe olarak bugün itibarıyla bir sanal kişi yada kişilerden oluşan Burak Caney'i ve Burak Caney'in kendilerine karşı tutumunu ve Burak Caney gibi birisine destek verilmesini mazeret göstermektedir. Oysa ki bu yazı yayınlamam için bana gönderildiğinde, hepimiz gayet net hatırlıyoruz ki henüz Burak Caney adlı bir şahıs ortada yoktu, ya da en azından henüz bizim aramıza duhul etmemişti. Dolaysıyla da bu yazıya gerekçe olarak Burak Caney ve Burak Caney'in Sayın Bulunmaz ve Büktel'e karşı yayınları mazeret gösterilemez.3- Sayın Hilmi Bulunmaz Feridun Çetinkaya'nın asla küfürü tasvip etmediğini, etmeyeceğini, sadece ve sadece Coşkun Büktel'in henüz yazılmamış yazısından dolayı TİYATROM'u sansürcülükle suçladığını iddia etmektedir.Oysa,Sayın Feridun Çetinkaya TİYATROM'u defalarca sansürcülükle itham ederken başvurduğu en güçlü delil olarak "Yaşasın Sansür!" adlı yazımı dayanak yapmaktadır. Ekte ilettiğim bu yazım incelendiğinde de görülecektir ki "Yaşasın Sansür!" başlıklı yazım tamamen sıçtığı yere kadar kovalamak, şerefsiz, pespaye, lağım çukuru ... gibi ağır hakaretler içeren bir yazıya yer vermediğim, vermeyeceğim, ve eğer bu sansürcülükse küfürü, sövgüyü sansürü her zaman savunacağım üzerinedir. Dolaysıyla da eğer Feridun Çetinkaya "Yaşasın Sansür!" başlıklı yazıyı TİYATROM’un sansürcülüğünü ispatlamak adına gündeme getiriyorsa, bilerek ya da bilmeyerek, küfürü severek ya da sevmeyerek, ama küfürün, sövgünün özgürlüğünü savunmakta, küfüre, sövgüye, hakarete yer vermeyeceğimi açıkladığım “Yaşasın Sansür!” başlıklı yazımı dayanak yaparak TİYATROM’u sansürcülükle itham etmektedir.4- Yine Sayın Hilmi Bulunmaz Feridun Çetinkaya'nın sadece ve sadece Coşkun Büktel'in henüz yazılmamış yazısından dolayı TİYATROM'u sansürcülükle suçladığı iddiasına gelirsek, önceki yazımda da açık ve net belirttiğim gibi, bu sürecin dahilinde karşılıklı yazışan üç isim söz konusudur: Mustafa Demirkanlı, Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel. Ve üçlü polemik olarak değerlendirilmek zorundadır. Dolayısıyla da bir polemiğe bir yayın sayfalarını açacaksa, ya tarafların tümüne özgürce açmalıdır, ya da hiç açmamalıdır. Zira taraflardan birine sen yazabilirsin özgürsün, diğeri yazamaz küfürlü yazıyor demek de polemiğin kanatlarından biri koparılmış kelebek gibi kalmasıdır. Bu nedenle de bu seviyeye, bu üsluba, bu küfür, sövgü edebiyatına dönüşen bu polemiğe TİYATROM’da bu şekilde yer olmadığı, taraflardan birine yer verip diğerine vermemenin de adil olmayacağı nedeniyle, ve küfüre hakarete varan polemikte diğer tarafların da reaksiyon göstererek gerginliği artıracağını görmek için kahin olmak gerekmediğinden, tarafımdan bu düzeyde polemiğin TİYATROM’da işi olamaz denilerek kesilmiştir. Dolayısıyla da bu sadece Coşkun Büktel'in yazmış ya da henüz yazmamış yazısına değil, aynı zamanda Hilmi Bulunmazın da, Mustafa Demirkanlı'nın da yazacağı ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, …. yazılarına da yer verilmeyeceği anlamına gelmektedir. Zira polemiğin birer yazıyla kalmayacağı açıktır. Bu durumda sadece Coşkun Büktel'e uygulanmış bir sansürmüş gibi görmek ya da göstermek yanıltıcıdır. Kaldırılan bu üçlü arasındaki bu düzeydeki polemiktir. Buna rağmen yine de dengenin sağlanması adına iş bu seviyesizliğe düşmeden Hilmi Bulunmaz ve Mustafa Demirkanlı'nın birer yazısına yer verildiği, Coşkun Büktel'in hayli gecikmeli yanıt yazdığı için göndermediği o söz konusu sansürlendiği söylenen yazılmamış yazısı TİYATROM'DA YAYINLANMIŞTIR! Fakat sürecek bir polemik şeklinde değil, bir köşe yazısı gibi yer verilmiştir. TİYATROM'a ve bana dair ağır eleştiriler de içerse de yer verilen bu yazıdan bu kadar dahil olduğu süreçte Feridun Çetinkayanın haberi yok mudur ki TİYATROM yazılmamış yazıya sansür uyguladı diyebilmektedir? Kaldı ki Sayın Coşkun Büktel'in o yazısına yer verildiğinde, bu kez Coşkun Büktel benden izin almadan sitemden alıp koymuş gibi bir garip eleştiri de getirmişti.5- Son olarak Hilmi Bulunmaz'ın bu sövgü, hakaret dolu yazısına sebep olarak öne sürdüğü Burak Caney'in kışkırtmasının sonucuymuş gibi mazeretine yeniden gelirsek: Yukarıda da söylediğim gibi Sayın Bulunmaz’ın yukarıdaki ifadelerle Mustafa Demirkanlı'ya ağır hakaretlerde, sövgülerde bulunduğu yazısı bana geldiğinde, henüz Burak Caney ya da Caneyler yoktu; vardıysa da bizler bilmiyorduk; bizler arasındaki bu konulara dahil değildi. Gerekirse tarih tarih çıkarılır, Burak Caney denilen zat ilk ne zaman nerede ne şekilde Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'e sataşan yazılarına başlamış araştırılarak döküm yapılabilir. Bu konuda en iyi kaynak da Hilmi Bey’in kendi siteleridir.Bu ilk hakaretli, sövgülü, ve benim bu nedenle sansür uygulamamdan sonra karşılıklı husumetler kimlerce nasıl tırmandırıldı, önce siz mi beni haksız yere porno malzeme satıcısı ilan ettiniz, yoksa önce Burak Caney mi size dansöz kıyafetli montaj yaptı? Sizin benim aylar süren sessizliğime rağmen aylar süren yıpratıcı yayınlarınız mı beni Burak Caney'in grubuna üye olmaya dek götürdü, yoksa her biri bir diğerinin tetikleyicisi mi oldu? Bunların gün gün dökümünü çıkarmak sanıyorum ki çok da gerekli değildir.Fakat başlangıcı aynen böyledir ve sizin beni sansürcü ilan etmenize neden olan yazı, bu Feridun Bey’in de hiç sevmeyeceğini söylediğiniz sıçıp sıvamalı yazıya yer vermeyi reddetmem, bu düzleme çekilen polemikte de tarafların hiç birine yer veremeyeceğim açıklamamı içeren "Yaşasın Sansür!" yazım üzerinedirBu konunun tekrar tekrar uzaması aynı sürecin bir defa daha baştan başlayarak irdelenmesine gün gün dökümünün çıkarılmasına varmadan ve yeniden sizler için de benim için de incitici olmamasına azami özeni göstermekteyim.Fakat lütfen Feridun Çetinkaya da sansür karşıtı olarak sayfalarca savunuculuk yaparken aslında sıçıp sıvamaya vardırılmış bir diyaloglar zincirinin savunusunu yapa geldiğini bilsin; zira benim tarafınızdan sansürcü ilan edilmeme neden olan süreç budur, Feridun Çetinkaya'nın kendisine dayanak olarak kullandığı meşhur "Yaşasın Sansür!" başlıklı yazıda da dile getirilen, sadece ve sadece küfüre, sövgüye, hakarete özgürlük tanınmamış olmasıdır ve bu yazım ektedir..Bilginize,Ertuğrul Timur---------------------------------------------------------------------------------EK:YAŞASIN SANSÜR!A.Ertuğrul TimurCoşkun Irmak'la tanışalı bir yılı aştı. Şehir Tiyatrolarında paylaştığımız masadaki panelin ardından da hemen bize yazmaya başladı. Bununla da kalmadı özellikle gençler için yaptığımız çabalarda her zaman yanımızda oldu. Bazı aydın dediğimiz kişiler bir adım ötelerindeki seminerlere ücreti mukabilinde (!) aydınlık sunmaya giderken Coşkun Irmak karşılık beklemeksizin Gençlik Tiyatroları Oluşumumuzda gençlere bir ders de sen sunar mısın dedik hiç ikirciklenmeden Adana'dan kalktı geldi. Tiyatro üzerine çok doğru tespitleri, girişimci ve sürekli faal sanatçı kimliği, sözünü esirgemeyen dosdoğru duruşu ve usta kalemiyle okunası bir yazar, yönetmen, sanatçı. Siyasal bakışımız belli ki geçmişte paralellikler taşımakta ama bugünkü reçetelerimiz farklı. Doğrusu şudur diye beynimizde ve yazılarımızda tanımladıklarımız farklı. Varsın farklı olsun. Yeter ki bu düzeyde, bu üslupta, bu amaçta olsun. Coşkun Irmak gibi kalemlere sayfalarımız her zaman açık oldu yine olacak.Orhan Aydın.. Adı Nazım Hikmet Kültür Merkezi ile özdeşleşmiş sanatçı, aydın, oyuncu. Tiyatro gündemine bakışımızda da dünya görüşümüzde de paralellikler kadar aykırılıklar da var. Daha şu an bu hafta yayına giren yazısında benim öncülüğünü yaptığım "Özel Tiyatrolara sadaka değil" çağrıma sıkı bir eleştiri var. Varsın olsun. Olmalı da. Tiyatro günü alternatif bildirisinde ayrı düştük, AKM'ye sahip çıkmak için aynı alanı doldurduk. Çalışmalarımı takdir ettiler sağolsunlar Nazım Hikmet Kültür Merkezi adına plaket sundular gururla aldım. Onlar ayrılıklara rağmen takdir hakkını, ben paralelliklere rağmen eleştiri hakkımı saklı tuttuğum gibi onlarında beni eleştiri hakkı her zaman bakidir kuşkusuz.ASSITEJ.. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği. Tamamen kendi insiyatifleriyle beni üyeleri arasına kattılar. Bu hayatında sahneye bile çıkmamış kimdir necidir demediler uluslararası çalışmalara imza atmış tiyatrocularla aynı payeyi sundular, konukseverliğin en güzelini gösterdiler. Yeri geldi öyle eleştirdim ki zaman zaman "Acaba ileri mi gittim?" diye düşündüğüm de oldu. Ama biliyorlar ki yine eleştireceğim ve yine onlarlayım.Ulvi Alacakaptan... Tiyatrom'un tiyatrom olmadığı günlerden okuru, yazarı. Geçmişte solda durmuş, şimdi bilmem kaç derece farklı yerdeymiş. Varsın olsun. Zaman zaman ayrı düştük, zaman zaman düşüncelerimizin altına ilk imza atanlardan oldu. Genel sekreteri olduğu TOBAV'ı defalarca eleştirdik. Bir süre önce TOBAV fahri/onur üyeliği önerdi sağolsun. "Yayıncılık hakkımı saklı tutarım, yine eleştiririm sorun olmasın Ulvi abi" dedim, "Eleştir tabi, biz seni eleştirilerinle istiyoruz" dedi.Orhan Kurtuldu... Aynı kurumu paylaşıyoruz. O yönetsel pozisyonda ben sade bir eleman. Ama o hiyerarşi oradadır burası özgürdür deyip yeri geldi panellerde, toplantılarda yazılarımda veryansın ettim "Ağzına sağlık, az bile yazmışsın" dediği de oldu sıkı bir karşı eleştiriye girdiği de.. Çoğu kere paralel düşündük, birbirini tamamlayan düşünüşlerimiz de oldu, zıt düşünüşlerimiz de. Ama bu zenginliğin farkındaydık.Merve Kalınbacak... Siz onu tanımazsınız. Bir lise öğrencisi kardeşimiz. Seçim öncesi siyasi gündeme ilişkin yazılarımdan sonra beni öyle bir eleştirdi öyle bir eleştirdi ki..... Belli ki Tiyatrom'u tiyatrom'un sahibinden bile korumak isteyecek kadar çok benimsemiş sahiplenmişti. Galiba siyasal açıdan da pek uyuşamayacağız sevgili Merve'yle :) Ama gerek o, gerek sitemize yazmaya başlayan okul arkadaşı sevgili Zülal Arslan'la geçen yıl yaşlarından büyük işlerle tiyatro adına önemli işlere imza attık bundan sonrada yenileri gelecek eminim.Ve daha onlarcasını sayabilirim. Tek tek isim isim, örnek örnek.. Ama uzatmaya gerek de yok. Kısacası sevgili dostlar bu alanı paylaşıyoruz sizlerle. Tıpkı dünyayı herkesle paylaştığımız gibi. Fikirlerimiz uyabilir ters düşebilir. Tiyatro gündemine yaklaşımlarımızda paralellikler olabilir, ayrılıklar olabilir. Siyasal düşüncelerde çok farklı noktalarda durabilir yada yakınlaşıp uzaklaşmalarımız olabilir. AMA şu bir gerçek ki hiç birimiz kişisel çıkarımız üzerinden, kişisel kuyruk acılarımız yüzünden, kişisel komplekslerimizden dolayı çekişmedik yada bu alanı kişisel menfaatler için parsellemedik.Bu site sadece tiyatroyla sınırlanmadan siyasal düzlemde de ulusalcısını da, komünist partilisini de, dindarını da, ve daha farklı farklı düşünceleri de, Devlet tiyatroları kapatılsın diyeni de, devlet tiyatroları kapatılamaz diyeni de, Özel tiyatrolara yardım sadakadır diyeni de, bu bir haktır diyeni de aynı alanda buluşturdu ve buluşturmaya da devam ediyor.Ama birisi kendi oyunundan dolayı kopardığı fırtınanın yıkıcı ve şahsi etkisini buraya taşımadık diye, bir diğeri "alçak, pespaye, şerefsiz, lağım çukuru, Dangalak, ve daha buraya asla yazamayacağım kadar duyup okuyabileceğiniz en ağır sözlerle bezediği yazısına yer vermedim diye beni ve tiyatrom'u sansürcü ilan etmiş. Varsın etsin. Bu durumda bana düşen bir tek şey kalıyor, bu düzeysizliğe ve şahsiciliğe taviz vermemek sansür ise "Yaşasın sansür" demek.Not 1: Bu ağır hakaretler bana değil üçüncü bir kişiyedir ama hiç önemli değil bir sanat sitesinin sayfalarında kime edilir edilsin kendine sanatçı diyen bir kişinin bu sokak ağzı yazısı asla yer alamazdı.Not 2:Özgürlük kavramının içi boşaltılalı bir hayli oldu ve özgürlük alabildiğine yozlaşmanın, seviyesizliğin, uçuk kaçık marjinalliklerin anlatımı gibi sunulur oldu ama biz özgürlükten hala fikirsel, yaşamsal özgürlükleri anladığımız gibi, asla kişisel hırsların, intikam duygularının, ego ve kişilik tatminsizliklerinin alanı yada ağız dolusu küfürlerin, hakaretlerin serbestçe yayınlandığı serbest platform olmayacağız.Not 3: Durumu bir anketle siz okurlarımıza sorduk ve şu sonucu sizlerde paylaştınız.
Gönderen Özgür Sanat zaman: 03:14 0 yorum
Etiketler: ,

Feridun Çetinkaya'ya yanıt
Sayın Feridun Çetinkaya,
İATP-G ile yaşadığınız polemikler kapsamında tiyatrom.com ve adımın yeniden anılmaya başladığını ve aynı nakaratlarla yeniden dillendirildiğini görmekteyim. Size sizin yazdığınız gibi uzun uzadıya ve aynı cümleleri permütasyonlarla kelimelerin değişebilecek kadar yerlerini değiştirip yeniden yeniden uzatarak da cevap verecek değilim.Ben iki gün önce Coşkun Büktel'e yazdığım bir düzeltme yazısında sadece Burak Caney adlı kişi yada kişilerin başlattığı kampanyaya desteğimi kısa sürede çektiğimden verilmesi gereken tartışmanın karşılıklı verilmesinin, bilinmeyenlerle ittifakın yanlış olduğundan söz etmiştim ve bundan dolayı özeleştiri verdiğimi hatırlatmıştım. (Ki benzer bir hatayı, bir bilinmezle ittifakı bir kaç gün önce kendileri de yaptılar maalesef.)"Yaşasın Sansür" başlıklı yazımın da , düşüncelerimin de halen arkasındayım. Yaşasın Sansür yazısının bir ironi olduğunu anlamamak için ya son derece düşünce özürlü bir salak olmak gerek ya da bize taraf olmayan yayıncının kendi eliyle verdiği bir pası gole çevirelim çabasında olmak gerek ki sanıyorum sizin salak olmayacak bir zeka seviyesinde olmanız ikinciyi geçerli kılıyor.Evet yaşasın sansür.. Eğer Theope polemiği 12-17 yaşlarında gençlerin herkesten fazla okuduğu TİYATROM'da"sıçıp sıvamak","sıçtığı yere kadar kovalamak""Şerefsiz ......... "seviyesinde yazılarla sürecekse ben bu polemiğin her üç tarafına da sansür uyguluyor bu polemiğe TİYATROM'da yer yoktur diyorum demiştim ve yine diyorum.Sayın Hilmi Bulunmaz ilk yayına geçtiği dönemki üslubunu oldukça değiştirdi. Bugün kendisine saygı duyacağım noktada yazılar kaleme almakta ve zaman zaman toplumsal muhalefetin önemli bir kalesi olarak gündem yaratmaktadır. Fakat o dönemki üslubu ile yazdığı yazı TİYATROM yayın niteliğine uygun değildi. Yazısında savunduğu felsefi görüşler, politik görüşler, siyasal sivrilikler değil, yada bir oyunu, yazarı savunmasından, bir tiyatro hocasını eleştirmesinden dolayı değil "sıçıp sıvamak", "sıçtığı yere kadar kovalamak", "şerefsiz" gibi cümleleri direk bir şahsın isminin önüne koyarak yasal anlamda da suç oluşturarak bir yanıt yazmasından dolayı idi. Siz bana, yasal olarak da suç teşkil edebilecek bu yazıyı yayınlamak zorundaydın diyemezsiniz, bunu hiç kimse diyemez. .Bugün illegal ve porno yayınlar dışında hangi yayın bilerek küfürlerle sövgülerle ve yasal olarak da suç teşkil edecek bir yazıya yer verir? Hangi demokrat yayın? Düşünce özgürlüğü yada sansür karşıtlığı denilince düşüncelere sansür konulması anlatılır, küfüre sansür konuldu diye sansür savunuculuğu mu yapacaksınız bana?Peki bunu öne sürerek henüz Coşkun Büktel'in yazılmamış yazısına da sansür uyguladım mı?Evet bu polemiğin tarafları Coşkun Büktel, Mustafa Demirkanlı, Hilmi Bulunmaz idi.Ve ortada başlamış süren bir polemik varken "seninki küfürlü yayınlamam diğerininkinde küfür yok yayınlarım" yaklaşımı da bu defa tek yanlı görüş yansımasına sebep olmayı getirecekti, taraflardan birine üslubun bozuk deyip susturup diğer ikisine geçit vermeyi getirecekti.Üstelik her küfür ve her hakaretin karşıdan da benzer reaksiyonu getirmesi sürpriz olmayacaktı.Bu nedenle de insiyatifimi ve sağduyumu kullanarak, bu polemiğin bu üçlü içerisinde giderek seviyesizleşeceğini de ihtimal dahilinde görerek TİYATROM'da bu polemiğe yer yok, sadece birinin yada ikisinin değil Mustafa Demirkanlı da dahil her üçünün de bu minvalde yazısına TİYATROM'da yer yok ve bunun adı sansür ise yaşasın sansür demiştim. Kaldı ki bunun nedenlerini de açıklayarak, ve bu konuyu okumak takip etmek isteyenler varsa yine de şu şu sitelerde okuyabilirler deyip adres göstererek. (Büktel ve Bulunmaz'ın sitelerindeki ilgili sayfalara link vererek okuyabileceklerinin de adresini vererek.. (HANGİ SANSÜRCÜ OKUNMASINI İSTEMEDİĞİ BİR YAZIYA VE KİŞİLERİN YAYININA LİNK VERİR?)Her yayının belirli kuralları vardır bunun aksini düşünmek ahmaklıktır. Coşkun Büktel yada Hilmi Bulunmaz'ın da kuralları var ve olmalıdır da. Bugün siz en radikal, en anarşist, en devlet güçleriyle, dünya emperyalizmiyle dişediş kavga halinde bir ideolojik bir yayına istediğiniz sivrilikte yazı yollayınız memnun kalarak yayınlarlar.Aynı yayınlara içerisinde bir şahsa yönelik şerefsiz, sıçarım.. sıvarım.. şeklinde kelimeler geçen bir yazı yollayın bakalım yayınlayacaklar mı görelim.Var mı onların bunu yayınlayacağına dair ahmakça bir beklentiniz?Ne oldu o zaman bu yayınlar sansürcü mü oldu sayın Çetinkaya?Olabilir mi böyle bir ahmakça beklentiniz sayın Çetinkaya?İstediğiniz bir sanat yayınında istediğiniz ve hak ettiğini düşündüğünüz bir kişiye yönelik "şerefsiz seni sıçtığın yere kadar kovalarım" gibi içerikte bir yazıyı yayınlatınız ben de tamam ben yanılmışım ben sansürcüymüşüm diyeyim.Bulabilecek misiniz böyle bir tane sanat yayını sayın Çetinkaya?Sayın Hilmi Bulunmaz aynı yazıyı arşivinden bulup çıkarsın ve lütfen tek kelime çıkarmadan eklemden aynen şu sansürcü olmadığı için çok seviyorum deyip desteklediği Erbil Göktaş hocanın Yeni Tiyatro Dergisine yollasın. Eğer Yeni Tiyatro Dergisi bu "sıçarım, sıvarım, Sıçtığın yere kadar kovalarım, Şerefsiz Mustafa Demirkanlı" gibi tümcelerin, cümlelerin olduğu yazıyı yayınlasın işte o gün ben Evet Yeni tiyatro dergisi asla sansürcü değil, TİYATROM gerçekten sansür yapmış bütün insanlıktan özür diliyorum diyeceğim var mısınız?Sayın Bulunmaz'dan rica ediniz ve duruyorsa o yazısını isteyiniz ve lütfen beni sansürcü olarak şikayet ettiğiniz İATP-G yayınlayacak mı bir de onlara sorunuz isterseniz..Yoksa sizlerden başka herkes mi sansürcü?Yayınlamazlar.Eğer gerçekten ahmak yada salak değilseniz (ki sanmıyorum) siz de bu türde bir yazının aklıbaşında ve ciddiyeti olan bir dergide, yayında yayınlanmayacağını bal gibi biliyorsunuz.Zira bu onlar gözü pek, cesur devletle bile çatışmayı göze almış olsalar da yayın ahlaklarıyla, seviyeleriyle, yayıncılık ağırlıklarıyla uyuşmaz.Her yayın her tür şeyi yayınlar aksi sansürdür diye bir tez olabilir mi?Bunu söyleyen evet ancak olsa olsa bir ahmaktır, bir salaktır başka hiç bir şey değil.TİYATROM'un da bu polemiğe geçit vermemesinin nedeni ve bunu bu noktaya getiren sayın Hilmi Bulunmaz'ın o dönemki bu seviyedeki yazısıdır ve şu an aynı üslupta bir yazı gelse sayın Hilmi Bulunmaz onu kendi sitesinde yayınlar mı inanın ben emin değilim.Zira Sayın Hilmi Bulunmaz iki yıl öncekinden belki çok daha kararlı ve çok daha keskin ama çok daha ağırbaşlı ve olması gereken üslupta bir çizgidedir ve bunu sağladığında kamuoyunda asıl şimdi küfür yada sövgüden daha çok etkili olduğunun da farkındadır eminim.Başa dönersek, TİYATROM'un senelerce sürmüş bir çizgisi, bir üslubu, bir kendince yayın ahlakı vardı. TİYATROM'un en büyük okur kitlesi genç kesimdi. Ve bu nedenle de TİYATROM içinde (bugün bile ben yazarken tiksinerek ama kafanıza dank etmesi için yinelemek zorunda kalarak) sıçıp sıvamaklı, sıçtığı yere kovalamaklı, şerefsiz li, ve hatırlayamadığım benzer ifadelerle dolu yazıyı yayınlamadım ve eğer bu sansürcülükse TİYATROM sansürcüdür dedim, bugün TİYATROM sürüyor olsa bugün yine yayınlamam.Bunun devamında gelen tırmanmaları ise isterseniz hiç karıştırmayınız zira iş Ertuğrul Timur'a nereden ne kulp takarız çılgınlığıyla toplist bannerini bahane göstererek belden aşağı vurmalara dek varmıştı ki bu da doğrusu bugün hala saygı duyduğum (çünkü duymamam için neden yok Theope konusunda hak vermemem, yada bir küfür içerikli yazılarını yayınlamamış olmam onların bende saygınlığını azaltmaz) Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in en hafifinden onların bana karşı Burak Caney seviyesinde yayıncılıklarıydı maalesef.En son varılan noktada da ben sizi tanımıyorum, yok sayıyorum, sizinle ilgili hiç bir satıra da yer vermek istemiyorum noktasına varmamdır ki bu sanıyorum en azından onların o dönem bana yaptıklarının yanında her halde daha insancıl bir tavır almaydı. TİYATROM'la hiç ilgisi olmayan bir cm'lik toplist bannerinin tıklanmasıyla gidilen yerde bir cinsel ürün mağazası reklamı da çıkıyor olmasını bahane göstererek günlerce internette adınız "penis büyütücü satıyor" diye anıldı mı sizin hiç? Google aramalarında adınız soyadınız 2 yıldır bu şekilde bulunuyor mu? Bu çarpıtmalı iftirayı yapanları hangi yayın etiğine sığdırıyorsunuz da teorik düzlemi yüksek yazılarınızda hiç anmıyorsunuz? Yazdığınız teorik süsü verilmiş upuzun yazınızda ne bu "sıçıp sıvamalı", ne bu "penis büyütücü satıyor" türü manşetlerle yapılan yüksek fikirsel(!) tartışmalara girmiyorsunuz tabi siz. Onları görmezden geliyor tek yanlı bir yargılamayı doğal sayıyorsunuz.Siz ne kadar TİYATROM okuruydunuz bilemiyorum. Zira ben de sizi Coşkun Büktel savunuculuklarınız dışında neredeyse hiç tanımıyorum. 8 yıl tiyatro yayıncılığı yaptım ama ne bir oyununuza, ne bir tiyatral çalışmanıza, tanık olmadım bu da sizin değil benim noksanım diyelim. TİYATROM'u tiyatroyla ilgili bir kişi olarak az da olsa takip ettinizse TİYATROM'un Şehir Tiyatrolarında yaşananlar, Adana'da, Mersin'de, Denizli'de, İzmit'de yaşananlar konusunda lokomotif rol üstlendiğini, her türlü görüşün en uç noktalarda ancak ve sadece TİYATROM'da dile getirilebildiğini, Bir önceki Kültür Bakanı müsteşarlarınca tehdit sayılabilecek düzeyde sıkıştırılmasına karşın konunun üstüne gittiğini, Eğer bugün İzmit'de bale salonu mescit olmaktan çıkarılmışsa yeniden bale salonu olmuşsa, AKP'li belediye geldiğinde kaldırılan Denizli Amatör Tiyatrolar Festivali yeniden konulmuşsa, Adana Seyhan ilçesinde DSP'li belediye başkanınca kapatılan belediye tiyatroları yeniden apar topar bulunan bir sinema salonunda açılmışsa, Çocuk Tiyatrolarında sömürü çarkı ilk defa büyük gazetelere haber yapılmışsa, AKM'nin yıkılma kararında geri adım atılmışsa ve onlarca tiyatro sevdalısı gençle ilgilenilip az yada çok olumlu yönde kanalize edilmişse ve daha uzayıp gidebilecek bir takım konular yaşanmışsa ve bunların üzerine korkmadan gidilip gündeme taşınmışsa, defalarca tarafıma tehditler gelmişse, şehir tiyatroları koridorlarında ismim küfürlerle bağırılarak "buraya sokulmayacak bu adam!" diye çınlatılmışsa tüm bunları hiç dikkate almadan siz TİYATROM'a sansürcü dersiniz.. Peki TİYATROM bu konuların üstüne giderken ve tehditler alırken siz özgürlükçü ve mücadeleci beyler neredeydiniz? Neden o zaman bu konularda kalem oynatmadınız ya da TİYATROM'un sesinin savunuculuğunu yapmadınız? Bunların hangisi theope ve Coşkun Büktel'in uğradığını varsaydığınız haksızlıktan daha az önemli?Evet siz diliyorsanız, bütün bunları görmezden gelebilir, içiniz elveriyor ve bundan sonra da TİYATROM'a sansürcü demeye ve bunu sayfalarca aynı cümlelerle yazmaya devam edebilirsiniz. Ama buna da sizlerden başka kimseyi inandıramazsınız. Ancak kendi dar taraftar kitleniz içinde içinizi rahatlatırsınız.Bu kadarı dahi gerektiğinden uzun bir yazı olduğu için bundan sonra polemik başlamışken deşelim gayretinde olsanız dahi yanıt vereceğimi sanmıyorum. Çünkü beni bireysel sorunların kavgasından çok toplumsal olanlar ilgilendirir. İnşallah bir gün sizi de Büktel hakları savunuculuğunun yanı sıra toplumsal konularda da bu derece kararlı bir şekilde kaleminizi kullanarak görürüz ve ittifak yapabileceğimiz alanlar da varmış deyip mutluluğa erişiriz.Kendinizi ille de bana yanıt vermek zorunda hissetmeyiniz. Ama bu polemiğe başka siteleri yayıncıları, kişileri bulaştıramaz olduk hazır başlamışken sürdürelim gündem olsun derseniz ve dilerseniz dilediğiniz uzunlukta yanıt yazmakta da özgürsünüz elbette. Ama ben yeniden yanıtlayacağımı sanmıyorum. Zira her şeye karşın ortak paydalar ve asıl uğraşılması gereken ortak sorunlar varken Sayın Hilmi Bulunmaz'la seviyeli bir diyalogu başarmışken külleri deşip ayrıntıları dile getirip zaman içerisinde yapılıp geçilmiş haksız ithamları hatırlayıp hatırlatmak zorunda kalınıp yeniden depreştirmenin kimseye bir yararı olmayacağını aksine öfkelerin kalıcılaşmasına neden olacağını düşünüyorum.Sağlıcakla kalın...
A. Ertuğrul TİMUR - 19 Şubat 2009
Gönderen Özgür Sanat zaman: 02:52 0 yorum
Etiketler: ,
01.04.2009 - 01.05.2009 Ana Sayfa
Kaydol: Kayıtlar (Atom)

(Kaynak: http://ozgursanat.blogspot.com.tr/2009_03_01_archive.html)